13 Şubat 2022 Pazar

Bir gidişi kabullenmek

Sabah altı buçukta saat çaldığında ellerimle komodinin üzerinde kulağımı çınlatan aleti kapatmak için uzanırken neredeyse küfür ediyorum. Halbuki daha yarım saat önce uyanmış, yatağımda hala daha vakit var diye zaman öldürüyordum. Şimdi birden gözlerimi zor açtığımı hissediyorum. Ne tuhaf değil mi?

Günlerdir hep Tuna'ylayım rüyamda. Kafam o kadar karışık ki, rüyaların detaylarını kesinlikle hatırlamıyorum. Sadece onunla olduğumu, hep onun varlığını hatırlıyorum kesit kesit.

Çalan saaati durdurduğumda, saatin arkasındaki kutu bir kez daha gözüme ilişti.

Tuna'nın bu geçen doğum günümde getirdiği yüz losyonu ve bakım kremi duruyor yanı başımda. Bir set almıştı. Benden sana küçücük bir şey demişti verirken. O gün dört kız (!) buluşmuştuk.

Önce, alışveriş merkezine girmiştik. Kızlar (!) meraklılar tabii.. Giyim kıyafet. Ona hep söylerdim bir mağazayı, o hep ben oradan almam pek derdi. Güzel şeyler var git bak. Sonunda keşfetmişti gerçekten. Haklıymışsın diyordu. O mağazada, o gün epey bir oyalanmıştık. Meraklıydı çok, giyinmeyi severdi.

Onlar uzun zaman oyalanınca ben başka şeyler için çıkıvemiştim dükkandan.

Son gördüğümde, yattığı yerde, saçlarını bu kez biraz daha koyu renge boyadığını farketmiştim.. Örtünün altından görünen ayağı zarif, tırnakları manikürlüydü. Yine bakımlıydı. Hayata devam etmek isteyen bir insan gibiydi.

İkimizin içtiğimiz son kahvede, daha yaşanacak çok şey var demiştim ona.

Kardeşinin bana telefonda haberi verdiği an, kulaklarımın duyduğunu beynim algılamakta zorlanmıştı.

Tuna öldü demek istemiyor herhalde.

Cenaze için size haber vereceğim dediğinde bir tokat yemiş gibiydim.

Ne cenazesi. Daha çok şeyler vardı, yarım kalan.

Daha aşkı bulacaktı...

Oğlu 19 yaşında. Tek varlığı...

Ve biz sevdikleri... Ya annesi!!

Günlerce durup durup ağladım. ( Şu an gibi!)

Bir unuttum, bir hatırladım ve yüreğim tekrar acıdı.

Sesi kulaklarımda, gülüşü, hareketleri ve mimikleri hep gözlerimde.

Yumuşak ve sakindi benim arkadaşım. Kimseye, hiç kimseye kızmazdı.

Onu aldatanları bile affedip geçmişti.

Hayata bu kadar bağlı bir insana hiç beklemediğiniz bir anda veda etmek ne zormuş.

Haksızlık gibi gelse de, oğlunun onun için söylediği son sözler aklımdalar hep;

"Senin gibi hayat dolu gencecik bir insanı, benim annemi Tanrı yanına almayı seçmişse mutlaka bildiği bir şey vardı!!" 


......................................


Ofra Haza söylüyor.. 

Adama; " Toprak"

Söz: Ehud Manor

Beste: Yair Klinger


Adama.. ( Adam; " İnsan" .. Adama;  Toprak Ana.

Adama, sesini dinliyorum..

Adama, gideceğim yer

Adama, senin için katedeceğim yol

Adama, Toprak Ana

Adama, Yürüdüğüm çıplak ayaklarım

Adama, Sıcak ve insanı saran yüzün, 

Adama, Bizi gözleyen kahverengi gözlerin

Toprak Ana

Senin kucağından geldim

Geçirdiğim, günler, geceler ve acılar.... bu dünya ve herşey için teşekkür ederim Adama ( Toprak!)....

Tarladaki, bahçedeki ağaçlarız..senden geldik, sana gideceğiz toprak

Herkes için bereket getiren toprak

Dünyaya iyilik ve temizlik getiren toprak 

( Bize öğret, ( çocuğuna) )

Toprak Ana....Senin kucağından geldim

Tüm acılarımı, geleceğimi, gündüzümü, gecemi acımı azalttığın için,

Bana verdiğin tüm evren için teşekkür ederim...

Senden geldim,

( Biz bahçedeki, tarladaki ağaçlar.)..Adama lütfen beni kabul et! ( diyor Ofra



 



11 Şubat 2022 Cuma

Kimi problemli yönlerimizin bizi özel insanlar yapabildiklerini de görebilmek


İlginç bir ailem vardır benim. Dayımı hatırlarım mesela, mesleğinde sevilen, bir sürü arkadaşı olan , işinde gayet başarılı biriydi. Ben daha küçükken daktilo makineleri satardı. Daktilonun devri geçtiğinde kendini hemen yeni bir iş alanına adapte edebilmeyi becermişti. Akıllı ve girişkendi ama bir o kadar dalgın ve ilginç bir insandı. Hiperaktif biriydi aslında. Bir yerde duramayan,  konuştukça ses tonu yükselen, heyecanlı ve komik bir insandı. Çalışmayı, gezmeyi, karısını ve hayatı seven birisiydi dayım.

