KARANLIK KORKUSU
İnsanların kaçta kaçı karanlıktan korkar? Ya da çocukların kaçta kaçı karanlıkta kaldıklarında dünya sonu gelmiş gibi bir hisse kapılır? Karanlık korkusu en bilindik , en yaygın korkulardan bir tanesidir sanırım. Karanlıktan korkmak insana çok ta mantıksız gelmez sanki . Çünkü sağlıklı zihinler için mantıksız denecek bir çok fobinin yanında karanlık korkusu içinde herşeye rağmen mantıklı bir şeyler barındırır . Karanlığın içindeki gizem, bilinmezlik insanın en hassas olduğu hislerden biridir mutlaka. Göremediğimiz bir dünyadaki bilinmediklerin içinden bizi tehtid edebilecek tehlikelere karşı içimizde beliren içgüdüsel bir tepki..
İnsanın büyüme çağında geçirdiği doğal evrelerden biriymiş belli oranda bir karanlık korkusu. Daha iki yaşına varmadan ortaya çıkan ve sonra gelişimin ileriki evrelerinde yavaş yavaş kaybolan bir korku. . Kimi insanlar ise çocukluk dönemi içinde ya da daha ileride yaşadıkları bazı tatsız olaylar ya da bazen genetik bir eğilimin neticesi olarak ta kimi korkulara takılıp kalabilmektedirler. Ve bu korkular yerinde tedavi edilmediği zaman erişkinliğe varana kadar gittikçe daha büyük boyutlara varabiliyor...
" Karanlık korkusu " denildiğinde benim aklıma küçük bir kız çocuğu iken Şişli'deki evimizde yaşadığım geceler gelir bir anda. Geniş bir apartman dairesinde geçen çocukluğumda, her gün batımının ardından gelen elektrik kesintilerinin kafamın içinde dönüp duran tuhaf hayalleri Hollywood yapımı Korku filmlerini aratmayacak senaryolara döndürdüğü seneler...
Herşey aslında bir çeşit kötü rastlantılar bütününün bir sonucuydu benim açımdan. Her an her saniye elektrikler kesilen bir şehirde dünyaya gelmiş olmanın yanında yaşadığımız apartmanın giriş katında yıllar yılı boş, terk edilmiş bir halde duran Perili evle ilgili söylentiler benim karanlık korkuma tuz biber ekmeye yetmişti..
Her gece gezintiye çıkan ruhların varlığı ile ilgili söylentilere destek veren gizemli akşamlarda kararan merdivenlerden birinci kata bir çırpıda varmak için basamakları koşarak çıkmaya çalıştığımda çocuk yaşta kalpten gidebilirdim belkide..
Bir aralar düzenli olarak elektrik kesintileri uygulanıyordu. Ve bu yüzden bu kesintilere karşı hazırlıklıydık tabii. Her gece kesilen ışıkların ardından eller otomatik olarak kibritleri ve mumları arardı. Hatırlıyorum bir iki mum yaktıktan sonra annem tamam yeter derse de ben . Yok anne yetmez, derken oturma odasını Kung Fu ' ya çevirirdim. Her tualete gitmek ihtiyacımda ise elimde tek bir mumla oturma odasından koridora çıktıktan sonra tualete kadar olan iki metrelik mesafeyi bile gözüm yemezdi . Böylelikle ihtiyacımı genellikle iki saat sonrasına kadar halletmemeyi tercih ederdim bir çok kez.
Karanlık ve ben iyi dost olamamıştık çocukluğumda. Çünkü kısmetime oradan buradan duyduğum saçmasapan hikayeler kafamda kocaman öcülere dönüşmüştü. Beynimin içindeki tuhaf hayaller her gece yatağımda ya da her ışıklar kesildiğinde kendimi en güvende hissetmem gereken evimde çalan tehlike çanları gibi büyüyorlardı .
Nedense anne ya da babama bu korkularımı açmayan ben sanırım çocukluğumda çok içime kapanıktım. Korkularınızı paylaşmadığınız sürece onlara birilerinin çare bulması ise imkansızlaşıyor..
Geceleru annemler ışıkları söndürüp yataklarına girdikten sonra koridorun orta yerindeki küçücük odamdaki yatağımda senaryolarımla başbaşa kalıyordum. Duyduğum her tıkırtının hemen aşağımızdaki boş olan perili daireden yukarı çıkan hayaletin çıkardığı sesler olduğundan emindim..
Sonunda bir gün babama gece karanlıktan korktuğumu söyleyerek bana bir ampul almasını rica ettiğimi hatırlıyorum. . Hani elektriğe direk takılanlardan. Ertesi gün babam ampul getirdi. Küçük kırmızı bir ampul. Ne kadar sevinmiştim Gece olunca ampulu odamdaki duyun yanındaki deliğe koydu babam . Ardından ışıklar yeniden kapanarak herkes uykusuna çekildi. Bense ampule gözlerimi diktim. Işığı hayal etmeye başladım ama ampul kendini bile aydınlatmıyordu. O gece nasıl uyudum bilmiyorum.. O gece ve diğerleri hep korkuyla geçti ..
