11 Aralık 2021 Cumartesi

Zamansız gidenlerin ardından...

Facebook'ta iki okul sayfasını takip ederim.  Biri Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulu, diğeri ise Saint-Benoit Lisesi'nin Mezunlar sayfasıdır.

İlkokul Sayfamız gayet düzgün bir şekilde yönetiliyor. Bu grup sayesinde, bir çok bildiğim bilmediğim, tanıdığım tanımadığım, çocukluğumdan yaşlılığa hiç tahmin etmediğim insanların bu okuldan mezun olduklarını keşfettim. Birbirlerini bulmuş insanların paylaşımlarını. zaman zaman sohbetlerini okumaksa her zaman ilginç olabiliyor. Bazılarının seneler sonra bir cafe'de buluşmalarından resimler ve geçmişe ait bir sürü fooğraf ve anılar bu tip sayfaların ana amaçlarından birini teşkil ediyor. Okulda öğretmenlik yapmış kişilere ait resimlerse  insanı sanki kısa bir tarihe doğru bir çeşit gezintiye çıkarmaya benziyor. Aradan geçen uzun yıllarda çoğu yaşamayan insanların, eski Türkiye'yi yansıtan görüntüleri bunlar.  O dönemler okulda eğitim veren kişileri bugünle mukayese edebilmek şansını da veriyor kimi anıları paylaşmak. Kimisi yerebiliyor geride bıraktıklarımızı, bazılarıysa daha mülayim bakıyor, geçmişteki eğitmenlere ve sisteme. Ve arada bazen, geçen gecelerden birinde olduğu gibi bu konuda ateşli tartışmalar bile yaşanabiliyor. Ve okulun çocukluğuma ait haliyle bugününü gösteren resimler, kafamdan neredeyse tamamen silinmeye yüz tutmuş hatıraları canlandırıyor. Çoğu değişen şeylerin bugünkü halleri, sizinle en ufak bir ilgisi kalmayanları size tekrardan tanıtır gibi oluyor bir an.

Bir de Saint-Benoit Derneğinin sayfası var. Bu dernek sayfasıysa bence tam olarak olması gerektiği gibi değil. Sayfa, bu okulu bitirenlerin anılarını pek tazelemiyor. Bu grupta bizleri, okul zamanlarımızı canlandıracak çok daha fazla resim paylaşılabilirdi. Bunun yerine, Saint Benoit Derneğinin facebook sayfasını tam bir "ölüm ilanları" panosuna döndürmüşler.

Sayfada gün yok ki bir ölüm ilanı çıkmasın. Bu okulda, öğretmenlik yapmış ya da  öğrenim görmüş insanların vefaatlerinin duyurulmasi tabi ki doğaldır. Zaten insanlar bunu bilmek isterler. Ancak ilanlar bununla bitmiyor ki. Okuldan mezun olanların anne babalarının vefaatlerini de bildiriyorlar. Bu da sayfayı kanımca amacının dışına çıkarıyor.  Bunun yerine özellikle okulun geçmişine ait çok daha fazla hikayeler ve resimler paylaşmaları daha enteresan olmazmıydı?

Geçtiğimiz günlerde, okulumuzda Tarih Öğretmenliği yapmış olan Üstün Gürtuna'nın annesinin vefaat haberini koymuşlardı bu kez. Birisi ilk anda vefaat edenin öğretmenin kendisi olduğunu zannederek. Aman çok üzüldüm, çok sevdiğim bir öğretmendi falan diye yazmaya kalkmıştı. Çünkü kimse öğretmenlerin ya da mezunların sülalesinin başına neler geldiği haberlerini beklemiyor pek. Ama bu da bir düşünce şekli.

Ama yine de arada girip sayfaya bir göz atarım.  Ne yazık ki Korona zamanlarından toplanamadıkları Pilav Günleri ve diğer etkinlikler de gerçekleşmedikleri için onlar da yok sayfada.  Yapacak bir şey yok ancak geçmişten de böyle günlere ait resimlere çok az rastladım..

Derken geçen gün girdiğimde sayfada yine bir ilan duruyordu. Okuduğum satırlarda yine erken bir ölüm karşısındaki üzüntüsünü dile getiriyordu okulda eğitmen olan, grupta da aktif bir dernek üyesi olan Doğan Kospançalı. Yazının devamında vefaat edenin kim olduğunu görünce inanamadım.  "Nasıl olur o daha genç!!"... dedim gayet yüksek bir sesle.. Hayretlerdeydim. Çocuk yüzü aklımdan gitmeyen bu insanın annesiyle Face'te  kimi yazışmalarımız olmuştur her zaman.

Hatta daha ne zaman paylaşmıştı Becky torunun resmini?  Babasını  (Henry'yi ) hatırladığım yaşlarda şimdi oğlunun resmi vardı karşımda. Sanki oydu yeniden... onun birebir bir kopyasıydı bu ufaklık...

Bazen insana zaman durmuş gibi gelir. Uzun yıllardır hiç görmediğiniz insanları anılarınızda bildiğiniz gibi sakladığınız olur mu sizin  bilmem. Ben büyümüşüm de onlar hep aynı kalmışlar gibi...O çocuk sanki adada bıraktığım gibiydi düne kadar. Ta ki birisi o öldü dediğinde zihnimde, çocukluğumdan bir hayal de uçup gitmiş gibiydi sanki.

Senelerce bir insanla bir daha rastlaşmamış olmakla ilgili bir durumdur bu da herhalde...

Karakuş'ta oturduğumuz evi anlatmıştım. İşte Henri Çiprut'u ( Z"L ) taa o zamanlardan anımsıyorum,

Benim 14 yaşlarımda olduğum seneydi. O dapdaracık, merdivenli yokuşun sonunda, teyzemin evinin hemen yanında otururlardı. Küçük bir evdi. Kapının önünde bir taşlık vardı, hemen yokuşun üstündeki merdivenlerde. Oradaki masada bazen kahvaltı ettiklerini görürdüm. Yokuştan aşağıya koşturduklarında bizden geçerlerdi.  Çok kibar, iyi insanlardı, anne babaları.  Henrinin annesi esmer, güler yüzlü, yardımsever bir kadındı.  Onlardan en çok anımsadığım, teyzemin o yaz kendini iyi hissetmediği bir iki gecede, Henry'nin annesi Becky'nin onun yardımına koşuşuydu. Gecenin bir yarısı onu rahatlatmak için elinden geleni yapmıştı.