Onunla başımdan geçen çok komik bir olayı hiç unutmam. Bir Cumartesi sabahı bize uğramıştı. Bazen kafasına esip annemi görmeğe gelirdi birden.  Çat kapı....teklifsizdi gelişleri.

Annem onu sessizce dinlerken o yine heyecanına kapılmış yüksek sesle bir şeyler söylüyordu, bense onun sesinden rahatız olduğumu farketmek arası bir yerlerde elimdeki kitabın içinden yanımdaki televizyonun kumandasına uzandığım gibi kendi kendime gülmeye başlamıştım. Çünkü adamın sesini bir an kumandayla kısmayı düşünmüştüm.  Dalgındım, kendi dünyamda, kendi düşüncelerim ve okuduğumla o derece ilgiliydim ki etraftaki yoğun sesleri bir an televizyon gibi algılamıştım.

Dalgınlık problemi sanırım büyük bir oranda genetiktir. Çoğu kez sizde varsa çocuğunuzda da ortaya çıkabiliyor. Ya da çocuğunuzda dalgınlık sorunu teşhis ettiklerinde kendinizin de hayat boyu bazı konularda çektiğiniz sıkıntıların altındaki sebebi anlamış oluyorsunuz.

Okul hayatınız boyunca yaşadığınız sıkıntılar ve düşük notlar bir tarafa, büyüdüğünüzde de hayat yeterince çetrefilli olabiliyor.

Aynı anda bir kaç iş yapmaya çalışmak gibi. Her gün mutlaka kaybettiğiniz bir şeyi aramak gibi, kimi detayların her an gözünüzden kaçmış olduklarını farketmek, bazı tarihleri hep doğru hatırladığınızdan emin olduğunuz halde sonunda deftere baktığınızda bir kez daha yanıldığınızı anlamak. Düşüncelerinizin hep farklı farklı yerlere dağıldığını hissetmek. Bir şey okuduğunuzda ya da öğrenmek istediğinizde 15 dakikadan fazla bir konuya odaklanamamak. Bir kitabı elinize aldığınızda daha okuduğunuz bir kaç satırın arkasından, kitabı masaya geri koyup bir dakika dün defterime kaydettiğim şeyin neresinde kalmıştım diyebilmek gibi.

Dalgınlık problemini hayat boyu aşacağınızı bekleseniz de bu çoğu zaman gerçekleşmez. Hatta menopoz zamanları, kafanızın biraz daha bulanmasıyla kimi anlar iyice astronotlaşabilirsiniz. Ama yine de hayat devam eder. Ve sonunda siz kendinizi bir şekilde idare etmeyi başarırsınız.

Dalgınlık  sorunu olan insanların iyi tarafları da vardır aslında. Çünkü bir tarafımız teklesede herşeyde olduğu gibi başka yönlerimiz kuvvetleniyor coğu kez. Mesela kör insanların iyi işittiği söylenir ya...sonuçta bir tarafınızda bir sorun olduğunda başka yönleriniz sizi diğerlerinden ayrıcalıklı kılabiliyor da .

Bir de benim bir iddiam vardır. Dalgınlık problemi olan insanların, büyüdüklerinde hatta yaşlandıklarında dahi  onlara kalan çocuksu bir yönleri vardır. Kimi anlamda hep biraz çocuksudurlar bence ve mizah yönleri kuvvetlidir.

Sınıfta hatırlarım, genel olarak sessiz bir çocuktum. Dalgınlık sorunu sizi akademik yönden zayıflatırken, büyük anlamda pasifize eden bir sorundur çünkü kendinize olan güveninizi indiren bir şeydir bu. Ancak benim arkadaşlarımın arasında yeterince kuvvetli olduğum bir  bayşka yönüm daha vardı. Mizah tarafım hep güçlüydü. Sessiz biri gibi görünürken, gülmeyi ve güldürmeyi severdim. Toplumsal kodları hızlı okuyabiliyordum ve durumlara göre espri yapabiliyordum. Arkadaşlarımı bu şekilde tenefüslerde güldürürdüm hep.

Hatta zaman zaman o çok çekindiğim ders ortamı içinde de yerine göre sessizden ortaya laf atardım. Belki insanlar söylenenin kimin ağzından çıktığını anlamadan gülerlerdi.

Derken bu şekilde öğrenim ortamının dışındaki benle sınıf içindeki Batya arasında mutlak bir farklılık oluşmuştu. Okulun dışında cok değişik bir ben vardım. İşin ilginç tarafı da okulun dışındaki çevremde herkes beni nedense iyi bir talebe zannederlerdi.

