29 Haziran 2021 Salı

Özel bir çocuğun kardeşi olmak!


Akşam saatleri herkes işten gelmiş. Uzun bir günün sonuna doğru Israel ( eşim ) hala kimi hesap işleriyle meşgul.  Galse yine gidip geliyor; kulağında kulaklıklar. Bir iki saat evvel her zamanki gibi ne zaman yürüyüşe çıkacağımı sormuştu.  Bir an Danielle yanıma geldi; "Geçtiğimiz gün aldığım pantalon var ya, biraz dar geliyor, merkeze gidip değiştireceğim, benimle gelirmisin? .. Aaa tamam iyi fikir. Ama dur, Gal ne olacak? Onunla yürüyüşe çıkmamı istiyordu o da. O an kulaklıkları kulağından indiren oğlum, hemen de duymuş, merkez falan, konuşmalarımızı....Israel bana;  Sizinle gelsin o da. derken. Off oldum ben birden.. Evet ama.. Yapacak bir şey yok! Şimdi adam işini yaparken, onun kafasında bu çocuğu bırakırsak hiç olmaz. "Danielle biliyorum, yanlız gitmemizi istiyordun. Ama Gal de gelse farkeder mi?. "Peki anne gelsin!". Gal lütfen, ama bak sabırlı olacaksın, dükkanlara girip çıkmak durumundayız! Bunu bilerek geliyorsun unutma! Tamam anne!. Biri halinden çok memnun. Danielle'iyse bilmem...

İki sene evvel, Danielle bir sabah ağlamıştı. Kardeşinin doldurduğu yer zaman zaman ona dar gelir gibiydi. Yaşı ne kadar büyürse büyüsün insan yine de, her daim sevgi bekler.  Kimi dönemlerse beklenen sevgi bir kat daha fazladır. Danielle'in sanırım o aralar daha çok anlayışa ihtiyacı vardı.  Ona sadece haklısın derken, ona  sarılarak otist bir kardeşin onun hayatında yarattığı etkileri anladığımı söylemiştim bir kez daha. Bazen insanların sizden beklediği tek şey, seni anlıyorum sözüdür. Ne fazla ne de eksik. Seni anlıyorum. Çünkü bu koca dünyada çoğumuzun bir çok kez hissettiğimiz şey birilerinin bizi anlamadığı duygusudur. Bu da pek çok kez insanı yeterince yanlız bırakır. Danielle'e o an;  Ben senin için elimden geleni yaparken sense ağlıyorsun! da diyebilirmiydim. Peki elimden geleni yapmak neydi?  Benim verebildiklerim onun ihtiyaçlarını acaba tam olarak karşılıyormuydu. Ya etrafında aile çevresinin Gal'e gösterdiği özel ilginin onda yarattığı duyguyu değiştirebilirmiydim?  Hani insanların özel olana gösterdikleri farklı bir ilgidir bu... sadece onun özel olduğunu bir kez daha ispatlayan bir şeydir bu. Sevgiden çok bir merhamet içerir. Bazen çocuğa bazense ailenin, anne babanın kendisine  kısmen bir şeyleri ispatlamak gibidir, otist çocuğa yeterli ilgiyi eksik etmemek adına insanların gösterdiği o ekstra çaba. Işte bunu bu duyguyu paylaşmak zorunda kalan kardeşe anlattığınızda onun bunu sindirmesi kolay olmayabiliyor.

İşte bu yönden, otist bir çocuğu büyütürken mücadeleniz sadece onu anlamak, kabul etmek ve ihtiyaçlarını karşılamaktan öte olan bir şeydir. Otist bir çocuğun varlığı tüm aile ilişkilerini yeni baştan şekillendirir.  Yepyeni kurallar getirir, özel yaşamınıza,  aile hayatına, kendi kendinizle olan ilişkinize, eşinizle ve de en önemlisi de size aynı derecede ihtiyacı olan diğer çocuğun ihtiyaçlarını unutmamak adına sizden daha çok anlayış ve özveri gerektiren bir durum yaratır günlük hayatınızda.

Gal doğduğunda tek düşündüğüm şey Danielle'ın yeni gelen bebekle onu artık eskisi gibi sevmediğim hissine kapılmaması idi. Bu yüzden ona elimden geldiğince ilgi göstermeye devam ederken, bebeğin bakımında bana yardım adına ona görevler vermeye çalıştığım oluyordu.  Ancak o bu konuda bana yardımcı olmaktansa okulun bahçesinden topladığı saylangozları küçük kutuların içinde eve taşımakla meşguldü. Danielle bu küçük hayvanları çok severken, salata yaprakları yedirmeye çalışırken bu minik canlılar için evin uygun bir yuva olacağını zannediyordu. Biz her defasında saylangozları bahçeye geri salarken ertesi gün odasının bir köşesinde yeni bir iki saylangoz buluyorduk. Ama Gal'in banyosu ve yemeği ya da altbezinin değiştirilmesi onu pek ilgilendirmiyordu. O odasında sevdiği oyunlarla meşgul olmak istiyordu. Gerçekten kendi halinde olmaktan memnuniyet duyan, rahat bir çocuktu. Belki de bu da ayrı bir şanstı.

Geçen zamansa Gal'le yaşadığımız sıkıntıların gittikçe arttığı günleri getirirken, ikinci bir çocuğun getireceği normal sorunların çok üzerinde durumlarla mücadeye başladığımızda da Danielle olayları hep uyumla karşılamayı becerir gibiydi. Hiç bir zaman çok fazla bocaladığını hissettirmezken ben onunla her zaman yakın olmaya en zor zamanlarda ona olan sevgimi hissettirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Biliyordum ki, mücadele ettiğimiz problem evin tüm düzenini bir anda değiştirmişti. Fakat Danielle her zaman benim için bir ışık bir umut, sakin bir liman gibiydi.