Henrinin bir de kardeşi vardı. Ama küçük olanı ben daha az hatırlasam da, Henri'yi hiç unutmadım. Oğlu nasıl onun kopyasıysa Henri de annesinin küçük bir kopyasıydı. Simsiyah saçlarıyla birlikte esmer yüzünde zeytin gibi gözleri,  minicik hatları vardı.  Minyon bir çocuktu diye anımsıyorum. Belki bu yüzdenmidir, benden çok daha küçükmüş gibi düşünmüştüm hep onu...

Belki de yine, çocukluğumuzda bulunduğumuz, yaşadığımız yerleri hep kocaman hatırlamamız gibi bir yanılgıdır bu da. Bizden sadece bir kaç yaş küçük insanları bizden yirmi yaş genç gibi anımsamak. Çocuklukta en çok düşülen yanılgılar, yer, boyut ve yaşla ilgili olanlar sanırım.

Sonuçta benden 4 yaş küçükmüş. Ve ben onun Saint-Benoit'da okuduğunu bile bilmiyordum. Herhalde o koca binaların bir tanesinin koridorlarında diğerlerinin arasında kaybolmuş gibiydi.... gözlerimden..

Daha dünkü çocuk  bugün hayata nasıl veda eder gibi hissettim. Geçmişe ait bir sima, bir hatıra. İstanbul'dan, yaşamdan, çocukluğumdan zamansız ayrıldı, bir yerlerde bu dünyadan.

Dilerim kısa denecek ömrüne yüreğinin istediği kadarını sığdırabilmiştir. Dilerim bugün ışıklarda uyuyordur o genç adam.



10 Aralık 2021 Cuma

Balkonumdaki minik mucize

Balkonumdaki saksılara bakarak, ben bir hayat dersi çıkardım geçtiğimiz günlerde. Geranium çiçeklerimden bir tanesinin unutulmuşluktan tamamen kurumaya terk edildiğini farketmiştim.  Anneme anlattım, hayatı terk etmek üzere olan bir çiçeğin ömrünü nasıl uzattığımı.  Kenardaki saksılardan birinde, çiçekten geriye kalan bir iki sap sadece kurumamış tamamen hayattan kopmuş gibiydiler. Dokunduğum zaman sap artık bükülüyordu. Adeta içi boşalmış gibiydi. İlk anda, sapı kökünden çekip çıkarmayı düşündüm. Ümit kalmamış gibiydi. Yapacak bir şey yok artık bu çiçek için derken birden kendi kendime bırak olduğu yerde zavallıyı.. Bir dene, ona şans versen ne olur?  diye düşünüp, sapları olduğu şekilde yerlerinde bıraktım. Ve ardından ona her gün su atmaya başladım. Her akşam diğer çiçeklerle birlikte kupkuru kalan o saplara bol bol su verdim.
Böyle durumlarda, mucize hemen gerçekleşmiyor tabi. Sabır göstermek lazım. Sabır ve sebat. Bir gün , iki gün..geçen haftalarla baktım, o sapsarı sapların üzerinde küçücük, yemyeşil yapraklar belirdiler sonunda. Bir süre sonra da aynı saplar tomurcuklandı..ve kıpkırmızı çiçekler çıkmaya başladılar. Tabi vardığım sonuç belli. Hayatta hiç ümit etmediğimiz bir  durumda bile bizi şaşırtacak mucizelerin gerçekleşmesi mümkün. Fakat bunun olması için yine de önce kendimize bir şans tanımamız önemlidir. Bu şans bedava, havadan gelen bir şey değildir. Sonuçta gerekli olan yine de göstermemiz gereken çabadır. Ümidimizi hiç bir zaman kaybetmemiz gerektiğinde hatırlamamız gereken şeylerden biri, bu ve buna benzer durumlardır. 

Yoktan var edebilmek sadece göstereceğimiz gayrete bağlıdır. İşimizde, evimizde, çocuklarımızla ve  hayatımızla.... mucizelere inanmayı kesmemek önemlidir





 

 

9 Aralık 2021 Perşembe

Gal'in ve onun gölgesindeki dünyamıza ufacık bir bakış daha!!

Geçen gün Danielle bana çalıştığı yerde, bir kızın yanına gelerek onun Gal'in kardeşi olup olmadığını sorduğunu anlattı. Çalıştığı kursta matematik öğrenmeye gelen bu genç bayan, Gal'le yaşıt bir kız. Gal'in ilk yuva döneminde, onunla birlikte olmuş!!  Danielle ise Gal'e bu kadar benzetildiğine çok şaşırmış.

Bu genç bayanın isminin Agam ( ibranice'de göl demek ) olduğunu duyduğumda bir şeyler anımsar gibi oldum.

Gal'in yuvadaki ilk deneyimiydi o sene. Üç yaşında başlamıştı bu yuva'ya. Ve aynı dönemden aklımda kalan iki isim vardı tam. Biri Agam diğeriyse Şeli. Bu iki çocuk Gal'in hep yanında otururlardı. Adeta onun iki küçük meleğiydiler onlar. İkisi de sarı saçlı, güzel ve en önemlisi çok iyi çocuklardı.

Danielle'e. Gal'i hiç unutmadığını ve onu o zaman çok sevdiğini hatırladığını söylemiş. Ertesi gün Danielle tesadüfen kızın annesiyle karşılaştığında, Agam annesine,"Anne Danielle'e iyi bak, onda kimi görüyorsun ?" diye sormuş.  Tabi annesi bu kadarını hatırlayamamış. Ancak adını söylediğinde yanlız Gal'i değil beni ve eşimi de anımsamış. Benim yuvaya ne kadar sık gelip gittiğimi ve ne kadar nazik bir insan olduğumu anımsamış (!!). Ne tuhaf... Özel çocuğunuz olduğunda, sizi ve çocuğunuzu insanlar daha çok tanıyorlar. Ve unutmuyorlar.

