12 Eylül 2021 Pazar

Kibbutz Ein Gedi

Israel'de bulunan 270 kibbutz'tan bir taneside Ölü Deniz'in batı kıyısında, Yehuda Çölünün tam ortasında, Israel'i Batı Şeria'dan yani Yehuda ve Şomron'dan ayıran yeşil hattın hemen yanında 1953 yılında kurulmuş, Bugün için nüfusu sadece 610 kişi olan küçücük bir yerleşim birimidir Ein Gedi.

İsmini hemen yanında bulunduğu, İncil'de adı geçen Tel Goren ( Arapçası Tel El-Jum) tarihi alandan alan Kibutz Ein Gedi uzun yıllar çölün tam  orta yerinde tamamen izole bir hayat sürdü. 1967 savaşı sonrasında, Ölü Deniz kıyısı boyunca, Yerusalayim-Yeriho arası yol yapildiginda ilk kez Ein Gedi başka yerleşim yerleriyle bağlandı.

1997'den bugüne mineral su fabrikası da açan kibbutzun temel geçim kaynağı tarım ve turizmdir.

Dünyanın değişik yerlerinden getirilen 900 değişik bitkinin bulunduğu bir botanık bahçesi vardır.  Ölü denizin hemen kıyısındaki bu bahçe 100 dönümlük bir topraktır.

Israel'de son senelerde eski komün özelliklerini yavaş tavaş kaybetmeye başlayan kibbutzlar daha çok dışa açılmaya başlarlarken, Kibbutz üyeleri artık dışarıda çalışmaya başladıklarından bugün Kibbutzların bir çok eski özellikleri tarihe karışmaya başlamıştır.

Ancak yine de Israel'i Israel yapan bu yaşam tarzının hala daha varolmaya devam eden bir örneğini yerinde yaşayıp görmek ilginçtir.

Kurak toprakların ortasında yeşermiş bir yaşam alanıyla karşılaşmanın güzelliği ve insanin hiçten de bir şeyler yaratabilmesinin bir örneği olan bu küçük Kibbutz sevimli olduğu kadar mütevazı bir yaşamın tüm özelliklerini de ortaya koyuyor!


 


Bağımsız medyanın toplumları değiştiren gücü!

Türk televizyonunda genç kızlığımda izlediğim bir haberi hatırlıyorum. Bursa'da, iki kişinin gün ortasında faili meçhul kişilerce  vuruluşlarıyla ilgili bir haberdi bu. Televizyonlara yansıyan görüntüler unutulmazdı. Bursa'da bir caddede. yerde kendi kan gölünün ortasında can çekişen ağır yaralı adama doğru eğilen muhabir ona sorular yöneltiyordu. Adam can verirken muhabirin tek kaygısı reyting getireceğini bildiği görüntüleri elde etmekti. Ve sanırım böylesi bir haberi, prime time'a taşıyan Tv kanalı da bu görüntülerden büyük ihtimalle çok memnundu. Kimse o an adama nasıl yardım edilmesi gerektiği üzerinde kafa yormuyordu. Kimse hayat kurtarmak için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmüyordu bile. Görüntüler kolay rastlanır türden değillerdi. Televizyonlara bir insanın son anlarını en ufak bir sansürü düşünmeyecek kadar rahatlıkla yansıtanların ıspatladıkları tek şey bir hiç yoluna öldürülen insanların Türkiye'deki değersizlikleriydi sanırım.

Seneler sonra yine başka bir haber hatırlıyorum. Annemin Israel'deki evinde uydu kanallarından birinde tesadüfen izlediğim Türkçe haberler eskiyi anımsatıyorlardı yeniden.  Senelerden sonra, hala daha bir etik değer kazanamamış haber programlarıyla yayınlarına devam eden o eski Türk yayın politikasıydı yine bu.

Bu defa haber denizde boğulan bir gençti. Boğazın sularına kendini bırakan genç bir çocuk birdenbire denizde debelenmeye başlamış. Boğazın çalkantılı sularıyla mücadeleye giren gencin dışarıda kalan eli, panik halinde yardım isteyen hareketleri görüntülerdeydi. Ve insanlar  çocuğu kurtarmaya çalışmak yerine o anı ellerindeki telefonlarla filme almakla meşguldüler. Türk insanının o çok bilinen yardımseverlikleri neredeydi? Nasıl bir bilinçsizlikti bu!!? Nasıl bir umursamazlıktı!  Yardıma çağrılacak ambulans ya da herhangi bir kurtarma ekibi neredeydi?   Kendileri suya atlamaya çekinenler içinden birileri gencin bulunduğu noktaya doğru bir ip atıp duruyorlardı.. Yanlış hatırlamıyorsam sonunda o genç boğulmuştu!!

Burada Türk Basınının tek kaygısı sadece haber taşımaktı.  İnsan hayatı habercilik adına ikinci plana düşmüştü. Sözde, meslek adına toplumun insani taraflarını yok edecek, ahlaki değerlerini sıfırlayacak davranışların sonuçlarıyla ilgileri kesinlikle yoktu!! Bu da habercilik sayılıyordu!!!

Gazeteciliğin ilk amacı tabi ki haberciliktir. Olayları halka duyurmak gazetecinin görevidir.

Ancak bir olayı topluma yansıtacağınız zaman haber peşinde koşarken insanı yönlerinizi unutmak mesleğinizin amaçlarından biri değildir mutlaka!!!

....................................


Haber yaparken öncelikle olayın yeterli  bir haber değerine sahip olması önemlidir. Toplumu ilgilendiren çok farklı olaylar haber olabilir.  Yazılı, sesli ya da görüntülü olarak hazırlanan  haber, halka ulaştırılmak üzere, olayın özünde ve niteliğinde çarpıtmaya gidilmeden uygun bir dille ve etik görüntülerle haber insanlara iletilir.

Fotoğraf ve görüntü haberciliğin tartışılmaz bir bölümüdür. Ve haberciliğin en büyük kaygılarından biri sadece olayları insanlara taşımak değil, ayrıca toplumsal bir bilinç yaratmaktır.

Ve her defasında haberciliğin "objektif olması gereken " temel ilkelerinden bahsedilse de. tarafsız gazetecilik diye bir şey olmadığını gayet iyi biliyoruz. Habercilikte büyük ölçüde bir bilinç yaratma kaygısı vardır.

İnsanları istediğiniz şekilde yönlendirmenin en temel araçlarından biridir haberciliktir. Toplumsal bilinci kendi doğrularınız üzerinde inşaa etmeye çalıştığınız gerçeği yadsınamaz. Bu gazeteciliğin en ağır basan yönlerinden biridir. İnsanları belli düşünceye, bir çizgiye, belli bir politik akıma doğru çekmek için kullanılan en etkili araç medyadır.

