4 Mart 2022 Cuma


Otizm'le kimi şeylerin zamanla değişmesini beklemek zor

Geçen senelerde bir arkadaşım; "Sanki siz pek öyle sosyal değilsiniz gibi geliyor bana?!"diye sormuştu.

Sosyal değilmiyiz? Mmmmm...Bu konu ince bir konu.

Önce  bu insanın bu soruyu sorma sebebi neydi? Birden durduk yerde nereden aklına gelmişti?

Kendisini gençlikten tanıdığım, çok tatlı, çok samimi bir bayan arkadaşım bu. Ancak birbirimize çok yakın oturmadığımız için genelde sosyal medya'dan kimileri yazışır, bazen telefondan konuşur, ender olarakta şahsen görüştüğümüz olabilir.

Bu insan benim sosyal medya'da çok fazla girip çıktığım ortamların resimlerini ve toplantı fotoğrafları paylaşmamamdan dolayı bu soruyu sormuştu telefonda.

Aslında her kişinin sosyal medya içinde ille de bulunduğu ortamların resimlerini paylaşması şartmıdır?

Galiba bu çok yaygın bir sosyal medya anlayışı bugün. Yani çoğu insan için sosyal medya gezdiği ve bulunduğu yerlerin resimlerini paylaşmak için bir fırsat alanı.

Benim içinse bundan daha çok, özellikle kimi akşamlar, aktüel konular ve genel olaylarla ilgili paylaşımlar yapmak ve mizahi dokunuşlarla biraz hayata gülebilmek için bir fırsattır sosyal medya. ( Bu konuda daha evvel de bir iki kez yazdım aslında ) Bu yönünü çok sevdiğimden herhalde, hala daha sosyal medya hesabımı kapatmadım ben. Çünkü bir çok kez bana başağrısı getiren insanlar oldu ve olmakta.

Peki insanlar böyle bir soruyu niye sorsunlar?

Birilerini neden sizin sosyal hayatınız bu kadar ilgilendirsin?

Sanırım, insan denen varlığın en bilinmiş özelliklerinden biri meraklılığıdır. Bazen sadece merak ederler.

Ve sorulan soru bir anlamda doğru, bir anlamda da çok kişisel bir alana dokunduğunda, ( soran kişiye bu böyle gelmemişse de) karşınızdakini kırmadan nasıl bir cevap yetiştirmeniz gerektiğiyle ilgili düşünmeye iter.

Her insanın sosyal hayattan ne anladığı değişirken, kişilerin hayattan beklentileri ve seçimleri diğerlerinden farklı da olabilir, bunu bilmeseler de.

Ve her insan kişisel kimi durumlara göre belli bir hayat çizgisi çizmek zorunda da kalabilir.

Gerçeklerse şudur ki, otist bir çocuğunuz olduğu gün hayatınızın akışı tamamen değişebilir.

.............................................

Daha önce bu ve benzeri konuları çok yazdıysam da bir kez daha yazmamda bir kusur yok sanırım.

Otistik bir çocuğun hayatınıza girdiği gün, sizin yaşam şekliniz, yaşam çizginiz tamamen değişmeye başlar. Normatif ailelerden, diğer insanlardan farklı bir hayata alışmak zorunda kalırsınız.

( Ve yeniden belirtmemde fayda olan bir şey daha var. Her otist, aynı değildir. Kimileriyle hayat daha zor, kimileriyle daha rahat olabilir. Her otistik insan kendine özgü özelliklere sahip olabilir. Bazıları diğerlerinin tamamen tersi özellikler gösterebilirler. )

Bu yüzden kendi otistik cocuklarıyla bir çok farklı faaliyetleri sorunsuz yaşayan bir aile, benim oğlumla yaşadığım şeyleri kesinlikle yaşamamış olabilir.

...........................

Otistik bir çocukla her kapıdan dışarı çıkışınız bir hikayeye, engelli bir yarışa dönebilirken..

Daha konuşmayı beceremediği zamanlarda, onu her giydirmek istediğinizde odasını yıkıp döken ve kendi kendini dövmeye başlayarak çığlıklar atan bir çocukla kapıdan dışarı çıkmanız gerektiğinde..

Her süper market alışverişinde, etraftaki meraklı bakışlara aldırmadan, çocuğunuzu yatıştırmakta uğraştığınızda...

Kimileri arabayı durdurup, onu sakinleştirmek için yeni yollar aradığınızda...

Çoğu kez, restoran, kulüp ve bilimum gezilerin orta yerinden çıkıp gitmek zorunda kaldığınızda..

Her arabayı park ettiğinizde, nedenini bilmediğiniz şekilde ağlamaya başlayan çocuğunuzun krizini yatıştırmak için neler yapmanız gerektiği üzerine düşünmek zorunda kaldığınızda, kendinizi hep aynı noktaya geri dönmüş olarak bulabiliyorsunuz...

EV!!

..............................

Ve çocuğunuz yavaş yavaş büyümeye başladığında, krizler kısmen hafifliyor.

Ve siz onunla yine de ve hala onun kaldırabileceği türde programlar yapmaya alışıyorsunuz.

Birlikte zevk alabileceğiniz, onun da sizinle olmaktan mutlu olacağı şeyler oluyor...

Ve yine de her gittiğiniz ortamdan sadece kısacık bir süre geçtiğinde, görev tamamlanmıştır komutanım moduna girip bundan sonraki hedef neresidir diye tutturan bu ergenin sadece yeni geldiğiniz o yerde sizi hiç durmadan sorularıyla ve neden buraya geldik aslında burada olmak istemiyordum ben deyişleriyle yormaya başladığında yeniden eve dönmek en iyi seçim gibi gelebilir.

Her defasında ve yine de ev sizin en için en sakin en ideal ortamdır...

................................

İki hafta evvel arabaya binip, müziği koyarak kendimizi yine yola attık ve Gal öğle olduğunda, "Nerede yemek yiyelim ?"sorusunu gündeme getirdi.

Ve son dönemde çok hoşlandığı Japon Lokantasını teklif etti yeniden.

Hepimizden çıkan; "Olur!"cevabıyla kendimizi bir defa daha Tel Aviv'in merkezindeki bu yerde bulduk.

Ancak ne görelim, restoran kapatılmış!!