Gal'in bugüne kadar sahip olduğu tüm öğretmenler arasından (  ki bunların büyük çoğunluğu özel eğitim için yetişmiş öğretmenlerdi)  o sene Gal'i tam bir anne şefkatiyle kucaklayan ilk yuva öğretmenini hiç unutmadım. O insana olan minettarlığım bugüne dek kalbimdedir.

Kitaplara, filmlere konu olmaya yakışacak gerçek insanlar vardır hayatta. Özel insanlar. O yıl o insanla bunu yaşamıştım ben. Belki de bu yüzden Agam ve eminim diğer küçük kız, Şeli de Gal'i bugüne dek anımsıyordur.

Yuvadaki tüm normatif çocukların, Gal'i problemsiz kabul etmelerini sağlamıştı bu kadın. Gal'e öğretebildiklerinin yanında, Gal sayesinde diğer çocuklara da, eğitimin ötesinde çok fazla şey vermişti. Benim oğlum, bulunduğu o ortamda, öğretmenine diğerlerinin, farklıyı kabul etmeyi öğretebilmesinin bir yolu olmuştu. Ona kötü davranmak şöyle dursun, her düşüşünde ona el vermek, her ihtiyacı olduğunda ona yardım etmek için koşuşuturan bir grup çocuğa, iyilik yapmanın ödülü olmuştu bu güzel insan. Tecrübesi, sevecenliği ve üstün zekasıyla örnek bir yuva öğretmeniydi Ela!! Ve toplumu iyi yolda etkilemenin, iyi bir liderden geçtiğinin de bir kanıtıydı bu kadın.

Ben çocukken Büyükada'da tanıdığım kimi diğerlerinden farklı olan insanlar vardı.  Diğerleriyle aynı olmayan, özel oldukları belli olanlar. Ancak, o zamanlar bu insanların diğerlerinden farklarının ne olduğunu bilmiyordum.  Sadece,  kocaman oldukları halde hala anne babalarının yanındaydılar.

Yetişkin yaşa geldiği halde üç tekerleği olan kocaman bir bisikletle gördüğüm bir tanesi ve denize giderken yolda sürekli annesiyle ispanyolca bağıra çağıra konuşan bir başkası vardı. Göze çarpan kişilerdi bunlar. Tanıdığım çevreyi çok çabuk unutan, simaları zor hatırlayan biri olan ben bile bugünlere dek onları hatırlıyorum.

Gal'i tanıyan herkes onu sever. Küçücük bir çocuk olduğu zamanlardan, komşularımız, tanıdıklarımız hatta gittiğimiz süpermarkette kasada oturan kadın bile ona hep ilgi gösterir. "Bugün nasılsın Gal?"

Bana onun çok kibar, çok efendi olduğunu söyler tüm komşularım. Bazen günde bin kez girip çıktığı kapıda,  bazen asansörde, kimi merdivenlerde rastladığı insanlar arada bana ondan bahsederler birden. Oğlunu gördüm bugün. Ne tatlı çocuk!!

Ne kadar utangaç olsa da bir o kadar da gevezeliği tutar birden. Özel gelişmeleri ondan duyabilir herkes. Araba bozulmuşsa, evde tamirat varsa!! Geçen aylarda, birden her rastladığım komşu bana evdeki tamirat nasıl gidiyor diye sorar olmuştu? 16 katlı binanın 15. katındaki komşu evde mutfağın değiştirildiğini biliyordu. Bir sabah, Gal'e, "Herkes bizim evde olanları nereden biliyor? " diye sorduğumda, Gal'in cevabı gerçekten komikti. "Ya evet, ilginç nereden biliyorlar acaba??" Senden olabilir mi Gal? ... Olabilir!!!

İnsanların ona yaklaşım tarzı da çoğu kez küçük bir çocuğa yaklaşmak gibidir. Gal'in her daim saflığı bazılarını da yanıltabilir.  Bazı şeyleri  pek anlamadığını zannedebilirler. O da en büyük yanlıştır. Gal diğerlerinin zanettiklerinden çok daha uyanıktır aslında ancak düşündüklerini ve hissettiklerini ifade etmeyi bilmiyor fazla. Ancak birden bire hiç düşünmediğiniz bir yerden öyle sözler, öyle şeyler çıkar ki ağzından, bir çok normatif insanın kavramakta zorlanabilecekleri gerçekler bir anda dökülüverir onun ağzından. Bugünlere dek, bizi bile şaşırtabiliyor zaman zaman.

Geçen aylarda doğum günü olduğu zaman kızımın iki çocuğu olan bir arkadaşından, Danielle bir doğum günü hediyesi getirdi ona. Küçücük bir paketti bu.  Arkadaşının 9 yaşındaki oğlunun satın aldığı bir hediyeydi bu. Bu çok nazik bir hareketti. Ancak paketi açtığımızda ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi pek bilemedim. Gal'in arabalara olan ilgisinden dolayı düşünüp ona iki minicik oyuncak araba almışlar.  Üç yaşlarında çocuklar için satılan oyuncağı Gal için getirmişlerdi. Gal, her ne kadar, sürekli arabalardan bahsediyorsa, her ne kadar odasındaki ekranda arabalı oyunlar oynamaya devam ediyorsa da, bu iki küçük araba ona göre değildi. Bu bir taraftan ona küçük bir çocuğun içten bir hediyesi olsa da,  annesinin  iki küçük otomobilin 17 yaşındaki bir delikanlı için çok çocuksu bir oyuncak olduğunu farketmesini beklemiştim.

Bu bir an için bana insanların Gal'i nasıl gözlerle gördüklerinin bir göstergesiydi. Galse bunu görmezden geldi. 

Çocukken, Gal kitap sever mi diye sorduklarında gülerek....Tabi ki sever derdim. Sabahın beşinden kitaplar elindedir. Kütüphaneden aldığı kitaplardan rampa yapmayı çok sever! 

Kitaplar onun kafasındaki işlev için çok  uygundular. Odasının bir köşesindeki sepetin içinde, polis arabaları,  itfayiye, ambulans ve minicik birer BMW, Mercedes ve bir diğerleri dururdu. Kitapların üzerinde gezdirir dururdu onları.

Aslında her gece ona kitap okuyordum ben. Bunu da seviyordu. Ancak o hep aynı hikayeleri, aynı kitapları duymak istiyordu yine. Diğer meşgul olduğu konular gibi, bunlar da hep aynıydı. Onu rahatlatan şey buydu. Bir monotoniydi aradığı. Onu keyiflendiren, sakinleştiren şey, bildiği hikayeleri baştan sona bir kez ve bir kez daha dinlemekti... Gözleri kapanana dek.

