20 Temmuz 2021 Salı

İran'ın yeni Cumhurbaşkanı


Dün gece  Israel son senelerdeki rutin ziyaretlerinden birini daha gerçekleştirmiş Suriye'de... İran rejiminin bölgedeki kollarının buradaki hareketlerini uydular aracılığıyla yakından takip eden Israel'in güvenlik gerekçesiyle devam eden müdahaleleri son zamanlarda gittikçe yoğunlaşıyor. Ve bu defa sabah saatlerinde güney Lübnan'dan Israel'e iki roket atıldı. Son aylarda zaman zaman olağanlaşan şeylerden biri de bu tip roketler.  Bölgede elinden geldiğince İran'ı durdurmak için faaliyet gösteren Yahudi ülkesinin kendini korumak adına herşeyi yapmaya hazır olduğu açık. Ancak karşı tarafın uyuduğu da kesinlikle söylenemez.

Geçtiğimiz günlerde, Israel çektiği son uydu görüntülerine  gore, Lübnan'ın Güneyi'nde Ebba köyünde  bir okulun 25 metre ilerisinde Hizbullah'ın silah depoladığını ortaya koydu.

Geçen yıl yaklaşık bu zamanlarda, Lübnan'ın Güneyi'nde meydana gelen esrarengiz patlamalarda 200'den fazla kişi ölmüştü. Bugüne kadar sorumluları nedense ortaya çıkarılmayan bu meçhul patlamalar ülkenin bazı dış güçlerin güdümü altında olduğunu ispatlar gibi.

Lübnan'ı alt üst eden, ülkedeki Hıristiyan toplumun varlığına büyük ölçüde zarar veren sivil savaş sonrası gittikçe artan İran etkisi ve Hizbullah'ın ülkeyi her gün biraz daha ele geçirişi sonrası Ortadoğunun İsviçresi olan bu güzel ülkenin 2019'da son girdiği ekonomik bunalımdan çıkabilmesi için Avrupa'nın ve Amerika'nın büyük desteğine ihtiyacı var. Lübnan'daki varlığı devam eden İran'ın bu ülkeye ekonomik ve sosyal refah getirmek gayesinde olmadığı açıktır, Son Korona kriziyle birlikte gittikçe fakirleşen halkı Hizbullah'ın elinden kurtarmak için bu ülkedeki dengelerin değişmesi gerekiyor.

Israel'i kuzeyde kuşatma hayalleri pesinde olan Hizbullah tüm kuvvetini silahlanmaya vermiş görünüyor. Lübnan'da, Yemen'de ve şimdi son olarak Ürdün'de boy gösteren İran'la gelecekte Israel'in nasıl başedeceğini bilmiyorum.

Ürdün Kralı II. Abdullahsa geçtiğimiz günlerde İran'la bir petrol antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşmaya göre, İran güdümündeki Irak petrollerinin Ürdün yoluyla, Mısır'a, oradan da Akdeniz ve Avrupa'ya satılması hususunda antlaşmaya varmışlardır. Abdullah, bulunduğu ekonomik krizden çıkmak için yılana elini vermiştir. Bugün için bulunduğu bataklıktan kurtulmanın tek yolu olarak gördüğü İran'la yaptığı antlaşmaların İran'ın bölgedeki gücünü artırmak için bir başka fırsat daha yaratmaktadır. İşte tüm bunlar  Israel ve geri kalan Sünni Körfez ülkeleri için, özellikle Suudi Arabistan için bir kaygı unsuru olarak algılanmakta.

Sekiz milyonluk Israel'in bölgedeki Islamist hegemonya ve milyonlarla başedebilmesinin tek yolu belkide Avrupa ve Amerika'ya İran'la yapacakları antlaşmaların gelecekte onlar için getireceği tehlikeleri de anlatabilmekten geçiyor.

Amerika, Viyana'da son olarak Haziran sonunda biraraya geldiği İran heyetiyle 2015 Nükleer Antlaşmasına geri dönüş yolunda kimi antlaşmazlıklar kaldığını ve bunların üzerinde görüşüldüğünü söylemişti.

Avrupa'nın İran gibi, Ortadoğu'yu mayın tarlasına çeviren, terör grupları yoluyla bu bölgeyi Şii hegemonyası altına almaktan başka hiç bir amacı olmayan tehlikeli bir yönetimle işbirliği yapmaya devam etmesi inanılır gibi değil.

Son seçimlerde, Ebrahim Raissi gibi, İran Rejiminin en katı yöneticilerinden olan, 1980'lerde İran'da rejim  muhaliflerinden binlercesini infaza gönderen birini ülkenin başına getiren Ruhani Lider  Ali Hamanei'nin halkına ve dünyaya verdiği mesaj;  İran İslam Cumhuriyeti'nin kimseye ödün vermeye niyeti olmadığıdır. Bir taraftan aç olan İran  halkının varlığını sürdürmek için mücadelesi devam ederken devlet tüm gücünü silahlanmaya ve bölgedeki kuvvetini artırmaya vermektedir. İslami rejime karşı çıkanları zorla bastıran rejimin, daha ılımlı bir yönetim için umutlanan insanlara inat daha da sertleşmekte çekinmeyeceğini gösteriyor.  İçeride ya da dışarıda, katı islamcı  kurallarla yola devam edeceklerine göre İran'daki halk ve bölge adına daha iyi bir gelecek için umutlar sönmektedir.

