15 Mart 2022 Salı

Glakoma göz hastalığında çığır açan tedavi

İnsan yaşlandıkça çoğu rahatsızlıkların ortaya çıkma riski artar. Bir çok hastalık 50 yaş üzerindeki insanlarda başladığı için, bu yaştan sonra, kimi hastalıkları bir şekilde engellemek ya da kontrol altına alabilmek için rutin bir takip altında olmak önerilir.

Özellikle erken teşhisin önemli olduğu rahatsızlıklarda doktorlar belli yaşa gelmiş kişileri sürekli uyarırlar. Bazen kayıtlı olduğunuz sağlık kurumundan sizi aramaya başlarlar.

Geçen senelerde böyle rutin bir kontrol için beni arayan sekreterin sesini duyduğumda, "Sizi Maccabi" 'den arıyorum dediğinde., ben de bir an bir panik olmuştu. Niye arıyor bu beni diye.  Aynı anda kendi kendime gülmüştüm, seninle rüya gördü onun için arıyor diye. İnsan sağlık konusunda ne kadar tedirgin olabiliyor ki sadece bir telefon çaldırdıklarında hemen panik olabiliyorsunuz.

Gelmek istediğim esas konu, bu kronik hastalıklardan, 60 yaş üzeri insanların çoğunun çok dikkatli olması tembihlenenlerden Glakoma ile ilgili. Haber aslında  sevindirici !

Yaşlı insanların azımsanmayacak bir bölümünde, çoğu kez pek fazla işaret vermeden ilerleyen bu hastalığı farketmenin ve önlem almanın tek yolu, belli bir yaşın üzerindeki insanlarda sanırım senede bir ya da benim gibi ailesinde bu sorunun olduğu bilinen kişilerde her 3-5 ayda bir rutin kontrolden geçmek tir. 

Çünkü bir çok insanda bu hastalık sinsi bir şekilde ortaya çıkarken, ilk zamanlar,  göz sinirlerinde başlayan tahribatı hastalar farketmeyebiliyorlar. Ve sonuçta, hastalık başladıktan sonra çok çabuk ilerleyebiliyor.

İlk dönemlerde göz sinirlerinin çevresinde başlayan körlük zamanla gözün merkezine yayılıyor.

Bugüne dek en yaygın tedavi, verilen damlaları kullanmaktır.

Çoğu kişi bu damlalar sayesinde göz tansyonunu kontrol altına almayı başarıyor.

Esas sorun, tansyonun yüksek olmamasına rağmen gözde normal ölçülerde kaydedilen basıncın gözleri tahrip ettiği, ikinci tür Glaucoma'dır. Bu durumda bugüne dek bu hastalara son çare olarak ameliyat yapılıyordu.

Geçtiğimiz günlerde, çıkan haberlere göre, bu konuda sevindirici gelişmeler var.

Amerika'da çıkan yeni bir tedaviyi Israel'li doktorlar son bir senedir uygulamaya başlamışlar.

Bu rahatsızlığın zamanında teşhisiyle, yenilikçi ve çok basit bir yöntemle insanların yüzde doksanında Glakoma yüzünden oluşan körlüğü durdurmayı başarırlarken, yapılan müdahale sonrasında hastaların çok kez damla kullanmayı bile bıraktıklarını anlatıyor  Dr, Avner Belkin. Son aylarda,  Israel'in Kfar Saba kentindeki, Meir Hastanesinde bu yeni tedaviyi, yüzlerce kişide uygulamış.

Amerika'da bulunan bu tedaviyi, her sene sayılı miktarda doktora öğretiyorlar. Bu doktorlardan biri de Dr. Belkin. Ve şimdi kendisi, Israel'de, Tel Ha Shomer, İchilov, Hadassah gibi hastanelerdeki doktorlara öğretirken, Israel'de bu yeni tedavi artık bir çok kişinin görüşünü onlara hediye ederek kitlelere yeni bir umut veriyorlar.

Daha önceki ameliyatta olduğu gibi, gözdeki diğer dokulara el sürmek zorunda kalmadan, göz sinirine atılan 2 mm'lik bir kesikle  gözün drenaj sistemini kateterize eden küçücük ve invaziv bir müdahaleyle hastanın görüşünü kaybetmesi engelleniyor.

