16 Şubat 2022 Çarşamba

Hayatın farklı renkleri


Şubat ayının ortalarından sonlarına gün saymaya başladık. Koşa koşa giden zaman bize neredeyse baharı getirmek üzere. Tam içimize kış hüznü çöktüğünde söylerim ben; " Üzülme, birazdan yeniden güneş açacak, yeniden doğa hayat bulacak. Solup giden renkler tekrardan canlanacaklar."
Hayatın akışı bu değil mi? Bazen, bazı dönemler daha zordurlar. Duygusal fırtınalardan geçeriz zaman zaman. İnsanlar bir anda bizi üzüverirler birden. Beklemediğimiz kişiler bize beklenmedik şekilde davranırlar. Bazen sağlığımızla kimi ufak tefek sorunlar yaşarız. Bazen işler karışır. Ve hayat bir gün biraz daha zordur. Ama sonra,  bir gün gelir yeniden herşey durgunlaşır, yeniden günlük seyrine döner yaşam.
Geçen akşam, Danielle'ın en samimi arkadaşlarından biri gece yarısını geçtiği anlarda tam odamın kapısını açtığımda karşıma çıkınca şaşırdım. Koridorda bana gülerek bakarken, ben yarı kapalı gözlerle; ona; "Ah sen buradamıydın ?"diye bir soru fırlarken ağzımdan, bana; " Rahatsız etmek istemiyordum!" derken.  Yok canım. Ben sadece tam yatıyordum. Burada olduğunu bilmiyordum dedim gülerek. Kızımla gecenin bir vakti karınlarını doyurmaya karar vermişlerdi. Bana bir şey söylemek istiyordu sanki.
Arkadaşı artık aileden biri gibidir. Her saat gelir, gider. Aramızda teklif yoktur. Mutfakta tam su içerken ben yanımda bana anlatmaya başladı.  Askerlikte tanımış olduğu genç bir kızın ani ölümüne nasıl üzüldüğünü söylüyordu.
Bu yüzden birden düşündüm dedi. Herşeyi dert ediyorum. Bazen isyan ediyorum hayata, saçmasapan şeylere. Notlarım istediğim kadar yüksek gelmeyince ya da bir anda ödevler beni bunalttığında. Günlük mücadelem içinde çok hayıflanıyorum, anlamsız yere. Sonra birden genç yaşta ölen birisi beni kendime getiriyor dedi. O zaman Tanrıya nankörlük ettiğimi anlıyorum. Ona bir ton anlamsız şey yüzünden karşı geldiğimi hissediyorum. Şükretmem gereken bir çok şeyim olduğu halde çoğu zaman bunları görmediğimi anlıyorum...
Gecenin bir yarısı için belki de çok derin bir konuşma gibi olsaydı da bu. Bütün günün yorgunluğu üzerimdeyken.  Ancak, söylediklerinin ne derece doğru olduğunu ben de biliyordum. Ve ona bunu  tekrarladım. O zaman cevabı sende ya da bizde, değil mi?!
Belki de sadece daha fazla sabır göstermekten başka çaremiz yok. Hayatın kimi zor yönlerini metanet ve sabırla karşılayabilmek için. Bize hediye edilmiş olan bir çok özel şeyi zaman zaman kendimize hatırlatarak, diğer zorlukları daha çok sabır, daha falza sevgiyle almayı öğrenerek, her daim, durmadan!!!. Sadece 22 yaşındaki bir genç bayan için değil her yaşta, her zaman hatırlanması gereken şeyler değil mi bunlar???
Onunla konuşurken, şu an yazarken, bunları kendime de tekrar ediyorum.
İnsanı yapımız hep bizi farklı duygulara atmaya devam ediyor. Hayat sadece olumlu duygular yaratmıyor içimizde. Hayat, yaşam  şartları,  "insanlar" bizi her daim bir sınavdan geçirir gibiler.
Ve insani taraflarımızın bizi sürüklediği o kadar değişik ruh hallerimiz var ki.
Bunu da belki sevgiyle almak lazım. Yeterinden fazla küsmeden. Hatta bundan dolayı suçluluk hissetmeden.  Kızgınlıklarımızı, hayal kırıklıklarımızı, sevincimizi ve hüznümüzü tek tek yaşarken her farklı anın bize verdiği dersi unutmadan, sonunda yola devam edebilmek önemli. Tüm zorluklara rağmen sahip olduklarımızı kendimize hatırlatarak bir defa daha duygularımızı dengelemeyi unutmamak.
Dün yazdığım yazıda, yeterince hüsran, yeterince hayalkırıklığı vardı. Bu da çocukluğumdan  mücadele verdiğim bir insan tarafından bir kez daha kırılmış olmanın isyanıydı belki.
Gözümüzde yeterince değer kazanmış insanların bile bazen düşündüğümüz gibi olmadıklarını keşfedebiliyoruz bir gün. Bazen insanların sadece bizden çok ama farklı çok olabileceklerini anlamanın zamanı gelmiştir diye kendimize hatırlatmamız gerektiğinde gerçekleri  reddeden o saf tarafımızı dizginleyip, yolumuza devam etmekten başka çaremiz olmadığını anlamak ne kadar da önemlidir.
Her ne kadar, tek istediğimiz şey, sadece barış içinde yaşamak olsa da. Hassas biriyseniz, sizi manipüle etmek isteyenler, hiç olmayacak sebeplerden size savaş açanlar, sizinle ilgili olmadık senaryolar yaratıp kin besleyenler sizi daha da derinden yaralayabilceklerdir. Ancak, kimsenin davranışlarından,  kararlarından ya da karakater yapısından  mesul değilsek, kendi içimizdeki barışı devam ettirebilmek adına bu  insanları ( Ailemiz bile olsalar!) belki de hayatımızdan uzaklaştırmak pahasına yola devam etmemiz gerekebilir. 
Tanrıya şükrettiğimiz şeylerin içinde olmak istemeyenleri zorla tutamayız. Sadece iyiliğimizi isteyenlerle, sağlığımızı düşünenlerle, sevenlerimizle, bizi hayatlarının bir parçası olarak görmekten mutlu olan insanlarla yolumuza devam etmek mümkündür.
Yaşam devam ettikçe bizi üzen şeyler olsa da, sadece doğru noktada olduğumuz sürece yakınımızda bize gülümseyen insanlar görmemiz mümkündür. Birazdan yaklaşan bahar, hayatın kimi hüzünlü yönlerini daha metanetle almamız gerektiğini de hatırlatıyor. ( Zamansız giden sevdiklerimizin de arkalarından) 
Yukarıdaki resimde olduğu gibi...yaşamın içindeki binbir rengi farkedebilmek önemli. Bu evren tek bir tonda değil. O kadar çok nüans var ki.