Buna rağmen hala daha Batı'da basının İran halkının demokratik seçimlerinden bahsetmeleri gülünç olmaktadır. Son seçimlerin Iran halkının oylarının sonucunu yansıttığını haber verenler, doğrusunun bu olmadığını biliyorlardır sanırım.  İran'daki seçimler sadece elalem alışverişte görsün havasında bir tiyatrodan ileri değildi. Kimsenin ne düşündüğünü sormadıklarının açık olduğu bu ülkede halkın ne dediğinin en ufak bir önemi yoktur. Yeri geldiginde, Ali Hamanei'nin yerine gelecek olan Ebrahim Raisi, Ruhani liderin kendisi tarafından  Cumhurbaşkanı olarak goreve atanmıştır. Biri öldüğünde diğer Ayetullahın  İslami Rejimin ardılı olarak devam etmesi planlanmaktadır.

Iran seçimlerinde Cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyan muhaliflere,  ılımlı adaylara ve  kadınlara şans tanımayan, Ayetullah Hamanei'nin kabul ettiği altı aday içinden seçilen Cumhurbaşkanı halkı değil,  islami rejimin kendisini temsil etmektedir.  Bu yüzden İran halkının seçimlere rağbet etmemesi kadar doğal bir şey varmıdır acaba?

Ve Iran Islam Cumhuriyetinin ekonomisini kurtarmasının tek yolunun Amerika'nın ( Trump'ın)  koyduğu yaptırımlardan kurtulmak olduğunu bildikleri için Viyana'da görüşmelere devam ediyorlar. Eğer sonunda Joe Biden, Ayetullah rejimiyle yeniden el sıkışırsa İran bu bölgede kendisinden başka güçlü olmadığından emin olarak yoluna devam edecektir. Zaten bile bile herkesin gözünün içine baka baka nükleer silah için yetecek miktarlarda uranyumu geliştirmektedir.

Şimdilik bu gaddar rejime, bu tehlikeli ülkeye karşı Israel'den başka ciddi anlamda bir mücadele yürüten  bir devlet daha yoktur. Israel'i haritadan silmek gerektiğini durmadan tekrarlayan, ancak Israel kadar Batı'ya ve tüm medeniyete karşı duran bu terorist ülkenin Ortadoğu'da kurmak istediği Buyuk bir Şii Devleti tehlikesine karşın,  Israel'i tehtid olarak görenler oldukça,  kendimizden başka hiç kimseye güvenmemiz mümkün değil.

Bugünkü menfaatlerine bakıp yarın Allah Kerim diyenler, karşılarında bir gün büyük bir İslam ordusu bulabilirler...


Batya R. GALANTI

19 Temmuz 2021 Pazartesi

 Uykusuzluk, endişe halleri, panik atak ya da diğer mental sorunlar..çözüm nerede?


Uykusuzluk...En yorgun halinizle yatağa girip, beyaz bir gecenin sonunda, günün ilk ışıklarıyla nasıl sabahladığınızı bilemeden yorgun bir yolcu misali yatağınızdan kalkmaktır.

Uykusuzluk bir çoklarımızın zaman zaman yaşadığı olağan bir durumdur.  Kimilerinin hayatlarının belli dönemlerinde karşılaştıkları bir problemdir. Bir diğerlerinin hiç tanımadıkları bir şey, bazıları içinse neredeyse bir norma dönüşür gibidir uykusuzluk!  . Yastıklarına başlarını koydukları an anestezi verilmiş gibi baygın uyuyanlar da vardır.  Bu da bir şanstır!!

Sanırım kadınlar uykusuzlukla erkeklere göre daha sık karşılaşsalar da  erkeklerde de bu problem görülebiliyor.

Kadınlarda demiştim, hormonlar adeta hayatlarını yöneten baş etkenlerdendir. Aynı hormonlar yüzünden genç kızlıktan yaşlılığa kadar kadınlar bir çok semptomların kurbanı bir hayat sürmek zorunda kalırlar. Uykusuzlukta bunların başında gelir...Sinirlilik, hassasiyet, baş dönmeleri, huzursuzluk, ağrılar  vs... derken uykusuzluk bir kez baş gösterdimi yandık!! Dönem dönem hep bir şeyler kendilerini hissettirir kadınlara.. Bir çoklarının ilk başvuracakları çözümlerin başındaysa "haplar" gelir!

Benim için uykusuzluk daha genç kızlık zamanlarıma kadar iner. Zaman zaman beni etkilemiş, ama adeta bununla yaşamayı öğrenmiş gibiyimdir.  İlk zamanlar zordu belki. Bir anda başlayan bir şey olmuştu. Benim uykusuzluğumun nedeni o büyük korkuydu. Daha önce hissetmediğim yoğunlukta bir endişeydi bu. Öylesi bir korkuydu ki. Koca evrenin içinde bir kaybolmuşluktu bu!!