Eskiden yapılan cerrahi müdahale çok daha komplike olmasına karşılık bugün uygulanan bu yeni sistem çok daha basit. Hastanın iyileşme sürecinde de dikişlerin bile olmadığı bu basit uygulamayla insanlar daha çabuk sağlıklarına kavuşuyorlar diyor Dr. Belkin.

"Gatt" diye anılan bu yeni cerrahi müdahale, Israel'de yüzbinlerce kişi için bir ümit olarak görülüyor.

Şu ana kadar çoğu 60'la 96 yaş arası yüzlerce insana çoğu Kfar Saba'daki Meir Hastanesinde olmak üzere, diğer hastanelerde  bu ameliyat uygulanmış. Ve bu tedavinin şimdilik başarı oranı yüzde doksan deniyor.

Tedavinin uygulamasının hemen ertesinde, gözdeki basınçta çok çabuk bir iyileşme görülüyor.

Şu an için Israel bu yeni tedaviyi uygulayan  öncü ülkeler arasında.

Bazı konularda sabırla beklediğimizde pozitif gelişmeler bizlere yepyeni umutlar açabiliyorlar. Bu da bunlardan biri sanırım.
















14 Mart 2022 Pazartesi

Narsistik Kişilik Bozukluğu

İnsanlar birbirlerinden çok farklıdırlar.  Hepimizin karakterleri birbirinden ayrıdır.

Kimimiz içe dönük, kimimiz daha sosyal, bazılarımız tutucu, kimimiz liberal.... Ve bu genel başlıkların altında kimilerimizse herşeyden sadece biraz olabiliriz. Yani kimi yönümüzle biraz çekingen, bazense ortama göre dışa dönük bir izlenim verebilenlerizdir belki de.

Ve hayatın içinde bize benzeyen ve hiç benzemeyen türlü türlü kişiler tanırız. Büyüdüğümüz ülkede, bazen yerleştiğimiz yeni bir coğrafyada, yaşadığımız toplum  ya da aile içinde... Beraber büyüdüklerimiz, aynı sıraları paylaştıklarımız, çocukken aynı sokakta birlikte top oynadıklarımız ya da aynı iş yerinde çalıştığımız mesai arkadaşlarımız içinden yığınla insanlar tanımışızdır... İyiler, kötüler, yaramazlar, suskunlar, coşkulu tipler, alınganlar ve zekiler, düzenbazlar..ve diğerleri

En çok sevdiklerimiz genelde birlikte büyüdüklerimizdir.

Bazılarıysa kaderin yaklaştırdıklarıdır..bunlar kendi seçimimiz olmayanlardır.

Mesela aynı çekirdek aile içindekiler..... Sevsekte, sevmesekte, istesekte, istemesekte, Tanrının bizleri aynı çatı altında birleştirdiği insanlardır onlar. Bazen bunlar bize görünüş olarak çokta benzer olabilirler. Aynı ortamda, aynı iki kişinin ellerinden çıkan....bir fabrikanın, aynı imalatı olsanız da iki ayrı dünya olduklarınız olabilirler  bu kader arkadaşlarınız..

Yaşam insanların birlikte yaptıkları bir vals gibidir sanki.  Kimi insanlarla  işimiz kolaydır...Adımlarına uyum sağlamakta zorlanmadıklarımzla bu dans kolaydır. Kendimize, hür, özgür insanlar olarak seçtiklerimiz genelde uyum sağladıklarımızdırlar. Sorun çıkarsada bu insanlara veda etmek çok zor değildir. Bazen bir yerden sonra yollarınız ayrılabilir.

Bazense hayat sizi kimi insanları kabullenmeye iter. Kimilerini kabul etmek için kendinizden ödün verirsiniz, aynı amaç için birlikte bir hayat paylaştıklarınızla sık sık yaşayabileceğiniz bir durumdur bu. Yeterki sonuç olumlu olsun. Zorlukları, farklılıkları iyi niyetle sindirip bir şekilde yolumuza devam ettiğmiz insanlar yaşamımızın bir parçasıdırlar.

Bir de ne yaparsanız yapın anlaşmanın mümkün olmadıkları vardır. Ne kadar iyi niyetle yaklaşsanız sizi bir hedef gibi görenler vardır. Amaçları sizi ve başkalarını anlamak olmayanlardır bunlar.

