Zamansız gidenlerin ardından...
Facebook'ta iki okul sayfasını takip ederim. Biri Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulu, diğeri ise Saint-Benoit Lisesi'nin Mezunlar sayfasıdır.
İlkokul Sayfamız gayet düzgün bir şekilde yönetiliyor. Bu grup sayesinde, bir çok bildiğim bilmediğim, tanıdığım tanımadığım, çocukluğumdan yaşlılığa hiç tahmin etmediğim insanların bu okuldan mezun olduklarını keşfettim. Birbirlerini bulmuş insanların paylaşımlarını. zaman zaman sohbetlerini okumaksa her zaman ilginç olabiliyor. Bazılarının seneler sonra bir cafe'de buluşmalarından resimler ve geçmişe ait bir sürü fooğraf ve anılar bu tip sayfaların ana amaçlarından birini teşkil ediyor. Okulda öğretmenlik yapmış kişilere ait resimlerse insanı sanki kısa bir tarihe doğru bir çeşit gezintiye çıkarmaya benziyor. Aradan geçen uzun yıllarda çoğu yaşamayan insanların, eski Türkiye'yi yansıtan görüntüleri bunlar. O dönemler okulda eğitim veren kişileri bugünle mukayese edebilmek şansını da veriyor kimi anıları paylaşmak. Kimisi yerebiliyor geride bıraktıklarımızı, bazılarıysa daha mülayim bakıyor, geçmişteki eğitmenlere ve sisteme. Ve arada bazen, geçen gecelerden birinde olduğu gibi bu konuda ateşli tartışmalar bile yaşanabiliyor. Ve okulun çocukluğuma ait haliyle bugününü gösteren resimler, kafamdan neredeyse tamamen silinmeye yüz tutmuş hatıraları canlandırıyor. Çoğu değişen şeylerin bugünkü halleri, sizinle en ufak bir ilgisi kalmayanları size tekrardan tanıtır gibi oluyor bir an.
Bir de Saint-Benoit Derneğinin sayfası var. Bu dernek sayfasıysa bence tam olarak olması gerektiği gibi değil. Sayfa, bu okulu bitirenlerin anılarını pek tazelemiyor. Bu grupta bizleri, okul zamanlarımızı canlandıracak çok daha fazla resim paylaşılabilirdi. Bunun yerine, Saint Benoit Derneğinin facebook sayfasını tam bir "ölüm ilanları" panosuna döndürmüşler.
Sayfada gün yok ki bir ölüm ilanı çıkmasın. Bu okulda, öğretmenlik yapmış ya da öğrenim görmüş insanların vefaatlerinin duyurulmasi tabi ki doğaldır. Zaten insanlar bunu bilmek isterler. Ancak ilanlar bununla bitmiyor ki. Okuldan mezun olanların anne babalarının vefaatlerini de bildiriyorlar. Bu da sayfayı kanımca amacının dışına çıkarıyor. Bunun yerine özellikle okulun geçmişine ait çok daha fazla hikayeler ve resimler paylaşmaları daha enteresan olmazmıydı?
Geçtiğimiz günlerde, okulumuzda Tarih Öğretmenliği yapmış olan Üstün Gürtuna'nın annesinin vefaat haberini koymuşlardı bu kez. Birisi ilk anda vefaat edenin öğretmenin kendisi olduğunu zannederek. Aman çok üzüldüm, çok sevdiğim bir öğretmendi falan diye yazmaya kalkmıştı. Çünkü kimse öğretmenlerin ya da mezunların sülalesinin başına neler geldiği haberlerini beklemiyor pek. Ama bu da bir düşünce şekli.
Ama yine de arada girip sayfaya bir göz atarım. Ne yazık ki Korona zamanlarından toplanamadıkları Pilav Günleri ve diğer etkinlikler de gerçekleşmedikleri için onlar da yok sayfada. Yapacak bir şey yok ancak geçmişten de böyle günlere ait resimlere çok az rastladım..
