13 Eylül 2021 Pazartesi

Gerçekler sadece burada yaşanılanlardır

 


Burada olayların biri biter diğeri başlar. Dünya medyasına göre, Israel'de yaşananlar kimi göze çarpan olaylarla kısıtlı gibi kalsa da Filistinlilerle gün ve gün uyanık olmak zorunluluğu getiren gerginlikler ve olaylar hiç bitmez.

Bir gün biri bir yerde bıçaklı terör saldırısı gerçekleştirir. Bir askeri hafif yararlar, Ertesi gün güneyde yangın balonları ekili alanlarda yangınlar çıkarır.  ( Geçen akşam Filistinli bir doktor (!) , Jerusalem'de eski şehirdeki güvenlik görevlilerine bıçakla saldırınca Filistinli öldürülerek ele geçirildi )

Bir gün sonra İslami Cihad Örgütü, hapisten kaçan teröristlerin canlarına zarar gelirse Israel'e roketler atacakları yönünde tehtid ederler.

Geçtiğimiz Pazartesi sabahı hiç beklenmedik bir firarla güne uyandığımızda Israel'de benim kızım gibi bir çok gencin korkudan huzurları tamamen kaçtı. Hapisten firar eden teröristler neredeydiler acaba?

Bir kaç gün boyunca bu teröristlerin ancak dışarıdan destek alarak böylesi bir firar gerçekleştirmiş olacaklarına inanıldı. Bu çok iyi planlanmış bir kaçış olabilirdi.

Aradan geçen bir kaç günün ardından, Cumartesi sabahı aralarında, Zharia Zbeidi'nin de bulunduğu teröristlerden dördü yakalanmışlardı bile. Bir taraftan teknolojinin hünerleri denilirken, diğer taraftan bu azili terör üyelerinin Kuzey'deki Israelli Arap yerleşim yerlerindeki kardeşlerinden yeterli desteği bulamamaları onların düşünüldüğünden daha çabuk paçalarını ele vermelerinin sebebi oldu.

Israelli Arap kardeşleri onlara kucak açmayı reddettiler. Ve aradan geçen günlerde, aç susuz yürüyen bu adamların kimseye karşı koyacak halleri bile kalmamıştı. Israel'den Batı Şeria'ya kaçma planları gerçekleşemeden Israel Güvenlik Birimleri tarafından yakalandılar.

Şu ana kadar iki çok tehlikeli teröristse hala ortalıkta yoklar ve eğer kendilerine bir yerlerden silah sağlayanlar olursa bunun çok tehlikeli sonuçları olabilir.

Israel Güvenlik Kuvvetlerinin en büyük kaygılarından bir tanesi bu insanları canlı olarak ele geçirmak. Çünkü eğer Filistinlilerin gözlerinde bir anda kahramanlaşmış bu insanlar öldürülürlerse karşı tarafın buna tepkileri de büyüyecek ve olaylar tamamen çığrından çıkacak bir yola girebilecektir.

Son üç gündür her akşam Gazze'den Israel'in güneyine roket atanlara karşılık veren ordu, olası her tür senaryoya hazır bekliyor.

Israel her ne kadar Gazze ile yeni bir savaş olmaması için dikkatli davranmaya devam etse de kimi haberlere göre yeni bir çatışmanın haftalar içinde beklendiği de yazılanlar arasında.

Bu arada, Yesh Atid ( Gelecek Var!)  Partisinin Lideri, bugünkü Dış İşleri Bakanı, 2023'te Bennett'ten Başbakanlığı devralması beklenen Yair Lapid'in şimdilik kulağa olumlu çalan bir " Gazze Planı " var.


Yair Lapid'in kimi Uluslararası Merciilere sunması beklenen plana göre, Gazze'yi yeniden yapılandırmak ve kalkındırmak için Israel özel girişimlerde bulunmak için işbirliğine hazır olacak ve Gazze'de Hamas'ın silahlardan arındırılıp, Hamas'ın yerine burada Filistin Otoritesinin yönetimi devralmasını sağlamak.

Kulağa her ne kadar olumlu gelse de bu plan; yürürlüğe konulmasının çok kolay olmayacağını tahmin etmek zor değil. Keşke Gazze gerçekten terör gruplarından arındırılabilse. Bunu başarmak o kadar kolay mı?

Hamas . İslami Cihad Örgütü ve diğerleri bir olup karşı koymayacaklar mı? Bunun bir komplo olduğunu iddia edip insanları daha da silahlandırıp karşı direniş için kaos yaratmaya çalışmayacaklar mı?

Olumlu adımlar atmak yine de her zaman iyidir!! Denedik deriz!! Bir defa daha denedik deriz?!! Savaş  ve çatışmalar zaten eksik değiller.. Ancak seneler sonra tekrar bir adım daha atmak için kaybedilecek bir şeyimiz var mı?

Şimdilik Hamas her an tehtid savurmaya devam ediyor.

Bu arada Amerikan Gazeteleri, son kaçaklar hakkında verdikleri haberlerde, Filistinli Teröristleri , Terörist değil, militan olarak nitelendirmişler! ( Israel, Arutz Sheva Haber Sitesi yazarı, Stephan M. Flatow'un 12/ 09/ 2021 yazısına göre )

Amerikanın önde gelen iki gazetesi New York Times ve Washington Post'un son firar hakkındaki haberlerinde  ağızlarına Filistinli Teröristler kelimesini almamaya gayret edenlerin, Amerikalı okuyucunun beynindeki Filistinliyi işgale karşı direnen pasifist militanlar gibi enjekte etme gayretlerinde ortada şeytani tek bir oyuncu bırakmakta. Israel İşgalci, kötü, barbar, şeytan, zulüm yapan taraf..diğeriyse sadece basit ve büyük ihtimalle de kahraman bir militan..İşgale ve kötülüğe direnen,  KAHRAMAN MILITAN..

Amerikan Basını için bir insanı terörist olarak nitelendirmek için:

1- Tel Aviv'de otobüs durağına bomba koymak üzere genç bir kızı öldürmek

2- Genç bir çocuğun kafasına kurşun sıkarak öldürmek

3- Sivillerin üzerine benzin atarak yakma girişiminde bulunmak.

5- Sivilleri taşıyan otobüsü makineli tüfekle taramak......