 


Bir kule inşa etmek 

Danielle'in bir yaşında iken küvetin içinde oynadığı bir günü hatırlıyorum. Boy boy, renkli küçük kalıpları sıraya göre iç içe koyuyordu. En büyüğünden, en küçüğüne beş altı renkten oluşan  kovacıklardı bunlar. Suyun içinde kah ellerini çırparak, kah sevinç çığlıkları atarak,  huzur içinde, kimi anlar kendi kendine sessizden bir şarkı mırıldanarak keyifle oynadığı günlerden bir gündü yine...

Onun için bu küçük kovaların boylarını, sıralarını şaşırmak diye bir durum söz konusu değildi. Daha dün dünyaya gelmiş bu çocuk elindeki oyunu gayet iyi bellemişti. Saniyeler içinde birbirlerinin içlerine yerleşen kovalar, rengarenk bir bütün oluşturduğunda ondan ve benden mutlusu yoktu.

Sadece bunu izlemek bile yeterliydi.

Cocukların gösterdikleri en minimal başarıları, küçücük jestleriyle, mimikler ve sizi isminizle çağırdıkları  o ilk günlerde kalbinizde duyduğunuz sevinci tarif etmek zor.

Danielle'in en sevdiği oyunların içindeydi; puzzle'lar, üst üste dizilen bloklar. Ve o küçük tahta bloklarla oynamayı belki onun kadar ben de severdim.

O bloklardan kule yapabilmek için gösterdiğimiz çaba keyif verirdi bana da. Birinciyle başlayıp, gittikçe yükselen bir kule inşa etmek.

Ardı ardına birbirlerinin üzerlerine koyduğunuzda, kule yükseldikçe, göstermeniz gereken itina ve dikkatte aynı oranda yükseliyordu.

Yaşamın kendisi gibi. Hayatın bir çeşit puzzle, bir çeşit kule gibi nasıl da parçalardan oluştuğunu hatırlatıyordu bu oyun.

Yaşam ve bu yaşama ait olan herşeyi; insan ilişkileri, kariyer, sevgi bağları....

Bir şeyleri inşa etmek için gösterdiğimiz özen, çaba, gayret, itina...

Alınan sonuç  gösterilen gayret kadar değerli oluyor.

Ve hayat bir hedefle başlıyor ve o hedefte bir bedelle geliyor.

Bir damla mutluluk için gösterdiğimiz çaba bazen kocaman olabiliyor. Yine de hayat herşeye deger diyorsunuz.

Hiç bir şey karşımızdaki insan için yaptıklarımızın karşılığındaki sevginin yerini almıyor.

Bize yakın insanlar için hissettiklerimiz, onlar için yapabileceklerimiz...

Fakat  sonunda biri gelip, itinayla, emekle inşa etmeye çalıştığınız herşeye bir tekme attığında, hayatın anlamını, bazı şeyleri sizden çok farklı kavrayan, çok farklı açılardan bakan bir insanın gayretinizi, hissettiklerinizi,  görememesi bizi ne kadar üzse de, hayatın zor yönlerini, bazen en basit olayların en yıkıcı şekilde  sizi sarsabildikleri gerçeğini çıplak haliyle karşınızda bulabiliyorsunuz yeniden. 

Aynı canı taşıyan insanlar hakkında dahi yanıldığınız gün bir defa daha anlıyorsunuz ki,  "Hiç bir şey zorla yürümüyor!"

Gösterdiğiniz iyi niyeti katiyetle görmeyenler tüm size ce emeğinize bir tekme atmak için bir kenarda bekliyorlarsa  inşa ettiğiniz  kuleler mutlaka yıkılır.