Savaşların en zalim taraflarını gözler önüne seren görüntüler ve fotoğraflarsa basına lanse edilirken, yine çoğu kez belli bir bilinç yaratılmak istenir bazen de insanlığın dikkati yaşanan kimi trajedilere çekilmeye çalışılır. Gazeteciler savaşın getirdiği yıkımları ve acımasızlıkları basına taşıyarak toplumları bilinçlendirmek hatta çoğu zaman uyandırmak  görevini de üstlenirler!! Fakat savaş muhabirliği de çoğu zaman dürüst ve tarafsız kalmıyor mutlaka!!

Dün 11 Eylül 2001'de New York'ta ikiz kulelere yapılan terörist saldırının yirminci yıldönümüydü.

Aradan geçen yirmi senede bu konuda çok fazla konuşuldu, çok fazla tartışıldı. Çok fazla dökümanter filmler yapıldı.  Yaşanılan bu büyük saldırı hakkında, kimi kafaları karıştıracak iddialar da ortaya atıldı. Kimi doğrular üzerine yazılanlar oldu, kimileriyse varsayım ve teoriler üzerine olan şeylerdi...

Sonuçta yaklaşık 3000 kişinin bir anda hayatlarını kaybettikleri bu korkunç olayı insanların kafalarına en etkili şekilde kazıyan bir kaç anlık görüntü ve bir iki fotoğraftı belki de.

Haberciliği böylesi önemli kılan şey de sanırım bu!! Bazen en kısa yoldan en büyük etkiyi yaratmayı başarmak. Tek bir fotoğrafın bir devrim yaratabilecek kadar büyük bir değeri olduğunu sanırım bir çoğumuz farkındayız. Her sene dağıtılan Pullitzer Ödülleri de bunu ispatlıyor sanırım.

Haberin insanların hafızalarında büyük bir değişim yaratabileceği gerçeği tartışılmaz.

11 Eylül'ü yaşayan insanların akıllarında en çok kalan, örneğin, İkiz Kulelerden son anda atlamak zorunda kalan çaresiz insanların resimleriydi. Ve bu resimlerden bir tanesi özellikle ünlüdür. Boylu poslu bir Amerikan erkeğinin çaresizce kendisini boşluğa bıraktığı an çekilen resmi o gün yaşanılan dehşeti özetleyen bir karedir. 20 sene evvel hiç beklemediği bir an ölen bu genç adam bir resimde sonsuzlaşmış gibiydi.

Terörün bir ülkeye bir anda yaşattığı bedelin fotoğrafiydi bu...

Ve böyle geçen ay Afganistan'da yaşananlar bana İkiz Kulelerden atlayan insanların çaresizliklerini anımsattı.

Taliban'dan dehşete düşen genç Afgan erkeklerinin kalkıştaki Amerikan uçağına ölümüne asıldıkları anlar aynı dehşeti yaşattılar bana yeniden.. 

Çaresizliğin getirdiği ölümü resmedenler oldu tekrar!

Uçaktan düşen insanlar savaşın, terörün korkunç sonuçlarıydı bir defa daha.

Ve tarihten bize sonsuza kadar kalmış böyle bir kaç fotoğraf daha var.

1972 yılında  Güney Vietnam'da, Amerika tarafından desteklenen Güney Vietnam ordusu Komünist birliklerin saklandıkları bir sığınağı hedef aldıklarını düşünürken sivilleri vurmuşlardı. Evinin bahçesindeki ağaca tırmanan, oyun oynayan dokuz yaşındaki Kim Phic Phan Thi Napalm bombasının bedenini yaktığı anlar unutulmayacak şekilde fotoraflara yansımıştı. Bombanın etkisiyle  son derece derin yanıklar oluşan bedeninde hissettiği korkunç acıyla kıvranan  çocuğun dehşet anlarını Nick Ut sonsuzlaştırmış olan gazeteciydi.  Çocuğun acılar içindeki o ilk koşuş anının resmini çeken ve daha sonra onun Saigon'daki özel hastaneye nakledilmesini sağlayan gazeteci de yine Vietnam asıllı olan bir Associated Press muhabiriydi..Bu fotoğraf savaşın acımasızlığını Amerikan halkının gözlerine sokarken, Vietnam Savaşına olan karşı gösterrilerin iyice önünü açmıştı.

Ve 1989'da Tiananmen Meydanında, Çin Komünist rejimini protesto eden halkın içinden bugüne dek kimliği meçhul kalan beyaz gömlekli, siyah pantalonlu genç adamın tankın önünde, iki elinde iki torbayla duruşu da halkın Çin'deki rejime karşı duruşunu sonsuzlaştıran fotoğrafta  bir sembole dönüşmüştü!! Ve yine o anı sonsuzlaştıran yine bir Associated Press muhabiri olan Amerikalı Fotoğrafçı Jeff Widener'dı.

Bazı ülkelerde gazeteciler sadece reyting getirecek fasa fiso haberler dışına pek çıkamazlar. Bazı ülkelerde basın gerçek haberlerle meşgul olamıyacak şekilde kısıtlanmıştırlar. Kimi otoriter rejimler, kimi sözde demokrasiler magazinle uğraşabilir.  Halkın kafasını boş şeylerle dolduran, eğlencelik haberler, sansasyonel olaylar ve gerçek haber değeri olmayan haberler haber saatlerini doldurur.

Bağımsız bir medyanınsa toplumlar üzerinde nasıl bir kuvvete sahip olduğunu biliyoruz!!


Batya Ruso Galanti




10 Eylül 2021 Cuma

Israel tarihinin en büyük firarlarından biri!

 


Geçtiğimiz Pazartesi akşamı Rosh Ha Shana idi. Yani Yahudi Yeni Yılıydı. Bayrama Pazartesi  sabahı Israel Ordusu ve Güvenlik Kuvvetleri hiç beklenmedik bir olayla uyandılar.

Yaklaşık son otuz senenin en büyük, en tehlikeli firarına gözleri açanlar Holywood yapımı bir film izlediklerini düşünebilirlerdi bir an.

Televizyonda karşımıza çıkan simayı tanımayan olmadığını zannediyorum.

2000'li yıllarda Israel'in geçirdiği en zorlu süreçlerden birinde,  El Fetih Örgütünün silahlı kanadı, Al-Aksa Şehitleri Tugayları Militan gurubunun içinde sivrilen Komutan Zakaria Zubeidi,  Israel Güvenlik Birimleri tarafından arananlar içinde ilk sıralarda yer alacak olan, Yehuda ve Şomron'da silahlı saldırıların arkasındaki isim olan şahıs, kendisi gibi, elleri kanlı beş teröristle birlikte, Israel ín Kuzeyi'nde,  Arap topraklarına ( Yehuda ve Şomron yani Batı Şeria'ya)  yaklaşık 6 kilometre uzaklıktaki hapishane'den kaçmayı başardılar.