Seneler evvel televizyonda Otist çocukların kardeşlerinin hayatlarını, geçirdikleri bocalamaları anlatan bir dokümanter izlemiştim. Ancak bu dokümanterle ilgili anlamadığım bir şey vardı. Otistik kardeşleri için kendi hayatlarını feda eden normatif kardeşlerin mücadelelerini gösteriyordu. Ve bu bana haksız ve üzücü gelmişti. Kardeşlerinin bakımını üstlenen gençlerin, otizmin getirdiği yükün en ağır hamalları olduklarını görmek bana ; ama neden onlar? sorusunu getirmişti beynime. Neden bu gençler böylesi ağır bir bedel ödesinlerdi?

Öncelikle şanslıyız ki Gal, böylesi bir bakıma muhtaç olacak derecede bir otist değil. Hala daha çok yardıma ihtiyaç duysa da, zaman ve biraz daha çabayla kendi kendine yetebilecek seviyeye gelebilecek bir çocuk o. Kimi motorik problemleri ve korkuları yaşamını güçleştirse de.

Fakat benim için, Galín doğumuyla geçen senelerde en  önemli şeylerden biri de Danielle'in hayatının kardeşiyle yaşadığımız sorunlardan yeterinden fazla etkilenmemesiydi. Hiç bir zaman ondan özveri beklemedim. Onun diğer çocuklar gibi hissedebilmesi önemliydi. Sahip olduğumuz handikap onun günlük düzenini allak bulak etmemeliydi. Derslerini, özel hayatını, insan ilişkilerini, her çocuk gibi serbest olabilmesini etkilememeliydi. Evin içinde yaşanan gerginlikler ve Gal'in öfke nöbetleri yeterince zorken, onu korumak önemliydi.

Belki bunun anlamı, bu yolda kariyerimi ve herşeyimi feda etmem demek oldu. Bizim yardımlarımıza her an ihtiyaç duyan bir çocuk için yapmam gereken kimi ödevlerim için belki de "hayatı" bir kenara bırakmak zorunda kaldım, Ama bu şekilde bir yerde iki çocuğuma da daha yakın oldum. Onlara  uzak kalmadım. Dilerim bu yolda aldığım kararlarım yanlış olmadılar.

Kızımın benden beklediği ilgiyse zamanla geçmişe göre azaldı. Evde bulunduğumuz zamanlarda birlikte ettiğimiz sohbetlerimiz, kimi zaman birlikte yapmaktan hoşlandığımız ufak tefek şeyler dışında o bugün genelde kendi hayatıyla meşgul. Gal'inse en iyi arkadaşlarıysa hep biziz.

Dilerim bir gün  o da bir şekilde kanatlanıp yuvadan uçar!!


Batya R. Galanti

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!! Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Satın alınan iki lambanın bana anımsattıkları!


İlk kazandığı parayla insan neler yapar?  Ya da siz ilk kazancınızla ne yaptınız? diye sorsam
Sanırım bu sorunun cevabı, yaşadığınız ülke ve ailenizin ekonomik şartlarına göre değişir.
Sadece ilk kazandığınız parayla ne yaptığınızın ötesinde, ilk kaç yaşında çalışmaya başladığınız da bu soruya eklenecek önemli başka bir konudur sanırım.  Peki ilk kazancınızı kendinize mi harcadınız? Yoksa ailenize destek olarak, bu parayı büyüklerinizden birine mi verdiniz hemen?

Geçtiğimiz hafta salona satın aldığımız iki lambayı takmakla uğraşırken gençliğimde İstanbul'daki evimize lambadaki arızayı tamire gelen elektrikçi çocuğu hatırladım.  Lambada olan bir arızamıydı tam hatırlamıyorum.  Ve böylece dün bu şey bir yerlerde kafamda takılmış ki, Facebook'ta öylesine alelacele bir soru sordum..ancak sanırım soruyu soruş şeklim yanlış oldu.  Facebook'ta: " Eskiden İstanbul'da insanların  çok kez kendi işlerini kendilerinin beceremediklerini ve bir çok şeyleri çıraklara üç kuruşa yaptırdıklarını,  bugün hala daha böyle bir şeyin olup olmadığını? "sordum!

Sorumun neye dayandığı belli olmadığı için, çok orta yerden, çok direk sorulduğu için, kelimelerimi yanlış seçtiğim  için insanlar bu soruda bir çeşit küçümseyiş sezmiş gibi oldular sanırım!
Cevaplarında, öncelikle çırağın bana ne olduğunu açıklayanlar oldu. Çırak yerine, elektrikçi, tesisatçı gibi  meslek gruplarından bahsettiler ve öncelikle işin ustaları olduğunu ve mesleğine göre gerektiğinde bu kişilerin eve çağrıldığinı ve  çağırılan ustanın kendine göre bir fiyatı olduğunu, çocuklarınsa sadece iş yerinde yardımcı olarak çalıştıklarını ve onların bile üç kuruşa çalıştırılmadığını vs.. anlattılar.

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!!  Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir  çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Geçtiğimiz hafta iki yeni lamba aldık. Satın aldığımız yerde adam lambaları taktirmanın fiyatını bize yazarken eşim bunu kendisinin yapabileceğini söyledi.  Lambalar böylece eve geldiklerinden günler sonra kutularında bekledikten sonra sonunda bir öğlen;  Hadi artık şunları monte etsek mi ne dersin!" diyen eşimin ardından  onunla birlikte aletleri falan getirdik. Duvar delici, ingiliz anahtarı, vidalar ve tornavidalar...herşey hazırdı.. Birisi işin esasıyla uğraşırken, diğeri "çıraklık" yapmalıydı mutlaka. 
Eşim bir iskemlede, ben diğerinde elimizde lamba tepeye çıktık.  Genelde çoğu şeyi hemencecik beceren eşim bu kez lambayı tavana monte etmekte biraz zora girdi. Bir şeyler karışmıştı. Elimde lamba ellerim tepemde geçen dakikalarda kollarımı fazla havada tutmaya alışkın olmadığından sanırım lambanın ellerimden kayıp düşüceğinden korkmaya başladım.  Kollarımın artık koptuğunu hissettiğim an eşim bir taraftan vidaları sıkıştırmakla savaşırken diğer taraftan  lambayı biraz da başımın üstüne koymamı söyledi. Bense zaten en az on dakikadır hem kollarımla hem de kafamda taşımaya çalıştığım o koca şeyin artık ağırlaşmaya başladığını hissederken o anki durumum bana çocukluğumda İstanbul'da simit satan çocukları hatırlattı. Tepemde yuvarlak bir şeyle durduğum yerde küçücük çocukların o zor yaşam kavgaları aklıma geldi.