Zamanla kendime gülmeyi de öğrendim. Açıklarıma, şaşkınlıklarıma ve bu beni daha bir serbestleştirdi. Mizah yönüm benim aklımı kısmen koruyabilmeme de yardımcı oldu. Hayatın en zor anlarını hep bazı şeylere gülebilmekle aşmayı öğrendim. Çocuklarımla ve ailemle de bunu de bunu yaptım.

Onlarla da sık sık sakalaşırım.

Günlük hayatımdaki şaşkınlıklarımı anlatıp onları da güldürürüm zaman zaman.

Derken geçen gün annemi dişçiye götürmüştüm. Dişçi çıkışında karşıdan bir bayan, gelirken "Hi!" deyince, ( kadın arkamdaki başka bir kadına selam veriyordu ) benden gayet sakin bir karşılık geldi hemen. Hiç tanımadığım kadına sokakta selam vermiştim. Bu da dalgınlığımdan, insiyaki hareket edişimden.

Aslında her defasında sadece  hatırlamadığım bir kişinin beni selamlaması olarak algılarım böyle şeyleri. Çünkü simaları unutmak gibi bir problemim vardır. Çocukluğumdaki, benimle birlikte eğitim görmüş, aynı sıraları paylaşmış, adada birlikte çıkmış olduğum arkadaşlarımdan çok samimi olmadıklarımı unutmuş olabiliyorum. Böyle olunca sokakta birisinin selam verdiğini gördüğümde hep hatırlayamadığım birisinin selami zannediyorum. Ve zaten çok düşünmeden hareket ettiğim için hemen karşılık veriyorum.

Genç kızlığımda, yine bizim yokuşu inerken karşımdan gelen genç bir kadının bana doğru gelerek gülümsediğini gördüğümde ona gülümseyerek karşılık vererek yanına yaklaşmıştım, çünkü o da bana yaklaşır gibiydi, kadın çenemi eliyle tutmaya kalktığında, herhalde eskilerden birisi kimdir ama anlamıyorum derken yanağımı da uzatmıştım bir de öpsün diye.  Kadın, "Ben arkandaki bayana selam veriyordum canım !"deyince dünyanın en şapşal insanı olduğumu hissetmiştim.

Bir defa da ışıklarda beklerken karşımda el sallayan bayana el sallamıştım, ta ki yanımdaki kızı görene dek...

Bunlar hep dalgınlıkla yakından ilgili şeyler.

Ancak bu şaşkınlık bir yerde beni ben yapan şey de oldu. Sokakta Pitziyi gezdirirken bu yaşımda neredeyse gecenin 11'inde, kulağımdaki müziğe kendimi kaptırarak olduğum yerde tempo tutarak hafiften dans edebilen, hala bazen duvar kenarlarında yürüyen, denizde amuda kalkmaya çalışan. salonun ortasında aileme dans show'ları gerçekleştiren, Pitziye şapka takıp gözlerimden yaşlar gelene dek gülebilen yönlerimin de bununla ilgili olduğuna inanıyorum.

Hayatın kimi zor yönlerini o içimizdeki çocukla telkin edebildiğimiz sürece nefes almak daha kolay oluyor!!!


10 Şubat 2022 Perşembe

Israel'li Bilim adamlarından çığır açacak bir buluş!

Israelli Bilim Adamlarının Tel Aviv Üniversitesinde, uzun senelerdir gerçekleştirdikleri bir çalışmanın neticeleri geçtiğimiz günlerde açıklanarak, günümüze değin, iskemlede yaşamak zorunda olan paralize insanlar için çığır açacak bir tedavinin bulunduğu açıklandı.

Shumin's Bıomedecine and Cancer Research, ( Biomedikal Kanser Araştırmaları Enstitüsü) ile Tel Aviv Üniversitesi Biomedikal Mühendisliği Bölümünden, Prof. Tal Dvir' le birlikte, PhD Öğrencisi Lior Wertheim, Dr. Reuven Edri, Dr. Yona Goldshmit tarafından yapılan bir çalışmayla ekip dünyada bir ilki başardı.

Bildiğimiz gibi, omurilik yaralanmaları sonucu insanlar, kısmi ya da total olarak paralize kalmaktadırlar.

Omurilik'te ya da omuriliğin bitimindeki sinirlerde oluşan tahribat insanlarda felce sebebiyet verir.

Bugünlere dek bilim, omurilikte oluşan zararlar yüzünden insan bedeninde meydana gelen felci çözecek bir tedavi bulamamışlardı.

Zarar gören omuriliğin rejenerasyonu için gösterilen çabalar şimdiye dek minimal sonuçlar vermişti,

Yapılan deneylerde zarar gören bölgeye farklı hücreler ve biomateryallerin transplantasyonu denenirken, bağışıklık sistemi emplante edilen hücreleri reddetiğinden hücreler arasında fonksyonel bir ağ oluşturmak mümkün olmuyordu.