Bizimkinin bütün planları suya düşünce bir anda huzursuzlaştığını farkettiysem de ilk anda görmezden geldim.

Hemen aynı sırada bir başka Japon Restoranı görünce, "Ne dersiniz, buraya girsek?" dediğimde hepimiz için sorun ortadan kalkmış gibiydi. Tamam, ne farkeder!!

Bizim için ne fark eder derken Gal için bu çok şeyi değiştiryordu. Bir anda çocuk öyle bir sıkıntı yaşamaya başladı ki.

Onun adeta bir panik atağa tutulduğunu gördüm. Nedenini anlamak zordu. Ama Gal ilk kez geldiği bu yerde birdenbire son derece sıkıntıya girmişti. Lütfen çıkalım, ben eve gitmek istiyorum derken neredeyse ağlıyordu.

Ve o an başka hiç bir çaremiz kalmamıştı....

..............................................

Yazılarımda her ne kadar Gal hakkında bir çok şeyleri anlatmışsam ve anlatsam da genelde hayatımda arkadaşlarımla bir araya geldiğimde, günlük yaşantım içinde yaşadığım güçlükleri, Gal'in kimsenin tanımadığı taraflarını pek dile getirmem.

Çünkü kimsenin bizim neler geçirdiğimizi pekte merak etmediğinin farkındayım. Herkes kendi problemleriyle yeterince meşgul ve bugünkü hayatın hızı içinde sizin kişisel sorunlarınızı dinlemeye hazır insanları bulmak eskisinden de zor.

Ve ben, her ne kadar başkaları hakkında çok şeyi dinlemekten hoşlansam da kendi hikayemin çok büyük bir bölümünü günlüğüme, yazılarıma ve kendime saklarım. Bir de oğlumun psikoloğuna!

Yazılarım bana, bir çok şeyleri tahlil etmek şansını verir. Yazdıkça rahatlarım. Yazdıkça geçirdiklerimizi daha iyi analiz edebilirim. Yazdıkça zorlukları, kalbimde yaşadığımı ağırlığı kısmen de olsa hafifletmeyi başarırım.

Sustuğumuz sürece göremediğimiz bir çok gerçekleri sadece bir yolunu bulup ifade ettiiğimizde fark ederiz.

Bu yüzden çoğu kez günlüklerimin sayfalarını doldurduğum kimi konuları zaman zaman yazılarıma da taşırken, benimle benzer durumları yaşayan insanlara belki bir örnek olabileceğimi de düşünürüm.

..................................................

Her daim, çocuğumun otist olduğunu bilen ve yeni teşhis konulmuş torunlarıyla, küçük çocuklarıyla yaşadıkları tecrübeleri benimle paylaşanlar, soru soranlar, bazen telefonda, bazen ayaküstü bu konuyu açanlar olur.

Gal'den örnekler versem de dediğim gibi aslında bu insanların her biri diğer insanlar gibi ayrı birer dünyadırlar.

Biri diğeri için her zaman kesin bir örnek olmasa da, sizinle benzer sorunlar yaşayanlara yine de normatif çocukları olan ailelerden çok daha fazla yardımcı olabileceğiniz açıktır.

Gal, son senelerde kendi kızgınlıklarına, hüsranlarına, ağladığı anlarda girdiği zor durumlara hakim olmak için büyük bir mücadele veriyor aslında.

Yaşadıklarının sadece kendisini değil hepimizi çok etkilediğini gayet iyi biliyor ancak bir çok durum ve girdiği sıkıntı, endişe ya da tahammül etmekte zorlandığı kızgınlık nöbetlerine hakim olmakta yine de zorlanıyor.

Ve onun kendisiyle verdiği mücadeleyi yakından tanıdığımız için ona kızmamız söz konusu değil hiç bir zaman.

Bazen onunla bir kaç adım daha ilerlediğimizi hissettiimiz olsa da  birden yeniden gerilediğimiz oluyor.

Ve bu her defasında hepimiz için yeni bir hayalkırıklığı olsa da ona bir kez daha başaracağını söylemekten başka çaremiz kalmıyor.

................................

Dün gece yatmadan evvel, köpeği benimle indirmek isteyip istemediğini sordum. Ve hava yeterince bulutluydu. Bütün gün serpiştiren yağmur bir kaç saattir ara verdiginden Gal bir iki dakikalık tereddütün ardından bana tamam seninle geliyorum dedi.

Ve birlikte dolaşırken, iyi ki gelmişim seninle gezmek keyifli anne!! derken mutluydu.

Ancak bir, bir buçuk kilometre mesafelik bir yürüyüşten sonra yağmur serpiştirmeye başladığında birden yeniden sıkıntıya girdi.

Son zamanlarda  yağmurdan korkar gibi oğlum. Onu yağmurda tedirgin eden şeyin ne olduğunu tam bilmiyorum.

Anne damlamaya başladı yeniden dediğinde, benim Pitzi'yi daha gezdirmem gerektiğini, isterse onun daha çabuk eve gidebileceğini söyledim.

Önce evet dedi sonra yeniden bir şey onu durdurdu.

Gök gürültüleri mi bilmiyorum onu tedirgin eden. Savaştan kalan bir korku mu bu? Gök gürültüleri atılan füzeleri mi anımsatıyor?

Ondan bazı şeylerin detaylarını öğrenmek zor. Beni susturuyor. Yeniden psikoloğuyla konuşmak gerekiyor.

................................

Ve hayat bir günden diğerine hep bir adım ileri iki adım geri devam ediyor...

Otizmin tedavisi var diyenlere gücüm ve tahammülüm, ne de sabrım hiç yok.

Otizm bir ömür devam eden bir sorundur.

Bu insanlar sorunlarını bilecek kadar akıllı olsalar da onları huzursuz eden hislerden kurtulmaları zordur.

Onları yeterince izole eden farklı yapıları, insanların temeldeki, göz rengi ya da iskelet yapısı gibi, onları diğerlerinden ayıran özellikleridir. Bu şeyleri  kökten değiştirmek mümkün değil.

Kısmen onunla yaşamayı öğrenmek mümkün. Ve bizlerin onlarla daha  rahat iletişim kurabilmeyi öğrenmemiz mümkün ancak onların da katıldığı yaşantınızın bir daha eskisi gibi olmasını beklemek zor!!



