11 Nisan 2021 Pazar

  Bir kraliyet düğünü


Prenses Diana babasının kolunda St-John Katedralinin ihtişamlı kapısından girdiği an masal kitaplarında okuduğumuz hayali prenseslerin gerçek hayatta da var olduklarını  ilk kez öğreniyordum ben belki de.

Diana ve Charles'in evlilik tarihlerinin, 29 Temmuz 1981 olduğunu okudum. O günü gayet net hatırlıyorum. Sıcak bir yaz günüydü, Ada'da fırının karşısındaki evdeydik.  Kırmızı marley döşemesi olan sevimli salonun karşı duvarındaki büfenin üzerindeki küçük televizyonda akşam haberlerinde  veriyordu düğünü. Düğün neden akşamdı diye düşünmüşsem de ilk anda, Türkiye'de o zamanlar sadece akşam saatleri televizyon olduğunu anımsadım. Diana'nın kilisenin kapısından girdiği andaki görkemli gelinliğini, sapsarı saçları üzerine iliştirilmiş tacını unutmadım hiç. O günlere kadar annem bana hep kendi gelinliğini anlatmıştı. Sinagoga girdiğinde herkesin ağzı kalmış diye.... En çokta duvağının uzunluğunu ve kortejde yürürken arkasından gelen o upuzun kuyruğun üzerine işlenmiş pal renkte buketleri. Bense sıram geldiğinde olabildiğince basitleştirmeyi tercih edecektim kendi gelinliğimi. Ve o gün Diana kilisenin kocaman kapısından  girdiğinde; " Eminim bu kadının gelinliğinin kuyruğu anneminkinden çok daha uzundur!"  diye düşünmüştüm.

Nasıl olur da Kraliyetleri çok önceden geride bıraktığımız halde hala daha krallar ve prensesler vardı anlamıyordum. Herşeyin sadece sembolik bir anlam taşıdığını belkide daha  bilmiyordum.  Ancak İngilizler o sembollere bugülere dek çok büyük bir değer veriyorlardı. İngilizlerin tarihi zenginliğinin  bitmeyen bir uzantısıydı bu aile ve geriye kalan aristokrasi. Peki nasıl olur da bu masum yüzlü, güzel kadının düğünü bu kadar çok insanın ilgisini çekiyordu? İngilizleri anlamıştım ancak tüm dünyanın bu düğüne, bu aileye gösterdikleri ilgi de neyin nesiydi?

Diana ve Charles'ın görkemli  düğünlerinden itibaren ilgi çeken bir başka şey vardı, o da bu iki insanın hayatlarını birleştirdikleri  saatlerde tüm dünya televizyonlarına yansıyan görüntülerdeki ihtişama ve ilgiye rağmen belki de farkedilmeyen bir detay vardı. O da bu iki insanın yüzünde var olan o sözde mutlu ifadeydi. Diana'nın yüzündeki varla yok arası gülüşün arkasındaki hüzün hiç bir zaman silinmeyecekti. Gözlerine yansıyan mutsuzluk yıllar içinde daha da derinleşecekti.


İlk günden bir yalanla başlayan yüzyılın düğünü tüm dünya'da en çok konuşulan ilişkilerin başında da olsa bu, o iki insan için mutluluğun resmi olmayacaktı. Ardarada yaptığı iki doğumla dünyaya getirdiği iki güzel çocuk bu iki insanı birbirine bağlamaya yetmeyecekti. En başından sadece birilerini memnun etmek için ayarlanmış bu evliliği arzu etmemiş olan Charles'in hayalinde hep bir başkası olacaktı

Kendisini uluslararası planda hayır işlerine ve fakir ülkeler için daha aktif olarak çalışmaya veren , moda dünyasının adeta bir temsilcisi haline gelen, belki de Paparazzi'nin en fazla arkasından koştuğu bu kadın hayatını normal bir insan gibi yaşayabilmek istediyse de bu hiç olmadı. Paranın, unvan ya da güzelliğin hiç bir zaman mutluluğu satın almaya yeterli olmadığını gösteren en çarpıcı örneklerden oldu Diana.

1997 yazıydı hatlıyorum. Bir cuma günüydü sanki.  İbranice okulundan gelmiştim ve kirayla tuttuğum odanın sahibi daha evde olmadığı için evin salonunda rahatça oturup bir ara tek başıma televizyonu açıp haberleri izlemek istediğimi hatırlıyorum, ve  ekranda beliren Paris'teki o tünelin içindeki kazanın görüntülerini....İnanılmaz bir haberdi bu. Ne kadar üzülmüştüm. Senelerce basından, televizyondan takip ettiğiniz, genç ve güzel bir insanın böylesi bir kazayla gelen ani ölümü.  Sanki yakından tanıdığınız birisisinin aniden  öldüğünü haber vermeleri gibi şok edebiliyordu insanı.

Hayatında belki de ilk kez mutluluğu yakaladığı an ölen genç bir kadının hüzünlü sonuydu bu. Hayatta olduğu zaman susmayan Paparazziler, bitmeyen dedikodular..her attığı adımın dünyanın en kuytu köşelerinde konuşulduğu bu kadının ölümünün ardından da dünya hiç susmayacaktı.

Charles'la olan evliliği hakkında bitmeyen hikayeler, varsayımlardan sonra ölümüyle ortaya atılan  komplo teorileri.. Ve son, sanırım geçtiğimiz sene Netflix'te yayınlanan üç bölümlük dokümanterle tekrar gündeme oturan efsane Prenses. O da Marlyn gibi güzelliğinin doruğunda hayata veda ederek , insanların zihinlerinde hep aynı çizgiler, aynı mahsun gülüşü ve asaletiyle kaldı.

Ve benim Diana'nın ölümünün ardından hiç aklımdan çıkmamış şey, Prens William'la Harry'nin , annelerinin ani ölümünü izleyen ilk günlerde, kameralar önünde boy gösterdiklerinde, anneleri için Buckingham Sarayının dışına bırakılan binlerce buketin önünden geçerlerken yüzlerinde gördüğüm ifadeydi. Kraliyet ailesinde dünyaya gelen bir çocuğun, çocuk olmasına bile izin olmadığını hissettiğimi anımsıyorum. Duygularını kendilerine saklamak zorunda kalan on küsur yaşlarındaki çocukların  azametli duruşları ve çiçeklerin önünden geçip halkın gösterdikleri sevgiye karşılık vermek zorunda oldukları anlarda gözlerinden akmayan yaşlar... Son derece ciddi görünürlerken anneleri için tuttukları yasta bile ifadelerine, duruşlarına dikkat ederken içlerinde yaşadıkları fırtınayı denetlemek zorundaydılar.  