Ne ilginçtir insan beyni. Sanırım daha küçüklüğümde yaşadığım bir birikim, bir şeyler vardı. Kimse durup dururken böylesi bir girdabın içine bir anda sürüklenmez yoksa diye düşünüyorum. Bir anda kendimi kimsenin yardım edemeyeceği bir durumda bulmuştum. Yardım etmek isteyen varmıydı bilmiyorum. Sanırım  böyle bir durumla karşılaştığınızda çok kez başınıza gelen ikinci diğer büyük felaket kendinizi kimseye anlatamamaktır.  Korkunun insana ilk etkilerinden biriyse uykusuzluktur. Bir anda daha 17 yaşında bir genç kız geceler boyu gözünün bir an bile kırpmadığı şekilde bulduğunda ne yapar? Hiç!!!  Geçmesini bekler... Bekler.. Kendi kendine savaşır.. Günlük hayat devam ederken, hayat koşarken, okul, dersler, sınavlar birbiri ardına gelirken beklentilere cevap veremediğinizi görürsünüz.  Daha düne kadar çocukken, böylesi karmaşık şeylerle uğraşmakta nerden çıkar ki?!



Peki ne yaptım? Hiç! Bir ara Pasiflora almayı denemiştim. Kimin tavsiyesiydi bilmem. Doğalmış! İyi gelirmiş. Uyuturmuş!! Kaşık kaşık içseydim de ne yazardı. Herkes horluyor, ben neredeyse bir şişeyi diktim kafama herşey olduğu yerden devam etti. Sabah oldu, gözlerim şiş, okulun yolunu tuttum, uykusuz!!

Annemse ben çocukken uyuyamadığında, arkadaşından zaman zaman bir haplar isterdi. Hatta hapları ben giderdim almaya. Bir kaç gecenin sonunda sanırım atlatırdı sorununu. Sonra bir daha almazdı bu haplardan.

Ancak köşe başındaki eczanede biz ne istersek vardı. Sinir hapları, antibiyotikler vs... Doktordan reçeteye gerek yoktu. Bir iki merdiven inerek girdiğim eczaneden bakkaldan alışveriş yapar gibi, ne istersem verirdi kadın elime. Ne çocuk oluşum, ne reçetesiz gelişim, kimseyi ilgilendirmiyordu. Ver parayı al ilacı!  Kadın kutuları incecik beyaz bir kağıda sarardı sonunda. Ve hayat kolaydı. Sonuna kadar kendinizin patronuydunuz. Kimse karışmazdı. Hangi hapı isterseniz yutardınız !! Sonunda bundan çıkacak yararlar ve zararlar da sizin kendi boynunuzaydı.

İlginçtir. Genç kız olmama rağmen ben haplardan korkardım. Birilerinden duymuş olmalıydım. Tüm yaşadıklarıma rağmen ilaçlara elim gitmemişti. İlaçlara başlamak için yaşımın çok küçük olduğunun farkındaydım.

Dokuzuncu sınıfta yaşadığım o korkunç sene ne okulu bırakmayı düşündüm, ne de ilaç kullanmayı..

Sonunda da kısmen o zor dönemi bir şekilde atlatmıştım. Kimin ve neyin yardımıyla, bilmiyorum. Sadece kendimi bir şeylere zorlayarak sanırım. Pes etmedim. Okula her gidişim tekrarlayacak panik atakların korkusuyla olmuşsa da buna kendimi yeniden alıştırana kadar devam etmiştim.  Annemin istersen okulu bırak önerisine ne kadar gücendiğimi de ayrıca hatırlıyorum. Herkesin hayalini kurduğu bir okulda okuyup, insan nasıl orta yerde bırakırdı?!!

Ve uykusuzluklar bir zaman sonra kısmen azaldı. Okula gide gele korkularımı kısmen yenerken, uykularım, yorgunluklarımla beraber seyreldi....

Hayat boyu dönem dönem daha az uyuduğum zamanlarım oldu. Dediğim gibi, kadınlarda hormanlar bir çok şeylere sebep olan önemli bir etken.

Ancak sadece belli bir yaşa geldiğimde ilaç tuzağına düşüverdim. Keşke hiç inanmasaydım, SSRI'ların zararsızlığına, etkili oluşlarına.

Geçtiğimiz hafta kızımın en iyi arkadaşlarından birinin ağzından duyduğumda, "Uzun zamandır uykusuzluk içindeyim, artık beni kötü etkilemeye başladı, kendimi hiç bir şeye veremiyorum, derslere çalışmakta zorlanıyorum!" derken!! Bu konu üzerine takıldı kafam; uykusuzluk, endişe halleri ve bir çok sebeple bu yaşlardan başlayan bir maceradır bu! İçine girdiniz mi, bir daha çıkması neredeyse imkansız bir sorundur ilaçlar. İlk anda sihirli bir çözüm gibi görünür insanlara...Sonunda bunların kurbanı oldukları günler geldiğinde de yine sorunun kendi beyinleri olduğuna inanırlar. İlaçların hayatlarını kaydırdığının farkında bile değildirler çoğu zaman. Derler ki; "Bak ilacı kesince olmuyor!" Olmuyor çünkü bedeniniz ilaçlara alışmış! Beyniniz bazı maddelerin tesiriyle değişime uğradıktan sonra yapacak fazla bir şey kalmıyor.