Ama hayatımın en korkulu anlarından biri sekiz dokuz yaşımdayken evde tek başıma olduğum bir güne rastlar.. Evde benden başka kimsenin olmadığı bir gün birden bire ışıklar kesilmişti yeniden. Ben o upuzun koridorun sonundaki oturma odasında oturuyordum. Kış vakti idi ve saat yedi civarıydı. İstanbul'un zifiri karanlık sokaklarını aydınlatan tek şeydi dükkanlardan, evlerden yansıyan ışıklar. Ve onlar da söndü mü şehir bir anda tamamen karanlığa gömülürdü. Yani evinizde ışık olmayınca başka hiç bir yerden bir yansıma olması mümkün değildi. Ben yerimden kalktım, o kadar karanlıktı ki eşyalara çarpıyordum. Panik halindeydim. Koridora doğru çıktım. Koridorun her yanında, sağda solda odalar ve tualet vardı. Geçtiğim her odanın içinden üzerime sinecek bir şey bekliyordum.. Nasıl da koşuyordum Kalbim öyle hızlı atıyordu ki. Mutfağa vardığımda çekmeceleri, rafları , her yeri yokladım kör ellerle yok ve yok. Ne mum, ne kibrit.. Ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Dışarısı son derece soğutu benimse ayağımda sadece çoraplar vardı ve üzerimde paltom da yoktu ki kendimi dışarıya atayım. Anahtarlar da nerede bilmiyordum. Salona gittim, salonun camına Garfield kedi gibi yapıştım . Arkamda duran o koca karanlık evin içinden her an bir varlığın bana süpriz yapması korkusu o kadar benliğimi kaplamıştı ki camın hemen oradaki sıcak radyatörün üzerine dizlerime oturuyor buz gibi soğuğa rağmen açtığım camdan aşağıya bakıp duruyordum . Annemin bir an önce eve dönmesi için yalvarıyordum... O gece ne kadar zaman o camın önünde beklediğimi anımsamıyorum..
Yıllardan sonra aşağıdaki perili daire büro olunca ben ilk kez huzurla nefes almaya başladığımı hissettim. Korkular, hayaletler, öcüler bir anda silindiler zihnimden, benliğimden . Karanlıkla birleşen perili daire hikayesinin gizemi bir anda dağılıverdi . Hayaletlerin yerini gerçek insanlar aldı..
Bugün zifiri karanlık hiç bir yer kalmadı. Benimse geceleri yatağıma yattığımda salonda açık kalan laptopun ışığı bile uykumu bir anda dağıtmaya yeter oldu..
Batya R. Galanti
İnsanların kaçta kaçı karanlıktan korkar? Ya da çocukların kaçta kaçı karanlıkta kaldıklarında dünya sonu gelmiş gibi bir hisse kapılır? Karanlık korkusu en bilindik , en yaygın korkulardan bir tanesidir sanırım. Karanlıktan korkmak insana çok ta mantıksız gelmez sanki . Çünkü sağlıklı zihinler için mantıksız denecek bir çok fobinin yanında karanlık korkusu içinde herşeye rağmen mantıklı bir şeyler barındırır . Karanlığın içindeki gizem, bilinmezlik insanın en hassas olduğu hislerden biridir mutlaka. Göremediğimiz bir dünyadaki bilinmediklerin içinden bizi tehtid edebilecek tehlikelere karşı içimizde beliren içgüdüsel bir tepki..
İnsanın büyüme çağında geçirdiği doğal evrelerden biriymiş belli oranda bir karanlık korkusu. Daha iki yaşına varmadan ortaya çıkan ve sonra gelişimin ileriki evrelerinde yavaş yavaş kaybolan bir korku. . Kimi insanlar ise çocukluk dönemi içinde ya da daha ileride yaşadıkları bazı tatsız olaylar ya da bazen genetik bir eğilimin neticesi olarak ta kimi korkulara takılıp kalabilmektedirler. Ve bu korkular yerinde tedavi edilmediği zaman erişkinliğe varana kadar gittikçe daha büyük boyutlara varabiliyor...
" Karanlık korkusu " denildiğinde benim aklıma küçük bir kız çocuğu iken Şişli'deki evimizde yaşadığım geceler gelir bir anda. Geniş bir apartman dairesinde geçen çocukluğumda, her gün batımının ardından gelen elektrik kesintilerinin kafamın içinde dönüp duran tuhaf hayalleri Hollywood yapımı Korku filmlerini aratmayacak senaryolara döndürdüğü seneler...
Herşey aslında bir çeşit kötü rastlantılar bütününün bir sonucuydu benim açımdan. Her an her saniye elektrikler kesilen bir şehirde dünyaya gelmiş olmanın yanında yaşadığımız apartmanın giriş katında yıllar yılı boş, terk edilmiş bir halde duran Perili evle ilgili söylentiler benim karanlık korkuma tuz biber ekmeye yetmişti..
Her gece gezintiye çıkan ruhların varlığı ile ilgili söylentilere destek veren gizemli akşamlarda kararan merdivenlerden birinci kata bir çırpıda varmak için basamakları koşarak çıkmaya çalıştığımda çocuk yaşta kalpten gidebilirdim belkide..