Bugün artık yeterince büyüdü.  Gal aslında gayet akıllı ve herşeyin farkında olan bir çocuk. Ancak beyninin içinde hep aynı noktada, aynı yerde tekleyen şeyleri değiştirebilmesi mümkün değil. Topal birinden topallamamasını beklemek gibi bir şey bu, onun kimi konulardan artık konuşmamasını beklemek, kimi hareketleri yapmamasını istemek.

Topal bir insanın topal olduğunu bilmesi onun topallamaktan vazgeçebilmesi demek değilse aynı şekilde, Gal'in de kendisi hakkında bildiği farklılıkları düzeltmesini beklemekte mümkün değil.

Her insanın onu algılayış şekli de farklı olabiliyor. Bazılarının onun saflığını zekasiyle ilgili bir problem olarak algılaması da mümkün. Kimilerinin ona gülebilmesi de bu hayatın bir parçası. Önemli olan, Gal'in  kimi otistik yönlerinin insanlardan daha az yaralanmasına yardımcı olduğu gerçeğini bilerek çok fazla içerlenmemeyi  öğrenmek sanırım. Ona hediye edilen o iki küçük araba da sonuçta iyi niyettendi Küçücük bir jestti. Seçim yanlış olmuşsa da Gal bundan incinmediğine göre, benim onunla olan hayatımın bu yönleriyle de daha barışık olmayı öğrenmem gerek.

Bu sabah uzun zamandan beri ilk kez servise yanlız bindi tekrardan. Geçtiğimiz aylarda bir an yaşadığı bir korku yüzünden yeniden ona eşlik etmeye başladım ben. Onun da korkularını yavaş yavaş aşmayı öğreneceğini söylüyorum hep ve durmadan.

Önemli olan da sanırım, birilerinin ona nasıl baktığı üzerinde çok fazla enerjimi tüketmeden, sadece ona yardım edebilmenin yollarını aramak...




 

8 Aralık 2021 Çarşamba

Ahiret için yaşayanlar

Geçen hafta bir yazımda, Israel'de,  özellikle Yeruşalayim'de yeniden artış gösteren terör saldırılarıyla birlikte yazdığım bir yazıda, Filistinli gençlerin ideallerini anlatmaya. yorumlamaya çalıştım bir şekilde. Bu gençlerin hayallerinde yaşattıkları bir gelecek dünyayı, buradaki hayatın ötesinde onları nelerin beklediği fikirlerinden bahsettim biraz.

Her insanın hayallerinden çıktım bir kez yola!! Bir kültürden diğerine değişen hayallerin Arap gençlerin dünyalarında nasıl bir şekil aldıklarını gözlemlediğimi anlatarak...

Müslüman dininin öğretilerinin yeteri derecede şekillendirdiği kimi ideallerin Ortadoğu'daki gençlerin zihinlerini nasıl çeldiğini çok basit bir dille, çok genel olarak, bir gözlem şeklinde, hayat içinden bir örnekleyiş olarak bir kaç satıra sığdırdım. Ne bir sosyolog ne bir eğitmen olarak konuşmuyorum ben mutlaka. Müslüman ülkede büyümüş ve Ortadoğunun en problematik sorununun içinde 25 senedir yaşayan ve bir çok olayın içindeki gelişmeleri yakından takip eden biri olarak konuşuyorum.  Ayrıca kimi okuduklarımdan, izlediklerim ya da dinlediklerimden ve yaşadığım olaylardan, tanıştığım bazı (Müslüman-Arap) insanlardan duyduklarımdan yola çıkarak vardığım sonuçlar bunlar.

Sonuçta, yeniden idealleri peşinde bir sürü eylem içine giren 16 yaşlarındaki gençler var buralarda.. Kendi başlarına buyruk, bir polis memurunu, görev başındaki genç bir askeri ya da masum bir insanı bir kaç bıçak darbesiyle yaralamak pahasına ölümü seçiyorlar bu insanlar.

Son olayda,  bu kez bir sınır polisini ağır yaraladı yine 16 yaşındaki bir Filistinli. Babasından aldığı arabayı, sınırdaki nöbet noktasında bekleyen askerlerin üzerine sürdü. Askerlerden birini yaralarken diğeri Filistinliyi vurarak durdurmayı başardı. Yine, çocuk yaştaki bir genç "şahid " ( şehit ) oldu.

Geçen gün yazdığım yazıda, Türkçeyi unuttuğum anlardan birine denk gelerek çok komik bir hata yaptığımı farkettim. Gelecek dünyada Filistinli gençlerin "Havari"' lerine kavuşmayı hayal ettiklerini yazmışım.

Müslümanlıkta, sevap kazanan erkeği ahirette ( gelecek dünya'da )  bekleyen "70 bakireden" söz ediyordum ben. Yani  "Huri" ' lerden. Huriler nasılsa bir anda havari olarak çıkmış klavyemden. Oysa Havari, Hıristiyanlıkta, Yeşhu'nun 12 talebesiydi.. Onun öğretisini ilk dinleyenler, ilk kabul eden ve anlatan onun ilk takipçileriydiler. Hıristiyanlığın ilk önderleriydiler. Öbür tarafta onlarla buluşan birileri var mıdır bilmem. Hurilerle Havarileri karıştırmak,  Sefaradlardaki bir deyimi anımsattı yine bana.. "Yumurtalarla, kabakları birbirine karıştırmaya " benzemiş. Birbirlerinden çok ayrı iki şey.

Kısacası, Müslümanlıkta hep ahiret konuşulur.

Müslümanlar hiç durmadan ölümden sonrasını hocalara sorarlar. "Hocam, şöyle yaparsak ne olur? Böyle yaparsak cenette gidermiyiz?  Sanki adam öbür tarafa bir kaç kez gidip gelmiş gibi ciddi ciddi cevap verir. Ve müminler onu can kulak dinlerler.  Ölümden sonra kimin ne halt yiyeceğinin profesörü kesilenleri dinleyenler, bu hayatta kendilerine bir yol tayin ederler. Böylece Müslümanlar bu dünya yerine hep öbürüyle uğraşırlar. Belki de bu dini seçen toplumların genellikle problemli oluşları da bundandır. Eğer siz bu hayat için yaşamıyorsanız, neden kendiniz ve toplum için daha iyi bir dünya yaratmaya çalışasınız? Eğer bu dünya değil de sonrası önemliyse o zaman buradaki herşey saçmalık ve önemsizdir.