Bu insanların meşgul oldukları tek şey bir ego savaşıdır. Hiç aklınıza gelmeyecek şeylerin üzerinde durur, sizi köşeye sıkıştırmakla uğraşırlar. Her söz, her hareket alehinize bir delil gibi kullanılabilir. Kesinlikle dost bir ortam, uyum, ahenk ve ortak bir şeyler yaratmak değildir bu insanların akıllarında olan şey. Onlar sadece başkalarını bir alet gibi görürler. Onlar için diğerleri,  egolarını tatmin için kullandıkları gereçlerdir. Bunun için sınır tanımazlar.

Başkalarını üzmekten çekinmeyen bu tipler özür dilemek gerektiğinde de yeni bir karşı saldırı gerçekleştirirler. Çünkü onlar her zaman haklıdırlar.

Çevrenizde kendinden başkalarını gözleri görmeyen, bu ve benzer tipte insanlar tanıdınız mı bilmiyorum. .

Toplumun yüzde birinden bahsediyorum ben.

Narsistik yapıda kişilerden.

Karşılarındaki insanları hiç dinlemeyen,  empati kurmaktan tamamen yoksun olanlardan bahsediyorum.

Sadece ben diyen, digerlerinin duyguları, hayatları, sorunları kendileri icin bir şey ifade etmeyenlerden.

Gözleri ve kalplari kendilerinden başka herkese ve herşeye kapalı olanlardan.

Sadece kendi egolarını yükseltmek için hareket edenlerden ...

Narsistik Kişilik bozukluğundan.

Aslında her insanda  belli bir narsizm mevcuttur. 

Hepimizin egosu yok mu?

İnsan olmanın verdiği bir kendi kendimizi mutlu etmenin, sosyal hayatın normal ölçülerinde, kabul edilebilen bir ben vardır bizde.

O yüzden hafif narsistik özellikler taşıyan normatif kişilerden bahsetmiyorum. Biraz kendinden anlatmayı seven, biraz başarılarından bahseden ve çocuklarından anlatanlar toplumda çoğunluktur. Herkes biraz olsun kendi mutluluğunu paylaşmak isteyebilir. Bu da insanın toplumsal yönlerinin, belli bir tatmin arayışının doğal  bir parçasıdır bunlar. Insan olmanın bir parçası...

Narsisizm de büyük bir spektrumdur. Otizm gibi. Az oranda narsistik özellikler normaldir...sınırları zorladığında, ve kimi patolojik işaretlerle görüldüğünde kişilik bozukluğu olarak değerlendirilir

İş insanları ve liderler içinde daha sık rastlanan bu kişilik bozukluğu olduğuna inanıyorum ben. Narsisizmin.

Özellikle otokrat, despot liderlerin büyük bir bölümünün narsist kişilikler oldukları açıktır.

İlk bakışta insanları etkileyen,  egosentrik özellikleriyle kişileri manyetik alanlarına almayı başaran bu tipler, konuşma yetenekleri, başarmak hırsının getirdiği itici güçleriyle birlikte toplumları ele geçirmekte gösterdikleri becerileriyle sonuçta tek adam hakimiyeti kurdukları ülkelerde, kendi yasalarına ters gelenlere karşı en acımasız yaptırımları uygulayanlardır.  Ele geçirdikleri insanları, toplumları kendi kompleks kişiliklerinin ardında sömürür, yıpratırlar.

Narsist bir liderin yapabileceklerinin  ele geçirdikleri  sınırların ötesinde çok büyük kitleleri hedef alabileceğini bugün Putin örneğinde de tekrar görüyoruz.

Sahip olduğu gücü kaybetmek korkusunun arkasında, oyunun kurallarını kendi lehine çevirmek için  attığı hamlerde,  olası tüm ihtimalleri göze alarak meydan savaşına çıkan bir ruh hastasıdır Putin. Daha fazla gücün peşinde,  eski bir imparatorluğu tekrardan canlandırmak tutkusuyla bütün bir orduyu, binlerce askeri ateşe atarak, sivilleri gözünü kırpmadan öldürterek amacına ulaşmak için elinde hangi imkanlar varsa kullanmaktadır.

Bu insanlar hep yanılmayacaklarına inandıkları için, kendi kusursuzluklarından emin oldukları için,  her durumda haklı oldukları için, başkalarına verdikleri zararları gözleri görmez bile!!

Kimileri toplum içinde, kimileri aile bireylerimizin arasında, kimileri kocaman bir ülkenin başında...her biri boyları kadar zarar veren bu insanları durdurabilmek nedense çoğu zaman zordur!!!