Kızımın arkadaşını daha başlamadan uyarmaya çalıştım. Başka yollar denemesi için. Çünkü ilaç kullanmayı gerektirecek bir durumu olmayan bir genç kızın hayatını bile bile karartmasına izin vermek üzücü.... En azından uyarmakta yarar var.  Çünkü biliyorum, doktora gittiğinde hiç bir engelle karşılaşmadan ilaçlar eline verilecek.

Onun gibi bir başka arkadaşı da SSRİ türü ilaçlara başlamış. O ise uzun zamandır çok çaresizlik içinde bocalayan bir genç. Bu yüzden bir şey demek zor. Yine de annesi olsam farklı bir yol denemeye çalışırdım. Eğer mümkünse tabi!!

Toplumun yüzde yirmisi ilaç kullanıyor diye okumuştum bir yerlerde. Benim etrafımda şahit olduğum sayılara bakarsam bu oran komik bir rakkam gibi geliyor bana. O kadar çok insan ilaçlardan bahseder oldu ki!! İnsanların yeterince sorunları var.  Bir taraftan genel problemler, diğer taraftan kişisel bocalamalarla hayat düşündğumuzden daha çok zorluyor bir çoğumuzu, Bunun açıkça kişilerin anlatımlarında, genel hallerinde bile gözlememek mümkün.

Geçen haftalarda yine uykusuzluğum tuttu.. O günlerde bir arkadaş bana; "Bundormin!" den haberin yok galiba dedi. "Bundormin", Israel'de satılan bir uyku ılacı. Özellikle yaşlı insanların çok kullandığı bir haptır bu. Eczande, ilaç alan yaşlıların hep ellerine bu hapların verildiğini görürüm. Hayatımda bir defa kullandım. İki gece almıştım bu ilacı. Aman Tanrım, sanki ölmek gibiydi. Normal bir uykuyla hiç ilgisi olmayan tuhaf bir durumdu bu. İlacı aldığınızda kapkaranlık bir dünyanın içine gömülür gibisiniz. O bildiğiniz uykunun sizi sürüklediği o dinlendirici, rahatlatıcı, rüyalara doğru yelken açtığınız bir faza geçmek gibi değildi bu, bu ilaçla uyumak. Hoş olmayan bir deneyimdi.

Dışarıdan aldığınız kimyasallarla bedeninizin alışkın olduğu fonksyonların yerine gelmesini beklemek belki bir derece mümkün. Ancak hiç bir ilaç doğal işleyen şeyin yerini almıyor ve sonunda bedenin doğal işlevlerini yerine getiremeyecek şekilde bozulmasına da sebebiyet veriyor.

Seneler evvel bu tip ilaçlara başlayan bir dostum bir kaç ay içinde ilaçlara her defasında geri dönüyordu. Çünkü şikayetleri en kötü şekilde geri geliyorlardı. Artık ilaçsız bu işi götüremeyenlerden sadece biriydi bu. Annem doktoruna, ilaçları bıraktığımdan bir hayli bir zaman sonra yaşadıklarımdan bahsettiğinde; "İlaç almadan olmaz,,, Tabi ki kendini iyi hissetmez!"demiş.

İlaçsız olmak zorunda!  Beyninize bir kez zarar vermiş bir maddeyi ya da benzerini bir defa daha almanın sizin için sorunu çözecek  yol olduğuna inanmanın mantığı nerede?! 

Doktorlar herşeyi bildiklerini sanıyorlar. Doğru çoğu kez bizden çok daha iyi bildikleri şeyler var. Ancak bazen bizler kendi bedenimizi onlardan  iyi tanıyor da olabiliriz. Hele, İlaç Sanayinin , para için insanları nasıl kurban ettiğini anladıysanız.  Hele, bu ilaçlar yüzünden seneler boyu azap çeken insanların başlarından neler geçtiğine bire bir şahit olmuşsanız. Eğer, siz bedeninizin neler yaşadığını biliyorsanız. Neden bu şeylere devam edesiniz? Bu büyük bir savaş. İlaçların beyine yaptığı değişimleri değiştirmek bazen mümkün olabiliyor. Bazen bu kısmen mümkün bazen de zararı geriye çevirmek neredeyse imkansız. Bu yüzden çıkmaz bir sokağa girmemek adına yaşadığınız kimi ufak tefek sıkıntılar, kimi depresif haller, kimi uykusuzluk problemleri için kendinize alternatif çözümler aramayı tercih etmenizi öneririm. Başından bu konuda çok şey geçmiş biri olarak. Sahit olduğum örneklere bakarak. Kendinize önce bir şans tanıyın lütfen. İlaçlar  sizi daha büyük problemlerin içine sokmaktan baska işe yaramayabilirler de!