Bir de Müslümanlık adına savaşıp ahirette huriler söz verildiğinde, kendilerine bu dünyada mundar olarak nitelenen kadınlar yerine, gelecek hayattaki hatunları hayal ederek yaşamaya başlar insanlar. Bu dünyada var olan her şey onlara yasakken gelecek dünyada bekledikleri mucize için savaşmaya hazır hale getirilirler. İmana gelen Müslümanlar kadınları bu  dünyada seveceklerine, onları sevmeyi gelecek dünyaya saklıyorlar. Bu yaşamda yaşayan kadın  sadece bir araç gibi; "Erkekleri doğuran bir makine". Onlara hizmet için yaratılmış esirler. Kadınların güzelliklerinden, onların kişiliklerinden zevk duymayı bilmeyen bir yabanı gibi varlıklarını sürdürmeye devam edenler gelecek hayatta bu hayatta yapmayı reddettikleri tüm normal şeylerin hayaliyle geçiriyorlar zamanlarını. Sahip olamadıkları şeylerin fantazileriyle tatmin oluyorlar, tek başlarına. İçemedikleri şarap dokunamadıkları kadınların hayalleriyle, genç Müslüman erkekler yeri geldiğinde katil olmak için eyleme geçiyorlar. Bu hayatta dişilerini mümkün olduğunca saklamaya çalışan bu toplum. Onlara burada herşey haram!!! Ve işte bu yüzden, kendilerine yaratılan bu itici düzenden kurtulmanın yolu, gelecek dünyayı hayal etmekten geçiyor. Kimse onlara gerçek hurilerin bu dünyada olduğuna ikna etmiyor. Ve imam  Müslümanlığa düşman olanları öldürdüklerinde gelecek dünyada onları nelerin beklediğini anlatıyor.

Dindar bir müslüman ne Hıristiyan ne de Yahudiyi kendine dost bilir. Çünkü kitabında ona telkin edilenler, bizim bildiğimiz yoldan farklıdır. Onlardan bizimle dost olabilenler bu kitabı biraz olsun bir kenara bırakabilmeyi başarabilenlerdir. Kuran ayetleri ve imamin öğretileri yerine gözlerini hayata çeviren, gerçek yaşamın söyletileriyle uğraşanlar, Kuran'dan başka kitaplara el sürenler, yaşamı farklı yönleriyle görmeyi becerenler, gerçek yaşama uyananlardır. Öyle insanlarla anlaşabilmek mümkündür. Sabahtan akşama, kendilerini tüm öğretilerden, başka dünyalardan uzak tutanlarla el sıkışmak mümkün değildir.

Günümüzde Erdoğan'ın da yaratmak istediği Türkiye bu değilmidir?  Bütün okulları kapatarak geriye sadece İslami öğretilerin verileceği İmam Hatip Okullarının kurulduğu Türkiye'de kendi istediği kıvamda bir toplum yaratmak için çalışmıyor mu son Padişah?  Bu toplum bu şekilde onu eleştirmekten vaz geçecek, yeri geldiğinde burada sahip olmadıklarına ahirette sahip olacakları hikayeleri onlara yetecek.

Filistinli gençlerin bir Allah gibi gördükleri dini liderlerinin yaşadıkları lüks yaşamı ahirette hayal etmeleri gibi. Kolay kıvamda bir toplum. Birilerinin ellerinde kukla olmuş insanlar, ve bu şekilde diğerlerine karşı savaşan Cihadistler. Ve en büyük düşmanlar, dış güçler.. Böylece, barış yerine savaş her daim ilaç gibidir bu tip idealist toplumlara!!!

7 Aralık 2021 Salı

Bir bayramı daha arkada bırakırken

 

Geçen gece yine dışarılarda. bizim şehrin merkezinde bir yerlerdeydik eşimle. Heryer ışıl ışıldı ve etraf insan kaynıyordu. Dükkanların vitrinlerine konulmuş Hanukkiya'lar, bayramın sekizinci ve son günü sayesinde tüm sekiz mumun beraber yandığı şekilde etrafa küçücük ışıklar yansıtıyorlardı. ..

O anlarda kendi kendime hatırlattım....geçen sene ilk kez duyduğum bir şeyi bu sene yeniden yapacağımı düşündüm. Son kez yakacağımız Hanukkiya'nın kollarının arasına,  yine bir kağıda bir dilek yazacağım, küçücük bir dua ile.. Gelecek seneye dek o kağıda elimi sürmeyeceğim. Hanukkah mucizelerinin bir parçası olacak bu defa benim kişisel mucizem. (Amen! ) 

Ağlama duvarına iliştirilen kağıtlar gibi olacak  :).   Her sene, Ağlama duvarında milyonlarca kağıt iliştirilir gelen ziyaretçiler tarafından.Çoğu Yahudi olanlar ya da böyle şeylere inanan birileri tarafından, bazen de laf olsun diyen dilenen dilekler durur bu iki bin yıllık duvarda.  Bir çoğu sağlık, ya aşk ya da maddi sorunlar için konulmuş küçücük kağıtlar duvarın her yanını sarmışlardır burada. Yerlere taşarlar çok kez....Senede bir,  sanırım Rosh Ha Shana'da bütün bu kağıtları bir dua eşliğinde yakarlar. Benim dileğimse seneye kadar Hanukkiya'nın kollarının arasına iliştirilmiş olarak kalacak. Geçen sene ilk kez yaptığım bu şey yürümedi, çünkü evde tadilat olduğunda kağıt bir şekilde güme gitti. Kayboldu...