Bu tiplerin terörist olarak nitelendirmeleri için bu kimi sayılanlar yeterli değil sanırım.

Dış Basında bu ve benzeri sıfatlarla insanları yanılgıya düşürmeye devam edenlere şaşırmıyoruz. Ne Amerika, ne İngiltere ya da diğerlerinde basın'ın kelime oyunlarıyla okuyucu ya da izleyicilerde fikir inşa etmek için  kullandıkları mesleki taktikleri tanıyoruz.

Dünkü yazımda bahsettiğim şey buydu. Medyanın insanların algılarını istedikleri yönde etkileme gücüdür bu!!

Gerçekler sadece burada yaşanılanlardır. Onları da ancak yerinde ikamet ettiğinizde anlarsınız.


BatyaR. GALANTI

 




12 Eylül 2021 Pazar

Kibbutz Ein Gedi

Israel'de bulunan 270 kibbutz'tan bir taneside Ölü Deniz'in batı kıyısında, Yehuda Çölünün tam ortasında, Israel'i Batı Şeria'dan yani Yehuda ve Şomron'dan ayıran yeşil hattın hemen yanında 1953 yılında kurulmuş, Bugün için nüfusu sadece 610 kişi olan küçücük bir yerleşim birimidir Ein Gedi.

İsmini hemen yanında bulunduğu, İncil'de adı geçen Tel Goren ( Arapçası Tel El-Jum) tarihi alandan alan Kibutz Ein Gedi uzun yıllar çölün tam  orta yerinde tamamen izole bir hayat sürdü. 1967 savaşı sonrasında, Ölü Deniz kıyısı boyunca, Yerusalayim-Yeriho arası yol yapildiginda ilk kez Ein Gedi başka yerleşim yerleriyle bağlandı.

1997'den bugüne mineral su fabrikası da açan kibbutzun temel geçim kaynağı tarım ve turizmdir.

Dünyanın değişik yerlerinden getirilen 900 değişik bitkinin bulunduğu bir botanık bahçesi vardır.  Ölü denizin hemen kıyısındaki bu bahçe 100 dönümlük bir topraktır.

Israel'de son senelerde eski komün özelliklerini yavaş tavaş kaybetmeye başlayan kibbutzlar daha çok dışa açılmaya başlarlarken, Kibbutz üyeleri artık dışarıda çalışmaya başladıklarından bugün Kibbutzların bir çok eski özellikleri tarihe karışmaya başlamıştır.

Ancak yine de Israel'i Israel yapan bu yaşam tarzının hala daha varolmaya devam eden bir örneğini yerinde yaşayıp görmek ilginçtir.

Kurak toprakların ortasında yeşermiş bir yaşam alanıyla karşılaşmanın güzelliği ve insanin hiçten de bir şeyler yaratabilmesinin bir örneği olan bu küçük Kibbutz sevimli olduğu kadar mütevazı bir yaşamın tüm özelliklerini de ortaya koyuyor!


 


Bağımsız medyanın toplumları değiştiren gücü!

Türk televizyonunda genç kızlığımda izlediğim bir haberi hatırlıyorum. Bursa'da, iki kişinin gün ortasında faili meçhul kişilerce  vuruluşlarıyla ilgili bir haberdi bu. Televizyonlara yansıyan görüntüler unutulmazdı. Bursa'da bir caddede. yerde kendi kan gölünün ortasında can çekişen ağır yaralı adama doğru eğilen muhabir ona sorular yöneltiyordu. Adam can verirken muhabirin tek kaygısı reyting getireceğini bildiği görüntüleri elde etmekti. Ve sanırım böylesi bir haberi, prime time'a taşıyan Tv kanalı da bu görüntülerden büyük ihtimalle çok memnundu. Kimse o an adama nasıl yardım edilmesi gerektiği üzerinde kafa yormuyordu. Kimse hayat kurtarmak için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmüyordu bile. Görüntüler kolay rastlanır türden değillerdi. Televizyonlara bir insanın son anlarını en ufak bir sansürü düşünmeyecek kadar rahatlıkla yansıtanların ıspatladıkları tek şey bir hiç yoluna öldürülen insanların Türkiye'deki değersizlikleriydi sanırım.

Seneler sonra yine başka bir haber hatırlıyorum. Annemin Israel'deki evinde uydu kanallarından birinde tesadüfen izlediğim Türkçe haberler eskiyi anımsatıyorlardı yeniden.  Senelerden sonra, hala daha bir etik değer kazanamamış haber programlarıyla yayınlarına devam eden o eski Türk yayın politikasıydı yine bu.

Bu defa haber denizde boğulan bir gençti. Boğazın sularına kendini bırakan genç bir çocuk birdenbire denizde debelenmeye başlamış. Boğazın çalkantılı sularıyla mücadeleye giren gencin dışarıda kalan eli, panik halinde yardım isteyen hareketleri görüntülerdeydi. Ve insanlar  çocuğu kurtarmaya çalışmak yerine o anı ellerindeki telefonlarla filme almakla meşguldüler. Türk insanının o çok bilinen yardımseverlikleri neredeydi? Nasıl bir bilinçsizlikti bu!!? Nasıl bir umursamazlıktı!  Yardıma çağrılacak ambulans ya da herhangi bir kurtarma ekibi neredeydi?   Kendileri suya atlamaya çekinenler içinden birileri gencin bulunduğu noktaya doğru bir ip atıp duruyorlardı.. Yanlış hatırlamıyorsam sonunda o genç boğulmuştu!!

Burada Türk Basınının tek kaygısı sadece haber taşımaktı.  İnsan hayatı habercilik adına ikinci plana düşmüştü. Sözde, meslek adına toplumun insani taraflarını yok edecek, ahlaki değerlerini sıfırlayacak davranışların sonuçlarıyla ilgileri kesinlikle yoktu!! Bu da habercilik sayılıyordu!!!

Gazeteciliğin ilk amacı tabi ki haberciliktir. Olayları halka duyurmak gazetecinin görevidir.

Ancak bir olayı topluma yansıtacağınız zaman haber peşinde koşarken insanı yönlerinizi unutmak mesleğinizin amaçlarından biri değildir mutlaka!!!

....................................


