23 Şubat 2022 Çarşamba

Hayata tad vermek için de hep bir dokunuş daha gerekmez mi?

Geçen gecelerden birinde, eve çoğu zamanki gibi geç giren Danielle'e aç olup olmadığını sordum.  Çok soğuk ve yağmurlu bir günün sonunda yeterince yorgun görünüyordu.

Genelde kendi mutfağa girip kendi başının çaresine bakan bu genç kız; "Anne buz dolabında neler var? "diye sorduğunda. Bugün vejetaryen değil pek menü. Ne yapacağız şimdi?

Off çok yorgunum.

Okay, bu soğuk güne uygun bir sebze çorbasına ne dersin?

Saat neredeyse ona gelirken, o ana kadar yeteri derecede uyuşuk hallerde olan ben birden büyük bir enerjiyle koltuktan fırladım. Hepimiz için güzel bir çorba yapabilirim derken adeta keyiflendim birden.

Dolabı açtığım gibi içinde bulduğum tüm sebzeleri dışarı çıkardım. Ama ne bulduysam.

Patates, havuç, renk renk biberler, domates, kabak vs....

İçine her tür sebzeyi koymaya kalktığınızda tek sorun çorbanın miktarını sürekli genişletmeniz. Aynı çorbayı iki günden fazla içmek istemiyorsanız, en sevdiğiniz sebzelerden koyup işi orada bitirmek gerekebilir. Ancak, hem lezzetli hem de faydalı bir şey içimize girsin diye diretiyorsanız, rengarenk bir yemeği mutfağınıza hediye etmenin :) dışında aynı çorbadan üç beş porsyon içmeye de hazır olmanız şarttır.

Kızım banyonun yolunu tutmuşken, smarphone'da koyduğum You Tube'taki seçkin şarkılarımı da devreye koyarak, o anı biraz daha keyiflendirerek işe başladım.

Genç kızlığımdan beri yemek yapmak bana cazip görünen bir şeydi. Bunu hiç bir zaman bir külfet gibi görmedim.

Sanatsal şeyleri hep sevdiğim için belki.

Yemek hazırlamanın kesinlikle sanatsal bir konu olduğuna inanıyorum. Tek sorun, pişirdikten kısa bir süre sonra sanatınızdan geriye bir şey kalmaması 😁. Ancak bugün boşu boşuna insanlar her pişirdikleri yumurtanın, omlet'in resmini çekip paylaşmıyorlar.

Yemek dediğiniz şeyin görüntüsü bile bazen insanı mutlu etmeye yetmiyor mu?  Doğanın en güzel renkleri, midemize doldurmaya heveslendiğimiz tatların bir parçaları olarak tabağımıza yansımıyorlar mı?

                                                       Çorbamın resmini çekmeyi de unutmamıştım  

Neyse, derken...tüm sebzeler soyulup, küp küp kesildikten sonra, sıraya göre tencerede yerlerini bulurlarken, aklıma gelen tadlandırıcıları içine eklemeyi kesinlikle unutmuyorum. Ve en önemli katkılardan biri de sarımsak. Onsuz çoğu zaman lezzeti yakalamak mümkün değil.

Bir de değişiklik olarak bu defa içine pancar da ekledim.

Yaptığım bu ufak değişikliğin bedeli aklıma gelmedi değil.

Pancar, kök bitki olarak son derece faydalı olması bir tarafa çoğu insanın çok sevdiği bir şeydir.  Girdiği her yemeğin içine verdiği renkle de ayrıca bir güzellik katması da tam bir göz ziyafetine çevirir olayı.

Ancak yine de bazen ne kadar özen gösterirseniz gösterin tadına baktığınızda bir türlü bir şeylerin istediğiniz gibi olmadığını farkedebilirsiniz. Sürekli biraz daha tuz mu acaba? Yoksa az bir şey daha şeker mi koysam?

Ya da bir miktar daha kırmızı biber? Belki azıcık soya....Hardal??  Bir ondan bir bundan. Görüntü muhteşem tadıysa çok düz. Hiç düşündüğüm gibi olmadı.

Kızım zaten problemlidir. Anne, kızma ama pancar çorbaya hoş olmayan bir tad verdi. Onun sorunu pancarin kök bitkisi olması... Pancar topraktan aldığı minerallerin tadını taşır gibi yemeğe. Alışık olmayanı rahatsız edebilir belki.

Arada benim yemekle oynayışlarım, biraz sarımsak daha ve biraz belki şu ya da bu derken seneler evvel resim yaptığım zamanları hatırlattı.

Pastel boyalarla beyaz sayfalarda yerlerini bulan bahçeler ve ovaların yeşilliğiyle oynarken, her ağaca ve çimlere ilk dokunuşların ardından, gölge oyunlarıyla meşgul olmak çok keyifliydi.

Resmi resim yapan da o gölge oyunlarıydı. Yeşilin bin bir tonunu yaratmak, her tonda resim biraz daha gerçeğe yaklaşır gibi olurdu.

Her farklı detayı işlediğinizde resim düz ve sıkıcı olmaktan çıkıp hayat kazanmaya başlardı. Bir ağaç ve bir çiçek ve bir tane daha. Ve gökyüzünü boyarken de böyleydi... Ve  arka plandaki denizin maviliğinin üzerindeki ışık oyunları ve dalgaların köpüklerinin buluşmaları.... ve bahçenin ortasında küçük bir köy evinin yerini buluşu. Belki o evden çıkan hafiften bir duman, evde yaşayan canların olduğunu anımsatırdı insana... Resimlere genelde insanlar çizmekten kaçınırdım, onlara hayat veren hareketliliği yaratmakta zorlandığımdandı herhalde..çizgim o derece kuvvetli olmadığından...