Caddelerde kafalarında kocaman yuvarlak tepsilere birbiri üzerine dizdikleri simitleri satan çocukları düşündüm. Caddelerde satılan simitlerin tadı, yoldan geçenlerin mikroplu elleriyle  hangisinin daha gevrek olduğunu anlamadan almayan insanların ardından belki de daha da bir lezzet (!) kazandığı o susamlı ekmekler İstanbul'un en karakteristik özelliklerindendi. Sokaklarda bir kaç kuruş para kazanmak için simit satan çocuklar, başlarının üzerinde götürürlerdi o tepsileri. Caddelerin yoğun kalabalığı içinde yol alırlarken birisi istemeden çarpıpta tepsiyi yere atana dek. Ve o zaman yapabilecekleri tek şey, toz, toprak içindeki yerlerden topladıkları simitleri yeniden yerli yerine dizmek olurdu. Nasıl olsa beş dakika sonra gelecekler o simitlerin yerlerden toplandıklarını görmeyeceklerdi. Bilseler ya da tahmin etseler de çok fazla takan da kalmıyordu zaten. İnsanlar pislik içinde yaşayıp mikroba  bağışıklık kazandıkça nasıl olsa hasta olmuyorlar.

Neyse birinci lambayı takmamız aşağı yukarı kırk dakika sürdü. İkincinde işin tekniğini öğrenen eşim on dakikada montaj işini hallederken bu kez kollarım kopmadı.. Ve tüm bu lamba savaşının içinde aklıma yine çocukluğumdan başka kesitler geldi..

Önce simitçi çocukları düşündüm , sonra da bize gelen elektrikçi güzel çocuğu..

Hani dediler ya dün bana, işin ustası gelirmiş çağrıldığında. Belki bazı işlerde hep öyleydi. Belki her işin ustası vardı mutlaka ama ustalarıun yanında çalışan çocuklar çoktu. Her işi yapan devlet güvencesi altında çalışmıyordu. Sigortasız çalışanlarla dolu ülkede bir kaç kuruş yevmiyeyle tutulan onca çırağı yanlız ben mi anımsıyorum? Merakım sadece bugün aynı sistemin devam edip etmediğini anlamaktı.

Universitenin birinci sınıfında bir şirkette ufak tefek tercume işleri için part time bir işe girdiğimde ilk kazancımdan büyük bir heyecanla oturma odamızı yeniden döşediğim günleri de hatırladım.
Hani ilk kazancınızla ne yaptınız diye sordum ya

Genç kızların en büyük hevesi giyimdir, güzel görünmek için kuaforlare, enstitülere yatırdıkları paraların hesabı yoktur. Ve bugün bu tutku eskisinden çok daha fazla.  Genç bir insanın ufak tefek kusurları olmadığı sürece, tazeliği yetmez mi diye düşündem de bugün her genç bayan kendini bir Holywood aktristi kadar bakıma almakla yükümlü hissediyor kendisini. Zaman herşeyi değiştirdi.
Bense genç kızlığımda ilk paramdan bir kısım toplayarak, o günlerde seyahatte olan anne babama süpriz yapmıştım . Beni sevindiren şey buydu,  Tüm odanın eşyasını ( kanapeyi ve koltukları)  yenilemiştim, yeni bir abajur satın almıştım. Çok güzel, yepyeni bir oda olmuştu. Yaşadığım ortamı güzelleştirirken aynı ortamdaki başkaları da bunu benimle paylaşacaklardı. 

Lambaları taktığımızda aklıma gelen bir diğer şey de buydu.

İlk kazandığınız parayla  kendiniz için bir şeyler yapabilirsiniz. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Ya da bugün Israel'de olduğu gibi yüksek öğrenim için para biriktirip, bir sonraki seyahatiniz için bir kenara para koymak isteyebilirsiniz. Bazen kazancınızla birileriyle bir mutluluğu paylaşmayı tercih te  edebilirsiziniz.

İstanbul'da küçücük yaştan çalışan çocukların herhangi bir güvenceleri yoktu. Ve kendi özel harcamaları için değil, aile geçimine katkıda bulunmak için köle misali bir hayat içinde daha küçücük yaştan yıpratılıyorlardı. Kahvehane'de sabahtan akşama okey ya da poker oynayan babaları yerine çoğu temizlikte çalışan anneleriyle birlikte seyyar satıcılık ya da çıraklık yapan çok fazla çocuk vardı.

Dün sorduğum soru, Erdoğan'ın ellerinden çıkan (!) köprüler, alışveriş merkezleri, hava alanları ve koca koca binalarıyla övündüğü yeni Türkiyesinde , o eskisinden daha bir göz alıcı hale getirdiği İstanbul'da 2021'de çocukların nasıl bir yaşamı olduğunu merak ettiğim içindi. Ancak bunun yanında,  sorduğum sorunun yarattığı belli belirsiz tepkiye baktığımda  bir kez daha sosyal medya'da yüz yüze olmayan o kısmen kopuk iletişimin sizi yanlış anlamalarına daha açık olan ortamda , yazdıklarımızı çok daha net ve anlaşılır olarak ifade etmemizin önemi de bir kez daha ortaya çıkarıyor..



Batya R. Galanti







28 Haziran 2021 Pazartesi

Tel Aviv'deki yürüyüş!