Haber yaparken öncelikle olayın yeterli  bir haber değerine sahip olması önemlidir. Toplumu ilgilendiren çok farklı olaylar haber olabilir.  Yazılı, sesli ya da görüntülü olarak hazırlanan  haber, halka ulaştırılmak üzere, olayın özünde ve niteliğinde çarpıtmaya gidilmeden uygun bir dille ve etik görüntülerle haber insanlara iletilir.

Fotoğraf ve görüntü haberciliğin tartışılmaz bir bölümüdür. Ve haberciliğin en büyük kaygılarından biri sadece olayları insanlara taşımak değil, ayrıca toplumsal bir bilinç yaratmaktır.

Ve her defasında haberciliğin "objektif olması gereken " temel ilkelerinden bahsedilse de. tarafsız gazetecilik diye bir şey olmadığını gayet iyi biliyoruz. Habercilikte büyük ölçüde bir bilinç yaratma kaygısı vardır.

İnsanları istediğiniz şekilde yönlendirmenin en temel araçlarından biridir haberciliktir. Toplumsal bilinci kendi doğrularınız üzerinde inşaa etmeye çalıştığınız gerçeği yadsınamaz. Bu gazeteciliğin en ağır basan yönlerinden biridir. İnsanları belli düşünceye, bir çizgiye, belli bir politik akıma doğru çekmek için kullanılan en etkili araç medyadır.

Savaşların en zalim taraflarını gözler önüne seren görüntüler ve fotoğraflarsa basına lanse edilirken, yine çoğu kez belli bir bilinç yaratılmak istenir bazen de insanlığın dikkati yaşanan kimi trajedilere çekilmeye çalışılır. Gazeteciler savaşın getirdiği yıkımları ve acımasızlıkları basına taşıyarak toplumları bilinçlendirmek hatta çoğu zaman uyandırmak  görevini de üstlenirler!! Fakat savaş muhabirliği de çoğu zaman dürüst ve tarafsız kalmıyor mutlaka!!

Dün 11 Eylül 2001'de New York'ta ikiz kulelere yapılan terörist saldırının yirminci yıldönümüydü.

Aradan geçen yirmi senede bu konuda çok fazla konuşuldu, çok fazla tartışıldı. Çok fazla dökümanter filmler yapıldı.  Yaşanılan bu büyük saldırı hakkında, kimi kafaları karıştıracak iddialar da ortaya atıldı. Kimi doğrular üzerine yazılanlar oldu, kimileriyse varsayım ve teoriler üzerine olan şeylerdi...

Sonuçta yaklaşık 3000 kişinin bir anda hayatlarını kaybettikleri bu korkunç olayı insanların kafalarına en etkili şekilde kazıyan bir kaç anlık görüntü ve bir iki fotoğraftı belki de.

Haberciliği böylesi önemli kılan şey de sanırım bu!! Bazen en kısa yoldan en büyük etkiyi yaratmayı başarmak. Tek bir fotoğrafın bir devrim yaratabilecek kadar büyük bir değeri olduğunu sanırım bir çoğumuz farkındayız. Her sene dağıtılan Pullitzer Ödülleri de bunu ispatlıyor sanırım.

Haberin insanların hafızalarında büyük bir değişim yaratabileceği gerçeği tartışılmaz.

11 Eylül'ü yaşayan insanların akıllarında en çok kalan, örneğin, İkiz Kulelerden son anda atlamak zorunda kalan çaresiz insanların resimleriydi. Ve bu resimlerden bir tanesi özellikle ünlüdür. Boylu poslu bir Amerikan erkeğinin çaresizce kendisini boşluğa bıraktığı an çekilen resmi o gün yaşanılan dehşeti özetleyen bir karedir. 20 sene evvel hiç beklemediği bir an ölen bu genç adam bir resimde sonsuzlaşmış gibiydi.

Terörün bir ülkeye bir anda yaşattığı bedelin fotoğrafiydi bu...

Ve böyle geçen ay Afganistan'da yaşananlar bana İkiz Kulelerden atlayan insanların çaresizliklerini anımsattı.

Taliban'dan dehşete düşen genç Afgan erkeklerinin kalkıştaki Amerikan uçağına ölümüne asıldıkları anlar aynı dehşeti yaşattılar bana yeniden.. 

Çaresizliğin getirdiği ölümü resmedenler oldu tekrar!

Uçaktan düşen insanlar savaşın, terörün korkunç sonuçlarıydı bir defa daha.

Ve tarihten bize sonsuza kadar kalmış böyle bir kaç fotoğraf daha var.

1972 yılında  Güney Vietnam'da, Amerika tarafından desteklenen Güney Vietnam ordusu Komünist birliklerin saklandıkları bir sığınağı hedef aldıklarını düşünürken sivilleri vurmuşlardı. Evinin bahçesindeki ağaca tırmanan, oyun oynayan dokuz yaşındaki Kim Phic Phan Thi Napalm bombasının bedenini yaktığı anlar unutulmayacak şekilde fotoraflara yansımıştı. Bombanın etkisiyle  son derece derin yanıklar oluşan bedeninde hissettiği korkunç acıyla kıvranan  çocuğun dehşet anlarını Nick Ut sonsuzlaştırmış olan gazeteciydi.  Çocuğun acılar içindeki o ilk koşuş anının resmini çeken ve daha sonra onun Saigon'daki özel hastaneye nakledilmesini sağlayan gazeteci de yine Vietnam asıllı olan bir Associated Press muhabiriydi..Bu fotoğraf savaşın acımasızlığını Amerikan halkının gözlerine sokarken, Vietnam Savaşına olan karşı gösterrilerin iyice önünü açmıştı.

Ve 1989'da Tiananmen Meydanında, Çin Komünist rejimini protesto eden halkın içinden bugüne dek kimliği meçhul kalan beyaz gömlekli, siyah pantalonlu genç adamın tankın önünde, iki elinde iki torbayla duruşu da halkın Çin'deki rejime karşı duruşunu sonsuzlaştıran fotoğrafta  bir sembole dönüşmüştü!! Ve yine o anı sonsuzlaştıran yine bir Associated Press muhabiri olan Amerikalı Fotoğrafçı Jeff Widener'dı.

Bazı ülkelerde gazeteciler sadece reyting getirecek fasa fiso haberler dışına pek çıkamazlar. Bazı ülkelerde basın gerçek haberlerle meşgul olamıyacak şekilde kısıtlanmıştırlar. Kimi otoriter rejimler, kimi sözde demokrasiler magazinle uğraşabilir.  Halkın kafasını boş şeylerle dolduran, eğlencelik haberler, sansasyonel olaylar ve gerçek haber değeri olmayan haberler haber saatlerini doldurur.