Batya R. GALANTI







16 Temmuz 2021 Cuma

Türkiye bugün Israel için ikinci bir potansiyel tehlikedir

Hafta'nın genel başlıkları


Bir tarafta evvel kurulan yeni hükümetin her gün girdiği yeni, yepyeni krizler, her alınacak kararda çıkan fırtınaların hükümetin kurulmasından daha bir ay geçmeden dağılabileceği korkuları, diğer tarafta, Israel Yüksek Mahkemesi'nden çıkan son yasaya göre homoseksüel çiftlerin, yurt dışına gitmeden ülke içinde taşıyıcı anne aracılığıyla baba olabilecekleri haberinin özellikle eşcinsel çiftleri ve liberalleri mutlu etmesi.. Diğer taraftan, artık muhalefet lideri konumunda olan eski Başbakan Netanyahu'yla uğraşmaya devam eden Israel Basınının yalan yanlış başlıklarla açtıkları akşam haberlerine taşıdıkları; " "Milyonlarca Şekel "ödeyerek Başbakanlık konutuna Jakuzi taktıran Netanyahu çifti hakkında açılacak dava!!"..palavralarının doğru olmadığının ortaya çıkması... Ve Koronanın yeniden yükselişte oluşu ve yani başımızda Ürdün'ün İran'la yaptığı petrol antlaşmasıyla kurduğu yeni mütefikliğinin Israel için gelecekte getirebileceği yeni tehlikeler...Bütün bu haberler bu  hafta  Israel'i meşgul eden son mevzulardı. 

Bu genel başlıklar bu hafta konuşulmuş konulardan sadece bir kaçıdır. Bu küçük ülkenin başındaki büyük sorunlar ve yaşanan sansasyonel bir haftanın ardından aklımda en çok kalanlar...

İran'ın farklı yollardan Israel'i kuşatan gücünü nasıl alt edebileceğimiz sorusu sanırım Israel'i yönetenlerin aklını en çok meşgul eden sorunlardan biri...ve en çok konuşulanlardan

Ayrıca Erdoğan'ın Israel'de yeni kurulan hükümet'e gönderdiği olumlu mesajlar da ilginç...

Geçtiğimiz gün görevine başlayan yeni Cumhurbaşkanı İzhak Herzog'la uzun uzun telefon'da görüşmüşmüş Erdoğan.. Israel'le Türkiye'nin bu bölgede önemli iki müteffik olabileceklerini, karşılıklı askeri ve ticari menfaatlerimiz olduğunu tekrarlamış.

Sanırım Erdoğan ya kişilik bölünmesi yaşıyor ya da bu tutarsızlığının başka bir açıklaması var.

Daha bir hafta önce ülkesini ziyaret eden Mahmud Abbas'a Israel'in bölgedeki saldırgan tutumu yüzünden barış olmadığını, Filistinlilere yaptığı zulüm bitmediği sürece bölgede barış olmasının mümkün olmadığını, Türkiye'nin Israel'e karşı Filistinli Kardeşlerinin yanında olduğunu söylemişti.

Ve bu geçtiğimiz Gazze operasyon'unda Israel'e karşı hiç durmadana sarfettiği hısmi konuşmalarından, Yeruşalayim'e asker göndermeyi düşündüklerini söylemeye varan hükümet açıklamalarından sonra bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirten bu sözlere, ciddiyetine hangi aklı başında insan inanır diyorum ben..

En az son on senedir, Türkiye artık eski Türkiye olmadığını defalarca ispatlamışken Israel Türkiye'den ancak simit ve don ithal etmeye devam edebilir belki.  Ancak bu ülkeyle yeniden askeri antlaşmalar yapmak delilik olur.. Amerikayla  ilişkilerini düzeltmek adına kendini Israel'e yakın göstermek niyetiyle yaklaşan bu dengesiz adamın bizden alacağı teknolojiyle iki gün sonra bizleri arkadan vurmaya kalkmayacağına, düşmanımıza askeri ve startejik destek vermeyeceğine kim inanır?

Bu bölgenin hali belli, Israeli 1948'de kurulduğunda  Türkiye'le birlikte ilk tanıyan ülke olan İran da 1978'de Ayetullah Humeini'nin başa geldiği günlere dek Israel'in bölgedeki en yakın müteffiğiydi. Şah döneminde askeri antlaşmalar dahil olmak üzere son derece yakın olan ilişkiler İran'da rejimin değiştiği gün bitti. Ve Devrim Muhafızlarının denetimindeki bu teokratik ülke Israel'in modern zamanlardaki en büyük düşmanı durumuna geldi.

Her fırsatta Israeli haritadan silmekten bahseden İran kollarını Ortadoğunun her bir yanına salmaya devam ederken,  Suriye, Irak, Lübnan ve son olarak Ürdün'deki kuvvetini artırırken Israel'i zorlu bir savaşa hazırlamaya iten bu devletin ardından Türkiye  bugün  Israel için ikinci bir potansiyel tehlikedir bence!!!

 

Batya R. GALANTI



10 Temmuz 2021 Cumartesi

Karşımızdaki insanın bizim tensel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılayacağını hissetmemizdir bu!

Balık Sevmek!


Hani geçen sene bir balık getirmişti Danielle... Bir akşam arkadaşından elinde kırık bir akvaryum ve içinde yüzen bir balık elinde kapıdan girdiğinde ; "Bu ne ?"   demiştim... Arkadaşı eğer bu balığı almazsan sonunda bir gün onu kavanozda ölü bulacağım demiş.. O an, yolda gelirken bir şekilde çatlayıp kırılan kocaman cam kap yerine balık için bir yer aramıştımTabi evde bulabildiğim kap sade bir salata kasesi idi. Camdan kaseyi temiz suyla doldurduktan ve onu içine koyduktan sonra  bize verilen talimata göre yapmamız gereken şey küçücük yem kutusunun içindeki mikroskopik tanelerden üç adet her gün suya atmaktı.