Ve boyaları her vuruşunuzda bir adım daha ilerleyen resmin tam istediğiniz gibi olduğunu düşünürken, bazen birden yanlış bir çizginin herşeyi mahvettiğinden emin olur, hataları yine ellerinizi rengarenk yapan pastellerin yardımıyla sorunu aşmaya çalışırsınız.

Yemek yaparken de bazen, bir şeyler düşündüğünüz gibi çıkmadığında, yoktan var etmeye ya da bozulanı düzeltmeye çalışmanın keyfi ayrıdır. Lezzeti yerinde olmayan bir şeye hayat vermeye çalışmak. Canlandırmak.. Yeniden ele almak. Başka şeylerle,  başka soslarla tadını yerine getirmek için çabalamak.

Yemek, resim ve hayatımıza ait olan herşeyde bu böyle değil mi?  Hep bir çaba var. Hayata tad vermek için de, insanlarla olan ilişkilerimizi canlandırmak için de hep ufacık, bazen koca dokunuşlara ihtiyaç duymazmz.

Bazen yanılırız. İstediğimiz gibi olmadığını sonradan farkederiz.

Hayat, deneme ve yanılma tahtası. Her defasında yeni bir tecrübe. Sanırım en önemli şeylerden biri de, yanılacağımız korkusuyla denemekten çekinmemek. Bunu kendimize sık sık hatırlatmamız gerekiyor.

Çabamızı takdir etseler de etmeseler de. Önemli olan hep bir şeyler için savaşmak...

22 Şubat 2022 Salı

Kimileri Gal gibi, sevmek için yaşarlar, bazıları ise sadece kendilerini görürler, !!!


Sabah sabah Gal okul yolundayken telefon açtı servisten. Yol boyu benimle konuşurken aklına dün akşam babasıyla birlikte annemi eve bıraktıkları anlar geldi. Onu uyarmıştım,  "Safta'nın başı dönüyor.  Lütfen ona kapıya kadar eşlik etmeyi unutma, tamam mı Gal?! ".

Anne dün onu sadece kapıya kadar götürmek istemedim,  asansörle yukarı çıkarmak için ısrar ettim ama Safta ( Anneanne )  gerek yok dedi diye hatırlattı.

Annemi her görüşünde son derece mutlu olan bu genç çocuğun insanlara olan özel ilgisi bugün ender rastlanacak bir şeydir. 

Çoğu kez ilk çocukluk yıllarında kalan böylesi saf  bağlar genelde çocukların ergenliğe geçtikleri senelerde yerlerini arkadaş çevresiyle değiştirmeye başlar. Anneden babadan ve ailenin diğer yakın üyelerinden kopan bu ilgi yerini arkadaşlara, karşı cinsle ilk beraberliklerle başlayan yepyeni bir sürece terk eder.

Ve bu durum, gençlerle aile arasında birden bire çok keskin bir ayrılık yaratır. Bir anda sanki çocuğunuzun sizden tamamen uzaklaştığına tanıklık edersiniz.

Aslında doğal gelişimin bir parçasıdır bu uzaklaşma. Çocuk sadece büyüyordur ve ilgi alanı ilk kez anne babadan dışa kaymaya başlamıştır. Ve ne yazık ki bu süreç geri dönüşü olmayan bir süreçtir. Geçici bir dönem değildir.

Bir kez, çocuk gençlik yıllarını yakaladı mı hayat sizler için farklı bir yön alır. Size adeta tapan küçük hayranlarınız birdenbire sizi görmez olurlar. Bunu da sevgiyle kabul etmekten başka çareniz kalmaz.

Tek istediğiniz onların gerçekten dış dünyayla sağlıklı bir iletişim içinde oldukları, mutlu insanlara dönüşmeleridir. Dış dünyaya entegre olmaları, size bağımlı kalmamaları herşeyin başıdır.

Otist çocukların diğerlerinden farkı belki bu anlamda en çok ergenlikte kendini göstermeye başlar.

Yuvadan kanatlanıp uçan çocuklara karşın bu gençler bir yerde hep size tapmaya devam eden küçük çocukların saflığıyla kalırlar.

Onların bu yönlerinden de öğrenilecek çok şey vardır.

Gal'in sevgisi her dönem bambaşka bir boyutlardaydı sanki. Çok küçük bir çocukken bile onun yaşındaki bir çocugin aklına gelmeyecek ayrıntıları düşünürdü.

Daha sadece dört yaşında olduğu bir dönemi anımsıyorum. Konuştuklarını zoraki anladığımız, yemek yememezlikten bir deri bir kemiğe döndüğü yıllardı. ( Onunla bugüne dek yemek konusunda büyük güçlükler yaşamaya devam ediyoruz )

O dönem, neredeyse her konuda yardıma, terapilere koşturduğumuz Gal'in başkalarından gelişmiş tek yönü, karşısındaki insana göstermeyi bildiği muhteşem ilgisiydi. Dört yaşında bir çocuktu yine, annemin bizi ziyarete geldiği bir akşam üstü aniden yağmur bastırmıştı. Ve annem eve gitmesi gerektiğini söylediğinde hepimizden evvel; "Anne safta bu şekilde eve nasıl gidecek? Gitmesine izin verme, dışarıda çok yağmur var"demişti.