Sanırım geçtiğimiz yıldı,  Harry ilk kez bu konudaki hislerini bir roportajında paylaşmıştı. Annesinin trafik kazasıyla gelen ani ölümünün ona yaşattığı boşluğu ve acıyı seneler sonra ilk defa açıklıyordu. Genç adam yaşadığı Post-Trauma'nın getirdiği zorlukları ve duygularını, onun için annesinin ölümünün ne derece zor olduğunu belki de ilk defa dile getirmişti. O da herkes gibi bir insandı oysa!!

Eşiyle olan ilişkisinin ortaya çıkmasıyla yaşamaya başladıkları takip, televizyonların, basının odak noktası olmaya başladıkları ilk günlerden sanırım Harry eski bir filmin tekrarlanması korkusunu hissetmeye başlamıştı bile.

Bu defa medyanın gösterdiği ilgi de biraz farklıydı. Kendisine eş olarak seçtiği güzel ve yetenekli genç bayanın önce rengi sonra Amerikalı oluşu ve Holywood'daki kariyeri tanıdık, bilindik Prenses kriteryonlarına pek uymuyordu.  Harry için belli ki bir şeyler büyük kardeşinin klasik hikayesindeki gibi yürümeyecekti. Meghan Markle kraliyet üyeleri için biraz daha sıradışıydı..

Meghan Markle'i ilk gördüğü anda vurulduğunu anlatan Harry, onun eşi olacağını ilk andan itibaren hissettiğini söylemiş. Sanırım, kendilerini, sevgilerini, ailelerini ve kurdukları güzel yaşamlarını korumak onların en doğal hakları. Annesiyle başlayan hüzünlü hikayenin bir devamını ya da benzerini  yaşamak istemeyen bu iki genç insanı anlamamak mümkün değil!

 

Batya R. Galanti

 


9 Nisan 2021 Cuma

 Gal'in küçük dünyasındaki büyük savaş!


Bir senedir alışverişe çıkmak mümkün olmadı. Alışveriş derken yiyecek içecek türünden şeyleri kastetmiyorum tabi. Giyim üzerine kendimize neredeyse hiç bir şey alamadığımız kocaman bir seneyi arkada bıraktık.  Evde bir tek Danielle online satın aldığı paketleri karşılamaya devam etti. Bense üzerime giymeden, tam olarak ne aldığımı görüp elimle tutmadan alışveriş yapmaya şimdilik pek fazla alışamadım. Ve derken uzun süre pek dükkanlara girip çıkmamanın eksiklikleri kendisini hissettirir oldu. Bir ara geçtiğimiz kış yine açıldığımız günlerde Gal'e okula gidip gelirken rahat edebileceği, kendi başına idare etmekte zorlanmayacağı bir iki eşofman satın alabilmiştik. Gal için kılık kıyafet bulmak kolay değil. Bugünlere dek yemek konusunda ekstrem problemler  yaşadığımız bu genç çocuk hala son derece zayıf. Bir taraftan boyu kısmen uzarken diğer taraftan kimi beden ölçüleri hala neredeyse bir çocuğunkiyle eşit. Bu yüzden onun için özellikle pantalon bulmakta zorlanıyoruz.

Açık olan dükkanlarda uzun arayışlarımızda Gal gibi insanlar için pek üretim yapılmadığını hissediyoruz her defasında. Herşey ona ya çok bol ya da küçük geliyor. Sonuçta çocuk bedenlerine girmeyecek kadar büyümüşken,  genç erkekler için yapılan kreasyonlarsa üzerinden dökülüyor. Bense oğlumu en iyi şekilde giydirmek istiyorum. Onun Otist bir delikanlı oluşu, her kumaşı, her modeli, her bir tefferuatı kaldıramayan yapısının getirdiği zorlukları aşmaya çalışıyorum. Onun da herkes gibi temiz ve tertipli görünmesi için verdiğim savaş bir çoklarının düşündüklerinden çok daha zor. 

O küçücükken hep düşünürdüm, bu çocuğun derdi nedir diye? İnsanlar çocuklariyle kimi konularda zorluk çekebilirler, benimse olumla işe herşey zordu. Yemek yemesi, giyinmesi, yıkanması... Bir insanın çocuğuyla olası her konuda problem yaşaması da ne demekti? 

Bir gün birisi bana, sen çocuğunu yemek için zorlamadın belki sorun burada olabilir mi ? diye sordu. Çocuğunuzun problemlerini uzaktan uzağa farkeden insanlar bazen o kocaman savaşınızı anlamak şöyle dursun, tuhaf sorularıyla sizi adeta mahkeme önüne çıkarabilirler. Tabi size ne yaptıklarını farketmeden. Belki de sorun sendedir!! demeye gelen sorulara cevap vermekten hoşlanmasanız da insanların bu şekilde olduklarını kendinize hatırlatarak içinizdeki isyanı susturursunuz. Sen zorlamadın herhalde? Doğru bir sistem bulamamış olabilirmisin? Acaba onun sevdiği şeyleri keşfedemedin mi?

Otistik çocuklar kendi dünyalarında, herşeyi tamamen farklı yaşıyor ve algılıyorlar. Bu farklılıkları yaratan en temel sorunlarından biri de " duyuları " . İşte o duyular onlarda ya normal insana göre kat kat hassas  ya da tamamen primitif bir düzeyde kalabilmiş olabiliyor. Seçicilikleri ise normal kişilerin seçiciliklerinden çok farklı. Bir şeyi istemediklerinde kendileri bile bunun nedenini bilecek ya da  anlayacak  kapasiteye sahip değiller genelde. 

Herhangi bir yemeği neden yemek istemediğini bilmeyen Gal sadece ben bunu yemem demekle kısa ve kesin bir reddediş gösteriyor. Ben bunu sevmiyorum derken, ona ama hiç tadına bakmadın ki dediğimde  anında sinirlenirlenirken hala daha çoğu  sebze ve yemeklerin yanına bile yaklaşmayı redderdiyor. Bir şekilde yemeği kabul ettiği bir kaç şey dışına çıkmayı bugüne dek kabul etmiyor. 