Ben balığa baktım. O bana baktı mı bilmiyorum. İçine üç tane yem koyduk. Hapsolduğu cam kabın içinde bir oraya bir buraya yüzen balığa kızım ille de isim takacakmış dedi. Biz Pitzi'ye bile hala isim takmakla meşgulüz. Hayvanın her gün ismi değişiyor. Onu öyle bir duruma getirdik ki "Dolap!"diye seslensek o yine dönüp bakıyor. Sonuçta baktığı şey ismi değil, ona seslenişimiz!


 Neyse balığa Danielle bir isim buldu ben de başka bir isim.. Bizimkinin tam askerlik sonrası aklında terör, güvenlik, savaş konuları ve düşünebileceği en olası adlarsa yine bunlarla alakalı ve sonunda ona bulduğu isim; Nasrallah !   Bense Dagi  diyordum ona.. Balık! ( Dag;  ibranice balık demek..)  O sadece zavallı bir balıktı.. Minicik.. Bir hiç boyutlarında, kendince var olan,  cam bir kabın içine yaşamak zorunda bırakılan bir varlık....

Bir zaman sonra Danielle her yem atışında, her cam kaba yaklaştığında balığın onun bulunduğu yöne doğru yüzdüğünü iddia etmeye başladı. Balık onu gördüğüne seviniyormuş diye inanmaya başlamıştı.  Belki de o da Pavlov'un köpeği gibi sadece koşullanmanın getirdiği bir tepki veriyordu. Bir balık böylesi bir tepki verirmiydi peki ?... Herhalde her canlı gibi onun içinde de varolma içgüdüsü vardı.

Onun eve gelmesinden bir kaç gün sonra  akvaryumcularda satılan, yuvarlak bir cam kavanoz getirdi Danielle. Büyük bir hediye almış gibiydi balığa. Onunla konuşuyordu!!!

Gal içinse başka bir eğlenceydi.... Anne Nasrallah'ın yemeğini ben atayım mı!? At Gal...

Bir gün gelip Nasrallah yan yan yüzmeye başlayana dek herşey yolundaydı (?)

Nasrallah sonunda öldü gitti.. Kızıma göre balık artık yaşlanmıştı..( Zamanı gelmişti işte !?! )

Dün Danielle,; "Anne ben yeni bir balık almak istiyorum...balıkları  seviyorum ....derken yüzüne baktım.. Ve ona; " Seni hapishaneye kapatan gardiyanın sana demir parmaklıklar arkasında oturduğun hücreye her gün şefkatle yemek getirdiğini hayal et! Demir parmaklıklar arkasından sana isim takıp, güzel sözler söylediğini.. " Balık ya da geçmişte benim yaptığım gibi kafeste kuş beslemekte aynen buydu... Ve ona geçenlerde paylaştığım,  Dr. Avraham Twerski'nin "Balığı sevmek!" hikayesini anlattım...

Dr. Avraham Twerski Balık sevgisi őrneğinde kısaca, cok kez sevgi olarak nitelenen kavramın altında yatan egoizmi anlatıyordu.  Çoğu insanın yaşadığı sevgi ya da aşkın bir "balık sevgisi " olduğunu söylerken verdiği örnek şuydu;

Yaşlı adam balığı yakalayıp yiyen genç adama sormuş; "Balığı neden yiyorsun? " Çünkü balığı seviyorum.  Yaşlı adam;  " Onu sevdiğin için onu sudan çıkardin, öldürüp sonra da pişirdin!  Sen bana balığı sevdiğini söylüyorsun ama sen onun sadece "tadını" seviyorsun, bu yüzden onu sudan çıkarıp öldürüp yiyorsun!   Biz insanların çoğu zaman bir başkasına aşık olduğumuzu söylediğimizde bahsettiğimiz duygu da budur. Balık sevgisi.... Karşımzdaki insanın bizim tensel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılayacağını hissetmemizdir bu!  Sevgi kendimizden bir şeyler verdiğimiz insana hissettiklerimizdir.  Sevgi egoist değil, sevgi fedakardır, verendir.  

Karşınızdaki kişiyi kendi egonuzun arkasında üzüyor vr sadece kendi hisleriniz üzerinde duruyorsanız işte bu " balık sevgisidir".  Gerçek sevgi karşımızdaki insanın iyiliğini istemektir.


Batya R. Galanti


9 Temmuz 2021 Cuma

Altı ayda bir aşı olmak!!


Pfızer Firması üçüncü aşı için acilen onay vermiş..

Bir taraftan hayat koşa koşa ilerlerken, bir buçuk senedir tüm dünyayı etkisi altına alan virüsü yavaş yavaş altetmeye doğru gittiğimize inandığımız günlerden çok fazla geçmeden dördüncü bir dalgayla karşı karşıya olduğumuz konuşulmaya başlandı.

Artık neredeyse kimsenin takmak bile istemediği bu durum adeta olağan bir şeye dönüşür gibi. Aklına esen maske takıyor aklına esen alcogel kullanirken artık büyük bir çoğunluk hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyor.

Doğamız gereği yaşam ölümden daha cezbedici. Teslimiyet insanın doğasında pek yok.