12 Mart 2022 Cumartesi

Savaş manzaraları


İnsanlık dramı yazıldığı zamanlardır kimi kişilerin ne kadar özel olduklarını ispatladıkları anlar.
Polonya sınırına yığınlan milyonlar için bir şeyler yapmak, yardımcı olmak için kendilerinden vermeye hazır olan insanlar var. Polonyalılar, Almanlar, Moldovyalılar....
Kameralara yansıyan görüntüler, keşke hiç olmasaydı dediğiniz bu karmaşanın ortasında yaşlılara, çocuklara, genç ama güçsüz kalmışlara ellerini uzatmaya hazır olan insanları gösteriyorlar..
Küçücük bir karavanla kilometrelerce öteden gelen Polonyalı genç bayan, buz gibi soğukta titreşen insanlara çorba dağıtıyor. Bir diğerleri çocuklara çörekler tatlılar veriyorlar. Genç, gönüllü insanlar, bir anda ateş çemberine dönen şehirlerden annelerinin kucaklarında kaçırılan bebeklerin ağlamalarını teskin etmeye çalışıyorlar.
Sadece üzgün olduklarını belirtmekle yetinmeyen kocaman yürekli insanlar var dünyada...Kendilerinden bir iki damla göz yaşı ve üzgünüm sözlerinin dışında şeyler vermeye hazır insanlar...
Bundan sayılı günler öncesine kadar normal bir yaşam süren, diğerleri gibilerinin bir günden diğerine tek bir kişinin değiştirdiği kaderlerine herkes isyan ediyor. Ve bazı insanlar isyan etmenin ötesinde, onlar için bir şeyler vermek için savaşıyorlar.
Almanya sınırında onlara evlerini açmak için bekleyen melekler var.
Dünyanın her bir ucundan gelen doktorlar var. Yaralıları tedavi etmek için.
Nereye ateş ettiklerini bile bilmeyen Rus askerleri sadece vuruyorlar. Bazen çocukları, bazen sakat insanları hedef alıyorlar...
Kardeş kardeşi vuruyor.
Bugünlerin hesabını unutmayacak insanlar. Düne kadar birbirlerinden nefret etmek için sebepleri olmayanlar, nesillerin unutamayacakları yeni yepyeni hesaplar açıyorlar. Yaralar kapansalar da bir gün, geriye kalanların zihinlerine yerleşen dehşet silinmeyecek.
Bir diktatörün ektiklerini nesiller biçecek.
Geçen akşam Polonya'daki sınırda, soğukta bekleyenlerin orasında bir yerde, İtalya'dan, yine onlara dost birisi geldi yanlarına. Upuzun yollar teperek... Bir piyanist... Eski pianosunu meydanda kurmuş çalıyordu.. Tüm ümitlerini bir anda kaybeden insanlara bir kaç nota çalıyordu meydanda..
John Lennon'un bilindik bestesini, buz gibi rüzgarın kestiği parmaklarıyla yorumluyordu. Günlerce bomba sesleri duyanlara müzik dinleterek bir an için dehşeti unutturmak için çabalıyordu.
Korkudan ve soğuktan titreyen bedenleri teskin emek için çalıyordu.....
Ne kadar süreceği belli olmayan bir savaş yüzünden mülteci durumuna düşen insanlar... yuvalarını, okullarını, vermeleri gereken en önemli sınavları, üniversitelerini, iş yerlerini arkada bırakmışların bir anda kaybolup gitmiş hayatlarına nereden nasıl devam edeceklerini bilmeyen, genç yaşlı kulaklara "Living life in peace!"; Barış içinde bir hayat hayaliyle gelmişti İtalyan piyanist...

Şimdilik, savaşın günleri sayılıyor.. Sanırım 18. gün oldu...
Ukraynanın çok ötesinde bir yerlerde...çoktan yıkılmış hayatların hesaplarıni tutan yok...(Sanırım olaylara tepkiler global etkilere göre değişiyor )

Yemen'de kaç çocuk öldü sayan var mı? 
Oraya da bir piyanist gitseydi keşke!!!