Bir aralar düzenli olarak elektrik kesintileri uygulanıyordu. Ve bu yüzden bu kesintilere karşı hazırlıklıydık tabii. Her gece kesilen ışıkların ardından eller otomatik olarak kibritleri ve mumları arardı. Hatırlıyorum bir iki mum yaktıktan sonra annem tamam yeter derse de ben . Yok anne yetmez, derken oturma odasını Kung Fu ' ya çevirirdim. Her tualete gitmek ihtiyacımda ise elimde tek bir mumla oturma odasından koridora çıktıktan sonra tualete kadar olan iki metrelik mesafeyi bile gözüm yemezdi . Böylelikle ihtiyacımı genellikle iki saat sonrasına kadar halletmemeyi tercih ederdim bir çok kez.
Karanlık ve ben iyi dost olamamıştık çocukluğumda. Çünkü kısmetime oradan buradan duyduğum saçmasapan hikayeler kafamda kocaman öcülere dönüşmüştü. Beynimin içindeki tuhaf hayaller her gece yatağımda ya da her ışıklar kesildiğinde kendimi en güvende hissetmem gereken evimde çalan tehlike çanları gibi büyüyorlardı .
Nedense anne ya da babama bu korkularımı açmayan ben sanırım çocukluğumda çok içime kapanıktım. Korkularınızı paylaşmadığınız sürece onlara birilerinin çare bulması ise imkansızlaşıyor..
Geceleru annemler ışıkları söndürüp yataklarına girdikten sonra koridorun orta yerindeki küçücük odamdaki yatağımda senaryolarımla başbaşa kalıyordum. Duyduğum her tıkırtının hemen aşağımızdaki boş olan perili daireden yukarı çıkan hayaletin çıkardığı sesler olduğundan emindim..
Sonunda bir gün babama gece karanlıktan korktuğumu söyleyerek bana bir ampul almasını rica ettiğimi hatırlıyorum. . Hani elektriğe direk takılanlardan. Ertesi gün babam ampul getirdi. Küçük kırmızı bir ampul. Ne kadar sevinmiştim Gece olunca ampulu odamdaki duyun yanındaki deliğe koydu babam . Ardından ışıklar yeniden kapanarak herkes uykusuna çekildi. Bense ampule gözlerimi diktim. Işığı hayal etmeye başladım ama ampul kendini bile aydınlatmıyordu. O gece nasıl uyudum bilmiyorum.. O gece ve diğerleri hep korkuyla geçti ..
Ama hayatımın en korkulu anlarından biri sekiz dokuz yaşımdayken evde tek başıma olduğum bir güne rastlar.. Evde benden başka kimsenin olmadığı bir gün birden bire ışıklar kesilmişti yeniden. Ben o upuzun koridorun sonundaki oturma odasında oturuyordum. Kış vakti idi ve saat yedi civarıydı. İstanbul'un zifiri karanlık sokaklarını aydınlatan tek şeydi dükkanlardan, evlerden yansıyan ışıklar. Ve onlar da söndü mü şehir bir anda tamamen karanlığa gömülürdü. Yani evinizde ışık olmayınca başka hiç bir yerden bir yansıma olması mümkün değildi. Ben yerimden kalktım, o kadar karanlıktı ki eşyalara çarpıyordum. Panik halindeydim. Koridora doğru çıktım. Koridorun her yanında, sağda solda odalar ve tualet vardı. Geçtiğim her odanın içinden üzerime sinecek bir şey bekliyordum.. Nasıl da koşuyordum Kalbim öyle hızlı atıyordu ki. Mutfağa vardığımda çekmeceleri, rafları , her yeri yokladım kör ellerle yok ve yok. Ne mum, ne kibrit.. Ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Dışarısı son derece soğutu benimse ayağımda sadece çoraplar vardı ve üzerimde paltom da yoktu ki kendimi dışarıya atayım. Anahtarlar da nerede bilmiyordum. Salona gittim, salonun camına Garfield kedi gibi yapıştım . Arkamda duran o koca karanlık evin içinden her an bir varlığın bana süpriz yapması korkusu o kadar benliğimi kaplamıştı ki camın hemen oradaki sıcak radyatörün üzerine dizlerime oturuyor buz gibi soğuğa rağmen açtığım camdan aşağıya bakıp duruyordum . Annemin bir an önce eve dönmesi için yalvarıyordum... O gece ne kadar zaman o camın önünde beklediğimi anımsamıyorum..
Yıllardan sonra aşağıdaki perili daire büro olunca ben ilk kez huzurla nefes almaya başladığımı hissettim. Korkular, hayaletler, öcüler bir anda silindiler zihnimden, benliğimden . Karanlıkla birleşen perili daire hikayesinin gizemi bir anda dağılıverdi . Hayaletlerin yerini gerçek insanlar aldı..
Bugün zifiri karanlık hiç bir yer kalmadı. Benimse geceleri yatağıma yattığımda salonda açık kalan laptopun ışığı bile uykumu bir anda dağıtmaya yeter oldu..
Batya R. Galanti