Otizmin klasik özelliklerinden biri de yemeklerdeki bu anormal seçicilikleri ve çoğu zaman çok dar bir yemek listesiyle geçirdikleri hayatları! (hepsinde olayabiliyor) . Her gün yediğimiz normal yemekleri reddeden Gal' in birden  Sushi yemeyi nasıl kabul ettiğini bile bilmiyorum. Schnitzel yemeği reddederken içinde çığ somon balığıyla dolu kuru yosun yapraklarını sevmeyi başaran oğlumun belki geçmiş hayatında Hiroshima'da yaşayan Japon bir balıkçı olabileceğini hayal ediyorum bazen !

İşte bu çok zayıf oğlana bugünlerde pantalon arayışımıza döndük yeniden. Ve sonunda geçen hafta bir dükkanda ona uygub Jeans bulduk. Beli her ne kadar geniş kalsa da yine üzerine sonunda iyi oturan bir pantalon bulduğumuza çok mutlu olduk. 

Eve geldiğimizde satın aldığımız pantalonları keyifle üzerinde denemeye çalışan oğlum için,  ona ancak uyabilecek unisex bir kemerim olduğunu hatırladım birden ve üzerine giydiği Jeans'e kemeri takmak için uzandım. Birden Gal ona yakın duruşumdan, kemeri takan ellerimden öylesine rahatsız oldu ki; " Ooooooffff !!" diye başlayan homurdanmalar ve isyanlar ve çığlıklar arasında odasına kaçtığı gibi kapısını hızla üzerime kapattı.

Bense odama çekilirken onu bir süre kendisiyle başbaşa bıraktım. İçeriden ağlama sesleri geliyordu, Kimi zaman sadece ağlar bazen dövündüğünü duyarım. Genelde yumruk yaptığı elini karın bölgesine bacaklarına vurur. O anda nedense beni istemez. Çok tedirgin ettiğinde babasını gönderirirm yanına. Böyle anlarda o en çok babasının kocaman bedenine sarılır. Babasının sakin çarpan kalbi ve sesidir sanırım onu en çok teskin eden. Bense beklerim herşey bir an dinginleşsin diye. Çoğu zaman hiç olmadık yer ve anlarda krizin içine girdiğinde en doğrusunun önü kendisiyle yanlız bırakmak olduğunu öğrendik. Öfke nöbeti geçiren o insanın tek ihtiyacı olan şey çoğu zaman kendiyle başbaşa kalıp, kendi içindeki sukuneti kendiyle bulmasıdır.

Yarım saat sonra oturduğum masama gelerek Gal bana uzattığı kollariyla omuzlarıma sarıldı.  " Anne geçti şimdi" Özür dilerim. Yine biraz zordu ama çok sürmedi değil mi diye sorduğunda. " Hayır! Gal. Çok sürmedi. Zor olduğunu biliyorum. Seni seviyoruz biliyorsun değil mi?! derken,  ikimiz de bir an için dünya sonu gibi gelen o nöbetin bir kez daha arkamızda kalmasından memnunduk.

Şimdilik Gal, çoğu zaman eşofmanını giymeyi tercih ediyor. Lastikli yumuşak bir kumaş ona çok daha dostane bir his verirken, haftasonunda çıktığımızda normal pantalon giymesini söyleğimde kendisi de herkes gibi giyinmek için heves gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde annem " Yüzündeki bu yarım yamalak duran sakalı kesseniz daha iyi durmayacak mı acaba" diye sordu bir an. Bense;" Onu ben de biliyorum, istersen sen kesmeyi dene !" dediğimde " Ben ne dedim ki şimdi " diyecek gibi oldu.. Bir şey demedin. Sadece bir çok şeyin çok daha mükemmel olabileceği bu dünyada var olan engelleri göremeyenler olduğunu hatırlatıyorum! dedim.


Batya R. Galanti

7 Nisan 2021 Çarşamba

Müsamaha göstermekte zorlandığımız sürece sevgiden bahsetmenin anlamı yoktur!

Bugünü anmak!


İnsanlar tanıdım, çocuklarını çok ama çok seven insanlar. Çocukları için yapamayacakları şey olmayanlar. Yere göğe sığdırmadıkları bu varlıkların kendilerinin bir parçaları olduğu gerçeğiyle o çocukların bir dediklerini iki etmeyen insanlar tanıdım. Kimi zamansa  çocuklarının köleleri olanlar.

Bu tip insanlar içinden çok sık, "sadece"  kendi çocuklarını seven tipler çıktığını da gördüm.  Yeryüzünde sadece kendi canları için herşeyin mümkün olduğu anlayışıyla yaşayan çokça insan vardır. Kimileri kendilerinden olmayanları pek sevmezler.  Bu tipler için sevgi ve duygu öncelikle ben anlayışıyla başlar, yani kendilerini severler ve yine kendi çocuklarını. Bu insanlar bu hislerinin bazen bilincindedirler, zaman zaman da bu durum bozuk kişiliklerinin ya da yanlış yetiştirilmelerinin bir parçası olarakta ortaya çıkan bir özellik olabilir.

Salt kendi çocuklarının değerli olduğu iç güdüsüyle hareket edenler, aile kavramından, sevgiden ve kimi değerlerden bahsederlerken yine sadece kendilerini hatırlarlar. Kendi ailelerini. Bunun dışında kalanlara aynı duyarlılığı göstermekten uzak olduklarını farketmezler bile. Çocukları birisiyle kavga ettiğinde hep karşı tarafa kızarlar. Çünkü kendi çocukları hep haklıdırlar. Onlar iyi, onlar değerli ve onlar yanılmazdırlar. Ve bu tip kişiler kendilerine ait olan herşeyi kusursuz görebilirler. Çocuklarını ise en iyi şekilde yetiştirdiklerinden ve yanılmadıklarından emindirler.

Bu tipler kendi dünyalarında, kendi bildikleri değerlere çok bağlıdırlar.. Bu bazen  bir saplantıya dönüşürken tüm başkalar ve diğerler sonra gelir. Kendi aileleri, kendi köyleri ve kendi şehirleri..Kendi milletleri.. kendi bayramları.. Başkalarını tanımak ve öğrenmek istemez bile. Sevgileri belli bir çevreyi içerir. Belli insanları severler. Bu aslında belli anlamda  temel insan yapısı olsa da kimileri bu özellikleri katıksiz barındırırlar. Kendileri çok kusursuz olanlar, diğerilerini sadece diğerleri gibi görürler..