Yine altı yaşındayken, bir gece annem ve bir yakın arkadaşını özel bir toplantı için evlerinden almıştık. Arabadan indiğimizde Gal'in,  sen anneni tut ben Dina'ya elimi verdim dediği anları ne annem ne de arkadaşı unutmazlar.

Ve Gal hep böyle kaldı.

Aslında onun bu ilgisi kişinin sevdiğine kol kanat geren bir insanın en saf haliyle ortaya çıkışıdır.

Bir insanı sevdiğinizde onu korumak istemeniz en doğal şeydir.

Çocukluk arkadaşımın sesi, son telefon konuşmamızda kulağıma biraz buruk, biraz endişeli gelmişse aradan geçen günlerde onu arayıp, herşeyin yolunda olup olmadığını sormamdan daha doğal bir şey varmıdır?

Yüksek ateşle yatan bir sevdiğinizin ertesi sabah ateşinin düşüp düşmediğini merak etmek normal değilmidir?

Sadece kimi insanlar her telefon açtığınızda nefes almadan hafta sonunda nerede olduklarını anlatırlar.

Her telefonda, iş yerinde son kez onları neyin ve kimin sinirlendirdiklerini nefes bile almadan size açarlarken,  kendi iş sorunlarının detaylarının karşılarındaki insanında hayatlarındaki tek  sorun olduğundan emindirler.  Kendi baş ağrıları, kendi çocukları, kendi dünyaları ve sadece ve sadece onlar vardır onlar için.

Bir kez olsun ilgilerini kendi dünyalarından başkalarına kaydırmayı beceremeyen insanlardır bunlar. Bazen bu insanlar en yakınızdadırlar. 

Uzağınızda olduklarında bile kumandayla sizi ve diğerlerini parmaklarının ucunda oynatmaya çalışan insanlar bu duruma karşı çıkmaya kalktığınızda  sizi manipüle etmeye çalışır, yıpratma taktikleri uygularlar.

Sonunda bir de sevgi konusunda başkalarına vaaz verirler.

Karşınıza içlerinde gerçek anlamda sevgi taşıyan insanlar çıktığında bu tiplerin sizi duygusal olarak sömürmekten başka hiç bir etkileri olmadığını kavrarsınız.

Halbuki, hayat boyu onlardan  tek beklentiniz biraz sevgi ve karşılıklı saygıdan başka bir şey değildir.

Sizin sınırlarınızı, sizin hayatınızı, sizin kişiliğinizi hiçe saymayan bir ilişkiden başka bir şey değildir aradığınız.

Birbirimizin özel alanına saygı göstermek. Her insanın kisisel sınırları olduğunu bildikten sonra, gerisi kolay.

Sevgiyi ve ilgiyi ise galiba en çok Gal'den öğrenmek mümkün.

Kimilerine ise bazen artık dur demek ilaç gibi!!

21 Şubat 2022 Pazartesi

Annemin yaşlı teyzesi

Annemin yaşlı bir teyzesi varmış. Bize her zaman anlattığı bir yaşlı teyze. Evin demirbaşı olan yaşlı bir insan. Herkesten ve herşeyden daha baskın bir kişiliğe sahip olan, bir çocuğun küçücük dünyasında en fazla etkiyi yaratmış, görünürde aileye sevap için eklenmiş bir birey olsa da o aile içinde yetişen çocukların üzerinde  onunla yaşanmış bir çok olayla beraber diğer insanlardan daha fazla iz bırakmış bir karakterdi bu kadın.

Küçük mutfak sohbetlerimizde. Hani okul dönüşünde yediğim o lezzetli öğle yemeklerinin eşliğinde annemden dinlediğim çocukluk ve gençlik anılarının en merkezi tiplerindendi bu yaşlı insan.  Belki annesi ya da babasından daha çok bahsederdi ondan.

O zamanlar çoğu insanın evlerinde aileyle birlikte yaşayan bir büyükanne ya da büyük babaya karşılık, annemlerin evlerinde aileye katılmış olan 6. fert aslında babasının yaşlı teyzesiymiş.

Onlardan başka hiç kimsesi olmayan bir aile büyüğünü himayelerine almışlar ailece.

Bugün kimsenin kolay kolay ortak bir yaşam sürdürmek için hevesli olmadığı bir dünyada yaşayan bizler için o dönemlerde kimsesi olmayan bir ikinci derece aile üyesini. tüm maddi ve manevi zorluklara rağmen seve seve aralarına kabul eden insanların  yaşamlarını hayal etmek ne kadar farklı ve sıcak bir his yaratıyor.

O iki katlı ahşap evleriyle  içinde yaşayan aileyi anlatırken annem beynimde artık kendimce bir senaryoya dönmüştü onların yaşantısı. Bir film, bir hikaye. bir roman gibi. Her biri ayrı dünyaların insanları olan karakterlerin içlerinde yaşadıkları zorluklar, yaşam kavgaları, hüzün dolu anılarla birlikte,  sevgi, bağlılık ve bir o kadar karmaşık insan ilişkileriyle dolu bir yaşam..

