8 Ağustos 2021 Pazar

Kuzeyimizde artan gerilim

 Kuzeyimizde artan gerilim


Dün roketlere rağmen insanların kuzeye gezilerini iptal etmemelerini söylediler. Hizbullah'ın verdiği gözdağına rağmen, demir kubbenin altısını havada yakaladığı, üç roketin Lübnan tarafında düştüğü gerisinin Israel'de açık alanlara isabet ettiğini bildiğimiz saldırının şimdilik sadece bir meydan okuyuş olduğu biliniyor.

Bu arada Israel televizyonlarına yansıyan görüntülerde Lübnan tarafında yaşayan Dürzüler, Israel sınırına yakın bir yerleşim biriminde ellerine geçirdikleri bir Hizbullah teröristini yakalayıp dövmeye başlamışlar. Dürzüler iki taraf arasındaki çekişmenin içine çekilmeyi reddediyorlar.

Hizbullah'ın bir taktik olarak Dürzü köylerini Israel'i vurmak için çıkış noktası olarak seçmeleri mutlaka tesadüf değildir.

Dürzüler, Araplara göre bulundukları toprağa daha bağlı bir millettir.  Bu şekilde Israel'deki Dürzüler İDF'te  askerlik yapan, bu topraklara ihanet etmeyen bir azınlık grupturlar. Israel'de devlet makamında  ve orduda yüksek makamlara gelen bu insanlar bulundukları bölgede uzlaşma içinde yaşayamayı tercih eden bir halktır.  Çekişmelerde tarafsız kalmayı seçseler de öncelikle yaşadıkları ülkenin bayrağına saygı duyarlar.

2006'daki II. Lübnan Savaşından bugünlere kadar Kuzey'deki sınırlarımız sessiz ve sakin bir hayata alışmıştı. Şu son dönem başlayan kimi roket saldırılarına kadar. Sanki Hizbullah Israeli gerilere götürmeye çalışıyor. Eski bir dönemi yeniden yaşamaya başlar gibi Kuzey sınırımızdaki kibutzlar ve Moşavlar. Kuş seslerinin yerini yeniden roketlerin ıslıkları alacağı endişesi var. 

Ve Israel Hükümeti Hizbullah'a buna izin vermeyeceğiz mesajı vermiş sözde..

Bir bakıma Güney'deki hayatın Gazze'den atılan roketlerle değişmesini anımsatan  bir durumla karşı karşıyayız.

Israel'in kuzeyi 1970'lerde Katyuşya roketleriyle  yaşamak zorunda kalmıştı.

1982'de Filistinli gerillaların konuşlandıkları kamplardan Israel'e saldırılarını durdurmak ve buralarda yaşamı normale döndürebilmek için Güney Lübnan'ı işgal eden Israel'e karşı kurulan Hizbullah Örgütünün tehtidiyle de yaşamak zorunda kaldı insanlar. 2000 yılında Güney Lübnan'dan çıktığı halde 2006'da yeni bir savaşa kadar Hizbullah kuzeyimizde sakin bir hayata izin vermedi.

2006'daki Lübnan Savaşı her ne kadar Israel açısından başarılı bir şekilde yönetilememiş ve fazlasıyla hatalar yapılmış bir savaş olduysa da herşeye rağmen 15 yıldan fazla süren bir sessizliği getirmiştir buralara.

Ancak 2005'tan bugünlere Hizbullah İran tarafından desteklenip kendini yenilemeye devam etti. Suriye'de Essad güçlerinin yanında on senedir savaşan on bin savaşçısı komando olarak iyice tecrübelenirlerken, Örgüt 100.000'den fazla roket, tanklar dronlar ve kimi uzak menzilli füzelerle dünyanın en donanımlı militan gücü haline gelmiştir.

İran'ın maşası olan, Lübnan'da devlet içinde bir devlete dönen bu radikal İslamist grubun tek amacı İran'ın desteğiyle Yahudi Devletini yıkmaktır.

Lübnan siyasetinde  geçen senelerle gücünü gittikçe artıran bu Şii Örgüt'ün en büyük amaçlarından biri de bu ülkede batının varlığına son vermektir.

Nasrallah dün yeniden Israel'i tehdit ederken,  atılan roketlere gereği gibi verilmeyen cevap Israel'deki yeni hükümetin zayıflığı olarak algılanmaktadır. Bu bölgede sizi zayıf olarak algıladıklarında ise karşısınızda çok daha fazla sorunla karşılaşabilirsiniz.

Koalisyon Hükümetinin içindeki radikal sol ve İslami Ra'am Partisiyle güvenlik sorunları karşısında kararlı adımlar atmakta zorlanırken düşmanımıza nasıl bir mesaj verdiğimiz belli değildir.

