Bir kraliyet düğünü
Prenses Diana babasının kolunda St-John Katedralinin ihtişamlı kapısından girdiği an masal kitaplarında okuduğumuz hayali prenseslerin gerçek hayatta da var olduklarını ilk kez öğreniyordum ben belki de.
Diana ve Charles'in evlilik tarihlerinin, 29 Temmuz 1981 olduğunu okudum. O günü gayet net hatırlıyorum. Sıcak bir yaz günüydü, Ada'da fırının karşısındaki evdeydik. Kırmızı marley döşemesi olan sevimli salonun karşı duvarındaki büfenin üzerindeki küçük televizyonda akşam haberlerinde veriyordu düğünü. Düğün neden akşamdı diye düşünmüşsem de ilk anda, Türkiye'de o zamanlar sadece akşam saatleri televizyon olduğunu anımsadım. Diana'nın kilisenin kapısından girdiği andaki görkemli gelinliğini, sapsarı saçları üzerine iliştirilmiş tacını unutmadım hiç. O günlere kadar annem bana hep kendi gelinliğini anlatmıştı. Sinagoga girdiğinde herkesin ağzı kalmış diye.... En çokta duvağının uzunluğunu ve kortejde yürürken arkasından gelen o upuzun kuyruğun üzerine işlenmiş pal renkte buketleri. Bense sıram geldiğinde olabildiğince basitleştirmeyi tercih edecektim kendi gelinliğimi. Ve o gün Diana kilisenin kocaman kapısından girdiğinde; " Eminim bu kadının gelinliğinin kuyruğu anneminkinden çok daha uzundur!" diye düşünmüştüm.
Nasıl olur da Kraliyetleri çok önceden geride bıraktığımız halde hala daha krallar ve prensesler vardı anlamıyordum. Herşeyin sadece sembolik bir anlam taşıdığını belkide daha bilmiyordum. Ancak İngilizler o sembollere bugülere dek çok büyük bir değer veriyorlardı. İngilizlerin tarihi zenginliğinin bitmeyen bir uzantısıydı bu aile ve geriye kalan aristokrasi. Peki nasıl olur da bu masum yüzlü, güzel kadının düğünü bu kadar çok insanın ilgisini çekiyordu? İngilizleri anlamıştım ancak tüm dünyanın bu düğüne, bu aileye gösterdikleri ilgi de neyin nesiydi?
Diana ve Charles'ın görkemli düğünlerinden itibaren ilgi çeken bir başka şey vardı, o da bu iki insanın hayatlarını birleştirdikleri saatlerde tüm dünya televizyonlarına yansıyan görüntülerdeki ihtişama ve ilgiye rağmen belki de farkedilmeyen bir detay vardı. O da bu iki insanın yüzünde var olan o sözde mutlu ifadeydi. Diana'nın yüzündeki varla yok arası gülüşün arkasındaki hüzün hiç bir zaman silinmeyecekti. Gözlerine yansıyan mutsuzluk yıllar içinde daha da derinleşecekti.
İlk günden bir yalanla başlayan yüzyılın düğünü tüm dünya'da en çok konuşulan ilişkilerin başında da olsa bu, o iki insan için mutluluğun resmi olmayacaktı. Ardarada yaptığı iki doğumla dünyaya getirdiği iki güzel çocuk bu iki insanı birbirine bağlamaya yetmeyecekti. En başından sadece birilerini memnun etmek için ayarlanmış bu evliliği arzu etmemiş olan Charles'in hayalinde hep bir başkası olacaktı
Kendisini uluslararası planda hayır işlerine ve fakir ülkeler için daha aktif olarak çalışmaya veren , moda dünyasının adeta bir temsilcisi haline gelen, belki de Paparazzi'nin en fazla arkasından koştuğu bu kadın hayatını normal bir insan gibi yaşayabilmek istediyse de bu hiç olmadı. Paranın, unvan ya da güzelliğin hiç bir zaman mutluluğu satın almaya yeterli olmadığını gösteren en çarpıcı örneklerden oldu Diana.