Bu firarın kaç aydır planlandığını, teröristlerin bulundukları ortak hücreden, dışarıya çıkmalarını sağlayacak uzunluktaki tüneli ne kadar sürede kazmayı başardıklarını ki, ( yaklaşık 3 Gözetleme kulesini, iki güvenlik duvarıyla , iki tel örgüyü ve yaklaşık 32 avluyu yer altında aşan )  bu tünelin tamamını kendilerini kazmış olmaları mümkünmüdür? Kazdıkları tünelden çıktıklarında bu insanlara yardım etmiş olan birileri olduğu açıktır.

Bu firar , Israel Güvenlik Kuvvetlerinin  bir açığı olarak tarihe geçecektir.

Israel Hapishanelerindeki en küçük gardiyan'dan en yetkili kişilere kadar bir başıboşluk söz konusu olmalı diyorum. Bütün bunlar araştırılma aşamasında iken, şu an Israel Polisi ve ordusu Israel'in öncelikle Kuzeyi'nde ve Arap topraklarında alarma geçerken, Gilboa hapishanesi'nden kimi güvenlik suçlularını başka hücrelere ve kimilerini başka hapishanelere gönderdiği için,  bu hapishanelerde isyan başlatıldı. Kimi hücreleri ateşe verirlerken, Yehuda ve Şomron'da İslami Jihad Örgütü Israel'in baskıcı önlemlerinin daha fazla karışıklık getireceği şeklinde tehtidler savurmaya başladılar.

Hamas ta Gazze'den,  firarda olan teröristlere arka çıkarak bugünü "Öfke Günü "ilan etmiş.

Öfke Günü derken??? Neyi kastediyorlar? Kime ve neye öfkelendiler şimdi?? Kendi adamları hapishaneden kaçtıysa öfkelenecek ne var? Sevinsinler işte!!! Aaa pardon, tabii sevindiler ama daha fazla kaos yaratmak  için her zaman yeni sebepler bulunabilir!!

Israel Güvenlik Güçleri bu altı kişiyi özellikle Yehuda ve Şomron'da arasalar da, onların Ürdün'e kaçmış olabileceklerini de düşünüyorlar.

Kuzey Israel'de bu kişilere yardım etmiş oldukları şüphesiyle kimi akrabalarını tutuklayan güvenlik kuvvetleri dronlar ve helikopterlerle başlattıkları aramalarına farklı yollardan hala devam ediyorlar.

Israel'de yaşanan kimi güvenlik olayları Israel kuvvetlerinin son dönemde yeterlilik gösterememesi olarak algılanabilir.

Yaklaşık üç hafta evvel güvenlik duvarında bekleyen güçlerden bir askere  nasıl saldırdıkları kameralardaydı. Gençler ve çocuklar taşlarla, sınırı korumakla görevli olan askerin tüfeğini elinden düşürmek ve çekmek için herşeyi yaptıkları kameralara yansırken daha 13 yaşında olduğu söylenen  çocuğun elindeki silahı çekerek genç askeri kafasından vuruş görüntüleri bile yayınlanmıştı. Bulunduğu gözetleme deliğine yaklaşan Filistinli,  hayatının başında olan genç bir evladı yere sermişti.

Onlar ıiçin karşı tarafın neyi sembolize ettiğini biliyorum tabii..

Ve Suriye'den Israel topraklarına yine on gün önce, geceyarısı halk yataklarında derin uykularında iken, İran kuvvetlerine Şam yakınlarında gerçekleştirilen saldırılara karşılık olduğu sanılan bir Scud Füzesini Suriye Savunma Kuvvetleri ısrael'in merkezine fırlatırken,  füze Demir Kubbe tarafından aşağı indirilmiş!!

Ve ne sınırdaki provokasyonlara, ne Hamas'ın Gazze'deki duvara binlerce genci yığmasına, ne patlayıcı yüklü balonlara ya da  Hapishane'den kaçan teröristlere karşı sanırım gerekli cevabı (?! ) vermememizden kuvvet alanlar var.  Durumu çıkmaza sokmamak için gösterdiğiniz iyi niyeti zayıflık olarak algılayanların her an daha agresif tepkilerle karşınıza çıkmasının kaçınılmaz olduğu gerçeğiyle mücadele etmek zorundasınızdır bazen.

Kaçak teröristleri öldürürsek bu yeni bir İntifada'yı başlatır diyor Filistinli yetkililer. 

Cuma namazı sonrası Israel Güvenlik güçlerini zorlu saatler bekliyor olabilir yeniden. Çoluk çocuğu gönderecekler tekrar güvenlik güçlerine molotov kokteyleri ve taşlar atmaları için.  Çocuklarının ölmesi onları çok ta sarsmıyor gibi... bu şekilde ailelerine daha fazla yardım geliyor.

Abu Mazen ve diğer kravatlı muhataplar Hamas'tan çok farklı değiller. Hepsi aynılar. Zakarya Zübeidi'nin kutsal bir savaşçı, bir kahraman olduğunu söylemişler her biri!!  Onlar için otobüste giden sivillere ateş açanlar kahramandırlar.

Gazze'de Hamas Batı Şeria'da Mahmud Abbas. Hepsi işlerini biliyor.

En büyük korku son gerginliklerin yeni bir Gazze Israel catışmasına dönüşmesi...

Şimdilik bunlar da son haberler!!

Hepimize Shabat Shalom!!



Batya Galanti



5 Eylül 2021 Pazar

Tarihimiz karakterimizin mührüdür!!



Müslüman bir iş ( mesai ) arkadaşım kimi düşünce tarz ya da kimi davranış kalıplarının, kimi karakterlerin Yahudi toplumunun özellikleri olarak getirir dururdu bana.   İşte, " Bak sizler böylesiniz! "  der dururdu.  Siz Yahudiler'de bu tip şeyler, böyle görüşler vardır, Yahudiler şöyle ya da böyle davranırlar gibi iddiaları olan biriydi. Ve tabii kendisinin Yahudiler hakkında, devamlı önyargılı ve çoğu negatif olan teoriler üretmesini bir antisemitizm belirtisi olarak görmüyordu.

Bir defa birlikte çıktığımız bir turda yediğimiz yemeği ısmarlamak istediğinde ben ona gayet normal "Boş ver şimdi, herkes kendi yediğini ödesin olsun bitsin! " deyince bu sözümü aynı şekilde hemen Yahudiliğimle bağdaşlaştırmıştı. Bu benim arkadaşlarıma karşı cimri olduğumdan, ya da ihtiyacı olana gereğinde kendimden bir şeyler vermekten kaçınacağım, hediye satın almaktan hoşlanmadığım gibi bir anlam kazanmıştı hemen onun için. Her ne kadar onunla bu konuda tartışmaya girmesem de bana attığı sözde söylemek istediğini anlamış ve tabii önyargıyla yargılanmış olmaktan pek hoşlanmamıştım. Ama yine de onunla tartışmamayı tercih etmiştim, çünkü artık onların Yahudiler ve Yahudiliğimle ilgili atışmalarından yeterince yorulmuştum!!!