Bizim şehrin Belediye binasının hemen önüne kurulmuş olan  kocaman Hanukkiya'nin yakılması için bekleyen bir kalabalık vardı. Devam eden müziğin eşliğinde ilerideki sahnede bembeyaz bir kuğuyu andıran kız son derece elastik olan bedenini  bin bir sekle sokarak degisik danslarla hareketler yaparken, daha ötede yiyecek satan stand'lerde kuyrukta duranlar doluydu..... ve büyük küçük bir sürü  çocuk etraftaydılar.. Hele ellerinde, içlerinde ampuller yanan rengarenk çemberleri çeviren ufaklıklar parkın ortasında geceyi aydınlatan bir hula hoop partisine gelmişizcesine çeşitliydiler...bu görüntü bana, elimden uçup giden çocukluğumu hatırlattılar yine. Şimdi koysam belime bir tanesini çevirsem ben de dedim. Nereden aldıklarını bilmiyorum ki halkaları.

Kısacası etrafta Hanukka'nın son gününde hala karnaval havası esiyordu. Bir başka tarafta vitrinlerde Noel ağaçları da konulmuştu. Yaklaşan Noel ve Yeni Yılı kaçırmak istemeyenler de var...

Derken karnımın acı ktığını farkediyorum yine.  Elinde birer küçük üçgen pizza'yla giden insanlar gördüm ya iyice midemin guruldadığını hissettirdi bu bana. Yan yana dizili, çoğu pizza'cılardan gelen kokular iştahımı kabartıyorlar. Hamburgerciler ve diğerleri de az değiller. Bir tarafta da McDonalds var. Geçenlerde çok uzun bir zamandan sonra ilk kez McDonalds'dan  hamburger aldım. Alışveriş merkezinde dolaşırken birden yanımdan kaybolan eşim ve oğlumu telefonla aradığımda, onları Hamburger ısmarlarken buldum. Gal sever tabi. Bütün gençler gibi. Otist çocuğu bile bu pis şeyleri yemeğe ikna etmek için çok uğraşmıyorsunuz. İlk kez ben de yedim. O yabani köftenin üzerine koydukları o güzel soslar ve turşusu olmasa bunun da bir şeye benzemeyeceğinden emindim.

Bu ara sabah saatleri hiç bir şey yemek istemiyor canım. Bütün iştahımı akşama saklar oldum. O zaman da yatana kadar iştahıma yenik düşmemek için bir savaş başlıyor. Bu iş yine kadınlar ve hormonlarıyla ilgili!!! Hayatımızı çeviren, bizi biz yapan, sağımızı solumuzu şaşırtabilen hormonların etkisi bambaşka.  

Eşime diyorum, en iyisi evde yiyelim, daha sağlıklı. Ama yine de aklıma falafel geliyor birden.  O da aslında en zararlılarından, ama yine de en lezzetlilerinden... Çünkü bir ekmek içinde bir çeşit lezzet cümbüşüdür falafel. Nohut ve kişniş otuyla karıştırılan köftelerin yanında, pita ekmeğinin içine konulan limon, salatalık ve lahana turşusu, tahin ve yine hıyar ve domates karışımından olan Arap salatasıyla ağzınızda güzel bir tat kombinasyonu yaratıyor bu 1000 kalorilik sandwich. Evet, 1 lokmada neredeyse bir günlük kalori ihtiyacınızı yemek demektir Falafel!!

Bu aralar insanların akılları sürekli yemekte sanki. Kızım ve arkadaşlarına bakıyorum, sosyal media'yı etkisine alan bir yemek çılgınlığı var. Bu çılgınlığa kendilerini kaptırmamaları biraz zor görünüyor.

Her an yepyeni yemek tarifleri en çekici şekillerde cep telefonlarının ekranlarında. İkide birde Danielle bana gösterir. Akıllara durgunluk veren bir şey bu. İnsanların yemeyi sevdiğini bilirdik ama şimdi her önüne gelen kendine yemek blogu açar oldu. En kolay yoldan para kazanma seçeneği gençleri cezbediyor sanırım. Çok çekici yemek tarifleri, iştah açan menüler hiç durmadan karşısınızda..Nasıl hazırladıklarını anlattıkları görüntülerden her an iştahınız yeniden kabarıyor.

Bazen arkadaşlarıyla odada oturduklarında, gençlerin gecenin geç saatlerinde Wolt Kuriye firmasından bir sürü saçmalık ısmarladıklarını gördüğümde hayretlere düşüyorum. Ben gençliğimde o saatlerde yermiydim hiç bilmiyorum. Korona zamanı iyice alışkanlığa dönüşen, eve yemek ısmarlamak bambaşka bir akıma dönüştü artık.

Neyse, bir bayramı daha arkamızda bıraktık. Yediklerimizle, içtiklerimiz ve gördüklerimizle. Keşke etraf biraz daha sakin olsaydı. Oysa bir gece Yeruşalayim'e gitmeyi ne kadar istemiştim. Orada biraz daha fazla hissedilen kış ortamını hissetmek, o şehrin kutsallığıyla daha bir anlamlaşan bayramla, eski şehrin duvarlarını aydınlatan ışık festivalini yerinde görmeyi istedim, Gecenin bir vakti aydınlanan kiliseleri ve Ağlama duvarını ve buraların kendine özgü büyüsünü solumayı düşledim bir an. Yine sessizlik bozulunca rüyalar gelecek yıla ertelendiler. Bir defa daha.. Ümitler kaybolmadıkça , yeni bir yılda .. 2022'de daha çok mucizeler için dua etmeye devam edeceğiz. Kendimiz için, sevdiklerimiz için, bizi hatırlayan belki kimi unutanlar için de hep güzel dileklerimizi göndereceğiz..




6 Aralık 2021 Pazartesi

Esmer olmak...yabancı olmak..apartheid olmak...ya da İsrael'de özgür olmak!!!!