Bağımsız bir medyanınsa toplumlar üzerinde nasıl bir kuvvete sahip olduğunu biliyoruz!!


Batya Ruso Galanti




10 Eylül 2021 Cuma

Israel tarihinin en büyük firarlarından biri!

 


Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Rosh Ha Shana idi. Yani Yahudi Yeni Yılıydı. Bayrama Pazartesi  sabahı Israel Ordusu ve Güvenlik Kuvvetleri hiç beklenmedik bir olayla uyandılar.

Yaklaşık son otuz senenin en büyük, en tehlikeli firarına gözleri açanlar Holywood yapımı bir film izlediklerini düşünebilirlerdi bir an.

Televizyonda karşımıza çıkan simayı tanımayan olmadığını zannediyorum.

2000'li yıllarda Israel'in geçirdiği en zorlu süreçlerden birinde,  El Fetih Örgütünün silahlı kanadı, Al-Aksa Şehitleri Tugayları Militan gurubunun içinde sivrilen Komutan Zakaria Zubeidi,  Israel Güvenlik Birimleri tarafından arananlar içinde ilk sıralarda yer alacak olan, Yehuda ve Şomron'da silahlı saldırıların arkasındaki isim olan şahıs, kendisi gibi, elleri kanlı beş teröristle birlikte, Israel ín Kuzeyi'nde,  Arap topraklarına ( Yehuda ve Şomron yani Batı Şeria'ya)  yaklaşık 6 kilometre uzaklıktaki hapishane'den kaçmayı başardılar.

Bu firarın kaç aydır planlandığını, teröristlerin bulundukları ortak hücreden, dışarıya çıkmalarını sağlayacak uzunluktaki tüneli ne kadar sürede kazmayı başardıklarını ki, ( yaklaşık 3 Gözetleme kulesini, iki güvenlik duvarıyla , iki tel örgüyü ve yaklaşık 32 avluyu yer altında aşan )  bu tünelin tamamını kendilerini kazmış olmaları mümkünmüdür? Kazdıkları tünelden çıktıklarında bu insanlara yardım etmiş olan birileri olduğu açıktır.

Bu firar , Israel Güvenlik Kuvvetlerinin  bir açığı olarak tarihe geçecektir.

Israel Hapishanelerindeki en küçük gardiyan'dan en yetkili kişilere kadar bir başıboşluk söz konusu olmalı diyorum. Bütün bunlar araştırılma aşamasında iken, şu an Israel Polisi ve ordusu Israel'in öncelikle Kuzeyi'nde ve Arap topraklarında alarma geçerken, Gilboa hapishanesi'nden kimi güvenlik suçlularını başka hücrelere ve kimilerini başka hapishanelere gönderdiği için,  bu hapishanelerde isyan başlatıldı. Kimi hücreleri ateşe verirlerken, Yehuda ve Şomron'da İslami Jihad Örgütü Israel'in baskıcı önlemlerinin daha fazla karışıklık getireceği şeklinde tehtidler savurmaya başladılar.

Hamas ta Gazze'den,  firarda olan teröristlere arka çıkarak bugünü "Öfke Günü "ilan etmiş.

Öfke Günü derken??? Neyi kastediyorlar? Kime ve neye öfkelendiler şimdi?? Kendi adamları hapishaneden kaçtıysa öfkelenecek ne var? Sevinsinler işte!!! Aaa pardon, tabii sevindiler ama daha fazla kaos yaratmak  için her zaman yeni sebepler bulunabilir!!

Israel Güvenlik Güçleri bu altı kişiyi özellikle Yehuda ve Şomron'da arasalar da, onların Ürdün'e kaçmış olabileceklerini de düşünüyorlar.

Kuzey Israel'de bu kişilere yardım etmiş oldukları şüphesiyle kimi akrabalarını tutuklayan güvenlik kuvvetleri dronlar ve helikopterlerle başlattıkları aramalarına farklı yollardan hala devam ediyorlar.

Israel'de yaşanan kimi güvenlik olayları Israel kuvvetlerinin son dönemde yeterlilik gösterememesi olarak algılanabilir.

Yaklaşık üç hafta evvel güvenlik duvarında bekleyen güçlerden bir askere  nasıl saldırdıkları kameralardaydı. Gençler ve çocuklar taşlarla, sınırı korumakla görevli olan askerin tüfeğini elinden düşürmek ve çekmek için herşeyi yaptıkları kameralara yansırken daha 13 yaşında olduğu söylenen  çocuğun elindeki silahı çekerek genç askeri kafasından vuruş görüntüleri bile yayınlanmıştı. Bulunduğu gözetleme deliğine yaklaşan Filistinli,  hayatının başında olan genç bir evladı yere sermişti.

Onlar ıiçin karşı tarafın neyi sembolize ettiğini biliyorum tabii..

Ve Suriye'den Israel topraklarına yine on gün önce, geceyarısı halk yataklarında derin uykularında iken, İran kuvvetlerine Şam yakınlarında gerçekleştirilen saldırılara karşılık olduğu sanılan bir Scud Füzesini Suriye Savunma Kuvvetleri ısrael'in merkezine fırlatırken,  füze Demir Kubbe tarafından aşağı indirilmiş!!

Ve ne sınırdaki provokasyonlara, ne Hamas'ın Gazze'deki duvara binlerce genci yığmasına, ne patlayıcı yüklü balonlara ya da  Hapishane'den kaçan teröristlere karşı sanırım gerekli cevabı (?! ) vermememizden kuvvet alanlar var.  Durumu çıkmaza sokmamak için gösterdiğiniz iyi niyeti zayıflık olarak algılayanların her an daha agresif tepkilerle karşınıza çıkmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle mücadele etmek zorundasınızdır bazen.

Kaçak teröristleri öldürürsek bu yeni bir İntifada'yı başlatır diyor Filistinli yetkililer. 

Cuma namazı sonrası Israel Güvenlik güçlerini zorlu saatler bekliyor olabilir yeniden. Çoluk çocuğu gönderecekler tekrar güvenlik güçlerine molotov kokteyleri ve taşlar atmaları için.  Çocuklarının ölmesi onları çok ta sarsmıyor gibi... bu şekilde ailelerine daha fazla yardım geliyor.