Tel Aviv Üniversitesi Araştırma Ekibi, (3D) 3boyutlu ortamda bir nöromotor prosedürle embrionik gelişimi taklit ederek hücrelerin ihtiyaçları olan  uygun rejeneratif dokuyu meydana getirmek suretiyle sinyaller sağlayarak kişinin bedeninin emplantasyonu reddetme riskini büyük oranda ortadan kaldırarak, vücuda emplantasyon yapılmadan önce işleyen bir nöron ağı kurduktan sonra sistemin vücuda daha iyi entegre olabileceğini teorileştirdiler.

Bu teorinin uygulanabilmesi için, hastanın karın bölgesinden yağ alınarak bunu hücrelere bölüp, hücre dışı bir biomateryale çevirdikten sonra,  hastaya uyarlanan pluripotent kök hücreler ( Rejeneratif Tip tarafından uygulandığı şekilde) hasar gören ya da tamamen kaybedilen hicrelerin yerlerini alacak şekilde programlandılar.

Bu biomateryal embrionik hücreler kapsüllenip 3Boyutlu bir omurilik ağında dönmeleri sağlayacak bir hidrojele dönüştürülerek hastaya adapte edilecek bir süreç gerekiyor.

Bu hidrojel sadece hücreleri desteklemekle kalmayıp zamanla adapte olarak gelişerek fonksyonel bir omurilik emplantına ve gelişimine izin veren bir endüktif mikro ortam sağlıyor.

Embrionik omurilik gelişimi ve fonksyonel doku emplantasyonunun başarıyla taklit edilmesinden sonra araştırmacılar bunu farelere emplante ederek test ettiler.

Bu deney için iki grup fare kullanıldı. 1. grup yakın zamanda paralize olmuş fareler, ikinci grup en az bir senedir felçli olanlar.

Uzun süredir paralize yaşayan farelerde de 6 hafta süreden sonra durumlarında gözle görülür bir düzelme gözlemlenmiş.

Sonuçta tüm farelerin %80'i yeniden yürümeyi başarmışlar.

İlk kez insandan alınan dokuların emplante edildiği bir hayvan kronik felçten iyileştirildi.

Sonuçta gözlemlenen olumlu gelişmeler sonunda bu tedavinin insanlarda da önümüzdeki seneler içinde  olumlu sonuçlar getireceği düşünülüyor.

Rejeneratif tıpta uygulanan ileri teknolojiyle bu tedavinin insanlara en çabuk şekilde adapte edilebileceği konusunda umutluyuz diyor, tedaviyi bulan Israelli Bilim Ekibinin başı Profesör Dvir.

Devrimsel Organ Mühendisliği üzerine oturan bu buluşun ekibi Matricelf adı altında kurulmuş bir teknoloji ve Bilim Kuruluşu.

Bu çığır açan buluş, her ne kadar omurilik zedelenmeleri üzerine odaklansa da gelecekte, Parkinson, Maküler Dejenerasyon gibi hastalıkların tedavilerinde de, hastalara umut ışığı olacak deniyor.

( Makalenin geneli, geçtiğimiz günlerde Jerusalem Post'ta yayınlanan haberden tercümedir) 





9 Şubat 2022 Çarşamba

Oğlumdan bize mektup

Geçen Perşembe Israel'de Aile günüydü. Aslında son senelere dek, bu günü Anneler Günü olarak kutlayan Israel sonunda ilginç bir şekilde yavaş yavaş, günü aile gününe çevirdi. Ve derken sadece anneler yerine anne, baba ve çocuk olarak, birlikte bir yaşamın, aile kavramının önemini ve güzelliğini vurguladığımız bir güne dönüşüverdi bugün.

Böyle günler genelde, Tanah'taki kimi anlatılar, kimi hikayelere göre tarih bulur Yahudilerin takviminde.  Yıl boyunca bir çok farklı, anlamlı günler bu şekilde yer kazanmıştır bu ülkenin kültür hayatının içinde.  Böylece hatırlanıp, hatırlatılacak günler hayata kazandırılmışlardır..

Anneyi, sevgiyi, çocuğu, doğayı, aileyi, ağaçları, ilk düşen cemreyi ve bir çok şeyi anımsatan günler vardır yıl boyu. Ve ayrı ayrı günlerde her birini anlamlı kılan faaliyetler vardır...Bir çok kez festivallere dönüşür böyle şeyler, şehirlerde, moşav ya da kibutzlarda. Ve bütün ülkede.. Çoğu bembeyaz giyinen çocuklar bahçelere, kırlara götürülürler... Okullarda düzenlenen kimi aktiviteler, kutlamalar, müzik şölenleri, danslar ve oyunlar, hepsi de çocuklarla beraber, Tanah'tan bugünlere 1000'lerce senedir yaşadığımız tarihin bize hediye ettiği bir kültürel mirası yaşatmaya devam etmek içindir.