Hizbullah  için,  bu tip çekimser duruşlar, kararsızlıklar, ayrılıklar ve içindeki İslamcı partinin yapacağı tehtidlerle her an dağılabilecek gibi duran bir Hükümetle, Israel'e karşı yeni yeni saldiri denemelerine girişmeleri daha da olası görünüyor!!


Batya R. GALANTI

6 Ağustos 2021 Cuma

19 roketle başlayan bir günün arkasından neler bekliyoruz acaba?

19 roketle başlayan bir gün


Dün geceki yazımın üzerine yeni bir sabaha uyandık Israel'de. Yeni yeni ve yeniden gergin haberlerle. Yaşadığımız bölgenin adresini yanlışlıkla unutmayacağımızı hatırlatan komşularımızın sabah keyfi adına kuzeye attıkları yeni roketlerle.

Demir Kubbenin varlığının yeterince güvence verdiği insanların  herşeye rağmen bir kez daha endişeye sebep olan bu son durumu nasıl karşıladıklarını bilmiyorum.

Israel'in en güzel, en sakin yerlerinden biri olan Kuzey sınırındaki Moshavlar, Kibutzlar savaşı, barut kokusunu son senelerde unutmuş gibiydiler. En son 2006'daki II. Lübnan Savaşı'nda hedef olan bu bölgede yaşayan Israelliler, Araplar ve Dürzüler ve Çerkezler var. Herkesin kendi köyü, kasabası ve yeri var. Yazın sıcak olan bu yerler kışın nispeten daha yağışlı ve serindir.  Çiftlikler, ekili tarım alanları, üzüm bağları yla, hayatını sakin geçirmek isteyen, şehirden, merkezin gürültüsünden kaçan kişilerin en baş tercihlerinden biridir Kuzey Israel. Israel'in en güzel manzaralarını resmedebileceğiniz bir köşedir buraları...

Normal insanlar genelde ne ararlar hayatta? Geçim, sükunet ve huzur. 

Ta ki sabah kalktığınızda kuzey sınırında bir terör örgütü sizi sakın uykunuzdan uyandırana dek...Tüm güzellikleri çirkinlikle değiştirene dek. Çocukların, kadınların yüreğine korku tohumlarını eken alarmları yeniden çalıştıran roketleri üzerinize attıkları anlara dek herşey yolunda gibidir...

Hayatlarını başkalarının karabasanı olmakla kazanan karanlık güçlerin beslendiği seydir savaş!!

Birileri,  değierlerinin ürettiği silahları kullanmalı tabii...  Bu insanlar bunun için idealdirler,

Hayatları çevrelerindeki ve uzaklarındaki herşeyi kontrol etmek üzerine kurulan kötü insanlar var bir yerlerde. Bir dinin karanlık yüzüyle kendilerini eşleştiren, önce kendi kadınlarına ve  çocuklarına ve sonra  zayıf gördükleri tüm farklı gruplara hakim olarak  adım adım daha da ötelerine saldırarak, savaşarak, ele geçirilmiş yerlerden başka topraklara sıçrayan ve yayılan mikrop gibidirler bunlar. Hastalık gibiler bu radikal gruplar!!!!!!!!

Sabah parlayan güneşin altında, yeşeren çimlere, açan güzel çiçeklere nispet, huzurusuzluktan beslenen birileri kuzeyden üzerimize roketler atmışlar bu sabah,  Tam 19 roket!!

Evet ama şimdilik niyetleri savaş değil deniyor..

Savaşı simdilik istemiyorlarmış.  Bir süre daha bekleyecekler, büyük patronları doğru zamanda yeşil ışık yakınca savaşı başlatacaklar. Ama şimdilik rahatsızlık ve huzursuzluk yaratmaktalar... Ve arada güneyde olduğu gibi, kuzeydeki insanlara yeni bir hayat empoze edecekler gibi,  bu uğursuzlar..


Batya R. GALANTI


5 Ağustos 2021 Perşembe

İran'ın bizimle olacak ilk düellosu Hizbullah aracılığıyla başlatılacak bir saldırıdır.. Bize karşı yavaş yavaş bir kaç cephe birden açmak için hazırlık olduğu bellidir. Israel ne kadar güçlü bir ülke olursa olsun, elinde en az 100.000 roket bulunan bu azili terör örgütünün kapasitesi de bir devlet ordusundan az değildir...

İran'la her an artan gerilim


İran son günlerde Umman Körfezindeki ticari gemileri hedef almakta...

Israel ve İran her yeni hamlede sonunda tam bir sıcak çatışmaya dönebilecek olan gerilimi artırıyorlar..  Her geçen gün çekişmenin yeni boyutlara vardığı açık..Fakat hiç bir tarafın iyiliğine olmayacak bir savaşa şu an için iki tarafın da gerçekten hazır olup olmadıklarıysa bir soru işaretidir.

Gerçi Israel Savunma Bakanı Benny Gantz dün bir Israel gazetesine verdiği demeçte Israel Ordusunun gerekirse savaş için hazır olduğunu söyledi.