Benim kafamda gri beyaz renkleriyle canlandırdığım, adeta çok eski sinema filmlerindeki gibi bir hayat...Sanki herşey çok çok eskilerde kalmış gibi... Yalan da değil ( Birazdan gerçekten yüzyıl öncesinde kalmış anılar bunlar  )

Yaşlı teyzem diye başlardı.  Annemin anne babası hayatla o derece meşguldüler ki geriye bir o yaşlı insan kalıyordu, çocuklarla ilgilenen. Onlarla iletişim kuran, zaman zaman  oynayan, hayatı, geçmişi, eski insanları onlara anlatan bir yaşlı kadın.

Annesiyle yaşlı teyzesinin aralarındaki tüm didişmelere rağmen evin baş köşesinden eksik olmayan bu kadını annem belki de herkesten çok seviyordu.

Kimseye anlatmadıklarını, kimseyle paylaşamadıklarını ona anlatırken, yaşlı kadın için de evin çocukları bu hayattaki en büyük sevinci, en büyük dayanağıydı kuşkusuz. Tüm ciddiyetine rağmen bir çok defa onlarla çocuk olabilen tek insandı belki.

Zora girdiğinde en fazla yardımı da evin ufaklıklarından alan bu insanın gözleri görmezmiş.

Çocukluğunda geçirdiği bir kaza sonucunda iki gözü de kör olan bu kadın için annem ve küçük teyzem baş kurtarıcılardı. Yaşdığı her zorlukta ilk yardımına yetişenler. Oradan şunu getir, bunu indir, bunu çıkart derken iskemlenin üzerine çıkan çocuklar çoğu zaman ona yardimci olurlardı.

Kimi sıcak yaz gecelerinde birden çocuklardan daha çocuk olan Tant Virjini; "Hadi yatakları alın çocuklar bu gece balkonda uyuyacağız dermiş!! " Çocuklarda büyük sevinç, odadan balkona taşınan şilteler, çarşaf ve pike kuvertürler yan yana dizildikten sonra, karanlığın çökmesiyle gökyüzünde iyice parlayan yıldızları seyrederken başlayan hafif esintinin serinliğinde hikayeler anlatan teyzelerinin yanında uykuya dalarlarmış.

1800'lerin ortalarında,  Hasköy'de geçen genç kızlığı...Onu yanlız bırakmayan arkadaşlarıyla. Haliç'in yemyeşil eteklerinde toplanan diğer cemaat gençliğinin arasında,  dönemin aşklarını, yaşanmış bir çok hikayeyi onun ağzından dinlemek ilginçti mutlaka.

Boğazın sularını içlere doğru taşıyan Haliç koyununun kıyısındaki balıkçı teknelerine bakan o yamaçlardaki ağaçların altında düzenlenen toplantılarda, gençlerin çaldıkları müziğin eşliğinde birbirlerini tanıyan, birbirleriyle yakınlaşan erkekli kızlı grupların arasında olan Virjini yaşanan ilişkileri, bulundukları ortamı ve insanları kendi hayalinde canlandırabildiğince hissetmeye çalışıyordu. Diğerlerinden farklıydı o. Buna rağmen herşeyi gören bir insanın gözleriyle anlatır gibiydi.

Yaşanan aşkları unutmasa da kendi romantik duygularını bir şekilde gizlemiş bir yerde dizginlemişti mutlaka.  Sanki olmamış, olamazmış gibiydi. Kör olduğu için ne aşkı, ne sevgiyi ne de bir erkekle birlikteliği tatmıştı.

O dönem insanlarının belki de en büyük şansızlıklarından biriydi bu.  Sahip oldukları bir sakatlık, bazen ufak bir kusur  bile tamamen başkalarına bağımlı kalmanın dışında sevip sevilmeye hakları olmayan varlıklara dönüştürülmeleri... Sakat kişilerin diğer insanlar gibi hisleri olmayacağı algısı yaygındı.  Hayat bu insanlara kesinlikle şans tanımıyordu.  Sanki bir insanın bir kusuru onun tüm diğer yönlerini de sıfırlar gibiydi. O insanı varken yok etmek gibiydi bu.

Bu yüzden yaşanmamış ya da yaşananmamış onca şey arasında kör bir insana tek kalan şey küçük yeğenlerinin ilgileriydi.  Mesela Tant Virjini, canı sıkıldıkça annemden "Boyikos de Pan"istermiş.

Boyikos de Pan,  bir iki dilim ekmeğin hafif ıslatilip içine bir yumurta, biraz şeker ve bir tutam karabiber eklendikten sonra yağda kızartılarak hazırlanan sefarad mutfağına ait, French Toast benzeri bir hamur işidir.

Bütün gün zaman geçmek bilmediğinde, eve bağımlı bir insan için  mutfakta vakit öldürmek ve  çocuklara verdiği komutlarla ağzına kadar gelen lezzetlerle renklenen bir dünya onun gibilere kalan tek seçenekti. (  Halbuki hala  gayet zayıf bir kadınmış üstelik!! )

Sadece evdeki bazı dikiş işleri ondan sorulurmuş. Dudağının kenarına koyduğu ipliği dokunma duyusunun yardımıyla iğneye geçirirmiş.

Çaresi olmayınca insan bir yolunu bulup herşeyin üstesinden gelmeyi öğreniyor.

Ve bazı geceler Tant Virjini'nin birden bire fenalaştığını görünce annem ve Tante Zelda,  birden yüzü bembeyaz kesildiğinde anlarlarmış, ilacını vermek gerektiğini. Kalbinde sorun varmış. Bir anda tam nefes alamadığını gördüklerinde imdata yetişirlermiş ikisi birden. Bir taraftan pencere açılır, diğer taraftan ilaç ağzına verilir, ayakları ise yukarı kaldırılarak beklenirmiş.