Bazen bir resim, bazen bir elişi, bazen bir fotoğraf ya da evin balkonundaki saksıya ekmek için elinde küçücük bir çiçekle eve dönen  yuva ve ilkokul çocuklarına rastlarsınız.

Bazen de arka arkaya dizdikleri sevgi sözcüklerini karaladıkları bir mektubu heyecanla uzatıverirler size.

18 yaşına doğru ilerleyen Gal de bize bir mektup getirdi okuldan. 

Geçtiğimiz Perşembe günü eve döndüğümüzde, arabadan inerken, son iki senedir bıkmadan yaptığı şeyi yaparak, siz yukarı çıkın ben biraz salıncaklara gideceğim dedi ilkte. Evet, Gal 18 yaşında ve hala akşam üstleri kendi başına salıncağa iner. Bazen de yürüyüş yapar. ( Benimle yaptığı yürüyüşlerin dışında)

Biz yukarı çıkarken arkamızdan seslenerek, "Yukarı çıktığınızda, çantamın büyük gözünü açın, orada size bir süprizim var!"dedi ve ortadan kayboldu.

Yukarı çıktığımda, içine herşeyin tıkıştırılmış olduğu çantasında, beyaz zarfta saklı süprizi aramaya başladım. Sonunda,  elde hazırlanmış olan zarfı  defterlerin arasına sıkışmış halde buldum. Ve içindeki kırmızı mektubu.

Mektuptaki yazı kocaman, aralıksız dizilmiş halleriyle tek kelime bir gibi duran harfleri,  Gal'in yazdıklarını çıkarmaya çalışırken,  sayfanın biraz aşağısında yine küçük bir çocuğun çizgisiyle bir de dördümüzü resmetmiş olduğunu gördüm. Dördümüz ve Pitziyi.

Aile günü için bize verdiği bir teşekkür mektubuydu bu. Okulda, sınıfta, eve dönmeden, kendi saf dünyasından, masum kalbinin derinliklerinden çıkan satırlarını okumaya çalıştım. Onun bize her gün tekrarlamaktan sıkılmadığı sevgi sözcükleri, biraz daha detay kazanarak kağıtlara dökülmüşlerdi.

Gal'i diğer herkesten ayıran özelliği, hayata ve insanlara sadece olumlu gözlerle bakması.

Her kelimesinde, her sözünde sadece minnetarlık duyduğu ailesi onun bütün dünyası.

Beni en çok duygulandıran şeyse, o küçücük mektupta, Gal daha iki yaşına gelmeden bu dünyayı, yeterince uzun bir hastalığın sonucunda terketmiş olan babama da ayırdığı bir kaç kelimeydi. Küçücük bir teşekkürle onu da hatırlamıştı. Ona da hayatındaki iki yılı için teşekkür etmiş Gal. Keşke bugün bizimle olsaydın diye de eklemiş.

Onu diğerlerinden ayıran özelliği olan o çocuksu saflık hep var olacak gibi.

Bu yüzden bu çocuklar gerçekten birer hediyedirler. Bu dünyanın kaybettiği o temiz yönüdürler. Hala daha bir yerlerde, insanlara sadece iyi niyetle yaklaşan varlıklardır onlar.

Oğlum için benimde bir dileğim var; "Mutlu olması!!"







7 Şubat 2022 Pazartesi

Arap toplumunu eğitmeyi hedefleyen bir oyunun iptali

Geçen Haziran Ayında Israel'de Kadın Hakları derneği Na'amat tarafından desteklenerek, Arap Toplumunda kadınlara yönelik şiddete karşı toplumu eğitmek adına, Nazaret Fringe Tiyatrosu Sanat Yönetmeni Hişam Suleiman tarafından sahneye uyarlanan bir tiyatro oyunu, Israel Tiyatro Festivali İsrAdrama dahil olmak üzere ülkenin değişik bölgeleri ve şehirlerinde bugüne dek 70 kez sergilendi.

Başta Israel nüfusu içinde en çok şiddete maruz kalan Arap kadınları olmak üzere, Arap toplumunu ve herkesi bu konuda bilinçlendirmeyi amaçlayan bu tiyatro oyunu  geçtiğimiz günlerde, Israel'in kuzeyindeki 12.000 nüfuslu Arap yerleşim yeri olan Jatt'ın Belediye Başkanı Khalled Jarrah tarafından iptal edilmiş.

Modern bir ülkedeki bir Arap Köyünün Belediye Başkanı olan zat, bu oyunun, Arap kadınlarını erkeklere karşı ayaklanmaya teşvik ettiğini ve İslamın esasına karşı geldiğini iddia etmiş.

Bir Arap Atasözü dermiş ki, "Erkek akşam eve geldiğinde önce karısını dövecektir, eğer kendisi nedenini bilmiyorsa kadın mutlaka biliyordur."