Son zamanlarda Suriye ve Lübnan'dan Israel'e yönelen roket saldırıları da daha ciddi bir boyuta varmaya başladı. İranín bölgedeki gücünü ve saldırı kapasitesini engelleme yönünde Israel'in  çok yönlü operasyonları İslam Cumhuriyetini Yahudi devletine karşı daha da teşvik ederken devam eden bu karşılıklı saldırıların bir anda bir savaşa dönebileceğini gösterir gibi..  

Son günlerde Israel Ordusundan kimi yetkililer ve kimi gazeteciler Israel'in Kuzeyinin geçmişe dönmesinden endişe ettiklerini, Gazze sınırı benzeri bir durumun burada da yaşanmasından çekindiklerini dile getirdiler.

Herşey İran'ın başının altından çıkarken, Israelle sınırı bile olmayan bir ülke, ekonomik sıkıntılar içinde boğuşurken, kendi huzuru ve halkının refahı için çalışmak yerine bölgede savaş çıkarmak için ne varsa yapmaya devam ediyor.  Molla rejimini ayakta tutan bu tip dış hedefler çevredeki terör gruplarını da besliyor.

Arada İran Seçimlerinin arkasından seçilen yeni lider herkesi daha bir rahatsız etmiş gibi.

Raisi'nin tutucu kimliği üzerinde çok durulurken, görevi bırakan Ruhanni'nin daha ılımlı politikası hatırlatılıyor. Ancak benim anlamadığım şey şudur. Herkes biliyor ki İran Cumhurbaşkanı'nı seçen halk değil, başlarındaki Ruhani Lider Hamaneyi'dir. Hamanei  muhafazakar bir Cumhurbaşkanı atayarak İslami rejime karşı çıkanlara yönetimin gücünü göstermektedir. Hamenei ayrıca Batı'ya göz dağı vermek istiyor. İran'daki rejim belli ki daha sert bir politika  izleyeceğinin işaretini veriyor.

Son olarak Umman körfezinde  Israelli özel sektöre ait bir şirket tarafından yönetilen, uluslararası bir ticaret gemisini dronlarla hedef alarak, biri İngiliz diğeri Romanya'lı iki gemi çalışanını katleden İran İslam Cumhuriyeti Uluslararası cemiyete, dünyanın en önemli petrol çıkış noktalarından birinin kendinden sorulduğu mesajını vermeye çalışıyor. Buraları bizden sorulur diyor

Senelerdir Israel'e ve Israellilere ve Yahudilere karşı dünyanın farklı noktalarında direk  terörist saldırılarda bulunan bu ülkeye karşı Israel'in yürüttüğü savaş sadece bir nefsi müdafadır.

Geçtiğimiz gün de BAE açıklarında beş gemiden oluşan bir filoya askerler çıkaran İran tüm dünyaya gövde gösteriri yapmaya devam ederken,  Emperyalist kaygılarının arkasından, bölgede anarşi yaratan, bir çok ülkenin huzurunu ve güvenliğini tehtid eden İran'ın seçilen Cumhurbaşkanının yemin törenine Avrupa'nın temsilci göndermesi şaşılacak bir durumdur.

Şu anki çıkarlarının peşindeki Avrupa'nın İran'a karşı sert bir politika izleme olasılığı ne derecedir bilmiyorum. Amerika'daki Demokrat Joe Biden ise şu an için  herkese meydan okuyan İslami rejime karşı hala daha uzlaşması bir tutum izleyebilir mi???   20 Haziran'daki son toplantıdan bugüne ilerlemeyen Nükleer Görüşmelerse  takılıp kalmışlardır. İran'a uygulanan ambargonun hafifletilmesi taraftarı olan Biden son zamanlarda sertleşen Israel-İran çatışmaları karşısında nasıl bir adım atacak göreceğiz..

Son gemi saldırısında ilk kez olay Israel boyutlarını aşmış olsa da Israel'in İran konusunda Avrupa'dan çok fazla destek beklemesi mümkün değil gibi görünüyor.

Tüm bunlar bir tarafa,  İran'ın bizimle olacak ilk düellosu Hizbullah aracılığıyla başlatılacak bir saldırıdır.. Bize karşı yavaş yavaş bir kaç cephe birden açmak için hazırlık olduğu bellidir. Israel ne kadar güçlü bir ülke olursa olsun, elinde en az 100.000 roket bulunan bu azili terör örgütünün kapasitesi de bir devlet ordusundan az değildir...

Yahudilerin sahip oldukları tek bir vatanları vardır ve sanırım bu yer için verilen mücadele kolay kolay son bulmayacaktır...