Abu Mazen ve diğer kravatlı muhataplar Hamas'tan çok farklı değiller. Hepsi aynılar. Zakarya Zübeidi'nin kutsal bir savaşçı, bir kahraman olduğunu söylemişler her biri!!  Onlar için otobüste giden sivillere ateş açanlar kahramandırlar.

Gazze'de Hamas Batı Şeria'da Mahmud Abbas. Hepsi işlerini biliyor.

En büyük korku son gerginliklerin yeni bir Gazze Israel catışmasına dönüşmesi...

Şimdilik bunlar da son haberler!!

Hepimize Shabat Shalom!!



Batya Galanti



5 Eylül 2021 Pazar

Tarihimiz karakterimizin mührüdür!!



Müslüman bir iş ( mesai ) arkadaşım kimi düşünce tarz ya da kimi davranış kalıplarının, kimi karakterlerin Yahudi toplumunun özellikleri olarak getirir dururdu bana.   İşte, " Bak sizler böylesiniz! "  der dururdu.  Siz Yahudiler'de bu tip şeyler, böyle görüşler vardır, Yahudiler şöyle ya da böyle davranırlar gibi iddiaları olan biriydi. Ve tabii kendisinin Yahudiler hakkında, devamlı önyargılı ve çoğu negatif olan teoriler üretmesini bir antisemitizm belirtisi olarak görmüyordu.

Bir defa birlikte çıktığımız bir turda yediğimiz yemeği ısmarlamak istediğinde ben ona gayet normal "Boş ver şimdi, herkes kendi yediğini ödesin olsun bitsin! " deyince bu sözümü aynı şekilde hemen Yahudiliğimle bağdaşlaştırmıştı. Bu benim arkadaşlarıma karşı cimri olduğumdan, ya da ihtiyacı olana gereğinde kendimden bir şeyler vermekten kaçınacağım, hediye satın almaktan hoşlanmadığım gibi bir anlam kazanmıştı hemen onun için. Her ne kadar onunla bu konuda tartışmaya girmesem de bana attığı sözde söylemek istediğini anlamış ve tabii önyargıyla yargılanmış olmaktan pek hoşlanmamıştım. Ama yine de onunla tartışmamayı tercih etmiştim, çünkü artık onların Yahudiler ve Yahudiliğimle ilgili atışmalarından yeterince yorulmuştum!!!

Türkiye'de Yahudilerin cimri oldukları söylenirdi, dünya'da Yahudiler " Para" yı çok seven bir millet olarak bilinirler. Ancak Yahudiler'in parayı seven bir millet olmasının dışındaki, eğitim ve öğrenime olan merakları ve katkılarıysa daha az konuşulur gibidir.  Ya da daha çok zenginlikleri üzerine konuşulur. Ya da tüm Yahudiler zengin sanılır...

Peki neden böyle ön yargılar oluyor insanlarda...

Buna kendi açımdan açıklamalarım var.

İnsan psikolojisi diye bir şey olduğu gibi, biliyoruz ki toplum psikolojisi denen bir şey var..

Her toplum, kendi tarihine, kendi değerlerine göre bir şekil almıştır gerçekten. Her insan çocukluğunda yaşadığı olayların etkisiyle, yetiştirildiği şeklin getirdiği sonuçlarla olgunluk çağında belli bir karakter yapısı oluşturduğu gibi toplumlar da geçmişlerinden bugüne yaşadıkları tarih sonucu birbirlerinden kısmen daha farklı yapı,  toplumsal karakter ortaya çıkarırlar.

Aydınlanma Çağını yaşamamış Ortadoğunun bugünkü bağnaz karakterini nelere borçlu olduğu açıktır. Tarih boyu düşünceye kapatılmış toplumların eşitlikçi, çağdaş ve demokrasiye açık bir model çizebilmeleri nasıl mümkündür?

Tek adam yönetimlerinin, komünizmin totaliter, agresif yapısı altında yaşayan Rusların daha sert bir toplumsal karakter çizmeleri normal değilmidir?

Peki neden Yahudiler sürekli parayla ilişkilendirilirler. Çünkü çoğu ülkelerde büyük toplum içinde adı geçen çok bilinmiş büyük Yahudi zenginler ortaya çıkmıştır. Ya da bir çok Yahudi Avrupa'da Amerika'da ticaret içinde sivrilen tipler olmuşlardır. Her ne kadar tüm Yahudilerin zengin olmadıklarının fazla bir değeri olmasa da insanlar genel olarak Yahudilerin parayı elde tutan, toplumları yöneten bir kuvvet oldukları teorilerine kadar varmışlardır.

Yüzyıllardır yaşadıkları ülkelerde inançları yüzünden hedef olan bir toplum zamanla kendilerini korumanın yollarını aramaya başlar. Manen zayıf olan, çoğunluğun içinde bir avuç farklı bir insan olarak yaşamak istiyorsanız, varlığınızı devam ettirebilmenin yolu kendinizi başka açılardan kuvvetlendirmek olacaktır. Hayatta kalabilmek için eğitime daha fazla önem vermek zorunda kalırsınız, daha çok öğrenip, daha fazla eğitilirseniz büyük roplumda sizi yutmak isteyecek büyük balıklara karşı savaşacak gücünüz olur. Yem olmazsınız. . Beyninizi ne kadar çalıştırırsanız o kadar başarırsınız! Ve para da sizi kurtaracak en büyük etkenlerden biridir mutlaka.

Bazen fakir bir aile içinde doğan ve zor koşullarda yetişen bir genç daha çok savaşmayı öğrenir. Daha fazla mücadele ettiği için. Rahata alışan insanlarsa daha az başarılı olurlar. Benim kanımca Yahudilerin bir çok defa toplumda öne çıkmalarının ardında yatan şey, kaybetmemek ve ezilmemek adına göstermeye alıştıkları bu savaştır. Diğerlerinden tek farkları yok olmamak adına mücadele vermeye alışmış olmalarıdır.

Bir de başka türlü içgüdüler geliştirmişizdir sanki.

Her yemek atışımda aklıma ilk gelen şeylerden biri Holocaust' ta açlıktan ölen Yahudilerdir. kamplarda bir çanak çorbayla ayakta kalmaya çalışan o insanlar sık sık aklıma gelirler.