3 Mart 2022 Perşembe

Her millet kendi toprağında mutludur

İnsanlar misafir sever. Ama bir yere kadar !

Misafirlik bir yere kadar. belli bir süreliğine olduğu sürece hoştur.

Çoğu kişiler sevdikleri insanları evlerinde görmekten memnunluk duyarlar.

Bu arada bazen hiç beklenmedik ve hiç tanımadığımız bir misafiri de evimizde ağırlamamız mümkündür.

Öncelikle bize ihtiyaç duyan bir insanın yardımına yetişmek bize mutluluk verir.

Ve aynı şekilde çevremizde sevgiyle, anlayışla yardım etmeye hazır insanlar olduğunu bilmekte bize kesinlikle güven verir.

Zor zamanımızda bizi yanlız bırakmayacak insanların varlığı hayatı sevgiyle, güvenle karşılamamızın koşullarından biridir mutlaka.

Yeri geldiğinde birisini karşılayan insan siz olabilirsiniz yeri geldiğinde bir başkası size yardım elini uzatabilir ya da sizi memnuniyetle evinde misafir edebilir.

Herşey duruma ve koşullara bağlıdır.

Belli bir dönem kendi rahatınızdan, kendi lüksünüzden, odanızdan, kişisel alanınızdan fedakarlık yapmak, her ne kadar kimi kısıtlamalar getirse de bunu sevgiyle karşılamak zor değildir.

Uzun süren misafirliklerse bir süre sonra, iki taraf için de yorgunluğu, huzursuzluğu getirebilir.

Uzun dönemli misafirliklerin getireceği zorluklar, yaşadığınız alanın kaç kişiyi karşılamaya müsait olduğu, sizin maddi ve manevi gücünüzün hangi oranda  fedakarlıkları karşılayabileceğiyle orantılı olarak değişir.

On odalı, kocaman bahçesi olan bir villada, en iyi imkanlarla yaşadığınız bir eviniz varsa bir aileyi karşılamanız zor değildir. Eğer şartlarınız kısıtlı ise bunun için göstermek zorunda kalacağınız çaba ya da fedakarlık daha fazla olacaktır.

Misafir olan insan için de durum kolay değildir.  Yabancı bir evde, insanların kişisel alanlarını yeterinden fazla işgal ediyor olduğunuz hissiyle yaşamak belki bir kaç gün için çekilebilir. Fakat uzun bir dönem için, kendilerinin ve başkalarının rahatlarını bozduğunuz hissiyle barış içinde yaşamaya devam etmek hiç kolay değildir. ( Ortak bir tatil amaçlı  birlikteliklerden  bahsetmiyorum mutlaka.) 

Günlük hayat savaşı içinde mecburi beraberlikler iki tarafı da bir süre sonra yıpratmaya başlar.

Sonuçta gelmek istediğim nokta tanımadığınız bir insanın evinde mecburi misafirliğin getireceği zorluklar gibi mülteci durumuna düşen bir grubun başka bir ülkeye sığındığı gün yaşayacağı güçlüklerin getireceği sorunlardır.

Bireylerin misafirlikleri gibi mültecilerin kendi vatanlarını bırakıp komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldıkları zaman yaşadıkları ilk şok, ilk şaşkınlık bittiğinde kendi yuvalarına yeniden dönmeyi ne zaman hayal etmeye başlayacakları da bence bir merak sorusudur.

Bulunduğumuz bilgi ya da iletişim çağında bugünleri yaşayacağını hayal etmemişti belki de insanlık.

Gelişen teknolojiye yetişemeyen ülkeler, insanlar kısaca evrenin hala  büyük bir bölümünün bugüne dek sadece belli bir kısım insanın sahip olduğu değerlere yetişmek için nasıl bir kavga içinde olduklarını görüyoruz.

Bilgisayarın insan emeğinin yerini aldığı çağda da hala toplumlar bir yerden diğerine göç etmek zorundalar!

Aslında çoğu şey hala değişmedi.

Gücü elinden bırakmayan otoriter rejimler çoğu yerde insanları ezmeye devam ediyorlar.

Ve buna karşı her başkaldırı en zor şekilde bastırılıyor.

Türkiye'deki rejime karşı gelenleri tomalarla meydanlarda bastıran birisi var.

Başka bir yerde, kendi özgürlüğünü isteyen bir millete demir yumruğunu indiren bir başkası boyundurluğu altına aldıklarını cehennemin dibine kadar gönderiyor.

Bir yerde, insanlıktan, eşitlikten konuşanların kurduğu düzen, başka bir yerde ise yaşamın bir günde hiç edildiği,  aynı kıtanın bir başka yüzü, öbür ucu var. Hepsi aynı toprak parçası üzerinde yaşıyor. Birisinin bireysel haklarını savunan değerleri, diğerlerinin özgür olmak için bağıran seslerini bir tokatta susturan diktatörleri var.

Böylece, tarih boyu bitmeyen göçler iletişim çağının getirdiği büyük devrime rağmen hala devam ediyor.

Halbuki artık  adım adım politik dengelerin oturmaya başladığı yeni bir dünya hayal ediyorduk.

Avrupa Birliği uzun süren savaşların arkasından halkların yarınları için, insan gibi yaşamanın bir ortak yolunu bulmamışmıydı? Bu düzen, bu birlik, bu dayanışma örnek olabilirmiydi diğerlerine?

Ya da gerçekten birinin diğerine örnek olması mümkün mü?

Avrupa'da ortaya çıkan, insan haklarını temel alan, eşit ve demokratik toplumlar diğerlerine neden örnek olmadı?

Her toplumun yapısı buna uygun olmalı önce!

Birbirine karşı savaşmak yerine, birbiri için var olmak doğru olan yol olsa da bunu başarmak her zaman mümkün olmuyor.

Benzer kültürlerin ortak bir yaşam için el ele verdiği bir dünya  çok daha güvenli bir yer olabilirdi oysa.

Avrupa'da, iki dünya harbinin yıkımını yaşayan halklar savaşların kimse için avantaj sağlamadığını yaşayarak görmüşlerdi.

Yaşanan milyonlarca kayıp Batı için bugüne dek zihinlerde kalan bir çok dersler içeriyor.