BATYA R. GALANTI


3 Ağustos 2021 Salı

Türkiye'deki yangınlardan ulaşan üzücü görüntülerden bir tanesi

BITMEYEN YANGINLAR


İnsanın kalbine dokunan bir fotoğraf bu. Türkiye'deki yangınlardan ulaşan üzücü görüntülerden sadece bir tanesi.  Yangından kurtulan tavuğuna su içirmeye çalışan bir iyilik meleğinin vicdan dolu resmi...


Türkiye'deki son durumu gösteren  çok fazla resimler var.  Güney kıyılarında, insanlar hayvanlar hayatlarını kaybediyorlar. Sürekli yanmış hayvan resimleri medya'da bolca yer alırken yaşanan facianın boyutlarını kestirmek mümkün değil.

Hala devam eden yangınları söndürmek için meğer yardım istemekte çok istekli olmamış olan Türkiye'ye son günlerde Avrupa'dan büyük bir destek başlamış.

Arada İtalya ve Yunanistan'da da yangınlarla boğuşulurken... Türkler bu son günlerde sadece doğanın kurbanı değiller.  Türkler doğanın kendilerine verdiği cezayı çekmeye devam ederken ki hepimiz bu cezanın kurbanlarıyız. Diğer taraftan olayın başka yönleriyle de meşguller. Bir taraftan bu son yangınların PKK tarafından çıkarıldığını söylüyorlar.  Ki bunun doğruluğunun önce teyit edilmesi lazım.. Diğer taraftan kendi hükümetlerine hiç güvenleri yok. İşin en kötü tarafı da budur. Türk halkı içinde söylentilerin ardı arkası kesilmiyor. Bu yangınların dış güçler tarafından çıkarılmasından tutun Erdoğanín buraları inşaate açmak için sabote ettirdiğine inanan bir kitle var..

Yozlaşmanın, yolsuzluğun ellerinde, tek adam tarafından sömürülen bir ülkede insanların devleti yönetene güvenmemeleri için yeterli sebepleri vardır.

Deprem fayı üzerinde oturan İstanbul'un içinden geçmesi planlanan İstanbul Kanalını inşa ettirmek için direnen bir dikta rejime neden güvensinler?

Sözde İstanbul'un trafik problemini kökten çözeceğini iddia eden,  Karadenizden Marmara'ya açacağı su kanalının getireceği doğal felaketlere karşı yapılan uyarılara, uzmanların neredeyse haykırışa varan karşı duruşlarına rağmen,  karşı duran bir despotun kararlarıyla başlatılan bir projeyle, ülkenin baş patronu olmuş, kendi ve ailesinin ceplerini doldurmaktan yorulmayan bir hırsıza güvenmeleri için sebepleri varmıdır?

Diğer taraftan ısınan iklimle son bir kaç yılda dünyanın dört bir köşesinde artış gösteren doğal felaketlerin de farkında olmalılar. Kanada gibi dünyanın en soğuk ülkesinde bile hava sıcaklığının kırk derecelere vardığı günlerde başlayan yangınları biliyorlardır Türkler...

Amerika'da son senelerde sık sık kilometrelerce hektar alanın yandığını da duymuşlardır....

Avustralya'da 2020'de 11 Milyon hektar alan yanarken milyarlarca memeli, sürüngen, kuş ve kurbağa telef olmuş..

Almanya'da Belçika'da tarihlerinde görülmemiş sellerle boğuştular daha bir iki hafta evvel.

Milyarlarca yıllık bir dünya, milyonlarca yıldır var olan insan türüleri, binlerce yıllık yazılı insanlık tarihi bugünlere kadar doğayı bir şekilde koruyarak gelebilmişken  son iki yüz yıldır başlayan sanayiyle, makineler, endutriyel devrim, uçaklar, fabrikalarla iklimin dengesini bir anda bozmayı becerdi modern insanlık. Bilen, üreten, tüketen ve bir o kadar robotlaşan, robotlaştığı kadar hissizleşen o koca insan, mükemmel işleyen doğaya hükmedecek akla sahip olduğuna inanan bilim adamlarımız, sanayi kuruluşlarının her gün yepyeni projlerle ekranlarda boy gösteren süper beyinlerimiz (?)  bugünün Tanrılaşan insanları tek taraflı düşünürken, koca projelerle hayatımızı değiştiren eller, geliştirdikleri mükemmelliklerle bozdukları dengeleri tamire güçleri yetecek mi acaba?.

Uzay çağında, bilgi çağında soluyamayacağımız kadar kirlenmiş şehirler yarattık, hayvan türlerini bitiriyoruz, su kaynaklarını kurutuyoruz.... Depremler, seller ve yangınlar her geçen sene hayatın normal bir parçasına dönüşüyor.

Önümüzdeki senelerde yeryüzündeki yangınların yüzde onla otuz arası bir artış göstereceğini söylemiş uzmanlar..