Çocuğunuz başka bir çocukla kavga ettiğinde, kimin gerçekten haklı olduğu farketmeden karşı tarafı suçladığınızda siz örnek bir insan olmuyorsunuz. Dininiz, sevgiden bahsederken sadece sizinle aynı şeye inanana karşı sevgi duyuyorsanız, sadece aynı mabet içinde dua edene yakın ilgi besleyebiliyorsanız dininizin size öğrettiği sevginin en ufak bir anlamı ve değeri kalmaz.

Sevgi sadece sizden olana, sizin gibi düşünüp, yaşayana karşı duyulduğunda yaşadığımız dünyanın  probleminin ne olduğunu anlarsınız. Eğer yaşadığınız dünyada sadece sizin görüşlerinizi paylaşan kişiler istiyorsanız, diğerlerinden uzak duruyorsanız, doğru bir insan olduğunuzu düşünebilmeniz deliliktir.

Eğer, farklı çocuklara, farklı insanlara, farklı renklere, farklı olan herşeye soğuk ve ilgisiz kalıyorsanız, kendi çocuğunuza vereceğiniz ahlaki değerlerin en ufak bir değeri kalmayacaktır.

Bu dünyada yaşadığımız düşmanlıklar bizim gibi olmadıklarına inandığımız varlıklara, insanlara karşı beslediğimiz çekingeyle başlıyor. Müsamaha göstermekte zorlandığımız sürece, sevgiden, dostluktan bahsetmek zor.

Karşımıza çıkan her insanı koşulsuz sevebildiğimiz gün bazı şeyler değişmeye başlayacak. Sadece Müslüman,  Hindu ya da Katolik veya Yahudi olduğu için birisine belli bir antipatiyle yaklaşıyorsanız eğer orada bir kez düşünün, neden? Bir kez o insana şans vermeyi denediniz mi? Bir kez durup kimliğinin ötesinde geçmeyi düşündünüz mü?

Bugün Yom Ha Shoah! Bugün, kimliklerinde Yahudi yazılı olduğu için, yataklarından,  sofralarından, işlerinden, kundaklarından, sevdikleri insanların kucaklarından, annelerinin kollarından alınıp gaz odalarında zehirlenip, fırınlarda yakılmış 6 Milyon Yahudiyi anıyoruz.

 

Batya R. Galanti

Senelerdir savaş içinde olduğu Filistinliler ve bir türlü sonuç alınamayan Filistin-Israel sürtüşmesi dışında bölgede başka halkları da kapsayacak yepyeni savaşları ve sürtüşmeleri, Israel Devleti kaldırabilecek kadar cesur, atılgan ve yenilmez midir ? Ya da bu derece hayalperest olabilir mi?

Türklerin kafalarındaki Büyük Israel Projesi !


Geçtiğimiz günlerde Facebook'tan uzun senelerdir tanıyıp kendisiyle gerçek anlamda bir dostluk kurmayı başardığım genç bir öğretmen arkadaşım benden bir iyilik rica etti. Kendisiyle uzun süredir, zaman zaman bir çok farklı konularda sohbet etmişliğimiz olduğu için Israel ya da Yahudilikle ilgili soruları olduğunda da yaşadığı toplumda kulaktan bilgilerle işittiği şeyler yüzünden bir şüpheye düştüğünde bana danışır.

Kısaca geçtiğimiz günlerde Yüksek Öğrenimi çerçevesinde, yapacağı master için benden Israel'in Ortadoğu'daki konumu ve gizliden kendi için tayin ettiği sınırlarıyla ilgili bir yazı rica etti. Yani Ortadoğu'da "Büyük Israel Devleti " rüyası üzerine Türkiye'de çok sık konuşulan bir komplo teorisinin Israel tarafından nasıl karşılandığı, böyle bir suçlamayla itham altında tutulan tarafın bu fikre nasıl bir aydınlatma getirebileceği sorusuydu bu. 

Büyük Ortadoğu Projesini,  Türk Halkı içinde,  en eğitimsiz kitleden, sosyo-ekonomik gücü yüksek olan, yüksek öğrenim görmüş elit kesime kadar toplumun her tabakasında yeterinden fazla destek bulmuş bir teoriye benim vereceğim cevap,  bu konuda yazacağım yazı ne derece tatmin eder, içlerinde yer etmiş kimi inançları ve duvarları ne derece yıkar bilmiyorum.

Öncelikle ben akademisyen değilim. Ve benim cevabım arkadaşımın ihtiyacı olduğu ciddiyette,  boyutlarda ve uzunlukta bir araştırma  beklentisine cevap verecek mi bilmiyorum. Kendisiyse seneler evvel yazdığım yazıda bazı şeyleri çok iyi açıkladığımdan emin.

Arada bu akşam başlayacak törenle, her yıl olduğu gibi Shoah 'da ölenleri anacağız Israel'de . Her sene, Shoah'da ölenler özellikle iki kez hatırlanılırlar Israel'de . Biri Uluslararası gün olan  27 Ocak'ta ki bu gün Israel'de daha az önemsenir. Esas gün ise, ilk kez 1951'de resmi olarak kutlanmış olan Yom Ha Shoah ( Yom Ha Zicharon La Shoah o LaGvoura) dır.  1959'da Knesetten geçirilen kararla, aynı tarihten itibaren her sene Yahudi Takvimine göre belirlenen  ve Nisan Ayı'nda düşen bugünde Almanlar tarafından öldürülen Yahudiler törenlerle anılır.

Arkadaşımın istediği yazıdan , Shoah'ya atlamamın sebebi, komplo teorilerinin insanları nasıl bir nefret içine sürükleyip, nasıl bir felaketle sonlanabileciğine gelmektir.  

1920'de bir başka Antisemit  Amerikan Ford Sanayi lideri Henry Ford tarafından bastırılan Sion Protokollerini insanları Yahudilerin dünyayı yönettiklerine inandırmak için kullanıldığını bilenler vardır Bu belgeler 1930'larda Hitlerin Alman halkını ikna etmek için kullandığı propaganda yayınlarından biriydi.

Yani kısaca, sizin ortaya atacağınız herhangi bir teoriyi belli bir mantık üzerine oturtup insanları inandırmanız zor değil. Özellikle, belli bir ekonomik ya da sağlık krizi zamanlarında. Insanların umutlarını kaybettikleri dönemlerde, onlara aradıkları cevabı getirmek adına, kendiniz yerine başkalarını suçlamak hem yeterince rahatlatıcı, hem de üzerinizdeki suçluluktan kurtulmanın da en kolay yoluna dönüşebilir.