14 Şubat 2022 Pazartesi

Bugün 14 Şubat!

Dışarıdan gelen havai fişek sesleriyle kendi kendime, birileri bir şeyleri kutluyorlar yeniden diyorum....Özel bir şeyler var yine. Mutluluklarını başkalarıyla paylaşmak isteyenlerin dışa vurdukları sevinç gecenin 11'inde salonumuzda da hissediliyor.

Bir kaç yıl evvel kumsaldaydım yine. Gecenin karanlığını aydınlatan, sıra sıra mumlar diziliydiler kumların üzerinde, denize yakın bir noktada...beyaz bir kumaş ileri doğru serilmiş, her tarafa kırmızı güller dökülmüştü ...Ve en sonunda da bir masanın üzerinde bir şampanya şişesi ve bardaklar duruyordu. Hatta biraz geride bir yerde  DJ müziği ayarlıyordu. Tiyatronun oyuncuları daha yerlerini almamışlarsa da davetliler yavaş yavaş çevrede heyecanla  bekleşmeye başlamışlardı. Bizim gibi meraklılarsa bakınıyorlardı neler oluyor diye.  Romantizmin bir an için heryeri sardığı bir dekordu bu...

Film mi çeviriyorlar acaba? diye düşünseniz de bir an. Sanırım sadece genç bir adam sevdiği kıza evlenme teklif ediyordu o gece.

Her detay, en incesine kadar düşünülmüştü.

Kim demiş ki erkekler romantizmden anlamazlar diye?

Kim demiş ki bugün sevgi yok diye?

Herşey var, hala insanlar aşık oluyorlar.  Hala sevgi var!! Beraber bir hayat için hayal kuranlar yığınla.   Şarkılara söz olan, filmlere senaryo olarak geçen aşk hikayelerini yaratan gerçek yaşamdaki insanlar bunlar. Hayat var oldukça, sevgi, nefret, kıskançlık.....herşey var olmaya devam edecek.. Sadece duyguların ifade ediliş şekli değişiyor zamanla.

Eskiden belki daha sadeydi yaşanan duygular. Daha size özeldi. Herşey biraz daha tutucu bir alan içinde yaşanırdı. Aşk. sevgi, ihtiras sizle sevdiğiniz arasındaki özel duygulardı. Kimi anları sadece iki insan paylaşırlardı.

Belki de birilerine bir şeyleri ispat etmek yarışı yoktu işin içinde.

Bundan bir kaç ay evvel, yine sahilde Gal'le yürürken, mikrofondan duyuluyordu genç bir adamın sevdiği kıza hayatlarını birleştirmeyi teklif ederkenki kelimeleri. Kalbinin derinliklerinden gelen aşk sözlerini diziyordu. Biz yürürken, sesler tahta bir panonun arkasından geldiği için kimseyi göremesekte  kulaklarımızı doldururan o büyülü ifadeler zihnimizde kurulan hayallere dönüşüyordu bir an. Bir taraftan genç çocuğun heyecanı kulaklarımızı doldururken aynı anda en az bir buçuk iki kilometre ötede de  kimi havai fişekler patlamaya başlayınca, Gal o an saf saf, " Anne, bu gençler için mi patlatıyorlar o ilerideki hava fişeklerini?" diye sormuştu. Yok Gal, ilerideki havai fişeleri bir başkasına ait herhalde.

Bu tip romantik senaryolar ve mizansenler eskilerden, akılları çok özel şeylere işleyen romantiklerin buluşlarıydı. Seneler evvel, Amerikan Ordusunda görevli kimi askerlerin, Irak'taki operasyonlardan dönüşlerinde nişanlılarına yaptıkları süprizleri kameralar aracılığıyla filme aldıkları çekimlerden esinlendiler herhalde bugünün gençleri.

Bazen de tüm askeri bölüğün gözleri önünde, tören sonunda bir kapanış senaryosu gibiydi böylesi özel anlar. Azdılar, özeldiler. Ender olan görüntüler televizyonlarda gösterildiklerinde heyecan yaratırlardı.Uzun süre nişanlılarından, sevdikleri kızlardan ayrı kalmış subayların mutlulukları... Belkide herşeyi bu kadar özel yapan da buydu. O insanların aylarca sevdiklerinin yüzlerini görmemiş olduklarını bilmek. Ya da çatışmaların olduğu, tehlikeli yerlerden, savaşın, ölümün  öldüğü ülkelerden sağ salim dönen sevgiliye ilk sarılıştı bu..belki de bir yıl aradan sonra...

Aslında Irak'taki askerden çok daha öncesi de vardı bu tip çekimlerin. Ancak daha eskilerde belki  çoğu çekilenler fotoğraflardaydı.

II. Dünya Savaşının sonunun müjedelendiği 1945 yılına ait bir fotoğraf nasıl da tarihe geçmişti. New York Times Square'de kendini o anın coşkusuna kaptıran bir genç denizcinin ilk gördüğü kıza sarılışı.  O meydanda, birbirini aslında hiç tanımayan iki genç insanın kavuşan dudakları Life Dergisinin kapağına geçtiğinde zihinlerden silinmeyecek o görüntünün hikayesini bugüne dek anlatacaklar olacaktı.