Korona bitmeden konuşulan başka virüsler daha var. Antartika'daki buzulların erimesiyle milyonlarca yıldır donmuş olarak korunan başka virüslerin yeniden yayılabileceklerinden korkuluyor diye yazılmış!

Teorilerle uğraşana dek bu dünyanın topunun içinde bulunduğumuz zor koşulları kavramamızın, kendi elimizle yok ettiğimiz doğanın attığı çığılığı duymamızın vakti geldi galiba.


Batya R. GALANTI




 



1 Ağustos 2021 Pazar

Sınırsızlıkların buluştuğu ülkedeki özgür insanlar..


Son bir senedir Israel'de gittikçe daha fazla erkeğin sakalları bir karış uzamış olarak dolaştıklarına şahit oluyorum. Daha doğrusu etrafı iyice bir bakımsızlık alıp gitmiş gibi görünüyor gözüme. Zaten, hem çok sıcak bir yer, hem de bir savaş ülkesi oluşumudur bilinmez, Israelliler genel olarak kıyafetlerine  çok özen gösteren bir millet olmadı hiç bir zaman. Özellikle Israelli erkekler, her gün mutlaka banyo olmayı ihmal etmemeleri dışında kalan kimi beynelmilel giyim standartlarını yerleştirememişlerdir bu toplumda.  Bunun yanında son bir iki senedir bir takım yeni yeni bir tuhaf moda daha yerleşti buralarda... Bir kaç günlük sakalla etrafta gezen erkeklerin sayısında bir hayli artış gözlüyorum ben .

Etraf, düzeltilmiş bir sakal büyütmüş genç erkeklerin ( modaya uygun!! ) dışında, can sıkıntısından, vakitsizlikten, tembellik ya da yorgunluk ve daha bilimum sebeplerden, son sakal modasını kendilerine iyi bir gerekçe olarak algılayıp bir kaç günlük pis sakallarla  gezen peşmurde kılıklı erkeklerle dolup taşmaya başladı.

Çocukken ilk kez Israel'e geldiğimizde buranın insanıyla tabii ilk tanışmam olmuştu. Bizim o bildiğimiz o mikroskop altında birbirini inceleyen,  tabusal darvranışlar ve kimi giyim kodlarının yer etmiş olduğu,  muhafazakar fikirlerle,  sıkı bir denetleme mekanizmasına sahip küçücük toplumumuzun  tam tersi bir toplumla tanıştığımda buradaki rahatlığı ve hiç bir şeyi aldırmamayı ilke edinmiş insanları çok fazla analiz edecek kadar büyümemiştim daha.

Buranın insanlarının giyimdeki umursamızlığını farketmek şöyle dursun o zamanki çocuk aklımda en çok yer eden şey ilginçti. Bir kez daha olumsuzlukların kafamda tamamen  sansüre uğradığı bir anlayışla ve kalbimde hemen başlayan o derin Israel aşkıyla birlikte benim gördüğüm Israellilerin ayaklarındaki bir şeydi...Hahahaha nereden çıktı bu ayaklardaki şey de şimdi diye sorulabilir!?! .. Dura dura ayaklara mı bakmıştım ben?!! Evet, halkın rahatlığının bakımsızlağa vardığı  halleri bir tarafa ben ayaklarındaki sandaletlere aşık olmuştum.

Aman Allahım ne üzeldi o sandaletler. Herkesin ayağındaydı bunlar, Ülkenin sıcak havasıyla en çok uyum sağlayan şeylerden biriydi bu sandaletler. Sıcak iklimin getirdiği şartlarla,  gereksinim gördükleri  rahatlığı onlara getiren, Tanah Sandaletleriydi bunlar.. İbranicedeki adlarıyla;  Sandalim Tanahiot"" .. Tora'da geçen hikaylerde, iki bin yıl evvel yaşamış İbranilerin, çöllerde gezerlerken ayaklarına geçirdikleri, en basit ve en rahat şeydi bunlar.. Deriden iki parçayla yandan bağlı bu kösele ayakkabılar, çocukların, erkeklerin, askerlerin, genç kızların, kısaca herkesin ayaklarındaydılar. Benim için Israelli olmakla bir, bir sembole dönüşmüşlerdi bu sandaletler..

Kibutzlarda evlenen çiftlerin düğünlerinde, tırmığa yerleştirilmiş Israel bayrağının tallit yerini aldığı dini törenlerde bile, o sıcacık günlerde hupanın altında kutsanan iki gencin yanında yer alan şortlu gençlerin ayaklarında yine aynı tanah sandaletleriyle eşlik ettikleri anlarda bile farkedilen son derece serbest bir yaşam vardı o zamanlarda da.. Tüm kurallardan, tüm formalitelerden uzak bir özgürlük hissiydi bu. Ve bu sandaletler benim kafamda, bu ülkede var olan o rahatlığın sembollerinden biriydiler...