Sıkı  sıcakların hafiften bastırmaya başladığı Tel Aviv'de insanlar denizden kısmen uzakta kalan şehrin merkezinde bile yarı çıplak dolaşıyorlar artık. Özellikle son senelerde bikiniyle dolaşan genç kızlar çoğunlukta. Ya da çoğu zaman kiloda benzeyen şortlarıyla elektrikli scooter'larıyla yanınızdan geçen genç erkeklerin içinde,  bu yaz günlerinde Tel Aviv'ín rahatlığına varan insanların arasında siz de nasıl gezerseniz gezin bir sorun olmadığını anımsıyorsunuz bir daha.  Yaşınız ve cinsiyetiniz ne olursa, hangi halinizle gezmek istiyorsa gönlünüz bu sadece sizi ilgilendiyor.

İşimizi bitirdikten sonra öğlen yemediğimi hatırlatan midemin çıkardığı guruldamaları takmamaya gayret ederken Israel; Sen yememiştin diyor. Bana kalsa yine geçiştirirdim . Yok yemedim.  Hadi o zaman sahile doğru bir yerden bir şeyler al ve yolumuza devam edelim.. Bu aralar çocuklar gibi oldum. sağlıklı ve düzenli ev yemeklerini birden bire canım istemez oldu. Kendimi doğru dürüst şeyler yemek için adeta zorluyorum.  Aklım hep ıvır zıvır şeylerde. Kendimle büyük savaş halindeyim hep. 

Neyse sonunda bol salam yine bol salata ve hardalla doldurulmuş bir sandwich satın aldım. Ve acıkmış bir şekilde tıkınırken bir yandan da denize diğer tarafta da ortadaki yola baktım. Ve her yanda rengarenk bir şeylerin dalgalandıklarını farkettim birden. Tel Aviv'ín o son derece güzel sahilindeki ağaçlıklı caddenin ortasına LGBTQ  bayrakları asılmıştı kocaman kocaman. Her sene bu zamanda bu bayraklar başta Tel Aviv olmak üzere Israel'de ( Ultraortodox yerler dışında ! )  her yeri süslerler. Bütün yol, bütün şehir "Gurur Yürüyüşü" (!) için hazırlanmış yeniden.

Israel'e her yıl dünyanın çok çeşitli ülkelerinden  gay turistler de akın ederken bu sene turistler corona yüzünden  bizi bizimle baş başa bıraktılar. Eşime sordum,"Ne zaman ki yürüyüş? 

" Yarınmış! "

Kısacası, bin bir tip insanın biraraya geldiği geçen Cuma günü Tel Aviv'de 100.000 kişi gururla yürüdüler. 

Gurur duydukları şeyin ne olduğunu ben pek bilmiyorum.  Mesela ben evli olduğum için gurur duymalımıyım. Bir erkek dün bir kadınla yatağa girdi diye bunda gurur duyulacak bir şey mi vardır? Yoksa bu sadece kendi özel yaşantımızın , öyle fazla bir maharet gerektirmeyen bir yönümüdür?

Cinsel kimliğimden gurur duyup duymamak ilginç bir yaklaşımdır. Aslında bu yürüyüşün ismi farklı olabilirmiydi acaba?

İnsanların kendilerini oldukları gibi topluma kabul ettirmek için gösterdikleri çabayı tabi ki anlayışla kabul etmek lazım. Öncelikle kimse seçim yapmadığı bir şey yüzünden kınanmamalıdır.. Ve cinsel seçimleri yüzünden ayrımcılıkla, kötü muameleye maruz kalmamalıdır. Kimsenin cinselliği bir başkasını kesinlikle ilgilendirmez. Fakat "Gurur Yürüyüşü"olarak adlandırılan bu toplu birliktelik ya da eylem ya da eğlence hep bana insanların gözüne gözüne sokulmak istenen itici bir olaya dönüştürülmüş gibi gelir.   

Sanki, son senelerde birilerinin cinselliğiyle çok fazla uğraşır olmuş gibiyiz. Aklımızı bir şeylerle bozdukça sanki bu şeyler kimi değerleri kaybettirecek kadar sınırları zorlar hale gelmiş gibi. Masumiyeti yerle bir eden bir şey oldu böylesi kutlamalar. Ben iki insanın yatak odalarında ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum. Áncak sokaklara taşan bir dejenerasyon söz konusu olduğunda, kimlerin nelerle özdeşleşmek istediklerini sorguluyorum.

Şu anda bana Gay Pride mi yoksa radikal dincilerin toplu eylemleri mi daha rahatsız edici gibi sorular sorulabileceği aklıma geliyor Radikal olan her şey beni rahatsız ediyor. Ne dincilerin birilerini kendi bildikleri katı kurallarla sınayıp insan gibi yaşama karşı koymaları normal geliyor bana, ne de cinsel haklarını savunmak adına birararaya gelen binlerce insanın dejenerasyona giden hareketlerini kabul edebiliyorum.

Alkolün ve bir çokları tarafından  uyuşturucunun istenmediği kadar kullanıldığı  bugünde, sabahtan akşama kadar cadde ortasında neredeyse toplu seks moduna geçenlerin dışarıdaki dilleriyle, kıçlarını herkese gösterdikleri tuhaf haller ve  yaptıkları hareketlerde gurur duydukları şeyin ne olduğunu düşünüyorum istemeden. 

Çevremde eşcinsel yaşam süren çiftlerle birlikte ortak bir toplumu paylaşıyoruz ve bu insanların çok kez bir çoklarından da iyi ve dürüst insanlar oldularını biliyorum. Ama bu tip günlerde karşıma çıkan o koca topluluğun ortaya koyduğu atmosferde beni iten şeyler var.

Ama yine de  homoseksüel oldukları için asılan insanların olduğu  bir ülkede yaşamak yerine, farklı uçları aynı bayrak altında bir şekilde birleştirmeyi beceren Israel'de yaşamak çok daha iyidir!