Ve Tant Virjini bir süre sonra yavaş yavaş kendine gelirdi der. Onlar her onun yardımına koştuklarında bir insanın, bir sevdiklerinin hayatını kurtarmış kahramanlar gibi hissederlerdi kendilerini. Her defasında yeniden onu yaşama geri getirmiş olmanın gururuydu bu. Onu biz kurtarırdık demekti.

Kadının tek güvencesi, hayatlarını bağladığı bir ailenin küçük çocuklarıydı.

Galiba gerçekten de bazen küçücük bir çocuk sizin yaşama sebebiniz olabiliyor.

Annemin yirmi yaşlarında Israel'e aliya yapmayı denediği altı aylık deneme döneminde, Tant Virjini bir anda hastalanmış. Ölmeden, Suzika burada olsaydı o beni kurtarırdı demiş.

Bu öyle bir deyiş ki bir taraftan bir insanın size ne derece güvenle bağlı olduğunu hissettirirken bir diğer taraftan belki de insanın içinde bir o kadar büyük bir suçluluk hissi de yaratabilir.

Belki onu kurtarabilecekken yanında olamadığını düşünmek.


 


20 Şubat 2022 Pazar

Bölgesel ve küresel kaygılar


Normal insanlar huzur ararlar. Kendi hallerinde bir hayat için dua eden milyonlarca, milyarlarca insanın tek kaygısı aç kalmamaktır. Çocuklarının temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için  yeterli bir işe sahip olup, standart bir hayat sürdürmeye devam etmektir amaç bir çokları için..

Ancak bu standart insanları oldum olası yöneten belli gruplar var.  Çoğunluğun adına bu hayati değiştirenler. Büyük kitlelerin yaşamlarını şekillendirenler.

Örneğin buralarda sabah kalkıp herşeyin sakin olduğunu gördüğümüzde normal hayatımıza devam ediyoruz. Ertesi sabah birden kafamızın üzerinden roketler uçabiliyor.

Bir günden diğerine günlük hayatımızın tam olarak neye benzeyeceğinden emin bile değiliz.

Dünyanın bir noktasında hayat her zaman sakin ve huzurlu devam ederken, diğer yerlerde kıyamet kopabiliyor.

Geçen gün Lübnan'dan Israel'in kuzeyine dronlar gönderildi. Bu insansız hava araçlarını gönderen, Hizbullah adlı terör örgütünün ta kendisi. Elinde, çeşitli büyülükte ve gelişmişlikte yaklaşık 100.000 rokete sahip bir terör örgütü bu.

Nasrallah ( Hizbullah terör örgütünün lideri ) Israel'i yeniden tehtid etmiş! ( Şaşırdık mı? - Yok!! )

Israel'in kuzeyindeki radikal grupların gittikçe genişleyen etkisini kırmak için sürdürülen mücadelenin . ufacık bir kıvılcımdan büyük bir çatışmaya dönüşmesi bir askeri kazayla bile olabilir.

Bu bölgede savaşlar bir günden diğerine patlak verir.

Biz burada kendi sıkıntılarımızla mücadele ederken, dünyanın başka bir noktasında insanlar onları çok daha fazla tedirgin eden başka gelişmeleri an an takip etmekteler.

Israel'in savaşı sonuçta. bir bölgesel sorun. Ve sadece bu sorun burada yaşayanları ilgilendiriyor.


Ancak son günlerde, buralardan iyice kuzeye çıktığımızda, dünyanın en stratejik bölgelerinden birinde, her an patlayabilecek bir savaşı başta Batı olmak üzere bütün dünya nefesini tutmuş bekliyor.

Putin'in Ukrayna yığdığı askerlerin içeri ne zaman gireceği soruluyor her an. Girdiler mi? Hayır daha değil!! Aslında, Ukrayna'nın doğusu ile güneydeki Kırımı 2014'ten beri işgal eden Rus birliklerinin ülkelerine tecavüz etmeleri fikrine kısmen alışkın oldukları bile söyleniyor Ukraynalıların.

Peki nereden çıktı birden bu savaş? Putin'in hegemonik rüyaları beni eskilere götürüyor. 

Sovyetler Birliğinin dağılışını getiren, perestroika ve glasnost'un mimarı olan Mikhail Gorbaçev'i,  dünya politikasının çehresini değiştiren adamı hatırlıyorum. Ve 1989 Kasım'ında  Berlin duvarının üzerine çıkmış olan Almanları.....Ellerinde baltalarla duvardan parçalar söküp alan bir halkın sonsuz sevincini.

Komünizmin Doğu Avrupa'da sona erişini müjdeleyen görüntülerden 30 sene geçmiş. Kapitalist batı'nın karşısında, ekonomik olarak göçmüş bir Doğu Bloku vardı. Ve artık yürümediği açıkça görülen bir sistemin değişmesi gerektiğini gören bir lider. Sürünen halklarla, yolsuzluğun arkasındaki merkezi otoritenin ellerinde çöküşe giden devasa bir ülke.

Mikhail Gorbachev 1985'te  Leonid Breznev'den görevi aldığında, Sovyetler Birliğinin artık bir çöküş sürecinde olduğunu çoktan biliyordu. Ve bu ülkeyi değiştirecek reformları yapacak kadar kararlı ve güçlüydü.