Kimi anlar, ben kampa gönderilseydim acaba kaç gün dayanabilirdim gibi saçmasapan düşünceler aklımdan geçer, meğer bir çok tanıdığım insanın akıllarından da benzer şeyler geçermiş...

Herhangi başka milletten insanların bu tip şeyler düşünmeyeceklerini tahmin ediyorum.

Bu gece Rosh Haşana, eşimin ailesine yemeğe davetliyiz. Her seferinde bayram masalarındaki gerekli gereksiz, bin bir çeşit yemeği nasıl tüketecekleri sorularıyla, kocaman gözlerle bakakaldığımda tekrar düşüncelere dalıyorum bir an,  yokluk içinde yaşamış toplumlardan gelen nesillerin bu kez gerekenin çok üstünde miktarlarda yemeklerle verdikleri ziyafetlerde de bu kez ters bir kavram oluşmuş sanki. Masaları ne kadar doldursalar yetmeyecekmiş gibi bir hisle geçmişe karşı koyuyor gibiler.

Bizi biz yapan şeyler geçirdiğimiz savaşlar, travmalar, toplumsal devrimler, sınır dışına itilmişlikler, Holocaust'larla geliştirilen  göçmen karakterler ve neticeleri.  Bütün bunların kimi zaman daha olumlu etkileri olmuş kimiyse gereksiz bir duzeyde savunmacı olmuşsunuzdur, kimi zaman da kendinizi korumak adına daha bir isyankar!!

Kısaca her toplum kendi karakterini hatta kendi mimiklerini bile geliştirmiş sonunda. Ve bu gelişim hiç durmadan da devam edecek.. Değişim ve gelişim ve bir evrimdir bu. Hiç bitmeyen ve bitmeyecek...


Shana Tova ve Hag Sameah!!




5 Eylül 2021 Pazar

Duygularımızı en iyi ifade eden yoldur MÜZİK!! 

Hayatımda farklı dönemlerdee farklı tarz müzikler dinlediğim zamanlar oldu.. Sanki yeni geldiğim dünyayı keşfedişim kimi melodilerin arkadaşlığında gerçekleşir gibiydi. . Çocukluğumda hatırladığım şarkıların çoğu beni çok fazla etkilememişken, gelişme dönemine geçtiğimde Şişli'deki kulübe gitmeye başladığımızda bir çok ingilizce pop şarkılarla ilk tanışıklığımla, içimdeki o duygusal insanı etkileyen ilk notalar o dönemler ilk defa beynimde yer tutmaya başlamışlardı.  Daha çocuk yaşta bir erkek arkadaşıma romantik duygular hissetmeye başladığımda, Yıldırım Spor Derneğinin ( bizim cemaatin derneklerinden biriydi bu ) loş ışığı altında, elimde çoğu kez küçük bir Coca-Cola şişesi varken tavanda dönen rengarenk spotların sahnedeki parke zeminde yarattığı görsel şekilleri takip eden gözlerim, hayatı daha yeni yeni anlamaya çalışan beynim ve ilk defa müziğin bende bambaşka hisler yaratmaya başlamasına denk gelen  şarkıyı anımsarım; "Barbra Streisand'ın kendine özgü sesinin etkisini.... Hayatımda daha hiç bir şey yaşamamış olan bir çocuk olarak bir melodinin, bir sesin beni nasıl başka duygulara taşıdığını unutmam. O ortamı bana eşsiz kılan en büyük şey buydu. "Woman ın Love". Bugüne kadar zaman zaman dinlediğim bir şarkıdır bu.

Hayata gözünüzü açtığınız gibi yaşantınıza belki de en çok anlam katan şeylerden biridir müzik... Çoğu eşsiz denecek anları yaratan şeydir!!


Ve yıllar sonra ilk kez Israel'e olan sevgimin kalbimde ne kadar özel bir yeri  olduğunu hissettiğimde de bu ülkeye olan bağlılık duygularımı tetikleyen şeylerden biri yine müzikti. Israel Müziğini seviyordum. Yahudi ezgileri, Hava Nagila'nın ötesinde, Shalom Aleichem ya da Evenu Shalom Alecheim ve diğerleriyle başlayan, hora'larla devam eden bir aşktı bu. Ve güncel Israel müziği içinden yavaş yavaş tanımaya başladıklarım vardı hep.  Ofra Haza, Avi Toledano, Shlomo Artzi, Arik Einstein, Rami Kleinstein ve Rita ve bir çokları. Bu müziklere duyduğum ilgi beni adeta Israel'e çeken en büyük şeylerden biriydi. İlginçtir, bir ülkeye de adeta bir insana duyulan romantik hislerle bağlanabiliyordu insan.  

Tüm bu şarkıcılardan ilk tanıdığım Ofra Haza olmuştu. Eurovision'da ikincilik alan Chai (Hay! ) şarkısıyla tanımıştım onu ilk defa.  Chai!!!;  "Yaşıyorum!

Almanya'daki sahnede, Yemen asıllı şarkıcı Ofra Haza, kimi kendisi gibi esmer,  kimi sarışın olan beş kişilik grubuyla şarkısını seslendirdiğinde nasıl da büyülenmiştim. Duygusallığımla beraber bu topraklara duyduğum özlemle Israelle ilgili olan herşey adeta belli bir kutsallık kazanıyordu gözlerimde.

Ofra Haza, Güney Tel Aviv'de doğmuş, sekiz çocuklu fakir bir Yemenli ailenin kızıydı. İlk kez büyüdüğü çevredeki şehir tiyatro ve müzik grubunda sanatına başlamıştı ve o çok özel sesi ve kişiliğiyle müzikte başarıyı çok çabuk yakalımış bir şarkıcı olduğu söylenebilirdi.

1983'te Münich'te, Israel'i temsil ettiğinde sahnede icra ettiği şarkı, Holocaust'tan tam 38 yıl sonra bambaşka bir anlam taşıyordu. Nihai Çözüm olarak görülen ve bir sistematik ölüm makinesinin beyni olan bu ülkeye geri gelenler, Alman halkının karşısında; " Hala hayattayım diyorlardı. Ani Od Hay!! ... Hala yaşıyorum!! Bu şarkı büyükbabamın şarkısıydı... Dün o babama söyledi, ve bugün ben söylüyorum.. Hala yaşıyorum!!................ve bu şarkıyı hiç durmadan söyleyeceğim, uzaklardaki arkadaşlarıma doğru kanatlarımı açarak uçacağım.... Bu şarkı, Avrupa kıtasının ortasında, cıvıl cıvıl renklerle sahnede yerlerini alan kimilerinin hayatta kalmak için gösterdikleri inadı ve sebatı gösteriyordu!!