Zamanla teknoloji çığır atlarken, toplumların yaşam anlayışı da herkesi geçen yüzyılın Times Square'deki çiftine çevirdi.  Her insan, en basit en  kendi kişisel imkanlarıyla kendini, o küçük dünyasında bile koca bir kahraman bir artist gibi hayal ediyor artık.

Birazıcık planlayarak, biraz düşünerek kafamızdakileri hayata geçirmenin ne kadar kolay olduğunu biliyoruz.

Otuz sene önce, kocaman kameralar olduğu halde yapılan çekimlerin, kimi televizyonlara satılan görüntülerin benzerlerinin  bugün  daha geniş platforma yayılabilmelerini sağlayan imkanları artık neredeyse kullanmayan kalmadı.

Ve böylece ortaya bir çeşit yarışta çıktı sanki. Herkes birbirlerini taklit ederken, eskiden çok özel olan şeyler bugün sanki banalleştiler. Çoğu kez, biri diğerinin yaptığının aynısını yapmak arayışında, insanın hep diğerlerinden eksik kalmamak tutkusu aslında herşeyin önünde geliyor.

Önemli olan belki de kendinden çok başkalarına ispatlamak. Önce sizin de bir sevgilinizin olduğunu, sonra onun sizi ne kadar çok sevdiğini, ve sizin için yapabileceklerini. Ve güzelliğinizi, ve şıklığınızı.

Bunların aslında hepsi belki de ister istemez insan olmanın, bir toplumun içinde yaşıyor olmanın değişmez parçaları. (Kısmen hepimizde var olan kimi insanı yönlerimiz bunlar)

Ancak bugün herşey çok şişirilirken sadece, o çok büyük heyecanlar ve film gibi başlayan aşkların sonu da eskisinden çabuk gelmiyorlar mı?

Bugün insanlar herşeyi ekstrem halleriyle yaşıyorlar sanki. Sevgiler, aşklar, evlilikler, birliktelikler ve bir çırpıda biten hikayelerle dolu heryer.

Bu yüzden belki de gerçek olan kimi şeyler aslında bu kadar şişirilmeye ihtiyaç duyulmayacak kadar özeldirler. Size ve sevdiğiniz kişiye aittirler. İspat savaşı içinde olmayacağınız kadar güzel. O anları birlikte, sadece o iki insanın yaşamasıdır o özelliği veren. Başkalarına, çok fazla dekora, çok fazla ışığa ve bağırışa gerek olmadan.

Bir şey ne kadar gerçekse o kadar süsten, ihtişamdan ve gereksizliklerden uzak kalabilir.

Bugün aşklar kadar ayrılıklar da banalleştiler. Ve tüm bunlar artık hiç bir şeyin özelliği kalmamış gibi bir his yaratabiliyor insanda. Ne kadar çok ihtişam ararsanız, ne kadar çok başkaları gibi olmak isterseniz o kadar siz olmaktan, o kadar özel olmaktan uzaklaşırsınız gibime geliyor.








13 Şubat 2022 Pazar

Bir gidişi kabullenmek

Sabah altı buçukta saat çaldığında ellerimle komodinin üzerinde kulağımı çınlatan aleti kapatmak için uzanırken neredeyse küfür ediyorum. Halbuki daha yarım saat önce uyanmış, yatağımda hala daha vakit var diye zaman öldürüyordum. Şimdi birden gözlerimi zor açtığımı hissediyorum. Ne tuhaf değil mi?

Günlerdir hep Tuna'ylayım rüyamda. Kafam o kadar karışık ki, rüyaların detaylarını kesinlikle hatırlamıyorum. Sadece onunla olduğumu, hep onun varlığını hatırlıyorum kesit kesit.

Çalan saaati durdurduğumda, saatin arkasındaki kutu bir kez daha gözüme ilişti.

Tuna'nın bu geçen doğum günümde getirdiği yüz losyonu ve bakım kremi duruyor yanı başımda. Bir set almıştı. Benden sana küçücük bir şey demişti verirken. O gün dört kız (!) buluşmuştuk.

Önce, alışveriş merkezine girmiştik. Kızlar (!) meraklılar tabii.. Giyim kıyafet. Ona hep söylerdim bir mağazayı, o hep ben oradan almam pek derdi. Güzel şeyler var git bak. Sonunda keşfetmişti gerçekten. Haklıymışsın diyordu. O mağazada, o gün epey bir oyalanmıştık. Meraklıydı çok, giyinmeyi severdi.

Onlar uzun zaman oyalanınca ben başka şeyler için çıkıvemiştim dükkandan.

Son gördüğümde, yattığı yerde, saçlarını bu kez biraz daha koyu renge boyadığını farketmiştim.. Örtünün altından görünen ayağı zarif, tırnakları manikürlüydü. Yine bakımlıydı. Hayata devam etmek isteyen bir insan gibiydi.

İkimizin içtiğimiz son kahvede, daha yaşanacak çok şey var demiştim ona.

Kardeşinin bana telefonda haberi verdiği an, kulaklarımın duyduğunu beynim algılamakta zorlanmıştı.

Tuna öldü demek istemiyor herhalde.