 

10 Mart 2022 Perşembe

Herzog'un dudaklarından dökülen zeytin dalından çıkacak komplolar

Bir taraftan davetli olduğumuz parti için hazırlanmaya çalışırken diğer taraftan, üzerine bir gömlek bir pantalon koyduktan sonra haberlerin karşısına geçmiş olan eşimin dinlediği haberlerin sesi düşüncelerimi belli bir yere doğru çekiyor.

Günlerdir konuşulan, Herzog'un Türkiye ziyareti dün öğleden sonra başlarken, Herzog'un Ankara'da nasıl bir atmosfer soluduğundan emin değilim. Ekranda nefret ettiği bir insanla zoraki biraraya getirilmiş birinin ciddiyeti ve soğukluğuyla duran Erdoğanı gördüm. Bu adamın bizi çekemediğini bildiğimizden sanırım gözden kaçmayan şeyler var. 

Türkiye ise eski Türkiye'ye benzemiyor. Bu askerlerin kim olduklarını söylemeselerdi resmi tören geçidindeki dizili erlerin Türk olduklarını bilemezdim. Eski üniformalarına ne oldu? Atlı askerler nereden çıktılar? Tüm tören düzeni eskisinden farklı.

Arada tarih sayfalarından fırlamış  eski Türk Birliklerini temsil eden teatral insan tipleri de bir noktada yerlerini almışlar. Bugünün Türkiyesinin tarihini anımsatmak için Erdogan'in gösterdiği çabanın açık bir parçası olmuş insanlar.

Israel televizyonu bu ziyaretten epey bir heyecanlanmışa benziyor. Çok uzun senelerden sonra ilk defa, gerceklesen bu en yüksek makam ziyareti hakkında buradaki studio'daki gazetecilerin yorumları, kimi muhabirlerin Ankara'daki tören alanından naklen yayınlanan konuşmalarından bizimkilerin yeterince beklentileri olduğunu gösteriyorlar.

Başta karşılıklı ticaret, özellikle  Israel'den Avrupa'ya verilecek gazın Türkiye'den nakledilmesi projesinin gerçekleşebilmesi için  iki taraf bazı şeylerden ödün vermeye hazır görünüyorlar. Erdoğan her fırsatta Filistin Meselesine verdiği önemi her an vurgularken, son yıllarda, Al Aksa'daki olayları kimin daha da kızıştırdığını unutmuyoruz. Kudüs'ün ( Yeruşalayim'in )  statüsünün Müslümanlar için önemini belirtirken karşılıklı çabadan bahsediyor.

İki günlük Türkiye ziyaretinden önce Güney Kıbrıs ve Yunanistanı da ziyaret eden Israel Cumhurbaşkanı, bu iki devletle ticaret, ortak doğal gaz projesi ve yine ortak askeri tatbikatlarla Akdeniz'de atılan adımların bir taraftan bambaşka bir geleceğin umudunu yeşertirken diğer taraftan Türkiye'yle gerilimli ilişkilerle karşılıklı dengeyi sağlamak kolay olmayabilecektir.

Dün Ankara'da iki liderin biraraya geldikleri görüşmeleri sonrası, basın toplantısında Herzog'un konuşmasıysa adeta Türk komplo teorilerini hatırlatırken, barış adına Nazım Hikmet şiirinden seçtiği mısralar fıkralaştırılabilecek boyutlarda bir tesadüftü.

Biz Yahudilerin zeytin dalını bir barış sembolü olarak kabul ettigimiz bilinir. 

Herzog'un, Nazım Hikmet'in zeytin ağaçlarından bahseden satırları Türkiye'de Türklerin kafalarında senelerce biriken kimi komplotist fikirlerle adeta örtüşür gibiydi. 

Türkler her fırsatta, Israelliler ve Yahudilerin heryerde (?!) zeytin ağacı diktiklerini ve bir gün bu iki dinin birbirlerine karşı savaşacakları ve bu savaştan galip çıkacak olan Müslümanların onları öldürmemeleri için bu diktikleri "zeytin ağaçlarının" arkalarına saklacaklarını anlatırlar. ( Bu zamanda bunca gelişen tekonoliye karşılık, bu insanlara göre Yahudiler diktikleri ağaçların arkasına saklanmayı planlıyorlar??!! )

Ve dün, bu çok gerçekçi (!?) iddiaları, onlara bir defa daha anımsatacak şekilde, Herzog konuşmasında Nazım Hikmet'in , Yaşamaya Dair...adli şiirinden; " Yani, hayatı çok ciddiye alacaksın, Yetmiş yaşında bile "zeytin ekeceksin" mesela, Çocuklara ya da onun gibi bir şeye bırakıldığı için değil, Çünkü ölümden korkarsın ama ölüme inanmazsın, Çünkü yaşamak ağırdır".....mısralarına yer verdi.