Ve Eurovision'dan  bir yıl sonra Ofra Haza, 17. yüzyılda yaşamış Rav Shalom Shabazi 'nin şiirinden alınmış bir  Yemen ezgisi olan bir şarkıyı uluslararası platforma taşıyarak büyük ses getirmeyi başarmıştı. Bu şarkının adıysa İm Nin'Alu'ydu. Modern çağın enstrümanlarıyla güncelleştirilen, dünya insanının, Batılı müzikseverlerin kulaklarına hitab edecek şekilde derlenen şarkı bir çok ülkede en çok dinlenenler listesinde yer almayı başarmış ve üzerinde epey konuşulmuştu. Ofra Haza'ysa ilk defa kendi köklerini dünyaya tanıtırken, yaptığı müzikle evrensel bir ses olmuştu. Ve sadece müziğiyle değil, Sami köklerini de tüm güzellini de ortaya koymuştu bu genç Israelli kadın!!

1996'da Israel'e göç ettiğimde o dönem Ofra Haza yeterince sessizleşmişti.  Benimse dinlediğim bir çok farklı müzisyenler vardı.

Yeni geldiğim bu ülkede, tüm sevgime rağmen bir adaptasyon döneminin daha ilk etaplarındaydım. O zamanlar daha talebelik çağı gibi bir çağ yaşıyordum yeniden. Bir taraftan Israellilere, Kita Alef'teyim dediğimde niye güldüklerini anlamazken, sonraları A sınıfındayım dediğimde ilkokul çocuklarını hatırlattığımı anlayacaktım. Onlar da A sınıfiyla başlıyorlarmış ilkokula!

Ve gerçekten de yeniden doğmak, yeniden büyümek gibiydi yaşam benim için. Hayatınızın orta yerinde yeniden yaşama başlamak gibi bir şeydi bu. Yeniden konuşmayı, okumayı yazmayı öğrenmek. Herşey sıfırdan başlıyordu,

Tüm bildiklerinizi silip reset yapmaya benziyordu bu. Davranışlarınız, oturup kalklmanız bile değişmeliydi bir yerde.

O zaman bize ilkokul şarkıları bile öğretmişlerdi. Bahar şarkıları, bayram şarkıları. Aynen, yeni büyüyen çocuklar gibiydik.

Rengarenk giyinmiş, saçları kısacık kesilmiş sarışın bir bayan, her bayram öncesi ve sonrası elinde gitariyle bize en güzel şarkıları öğretirdi her defasında.. İşte bu kadın da bana Israel'in sevdiğim yüzünü hatırlatanlardandı. Sanki o ve onun gibileri, bu ülkeye neden geldiğimizi anlatan birer örnek giydiler. Özgür bir nefes alışın sesi gibi sembolleşen insanlardı bunlar...

Roş Ha Şana'da, kurulan kocaman masalarda dünyanın bambaşka köşelerinden gelmiş insanlarla aynı zamanda, aynı kaderi birlikte paylaşıyorduk. Bir süre sonra her birimiz kendi yolumuza devam edecek olsakta, daha çok genç sayılacak yaşımda kimi anlamlı şarkılar dudaklarımdan dökülürken, sadece romantik duygularla soluduğum bu topraklarda beni nelerin beklediği soruları da aslında beynimin bir yerlerinde beni yeterince meşgul etmiyor değillerdi. Yarın ne olacak? Nasıl bir iş bulacağım? Ne zamana kadar yanlız olacağım? Peki ama adapte olabilecekmiyim?

Ve o günlerde bana yine de bu ülkede belli bir aile birliği duygusunu yaşatan bir şeyler hep vardı.

Bayramların çevresinde, her defasında yanlız kalmamamız için gayret gösteren birileri hep çıkardı. İlgisini eksik etmeyen öğretmenler, kimi tanıdıklar ( gerçek ailem dışındaki bir çokları!! ) herşeye rağmen geride bıraktığım ülkeden çok, yerimin burası olduğunu söylüyordu bana.

......................................................

Çocukluğumda beni ilk etkileyen şarkılardan biriydi ;  "Woman ın Love" ve daha sonra başka aşk şarkıları ve ardından, Süt ve Bal ülkesine duyduğum hislerle gelen müzikler var oldular hep... İm Nin'Alu'yla Ofra Haza'nın  bir çok şarkıları ve farklı dönemlerde yaşadığım farklı hislerle bugünlere kadar beni taşıyan farklı melodiler... .

Bir dönem bana aşkı yaşatan, bir insana duyulan hisleri ifade ediyordu müzik. Zaman geldi bir vatan özlemini yansıtırken bugün herşeyden biraz demek oldu benim için. Hayat bize karmakarışık hisler yaşatıyor. Zaman zaman olumlu duygular yaşıyoruz, o zaman dinlediğimiz şarkılar o olumlu duygularla birleşiyor.

Bazen de müzik dini  anlamlar taşıyor. 

Önümüzde bizi bekleyen Rosh Haşana ve sonrasında gelen Kipur da bana yine kimi geçmişten bugüne hala varolan bazı nameleri hatırlıyorlar

Dün aklıma geldi birden;   El Nora Alila'yla kapanan Kipur orucumuz. Kala ( Sinagoga ) orucun sonlarına bir saat kala giderdim çoğu kez. Artık insanların açlıktan nefeslerinin kokmaya başladığı anlarda, Şişli Sinagogunun üst balkonundan aşağıda, üzerlerinde bembeyaz tallitler kafalarında yine beyaz kipalarla, ellerinde tuttukları dua kitapları Kipur gününü  son yakarışlarıyla  kapatanlar.....