Almanlar, Amerikalılar ve diğerleri.. azınlıkları ve başka toplumları bulunduğunuz durumlardan kendinizi sıyırmak için rahatça hedef alabildiğiniz zamanlarda size ilaç gibi gelebilir. En azından işleyeceğiniz suçların getirdikleriyle karşı karşıya kalmak zorunda olacağınız günler gelene dek.

Konu, Israel'in Türk topraklarında olan gözünden, Shoah'ya ve Almanlara geldi.

Çünkü , başlanılan ortak bir nokta söz konusu. Birisinin bir başkasından nefret etmesini sağlayan kimi teorileri ortaya atanlar, istenilen kıvamda nefretle hayali bir düşmana karşı savaş açabilmektedirler.

Yahudiler bu tip teorilerin getirdiği toplumsal tepkilerden tarihte sıkça etkilendiler. Bu yüzden konuyu buraya bağladım. Ortaçağ'da da Avrupa toplumunda hiç bitmeyen, bir kan davasına dönüşmüştü bu teoriler. Her Pesah bir Hıristiyan çocuğu yakalayıp iğneli fıçıda öldürerek, kanından Matzot yapılması, Kara Vebayı yaymaları gibi teoriler vardı. Bunlar o zamanki toplumları yeterince galeyana getirmiş komplo teorileriydi. Bu teoriler yüzünden farklı zamanlarda farklı yerlerde Yahudiler hedef alınmışlardı.


Bugün de farklı tipte teoriler üretilmeye devam ediyor. Bu, Covid-19' u dünyaya yayanlar,  yeniden dünyaya hakim olanlar...Yeni bir krizle, yeniden eskisi gibi gündeme oturan eski hikayelerin yeni versyonları. Tarihte Yahudiler, bugün Israel. 

Arkadaşımın benden istediği yazıda birinci olarak şuna cevap aramak lazım diyorum. Türkler neden bu kadar çok komplo teorisi üretmekle meşguller?  Neden kendi içlerinde yaşadıkları ekonomik sorunlar,  güneydoğu'daki  Kürt Sorunu derken, özellikle Mossad ve Israel'i işin içine karışıtırdıkları teorilerle kafa yoruyorlar.  Ve toplum neden buna bu kadar açık? Ve tabi  bu tip teoriler üretmek kimin işine geliyor? Buna bir cevap bulmak lazım.

Komplo teorileri üretmek kime yarıyor? Ve insanlar, ne zaman ve hangi koşullarda bu tip teorilere daha çok inanıyorlar. Her toplum, her dönemde bu tip teorilere bu kadar açık olabiliyor mu? Yoksa kimi tarihsel sebepler böyle inançlara insanları daha çok mu açıyor?

İkinci açıklanması gereken şey tabii, Israel'in Türkiye'de gözünün olması reel bir inanışmıdır? Israel'in  2021 yılını yaşadığımız bu zamanlarda Kürtlere destek vermek şartıyla esasen Türkiye'nin doğusunda kendi için düşündüğü. planladığı bir projeyi hayata geçirmek için rüyalar görüyor olması ne derece makuldur?

Ve bu inanışın Tora'daki, yani 3000 yıllık dini kitapta yazılanları örnek ve kanıt olarak sunmak ne derece realisttir? Israel'in, dünyada yaşayan tüm Yahudileri bölgeye aktarılmasıyla sahip olacağı yaklaşık 14 milyon nüfusu için hayal edilen bu topraklar yeterinden fazla geniş olmayacak mı? Böylesi küçük bir nüfusla, bu genişlikte bir toprağa hakim olmak nasıl olacaktır?

Senelerdir savaş içinde olduğu Filistinliler ve bir türlü sonuç alınamayan Filistin-Israel sürtüşmesi dışında bölgede başka halkları da kapsayacak yepyeni savaşları ve sürtüşmeleri, Israel Devleti kaldırabilecek kadar cesur, atılgan ve yenilmez midir ? Ya da bu derece hayalperest olabilir mi?

Israel, Türkleri bu derece zayıf görüyor olabilir mi peki ? Ya da Türkler bu derece Israeli gözlerinde büyütüyor olabilirler mi? Eğer öyle ise, nerededir inanılan Türk'ün gücü?

Araplar, Türkler ve Kürtler!! Bunca Halkla başa çıkacak kadar gözü pek Yahudiler!! İşte bunlara cevap vermek gerekiyor!!

 

Batya R. Galanti

6 Nisan 2021 Salı

Tüm politik karmaşaya rağmen geçtiğimiz günlerde açıklanan, bu yılki Uluslararası mutlu ülkeler listesi'nde" Israel bu kez 12. sırada ve hala daha Israel Halkı tüm politik kaosa rağmen bir hayli mutlu görünüyor denebilir.

Koalisyon kurulsa da kurulmasa da beşinci seçimleri ufukta gördüğümüz günleri yaşıyoruz


23 Mart 2021 günü Israel'de yeniden seçimler oldu. O günün sabahı köpeği biraz daha geç bir saatte gezmeye çıkardım. İnsanlar öğlen saatlerine doğru yakınımızdaki parkta piknik yapmak için farklı noktalarda masalarını iskemlelerini getirmiş, hazırlık yapmakla meşguldüler. Sanki Seçim Günü değil de bayram varmış gibi geldi bir an bana. Aileler çocukları yanlarında sepetlerinden çıkardıkları şeyleri masalarda düzenliyorlardı, tek kullanımlı tabaklar. içecekler sandwichler. Birileri telefondan diğer aile üyelerine bulundukları noktayı haber veriyorlardı. Ve tabii benim gibi köpekleriyle gezenler de az değildi. Derken üzerimde taşıdığım küçük çantamın içine koyduğum smartphone çalmaya başladı. Ağbim telefonda. Yaklaşık son beş senedir, Madrid'te oturuyor. Tam da Covid-19' un en kötü zamanlarını yaşadıkları yeni adresinde bir yandan evinden çalışırken arada da her gün çıktığı uzun yürüyüşlerinden zaman zaman beni arıyor. Ne yapıyorsun?  Hiç dedim, Bugün yine seçim var bizde. Neden haftasonu yapmadılar ki!! Israel'de Shabat günü Seçim olur mu ? diye hatırlattım. O ise sordu yine.  Karar verdin mi kime vereceğini? ........... Ben mi?..........................