Türkiye'ye, onların en büyük şairlerinden birinin barış sözleriyle gelen Herzog'un bu mısralarla ne söylemek istediği üzerine Türklerin şimdiden üretecekleri teorileri düşünerek gülüyorum!!!

 


9 Mart 2022 Çarşamba

Filarmoni Orkestrasının eşliğinde bir şarkının keyfine varmak

Israel'in eski dönem şarkıcılarından Hanan Yovel'in, Senfoni Orkestrası eşliğinde verdiği bir konserden ufacık bir kesiti paylaşmak istedim.

Popüler şarkıcıların, değerli bestelerini, sevilen şarkılarını bir senfoni orkestrasının eşliğinde dinlemenin keyfi bence gerçekten bambaşka.

Aynı müzik, aynı notalar ve melodiyi görkemli bir orkestranın beraberliğinde, onlarca violonist, kontrbas ve diğer üflemeli ve vurmalı enstrümanların katılımıyla, kalbinizi, beyniniz ve ruhunuzu saran bir şölene çevirdikleri bu tip konserlerde salonu tüm görkemleriyle dolduran sesler insanı sonuna dek büyüleyen bambaşka bir sanata dönüşüyor.

Halkın dilinde yer etmiş popüler bir bestenin, aynı gecede onlarca kişinin ortak performansıyla bir anda bambaşka bir değer kazandığı açıktır.

Genelde  ülkeleri çapında isim yapmış, sanatlarına uzun senelerine vermiş saygın sanatçıların elde ettiği bir şanstır; büyük bir filarmoni orkestrasının eşliğinde sahne almak.

Filarmoni orkestralarının bir an için klasik müziğin dışına çıkıp,  halkın kulağına bilindik, aşina oldukları bestelerle yaklaşmaları zamanla kimi insanların klasik müziği daha çok tanımak istemelerini de sağlayacaktır diye düşünüyorum.



8 Mart 2022 Salı

 "Kadınlar Günü" üzerine

Bugün, "Dünya Kadınlar Günü". Batı'da, Doğu'da, modern ülkelerde, kimi çağ dışı zihniyetin yeterince ağır bastığı yerlerde dahi, kısmen de olsa bu konu üzerine iyi kötü bir kaç satır bir şeyler yazılıp çiziliyor.

Çoğu insanın "Kadın Hakları " hakkında genel bir bilgisi olsa da,  toplumun ileri gelen kişilerinin, halka dünden bugüne kadının, sosyal, ekonomik ve siyasi statüsü üzerine  vermeleri gereken çok fazla mesaj mevcut.

Uzun insanlık tarihinin bugünlere dek tam olarak aşmayı beceremediği problemlerden biri olan kadın erkek eşitliği konusu üzerine insanları çok daha fazla aydınlatmak önemlidir. Bu konuda dünya genelinde çok daha fazla çaba harcamak gerekmektedir. Bunu biz kadınlar kesinlikle biliyoruz. Belki de, biz, moden toplumlar içinde yaşamak şansına sahip olan kadınlar bu konu üzerine çok daha bilinçliyiz.

Sonuçta Kadın Haklarının en çok dile getirildiği yerler Batı ve Batı kültürüne yakın olan ülkelerdir.

Ancak Batıda bile Kadın Haklarının  yüzde yüz elde edilemediği biliniyor. 

Dünyanın en modern toplumlarında bile hala yaşanmaya devam edilen sorunlara ve eksiklerin mevcudiyetine karşılık Doğu'da, Afrika'da kadınların durumu çok çok daha zordur.

Bulundukları berbat şartları doğal gören kadınların yaşadığı bu toplumlar sorunun düşündüğümüzden daha karmaşık olduğunu da hatırlatıyorlar insana.

Bugüne dek  kadınlar içinde azımsanmayacak bir yüzde yaşadıkları ikinci sınıf hayatı, köle düzenini  doğal karşılayacak kadar bilinçsizler.

Ya da olaya farklı bir yönden baktığımızda, yeryüzünde hala daha bir çok toplumda, kadınlar sistematik olarak cahil bırakılarak, bilerek ve isteyerek sömürülmekteler.