Cenaze için size haber vereceğim dediğinde bir tokat yemiş gibiydim.

Ne cenazesi. Daha çok şeyler vardı, yarım kalan.

Daha aşkı bulacaktı...

Oğlu 19 yaşında. Tek varlığı...

Ve biz sevdikleri... Ya annesi!!

Günlerce durup durup ağladım. ( Şu an gibi!)

Bir unuttum, bir hatırladım ve yüreğim tekrar acıdı.

Sesi kulaklarımda, gülüşü, hareketleri ve mimikleri hep gözlerimde.

Yumuşak ve sakindi benim arkadaşım. Kimseye, hiç kimseye kızmazdı.

Onu aldatanları bile affedip geçmişti.

Hayata bu kadar bağlı bir insana hiç beklemediğiniz bir anda veda etmek ne zormuş.

Haksızlık gibi gelse de, oğlunun onun için söylediği son sözler aklımdalar hep;

"Senin gibi hayat dolu gencecik bir insanı, benim annemi Tanrı yanına almayı seçmişse mutlaka bildiği bir şey vardı!!" 


......................................


Ofra Haza söylüyor.. 

Adama; " Toprak"

Söz: Ehud Manor

Beste: Yair Klinger


Adama.. ( Adam; " İnsan" .. Adama;  Toprak Ana.

Adama, sesini dinliyorum..

Adama, gideceğim yer

Adama, senin için katedeceğim yol

Adama, Toprak Ana

Adama, Yürüdüğüm çıplak ayaklarım

Adama, Sıcak ve insanı saran yüzün, 

Adama, Bizi gözleyen kahverengi gözlerin

Toprak Ana

Senin kucağından geldim

Geçirdiğim, günler, geceler ve acılar.... bu dünya ve herşey için teşekkür ederim Adama ( Toprak!)....

Tarladaki, bahçedeki ağaçlarız..senden geldik, sana gideceğiz toprak

Herkes için bereket getiren toprak

Dünyaya iyilik ve temizlik getiren toprak 

( Bize öğret, ( çocuğuna) )

Toprak Ana....Senin kucağından geldim

Tüm acılarımı, geleceğimi, gündüzümü, gecemi acımı azalttığın için,

Bana verdiğin tüm evren için teşekkür ederim...

Senden geldim,

( Biz bahçedeki, tarladaki ağaçlar.)..Adama lütfen beni kabul et! ( diyor Ofra



 



11 Şubat 2022 Cuma

Kimi problemli yönlerimizin bizi özel insanlar yapabildiklerini de görebilmek


İlginç bir ailem vardır benim. Dayımı hatırlarım mesela, mesleğinde sevilen, bir sürü arkadaşı olan , işinde gayet başarılı biriydi. Ben daha küçükken daktilo makineleri satardı. Daktilonun devri geçtiğinde kendini hemen yeni bir iş alanına adapte edebilmeyi becermişti. Akıllı ve girişkendi ama bir o kadar dalgın ve ilginç bir insandı. Hiperaktif biriydi aslında. Bir yerde duramayan,  konuştukça ses tonu yükselen, heyecanlı ve komik bir insandı. Çalışmayı, gezmeyi, karısını ve hayatı seven birisiydi dayım.

Onunla başımdan geçen çok komik bir olayı hiç unutmam. Bir Cumartesi sabahı bize uğramıştı. Bazen kafasına esip annemi görmeğe gelirdi birden.  Çat kapı....teklifsizdi gelişleri.

Annem onu sessizce dinlerken o yine heyecanına kapılmış yüksek sesle bir şeyler söylüyordu, bense onun sesinden rahatız olduğumu farketmek arası bir yerlerde elimdeki kitabın içinden yanımdaki televizyonun kumandasına uzandığım gibi kendi kendime gülmeye başlamıştım. Çünkü adamın sesini bir an kumandayla kısmayı düşünmüştüm.  Dalgındım, kendi dünyamda, kendi düşüncelerim ve okuduğumla o derece ilgiliydim ki etraftaki yoğun sesleri bir an televizyon gibi algılamıştım.

Dalgınlık problemi sanırım büyük bir oranda genetiktir. Çoğu kez sizde varsa çocuğunuzda da ortaya çıkabiliyor. Ya da çocuğunuzda dalgınlık sorunu teşhis ettiklerinde kendinizin de hayat boyu bazı konularda çektiğiniz sıkıntıların altındaki sebebi anlamış oluyorsunuz.

Okul hayatınız boyunca yaşadığınız sıkıntılar ve düşük notlar bir tarafa, büyüdüğünüzde de hayat yeterince çetrefilli olabiliyor.

Aynı anda bir kaç iş yapmaya çalışmak gibi. Her gün mutlaka kaybettiğiniz bir şeyi aramak gibi, kimi detayların her an gözünüzden kaçmış olduklarını farketmek, bazı tarihleri hep doğru hatırladığınızdan emin olduğunuz halde sonunda deftere baktığınızda bir kez daha yanıldığınızı anlamak. Düşüncelerinizin hep farklı farklı yerlere dağıldığını hissetmek. Bir şey okuduğunuzda ya da öğrenmek istediğinizde 15 dakikadan fazla bir konuya odaklanamamak. Bir kitabı elinize aldığınızda daha okuduğunuz bir kaç satırın arkasından, kitabı masaya geri koyup bir dakika dün defterime kaydettiğim şeyin neresinde kalmıştım diyebilmek gibi.