İlk kez bu seçimlerde, neredeyse oy kullanmaktan vazgeçmeyi düşündüm. İlk kez yeter diyecek oldum. Verdiğimiz oyların artık bir değeri olduğundan bile emin değilim. Çünkü dört seçimdir, neredeyse hiç bir şey değişmiyor. Dört seçimdir, kendi kuyruğumuzun çevresinde dönüp duruyormuşuz gibi bir duygu yaşatan bir politik döngü içinde kaybolmuş gitmişlik hissiyleyiz.

Hep aynı koşullarda, hep aynı partilere oy veren bir halkın her defasında farklı bir sonuç almayı bekleyen Israel Devleti. Anlamıyorum artık..

Mesela ben üç defa üst üste değişim yönünde oy kullandım. Üç kez, hiç tanımadığım bir eski askere oyumu verdim.  Netanyahu'ya karşı olmadım ben. Ancak bir parti liderinin iki kereden fazla seçilmemesi maddesinin doğruluğuna inanıyorum. Ve sadece bu yüzden yeni bir partiye, hiç tanımadığım bir lidere oyumu verdim geçtiğimiz sene. Dördüncü seçimlere geldiğimdeyse artık ne yapacağımı şaşırttılar bana. Bu kez ne yapmam lazım diye sordum kendime?

Ağbimle konuşmamdan bir kaç saat sonra eşimle, evimize iki yüz metre uzaklıkta olan, oy kullanacağımız okula doğru yürürken, karşıdan yan kapı komşularımız geliyorlardı. Adam gülerek yanımıza yaklaşarak bize;  Her sınıfa  iki kutu koydular "! " dedi. Birincisine bu seçimlerdeki oyunuzu, diğerine de beşinci seçimler için olan zarfınızı koyun dedi. Dalga geçiyordu. Kimsenin artık en başından bu seçimlerden de bir sonuç çıkacağından ümitlei olmadığını tescil ediyordu Amos'un yaptığı espri.Nasıl sonuç çıkmasını bekleyebilirdik ki? 9 Milyonluk ülkenin Meclisine şu an 13 parti girmiş durumda.

Oylarsa hiç bir Lidere değil tek başına, birararaya geldikleri an bile koalisyon hükümeti kurabilecek çoğunluğu sağlayabilecek şekilde dağılmıyor. Yine en yüksek oy oranı yaklaşık % 30'la Netanyahu'nun olmasına rağmen, Netanyahu sağ partilerle bile bir koalisyon Hükümeti kuramıyor çünkü kendi partisinden ayrılan Gideon Sa'ar'in kurduğu Yeni Umut Partisi ve Naftalı Bennett'in Lideri olduğu Yamina ( Yani Yeni Sağ ) partileri Netanhayu'la birararaya gelmek istemedikleri için Netanyahu, Hükümet'i kurmak için gereken 61 vekil onayına ulaşamıyor.  Meclis'te bulunan sağ ve sol partiler dışında dinciler ve araplar dahil 13 farklı parti var.  Bu partiler içinde sağ, sol, dinci, arap, solcu, sağcı, aşırı sağcı bir sürü fikir var.

Yahudileri'in kendi kendileriyle güldükleri şeylerden bir tanesi de üç Yahudinin olduğu yerde beş fikir olmasıdır. Yani birisi bir fikir söyler, karşısındaki ona hemen karşı çıkar, üçüncüsü ise, bir fikri benimser gibi görünse de sonunda tartışma esnasında iken başka fikirler savunmaya başlar. Ve kavga ve gürültü bitmez. Bugünkü Israel Politikasının haliyse aynen bu özelliği sonuna kadar yansıtıryor.

Bir taraftan Sağ Partiler var, ancak bu sağ partiler bir isim ve bir çatı altında toplu olacaklarına birbirleriyle yapamadıkları için her biri diğerinden ayrılmış durumdalar. Yani aynı ideolojiyi savunmalarına rağmen bir birliktelik kuramamışlar. Birileri diğerlerine karşı ve hepsi neredeyse Netanyahu'ya karşı. Diğer tarafta, Sol partiler var. Solda da durum çok farklı değil.

Ve gelelim Israel'de, bu seçimlerde belki de son sözü söyleyebilecek Arap Partilerine. Hani Apartheid diye çağrılan Israel'de yaşayan 2 milyon Arab vatandaşı temsil eden iki parti var şu an meclis'te. Biri Ayman Odeh liderliğindeki Birleşik Liste ( The Joint List ) . Birleşik Liste, deniyor çünkü bu parti beş ayrı partinin birleşmesiyle kurulmuş. Böylece içlerinde aşırı soldan aşırı sağa kadar farklı görüşleri barındırıyor. Sonuç olarak Birleşik Listenin,  Israel'deki Arapların haklarını korumak kaygısı  birincisi sıradayken, Anti-Siyonizm, İslamizm, Marxism ve Pan-Arabizm gibi bir çok görüşlerle Israel Meclisinde grev yapmak için and içmektedir.  Knesset'te görev yapacak ikinci partiyse Ra'am. Onun da adı Ortak Liste ve Lideri Mahmoud Abbas.  Aldığı % 4 oyla Knesset'te Israelli Arapların hakları için çalışmaya söz veren bu Partinin ana ilkeleri de  Siyonizm'e karşı olmak ve İslamizm.

Bugünkü karmaşık, kimin kiminle el sıkışıp kime karşı nasıl bir işbirliğine gidebileceği bile şu ana kadar belli bile olmayan kaotik Israel Politikası içinde Liderler sık sık Arap Partisi Ra'am ile biraraya geliyorlar.   Ra'am eksik olan bir kaç sayıyı tamamlayacak Joker rolünü üstlenmiş gibi görünüyorsa da  hiç beklenmeyen birlikteliklerle hiç beklenmeyen tipte bir Koalisyon Hükümeti de bu seçimlerin getirdiği süprizlerden biri olabilir sonuçta. Genel olarak birbirlerinden farklı olanlar bugün Netanyahu'ya karşı birleşmeye çalışırken, ki bunlar Likud'dan kopan Gideon Sa'ar ve Orta Sol parti olan Yesh Atid yani Yair Lapid, ya da eskilerin Nasyonalist Lideri Lieberman'ın "Israel Evimiz" Partisinin bugün Orta solla Netanyahu 'ya karşı birleşmesi gibi alternatifler bulunmakta. Ultra Ortodoks Yahudi Partisi,  Tora Yahudiliği Partisinin (  Yaadut Ha Tora ) Sol'a karşı Dinci Arap, Ra'am'ı tercih etmekte sorunları olmadığını söylemesi ( Çünkü Sol tamamen dincilere karşı ) .. ve derken kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamakta zorlandığımız bir seçim sonrası karmaşası içinde şimdiden, Koalisyon kurulsa da kurulmasa da Beşinci Seçimleri ufukta gördüğümüz günleri yaşıyoruz..Ne mutlu bize!