Bu savaşlarsa sonunda demokrasiyi, insan haklarını savunan toplumları yaratan şey değil mi?

Peki bu ders herkese yeterli geldi mi?? Hayır!!!

Peki dünyanın bir kısmı refah toplumları iken diğerleri ikinci sınıf kalmaya mı mahkumlar?

Yöneten ve yönetilen ülkeler ve toplumlar mı var yoksa?

Son yıllarda artık kimi değişim rüzgarlarını ümit ettiğimiz ülkeler oldu.. Sadece bugün değil, daha önce, dünyanın farklı bölgelerinde de yaşadık bunları...

Arap Baharının arkasından çıkan huzursuzlukların yarattığı göç dalgaları son on senedir (11 senedir ) Batı'nın ellerini kollarını yeterince bağlamadı mı??

Batı'da  "İnsan Hakları" için yardım eli uzatmanın mecburiyetine inanan politikacılar, halklar olmadı mı??  Ve sonuçta bir taraftan evlerini farklı toplumlara açanlar var. Ancak devam eden uzun misafirliklerin getirdiği sorunlar da başlamadı mı bu yerlerde?

Ortadoğudan gelen misafirlerin, kültür yapılarını değiştirebilecekleri göçleri sindirmeye devam ederlerken,  Batı'da hala hümanizm diye bağıranların yanında bir diğerlerinin eleştirilerinin arkasında yatan rasist fikirlerin oluşumlarından korkanlar yok mu?

Artan işsizliğin getirdiği ekonomik zorluklardan mesul tutulacak insanları ülkelerinde istemeyecekler aşırı sağcı, radikal partileri besleyecekler .

Mecburiyetten geldikleri bu yerlerde yaşadıkları güçlükler, kimi anlamda çaresizliğin kurbanları olan bu insanların geçirdikleri bunalım ve hüsranla birlikte yepyeni toplumsal sorunların önünü açacak davranış bozukluklarını da yaşamalarına sebep olacaktır. Kimilerinin geçirdikleri post travma, bazılarının yaşadıkları depresif durumlar ve bir diğerlerinin adaptasyon sorunlarıyla birlikte suç oranlarında da aynı paralelde artış gösterdiğinde Ukrayna'daki savaş sadece o ülkede yaşanan binlerce insanın ölümüyle bitmeyecek.

Bu insanların misafir oldukları topraklarda kendileri ve yerel halk üzerine getirecekleri etki  dünyamızı değiştiren olayların başında gelecektir.

Her insan en çok kendi evinde mutludur. Her insan kendi yuvasında huzurludur. Insan yuvasında rahat ve özgürdür.  Bu yüzden bu evrendeki esas amaç her kişinin kendi yuvasını yaşanır kılmak olmalıdır!!!

Ve ideal yuva ya da ülke her vatandaşın hür ve eşit yaşadığı bir ortam demektir.

21. yüzyılda hala sorun da budur. Otoriter rejimlerin ellerinden kurtulamayan halkların çektiği sorun budur.

Despot yönetimlerin altında ezilen halkların, doğru ve eşit paylaşılmayan milli zenginliklerden mahrum bırakılan insanların bir de doğal kaynaklar ve stratejik hesaplar üzerine çıkan güç kavgaları yüzünden,  yerel, bölgesel ve bazen de küresel savaşların kurbanları olmalarıysa sonu gelmeyen bir evrensel dramdır.  

Otoriter rejimlerin yıktığı hayatlar yerine hep başka yerlere sığınmak zorunda kalınan bir dünyada insanlara  hiç bir zaman ideal bir hayat olmayacaktır.

2 Mart 2022 Çarşamba

Timna Park!

Hayatımda ilk kez Timna Park'a kuzenim ve ailesiyle gitmiştim. Sene 1995'ti. Onlarla birlikte ilk kez Eilat şehrine çok yakın olan bir kibutz'ta kalmıştık. Kibutz Eilot'ta.

Bir çok kibutzların geçim kaynaklarından biri de turizmdir. Bunlar iç ve tabi dış turizme hizmet ederler.

Bu kibutz'da kuzenim ve onun iki ufaklığıyla kaldığımız günlerde, Eilat Şehrini ve yunusları görmemin dışında bana en ilginç gelen şeylerden biri de, yine Eilat'ın yaklaşık 25 kilometre kuzeyindeki Timna Parktı.

Bugün sana Eilat yakınlarındaki en özel yerlerden birini göstermek istiyoruz dediğinde merak etmiştim, bu özel yer neresidir diye.

Timna Park dediğinde, aklıma yemyeşil bir alan gelmişti hemen. Bildiğim tek park yeşil alanlardı. Arabaya bindiğimizden sadece 10 dakika sonra, ana çevre yolundan  yeni bir başka yola girdiğimizde gözlerim farklı bir manzara aramaya başlamışken çevremde tek gördüğüm şey hala daha devam eden kupkuru topraklar, gözlerimin görebildiğince uzanmaya devam eden çöldü.

Kuzenimle çok samimi olmadığım için, çok fazla yorum yapmadan, kendi şaşkınlığımı kendime saklarken, bir süre sonra arabadan indiğimizde, aynı gün bizden başka kimsenin olmadığı açıklık bir alanda arabayı bırakarak yürümeye başlamıştık.

O dönem, daha tam olarak hiç bir şeyin belli bir insan eli değmislik hissi vermediği bu vahşi yerlerde yürürken, bir yerden sonra karşıma değişik bir manzara çıkmasını beklemiştim. Ve sonunda gözüme çarpan ilk farklı şey ufukta kızıl renkte kumların ortasında, cehennem sıcağının orta yerinde kocaman bir mantar şeklindeki kayaydı.  Yaklaşık 20 metre yüksekliğinde olduğunu tahmin ettiğim bu kaya, toprak kaymasının ortaya çıkardığı bir oluşumdu.

O an o yerlerde beynim,  dünyayı terk edip bambaşka boyutta, yepyeni bir gezegene iniş yaptığımı hayal ediyor gibiydi. Bana bildiğim tüm manzaraları  unutturan bir noktadaydım.