Ben esmerim dediğimde her defasında annem bana, "Sen o kadar esmermisin? "diye karşı gelir! Sanki annem esmer olmak olgusunu bir hakaret gibi algılar. Anne, bana bir çok insan bu şekilde yorumlar yaptıklarına göre, senin gözlerinin ne gördüğü ya da senin beni nasıl algıladığının pek önemi yok.
O kadar esmermisin demekte gerçekten ilginç bir çıkış. Öncelikle, o kadar? derken.. Birincisi neye göre o kadar? Bir zenci için ben çok beyaz sayılabilirim ancak bir Hollandalı için bir o kadar esmerim.. Yaşadığım esmer toplumda bile beni herkes yeterince esmer bulurdu. Bu anlamda konuşmalarla karşılaşırdım. Bugüne dek bana Türkler arasından, "Kara kız" diyenler çıkar hep. Ama ben bunu sevgiyle alırım. Esmer ya da beyaz olmanın insanın güzel ya da çirkin olmasıyla bir ilgisi olmadığına göre, bundan alınmaya gerek var mı ?
Acaba esmer dünyaların insanları genelde her yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerinden mi insanlar beyaz olmayı tercih ediyor? Galiba biraz öyle!!!
Bir gün bir Hollandalı bana, "Türke benzemiyorsun dediğinde, adama heyecanla sormuştum.. "Neye benziyorum ? " diye. O da  "Araba benziyorsun!" demişti. Bende o an bir hayalkırıklığı sormayın. Adamın beni İsveçliye benzetmesini beklememiştim herhalde...
Peki, Araba benzemek niye sorundu? Arap kadını neye benziyordu acaba?
Bir de Avrupalı biri sizi Araba benzettiğinde bunun anlamı neydi?
Arap olmak neden kötüydü?
Ya Arap kadınları çirkinmiydiler? Yoksa dünyanın heryerinde, her renk ve her ırk içinde güzel ve çirkin insanlar varmıydı?
Ben, Arapları ne kadar tanıyordum?
Sanırım, çoğu Arap ülkelerindeki toplumlar fakir oldukları için Türkiye'ye gelen en yoğun Arap turistler Körfez Ülkelerinden, yani Suudi Arabistan, Kuweyt ve diğerlerindendiler.
Bu ülke kadınlarınınsa büyük çoğunluğu kara çarşafların arkalarında saklı insanlardı. Neye benzediklerini pek fazla bilmek mümkün değildi. 
Aslında onları kapatan peçelerinin arkalarında bazen o kadınların kapkara güzel gözlerini görürdünüz.  Evet o kara gözler de çok güzel olabilirler. Çünkü sadece mavi ya da yeşil gözler güzel değildir.  Gözlerin güzelliği bir çok hususa bağlıdır. Şekline, parlaklığına, renk tonuna ve herşeyden öte size baktıklarında içlerinde taşıdıkları derinliğe göre değişir bu....
Fakat kocalarının arkalarında gizlenmiş bu varlıkları ne kadar tanımak ne derece anlamak mümkündü?
Benim kafamdaki Arap Kadını, " genel anlamda " kapalılığı ve çoğu kez girdiği çarşafın altında kalan karanlık zihniyeti temsil ediyordu. Türkiye'ye  gelen Arap Turistlerin çoğu çok fanatik toplumların içlerinden gelen insanlardı. Bu yüzden bir Araba benzetilmek, o toplumun, o kültürün, o bağnazlığın içinden biri olmam demek gibiydi. Halbuki birisi bana, Latin tipin var dese alınmazdım eminim. Hatta büyük ihtimalle hoşuma giderdi. O an hayalimde canlanan ritmik Latin müziğinin eşliğinde simsiyah saçlarını özgürce salmış kıvrak kadınların dansları olurdu.. Beni en mutlu eden müziklerin başında gelen Latin Amerika danslarının,  renkli dünyalarına götüren o insanlardan biri olmak  kesin hoşuma giderdi.

Halbuki Arap kadınları biraz açıldıklarında, bambaşka insanlar  ortaya çıkıyor!! Önemli olan erkek egemenliği altında ezilenlerin bu boyunduruktan kurtulmalarıdır. İşte o zaman onların dış güzelliklerini de keşfediyorsunuz.

Arap kadınlarını Israel'de gördüğünüzde içlerinde ne kadar hoş görünenler olduğunu farkediyorsunuz. Yeter ki upuzun , kapkara kumaşların arkasına saklanmasınlar. Yeter ki bugün artık, diğerleri gibi nefes almalarına izin verilsin.

İlk kez bu ülkede  özgürce gezen Arap kadınının neye banzediğini gördüm. Her millette olduğu gibi aralarında daha az ya da daha hoş görünen insanlar var, Formlarını koruyan, bakımlı ve güzel giyinenler gayet çekiciler.

Özgür ve kendinden emin bir insanın birey olarak farkına varmanız da kolay. Araba kullanan,  çalışan ve kendini göstermekten çekinmeyen kadınlar.... Sözünü söyleyen, topluma önderlik edenler!! O zaman böyle kadınlara benzetilmekte bir sorun da olmaz bence....

Arap toplumlarında erkeklerin şovenizmi altında tüm hak ve özgürlükleri reddedilen bir dünya mevcut hala Ortadoğu'da.  Ama tüm bunlara rağmen, geçtiğimiz günlerde Apartheid kelimesini, bir konuda merak ettiğim bir şey için Google'da tıkladım. Ve ortaya çıkan veriler ilginçti. 

Google'da Apartheid kelimesinin yanında çıkan tek ülke ismi "ISRAEL"! 

Dünya'da ırkçlığın, eşitsizliğin ve insanlararası ayrımcılığın tek adresi Google'a göre ISRAEL.

Bütün dünya'da insanların tek Israel'de ırkçılık yüzünden zulüm çektikleri ortaya çıkıyor.

Yeniden, Afrikayı, Arap ülkelerini, Çin ya da Kore'yi, Hindistanı ve bir çok aklıma gelen ülkeleri saymayacağım... Kadınların ezildikleri ülkeleri, dini hiç bir özgürlüğün olmadığı Ortadoğuyu, kimliğinizi açıklamaktan bile korkacağınız ülkeleri saymayacağım. Homoseksüelleri damlardan atan Filistinlileri anlatmayacağım, gazetecileri asan İran ya da " herhangi bir başka " olarak yaşanamayan ülkeleri... yığınla ülkeyi!!!

Üzücü ki beni Israeli bu ülkelerle mukayese ettirmek zorunda bırakıyorlar.
Arapların kendilerinin bile en özgür yaşadıkları ülke Israel desem bana kim inanır ki? Arap Kadınlarının haklarını tüm Arap ülkelerinden çok daha fazla koruyan bölgedeki tek ülke ISRAELdesem... Apartheid.... diye nitelenen bu tek ülkedir desem!!!