Umarım anlatmak istediklerimi anlabilmişimdir. Umarım sizin de kafanızı çok karıştırmamışımdır!!!

A bir de!, tüm bu karmaşaya rağmen geçtiğimiz günlerde açıklanan,  bu yılki Uluslararası mutlu ülkeler listesi'nde"  Israel bu kez 12. sırada olan Israel Halkı tüm politik kaosa rağmen bir hayli mutlu görünüyor.


Batya R. Galanti



2 Nisan 2021 Cuma

En son Dünya Örgütü'nün Avrupa Başkanı Hans Kluge, Avrupa'daki aşılamadaki yavaşlığı eleştirerek, bir an önce aşıların tesliminde yaşanan engelleri kaldırmak için ellerinden geleni yapmak zorunda olduklarını ve ellerindeki stokla mümkün olduğu kadar çok insanı en çabuk şekilde aşılamaya gitmek gerektiğini vurgulamış yaptığı basın açıklamasında.

 İnsanlarınız ölüyor!!


Bu bayram Israel'de geçen yıla kıyasla çok büyük bir değişimi yaşıyoruz. Bu Pesah sanki Korona artık arkamızda kalmış gibi bir atmosfer var buralarda. Koca bir sene sonunda derin bir nefes almak gibi bir durum bu. Yeniden yaşlı genç bayram masasında biraraya gelebilme şansını yakalamanın sevinci çok insanın yüzünden okunabiliyor. Hala daha Koronanın getirdiği ekonomik sarsıntı devam etse de yine de insanlar bir parça daha umutlular bugün.  Dün bir kaç arkadaş birlikte bir cafe'de oturmak için buluştuğumuzda eskiden olduğu gibi yeniden park yeri bulmakta zorlandık. Her yer insan kaynıyordu. Korona yüzünden bugüne dek evlerinden zoom yoluyla öğrenimlerine devam etmiş olan  çocuklara yeniden bayram çıktı. Onlar yeniden tatildeler (!). Genç anne babalarla birlikte çocuklar tatilin, bayramın tadını çıkarmaya çalışıyorlar.

Fakat biz her ne kadar bir şeyleri en azından şimdilik arkamızda bırakmış gibi hissetsekte, hala dünyanın kötü günler geçirdiğini düşünmek bile insanı üzmeye yetiyor. Son günlerde dünyanın büyük bir bölümü Pandeminin belki de en zor dönemlerini yaşıyorlar. Her yer kapanırken, hastaneler, yoğun bakım üniteleri durumu kaldıramayacak kadar zorlandıkları zamanları yaşıyorlar yeniden. Belki de geçmiş aylardan daha da dramatik günler geçiriyorlar bir çok ülkeler.

Fransa üçüncü kez kapanmaya giderken, bu kez okullar da bu kapanmaya dahil edildiler. Brezilya, Meksika, Hindistan ve daha bir çok ülke  zor durumdalar.

Aylar evvel ilk aşı konusu gündeme geldiğinde biz nasıl aşıları hemen satın alıp bir an önce halkı bu virüse karşı korumak için harekete geçtiysek Avrupa'da da aynı şeyin olmasını bekliyordum ben. Avrupa'nın bu derece takılıp kalacağını hiç tahmin etmezdim. Israel'de bugün 50 yaş üstü halkın % 90'ı aşılandı. Avrupa'nın genelindeyse aşılanan insanların oranı % 11.

Israel'le Avrupa ülkeleri arasındaki ilk farksa, Israel'in kendi başına karar alıp serbet bir şekilde harekete geçebilmesine karşılık  Avrupa Birliğinin 27 üyesinin birlikte hareket etmek için aldıkları kararın ellerini kollarını bağlamasıdır.

Avrupa, aşı konusunda bir de ilk zamanlar sanırım çok fazla iyimser ve rahat davrandı. Pfızer ve diğer ilaç firmalarıyla antlaşmaya varana dek çok fazla zaman harcadılar. Aşıların onaylanması çok uzun sürdü.

Avrupa Birliğinden ayrılan İngiltere ise aynı süre içinde Avrupa'dan çok daha etkili bir çalışmayla, çok daha fazla insanı aşılayabildi. Bugün İngiliz Halkının % 39'u aşılanmış.

Avrupa ayrıca verilen siparişlerin zamanında ellerine geçeceğine ve bu konuda bir sorun yaşanmayacağına inanıldı. Ve ne yazık ki böyle olmadı. Avrupa, çok ağır bürokrasisinin ceremesini de çekiyor. Herşeyin çok ağır yürüdüğü, herşeyin çok fazla ince elenip sık dokunması ve prosedürlerin uzaması ilk baştan herşeyin gecikmesine neden oldu. Ayrıca tüm bunların yanında Avrupa'da halk aşıya genel olarak çok daha olumsuz ve temkinli bakıyor. Avrupa genelinde hala daha aşı olmak istemeyen azımsanmayacak bir kitle var.

Diğer taraftan Hükümetlerin aldıkları tedbirlere karşı ayaklanabilecek insanların bulunduğu da açık. İspanya'da, İngiltere'de ve Almanya'da evlerinde hapsedilmeyi kabul etmek istemeyenler var. Demokratik özgürlük palavralarıyla toplum sağlığını hiçe sayan çok fazla insan var.

Hala yaşadıkları krizin gayet ciddi olduğunu anlamayanlar var. Belki de özellikle gençler, çoğu kez bu virüs'e yakalandıkları zaman dahi dünya sonu olmadığını gördükleri için, bunca tedbir onlara anlamsız geliyor. Fakat bu son yılda çevremizden çok yaşlı olmadıkları halde Covid-19 yüzünden hayatını kaybedenleri duyduk ( bugüne dek hiç bir virüs bu şekilde ölümlere yol açmadı. ) Bu virüs'ü geçirip hiç bir şey hissetmeyenler olması, bir diğerlerinin aylardan sonra hala daha kendilerine gelemedikleri ve bir çok hoş olmayan semptomla yaşamlarının etkilendiği gerçeğini de yok sayamazlar.