Bu da bana herşeyden önce, toplumsal baskıdan uzak bir ortamı anımsatıyordu. O zamanlar bütün bunlar tamamen bir özgürlük ifadesiydi!! Israel'i Israel yapan o artık ben rahatım. ben artık evimdeyim, artık 2000 yıllık sürgünden özgürlüğüme geri döndüm diyen Yahudiyi temsil edermiş gibiydiler.

Dünya ülkelerinin çoğunun uzun tarihleri kitaplarda yazarken,  Israelliler iki bin seneden sonra ilk kez bu topraklarda bir ülke kurmuşlarken, hala daha yaşanan savaşlar ülkenin yeni kimliğini oluşturmaya devam ederken daha kimse giyim üzerinde durmuyor gibiydi.  Sıcacık güneşin altında toprak işleyen eller, yoktan bir şeyler yaratmaya çalışan insanlar yeterince meşguldüler.

Bir gün toprakta çalışan ertesi gün  silah tutmak zorunda olan kadınlar ve erkekler bebeklerini  kibutzlardaki ortak bebek odalarına teslim edip kurak topraklara sebze ve meyve ekmekle ugraşıyorlardı ilk zamanlar. Yoksa aç kalabilirlerdi.  Çocuklarını günde sadece bir kaç saat görüyorlardı...

İlk zamanların rahatlığıysa bu ülkede sonunda bir adet olarak kaldı. Düğünlere bugune dek sadece bir gömlek ve sandaletlerle gidebilenlerin bulunduğu bir yer olan Israel'de dünyanın diğer yerlerinde oto kontrolleri en yüksek çalışan toplumlardan biri olan o klasik Yahudilerin tam tersi bir yeni millet yaratılmış gibidir buralarda. Israel'e gelenler kendi kendilerini kontrol mekanizmalarından arınırlar bir anda. Burası Israel denir. Burada fazla kural yoktur. Burası rahat davranılan ülkedir.

Ortadoğunn orta yerinde kurduklari Yahudi ülkesine gelenler, bir taraftan özgürlük anlayışı gibi aldıkları bir çok şeyi sınırsız yaşamaya başlarlarken kendilerini giyimde olduğu gibi diger davranışlarında da yeterinden fazla koyvermiş olabilirler.

Onlarca senenin ardından artık büyüyen bir çocuk gibi. Bazı şeylerde olgunlaşmak gerekiyor belki kısmen... Artık geçen zamanla bazı şeylerin değişmesini bekler olduk. Kimi rahatlığın aymazlığa vardığı toplumun artık daha  bir disipline oturtulmasını bekler olduk...Yeni doğan ülke yavaş yavaş gerilerde kalırken, yerine göre davranmayı öğrenmiş olmalarını düşündüğümüz bir toplum bekler olduk.

Geçen senelerle bazı şeylerin bir parça değişmesini bekler olduk. Kafamızda özgürlükle, rahatlıkla özdeşleşen kurallardan, kodlardan başka artık bugünkü dünyanın tümünü kapsayan kimi başka kuralları da arar olduk. Bunlarsa bir çok şeyi kapsıyor. Konuşma kurallarından tutun, kibarlık, yeri geldiğinde ses tonunu ayarlayabilmek,  bir çok zamana uygun toplumsal kurallar yavaş yavaş yerleşmeli artık der olduk. Böylesi daha düzgün yürüyebilir değil mi?  Dünyanın tüm doğru dürüst ülkelerindeki gibi kimi giyim kodları da artık o buralardan çok uzak kalan giyim tarzının burada da değişmesini bekler olduk.  Hala büyüyen bir çocuğun arayışında olan bu genç ülkede kimi güvenlik konularıyla, her an gelmeye devam eden kimi yeni göçmenleriyle, zengin High-Tech şirkeleriyle,  laikleri ve ultramodern gençleriyle, kimi töreleriyle ya da seküler insanlarıyla, yanlışları ve doğrularıyla, ve çokça değişmeyenleriyle.. güzellikleri ve çirkinlikleriyle ve kimi yeni tip karışan sakallarıyla etrafta gezen erkekleriyle..ve herşeyleriyle, daha fazla disiplini de bekler olduk!!! 

Elli sene sonra kim bilir nasıl görünecek bu ülke ya da dünyanın diğer yerlerindeki diger ülkeler ve hiç durmadan değişen bu koca dünya....


Batya R. GALANTI



31 Temmuz 2021 Cumartesi

 Akdeniz kıyıları yanarken........


Geçtiğimiz günlerde Türkiye birden bire bir çok yerde çıkan yangınlarla boğuşmaya başladı. Bir çoğu güney kıyılarında olan bu yangınlar 70  farklı noktaad başlarken, sahil boyu yer alan otellere varan ateşler ülkenin en güzel turistik bölgelerinde doğayı, hayvanları ve tüm canlıları tehtid edecek büyüklükte bir faciaya döndü ...