Bir nesilden diğerine, anneden kıza, yaşadıkları şartları, olması gereken bir durum olarak düşünen o kadar çok kadın mevcut ki. Öncelikle birilerinin bu insanları uyandırması gerekiyor.

Ve bu şekilde, Kadınlar Günü'nün, kadın haklarının, yeterince konuşulmadığı, bu mevzunun kulak arkasına atıldığı, ataerkil düzenin mevcut düzenleri olduğu kimi toplumlarda sadece kimi kadınların tek başlarına bir şeyleri yıkıp, sahip olmak istedikleri eşitliği elde etmeleri çok zor olacak gibi görünüyor.

Kadınların köle zihniyeti içinde yaşatıldığı üçüncü dünya ülkeleri ve endüstrileşme yolundaki bir çok yerlerde, Batı'ya nazaran bu konu çok daha az konuşulmakta

Sorunda burada başlıyor. İnsanların konuşma özgürlüğü olduğu, kendi haklarını korumak için girişimlerde bulunabildikleri hukuk devletlerinde problemler ve konuyla ilgili yasalar gündeme getirebildiği oranda bir ilerleme sağlanabiliyor. Diğer ülkelerde bu mevzu çok basit bir bağlamda kaldığı sürece kadınların, toplumsal ve bireysel haklarını elde etmek etmeleri, sorunlarını aşmaları mutlaka çok daha zorlaşıyor.

Kadın erkek eşitliği için gereken anlayış toplumun temelinde hiç olmadığı sürece, sorunun birinci derecedeki tarafı olan erkekler ataerkil anlayışa sonuna kadar bağlı kalmaya devam ettikleri sürece, babadan oğula, erkeğin kadının üzerinde kurduğu patronluk anlayışı ve bu kültürün devamı söz konusu oldukça hiç bir şeyi değiştirmek mümkün olama. (Ki neden olmasın?? Bu toplumlarda bu anlayışla, toplumun belli bir bölümü istediğini yapmak ve yaptırmak şansına sahipler. Eşitlik veripte ne yapacaklar??

Erkek egemenliğini koruyan toplumsal kodların dışına çıkılmadığı sürece, bu toplumlardaki kadınların  bir şeyleri değiştirmeleri imkansız olacak. Binlerce yıldır devam eden toplumsal yapının değişmesi için çok köklü bir devrim gerekiyor. Bu devrimse kültürel bir ön değişim sonucu gelebilir ki şimdilik o değişimi gösteren işaretler belki sadece bazılarında, o da son derece minimal düzeydedir.

Kısaca bu bize özel günde her birimizin anlamlı mesajlarımızın  kendi çevremizde belli bir farkındalık getirebileceğini unutmamamız önemlidir.





7 Mart 2022 Pazartesi

Bırakın evreni kendi halinde daha güzel

Doktor ve asistan bir taraftan ağzımın içine gömülmüşler sanki. Adam kemiğime delik açmakla meşgul.  Ağzımın kenarından sarkan inceden bir hortum.  Ve asistan diğer taraftan doktorun direktiflerine göre çekmeceden bir şeyler verirken ikisi sürekli konuşuyorlar. Bense ne konuştuklarını kesinlikle anlamıyorum. Belki de, her dilde aşağı yukarı benzer olan kelimeler dışındakileri anlamıyorum diyeyim.

Dr. Andrei, Rus mu yoksa Ukraynalı mı en ufak bir fikrim yok. Yanındaki, uzun boylu sarışın bayan asistanın geldiği ülke ve şehrin neresi olduğunu da bilmiyorum. Prosedürün heyecanıyla, merak sorularımı o an için kendime sakladım.  Tek bildiğim, her defasında fonda hafif klasikler çalan minik klinikte bu kez sadece Rusça haberler var. Hayatlarına bir yerde her zamanki gibi devam etmeye çalışırlarken düşünceleri belli ki bu savaşla meşgul. Israel'in Rişon şehrindeki bu küçük iş yerinde para kazanmak için ter dökerlerken, bulunduğumuz yerden çok uzaklarda, kuzeyde bir yerlerdeki karmaşa belli ki onları da yeterince etkiliyor.