Gorbaçev'in ön gördüğü açıklık politikası ülkenin siyasi ve ekonomik alanda yapacağı reformlarla gerçekleşecekti. Perestroika, komünist rejimi serbest ekonomiyle değiştirmeyi ön görürken, düşünsel alandaki değişim de, gizlenen gerçekleri halka açarak kapalı yönetim sistemini batılı anlamda bir saydamlığa ulaştırmayı planlıyordu.

Amacı,  çürümüş ve başarısız bir sistemi yerine serbest ekonomi ve açık pazar politikasını yavaş yavaş entegre ederek Rusya'yı batı'ya yaklaştırmaktı. Hem ekonomik hem fikirsel alanda batı'ya açılan Moskova'nın geçirdiği evrim Sovyetler Birliğinin dağılışını da hazırladı.

1989'da Berlin Duvarının yıkılışı, Doğu Blokunun dağılmasının sembollerinden birine dönüşürken, 1990'da Mikhail Gorbaçev soğuk savaşı sonlandıran lider olarak Nobel Barış ödülüne layik görlümüştü.

Fakat geçen seneler, Rusya'da Gorbachev'in hedeflediği standartta bir açıklığı, yükselişi, refahı getirmedi. Ülke halkının buna yeterince hazır olmaması,  temellerin buna uygun olmaması, bazı şeylerin çok hızlı yürütülmüş olması ters tepti.  Şartların böylesi hızlı bir değişime kendilerini uyduramaması ile birlikte aydınlık bir gelecek rüyası gerçekleşmedi.

Bugünse,  Putin, eski doğu bloku ülkelerinde, ve son senelerde Ukrayna'da devam eden batılılaşma hareketleriyle demokrasi rüzgarlarının kendi halkına yayılmasından ve gücünü kaybetmekten korkuyor. Rusya'daki tüm dengeleri elinde tutan bu adam halkın uyanmasından korkuyor.

Ukrayna'nın güneyindeki Kırım Özerk Bölgesini 2014'te işgal etmesinin getirdiği popülariteyi yeniden yaratmak için bir askeri  zafer daha kazanma rüyalarıysa  bu defa onun için riskli olabilir. Çünkü bu kez çıkacak savaşın boyutları  askeri kayıpları artırabilir. Ayrıca batı'nin koyacağı yaptırımlar zaten ekonomik olarak iyi durumda olmayan Rus halkını daha da ezebilir.

Tüm bu olasılıkları yeteri derecede tartıp tartmadığını bilmediğimiz Putin eskisi gibi yeniden Avrupa'ya gücünü göstermek için direnecek mi?

Ayrıca Putin, Nato'nun genişlemeye çalışarak Rusya sınırlarına dayanmaya ve ülkesine tehtid oluşturmaya başladığını iddia ediyor.

Rusya'nın egemenliğinden çıkıp Avrupa'ya katılan  Doğu Bloku ülkelerinin kendi geleceklerini kendilerinin tayin etmek hakkını reddeden Putin Avrupa'nın Ukrayna'yı kendi sınırları içine katmasından korkuyor. Ve Nato'nun Ukraynanın üyeliğe kabul etmesine karşı çıkıyor. Estonya, Lithuania, Latvia gibi ülkelerin Nato ve Avrupa Birliğine katılmış olmalarının ardından Ukrayna'nın onları izlemek istemesi Rusya'nın işine gelmiyor.

Putin'i bu işgalden vaz geçirmek için görüşmeler devam ederken, Ukrayna sınırlarında  hazırda bekleyen 100.000 asker tek bir adamın ağzından çıkacak emri bekliyor.

Milyonlarca Ukraynalının, binlerce Ukrayna ya da Rus askerinin hayatları sadece bir insanın kararına bağlı.

Yüzündeki o donuk, ruhsuz  ifadesiyle bir adam milyonların geleceği adına karar veriyor.

Avrupaysa  kapılarına dayanan yeni tehlikenin getirilerinden haklı olarak çekiniyor.

Şu an için, hala Nato üyesi olmayan Ukrayna'ya askeri destek vermeyi düşünmeyen Batı, Rusyanın işgal etmek istediği topraklar dışında daha da ileri gitmeye kalkması halinde gelecekte bu ülkeye karşı bir müdahalenin içinde kendilerini bulabilirler mi acaba?

Amerika ve Avrupa'nın Rusya'ya karşı yaptıkları yaptırım tehtidleri bakalım bir işe yarayacak mı?

Şimdilik en büyük endişe, olası bir savaş yüzünden meydana gelecek bir göç dalgasının Avrupa'daki etkileridir.

Kısaca bölgesel krizler sadece bizim başımızı ağrıtmaya devam ederken ortaya çıkan küresel huzursuzluk herkesi endişelendirir gibi.

Dilerim bu gerginlik bir savaşa dönmeden çözüm bulunur.

19 Şubat 2022 Cumartesi

Haritadaki gerçekler

 Aşağıda Israel'in coğrafik konumunu gösteren bir harita var. 