Dalgınlık problemini hayat boyu aşacağınızı bekleseniz de bu çoğu zaman gerçekleşmez. Hatta menopoz zamanları, kafanızın biraz daha bulanmasıyla kimi anlar iyice astronotlaşabilirsiniz. Ama yine de hayat devam eder. Ve sonunda siz kendinizi bir şekilde idare etmeyi başarırsınız.

Dalgınlık  sorunu olan insanların iyi tarafları da vardır aslında. Çünkü bir tarafımız teklesede herşeyde olduğu gibi başka yönlerimiz kuvvetleniyor coğu kez. Mesela kör insanların iyi işittiği söylenir ya...sonuçta bir tarafınızda bir sorun olduğunda başka yönleriniz sizi diğerlerinden ayrıcalıklı kılabiliyor da .

Bir de benim bir iddiam vardır. Dalgınlık problemi olan insanların, büyüdüklerinde hatta yaşlandıklarında dahi  onlara kalan çocuksu bir yönleri vardır. Kimi anlamda hep biraz çocuksudurlar bence ve mizah yönleri kuvvetlidir.

Sınıfta hatırlarım, genel olarak sessiz bir çocuktum. Dalgınlık sorunu sizi akademik yönden zayıflatırken, büyük anlamda pasifize eden bir sorundur çünkü kendinize olan güveninizi indiren bir şeydir bu. Ancak benim arkadaşlarımın arasında yeterince kuvvetli olduğum bir  bayşka yönüm daha vardı. Mizah tarafım hep güçlüydü. Sessiz biri gibi görünürken, gülmeyi ve güldürmeyi severdim. Toplumsal kodları hızlı okuyabiliyordum ve durumlara göre espri yapabiliyordum. Arkadaşlarımı bu şekilde tenefüslerde güldürürdüm hep.

Hatta zaman zaman o çok çekindiğim ders ortamı içinde de yerine göre sessizden ortaya laf atardım. Belki insanlar söylenenin kimin ağzından çıktığını anlamadan gülerlerdi.

Derken bu şekilde öğrenim ortamının dışındaki benle sınıf içindeki Batya arasında mutlak bir farklılık oluşmuştu. Okulun dışında cok değişik bir ben vardım. İşin ilginç tarafı da okulun dışındaki çevremde herkes beni nedense iyi bir talebe zannederlerdi.

Zamanla kendime gülmeyi de öğrendim. Açıklarıma, şaşkınlıklarıma ve bu beni daha bir serbestleştirdi. Mizah yönüm benim aklımı kısmen koruyabilmeme de yardımcı oldu. Hayatın en zor anlarını hep bazı şeylere gülebilmekle aşmayı öğrendim. Çocuklarımla ve ailemle de bunu de bunu yaptım.

Onlarla da sık sık sakalaşırım.

Günlük hayatımdaki şaşkınlıklarımı anlatıp onları da güldürürüm zaman zaman.

Derken geçen gün annemi dişçiye götürmüştüm. Dişçi çıkışında karşıdan bir bayan, gelirken "Hi!" deyince, ( kadın arkamdaki başka bir kadına selam veriyordu ) benden gayet sakin bir karşılık geldi hemen. Hiç tanımadığım kadına sokakta selam vermiştim. Bu da dalgınlığımdan, insiyaki hareket edişimden.

Aslında her defasında sadece  hatırlamadığım bir kişinin beni selamlaması olarak algılarım böyle şeyleri. Çünkü simaları unutmak gibi bir problemim vardır. Çocukluğumdaki, benimle birlikte eğitim görmüş, aynı sıraları paylaşmış, adada birlikte çıkmış olduğum arkadaşlarımdan çok samimi olmadıklarımı unutmuş olabiliyorum. Böyle olunca sokakta birisinin selam verdiğini gördüğümde hep hatırlayamadığım birisinin selami zannediyorum. Ve zaten çok düşünmeden hareket ettiğim için hemen karşılık veriyorum.

Genç kızlığımda, yine bizim yokuşu inerken karşımdan gelen genç bir kadının bana doğru gelerek gülümsediğini gördüğümde ona gülümseyerek karşılık vererek yanına yaklaşmıştım, çünkü o da bana yaklaşır gibiydi, kadın çenemi eliyle tutmaya kalktığında, herhalde eskilerden birisi kimdir ama anlamıyorum derken yanağımı da uzatmıştım bir de öpsün diye.  Kadın, "Ben arkandaki bayana selam veriyordum canım !"deyince dünyanın en şapşal insanı olduğumu hissetmiştim.

Bir defa da ışıklarda beklerken karşımda el sallayan bayana el sallamıştım, ta ki yanımdaki kızı görene dek...

Bunlar hep dalgınlıkla yakından ilgili şeyler.