Batya R. GALANTI

  Yeni hükümetle birlikte bizleri neler bekliyor


Son bir kaç haftadır canlı ve heyecanlı bir çok olayın gelişini ve gidişini takip ediyoruz oturduğumuz yerden.  Bizim için bazen çok fazla değişeen şeyler olmasa da  yaşam sürekli bir döngü içindeyken, ülkeler, toplumlar durdukları yerde kalmıyorlar.

Israel'de son seçimlerin ardından geçen bir kaç ayın sonunda geçtiğimiz haftalarda kurulan hükümetten bahsettim. Kimilerinin çaresiz ellerini havaya kaldırarak kabul ettikleri yeni hükümetimiz. Kimilerinin bugüne dek karşı çıktıkları başbakan Bennett.  Bir çokları için deneyip  görmek lazım dedikleri Israel' in son hükümeti.

Son durumu kime sorarsanız söyleyecekleri şeyler farklı olacaktır. Birilerine göre bu hükümet bizim için  dünya sonu, bir diğeri için 12 sene ülkeyi yönetmiş ve artık bir rodan olma yolundaki eski başbakan Netanyahu'nun Israel tarihinin en uzun iktidarına son verenler olmuştur bu yeni koalisyon.

Bence " Madem şu an durum bu!" kabul etmekten başka çare yoktur. Çünkü durum ne olursa olsun bu hükümet yine de yasal yollardan kurulmuştur. Kanuna aykırı olan bir durum söz konusu değil. Sadece son derece karma bir hükümet ortaya çıkmış durumdadır.

Ancak bir çokları için sağ çizgileriyle oy toplayan Gideon Sa'ar ve Naftalı Bennett gibi politikacıların seçmenlerini aldatmaları affedilir bir şey değil. Halkın iradesinden  uzaklaşmış bir hükümet bu halkı nasıl temsil eder? deniyor!

Daha iki haftadır göreve gelen başbakanı ilk günden bekleyen sorunlarsa hiçte küçük değiller; 

1-Hamasla yarım kalan düellonun ne gibi bir kararla, nasıl çözümleneceği sorunu bizi bekliyor.

Son günlerde basına yansıyan kimi haberlere göre Hamas neredeyse Israel'i dize getirmiş gibi bir mesaj veriyor.  Bütün güvenlik kaygılarına rağmen, Hamas' in son bir haftadır yangın balonları atmaya son vermesiyle devam eden  sessizliğe karşılık Israel Gazze'ye getirilen bir çok şeyin girişine izin vermeye başladı tekrar. ( Savaş zamanı dahil izin verilen önemli ihtiyaçlar dışında olan mallar )  Balıkçıların avlanma bölgesi ile ilgili kısıtlamalar da şimdilik kaldırılarak 6 milden yeniden 9 mile çıkarıldı.

-Ancak hala daha Katar'dan gönderilen yardımın kime teslim edileceği konusunda anlaşmaya varılmadı.

-2014 Gazze Savaşından beri ellerinde tuttukları Israelli askerlerin kalıntılarıyla rehineler krizi de hala çözülemedi.

Bu hafta Hamasla Kahire'de yeniden görüşmeler başlayacak. 

2- Batı Şeria ve Gazze'den Israelli Araplarla evlenip Israel nüfusu almak için sırada bekleyenlere kapıyı açmak mı kapatmak mı? sorusuysa yeni hükümetin ilk yaşadığı krizin ana sebebi. Koalisyonun karar vermekte zorlandığı bu sorun sağ ve sol kanatlarla Arap partisi arasında büyük görüş farkıyla zora giriyor. Sonuçta, Israel' in güvenliğini tehlikeye atabilecek kimi kararlarda sağ'ın mı sol'un mu , ya da İslamcı Ra'am' in dediği mi olacak?

3- İran'da yeni seçilen Ultra-konservatif  Cumhurbaşkanı Ebrahim Raissi'nin ilk günden Batıya verdiği ültimatom benzeri işaretlerin ardından alınması gerekecek radikal kararlar karşısında yeni hükümet nasıl hareket edecek?

4- Aşıların etkilerini göstermelerinin ardından bitme noktasına gelen salgınsa başlayan yeni yaz sezonuyla artan seyahatlerle yeni variantların ülkeye girmesiyle yeniden geri gelmiş gibi. Sadece bir iki hafta içinde hasta sayısında yeniden büyük bir artış gözleniyor..

Maskelerin şimdilik kapalı yerlerde yeniden takılmaları kararlarının ardından, açık yerlerde de yeniden maske zorunluluğu bir sonraki adım olarak düşünülüyor.

Eğer bugün görülen artış  aynı hızda devam ederse, yeniden toplantılarda da kısıtlamalar da ileride alınacak adımlar gündemde konuşulanlar arasında..

......................................

Kurduğu High-Tech şirketle milyonlarca dolar servet yapan bir zeka olan Naftali Bennett'in son bir kaç haftada gösterdiği performans benim şahsi görüşüme göre gayet yüksek. İlk günden bir çok yeni kararlara çok cabuk imza atmayı becermesiyle birlikte Koronayla ilgili verilen kararlarda da açık ve net bir politikayla işe başlamış görünüyor.

Bir taraftan tecrübeli bir başbakanı arkamızda bırakırken diğer taraftan fikrimce yeni bir yönetimin kendini ispatlamak için göstereceği ekstra çabayı düşünüyorum. Fikrimce, yeniden seçimlere gitmemek için büyük bir çaba harcayacaktır bu koalisyon. Çünkü kısa zamanda seçime gitmek bu hüklümeti kuran tüm partiler için bir son demek olur. Bu yüzden  şu aşamada koalisyon ortakları kendilerini kanıtlamak zorundalar. Ve bu nedenle de sağ ve sol mecburen kendilerinden ödün verecekler.  Yeterki birlikte en iyi şekilde bugünkü durumu göğüsleyebilsinler.

Ve gerecekten mucizevi bir başarı gosterebilirlerse bu sadece bizler için daha iyi bir yaşam demek olur!