Sağdaki dağlık yerler West Bank olarak anılan yani Israel dışında Batı Şeria olarak adlandırılan Yehuda ve Şomron bölgesidir.
1967'de Israel'in, kendisini  savunma zorunda kaldigi savaşin sonucunda, Ürdün'den ele geçirdiği  topraklar Israel'in varlığını devam ettirebilmesinin tek güvencesi olan bölgeyi oluşturmaktadır.
Bununla birlikte bu toprakların % 40'ı Filistin otoritesinin denetimindedir. Yani buraları Filistin otonomisi altındadır. Sonucta Batı Şeria'da yaşayan yaklaşık 2.8 Milyon Filistinlinin % 98'i Filistin Otoritesinin yönetimi altındadır. Bu topraklarda yaşayan 400.000 Israelli yerleşimci ise Israel vatandaşıdırlar.

Bu yerlerin stratejik onemi yüzünden,  adil, kalıcı bir barış için hayal kurmak çok zordur.
Bir tarafta burada yaşayan ikinci bir halk vardır.
Bu bölgenin her bir yanına yayılmış olan ve diğerlerinden olan bir halk. Ve Yahudilerin varlığını tamamen reddeden bir halk. Israel'de yaşayan Filistinliler bile açıkça  Yafo, Aşkalon ya da Rison Le Tsion, kısaca heryer bizim derlerken ve Israel'in bugüne dek çıktığı Gazze'den sonra ve her toprak ödünü karşısında  daha da fazla saldırıya uğrarken, kalıcı bir barış (????!!!!) karşılığında Yehuda ve Şomron'dan tamamen çekilmeyi kabul etmenin bir intihar olacağını tahmin etmek  zormudur?
Onlar bizim varlığımızı reddederken, bu yerlerin her köşesinden Yahudi tarihi çıkmaya devam ediyor. Tüm kazılar, bu topraklarda en çok hangi halka ait izler olduğunu açıkça gösteriyor. Arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkarılan kalıntılar Tanah'ta bahsedilen hikayeleri, olayları destekliyor.

  . 

18 Şubat 2022 Cuma

Kuzey sınırında dronlar

Bir ülke......

Teknoloji,

Özgürlük,

Eğitim,

Tarım,

Sağlık,

Yaşam,

İş,

Gezmek,

Seyahat,

Aşk,

Çalışmak,

Eğlenmek,

Ve bir sabaha yeniden alarmlarla uyanmak.....

Ve bir başka toplum.....

Ve başka bir yaşam

Ve uygarlığa isyan,

Ve radikaller,

Ve cihadistler,

Ve eşitsizlik,

Ve karmaşa,

Ve terör,

Ve kan.

Ve kadınlara baskı,

Eşlerinin boğazlarını kesenler,

Ve tecavüzler,

Ve kızlarını dövenler,

Ve töre cinayetleri

Ve düşmanlık,

Ve pusuda bekleyenler,

Ve savaşlar,

ve kaos............................................

............................................

Bitmeyen bir hikayenin ortasında durup durup hep aynı noktaya geri dönmek.

 

 ..



17 Şubat 2022 Perşembe

Kimi İsrael dostları

Geçtiğimiz senelerde, Facebook'tan bir Support Group içinden bir Amerikalı bana yazarak, Israel'li olduğumu farkettiğini ve bir gün Israel'i kesinlikle ziyaret etmek isteyen dindar bir Amerikalı olarak bundan çok heyecanlandığını söylediğinde aklıma ilk gelen şey bu kişinin Amerikalı Evangelist'lerden biri olduğuydu. 

Kendisinin çok dindar bir Katolik olduğunu öğrendiğimde epey şaşırdığımı söylemeliyim.

Her zaman bir Israelli tanımak istiyordum dediğinde, bana Israel'le ilgili sorular yöneltmişti. Israel ve 

Yahudiliğin gerçek inançlı bir Hıristiyan için çok önemli olduğunu söylüyordu.

Katoliklerin genel anlamda çok fazla Israel savunucuları olmadığını bildiğim için şaşırmıştım. Ancak bu kişiyle kimi konuşmalarımdan çıkardığım sonuçlardan biri, kime ya da neye inandığınızın sadece belli bir noktaya kadar önemi olduğuydu.

Katolikliğin genel anlamda çok büyük bir Israel destekçisi olmaması, Katolikler içinden, Yahudilere ya 

da Israel'e kendi kişisel bakış açılarıyla bakan insanlar çıkmayacağı anlamına gelmiyordu.

Bu insana göre, Hıristiyanlığın temelini oluşturan Yahudiliğe yakınlık hissetmemek mümkün değildi. 

Tutucu akıma ait bir kilise'ye gittiğini söyleyen bu insan üstelik daha muhafazakar bir katolik.

Fakat yine de bir çoklarına göre, Israel'de kurulan Yahudi Devletine diğerlerinden çok destek 

verenlerden.

Ancak genel olarak baktığımızda Amerika'da, Israel Devletinin,  Hıristiyanlığın ve insanlığın  

geleceğinde etkin bir role sahip olduğuna inanan bir grup varsa onlar da Evangelist Hıristiyanlar.

Bilindiği gibi, Amerika'da çoğu Demokrat olan Yahudilerden daha fazla Israeli destekleyen bir grup 

varsa bunlar Evangelist Hıristiyanlardır.

Evangelistler, Hıristiyanlığın Protestan grupunun uzantılarındandır. Kimi anlamda, örneğin Katolik Hıristiyanların,  kendilerine belki Yahudilikten bile daha büyük bir tehtid gibi gördükleri, Hıristiyanlığın kimi temel özelliklerini tamamen değiştirmiş olmaları yüzünden tepkiyle karşılanmış olan bir Hıristiyanlık anlayışıyla ortaya çıkmış gruplardan biridir bu insanlar.