Türk insanının bu durumdaki sıkıntısını, üzüntüsünü anlamamak mümkün değil. Dünyanın en güzel köşelerinden biri olan Akdeniz Kıyılarındaki muhteşem doğal güzelliklerin böylesi büyüklükte yangınlarla yok olmalarını seyretmek insanı üzer mutlaka. Kömür olan ağaçların yanında, köpekler, kediler, kuşlar, sincaplar ve bilimum bir çok canlıların telef olmalarına seyirci kalmak zor.

Çoğu insanın elleri kolları bağlı kalırken  dua etmekten başka bir şey yapamadıkları bu doğal afet karşısında beklenilense dünyanın bu olayda göstereceği birliktir.

BBC, CNN ya da diğerlerinin bu olay üzerinde hiç durmamaları tuhafima giderken, Türkiye'nin kimlerden yardım isteyip istemediğini, hangi ülkelerin şu ana kadar yardım teklifi gönderip göndermediklerini bilmiyorum. Ancak böylesi bir doğal felakete dünya basınının daha duyarlı olmasını beklerdim,  Düne  dek büyük basın kuruluşlarının ana sayfalarında bu konuda neredeyse hiç bir başlığa rastlamadım. Bugün de hala daha genel  başlıklarda yangınlar hakkında bir haber bulamadım . Bu da ayrıca dikkat çekici bir şey.  Dünyanın bir yerinde insanların evlerini, tarlalarını, barınaklarını kaybettiklerinin bir başkalarını hiç ilgilendirmiyor olması anlaşılır dibi değil..

Dünyanın herhangi bir yerindeki  güzelliklerin, ya da herhangi bir ülke ya da şehirde masum insanların hayatlarının tehlikede oluşunu kayıtsızlıkla izlemek nasıl mümkün??  

Bu tip felaketlerde karşı tarafta hangi ülke olursa olsun, buna İran da dahil olmak üzere, Israel elinden gelen yardımları yapmaya hazır olduğunu açıklar ve ilk yardım ekiplerini gönderen ülkelerin başında gelir fakat bu defa şimdilik bu konuda burada da hiç bir  haber görmedim. Sadece birisinden, Türkiye'nin Israel'in yardım teklifini reddettiğini yazdığını okudum. Bu haberin doğruluğunu ıspatlayan bir yazıya da daha rastlamadım.

Bu insanlar sizin dostunuzdur ya da değillerdir. Bunun hiç önemi yoktur. İnsan ya da canlı olan her varlığın acısı herkesin acısıdır.  Yeri geldiğinde size lanet okusalar da böyle bir anda tek düşündüğünüz, sizden bilinçsizce nefret eden o insanların da aslında tek amaçlarının çevrelerine karşı çoğu zaman iyi insanlar olmak, ailelerine bakmak, yaşadikları toplumda başkaları için yardıma koşmak olabilir. 

Elinizden tek gelen, sizi hiç sevmediklerini bir kenara bırakıp Tanrının bu insanlar için bir şeyler yapması dileklerinizle dua etmektir yine de.

Ancak sosyal medya'da olayla ilgili geçmiş olsun mesajlarının altına kimi insanların yaptıkları temeli olmayan suçlamalar olayı hem kişileştirirken, söylenilen sözler, kimi yerde lanet okuyanlar insanı bir defa daha şaşırtırıtyor. Lanet olsun sizlere gibi sözler, Türkiye'de beyinlere sokulan komplo teorilerinin toplumdaki etkilerini göstermektedir.. Mantığınıza yatan her teorinin, ispatı olmayan iddiaların gerçekliklerine inanıp, paranoik tepkiler vermek budur!!!  

Büyük bir ihtimalle,  Amerika, Kanada, Avustralya gibi ülkelerde de yaşanmış yangınlar benzeri  bir durumdur bu da. Kırk derecelere varan sıcağın esen rüzgarların  birlikteliği sonucu çıkan orman yangınlarının kısa sürede büyümeleri sonucu gelinen facianın  arkasında  düşman odakları aramak insanların akıl sağlığının ne derece bozulduğunun bir işaretidir bence.

Geçen akşam yazılan nefret dolu kimi kişisel görüşlerin arkasından dün duygularımı döktüğüm bir yazı yazdım, İstanbul için... 

Dilerim karşılıklı daha güzel bir dünya yaratmayı başarırız sonunda, dilerim ön yargıları, teorileri, nefretleri bir kenara bırakabiliriz.. düşmanlıkları ve politikaları kişileştirmeden yaşamayı öğreniriz en sonunda....


Batya R. GALANTI



Yeniköy'de bir yalı....

  Yeniköy'de bir yalı....