Derken geçen gün girdiğimde sayfada yine bir ilan duruyordu. Okuduğum satırlarda yine erken bir ölüm karşısındaki üzüntüsünü dile getiriyordu okulda eğitmen olan, grupta da aktif bir dernek üyesi olan Doğan Kospançalı. Yazının devamında vefaat edenin kim olduğunu görünce inanamadım. "Nasıl olur o daha genç!!"... dedim gayet yüksek bir sesle.. Hayretlerdeydim. Çocuk yüzü aklımdan gitmeyen bu insanın annesiyle Face'te kimi yazışmalarımız olmuştur her zaman.
Hatta daha ne zaman paylaşmıştı Becky torunun resmini? Babasını (Henry'yi ) hatırladığım yaşlarda şimdi oğlunun resmi vardı karşımda. Sanki oydu yeniden... onun birebir bir kopyasıydı bu ufaklık...
Bazen insana zaman durmuş gibi gelir. Uzun yıllardır hiç görmediğiniz insanları anılarınızda bildiğiniz gibi sakladığınız olur mu sizin bilmem. Ben büyümüşüm de onlar hep aynı kalmışlar gibi...O çocuk sanki adada bıraktığım gibiydi düne kadar. Ta ki birisi o öldü dediğinde zihnimde, çocukluğumdan bir hayal de uçup gitmiş gibiydi sanki.
Senelerce bir insanla bir daha rastlaşmamış olmakla ilgili bir durumdur bu da herhalde...
Karakuş'ta oturduğumuz evi anlatmıştım. İşte Henri Çiprut'u ( Z"L ) taa o zamanlardan anımsıyorum,
Benim 14 yaşlarımda olduğum seneydi. O dapdaracık, merdivenli yokuşun sonunda, teyzemin evinin hemen yanında otururlardı. Küçük bir evdi. Kapının önünde bir taşlık vardı, hemen yokuşun üstündeki merdivenlerde. Oradaki masada bazen kahvaltı ettiklerini görürdüm. Yokuştan aşağıya koşturduklarında bizden geçerlerdi. Çok kibar, iyi insanlardı, anne babaları. Henrinin annesi esmer, güler yüzlü, yardımsever bir kadındı. Onlardan en çok anımsadığım, teyzemin o yaz kendini iyi hissetmediği bir iki gecede, Henry'nin annesi Becky'nin onun yardımına koşuşuydu. Gecenin bir yarısı onu rahatlatmak için elinden geleni yapmıştı.
Henrinin bir de kardeşi vardı. Ama küçük olanı ben daha az hatırlasam da, Henri'yi hiç unutmadım. Oğlu nasıl onun kopyasıysa Henri de annesinin küçük bir kopyasıydı. Simsiyah saçlarıyla birlikte esmer yüzünde zeytin gibi gözleri, minicik hatları vardı. Minyon bir çocuktu diye anımsıyorum. Belki bu yüzdenmidir, benden çok daha küçükmüş gibi düşünmüştüm hep onu...
Belki de yine, çocukluğumuzda bulunduğumuz, yaşadığımız yerleri hep kocaman hatırlamamız gibi bir yanılgıdır bu da. Bizden sadece bir kaç yaş küçük insanları bizden yirmi yaş genç gibi anımsamak. Çocuklukta en çok düşülen yanılgılar, yer, boyut ve yaşla ilgili olanlar sanırım.
Sonuçta benden 4 yaş küçükmüş. Ve ben onun Saint-Benoit'da okuduğunu bile bilmiyordum. Herhalde o koca binaların bir tanesinin koridorlarında diğerlerinin arasında kaybolmuş gibiydi.... gözlerimden..
Daha dünkü çocuk bugün hayata nasıl veda eder gibi hissettim. Geçmişe ait bir sima, bir hatıra. İstanbul'dan, yaşamdan, çocukluğumdan zamansız ayrıldı, bir yerlerde bu dünyadan.
Dilerim kısa denecek ömrüne yüreğinin istediği kadarını sığdırabilmiştir. Dilerim bugün ışıklarda uyuyordur o genç adam.