Yüzyıllar boyunca kurdukları sefil bir sistemin hala daha geçerliliği için savaşan bir toplumun önde gelen liderleri, yaşadıkları ülkenin kendileri için gösterdiği gayrete, içlerindeki şiddete son vermek, birilerini eğitmek için devlet tarafından ayrılan bütçeye karşılık,  daha iyi bir yaşam için kendilerine gösterilen aydınlık yol yerine karanlıkta kalmayı tercih ediyorlar.

Üzerlerinde hakimiyet kurdukları kadınların uyanmalarını istemeyen bir toplumu eğitmek çok zor.

Benim anlamadığımsa, bir Belediye Başkanı böyle bir seçeneği kullanarak, toplumu aydınlatacak girişimleri, istediği gibi engellenek sansına nasıl sahip olabilir?

Halbuki bugüne dek onlarca Arap yerleşimi ve köylerinde sahnelenen oyun Israel'in Arap nüfusunun çok ilgisini çekmiş deniyor. 

Tiyatroyu sahneleyen Haşim Süleimani, "Bu toplumdaki kadınların uyanmaları kimi insanların işlerine gelmiyor! " diyor.

Israel'de bugünlere dek artış göstermeye devam eden kadın cinayetilerinin hiç azımsanmayacak bir yüzdesi içimizde birlikte yaşadığımız Arap vatandaşları içinden çıkmakta.

Arap Kültürünün bugüne kadar barındırdığı atarerkil öğeler, kadınları erkeğin malı olarak gören düşünce sisteminde bir reform yaşanmadığı sürece, kadınlar erkeklerin ellerinde şiddete maruz bir yaşam yaşamaya devam edeceklerdir.

Babadan oğula geçen bu anlayışa, bu sisteme karşı bu toplumun eğitilmesi için yapılması gereken şeyler çoktur. Ancak, bir toplum içinde artık kemikleşmiş bir yaşam felsefesini kökünden değiştirmek için o toplumun bireylerinin bu devrimi gerçekleştirecek  cesaret, bilinç ve de isteğe sahip olmaları gereklidir.

Israel Hükümetinin, toplum içinde büyük bir soruna dönen Arap Kadınları Cinayetlerinin bir son bulması için ayırdığı bütçenin amacına ulaşması için, toplumun kendisinin dış destekle beraber el ele vermesi şarttır. Her tür pozitif değişime direnerek, ışığa karşı karanlığı seçerek daha iyi günleri görmeleri ve görmemiz kesinlikle mümkün olmayacaktır.


 


 Fas'ta bir çukurda ölen çocuk



1990'ların başlarıydı. İstanbul'un  kışlarıyla gelen hava kirliliği öyle seviyelerdeydi ki artık, şehrin merkezi, Sıracevizler Caddesinin bir arka sokağında bulunan fabrikalar ve apartmanlardan çıkan yoğun duman içinde insanın normal bir yaşama devam etmesinin nasıl mümkün olduğunu düşünüp dururdum. Eve her dönüşümde kaşkolumla ağzımı burnumu kapatmaya çalışırdım. Nefes almak tek kelimeyle zordu. 

Doğduğumuz ülke ve o ülkenin getirdiği şartlar kaderimizin bir parçasıdır. Karar verme şansımızın olmadığı durumlardan biri de hangi ülkede, hangi coğrafya'da, hangi şartlarda dünyaya geleceğimizdir.

Ve hayat  kalitenizi çok yüksek oranda etkileyen şeylerden biridir bu. Bir çöp kadar değerinizin olup olmayacağı doğduğunuz yere göre değişim gösterir.

İnsan hayatının değer taşıdığı bir ülkede yaşamak tam bir ayrıcalıkken, çocukluğunuzdan itibaren herşeyin şansa bırakıldığı, kaderci toplumlardan birinde dünyaya gelmekse yine sizin hayatızın nasıl olacağını büyük ölçüde belirleyecektir.

Mesela gelişmekte olan ülkeler statüsündeki bir yerde dünyaya gelmişseniz yaşantınız  Allah Kerimle yürür.

Benim büyüdüğüm şehirden en çok aklımda kalan şeylerden biri...o şehrin insanlarının hayat kavgalarıydı. Bir çok insan manzaraları hiç aklımdan gitmez.

O kömür kokusunun nefesimi kestiği meydandan aşağı indiğimde, Hasat Yokuşunun üzerinde bir mobilya atölyesini hep anımsarımı. Eski bir cam kapı ve yine camdan bir vitrini olan minicik bir atölyeydi bu. Her önünden geçişimde, içeride mobilyaları boyayan adamın, püskürttüğü vernik ve boyalardan o ufacık yerde oluşan bulutun içinde kaybolup gitmiş gibi, işini yaptığını görürdüm. O dükkanın  tam yanından geçerken yanlışlıkla kapıyı açan biri olursa eğer dışarı taşan boya kokusundan nefesim dururdu sanki. Bu adam böyle bir işin, bu dumanın içinde, bütün gün nasıl çalışıyor derdim her defasında.