Geçtiğimiz günlerde, Israel'in ikinci büyük şehri, Israel'in kültür merkezi, bu şehirdeki en büyük üniversite olan Tel Aviv Üniversitesi'nde okuyan Arap öğrenciler, müzikli bir panel düzenlemişler. Ve bu panelde,  ellerinde Filistin bayraklarıyla coşan insanlar görüntülenmiş. Filistinliler, burada bir üniversitenin salonlarından birinde kendi bayraklarını eelerinde taşıyarak dans etmek özgürlüğüne sahipler. 

Yeri geldiğinde kendi kültürlerini yaşatmanın ötesinde, Yahudi ülkesinin kendi ülkeleri olmadığını haykıranlar,  bu ülke yerinde Filistin olmasının şart olduğunu söylemekten çekinmeyenlerin sahip oldukları bu özgürlüğe karşılık google'da Apartheid sözünün yanında Israel adı çıkmaya devam ediyor.

HDP Başkanı Selahattin Demirtaş'ı senelerdir hapishanede çürümeye terk eden Türklerin adına bile rastlanmıyor google'da...İnsan özgürlüğünün hiç sayıldığı onlarca ülkenin isimlerini  hatırlatmayan bu dünya Israel demokrasisini baştan sona hiçe sayıyor.


( Aşağıda, Tel Aviv Üniversitesindeki, Filistinli Öğrencilerin etkinliğinden bir kesit...) 
 

5 Aralık 2021 Pazar

Son durum

Dün akşam bir kez daha, Yeruşalayim'de genç bir Ortodoks Yahudi yine bir Arap genç tarafından bıçaklandı.

Yeniden ekranlara yansıyan bilindik görüntüler vardı... Karşıdan karşıya hızla yürüyen terörist, kaldırıma vardıktan saniyeler içinde birden arkasındaki genç adama dönerek, elindeki bıçağı neresine gelirse saplamaya  başlıyor.... Eski Şehirdeki Şaar El Şhem Kapısı (  Şaar ibranice kapı demek ) son günlerde büyük güvenlik önlemleri içinde korunmaya çalışılıyor. Ama yine de kafasına esip, eline bıçak alan eyleme çıkıyor. Kafasına göre hareket edenleri durdurmak zor. Bunlar herhangi bir örgüte üye değiller. Güvenlik kuvvetlerinin takibi altındaki kişiler hiç değiller.

Genç Filistinli, birinin bedenine defalarca sokup çıkardığı bıçağı elinde bu defa ileride onu farkeden iki güvenlik görevlisine doğru koşarken sonunun ne olduğunu bilerek hareket ediyordu. Ölümü göze alan kişinin hiç bir şeyden korkusu olmaz. Bu kez onları hedef almak istiyor. Genç asker kız ise olay yerinde saldırganı vurarak öldürüyor.

Televizyon'da papyonlu, ceketli resmi yayınlanan saldırgan 22 yaşında idi. Genç çocuğa bakıyorum. Ne hissedeceğimi bilemiyorum. Kızgınlık, öfke...en çok kime? Ona ya da onu bu hale getirenlere? Hayat bakışını değiştiren çarpık bir topluma? Kültürel evrimi geliştirmeye yetişememiş beyinlere? İmama? Hocaya? Anne ve babasına? Politik yapılanmanın getirdiği sonuçlara? Bu çocuk, farklı bir ortamda yetişseydi acaba 22 yaşında huriler yerine insanlara yardım etmeye koşarmıydı?

Ílk zamanlar bu tip olaylara Avrupa büyük tepki veriyordu. Olay yerinde saldırganları imha eden Israel güvenlik güçleri suçlanıyordu. Bunun insanca olmadığını yazan gazete başlıkları vardı, BBC ya da France24 ya da farklı yayın sitelerinde. Sonra benzer saldırılar, Londra'da Paris'te yaşanmaya başladığında ve tepkileri ister istemez aynı olduğunda sustular.

Bugünler yine belirsiz. Bense sabah İbrahim'i gördüm yine erkenden. Masmavi gözlü bir Filistinli. Haftanın bir kaç günü rastlarım sabahtan bizim mahallede. Doğu Kudüs'ten gelir bizim buralara. Satacak ikinci el eşya arar. Eskiden Gazze'den de gelirlerdi. Arabayla. Dolaşıp sorup soruştururlar. Evde istemediğin ne varsa olur dedi bir gün. Bu şekilde çok ucuzi fiyatlardan aldıkları elektrikli aletleri, kimi mobilyaları kendi yerlerinde satıyorlar. İbrahim'in beş kızı varmış. Bir kaç ay önce telefon numarasını verdi bana. Evden kurtulmak istediğin bir eşyan olursa ara beni dedi. Sohbetçi bir adam. Kızların olduğu için şanslısın dedim. O herhalde pek öyle düşünmüyordu. Ortadoğu'da kız çocuk adamdan bile sayılmaz  Kız çocuklarını insandan saymayanlar bile vardır onlarda. Kaç çocuğun var dediğinizde sadece erkek sayısını verirler kimileri.  İbrahimse bu konuda bana hak verdi. Haklısın. Kız çocuk anne babasına her zaman daha bağlı kalır dedim ona. Onun için şanslısın!!

Şimdi İbrahim her gördüğünde bana selam verir oldu.

Bakalım diğerleriyle neler olacak. Hep bir huzursuzluktur bitmez ki!!

Arada İran'la Viyana'daki görüşmelerde bir yere varılamadığı söyleniyor. İran'ın niyetinin iyi olmadığını Israel'in her an tekrar etmesinin kimseyi ırgalamadığı açık. Batı kendi bildiği şekilde hareket etmeye devam edecek. Trump bir dört sene daha görevde kalsaydı, bu hususta Israel için çok daha iyi olabilirdi. Biden Hükümetiyse, kötünün daha kötüsüne bile hazır görünürken, İran Batı'nın diplomatik bir baskısıdan korkmuyor. Bu da Israel'i son olasılık üzerinde daha çok düşünmeye itiyor. Batı, Israel İran çatışmasının kendilerine neler getireceğini fazla umursar gibi görünmüyor.

Bir Hamas, bir hizbullah, bir İran ve derken canımız hiç sıkılmıyor buralarda...

Sessiz ve sakin bir hafta olmasını diliyorum ben yine de!!