Türkiye'de Yahudilerin cimri oldukları söylenirdi, dünya'da Yahudiler " Para" yı çok seven bir millet olarak bilinirler. Ancak Yahudiler'in parayı seven bir millet olmasının dışındaki, eğitim ve öğrenime olan merakları ve katkılarıysa daha az konuşulur gibidir.  Ya da daha çok zenginlikleri üzerine konuşulur. Ya da tüm Yahudiler zengin sanılır...

Peki neden böyle ön yargılar oluyor insanlarda...

Buna kendi açımdan açıklamalarım var.

İnsan psikolojisi diye bir şey olduğu gibi, biliyoruz ki toplum psikolojisi denen bir şey var..

Her toplum, kendi tarihine, kendi değerlerine göre bir şekil almıştır gerçekten. Her insan çocukluğunda yaşadığı olayların etkisiyle, yetiştirildiği şeklin getirdiği sonuçlarla olgunluk çağında belli bir karakter yapısı oluşturduğu gibi toplumlar da geçmişlerinden bugüne yaşadıkları tarih sonucu birbirlerinden kısmen daha farklı yapı,  toplumsal karakter ortaya çıkarırlar.

Aydınlanma Çağını yaşamamış Ortadoğunun bugünkü bağnaz karakterini nelere borçlu olduğu açıktır. Tarih boyu düşünceye kapatılmış toplumların eşitlikçi, çağdaş ve demokrasiye açık bir model çizebilmeleri nasıl mümkündür?

Tek adam yönetimlerinin, komünizmin totaliter, agresif yapısı altında yaşayan Rusların daha sert bir toplumsal karakter çizmeleri normal değilmidir?

Peki neden Yahudiler sürekli parayla ilişkilendirilirler. Çünkü çoğu ülkelerde büyük toplum içinde adı geçen çok bilinmiş büyük Yahudi zenginler ortaya çıkmıştır. Ya da bir çok Yahudi Avrupa'da Amerika'da ticaret içinde sivrilen tipler olmuşlardır. Her ne kadar tüm Yahudilerin zengin olmadıklarının fazla bir değeri olmasa da insanlar genel olarak Yahudilerin parayı elde tutan, toplumları yöneten bir kuvvet oldukları teorilerine kadar varmışlardır.

Yüzyıllardır yaşadıkları ülkelerde inançları yüzünden hedef olan bir toplum zamanla kendilerini korumanın yollarını aramaya başlar. Manen zayıf olan, çoğunluğun içinde bir avuç farklı bir insan olarak yaşamak istiyorsanız, varlığınızı devam ettirebilmenin yolu kendinizi başka açılardan kuvvetlendirmek olacaktır. Hayatta kalabilmek için eğitime daha fazla önem vermek zorunda kalırsınız, daha çok öğrenip, daha fazla eğitilirseniz büyük roplumda sizi yutmak isteyecek büyük balıklara karşı savaşacak gücünüz olur. Yem olmazsınız. . Beyninizi ne kadar çalıştırırsanız o kadar başarırsınız! Ve para da sizi kurtaracak en büyük etkenlerden biridir mutlaka.

Bazen fakir bir aile içinde doğan ve zor koşullarda yetişen bir genç daha çok savaşmayı öğrenir. Daha fazla mücadele ettiği için. Rahata alışan insanlarsa daha az başarılı olurlar. Benim kanımca Yahudilerin bir çok defa toplumda öne çıkmalarının ardında yatan şey, kaybetmemek ve ezilmemek adına göstermeye alıştıkları bu savaştır. Diğerlerinden tek farkları yok olmamak adına mücadele vermeye alışmış olmalarıdır.

Bir de başka türlü içgüdüler geliştirmişizdir sanki.

Her yemek atışımda aklıma ilk gelen şeylerden biri Holocaust' ta açlıktan ölen Yahudilerdir. kamplarda bir çanak çorbayla ayakta kalmaya çalışan o insanlar sık sık aklıma gelirler.

Kimi anlar, ben kampa gönderilseydim acaba kaç gün dayanabilirdim gibi saçmasapan düşünceler aklımdan geçer, meğer bir çok tanıdığım insanın akıllarından da benzer şeyler geçermiş...

Herhangi başka milletten insanların bu tip şeyler düşünmeyeceklerini tahmin ediyorum.

Bu gece Rosh Haşana, eşimin ailesine yemeğe davetliyiz. Her seferinde bayram masalarındaki gerekli gereksiz, bin bir çeşit yemeği nasıl tüketecekleri sorularıyla, kocaman gözlerle bakakaldığımda tekrar düşüncelere dalıyorum bir an,  yokluk içinde yaşamış toplumlardan gelen nesillerin bu kez gerekenin çok üstünde miktarlarda yemeklerle verdikleri ziyafetlerde de bu kez ters bir kavram oluşmuş sanki. Masaları ne kadar doldursalar yetmeyecekmiş gibi bir hisle geçmişe karşı koyuyor gibiler.

Bizi biz yapan şeyler geçirdiğimiz savaşlar, travmalar, toplumsal devrimler, sınır dışına itilmişlikler, Holocaust'larla geliştirilen  göçmen karakterler ve neticeleri.  Bütün bunların kimi zaman daha olumlu etkileri olmuş kimiyse gereksiz bir duzeyde savunmacı olmuşsunuzdur, kimi zaman da kendinizi korumak adına daha bir isyankar!!

Kısaca her toplum kendi karakterini hatta kendi mimiklerini bile geliştirmiş sonunda. Ve bu gelişim hiç durmadan da devam edecek.. Değişim ve gelişim ve bir evrimdir bu. Hiç bitmeyen ve bitmeyecek...


Shana Tova ve Hag Sameah!!




5 Eylül 2021 Pazar

Duygularımızı en iyi ifade eden yoldur MÜZİK!! 