Ancak bu şaşkınlık bir yerde beni ben yapan şey de oldu. Sokakta Pitziyi gezdirirken bu yaşımda neredeyse gecenin 11'inde, kulağımdaki müziğe kendimi kaptırarak olduğum yerde tempo tutarak hafiften dans edebilen, hala bazen duvar kenarlarında yürüyen, denizde amuda kalkmaya çalışan. salonun ortasında aileme dans show'ları gerçekleştiren, Pitziye şapka takıp gözlerimden yaşlar gelene dek gülebilen yönlerimin de bununla ilgili olduğuna inanıyorum.

Hayatın kimi zor yönlerini o içimizdeki çocukla telkin edebildiğimiz sürece nefes almak daha kolay oluyor!!!


10 Şubat 2022 Perşembe

Israel'li Bilim adamlarından çığır açacak bir buluş!

Israelli Bilim Adamlarının Tel Aviv Üniversitesinde, uzun senelerdir gerçekleştirdikleri bir çalışmanın neticeleri geçtiğimiz günlerde açıklanarak, günümüze değin, iskemlede yaşamak zorunda olan paralize insanlar için çığır açacak bir tedavinin bulunduğu açıklandı.

Shumin's Bıomedecine and Cancer Research, ( Biomedikal Kanser Araştırmaları Enstitüsü) ile Tel Aviv Üniversitesi Biomedikal Mühendisliği Bölümünden, Prof. Tal Dvir' le birlikte, PhD Öğrencisi Lior Wertheim, Dr. Reuven Edri, Dr. Yona Goldshmit tarafından yapılan bir çalışmayla ekip dünyada bir ilki başardı.

Bildiğimiz gibi, omurilik yaralanmaları sonucu insanlar, kısmi ya da total olarak paralize kalmaktadırlar.

Omurilik'te ya da omuriliğin bitimindeki sinirlerde oluşan tahribat insanlarda felce sebebiyet verir.

Bugünlere dek bilim, omurilikte oluşan zararlar yüzünden insan bedeninde meydana gelen felci çözecek bir tedavi bulamamışlardı.

Zarar gören omuriliğin rejenerasyonu için gösterilen çabalar şimdiye dek minimal sonuçlar vermişti,

Yapılan deneylerde zarar gören bölgeye farklı hücreler ve biomateryallerin transplantasyonu denenirken, bağışıklık sistemi emplante edilen hücreleri reddetiğinden hücreler arasında fonksyonel bir ağ oluşturmak mümkün olmuyordu.

Tel Aviv Üniversitesi Araştırma Ekibi, (3D) 3boyutlu ortamda bir nöromotor prosedürle embrionik gelişimi taklit ederek hücrelerin ihtiyaçları olan  uygun rejeneratif dokuyu meydana getirmek suretiyle sinyaller sağlayarak kişinin bedeninin emplantasyonu reddetme riskini büyük oranda ortadan kaldırarak, vücuda emplantasyon yapılmadan önce işleyen bir nöron ağı kurduktan sonra sistemin vücuda daha iyi entegre olabileceğini teorileştirdiler.

Bu teorinin uygulanabilmesi için, hastanın karın bölgesinden yağ alınarak bunu hücrelere bölüp, hücre dışı bir biomateryale çevirdikten sonra,  hastaya uyarlanan pluripotent kök hücreler ( Rejeneratif Tip tarafından uygulandığı şekilde) hasar gören ya da tamamen kaybedilen hicrelerin yerlerini alacak şekilde programlandılar.

Bu biomateryal embrionik hücreler kapsüllenip 3Boyutlu bir omurilik ağında dönmeleri sağlayacak bir hidrojele dönüştürülerek hastaya adapte edilecek bir süreç gerekiyor.

Bu hidrojel sadece hücreleri desteklemekle kalmayıp zamanla adapte olarak gelişerek fonksyonel bir omurilik emplantına ve gelişimine izin veren bir endüktif mikro ortam sağlıyor.

Embrionik omurilik gelişimi ve fonksyonel doku emplantasyonunun başarıyla taklit edilmesinden sonra araştırmacılar bunu farelere emplante ederek test ettiler.

Bu deney için iki grup fare kullanıldı. 1. grup yakın zamanda paralize olmuş fareler, ikinci grup en az bir senedir felçli olanlar.

Uzun süredir paralize yaşayan farelerde de 6 hafta süreden sonra durumlarında gözle görülür bir düzelme gözlemlenmiş.

Sonuçta tüm farelerin %80'i yeniden yürümeyi başarmışlar.

İlk kez insandan alınan dokuların emplante edildiği bir hayvan kronik felçten iyileştirildi.

Sonuçta gözlemlenen olumlu gelişmeler sonunda bu tedavinin insanlarda da önümüzdeki seneler içinde  olumlu sonuçlar getireceği düşünülüyor.

Rejeneratif tıpta uygulanan ileri teknolojiyle bu tedavinin insanlara en çabuk şekilde adapte edilebileceği konusunda umutluyuz diyor, tedaviyi bulan Israelli Bilim Ekibinin başı Profesör Dvir.

Devrimsel Organ Mühendisliği üzerine oturan bu buluşun ekibi Matricelf adı altında kurulmuş bir teknoloji ve Bilim Kuruluşu.

Bu çığır açan buluş, her ne kadar omurilik zedelenmeleri üzerine odaklansa da gelecekte, Parkinson, Maküler Dejenerasyon gibi hastalıkların tedavilerinde de, hastalara umut ışığı olacak deniyor.