Geçtiğimiz günlerde bir fotoğraf çıktı karşıma. Karlı bir günde çekilmiş enfes bir boğaz manzarası. Gri fonda bembeyaz yalılar karanlığı aydınlatan fenerler  gibi on plana çıkarlarken resim beni bir yerlere, bir döneme götürdü yeniden..benim için zaman içinde kaybolmuş bir şehrin manzarası çok eskilerde bıraktıklarımı anımsattı.

Ailemi, çocukluğumu, geçmişte kalan ve bugüne yetişemeyen bir çok şeyi hatırladım. Resimdeki beyaz yalıyı o kadar iyi hatırlıyorum ki. Yeniköy'de bir yalıdır bu.  Sarıyer istikametine giderken , sağ tarafta kalan en son yalıydı bu. Bu yalının ardından uzun bir süre denize bakan tek şey, o yolun sağındaki daracık kaldırımda oltaları ellerinde balık tutan amatör balıkçılardı. Ve kimi küçük kayıklar ve tekneler.. Ve zaman zaman kıyıya demirlemiş balıkçı tekneleriydi. Hani o teknelerin kıç taraflarında, yakaladıkları balıkları,  koydukları derin bir kazanın içindeki yağda kızarttıktan sonra bol salatayla birlikte ortadan yardıkları ekmeğin içinde  satan ,  yün şapkalı, şalvar pantalonlarını lastik botlarının içine sokmuş olan balıkçılardı bir de..

En son kuzinimle yemiştik böyle bir teknenin içinde. Oevin hemen yanındaydı.  Kocaman bir tabağa özenle sıralanmış hamsiler ne de lezzetliydi. En sonunda da fırınlanmış helva yemiştik. Bu da en son o zamanlar moda olmaya başlamış yeni bir alışkanlıktı hatırlıyorum. Balığın arkasından yenilen sıcak helva..

Yeniköy'deki o yalının bana en çok hatırlattıklarıysa zaman zaman o beyaz evin hemen karşısına düşen yemyeşil tepenin altındaki ağaçlık yerde yerleştirilmiş küçücük masalarda annemlerin arada bir birlikte içmeye gittikleri çaylardı.

Annem, Berta (Z'L), teyzem ve Tant Suzi (Z'L) ... Bu dört kafadarın en sevdikleri yerlerdendi bu tepe. Bir defa ben de bulunmuştum orada. Her tarafın yeşerdiği bir bahar ayıydı. O gün nasılsa onlarlaydım. "Sizin burayı neden bu kadar sevdiğinizi şimdi anladım"dediğimi hala hatırlıyorum. Doyasıya yeşilin masmavi denizle buluştuğu bu nadide yerde oturan insanlar da çok başkaydılar. Gerçekten ayrı bir güzellikteydi bu köşe..

Bugün ne Berta ne Tant Suzi hayatta.. Boğazıno  güzel manzaraları hala mevcutken. O beyaz köşk tüm güzelliğiyle aynı yerde boğazın havasını solumaya devam ederken benim artık çok uzun bir süredir gidecek bir adresim bile yok bu şehirde. Ait olduğumu hissettiren herşey iz bile bırakmadan yok oluvermişler...Oyuncularsa artık tamamen farklı. Benim yaşadığım dönemlerden bugüne herşey başkalarıyla yer değiştirmiş gibi. Tanıdığım insanların çoğu artık orada değiller. Yerlerinde hep başkaları var!

İçimdeki nostaljiyse bugüne ait değil,  bir yerlerde hala çocukluğuma ait kimi şeyleri barındıran hatıralarıyla yaşayan o şehirde kaldı herşey. Bugünle benim aramda hiç bir ortak şey kalmamışçasına koptuğumu hissettiğim, kimi yerde gücendiğim, bana varla yok araşıymış gibi hisler yaşatan, orada bir yerlerde kendi halinde yaşayan bir şehir İstanbul !

Benim için puslu bir zihnin arkasında kalmış. Gün boyu aklımdan bile geçmeyen, yarı karanlıkta, gölgede yaşayan bir şehir İstanbul.  Beni zaten hiç kucaklamamış dediğim İstanbul. Dost bilipte, sevdiğim herşeyinin bana ve dostluğuma sırt çevirdiği şehir İstanbul..

Bir resim ya da bir manzara gördüğüm bir ana kadar hiç hayalini kurmadığım bir yer İstanbul. Ne varlığı  ne kavgaları, ne karmaşası ne de güzellikleriyle ne de insanıyla..benim adıma  anlamını büyük ölçüde kaybetmiş bir şehrin kırıntıları gibi İstanbul. Hakkında yazabileceğim tonla sey varken  de önemsizleşen bir yer artık İstanbul. Sadece eski bir hatıra.  Geçmişte kalanlardan ibaret bir yerdir İstanbul. Kimi hayallerdir.....Istanbul .

Bize kalan tek yadigar iki üç dostun azıcık sevgisiyle birlikte var olan o koca nefretten ibaret bir Istanbul...


Batya R. GALANTI