Hele gençseniz, yapacak işleriniz sizi bekliyorsa.. çocuklarınız ve bakacak bir eviniz varsa hayata devam etmekten başka çare yok. Virüslü virüssüz..ne olursa olur deniyor. Aklıma bizim Ladino'dan bir deyim geliyor.." Muerre Shimshon con cuantos son!" Shimshon'la birlikte öleceksek, hep birlikte ölürüz gibi bir anlamda söylenen bu deyim,; " Hepimizin aynı tehlikeyi yaşadığımız bir anda, ne olacaksa olur!" anlamında kullanılır. Bir kez ölünecek bu yaşam devam ettiği sürece mücadele etmekten başka çare yoktur.

Sorun mücadele edilen bu durumun kolay kolay bizleri rahat bırakmayacağını anlamak.

Bilim adamları hala virüsü öğrenmeğe çalışmakla meşguller. Virüsün ilk halini anlamaya yetişemeden sürekli evrim geçiren bu durumla nasıl başedeceklerini pekte bilmeyen profesörlerin her gün değişen açıklamalarından bir fıkra kitabı bile çıkarılabilir artık.

Halimiz duman..

Şimdilik istatistiklere göre, son haliyle adı Delta olan Corona'nın iki gün önceki yeni yepyeni variant'ının ismiyse Delta Plus! Haftaya kadar Delta +2 çıkar mutlaka..Sonra Gamma ve theta ve meta 😜 ve......

Biz burada kisa bir zaman evvel gerizekalılar gibi sevindik..hasta sayısı 0'a indi diye. Sanki uzayda izole yaşıyoruz. Hindistanda milyonlar hastayken, Brezilya yeni yeni rekorlar kırarken bu virüs daha çok evrim geçirir!!

Ben kapalı yerlerde maske takmaya çalışsam ne farkeder, eşimi uyarmaktan yorulurken. "  Taksana oğlum maskeni" diyorum . Dinleyen var sanki!  

Ancak şimdilik ağır hasta sayısında çok büyük bir artış yok. Aşıların etkisindeyse büyük bir düşüş gözlemlenirken, sonuçta yeniden hastalananların çoğu hafif semtomlarla geçiriyorlar deniyor..

Bir taraftan Boris Johnson İngiltere'de hastalardaki artışa rağmen kısıtlamaları kaldırdı.

Diğer taraftan dördüncü dalganın yaratacağı etkilere göre nasıl tedbirler gerekeceği belli değilken, insanlar yeniden seyahatteler.. Oturmak bugünün insanı için günah gibi!! Öyle alıştılar, ne yapalım!

Altı ayda bir aşılanmanın bizlere getirebileceği başka türlü yan etkileri kimin ne kadar araştırmaya vakti oldu peki...o da belli değil.

Dünya bu virüsün getirdiği yepyeni bir evrim yaşıyor.

Bakalım antenlerimiz ne zaman\çıkacak?  😂


Batya R. GALANTI

8 Temmuz 2021 Perşembe

Sevgili Tuna'nın anısına!


Geçen akşam bir iki arkadaşımla birlikte bir kafe'de buluştuk.  Bir şeyler ısmarlayıp oturduğumuz ilk anlardan itibaren ikisi derin bir sohbete dalmışken ben biraz dalgın gibiydim. Gözlerim etrafa takılıyordu sürekli. Kimi iş meseleleri, tanımadığım bazı insanlar hakkında dönen sohbetten yavaş yavaş koptuğumu hissederken, çok kez başıma geldiği gibi farkında olmadan  yanı başımdakilerle ilgileneceğime  etrafta oturan insanları incelemeye başladım.. Çevreden geçenlere, çalışanlara, yemek yiyenlere gözlerim takılırken ben tamamen kendi dünyama daldım birden.

Bana çocukluğumdan beri sık sık olan bir şeydir bu. Bulunduğum ortamdaki insanların zaman zaman daha az baki olduğum bir konuda, ya da tanımadığım şeylerden bahsetmeye başladıklarında istemeden konudan kopmaya başlarım. Kendimi birden bambaşka bir dünyada bulabilirim. Eğer o insanlar kendi aralarında konuşmaya başlarlarsa..

Böylece atıştırdığım şeyi bitirmişken çantamda duran telefonuma bir mesaj geldiğini duydum. Nasıl olsa arkadaşlarım kendi aralarındaki konuşmaya fazlasıyla dalmışlarken çantamdan telefonumu çıkararak mesajın kimden geldiğine bakmak istedim. Bir de ne yaparsam yapayım elimi çantama koyduğumda  istediğim şeyi bulmak hiç bir zaman kolay olmaz. Bir cepten diğerine ellerim telefonu arıyor yine. Kocaman çantalardan küçücük pouch'lara kadar her defasında problemim aynı... ben yine arıyorum.. Neyse sonunda buldum. Yandaki düğmeye bastığımda ekranda mesajın bir kısmı görünür gibi oldu. Whatsapp'tan gelen mesaj türkçeydi.. " Başımız sağolsun kızlar..." diye bir yazıydi bu.. Ne oldu ki dedim.. Bir an sıkıldım, heyecanlandım ...

Bu son aylarda o kadar çok insan hakkında üzücü haberler aldım ki artık gerçekten yüreğim acıyor!