Evangelistler,  Evengile' leri yani Yeşu'nun öğretilerini temel alan reformist akımdan ortaya çıkan yeni bir öğretidir.  Amerika'da gittikçe güçlenen Evanjelistler içinde Israel'e en yakın olanlar sanırım, Pentakostal Evangelistler.

Bu insanların temel inançlarından biri, Yahudilerin Kutsal Topraklara dönüşünün Yeşu'nun yeniden dünyaya inişinin koşullarından biri olmasıdır. Yani Evanjelistler'in,  kendilerini Yahudilerin bu topraklara dönüş koşuluna bağlamaları, onları her ne pahasına olursa olsun desteklemeleri yönünde itmektedir.

Hıristiyanlığın öğretilerini ilk yayanların Yahudiler olduklarını biliyoruz. Yeşu'nun tüm hayatı boyunca bir Yahudi olarak yaşadığı da bilinir. Ve ilk yüzyıllarda Hıristiyanlık Yahudi geleneklere bağlı kalmaya devam etmişti.

Hıristiyanlığın Yahudilikten tamamen ayrı bir din olarak çıkışı 4. yüzyılda gerçekleşti.

O tarihten sonra, Hıristiyanların, Yahudi öğretilerini uygulamaya devam etmeleri için bir neden 

olmadığına inanıldı.

Ve gerçekten Hıristiyanlık, Yahudilikten tamamen koptu.

Evangelistler, İncil'i Eski Ahit'le beraber yorumladıkları içindir ki ( sanırım ), kimi şeylerin bugün 

gerçekleşmesi için, Yahudliğin inandığı başka şeylerin yerlerini bulmaları gerekiyor.

Yahudiliğe göre, Maşiah geleceği zaman, Yerşalayim'de III. Tapınak,  "Tanrı tarafından" yeniden inşa 

edilecek. Ve dünya, bugün bulunduğu karmaşadan, kötülüklerden ve savaşlardan kurtulacak. (?!) 

Yahudiler Maşiah'ı beklerlerken (!) , Evangelistler, diğer Hıristiyanlar gibi, Yeşu'nun ikinci gelişini bekliyorlar. Ve bu ikinci gelişin koşulu, Yahudilerin inançlarıyla benzerlik taşıyarak, Israel topraklarına Yahudilerin gelişlerine bağlanıyor.

Eğer tüm Yahudiler bu yerlere, Tanrının onlara vadettiği topraklara gelirlerse, Tanrının sözlerinden en 

büyüğü gerçekleşecek ve Yeşu insanlığı kurtarmak için geri dönecek.

Bugün her zamankinden daha çok, Yahudilik geleneklerine yaklaşmaya başlayan Evanglistler, kimi 

anlamda başka Hıristiyanlar için bir tehtid gibi görülebilirler.

Çünkü, Hıristiyanlığın esas duruşundan gittikçe uzaklaşarak, Yahudilikle her zamankinden daha fazla özdeşleşecek kadar ileri gitmekteler. Ve Amerika ve Güney Amerika'da sayıları milyonları bulan bu insanların sesleri gittikçe daha kuvvetli çıkıyor.

.........................

Trump'ın Israel'e verdiği desteğin arkasında Yahudi Lobisinden daha çok bu akım yatıyor.

Geçtiğimiz günlerde, Yehuda ve Şomron' dan bir Hollywood yıldızı olan eski bir Israel dostu geçti.

Oscar Ödüllü oyuncu Jon Voight, bir çok kereler geldiği kutsal topraklarda, bir çoklarının barışa engel olarak gördükleri Yahudi Yerleşim yerlerini ziyaret etti.

Burada kendisine yerel şaraplardan hediye edilirken, Israel'e her gelişinde ne kadar heyecanlandığını anlattı. Yehuda ve Şomron'u West Bank olarak niteleyen Batı'ya karşı, ben haritaya baktığımda Israel'in hemen merkezinde olan  bu bölgenin bu ülkenin kalbi olduğunu görüyorum dedi.

Dindar, Katolik bir ailenin çocuğu olarak yetişen Jon Voight ezelden beri, Demokrat sol eğilimli Hollywood'a karşı, kendi inandığı ve düşündüğü yoldan, kişisel olarak zarar görmek pahasına ödün vermemiş bir oyuncu.

Bölgedeki radikal İslami akımlara karşı, Israel'in demokrat ve Yahudi kimliğinin buraların koruyucusu 

olduğuna inananlardan Voight.

Voight'a göre Yahudi yerleşimleri Tanrının sözünün yerine gelişidir.

Bu yerleşimlere verilen destek ya da karşı çıkışlar insanların bağlı oldukları akımlara, dini görüşlerine 

ya da kimilerinin tamamen şahsi felsefelerine göre değişim gösteriyor.

Bizim içinse, din ve inancın ötesinde, Israel'i, radikal akımlardan, sınırlarındaki düşmanlarından  koruyan bu topraklardan "tamamen" çekilmeyi denemesi, 2000 yıldan sonra yeniden doğan bu ülkenin varlığını bir kez daha tehlikeye atması demektir.  ( gerçek bir barışla (? !), kısmı bir çekilme, ortak bir yaşam arayışı, belli bir otonomi düşünülebilecek seçeneklerdir fikrimce)