Çoğu zaman doğanın bize hediye etmiş olduğu farklı farklı güzellikleri gözlerimiz görmese de bu evrende insanların ağızlarını açık bırakacak öyle değerler var ki. İşte aslında Timna Parkta böyle bir doğal alan.

10 milyon yıl evvel, Suriye Afrika Vadisinin oluşum sürecinde ortaya çıkan bir doğal ortam burası.

Bu çevrede yapılan ilk kazılara göre, Yahudi Kralı Shlomo Ha Meleh yani Hz Süleiman döneminde bu alanda, kuyulardan çıkarılan bakırı erittikleri fırınların kurulduğu düşünülmüşse de daha sonra yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kimi aletler, kap ve kumaş parçaları  buradaki ilk bakır işletmelerin  Shlomo Ha Meleh'ten daha önceye,  İÖ 1300 yıllarındaki Mısır Uygarlığı dönemine ait oldukları anlaşılmış. Mısır'da aşk ve bereket tanrısı olan Hathor'a ( Mehet-Uret) 'e adanmış olan kimi kalıntılara rastlanmış.

60 kilometre karelik bir alanı kapsayan Timna'da en çok ziyaret edilen şeylerden biri, Süleiman'ın Sütunları olarak tanınan, yaklaşık 40 metre yükşelikteki doğal oluşumlardır.

Milyonlarca yıllık toprak kaymaları sonucunda ortaya çıkmış olan bu doğal dikeç oluşumlar, sanki insan eliyle yapılmış kadar mükemmel bir güzellik sundukları için, bu tarihi değerlerin insan müdahalesiyle hiç karşılaşmamış eserler olduğuna inanmak kolay değildir.

Böylece Timna Parktaki kayaların ortasında bir de küçücük bir göl bulunur.  Evet, hani filmlerde, çöllerde saatlerce aç ve susuz yürümek zorunda kalan  insanların birdenbire gördükleri bir vaha gibi bir göl. Bir anda karşısınıza küçük bir su birikintisi çıkar karşınıza.

Tabii şimdiki zamanda o binlerce yıl evvelki yanlızlığından, terkedilmişliğinden çıkarılmış bu alanda, küçük bir restoran ve çocuklar için göl çevresinde bazı atraksyonlar mevcuttur.

Ayrıca Timna Parkta, Yahudilerin, Mısır'dan çıktıktan, Kenaan Topraklarına yani Israel'e vardıkları günlere dek çölde 40 yıl geçirdikleri macerayı anımsatacak, o dönem kullandıkları çadırları gösteren bir örnek çadır sergilenir bu alanda. Tora'da verilen ölçüler ve orjinaliyle eş bir çadırdır bu.

Israel'de yine, din ve kutsal kitap ağırlıklı ziyaretlerden bir tanesini doğayla bütünleştiren, dünyanın diğer köşelerinden bu anlamda biraz farklı bir ortamı size taşıyacak bir park alanıdır bu.

Herşey aradığınız, merak ettiğiniz şeyin ne olduğuna bağlı belki. Kimisine göre, kupkuru bir yer dahadır belki burası. Bir diğeri için kimi çöl bitkilerini, farklı türde, ender rastlayacağınız ağaç türlerini, farklı bir toprak yapısını size tanıtacak ve tüm medeniyetten bir an için sizi uzaklaştırıp gözünüzün görebildiği kocaman, bakır renkte bir toprak alanı içinize sindireceğiniz değişik bir macera olarak görülebilir Timna Park.



 

 

 

1 Mart 2022 Salı

Diş doktorundan hoşlanmasakta ona alışabilirmiyiz?


Dişçiden korkan ne kadar çok insan vardır değil mi??

En bilinen, ve bir yerde de en doğal karşılanan korkulardan biri de dişçi korkusudur. İnsanların tuhaf karşıladıkları, anlam veremedikleri bir sürü fobilerin yanında çoğu kişinin kendinden bir şeyler bulabileceği bir korkudur "dişçi fobisi". Bir çokları için bu korku ya da çekinge fobi boyutlarında olmasa da.

Sanırım bunun birinci sebebi dişlerimizin bedenimizdeki en hassas, en duyarlı bölgelerden biri oluşudur. Çünkü dişler bir çok sinir bitiminin birleştikleri yerdir.

Mesela yanınızda birisi sadece hafiften dişlerini gıcırdatsa bu bile insanın içinde tuhaf bir his yaratabilir. Ya ada çok soğuk ya da çok sıcak bir şey içtiğinizde dişlerinizde, türkçede kamaşma denen, sinir uçlarının uyarılması yüzünden bir hassasiyet oluşur.

Diş ağrısı en zor çekilen ağrıların başında gelir. Ve benim çocukluğumda, kök tedavisi olmadığı sürece herhangi bir diş dolgusu için doktorlar iğne yapmazlardı. Derken o küçük aletle önce dişinizdeki çürük bölgeyi temizlemeye başladıklarında, kimi dokunuşlarda, o delici aletin sinir uçlarına değdiği anlarda havaya uçmamak zordu.

O delici aletin çıkardığı ses, dişin oyulmasının çıkardığı tuhaf yanık benzeri kokunun etrafa yayılması bile nahoştur çokları için.

Acıya ve uyarılara tahammül edemeyenlerle, korkuya meyilli insanların en baş düşmanı olan dişçiler, ne kadar sempatik insanlar olsalar da koltuklarına mutlulukla oturmak zordur.

Benimse inadına bu konuda hiç şansım yoktu. Çok genç yaşta sürekli dolgularla uğraşmaya başladığımda anladım ki dişlerimle aramı iyi tutmak zorundayım.

Ancak bir anlamda tek şansım vardı ki, o da ilk dişçim kuzenimdi.

Daha lise çağlarımdayken Çapa Tıp Fakültesinin Dişçilik Bölümünü bitiren kuzenime dayım çocukluğumdan beri girip çıktığım evlerinin bir odasını kliniğe çevirtmişti. O oda onun ilk muayehanesiydi. Ve ben de tabi onun ilk müşterilerinden.

Dişçilerden çok hoşlanmasam da dişlerimi ihmal etmemeye gayret ettim.

Hayatımda dişçilerle yaşadığım en uç macera ise, 20 yaş yani akıl dişimin 40 yaşıma gelip hala bana sorun çıkardığında olmuştu.