( Makalenin geneli, geçtiğimiz günlerde Jerusalem Post'ta yayınlanan haberden tercümedir) 





9 Şubat 2022 Çarşamba

Oğlumdan bize mektup

Geçen Perşembe Israel'de Aile günüydü. Aslında son senelere dek, bu günü Anneler Günü olarak kutlayan Israel sonunda ilginç bir şekilde yavaş yavaş, günü aile gününe çevirdi. Ve derken sadece anneler yerine anne, baba ve çocuk olarak, birlikte bir yaşamın, aile kavramının önemini ve güzelliğini vurguladığımız bir güne dönüşüverdi bugün.

Böyle günler genelde, Tanah'taki kimi anlatılar, kimi hikayelere göre tarih bulur Yahudilerin takviminde.  Yıl boyunca bir çok farklı, anlamlı günler bu şekilde yer kazanmıştır bu ülkenin kültür hayatının içinde.  Böylece hatırlanıp, hatırlatılacak günler hayata kazandırılmışlardır..

Anneyi, sevgiyi, çocuğu, doğayı, aileyi, ağaçları, ilk düşen cemreyi ve bir çok şeyi anımsatan günler vardır yıl boyu. Ve ayrı ayrı günlerde her birini anlamlı kılan faaliyetler vardır...Bir çok kez festivallere dönüşür böyle şeyler, şehirlerde, moşav ya da kibutzlarda. Ve bütün ülkede.. Çoğu bembeyaz giyinen çocuklar bahçelere, kırlara götürülürler... Okullarda düzenlenen kimi aktiviteler, kutlamalar, müzik şölenleri, danslar ve oyunlar, hepsi de çocuklarla beraber, Tanah'tan bugünlere 1000'lerce senedir yaşadığımız tarihin bize hediye ettiği bir kültürel mirası yaşatmaya devam etmek içindir.

Bazen bir resim, bazen bir elişi, bazen bir fotoğraf ya da evin balkonundaki saksıya ekmek için elinde küçücük bir çiçekle eve dönen  yuva ve ilkokul çocuklarına rastlarsınız.

Bazen de arka arkaya dizdikleri sevgi sözcüklerini karaladıkları bir mektubu heyecanla uzatıverirler size.

18 yaşına doğru ilerleyen Gal de bize bir mektup getirdi okuldan. 

Geçtiğimiz Perşembe günü eve döndüğümüzde, arabadan inerken, son iki senedir bıkmadan yaptığı şeyi yaparak, siz yukarı çıkın ben biraz salıncaklara gideceğim dedi ilkte. Evet, Gal 18 yaşında ve hala akşam üstleri kendi başına salıncağa iner. Bazen de yürüyüş yapar. ( Benimle yaptığı yürüyüşlerin dışında)

Biz yukarı çıkarken arkamızdan seslenerek, "Yukarı çıktığınızda, çantamın büyük gözünü açın, orada size bir süprizim var!"dedi ve ortadan kayboldu.

Yukarı çıktığımda, içine herşeyin tıkıştırılmış olduğu çantasında, beyaz zarfta saklı süprizi aramaya başladım. Sonunda,  elde hazırlanmış olan zarfı  defterlerin arasına sıkışmış halde buldum. Ve içindeki kırmızı mektubu.

Mektuptaki yazı kocaman, aralıksız dizilmiş halleriyle tek kelime bir gibi duran harfleri,  Gal'in yazdıklarını çıkarmaya çalışırken,  sayfanın biraz aşağısında yine küçük bir çocuğun çizgisiyle bir de dördümüzü resmetmiş olduğunu gördüm. Dördümüz ve Pitziyi.

Aile günü için bize verdiği bir teşekkür mektubuydu bu. Okulda, sınıfta, eve dönmeden, kendi saf dünyasından, masum kalbinin derinliklerinden çıkan satırlarını okumaya çalıştım. Onun bize her gün tekrarlamaktan sıkılmadığı sevgi sözcükleri, biraz daha detay kazanarak kağıtlara dökülmüşlerdi.

Gal'i diğer herkesten ayıran özelliği, hayata ve insanlara sadece olumlu gözlerle bakması.

Her kelimesinde, her sözünde sadece minnetarlık duyduğu ailesi onun bütün dünyası.

Beni en çok duygulandıran şeyse, o küçücük mektupta, Gal daha iki yaşına gelmeden bu dünyayı, yeterince uzun bir hastalığın sonucunda terketmiş olan babama da ayırdığı bir kaç kelimeydi. Küçücük bir teşekkürle onu da hatırlamıştı. Ona da hayatındaki iki yılı için teşekkür etmiş Gal. Keşke bugün bizimle olsaydın diye de eklemiş.

Onu diğerlerinden ayıran özelliği olan o çocuksu saflık hep var olacak gibi.

Bu yüzden bu çocuklar gerçekten birer hediyedirler. Bu dünyanın kaybettiği o temiz yönüdürler. Hala daha bir yerlerde, insanlara sadece iyi niyetle yaklaşan varlıklardır onlar.

Oğlum için benimde bir dileğim var; "Mutlu olması!!"