Hayatımda farklı dönemlerdee farklı tarz müzikler dinlediğim zamanlar oldu.. Sanki yeni geldiğim dünyayı keşfedişim kimi melodilerin arkadaşlığında gerçekleşir gibiydi. . Çocukluğumda hatırladığım şarkıların çoğu beni çok fazla etkilememişken, gelişme dönemine geçtiğimde Şişli'deki kulübe gitmeye başladığımızda bir çok ingilizce pop şarkılarla ilk tanışıklığımla, içimdeki o duygusal insanı etkileyen ilk notalar o dönemler ilk defa beynimde yer tutmaya başlamışlardı.  Daha çocuk yaşta bir erkek arkadaşıma romantik duygular hissetmeye başladığımda, Yıldırım Spor Derneğinin ( bizim cemaatin derneklerinden biriydi bu ) loş ışığı altında, elimde çoğu kez küçük bir Coca-Cola şişesi varken tavanda dönen rengarenk spotların sahnedeki parke zeminde yarattığı görsel şekilleri takip eden gözlerim, hayatı daha yeni yeni anlamaya çalışan beynim ve ilk defa müziğin bende bambaşka hisler yaratmaya başlamasına denk gelen  şarkıyı anımsarım; "Barbra Streisand'ın kendine özgü sesinin etkisini.... Hayatımda daha hiç bir şey yaşamamış olan bir çocuk olarak bir melodinin, bir sesin beni nasıl başka duygulara taşıdığını unutmam. O ortamı bana eşsiz kılan en büyük şey buydu. "Woman ın Love". Bugüne kadar zaman zaman dinlediğim bir şarkıdır bu.

Hayata gözünüzü açtığınız gibi yaşantınıza belki de en çok anlam katan şeylerden biridir müzik... Çoğu eşsiz denecek anları yaratan şeydir!!


Ve yıllar sonra ilk kez Israel'e olan sevgimin kalbimde ne kadar özel bir yeri  olduğunu hissettiğimde de bu ülkeye olan bağlılık duygularımı tetikleyen şeylerden biri yine müzikti. Israel Müziğini seviyordum. Yahudi ezgileri, Hava Nagila'nın ötesinde, Shalom Aleichem ya da Evenu Shalom Alecheim ve diğerleriyle başlayan, hora'larla devam eden bir aşktı bu. Ve güncel Israel müziği içinden yavaş yavaş tanımaya başladıklarım vardı hep.  Ofra Haza, Avi Toledano, Shlomo Artzi, Arik Einstein, Rami Kleinstein ve Rita ve bir çokları. Bu müziklere duyduğum ilgi beni adeta Israel'e çeken en büyük şeylerden biriydi. İlginçtir, bir ülkeye de adeta bir insana duyulan romantik hislerle bağlanabiliyordu insan.  

Tüm bu şarkıcılardan ilk tanıdığım Ofra Haza olmuştu. Eurovision'da ikincilik alan Chai (Hay! ) şarkısıyla tanımıştım onu ilk defa.  Chai!!!;  "Yaşıyorum!

Almanya'daki sahnede, Yemen asıllı şarkıcı Ofra Haza, kimi kendisi gibi esmer,  kimi sarışın olan beş kişilik grubuyla şarkısını seslendirdiğinde nasıl da büyülenmiştim. Duygusallığımla beraber bu topraklara duyduğum özlemle Israelle ilgili olan herşey adeta belli bir kutsallık kazanıyordu gözlerimde.

Ofra Haza, Güney Tel Aviv'de doğmuş, sekiz çocuklu fakir bir Yemenli ailenin kızıydı. İlk kez büyüdüğü çevredeki şehir tiyatro ve müzik grubunda sanatına başlamıştı ve o çok özel sesi ve kişiliğiyle müzikte başarıyı çok çabuk yakalımış bir şarkıcı olduğu söylenebilirdi.

1983'te Münich'te, Israel'i temsil ettiğinde sahnede icra ettiği şarkı, Holocaust'tan tam 38 yıl sonra bambaşka bir anlam taşıyordu. Nihai Çözüm olarak görülen ve bir sistematik ölüm makinesinin beyni olan bu ülkeye geri gelenler, Alman halkının karşısında; " Hala hayattayım diyorlardı. Ani Od Hay!! ... Hala yaşıyorum!! Bu şarkı büyükbabamın şarkısıydı... Dün o babama söyledi, ve bugün ben söylüyorum.. Hala yaşıyorum!!................ve bu şarkıyı hiç durmadan söyleyeceğim, uzaklardaki arkadaşlarıma doğru kanatlarımı açarak uçacağım.... Bu şarkı, Avrupa kıtasının ortasında, cıvıl cıvıl renklerle sahnede yerlerini alan kimilerinin hayatta kalmak için gösterdikleri inadı ve sebatı gösteriyordu!!

Ve Eurovision'dan  bir yıl sonra Ofra Haza, 17. yüzyılda yaşamış Rav Shalom Shabazi 'nin şiirinden alınmış bir  Yemen ezgisi olan bir şarkıyı uluslararası platforma taşıyarak büyük ses getirmeyi başarmıştı. Bu şarkının adıysa İm Nin'Alu'ydu. Modern çağın enstrümanlarıyla güncelleştirilen, dünya insanının, Batılı müzikseverlerin kulaklarına hitab edecek şekilde derlenen şarkı bir çok ülkede en çok dinlenenler listesinde yer almayı başarmış ve üzerinde epey konuşulmuştu. Ofra Haza'ysa ilk defa kendi köklerini dünyaya tanıtırken, yaptığı müzikle evrensel bir ses olmuştu. Ve sadece müziğiyle değil, Sami köklerini de tüm güzellini de ortaya koymuştu bu genç Israelli kadın!!

1996'da Israel'e göç ettiğimde o dönem Ofra Haza yeterince sessizleşmişti.  Benimse dinlediğim bir çok farklı müzisyenler vardı.

Yeni geldiğim bu ülkede, tüm sevgime rağmen bir adaptasyon döneminin daha ilk etaplarındaydım. O zamanlar daha talebelik çağı gibi bir çağ yaşıyordum yeniden. Bir taraftan Israellilere, Kita Alef'teyim dediğimde niye güldüklerini anlamazken, sonraları A sınıfındayım dediğimde ilkokul çocuklarını hatırlattığımı anlayacaktım. Onlar da A sınıfiyla başlıyorlarmış ilkokula!

Ve gerçekten de yeniden doğmak, yeniden büyümek gibiydi yaşam benim için. Hayatınızın orta yerinde yeniden yaşama başlamak gibi bir şeydi bu. Yeniden konuşmayı, okumayı yazmayı öğrenmek. Herşey sıfırdan başlıyordu,

Tüm bildiklerinizi silip reset yapmaya benziyordu bu. Davranışlarınız, oturup kalklmanız bile değişmeliydi bir yerde.

O zaman bize ilkokul şarkıları bile öğretmişlerdi. Bahar şarkıları, bayram şarkıları. Aynen, yeni büyüyen çocuklar gibiydik.

Rengarenk giyinmiş, saçları kısacık kesilmiş sarışın bir bayan, her bayram öncesi ve sonrası elinde gitariyle bize en güzel şarkıları öğretirdi her defasında.. İşte bu kadın da bana Israel'in sevdiğim yüzünü hatırlatanlardandı. Sanki o ve onun gibileri, bu ülkeye neden geldiğimizi anlatan birer örnek giydiler. Özgür bir nefes alışın sesi gibi sembolleşen insanlardı bunlar...