Ezelden beri akıl dişimin bir gün bir ameliyat gerektireceğini söylemişlerdi. Ancak bu işin düşündüğümden zor olduğunu bilmiyordum.

Ağzımda birden korkunç enfeksyonlar yapmaya başladığında, yani ikinci korkunç ağrı atağının peşinden bu işin ustasına gitmek zorunda kalmıştım. Meğer bendeki durum daha bir komplike imiş. Gittiğim doktor bana, yapacağı müdahalenin ardından, ağzımın yarı felçli kalabileceğini bildiğime dair bir kağıt imzalattıktan sonra, çenemi yerinden söküp  atacağını sandığım, bir saatlik bir operasyonla, en dipte durduğundan emin olduğum dişi, yan taraftan yardığı etin altından parça parça sökerek çıkartabilmişti.

Neredeyse bir ay, adamın muayehanesine gidip gelmek zorunda kaldığım, ağrıların aklımı başımdan aldığı bir süreci geçirdiğimi düşündüğümde, insanın bazen çok basit sandığı bir şeyin, daha zor ameliyatlardan daha fazla canına okuyabileceğini de göstermişti.

Her 20 yaş dişi bu derece zorluk çıkarmaz mutlaka. Bir çok benzer operasyon bu derece komlikasyon yaratmaz. 

Dün doktor bana çok şaşırıdığım bir iddiada bulunarak dişlerimin iyi cins olduğunu iddia etti. Ben aslında dişlerimle uğraşmaktan, son senelerde şeker yemeyi neredeyse tamamen kestiğimden beri kurtuldum. Bir süredir artık dişçi koltuğuna oturduğumda mutlu kalkıyorum.

Ve bir kaç senedir beklettiğim iki diş emplantına dün büyük bir korkuyla başlarken. İlk aşamayı sağsalim atlattım.

Doktorun ön hazırlıklarını izlerken olacaklar bana bir an korkutucu gibi geldilerse de bir kaç iğnenin ardından hiç bir şey hissetmeden prosedürün bitimine kadar kendimi işin ehline sabırla teslim ettim.

Aslında ben bu tip şeylerde genelde iyi çocuğumdur. Çok zor geçen, kızımın doğumunda bile ağzımdan aaaa çıkmamıştı. Ben ne bağıracam, delimiyim ben mantalitesiyle, cesaret ve kahramanlık ünvanları verilmişti bana. Halbuki esas neden insanların önünde sesimi çıkarmayacak kadar çekingen oluşumdu.

Dünse, doktorun asistanına, bu alet nedir,  o ne işe yarıyor diye sorarken, kadına aletler hakkında yaptığım komik tahminler, onu bir hayli eğlendirdi.

Bir kenarda kurduğu makinenin,  kalp atışlarımı takip edecek bir monitör ve yanına koyduğu bir torba infuziya'nın da bir an için kendimi kaybedersem, damardan verecekleri sıvı olduğundan emin olduğumu zannettiğinde o ana kadar ciddi duran genç bayan kıkır kıkır gülüyordu. 

Dalga geçerken esasen kendi kendimi teskin eden benim söylediklerim ortamı yumuşatırken ben de rahatladım galiba.

Böylece,  biri bir tarafta, diğeri ağzımın karşı tarafındaki iki boş yeri doldurulmak için sonunda koltuğa oturmam bir zaferdi. ( emplant olması gerek yer arkalarda olunca  acele etmemem için bir sebep gibiydi bana  )

Annemi dişçiye getirip götürürken ayaklarım adamın kliniğine girip çıkmaya alışınca biden bana cesaret geldi.

Sonuçta, bir şeyden bir korkumuz varsa, onunla karşılaşmayı, yüzleşmeyi göze almak, adım adım kendimize yardım etmekle mümkün. İlk adımda o yere girip çıkmak, doktoru tanımak, onunla bu konuda konuşmak, kendisinden yeterli bilgi alıp, prosedürün sizin çekindiğiniz kadar zor olmadığını kavramak.

Bugün ağzımın bir tarafı biraz şiş olsa da, sonuçta gerçekten düşündüğümden çok daha kolaydı.

İnsan öncelikle gözlerini kapatıp kendini olaya teslim ettiğinde, hatta o an belki dişçi koltuğunda değil de salondaki koltuğunda ya da denizin kenarında bir şezlongta bulunduğunuzu hayal ettiğinizde, ya da belki, bir saat sonra herşeyin olup bitmiş olacağını hatırtlattığınızda kendinize, belki bir an sevdiğiniz şeyleri ve insanları düşündüğünüzde, kalbinizdeki o anki sıkışma yavaştan hafiflemeye başlıyor, çarpıntınız da yine yavaş yavaş düzene giriyor. Herşey belki ilk bir iki dakika için zor olsa da, daha sonra kendinizi çok daha iyi hissetmeye başlıyorsunuz. 

 

28 Şubat 2022 Pazartesi

Ukrayna'da devam eden savaşa buradan bir bakış

Bugün, Israel' de yaşayan yüzbinlerce Ukraynalının kalpleri, aileleri, sevdikleri için atıyor.

Gözleri yaşlarla dolu kadınlar, erkekler ve çocuklar kardeşlerinin, annelerinin ya da oğullarıyla büyük annelerinin güvenlikleri için endişe ediyorlar.

Elektriğin,  bombardımanlar sonrası  kesildiği şehirlerle haberleşmenin imkansızlaşması yüzünden yakın arkadaşlarının, ailelerinin izlerini kaybedenler son derece endişeliler. Meydanlarda toplanan insanlar bir taraftan slogalar atarlarken bir taraftan da ağlıyorlar.

Israel kimliğine sahip olanlarla burada aileleri bulunan Ukraynalıları Israel'e getirtebilmek için planlar yapılıyor.

Arada her geçen gün ölü sayısı artıyor. Aralarında çocukların da olduğu sivillerden ölenler var.

Yanlız Ukraynalılar değil. Hiç nedensiz yere vur emriyle savaşa gönderilen bir sürü genç Rus askeri de, aldıkları emirlerin kurbanı oluyorlar. İki taraf, iki kardeş halk, iki komşu ülke, iki benzer kültür, iki. çoğu yönleriyle bir çoklarından birbirlerini anımsatan toplum birlikte daha iyi bir gelecek yaratmayı mümkün kılabileceklerken ellerinde olanı da yok ediyorlar.