Sağlık, huzur, iyilik ve kazanç için dileklerde bulunulurken, her biri ayaklarının uçlarına doğru yükselen erkekler ve kadınlar ellerini göklere kaldırırlarken, "El Nora Alila"y i söylerlerdi.... Tüylerim bir an için diken diken olurken gözlerimi kapatır Tanrıyla bir an için bir köprü kurduğumu hissederdim. Ve arkasından  Şofar çalmaya başlardı. Şofar'ın inip çıkan iniltisi içimizden kopan çığlığın sesi gibiydi.

Bir kez daha dua ediyorum............

Tanrım bize yardım et!! Bize daha iyi bir dünya'da , daha huzurlu bir ortamda yaşamamız için yol göster diye yalvarıyorum. Hatalarımız hep oldu. Ve hep olacak. Sadece bizi başkalarına karşı dönülmesi imkansız hatalara düşmekten alı koy lütfen.


.................................................................................................

2 Eylül 2021 Perşembe

Ortadoğu'da kukla yönetimlerin işgali


Dünya insanına, savaş ve ölüm sorulursa akıllarına neresi gelir? desem? çoğu kişi, Ortadoğu diye atlar hemen!  En fazla savaşların, en fazla yıkımların, en çok karmaşanın, toplumsal eşitsizliklerin ve sömürünün ve acımasızlığın olduğu bölge bu bölgedir. Etrafımızda gerçekten rahat yaşayan bir toplum ararsanız zor bulursunuz. Petrol zengini olan o lüks Körfez ülkelerinde bile daha ılımlı bir hayat, sıra dışı fikirlerinizi beyan etmek özgürlüğünüz olduğunu zannederseniz yanılırsınız. Paranın verdiği o çok görkemli yaşamlarına rağmen hala daha İslam'ın gereklerine uygun bir hayat dışında hiç bir fikir ve kavrama izin olmayan bu ülkelerin de kimi açılardan bugüne dek diğerlerinden bir farkları yoktur.  Hala daha Şeriat kanunlarının gölgesinde yaşayan kadınlar, erkek egemen bir toplumun ağzından çıkacak izne göre nefes alıp alamamak arası bir hayat sürmek durumundalar. Körfez ülkelerinin, Suriye, Yemen, ya da Irak'tan tek farkları,  altın ve değerli mücevherlerin yapmacık ışıltısının gözleri kamaştıradığı  bu diyarlarda sadece bombalar pek patlamıyor. Onlar bombaları kardeş ülkelere taşıyorlar. İran'dan Suudi Arabistan'dan gelen silahlarla bir kaç kilometre ötelerinde kardeşleri birbirlerini öldürmeye devam ediyorlar.  Bir tarafta yeni yeni ortaya çıkan Şeriat rejimleriyle güçlenen kuvvetler de bu bölgedeki insanları, toplumları kırbaçlamaya devam ediyorlar.

Ortadoğu'da geçen zamanın toplumsal reformları getireceğini hayal ederken insanlar saha da çok baskı, daha da çok zülum içinde yaşamaya mahkum ediliyorlar.

Ve tüm bu ekstrem akımların ortasındaki Israel'in sınırları  yeniden ve yeniden tartışılırken bir Fransız  ya da bir İngiliz Haber sitesinde Israel'ín işgali altındaki bölgelerden bahsediliyor.

Halbuki bir tek Israel'in işgali altında denildiği bu bölgelerde insanlar nefes alıyor.

Bu bölgede ölüm yerine yaşama değer veren tek rejim Israel demokrasisi. Bilmiyorlar mı acaba? Ya da bilmezden mi geliyorlar?

Ancak o çok değerli Batılı, insancıl (?!)  ülkeler ve insanlar Israel'in işgalciliğine taktılar.


Jerusalem işgal toprakları, Yehuda Ve Shomron İşgal toprakları, Ramat Ha Golan ve tabii Galil Ha elyon işgal toprakları.. Buralardan Israel'i çıkartalım diye yırtınıyor hepsi..o zaman  geriye kimleri koyacaklar???!!!!

Kimi tercih eder gönlünüz sevgili Batı?

Ha size farketmez aslında!!!! Kim olursa olsun ama o çok yok etmek istediğiniz YAHUDİLER olmasınlar!!! Değil mi????!!!!!!!!!!!!!!!

Mesela Yehuda ve Somron'da bir ayağı çukurdaki Abu Mazen gittiğinde yerine Hamas'ın gelme şansı hiçte küçük değil. Mutlaka bizdn daha iyidirler . Oralarda da Radikal İslam güçleniyor. Kuzey'de İranlı milislerin desteklediği Hizbullah var. Hani Lübnan'ı yerle bir eden, kafalarındaki siyah ya da beyaz türbanlarla kendilerini Tanrının kutsal savaşçıları zannedenler. Taliban'la birbirlerine gayet benzeyen sakallı melekler hepsi. Suriye ve Güney Lübnan'da hiç durmadan silah ve roket depolarına yeni balistik füzeler ekleyen başka radikaller bunlar. 

Güneyimizde Gazze'yi 2007'den beri esir almış olan Hamas, Mısır'daki Müslüman Kardeşlerin bir yan kolu. Onlar da iyi çocuklardır. Kadınlarını ikinci, üçüncü kalite görür, sorgusuz sualsiz, mahkemeye bile gerek görmeden infaz kararları verirler, Homoseksüelleri damlardan atarlar. Ambulanslarda cephanelik taşırlar. Okullarda Cihad kavramını öğretirler. Mısır Cumhurbaşkanı El-Sisi bu yüzden Gazze'den Mısıra olan geçişlere izin vermiyor. El Sisi'nin teröre karşı verdiği savaşta en çok destek aldığı ülke Israel. Yoksa bu ülke de Daesh ve Müslüman Kardeşler çemberine düşebilir.

Ortadoğu'daki tek gerçek işgal, Batı'nın kendi ellerinin altından çıkan  kukla yönetimlerin işgalidir.

Bu bölgede huzur olmamasının tek nedenini Israel'e bağlayarak sorumluluklarından kurtulanların işine gelmedikçe bu yerler kaynamaya devam edecek. Kimse bu bölgenin huzur bulmasını istemiyor. Ve senaryonun içinde yine bir günah keçisi rolünü üstlenmiş olan Israel bir taraftan Batının istediği şekilde bölgeye belli bir denge getiriyor bir diğer tarafta bazı savaşların hiç son bulmamasıyla diğerlerinin istedikleri gibi hareket edebilmelerine bir gerekçe oluyor.


Batya R. GALANTI