Roş Ha Şana'da, kurulan kocaman masalarda dünyanın bambaşka köşelerinden gelmiş insanlarla aynı zamanda, aynı kaderi birlikte paylaşıyorduk. Bir süre sonra her birimiz kendi yolumuza devam edecek olsakta, daha çok genç sayılacak yaşımda kimi anlamlı şarkılar dudaklarımdan dökülürken, sadece romantik duygularla soluduğum bu topraklarda beni nelerin beklediği soruları da aslında beynimin bir yerlerinde beni yeterince meşgul etmiyor değillerdi. Yarın ne olacak? Nasıl bir iş bulacağım? Ne zamana kadar yanlız olacağım? Peki ama adapte olabilecekmiyim?

Ve o günlerde bana yine de bu ülkede belli bir aile birliği duygusunu yaşatan bir şeyler hep vardı.

Bayramların çevresinde, her defasında yanlız kalmamamız için gayret gösteren birileri hep çıkardı. İlgisini eksik etmeyen öğretmenler, kimi tanıdıklar ( gerçek ailem dışındaki bir çokları!! ) herşeye rağmen geride bıraktığım ülkeden çok, yerimin burası olduğunu söylüyordu bana.

......................................................

Çocukluğumda beni ilk etkileyen şarkılardan biriydi ;  "Woman ın Love" ve daha sonra başka aşk şarkıları ve ardından, Süt ve Bal ülkesine duyduğum hislerle gelen müzikler var oldular hep... İm Nin'Alu'yla Ofra Haza'nın  bir çok şarkıları ve farklı dönemlerde yaşadığım farklı hislerle bugünlere kadar beni taşıyan farklı melodiler... .

Bir dönem bana aşkı yaşatan, bir insana duyulan hisleri ifade ediyordu müzik. Zaman geldi bir vatan özlemini yansıtırken bugün herşeyden biraz demek oldu benim için. Hayat bize karmakarışık hisler yaşatıyor. Zaman zaman olumlu duygular yaşıyoruz, o zaman dinlediğimiz şarkılar o olumlu duygularla birleşiyor.

Bazen de müzik dini  anlamlar taşıyor. 

Önümüzde bizi bekleyen Rosh Haşana ve sonrasında gelen Kipur da bana yine kimi geçmişten bugüne hala varolan bazı nameleri hatırlıyorlar

Dün aklıma geldi birden;   El Nora Alila'yla kapanan Kipur orucumuz. Kala ( Sinagoga ) orucun sonlarına bir saat kala giderdim çoğu kez. Artık insanların açlıktan nefeslerinin kokmaya başladığı anlarda, Şişli Sinagogunun üst balkonundan aşağıda, üzerlerinde bembeyaz tallitler kafalarında yine beyaz kipalarla, ellerinde tuttukları dua kitapları Kipur gününü  son yakarışlarıyla  kapatanlar.....

Sağlık, huzur, iyilik ve kazanç için dileklerde bulunulurken, her biri ayaklarının uçlarına doğru yükselen erkekler ve kadınlar ellerini göklere kaldırırlarken, "El Nora Alila"y i söylerlerdi.... Tüylerim bir an için diken diken olurken gözlerimi kapatır Tanrıyla bir an için bir köprü kurduğumu hissederdim. Ve arkasından  Şofar çalmaya başlardı. Şofar'ın inip çıkan iniltisi içimizden kopan çığlığın sesi gibiydi.

Bir kez daha dua ediyorum............

Tanrım bize yardım et!! Bize daha iyi bir dünya'da , daha huzurlu bir ortamda yaşamamız için yol göster diye yalvarıyorum. Hatalarımız hep oldu. Ve hep olacak. Sadece bizi başkalarına karşı dönülmesi imkansız hatalara düşmekten alı koy lütfen.


.................................................................................................

2 Eylül 2021 Perşembe

Ortadoğu'da kukla yönetimlerin işgali


Dünya insanına, savaş ve ölüm sorulursa akıllarına neresi gelir? desem? çoğu kişi, Ortadoğu diye atlar hemen!  En fazla savaşların, en fazla yıkımların, en çok karmaşanın, toplumsal eşitsizliklerin ve sömürünün ve acımasızlığın olduğu bölge bu bölgedir. Etrafımızda gerçekten rahat yaşayan bir toplum ararsanız zor bulursunuz. Petrol zengini olan o lüks Körfez ülkelerinde bile daha ılımlı bir hayat, sıra dışı fikirlerinizi beyan etmek özgürlüğünüz olduğunu zannederseniz yanılırsınız. Paranın verdiği o çok görkemli yaşamlarına rağmen hala daha İslam'ın gereklerine uygun bir hayat dışında hiç bir fikir ve kavrama izin olmayan bu ülkelerin de kimi açılardan bugüne dek diğerlerinden bir farkları yoktur.  Hala daha Şeriat kanunlarının gölgesinde yaşayan kadınlar, erkek egemen bir toplumun ağzından çıkacak izne göre nefes alıp alamamak arası bir hayat sürmek durumundalar. Körfez ülkelerinin, Suriye, Yemen, ya da Irak'tan tek farkları,  altın ve değerli mücevherlerin yapmacık ışıltısının gözleri kamaştıradığı  bu diyarlarda sadece bombalar pek patlamıyor. Onlar bombaları kardeş ülkelere taşıyorlar. İran'dan Suudi Arabistan'dan gelen silahlarla bir kaç kilometre ötelerinde kardeşleri birbirlerini öldürmeye devam ediyorlar.  Bir tarafta yeni yeni ortaya çıkan Şeriat rejimleriyle güçlenen kuvvetler de bu bölgedeki insanları, toplumları kırbaçlamaya devam ediyorlar.

Ortadoğu'da geçen zamanın toplumsal reformları getireceğini hayal ederken insanlar saha da çok baskı, daha da çok zülum içinde yaşamaya mahkum ediliyorlar.

Ve tüm bu ekstrem akımların ortasındaki Israel'in sınırları  yeniden ve yeniden tartışılırken bir Fransız  ya da bir İngiliz Haber sitesinde Israel'ín işgali altındaki bölgelerden bahsediliyor.

Halbuki bir tek Israel'in işgali altında denildiği bu bölgelerde insanlar nefes alıyor.

Bu bölgede ölüm yerine yaşama değer veren tek rejim Israel demokrasisi. Bilmiyorlar mı acaba? Ya da bilmezden mi geliyorlar?

Ancak o çok değerli Batılı, insancıl (?!)  ülkeler ve insanlar Israel'in işgalciliğine taktılar.


Jerusalem işgal toprakları, Yehuda Ve Shomron İşgal toprakları, Ramat Ha Golan ve tabii Galil Ha elyon işgal toprakları.. Buralardan Israel'i çıkartalım diye yırtınıyor hepsi..o zaman  geriye kimleri koyacaklar???!!!!