Sadece, " Başımız Sağolsun!" cümlesini okuduğumda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu sanki.. Üniversitede birlikte olduğumuz altı arkadaşımızla yazıştığımız grupta okuduğum bu cümlenin neyin nesi olduğunu anlamak için  gruba girdim...

Üniversite yıllarında en yakın olduğum, çok çok sevdiğim iki samimi dostum dışında yine arkadaşlarımın bir diğerleri içinden, çıtı pıtı, güzel mi güzel biri vardı.  Bir gece önce lösemi'ye karşı verdiği mücadelesini yirmi senenin sonunda kaybetmiş.. Son senelerde çok fazla iletişimde olmadığım bu cici insanın öldüğünü okuduğumda, birden öyle bir tepki verdim ki, o ana kadar aralarında konuşmalarına devam eden arkadaşlarım; " Ne oldu Batya?" diye bana endişeyle dönüverdiler birden.. Yeniden " Ne oldu ?" diyordu bir tanesi.. Ben şoktaydım. Gerçekten kalbime sanki bir bıçak saplanmış gibi olmuştum o an. Üniversite'den bir arkadaşım vefaat etti derken ağzımdan çıkan cümleye inanamadım o an.

Üniversitenin ilk günleri aklıma geldi. Herşeyin gözlerime yeterince farklı göründüğü o ilk günler.. Moralimin bozulduğu zamanlar. Üniversite olarak karşıma bu kadar kötü bir yerin çıkması bana haksızlık gibi gelmişti.

Lise'deki ortamdan sonra sanki ilkokuldaki günlere yeniden geri dönmüştüm. Bir adım ilerleyeceğime beş adım geri gittiğimi hisseder gibiydim. Halbuki Gazeteciliği kazandığım için gayet memnun olmuştum .

İnsanlar da farklıydı. Sanki farklı bir ülkeden gelmişlerdi bir çoğu. Kültür şoku gibi bir şeydi bu da adeta. Farklı şehirlerden, farklı görüşlerden, farklı tip bir yığın insan arasından anlaşabileceğim birilerini bulabilecekmiydim?

İlk günler gayet isteksiz gidip gelirken o kalabalık ortamda konuşabileceğim birilerini aramaya başlamıştım. Bu ortamı biraz olsun sevebilmemin tek yolu okulda kendime yakın olabilecek bir kaç arkadaş bulmaktı. Günlerden bir gün, bir ders sonu defterleri ve kitapları o pis sınıflardan birinde bırakarak, çıktığım ders arasında, yine okulun tozlu koridorlarının daracık sokağa bakan kocaman camlarının birinin yanında duran iki kız gördüm. Senelerdir hiç temizlenmemiş gibi duran camlardan neredeyse hiç bir şey görülemezse de yine de çaresiz dışarıdan yansıyan ışığa doğru durdukları noktada gülüşerek sohbet eden bu iki genç bayana yaklaşarak bir şeyler sordum. Adları, Aynil ve Tuna'ydı. İkisi de açık tenli, renkli gözlü bu genç bayanlar bana çok içten konuşunca onlara adlarını sormuş ve tanıştığımıza memnun olduğumu söylemeyi de unutmamıştım. Ertesi gün okula geldiğimde kendimi bir nebze daha az yabancı hissediyordum artık. O güleryüzlü, sempatik iki genç kızı arayarak yanlarına yaklaşmıştım yeniden. Ve o gün ve ondan sonraki günler hep birbirimizin yanında bulmuştuk kendimizi. Benim gibi İstanbullu olan bu bayanlarla ortak yanlarımız hiç te az değildi.  Hatta Aynil'in kız kardeşi St-Benoit Lisesinde okuyordu. Ve daha sonra aramıza katılan üç arkadaşımızla birlikte o ilk günlerde başlayan yakın dostluğumuz, üniversitenin en son gününe dek keyifle devam etmişti.

Israel'e gelmeden bir gün önce buluştuğum Aynil'le geçmişte yaşadığımız günleri bol bol konuşmuştuk. Daha sonraki gelişlerimde elimizden geldiğince biraraya geldiğimizde hep beni gerilere götüren bir içtenlik bulmuştum her birinde..

Üniversite'de bulduğum bu içten dostluklar bugün o zamanlardan kalan ve artık beni İstanbul'a bağlayan tek bağdır.

Geçen gün hiç beklemediğim bir şekilde bu dünyadan göçüp giden arkadaşım Tuna'yı yemyeşil gözlerindeki çocuksu pırıltıları ve her gün bambaşka bir heyecan ve enerjiyle anlattığı kimi vapur ve Bağdat Caddesi maceralarıyla hatırlayacağım.

Kendisiyle son yazışmalarımızdan her ne kadar uzun seneler geşmişse de vefaatini öğrendiğim an içimde gerçekten derin bir acı hissettim.

Zamansız gelen her ölüm gibi geride kalan tüm dostlarını derinden üzen bu vefaatin arkasından elimden gelen tek şey  sevgili Tuna için yakabileceğim bir mum oldu. Yahudilikteki bu geleneği Müslüman bir arkadaşımın ruhu için yerine getirirken ben hem ibranice hem türkçe dua ettim. Dilerim ışıklarla olsun ve gittiği yerde huzurla uyusun.  AMEN!