Son durumu aralarında tahlil ettikleri kesin. Yıllar evvel bıraktıkları bu bölgede bir anda çıkan çatışmalar sadece onları değil tüm dünyayı endişelendiriyor. Ancak onlar için geride canlarının bir bölümünün kaldığı bu topraklar başkalarından çok daha fazla şeyler ifade ediyor.

Onlar arkalarında sadece bir ülke, bir şehir değil belki de bir ev, bir yuva, bir aile bıraktılar. Belki kardeşleri bombardımandan kaçanlar arasındalar.

2014'te Ukrayna tarafından desteklenen ayrılıkçı milislerle Ukrayna ordusu arasındaki savaştan kaçanlar bu kez kuzeyde, bir ikinci kez bombardımanlar ve çatışmalara yakalanmışlar diye yazıyordu dün İngiliz sitesi BBC..Ukrayna'nın güneyindeki savaştan, bir kaç yıl evvel kaçarak geldikleri, Kiev yakınlarında kiraladıkları evin penceresinden çektikleri görüntülerden sonra yeniden yollara düşmek zorunda kalanlar...

Dün bu ülkeyi biraz daha fazla tanımak istedim birden. Ukrayna'nın savaş öncesini görmek, normal bir gününü yaşamak istedim görüntülerde. You Tube'da bundan bir kaç ay evvel çekilmiş gezi videoları izledim. Bundan bir iki sene evvel çekilmiş kimi video çekimleri aradım. Bugün bombardıman altında olan şehirleri huzur içindeyken görmek için.

............................

Bu sabah evden çıktığımda, her zamanki gibi kuşlar heryerde cıvıl cıvıl ötüşüyordu. Yeni bir günün sessizliğini hissedebilmek şansına sahip olduğumuz için bir kez olsun şükrettik mi acaba?

Barışın hayatın en doğal parçası olduğu şehirlerde yaşayan insanlar ne kadar şanslı olduklarını anımsatırlar mı hiç kendilerine? Kaç kez evlerinden çıkmaktan korkmak için bir sebepleri olmadığı için Tanrıya teşekkür ederler?

Yataklarında huzur içinde uyuyabildikleri için??.. Bombalardan kaçmak zorunda kalmadıkları için? Çadırlarda uyumadıkları için? Sakat, çocuk, hasta ya da güçsüz oldukları halde, bir yerden diğerine kilometrelerce yürümedikleri için?

Bir parça ekmeğe hasret kalmadıkları için?

Kendilerine ait bir sıcak bir yuvaları olduğu için?

Öldürülmekten korkmadıkları için?

Yeryüzünde, doğanın insanlara verdiği mükemmelliğin bozulmadığı şehirlerde doğup yaşayabilme şansına kaç insan sahip acaba?

Yolların kenarlarında açan çiçekler rengarenkti bu sabah.

İnsan elinin bozmadığı her yer çok güzel bu evrende. Dünya en yalın haline bırakılabilseydi keşke. Hiç dokunmamış olsaydık bu topraklara, ağaçlara, denizlere.

İnsan eli yapmaktan çok yıkıyor, bozuyor, yokediyor.

Ukrayna'da da düne kadar insanlar sabah işlerine gidiyorlardı.

Şimdi caddelerde cesetler var.

Yeniden bir ülkede,  bir nesil daha, bir yerlerde savaşı yaşıyor. Tek bir kişinin yıktığı barış köprüsü, iki milleti sonsuza dek ayırmaya yarıyor. Bir kez yıkılan dostluğu yeniden inşa etmekte zorlanacak o insanlar. Halbuki düne kadar sadece kardeştiler...komşuydular..benzerdiler birbirlerine.

Tarihse sanki bir anda sil baştan yazılıyor.

Soğuk Savaş çoktan bitti derken, sıcak, sıcacık bir savaş, dünyanın en olmayacak bir yerinde çıktı.

Üçüncü dünya savaşını görmeyiz derdik biz. ( Umarım yine görmeyeceğiz)

Nükleer tehlike 1945'te sonlanan o son büyük savaşın ardından bugünlere dek insanlığı bir delilik yapmaktan alıkoymuş gibiydi.

Şimdi birden bir kıvılcım çıktı.

Bu kıvılcımın bir anda yanlışlıkla  (!)  başka yerlere sıçraması demek evrenin sonunu getirmek demek olabilir mi?

Peki kimsenin bunu istememesi farkeder mi?

Bir deli yeter mi tüm evreni bir ateş topuna çevirmeye??!! Umarım yetmez!!!