Kimi tercih eder gönlünüz sevgili Batı?

Ha size farketmez aslında!!!! Kim olursa olsun ama o çok yok etmek istediğiniz YAHUDİLER olmasınlar!!! Değil mi????!!!!!!!!!!!!!!!

Mesela Yehuda ve Somron'da bir ayağı çukurdaki Abu Mazen gittiğinde yerine Hamas'ın gelme şansı hiçte küçük değil. Mutlaka bizdn daha iyidirler . Oralarda da Radikal İslam güçleniyor. Kuzey'de İranlı milislerin desteklediği Hizbullah var. Hani Lübnan'ı yerle bir eden, kafalarındaki siyah ya da beyaz türbanlarla kendilerini Tanrının kutsal savaşçıları zannedenler. Taliban'la birbirlerine gayet benzeyen sakallı melekler hepsi. Suriye ve Güney Lübnan'da hiç durmadan silah ve roket depolarına yeni balistik füzeler ekleyen başka radikaller bunlar. 

Güneyimizde Gazze'yi 2007'den beri esir almış olan Hamas, Mısır'daki Müslüman Kardeşlerin bir yan kolu. Onlar da iyi çocuklardır. Kadınlarını ikinci, üçüncü kalite görür, sorgusuz sualsiz, mahkemeye bile gerek görmeden infaz kararları verirler, Homoseksüelleri damlardan atarlar. Ambulanslarda cephanelik taşırlar. Okullarda Cihad kavramını öğretirler. Mısır Cumhurbaşkanı El-Sisi bu yüzden Gazze'den Mısıra olan geçişlere izin vermiyor. El Sisi'nin teröre karşı verdiği savaşta en çok destek aldığı ülke Israel. Yoksa bu ülke de Daesh ve Müslüman Kardeşler çemberine düşebilir.

Ortadoğu'daki tek gerçek işgal, Batı'nın kendi ellerinin altından çıkan  kukla yönetimlerin işgalidir.

Bu bölgede huzur olmamasının tek nedenini Israel'e bağlayarak sorumluluklarından kurtulanların işine gelmedikçe bu yerler kaynamaya devam edecek. Kimse bu bölgenin huzur bulmasını istemiyor. Ve senaryonun içinde yine bir günah keçisi rolünü üstlenmiş olan Israel bir taraftan Batının istediği şekilde bölgeye belli bir denge getiriyor bir diğer tarafta bazı savaşların hiç son bulmamasıyla diğerlerinin istedikleri gibi hareket edebilmelerine bir gerekçe oluyor.


Batya R. GALANTI 

İletişim bozukluğu yaşayan kişiler arasında olan anlaşmazlıklar da kısmen sağırlar diyaloğuna dönebilir.


Geçtiğimiz haftalarda bir Cuma öğlen, Şabat'a saatler kala yine o çoook sıcak günlerden biriydi. 

Bir çok defa olduğu gibi sadece zaman öldürmekle meşgul olduğumuz bir Cuma'ydı yine. Eve yakın bir merkezde dolanıyor. sinemaların, kimi dükkanların ve fast food lokantaların bulunduğu bu yerde Gal'le birlikte zaman geçiriyorduk. Onu yine bir şekilde oyalama gayretlerimizden öteye gitmeyen, gezmeden ya da eğlenmeden çok Gal'in kabul edebileceği, kaldırabileceği belli aktiviteleri yerine getirdiğimiz, kısa süreli çıkışlarımızdan biri daha idi bu.

Onun ve kendimiz için hayati mümkün olduğunca kolaylaştırmanın yolları bazen başkalarının çok fazla anlayamayacağı basit programlara dönüşür. Uzun geziler. kamplar,  ve bir çok insan için en eğlenceli durumlar Gal için bir eziyete döndüğü anlar bizim açımızdan da hiç bir şeyin daha  kolaylaşmadığı açıktır.

Aslında Cuma, öğlen saatlerine varıldığında Israel'de yapacak bir şey bulmak zaten çok fazla mümkün değildir. Özellikle de havaların çok sıcak olduğu  yaz mevsiminde!  Öğle saatleri yaklaştığında, insanlar genelde Şabat moduna girmeye başlarlar. Şabat modu da nedir? sorsalar!!  Tüm dükkanların yavaş yavaş kepenklerini indirdiği saatler yaklaştıkça, akşam yemeğine doğru insanlar son alışverişlerini yaparlar buralarda. Bir kısım kişilerse dinlenmeye çekilirler ve bir çokları her hafta aynı şey için hazırlanırlar. Cuma gecesi masalarının çevresinde toplanacak aile bireyleri ve kimi yakınlarıyla yenecek yemeklerin hazırlığına düşer çoğu kadın ve erkekler. Evet erkekler de çok kez bu işin içindedirler. Israel'de mutfağa girmeye ve yemek yapmaya meraklı erkekler bir hayli çoktur. Ve her hafta yeniden bayramdır. Her hafta yeniden sofralar bembeyaz örtülerle kaplanır. Ve dindar erkekler sinagoga gittiklerinde kadınlar, evlerinde Şabat mumlarını yakıp, Şabat ekmeklerinin ( hala )  masadaki beyaz örtünün altındaki yerlerini bulduklarında Şabat'ı karşılamak için hazır beklerler. Bir iki saat evvelinden herşey hazırdır. İnsanlar banyo yapmış, Şabat için çoğu kez beyazları giyinmişlerdir.

Peki Ruslarda mı Şabat moduna giriyorlar? diye gülerek sorsam ben? Din kavramının yeterince unutulduğu bir ülkeden gelen ve çoğu karışık evliliklerin meyveleri olan bu insanlar içinden kaçı Şabat'ı karşılıyordur acaba? Onlar ve bir çok diğer Israelliler içinde Şabat'a bakmayanlar hiç az sayılmazlarsa da, Şabat yemeğinin bir bayram havasına dönüştüğü Israel'de yine de herkes artık bu anlayış içinde kendi yerlerini buldular. Kimileri sadece arkadaşlarıyla toplanıp yiyip içmek isteyebilir. Bir diğerleri dualarla karşılayabilir. Bir başkaları Kuzeye kamp yapmaya gidebilir. Ya da hafta sonunu Ölü Deniz kıyısında bir otel'de geçirebilirler. Ya da Eilat'ta inip yunuslarla yüzmeyi tercih edenler olabilir.. Bazıları çölde çadır kurup gece zifiri karanlığın ortasindaki Negev'de gün doğumuna kadar gökteki yıldızları seyredebilirler.  Ancak sonuçta yine de her Şabat her taraf belli bir sakinliğe, bir sükunete kavuşur bir kez daha. Tüm haftanın karmaşası yerini sessizliğe terkeder.