1997 yazıydı hatlıyorum. Bir cuma günüydü sanki. İbranice okulundan gelmiştim ve kirayla tuttuğum odanın sahibi daha evde olmadığı için evin salonunda rahatça oturup bir ara tek başıma televizyonu açıp haberleri izlemek istediğimi hatırlıyorum, ve ekranda beliren Paris'teki o tünelin içindeki kazanın görüntülerini....İnanılmaz bir haberdi bu. Ne kadar üzülmüştüm. Senelerce basından, televizyondan takip ettiğiniz, genç ve güzel bir insanın böylesi bir kazayla gelen ani ölümü. Sanki yakından tanıdığınız birisisinin aniden öldüğünü haber vermeleri gibi şok edebiliyordu insanı.
Hayatında belki de ilk kez mutluluğu yakaladığı an ölen genç bir kadının hüzünlü sonuydu bu. Hayatta olduğu zaman susmayan Paparazziler, bitmeyen dedikodular..her attığı adımın dünyanın en kuytu köşelerinde konuşulduğu bu kadının ölümünün ardından da dünya hiç susmayacaktı.
Charles'la olan evliliği hakkında bitmeyen hikayeler, varsayımlardan sonra ölümüyle ortaya atılan komplo teorileri.. Ve son, sanırım geçtiğimiz sene Netflix'te yayınlanan üç bölümlük dokümanterle tekrar gündeme oturan efsane Prenses. O da Marlyn gibi güzelliğinin doruğunda hayata veda ederek , insanların zihinlerinde hep aynı çizgiler, aynı mahsun gülüşü ve asaletiyle kaldı.
Ve benim Diana'nın ölümünün ardından hiç aklımdan çıkmamış şey, Prens William'la Harry'nin , annelerinin ani ölümünü izleyen ilk günlerde, kameralar önünde boy gösterdiklerinde, anneleri için Buckingham Sarayının dışına bırakılan binlerce buketin önünden geçerlerken yüzlerinde gördüğüm ifadeydi. Kraliyet ailesinde dünyaya gelen bir çocuğun, çocuk olmasına bile izin olmadığını hissettiğimi anımsıyorum. Duygularını kendilerine saklamak zorunda kalan on küsur yaşlarındaki çocukların azametli duruşları ve çiçeklerin önünden geçip halkın gösterdikleri sevgiye karşılık vermek zorunda oldukları anlarda gözlerinden akmayan yaşlar... Son derece ciddi görünürlerken anneleri için tuttukları yasta bile ifadelerine, duruşlarına dikkat ederken içlerinde yaşadıkları fırtınayı denetlemek zorundaydılar.
Sanırım geçtiğimiz yıldı, Harry ilk kez bu konudaki hislerini bir roportajında paylaşmıştı. Annesinin trafik kazasıyla gelen ani ölümünün ona yaşattığı boşluğu ve acıyı seneler sonra ilk defa açıklıyordu. Genç adam yaşadığı Post-Trauma'nın getirdiği zorlukları ve duygularını, onun için annesinin ölümünün ne derece zor olduğunu belki de ilk defa dile getirmişti. O da herkes gibi bir insandı oysa!!
Eşiyle olan ilişkisinin ortaya çıkmasıyla yaşamaya başladıkları takip, televizyonların, basının odak noktası olmaya başladıkları ilk günlerden sanırım Harry eski bir filmin tekrarlanması korkusunu hissetmeye başlamıştı bile.
Bu defa medyanın gösterdiği ilgi de biraz farklıydı. Kendisine eş olarak seçtiği güzel ve yetenekli genç bayanın önce rengi sonra Amerikalı oluşu ve Holywood'daki kariyeri tanıdık, bilindik Prenses kriteryonlarına pek uymuyordu. Harry için belli ki bir şeyler büyük kardeşinin klasik hikayesindeki gibi yürümeyecekti. Meghan Markle kraliyet üyeleri için biraz daha sıradışıydı..
Meghan Markle'i ilk gördüğü anda vurulduğunu anlatan Harry, onun eşi olacağını ilk andan itibaren hissettiğini söylemiş. Sanırım, kendilerini, sevgilerini, ailelerini ve kurdukları güzel yaşamlarını korumak onların en doğal hakları. Annesiyle başlayan hüzünlü hikayenin bir devamını ya da benzerini yaşamak istemeyen bu iki genç insanı anlamamak mümkün değil!
Batya R. Galanti