Gözlüklü ve pek tabi ki bıyıklı adamın üzerinde mavi bir önlüğü vardı. Tahta eşyaları boyadığı bir püskürtme makinesi hep elindeydi. O toz duman. minicik atölyenin içinde, ağzını örttüğü bir maskesi bile yoktu. Nefesini, ciğerlerini havadaki kimyasallardan korumak için aklına hiç bir şey gelmemişti yapacak. Tanırlarmıydı ki bu tip kuralları?  Cahil insanların, bilinçsiz bir toplumun, kadere teslim hayatları, boş yere kısalırken yazık değil miydi bu yaşamlara diye düşünsek ne yazar.

Ve bir diğer tuhaf olan, temizlikçi kadınların, cam çerçeve cambazlıklarıydı. Hayatlarını kazanmak için pencere kenarlarında gezen kadınlar görmek çok normaldi.

Gecenin karanlığında, normal bir kaldırımda yürürken, merdiven boşluğuna düşmekte normaldi.

Ve bu şehirde çukura düşmek, en olmadık kazaları geçirmek vs... Tedbirin lüks sayıldığı bir yerde öylesi yaşamlardı hep...

Ve bir de modern şehirlere şöyle bir bakarsanız... sanki bir an başka bir gezegene geçmiş zannedersiniz kendinizi. Bir kitap kapanmış, başka bir aleme, başka bir boyuta geçmişsinizdir.

Alışveriş merkezinin birinde bir yerde, tavandan akan bir kaç damla su yüzünden, ıslak alanın çevresi bariyerlerle kapatılmıştır. Yanında,  " ıslak zemin, düşme tehlikesi var! "diye bir de pano konulmuştur. . Oradan geçen yaşlının. çocuğun kafasını kırmasını önlemişlerdir...çok ufak bir tedbir ve uyarıyla.

Sokakta, bir tamirat için açılan çukurun çevresi de aynı şekilde kapatılmıştır yayaları korumak için...

Caddeler, yollar, kaldırımlar yaşam standardının minimal göstergeleridir. Herşey insan hayatını kolaylaştırmak için düşünülür normal ülkelerde.

Kimi ülkelerde, amaç, kentsel yaşam kalitesini en üst düzeye çıkarmaktır. Sizi yönetenler size hizmet için seçilenlerdir.  Ve medeniyetin en doğal parçası insan hayatına gösterilen saygıdır.

Geçtiğimiz günlerde, Fas'ta beş yaşında bir çocuk, yaşadığı köyde, açık bırakılmış, 30 metrelik bir çukurun içine düştü. Çukurun bir yerinde sıkışıp kalan çocuğa ulaşmaya çalışan kurtarma ekipleri günlerce çalıştılar.

O kadar tuhaf bir devirde yaşıyoruz ki. Bir taraftan, 100 sene öncesiyle aynı yaşama devam eden köyler, toplumlar hala aynı sefilliğin içindeki hayatların acısını çekerlerken, diğer taraftan, birden canlı yayın tüm dünyaya ulaştırılan görüntülerle, Fas'ın hiç bilmediğiniz bir deliğinde, ölümle yaşam arasında sıkışan bir çocuk için kendinizi dua ederken buluyorsunuz. Eskiyle bugün arasındaki tek fark bu. ( Bu ülkeler için)  Eskiden o köyün insanları,  giden canlarına tek başlarına ağlarlardı. Ve hayat hep aynı sefillikte kaldığı yerden devam ederdi.

Bugün, geçen zamanın hiç değiştirmediği bir köyde küçücük bir can ölüme karşı bir savaş verdiğinde, kurtarma çalışmalarını bütün dünya canlı izliyor.

Yaşanılan acıyı paylaşanların sayısı milyonları buluyor. Aynı dakikalar ve günlerde.. Sadece, Fas'ın, cehennem köyünde dünyaya gelmiş olmanın bedelini ağır ödeyen küçücük bir çocuk 100 sene evvelki bir başka çocukla hala aynı kaderi paylaşıyor.

5. günde, 30 metre derinlikten zar zor çıkarıldığında Rayan artık nefes almıyordu.

Tüm umutlar, tüm dualar boşa çıkarken, "Rayan" adını bütün dünya duydu.

Keşke o çocuk büyüseydi ve adını Olimpiyat madalyası aldığı için duysalardı.

Rayan gibiler, ihmalkarlık, boş vercilik, sorumsuzluk gibi şeylerin normal hayatlarının bir parçası olan, Fas ya da onun gibi ülkelerde ölmeye devam ediyorlar.....

Bir gün onlar için değişen bir şey olacak mı acaba?

Rayan'ın arkasından o ölüm çukuru kapatılacak mı?