Bu yüzden koyu bir Netanyahu seçmeni gibi; " Netanyahu'yu  mumla arayacağımız ! " günleri dilemek istemiyorum. Çünkü bu son derece aptalca olur. Benim umurumda olan bu ülkenin iyi bir yerde olması, Netanyahu ya da bir başkasıyla, bu farketmez. ( Ben sadece güvenliğimizi tehlikeye atacak kararlara imza atmayacaklarından emin olmak isterdim! )


Batya R. Galanti

26 Haziran 2021 Cumartesi

Daha evvel aynı restoranda Israel karşıtı sloganlarla yenilen bir özel yemeğin görüntülerinin sosyal medya'ya yansımasının ardından bir süre bu yerden ellerini ayaklarını çekenlerin ardından, bir zaman sonra unutulup yeniden dolan bu restoranın masalarında yeniden yemek yiyecek birisinin lokması bu olaydan sonra boğazında kalmaz mı acaba??!!

 " Deniz ve Yaşlı Adam " 


Geçtiğimiz yazılarımdan birinde Yaffo ve Lod gibi şehirlerde yaşanan yağmalama olaylarından bahsetmiştim. Ülkenin dört bir yanındaki kimi şehirlerin yangın yerine çevrildiği günlerde yaşanmış bazı ekstrem olayları anlatmıştım.

Bu olaylardan biri de  Arap bir gencin  Yaffo'nun tenha sokaklarından birinde yoldan geçen yine arap bir çocuğa saldırarak  hayatını tehlikeye sokacak şekilde yanmasına neden olmasıyla ilgiliydi. Hani ertesi günlerde bu olayın suçu Yahudilerin üzerine atılmak istenmişti. Daha sonra güvenlik kameralarından bu kişinin kim olduğu belirlenince olayın rengi tamamen değişmişti. Araplar bir anda farklı konuşmaya başlarlarken Israel'deki solcu basın bu defa susmuştu.

........................................

Bir aralar Yaffo'yla ilgili sık sık yazılarım olmuştu. Eşimin bu şehirde doğup büyüdüğünü anlatmıştım. Şehrin kozmopolit yapısını.. yetmiş beş sene evvel kamplardan kaçanların, soykırımdan kurtulanların dağları tepeleri aşarak geldikleri eski bir balıkçı limanı olan Yaffo'ya yerleştiklerini yazmıştım. Yine ayni zamanlarda Bulgar, Yunan, Türk ve Faslı göçmenlerin geldikleri bu  küçük yerleşim yerinde Israel'in ilk bağımsızlık savaşı sonrası hala daha buralarda kalan Hıristiyan ve Müslüman Araplarla birlikte oluşturdukları Yaffo'yu satırlarıma sığdırmaya çalışmıştım kendimce.. Buralarda senelerce belli bir beraberliği götürmeye devam eden halkın günlük hayatından ufacık bir kesit getirmiştim..

Bu şehrin beş bin yıl insanlar tarafından hiç terkedilmemiş olduğunu anlattığımı hatırlıyorum..

Israel'in kuruluşundan bugüne de en çok kitaplara geçen, şarkılarla söze gelen Yaffoyu..

Genç kızlığımda, Israelli şarkıcı Yoram Gaon' un seslendirdiği " Bin öpücük" şarkısıyla benim aklımda kalmış bir gecenin ardından seneler sonra yeniden buralarda nefes aldığım şehir Yaffo.

Israel'in karma kültürünün Arapların gelenekleriyle de belli bir etkileşim içinde olduğu bu yerde bin bir çeşit tadları damağınıza taşıyan çok değişik restoranların ardarda sıralandığı limana uğrayanlar bu yerdlerde yine yabancı turistlerden çok buranın yerli halkı!!  (Savaşların, uluslararası önyargının getirdiği dezavantajların ardından bugüne dek turizmin çokta canlandırılamamış olmasının getirdiği sonuçlar.... )

Ve yine daha evvel anlattığım " Deniz ve Yaşlı Adam " adındaki restoran bu tatlardan en orijinal, en otantik en esaslısını masanıza, tabağınıza taşıyanlardandir denebilir..

Bir belki de iki yazımda bu restorandan da bahsetmiştim.. İnsanların kapısında kuyrukta beklediği, Israel'in en çok isim yapan restoranlarından bir tanesi olan ," Deniz ve Yaşlı Adam" 

Bin bir çeşit mezeleri, etleriyle, balık ve yine bir çok deniz ürünleriyle bilinen kocaman bir restorandır bu.. 

Aslında bir değil, aynı şehirde bir kaç kilometre arayla iki kocaman " Deniz ve Yaşlı Adam"' da  yemek yemek için bekleyen çoğu Yahudiler vardı hep her gün bir kez ve bir kez daha..


..............................................


Filistin sorununun bitmesi için Arapların kaybedecek bir şeyleri olması lazım deriz hep. Fakirlik ve geleceğe umutsuz bakan insanların olduğu bir toplumdan fazla bir şey beklemek mümkün değildir deriz.

Sonuçta, eğitim, öğrenim,  sağlanacak maddi imkanlar isyanı azaltmanın esas yollarıdır.

İnsanlar çaresiz bırakıldıkça daha fazla isyan ederler, daha fazla saldırganlaşıp, daha çok kaos yaratırlar.

Şimdi ilk olaya dönmek istiyorum !!  Yaffo'da küçük bir çocuğa saldırarak çocuğu diri diri yakanın Arap asıllı olduğu ortaya çıkmıştı hani!!

Bu genç adam, Israel'in o en çok iş yapan, en fazla konuşulan, en çok kuyrukta beklenilen, her hafta sonu Yahudilerin öğle ya da  akşam yemeği için  sıraya girdikleri, " Deniz ve Yaşlı Adam" 'ın sahibinin oğlu idi!! Bu insafsız, bu cani.. bu, bir çocuğu diri diri ateşe verebilecek kadar gözü dönmüş şeytan bunca paranın adam edemediği bir genç!!