Fakat sorun, insanlara hak ettikleri özgürlüklerini vermek yerine onlara hükmetmeye çalışan narsist bir liderdedir. Sorun,  tüm gücü tek merkezde toplayan bir adamın iktidarının devamı için her yolu denemesidir. Sorun eski bir imparatorluğun hayalini yeniden canlandırmaya çalışan Putin'in egosu için milyonları feda edebileceğindedir.

Tanrı tüm masumları korusun!!

Ağlama Duvarı'nda, doğup büyüdüğü vatanı için dua eden bir Ukraynalı

Soğukta yuvalarından olan çocuklar

Ada' daki Maden caddesinin aşağısında bir plaj vardı. O plajdaki köprüden suya atlamak için kaç dakika düşündüğümü hatırladım dün. Ufakken halbuki denizin dibine bir anda kendimi balık gibi bırakmak nasıl da kolaydı. Büyüdükçe serin sulara hemencecik alışmak zorlaşmıştı birden. 20 yaşlarıma geldiğimde birden eskisinden çok daha faza üşür olmuştum nedense.

Kışın soğuk günlerinde hava sıcaklığı beş derecelere düştüğünde, üşümemek için ne kadar giyinsem fayda etmezdi.

Halbuki, ortaokul yıllarında, o dizin altına kadar inen havacı mavisi eteğin altında, sadece bir çift soket çorap ve mokasen ayakkabılarla okula giderdim. Kilotlu çorap giydiğimde o kadar rahatsız ederdi ki böylesi daha iyiydi.

Kış ayları, önce iki kazak sonra da palto giydiğim halde bir türlü vücudumun sıcaklığını muhafaza edemediğimi hissederdim, Soğuklar beni gerçekten zorlardı. Bugüne dek kimi zamanlarım sadece üşüyerek geçer. Bu aylarda benim ellerim hep soğuktur.

Ve dün televizyonda Ukraynalıları gördüm. Dondurucu soğukta, evlerini, mahallelerini, şehir ve yurtlarını bırakıp yollara dökülen çocukları gördüm. Bir günden diğerine mülteci durumuna düşen insanlar, Ukraynanın zorlu kışında yollara koyuldular.

Tren yolunun kenarında elinde küçük bir sopayla oynayan çocuğa yaklaştı bir muhabir. O kadar küçücük ki olanları anlaması zor. Bir diğeriyse tek bir şey söylüyor gazeteciye, " Çok üşüyorum!!!"

Gece eksi iki, gündüz en fazla üç dört derece soğukta, saatlerce bekleşen insanlar. Çaresizlik içinde Ukrayna'daki istasyondan yedi saat ötedeki Polonya sınırını  geçmek için bekliyorlar. O kadar çoklar ki. Trenlerse hınca hınç dolu....

Önce hangileri binecekler?

Yanlarına alabildiklerini almışlar. Acaba karınları aç değil mi? Çantalarında ne kadar erzak var kim bilir? 

Polonya sınırını geçtiklerinde onları  kimler ve hangi imkanlar bekliyor?  Eşim diyor, Polonya' lıların kendi ekonomileri berbat, nasıl karşılayacaklar bunca mülteciyi?

Avrupa Birliği yardım edecek mutlaka. Sorun sadece Polonyanın değil ki!!

Bunca insan perişan bir durumda. Bir tek insanın deliliği yüzünden.

Deli değil diyorlar. Sadece kendi otoriter rejiminin düştüğü tehlikeyi gördü!

Eminim Putin' in karnı dün doymuştur. Yatağı da sıcaktır.

Kim düşündü bir günden diğerine bunların olacağını.

Avrupa savaşları unutmuştu sanki.

II. Dünya Savaşı' ndan beri böylesi sahnelere tanıklık etmemiştik.

Ortodoğudaki Savaşlar ayrı... Onlar sayılmazlar!!! 

Avrupa' nin eteklerinde dönen bu oyunsa global bir tehlike.  Dört gündür televizyonlara yansıyan görüntüler, dokümanter bir film  değil.  Seyrettiklerimiz, Hollywood' un son çekilen savaş sahnelerinden de değil. Bugünle eski arasında sanki bir fark yokmuş gibi bir his var bende. 80  yıl evvel yaşanmış sahnelere benzetiyorum, Ukrayna sokaklarında yaşananları.  Savaş sahneleri hep aynı. Ama bunlar film değil.

Ve Avrupa' nin sınırlarında dönen bu savaşın getirebilecekleri  Yemen' deki hutilerin ve Arapların birbirlerini yemelerine benzemiyor.

Seneler sonra, Afrika'dan botlarla Avrupa kıtasına ulaşmaya çalışan siyah saçlı, esmer mültecilerin yanına sarı saçlı mavi gözlü Avrupalı insanlar katıldılar birden.

Piyasalar allak bullak. Şimdiden bu savaşının ilk işaretleri borsalara yansıdı. Benzin fiyatları tırmanışta.

Korona' nin getirdiği krizi daha arkada bırakmadan, virüs' un son durumlarını değil, insan denen mikrobun yarattığı enfeksyonu konuşuyoruz. Bu savaşın da bir epidemiden pandemiye dönüşmemesi için, Batı'nın bir taraftan Ukrayna'yı yüzüstü bırakmaması, diğer taraftan kendisini bir savaşın ortasında bulmamak için çok ince kararlar alması gerekiyor.

Dün ne kadar istedim, o diktatörün ellerinde piyon olan Rus askerlerin, milyonlarca masum insanın esenliği adına bir delilik yaparak, Ukrayna'yı, sivilleri bombalamak yerine Putin' in sarayını hedef almalarını!

Bizler evlerimizin konforu içinde, koltuklarımızda bu insanların yaşadıklarını izlerken, çocuklar ve kadınlar canlarını kurtarmak için yollardalar....

Daha dün dünyaya gözlerini açmış binlerce, onbinlerce çocuk..hayatın kavramını anlıyamadan, karda, soğukta sıcacık yataklarını, sabun kokulu yastıklarını, gece yatmadan evvel sarıldıkları oyuncak ayılarını, huzur içindeki uykularını bırakarak tren istasyonlarına yığıldılar.