Fas Hükümeti şu ana dek üzüntüsünü belirtmekten başka bir şey yaptı mı?

Bu tip ülkelerde, sorumluların görevlerini yerine getirdikleri günler görülecek mi?

Binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insan canlı yayında, bir üçüncü dünya ülkesinde yaşamanın bedelini ödeyen kitlelerin içinden çıkan binlerce kurbandan birinin kaderine şahitlik ederken  ertesi gün aynı köyde hayat kaldığı aynı yerden devam etti!!!


6 Şubat 2022 Pazar

Boutique Hotel'de yerleştirilen gizli kameralar

14 Şubat Sevgililer Günü yaklaşırken, çiftlerin, çoğu kez de kadınların beklentileri başlar. Birlikte oldukları insan, erkek acaba bu özel gün için neler planlıyor diye. Özel bir gün, özel bir yemek, beklenmedik bir süpriz. Kadının bürosuna yollanacak bir demet çiçek...bir yüzük. bir kolye, içten yazılmış bir mektup...herhangi bir şey..Sevgiyi, birlikteliği her daim taze tutmak ve ilk günkü heyecanı korumak adına her zaman bir şeyler yapmak mümkün değil mi?

Mesela,  medeniyetten, rutin hayattan, hatta çocuklardan bir iki günlüğüne kaçmak.

Bunun için çoğu kez özel günler iyi birer bahane olarak kabul edilir. 14 Şubat ya da doğum günleri, evlilik yıldönümleri,  bir yılbaşı gecesi ya da Sevgililer Günü ya da sadece öylesine bir hafta sonu...

Masanızda sizi bekleyen bir davet.....zarfı açtığınızda, içinde, yer, zaman ve saat yazılıdır. Egzotik bir manzaraya bakan bir Boutique Hotel'de rüya gibi bir gün hayali....

Ve derken, her normal insanın kurabildiği bu tip hoş hayallerin bir anda, bir yabancının ellerinde sekteye uğraması mümkünmüdür acaba?

Sanırım bugün herşey mümkün. Bunun için de yeterince uçuk insanlar, sınırları aşmışlar, teknolojik imkanlar.. kısaca herşey mevcut!!

Geçtiğimiz günlerde, Israel'de, ilginç bir olayın haberi düştü ekranlara.

Tel Aviv'de bir  Butik Hotel'de kalan genç çift, ( nasıl olduğunu bilmiyorum), kaldıkları odalarında, kendilerini filme alan kameralar olduğunu keşfetmişler.

Büyük paralar harcanmış, mükemmel döşenmiş, gayet hoş bir Boutique Hotel'de çoğu çiftlerin kaldığı odalardaki saksılara, gizli köşelere yerleştirilmiş kameralarla, insanların en özel anlarını filme alan kişi otelin bizzat sahibi olan insan.

Kafasındaki kimi inanılmaz fantazileri gerçeğe çevirmekten kaçınmayan bir otel  işletmecisinin ellerinden özel hayatınıza yapılan tecavüzü tahayyül etmeniz mümkün olmayabiliyor.

Birlikte olduğunuz insanla geçirdiğiniz size özel anlar birilerinin sapık emellerine alet olurken, uğradığınız tecavüzün farkında bile olmayabiliyorsunuz.

Yıkanırken,  giyinirken, tek başlarına olduklarını düşünürken,  insanların çıplak bedenlerini, ... seks yapan çiftleri, onların en mahrem alanlarına girerek, en özel anlarını kameralarla kaydettikleri fikri nasıl da korkunç.

Bu hotel sahibinin tek amacı, sadece bu çekimleri kendi şahsi, sapık fikirleri için mi kullanmaktı ya da bunun ötesinde elde ettiği videoları pornografik sitelere satmak mı bunu sanırım araştıracaklardır.

Kişilerin sonsuz fantazilerinin, kimi sapık eğilimlerinin, kötü amaçlarının  rahatça kurbanları olabileceğimiz bir dönemde yaşıyoruz.

Her an ellerde taşınan telefonlarla sizi her an görüntüleyebilecek insanların varlığının dışında  çıktığımız bir tatilde, bulunduğumuz oteldeki odanın gizli köşelerine kamerlar yerleştirilmiş olabilceği fikri bugüne kadar hiç aklımıza gelmemişti herhalde.

Bugüne dek otelin rahatlığını, temizliğini, ortamın sizin aradığınız şartlara uygun olup olmadığını düşünürdünüz değil mi?

Demek artık insanların beklenmedik başka durumlardan da çekinmeleri gerekiyormuş.

Böyle bir olay tahmin ederim büyük ve isim yapmış bir otelde kolay kolay başınıza gelmeyecektir ama küçük bir boutique hotel'de ağırlanan misafirlerin, jakuzzi ve çarşafların hijiyeniyle ilgili soruların yanında, başka teferruatların da olabildiğini anlamış olduk.

Artık, insanların fantazilerinin sınırları sonsuz gibi.