Daha evvel aynı restoranda Israel karşıtı sloganlarla yenilen özel  bir yemeğin görüntülerinin sosyal medya'ya yansımasının ardından bir süre bu yerden ellerini ayaklarını çekenlerin ardından, bir zaman sonra unutulup yeniden dolan masalarında yeniden yemek yiyecek birisinin lokması bu yaşanandan sonra boğazında kalmaz mı acaba??!!


Batya

25 Haziran 2021 Cuma

Yeniden başa dönmek mi?


2020'de ilk alınan tedbirler, ilk kapatmalar ve ardından Koronanın ilk kez aşağıya çekildiği zamanlarda bir tanıdığımın sosyal medya'da; " Bye bye Corona!" diye bir başlık attığını anımsadım. Korona bize karşı başlattığı savaşı kaybederek, ellerini havaya kaldırmış ve teslim olmuştu. 😂

Ve derken bu işin bir meydan savaşı olmadığı belli oldu. Korona savaşı kaybeden düşmanın imzaladığı ateşkese uymuyordu  😡. Bir kez daha yayılıyordu. 2021'in başlarında, ocak ayında ilk aşılar başladığı zaman, ümitler de çiçek açtılar yeniden.. Bu kez çok daha umutluyduk. Uzmanlar Pfızer'in virüs'e karşı kesinlikle etkili olduğundan emindiler.

Aradan aylar geçti. Israel dünyada nüfusuna oranla en fazla aşı yapılan ülke oldu. 60 yaşın üzerindeki nüfusun yüzde doksanı aşılandıktan sonra, geçtiğimiz haftalarda hastalanan hasta sayısı sıfırlanınca, artık kapalı yerler de dahil olmak üzere maskelerin tamamen bırakılması gündeme geldi. Artık hiç bir ortamda maske takmamaya başladık. Sadece iki hafta önce!

Artık halkın Covid'e karşı toplu bağışıklık geliştirdiği söyleniyordu. Ve ilk kez Amerika'da da durumun biraz daha iyiye gittiği gözlemlenirken, yapılan aşılarla yavaş yavaş durumun toparlanmaya doğru gidiyor olma ihtimali sevindiriyordu. Hatta Fransa'da da yeniden kafeler açılıyordu.

Fakat yurt dışı seyahatler yeniden başlayınca ilk acabalar kafamda çakmaya başlarken bende yine de artık pek Koronayı düşünmek istemiyordum.

Bir ülkenin baştan aşağı herkesi aşılaması Corona'dan daha çabuk kurtulma şansını arttırsa da epideminin bittiği garantisini vermiyor. Ve işte bir kaç günde yeniden yayılan bir virüs var. Corona'nın Hindistan orijinli varianti Delta! Hatta geçen gün başka bir Delta daha çıkmış bile, o da Delta +' muş!!

Tüm dünya'da bu virüs kontrol altına alınmadığı sürece, her devletin yapması gereken şey, çok gerekmedikçe insanlara yurt dışına gitmelerine şimdilik izin vermemek olmalıdır.

Seyahatler en büyük sorun. Bu şekilde yeni variantları ülkeye sokacak bin tane yeni hastanın hangisini doğru dürüst denetleyecekler? Bazı şeyler sadece tavsiyeyle, öneriyle kaldığında kimse önerileri dinlemiyor.

Ve dünyanın en fazla aşı yapıldığı bu ülkede şu an virüs  bir anda yeniden yayılmaya başladı. Aşılı olan kişilerde genelde hafif geçse de kimi ağır hastalar da bekleniyor.

Sonuçta yeniden olası bir salgınla tekrardan karşı karşıyayız? 

Çünkü 12-16 yaş grubu çocuklar şimdiye dek aşılanmadıkları için, nüfusun içinde hala belli bir kısım insan asıya karşı oldukları için, bir çok insanın asi oldukları halde Delta variant' ına karşı yeterli bağışıklıkları olmadığı için. Derken, virüs dünyada durdurulmadıkça yeni yepyeni variantların önlerine geçilmesi mümkün olmuyor. Ve aşı yeni variyantları durdurmayabiliyor!


Batya

 

22 Haziran 2021 Salı

 Israel Batılı anlamda laik olmayan bir demokrasidir


Geçtiğimiz aylarda  Israel'in Raanana kentindeki bir okulda  yaşanan bir olay aynı günlerde Israel basınına yansıdı.   Sabah saatlerinde her zamanki gibi  okula gelen  bir kaç genç kız giydikleri şortların gereğinden fazla kısa olması yüzünden okulun yönetim odasında bekletilip sınıfa alınmamışlar....

Bu olayı izleyen günlerde bu genç kızlar sosyal medyayı da kullanarak okul yönetmenliğine karşı savaş açtılar... Ve kısa bir sürede sadece kendi okullarının bu tutumuna karşı değil tüm Israel'deki laik okulları da kapsayan bir akım başlattılar. Bütün Israel'de kızlar okula kısacık  şortlarla gelerek kendilerine karşı yapıldığını iddia ettikleri baskıyı protesto ettiler.. ( Ve sonunda da istediklerini almayı da başardılar) 

Ben ilkokul'da  nefret ettiğim siyah önlükten sonra ortaokul ve lise'de de yine öyle pek bayılmadığım bir üniformayı üzerimde taşımak zorunda idim.   Bizim için belirlenen yönetmelikteki kurallara göre bu üniformayı ister istemez giymek zorundaydık.  Okul içinde belirlenen disiplin bunu gerektiriyordu. (Gerçi son sene etek dışında hiç bir şey pek okula ait değildi üzerimde..)

Geçtiğimiz hafta Israel'deki bu olay üzerine France24 haber kanalında bir haber programına rastladım..

 " Israelli genç kızların şort savaşı " başlağıyıla verilen programda genel olarak  Israel'in modern toplum yaşayışının dinci akımların ne kadar etkisinde olduğunu soruşturmuşlar.