Babaları bir anda onları terk etmek zorunda kalırlarken, annelerinin ürkek bakışlarında cevap aramaya çalıştıkları anlarda,  kimse başlarının üzerlerinde uçan uçakların hedefi olmayacaklarını söz veremeyor bile.



26 Şubat 2022 Cumartesi

İçimizdeki Ruslar ve savaş

Dün gece, yeniden Tel Aviv'in merkezinde binlerce insan toplandı.

İnsanlar ve etiketlerinden bahsederiz. Genelde bir millet hakkında çocukluğunuzdan beri size etiketlerle konuşulmuşsa, bir ulus, bir ülke hakkında size ne öğretilmişse sizin için o insanlar bu söylenenlere değer tipler olmuşlardır.

İngilizler komik, Fransızlar soğuk, Amerikalılar cahil, Yahudiler zengin ve para seven, Israelliler katil vs...

Ve etiketlerin  bir çoğu negatiftirler.

Genç kızlığımda ilk kez Rusları, Sovyetler Birliğinin çöküşünin ardından tanımaya başlamıştım.

Ruslar derken, belki de sadece Sovyetlerin çöküşünden sonra bu birlikten kopan bir çok farklı ülkeden gelen tiplerdi bunlar. Hepsi sarışın, hepsi Rusça konuşanlardı. Böylece  hepsine Rus denilirdi. İnsanlar bunların hepsini aynı yerden, aynı ülkeden, aynı cinsten zannediliyorlardı.

Yine bir genellemeydi bu. Bizim için o dönem tanıdığımız Rus insanı, demode giyimleri, fakirlikleriyle ve hayatlarını kazanabilmek için her tür işe açık olan kadınlı erkekli bir grup insandı.

Karadenize kapağı atanların bir kısmı bir süre sonra İstanbul'da Aksaray'da bavul ticareti yapmaya devam ediyordu.

Kadınlar bedenlerini satarak para kazanırken, artık Türklerin zihinlerindeki Nataşa, parayı ver kadını al bir tipe dönüşmüştü çoktan.

Nerede Rus Çarlığı, neredeydi müziğe, edebiyata, dünya kültür hayatına damgasını vurmuş olan Ruslar?

Varsa yoksa, yoksullukla, sefillikle kılık değiştiren kimi belli kitlelerin yaşam kavgasının çizdiği yeni Rus imajıydı...

Israel'e geldiğimdeyse, ilk Rusları İbraniceyi öğrendiğim okulda tanıdım.

Kadınları çoğu kez tablo gibi güzellerdi. Giyimleriyse gerçekten, o döneme göre belki yirmi otuz yıl evvelin  modasını hatırlatır gibi idiyse de, bu insanlarda ilk göze çarpan şey azimleriydi.

Çoğu yıkılmış yuvaların insanlarıydı. Hep arkalarında birilerini bırakıp gelmişlerdi buraya.. Kimisi çocuklarını, kimisi anne babasını.. Bir çokları boşanmış kadınlar, tek başlarına çocuklarını büyüten annelerdi.

Ve çalışkandılar. Başarmak için herşeyi yapmaya hazır insanlar...

Komünizmin bu insanlardaki en büyük etkilerinden biri disiplindi.

Türkiye'de arkamda bıraktığım, Nataşa'ların ( ne yazık ki Türkiye'de Nataşa adı fahişe kelimesinin eş 

anmalısına dönüşmüştü) yerlerini burada, Ludmila'lar, Ala'lar, Olga'lar almıştı.

Aralarında çok tatlı insanlar olduğu gibi kimileri de soğuktu.

Bugün Israel'de, eski Sovyetler Birliğinden gelen bir buçuk milyon Rus yaşıyor.

Bunlar, Israel'i kuran ilk ya da ikinci dönem Ruslardan farklılar.

Geçen zaman, bu insanları da değiştirmiş mutlaka.

İlk Ruslar sosyalistiler. İlk Ruslar Yiddiş konuşan, toprak işleyen insanlardı. Kibutzları kuranlardı.

Sonra gelen Ruslar, geçen zamanla, oranın genel nüfusuyla karışanlar oldular.

Siyonist olmaktan çok daha iyi bir hayat kurmak hayalleriyle geldiler.

Toprakta çalışmak değil, doktor, mühendis ve eğitmen olmak ilk rüyaları oldu.

Çok çalışkan oldukları açık..ilk aliya yapanlarla  son gelenler arasındaki ortak nokta sanırım azimli 

insanlar oluşları.

İlk aliya yaptıkları gün kendilerini kurtarmak için her işi yapmaya  hazır bu insanlar.

Matematik'te doktora sahibi olmaları merdiven silmeye bile hazır olmalarına engel değil.

Daha sonra bir okulun müdürlüğüne yükselene dek en zoruna katlanmaya devam ediyorlar.

Aralarında dayanışma büyük.

Birbirlerini desteklemeyi biliyorlar.

Bugün, İsrael'de çok büyük bir yol adılar bir çoğu.

Okumuş insanlar, gerçekten kaliteli müziği tanıyan, sanata yatkın kişiler Ruslar.

Ve hepsine bir ağızdan Ruslar deseler de, onların arasında yüz binlercesi, Ukraynalı, kimileri Kazak 

Rusları, kimileri Latvia'dan, bazıları Litvanyalı ve bir çokları da Belarus'tan...

Bilmeyen ve tanımayan içinse hepsi aynı. Çünkü hepsi Rusça konuşuyor, çoğu vodka seviyor..

Ve hepsinin aksanları aynı...

Dün gece, yeniden Tel Aviv'in merkezinde binlerce insan toplandı.

Rusya'nın, özgür bir ülkeyi istilasına karşı  seslerini duyurmak için.

Aralarında, Ukraynalılar, Ruslar ve diğerleri, hepsi aynı şey için biraradaydılar.

Çocuklar, kadınlar ölmesin..insanlar evlerine dönsünler diye. Savaş olmasın diye..

Tüm insanlığın yarınını tehlike altına alan geniş çaplı bir çatışmaya karşı herkesin aynı hisleri taşıdığı  açık.. Dilerim Tanrı'dan çok fazla insan ölmeden bu krizi sonlandırmayı başarsın insanlar.