İşte  Cuma günleri de, biz çok kez arabaya atlar gezinti yaparız. Ya deniz kıyısında, ya da yemeğe çıkarız, ya kendimizce yürüyüş yaparız bir parkta, bir orman ya da çevre civarda bir yerlerde. Peki ya Şabat yemeği derseniz?  Eşimle gezi sonrasi dönüşümlü hazırladığımız çoğu pratik bir kaç yemeğin ardından biz de güzel bir masa kurarız aileye. Bir de bir iki misafir gelirse keyfime diyecek yoktur benim! Severim ben misafirleri....

O geçtiğimiz haftalarda, bizim eve yakın merkeze gidişimizden başlamıştım ben aslında.

Öğle yemeği yiyecek vaktim olmamıştı. Daha önce orada yediğim, yine bir fast food  Meksika restoranı vardı. Aklımda kalmış orası. Eşime siz devam edin ben bir şeyler alacağım dedim. Menülerde yazılı olan herşey ismen tanıdık ama içlerindeki şeyleri tam bilmiyorum. Aslında ne farkeder genelde hepsi lezzetli şeyler. Hatta ağzımı biber gibi yaksa da ona da alıştım ben. Hoşuma bile gidiyor artık hafif biberli soslar.Oturup, tam yemeğe başladım ki bizimkiler de bana katıldılar. Ve biz aramızda, oturduğumuz küçük yuvarlak masada laflaşırken biraz ötemizde birden bire gayet hoş bir genç çocuk durdu. Bize "Merhaba!" diyordu.  Çocuğa döndüğümde, karşımda Gal'in otist olduğunu ilk öğrendiğim zamanlardan tanıdığım  ilk sınıf arkadaşlarından birini gördüm. İsmi Amit olan bu çocuğu hemen sevmiştim ben. İlk kez Gal'in kendisine uygun olan çocukların arasında bulunduğunu anladığımda rahat bir nefes aldığımı hissettiğim zamanlardan , onun ilk kez kendisi gibi olan akadaslarından biriydi o. Onun ilk Gal'e  seslenişini duydugumda, ses tonunun monotonluğuyla  konuşurken,  Gal'e ve bize yönelttiği sorularında ilk defa birisinde aynı oğlumu bulduğumu hissetmiştim. Sadece Gal hiç bir zaman robot gibi konuşmamıştı.

Onun saflığını hatırlatan,  onun gibi olan çocukların içinde oglum ilk defa daha bir mutlu olmayı başarmıştı.  Ne sadece basit bir öğrenim güçlüğü, ne sadece dikkat bozukluğu ne de hiperaktif ya da agresif olabilen diğerleri gibi değillerdi onlar.  Onlar otistiktiler!!!

Ne tuhaftır ki tüm benzerliklerine rağmen her biri bir diğerinden yine de bir o kadar farklı olan bu insanlar aralarında gerçek bir dostluk kurmayı bilmiyorlar. Her biri kendi dünyasında dolaşırken birlikte bir aktivitenin bir parçası olabilmeleri için hep bir aracıya ihtiyaçları var.

Amit'e; Gal'i arasana Amit. mesajlaşın arada bir, konuşun dedim. O da tabii dedi. Babası biraz ötede bekliyordu onu. Görünümü tamamen normal olan bu güzel ve gayet bakımlı olan çocuk, üzerine hep çok düşkün, çok titiz olanlardandı. Bense Gal'e herşeyi sürekli hatırlatmak zorundayım.

Seneler önce Amit'ín annesiyle konuşmuştuk. Oğluna titiz olmayı kendi öğrettiğini söyleyen bu anne çocuğunun bu konudaki obsesif tutumundan kendine pay çıkarıyordu. Hani kimi anne babalar vardır, çocuklarının başarılarını onlardan çok kendileri üstlenirler. Temiz ve titiz olmayı kendisi öğretmişmiş..diye iddia ediyordu. Bense Gal'le bu konuda bugünlere kadar ne büyük bir mücadele verdiğimi düşünürken, kimi otistlerin temizlik konusunda ne kadar saplantılı olabildiklerini bilmesem kadının iddialarına  ne derece inanırdım diye içimden gülüyorum bir an.

Böylece bu çocukların her biri bir diğerinden farklı. Bu yüzden de birlikte olmaktan çok sonuçta yanlız kaldıklarında huzurlular. Her ne kadar sonuçta yanlızlıktan şikayet eder gibi görünseler de... Onları total bir yanlızlıktan kurtarmanın tek yolu devletin veya  kurumların yardımlarıdır. Onlar için düzenlenen faaliyetler bu tip insanları bulundukları durumdan bir an için çıkarmanın tek yolu oluyor.

Geçen günlerde Gal'in çocukluğundan bir arkadaşıyla, parkta birlikte  oyun  oynamaya çalıştıkları bir gün aklımıza gelmiş ve gülmüştük.. Gal gibi otist teşhisi konulmuş olan bu yuva arkadaşıyla iki baba bunları biraraya getirmişlerdi parkta. Babalar bir bankta oturmuş iki küçük çocuğun aralarındaki bozuk iletişimden ortaya çıkan oyunu izliyorlardı. İki çocuk sözde saklambaç oynuyorlardı. Biri 10'a kadar sayarken diğerinin saklanması gerekiyordu. Ancak onlar, her biri karşındakinin söylediğini değil kendi kafasındakini yapıyordu. Böylece, hem biri hem diğeri saklanmıştı!  Onları arayacak kimse yoktu. Babalarsa oturdukları yerden gülerlerken çocukları saklandıkları yerden çıkarıp onlara oyunu anlatmak zorunda kalmışlar!!

Bazen normal insanlar da böyle olurlar. İletişim bozukluğu yaşayan kişiler arasında olan anlaşmazlıklar da kısmen sağırlar diyaloğuna dönebilir.

Otist çocuklarınızın küçüklüklerinde yaşadıkları zorlukları yaşlarının getirdiği bir şey olarak algılayabilirsiniz. Bazen zannedersiniz ki büyüdüklerinde  kimi şeyler çok daha kolay olacak . Ancak otizm öyle bir sorun ki, bazı konularda zaman kısmen ilaç gibi gelse de kimi şeyler tersine daha da zorlaşıyor. Bazı farklılıklar, bazı eksiklikler zamanla daha derin bir uçuruma dönüşebiliyor.  Hayatınız bir gün daha kolaylaşacak zannetseniz de, her defasında ve bir defa daha çok derin nefes almaya ihtiyacınız olduğunu farkediyorsunuz.  Yaşadıklarınızın kendi benzerleriyle bile bire bir aynı olmadığını gördüğünüzde sizi tek anlayacak insan sadece bir psikolog ya da özel bir destek grubu olabiliyor. 


Batya R. Galanti