Genç kızların okula başkaldırılarıyla ilgili olay buradaki dindar akımlar ve modern gruplar arasındaki çatışmayla ilişkilendirilmeye çalışılmış gibiyse de  sonuçta   haberin kendisinde de  okul müdürüyle yaptıkları röportajda , şort üzerindeki tartışmanın "dindarlıkla" hiç bir ilgisi olmadığı açıkça söylendi.. Olay sadece okul disipliniyle ilgiliydi..

Diğer taraftan; Evet  Israel bir Batı ülkesi değildir. Bu doğru. Israel Avrupa'nın bildiği ve tanıdığı türde  

Peki illede Batılılığı  bir standart kabul etmek acaba ne kadar doğrudur?

Batı kendi kurduğu düzeni ideal görüyor olabilir.  ( Bir çok yönüyle öyle bile olsa )  Ya da Batı belli anlamda kendi yaşam normlarını giyim, davranış, müzik ve bir çok değerlerini dünya kültürüne yaymış ve kabul ettirmiş olsa da dünya'da Batı kültürünün yanında çok farklı kültürler ve farklı farklı değerler daha vardır. Örneğin Japonların, Korelilerin, Hintlilerin Batı'dan etkilenmiş kimi tarafları olsa da yaşam tarzları tamamen kendilerine özgüdür.

Bunu neden söylüyorum, haberde Israel'de belli bir kesim tamamen "Batılılaşmışken " bir diğer kesim çok farklı bir yaşam sürüyor şeklinde bir anlatım vardı..

Israel'de "Batılılaşmışlık" diye bir şey yoktur. Öncelikle Israel'de tam bir kültür salatası vardır.

Örneğin bir yandan Israel halkinin önemli  bir bölümü moderndir ama  bununla birlikte toplumda farklı seviyelerde dindarlar vardır.. Israel'e Batı'dan gelen kocaman bir nüfus olduğu gibi ( ki bunlar Batı standartlarını Israel'e taşıyan kesimdir ) , Arap ülkelerden gelen azımsanmayacak büyüklükte bir kitle daha vardır. Rus Kültürü ve bilimum farklı alışkanlıklar da bu toplumun mozaiğini oluştururlar.

Arada çekimlerde gösterilen ultraortodokslar her ne kadar Israel toplumundan klasik bir örnek gibi verilmişse de sokakta liberal tarzda bir kadının rahatça yürüyemeyeceği belki de tek yer olan Mea Shearim'den yansıtılanlar Israel kadınlarının genel yaşamını gözler önüne sermemektedir; o da ayrı bir nokta.

Israel'de Batılı anlamda bir laiklik mevcutmudur peki? Hayır! çünkü Batı'da 18. yüzyıl Fransız İhtilaliyle birlikte çok köklü bir devrim söz konusu olmuştur.  Fransız İhtilaliyle birlikte , o günlere kadar öncelikli bir konumda olup halkı yöneten merciilerden biri olan ve sahip olduğu imtiyazlara dayanarak  toplum üstündeki gücünü kullanan kilisenin  etkisini tamamen yok etmeyi hedefleyen yönetimlerle dini yüzde yüz politik arena'dan , sosyal hayattan silen Fransızlar için laikliğin anlamı gerçekten çok farklıdır..

Her ülke kendi tarihine göre, kendi geçmişine, geçirdiği sosyal aşamalara göre bugünkü konumuna gelmiştir. Fransızlara göre Laiklik cumhuriyetlerinin en  birinci kurallarından biriyken Yahudiliği temel alarak kurulan Israel'in dine olan bakışı yüzde yüz farklıdır.

Çünkü Israel'in varolmasının, kuruluşunun  en büyük nedeni " Yahudilere yuva olmak  ve dindir!!  Ve eğer bu özelliğini silerse, Israel Devleti geçerliliğini yitirir.

Ancak bununla birlikte Israel'i bilinen anlamdaki  din ülkelerinden ayıran çok büyük bir fark vardır.. O da sahip olduğu  " DEMOKRASİ " sidir.

Israel'de her insan dilediği gibi yaşamakta, dilediği gibi giyinmekte serbesttir..

Bu yüzden, her tip insan, her tip yaşam, her kesimden, her dusunceden insan bu ülke sınırları içinde varlığını sürdürmeğe devam edebilir. .Ultraortodoksların mahallesinde TV programı yapmak için direnecekseniz onlara uymak zorunda kalmakta bunun bir parçasıdır.  Ya da, mesela benim gibi  işinizin büyük ihtimalle hiç düşmeyeceğine inandığım bir mahalleden  hayatınız boyunca geçmemek gibi bir seçiminiz de mevcuttur..

Raanana'daki okula bir  plaj kıyafeti kısalığında şortlarla gitmek isteyen talebelere gelince, sanırım hala bilmedikleri, anlayamadıkları şeyler var diyorum ben.. Disiplini tamamen hiçe sayan  bir öğrenim kurumunda okumanın o insana kimi değerleri öğretmekte zorlanacağı kesindir..

Bir başbakan nasıl sabah parlamento'ya dar bir şort ve brotelli bir bluzla gelemezse ,  bir avukatın duruşmaya yine şortla katılamayacak kadar resmi bir görevi varsa  bir öğrencinin de okuduğu öğrenim kurumuna belli bir saygı çerçevesinde aklı başında bir kıyafetle gelmesini beklemek bence  normal bir eğitimin doğal parçasıdır diye düşünüyorum.

Ve bu standartlar sadece kızlar için değil erkekler için de geçerlidir. Erkekler sadece hiç bir zaman bu kadar kısa şortlar giymeye kalkmamışlar sanırım..

Hayatta her insan istediği gibi yaşamalı fakat toplum içindeki kimi sınırları ve kuralları da unutmamak  sosyal yaşantının doğal bir parçası olmalıdır diyorum..


Batya R. GALANTI