İlk kez Dünya Sağlık Örgütü, bilinen tüm virüslerden farklı sonuçlar yaratan Covid-19'un  labaratuar'dan kaçmış olma olasılığı üzerinde ciddi şüphelere düşmüş görünürken, Çin'deki Wuhan Şehri Labaratuar'larında inceleme yapmak için soruşturma açmak istediklerini belirtti.

Arada dünya genelinde Yahudi Düşmanlığında yeniden artış görülüyormuş. Bir kez daha yaşanan  Uluslararası bir kriz aynı şeylerin gündeme gelmesine neden oluyor. Wuhan'da başlayan Krizin bile bile Yahudilerin başından çıktığını düşünenler az değilmiş. Bravo onlara! Bravo Yahudilere!!

Ve derken sürekli kapanmaların getirdiği ekonomik krizle, artan işsizlik oranı ve bitmeyen bir hikayeye dönüşen Covid-19 2019'da başlamıştı ve şimdilik sonu gelmiş gibi görünmüyor hiç.

En son Dünya Örgütü'nün Avrupa Başkanı Hans Kluge, Avrupa'daki aşılamadaki yavaşlığı eleştirerek, bir an önce aşıların tesliminde yaşanan engelleri kaldırmak için ellerinden geleni yapmak zorunda olduklarını ve ellerindeki stokla mümkün olduğu kadar çok insanı en çabuk şekilde aşılamaya gitmek gerektiğini vurgulamış yaptığı basın açıklamasında.

Bence hala daha aşıya karşı çıkanlara  bugün Israel'de yaşanan olumlu gelişmeler örnek gösterilmeli. İnsanları ikna etmenin bir yolu olabilir bu.  Israel'de nüfusa yapılan aşılar virüse yakalanma oranını % 1'e indirdi. O da 16 yaşını tamamlamamış çocukların hala daha aşı olmalarının şimdilik mümkün olmamasına rağmen. ( Aşının bu yaş kesiti çocuklarda güvenilirliği onaylanana kadar bu mümkün değil ) Aşıya karşı olanlarlar Israel'de şu anki durumu gözlemlemeliler. Akıllarını başlarına toparlamalarının zamanının geldiğini anlamalılar. Kendi inatçılıklarının bir çok insanın hayatına mal olabileceğini anlamalıdırlar. Arada virüs durdurulmadığı sürece geçirdiği mutasyonlarla farklı variantların da ortaya çıkmasına neden oluyor.

Keşke insanlar, bu son yıl yaşananların onların akıllarını başlarına almaları için doğanın onlara yaptığı bir uyarı olduğunu anlasalar. Keşke hep daha fazlasını isteyen, elindekiyle yetinmeyi bilmeyen bugünün şımarık insanının, bu yaşadıklarımızın, kendilerinin de bir parçası oldukları sömürü sisteminin, doyumsuzluğun, sakin bir yaşama kendilerini kısacık bir dönem için bile adapte edemeyenlerin bir zaman kendileriyle, çocuklarıyla , aileleriyle daha ıce kapanarak, daha çok düşünmeye vakit ayırarak, neleri yanlış yapıyor olduğumuzu anlamaya çalışarak geçirmelerinin o kadar da zor olmadığını görebilseler.

Insanlar, sadece bir dönem bu deli yaşama biraz ara verip sakinleşmenin onları öldürmeyeceğini anlasalar!

Kendinize, sevdiklerinize, yaşadığınız dünyaya düşündüklerinizin dışında şeyler borçlu olduğunuzu unutmasanız bir kez. Daha fazla para, daha fazla, seyahat, daha fazla ve daha çok şeyler!  Ve hiç bitmeyen bir hırsla yaşayan yeni dönem insanı. Ve yine bitmeyen hedefler içinde kaybolmuşların bugünleri sindirmeleri zor oluyor. Halbuki, bu yaşamın, bu döngünün içinde bu hırsın orta yerinde sizden çok farklı yaşamlar da var. Aç insanlar ve sizin sömürü dünyanızın, sizden kalan artıklarınızla yaşamaya çalışanlar var. Bu dengesizlikler bazen öylesi boyutlara varıyor ki. Belki bir defa evinizde otursanız ve düşünseniz, bu dünyayı bir şeylere kurban olmaktan kurtarmak gerekiyor belki de.

Şimdilik bu virüsün yayılımını yavaşlatmak şart ve bu yüzden yeniden kapanmak gerekiyor kimi yerlerde. Ancak kapanırken, birilerinin aşıları da aynı zamanda yapılmalı ki gelecek haftalarda, aylarda pandemi yavaşlasın!

Ölen her can insanlık için bir kayıptır. Bu son günlerde İstanbul'dan çok kötü haberler geliyor. Fransa'da da durum çok kötü ve diğer yerler'de de.  2021'ín dördüncü ayına girdiğimiz bu günlerde insanlık Covid-19'u durdurmaktan hala uzaklar. Bu başarısızlıkta  Liderlerin, yöneticilerin işleyişlerinde de büyük payları var gibi. Gereksiz bürokratik engelleri artık bir zaman bir kenara bırakmaları gerekiyor bence. Daha seri bir çalışmayı yönetmelerinin zamanı gelmedi mi? Daha çabuk kararlar almak ve daha az kağıtlarla uğraşmak. İnsanlarınız ölüyor!!!


  Batya R, Galanti



1 Nisan 2021 Perşembe

  Kendimizi keşfetmek


Kendimi bildim bileli resim sanatına hep ilgim vardı.. Ancak hayatımın ilk yıllarında resim benim için sadece  yakınlarımın kalemlerinden çıkan güzellikler demekti.  Daha sonralarıysa, kitaplarda, duvarlarda, bazen bir kanvas üzerinde, kimileri bir defterde, arada da kimi pano ya da sergilerde, çok zaman da öylesine çizilmiş beyaz sayfalardaki karalamalara gösterdiğim bir alakaydı resim. Resim sanatı, belli bir haz duyduğum her zaman. Kendi kalemimden çıkan çizgilerse bir hayli beceriksizdiler. Halbuki ortaokulda en sevdiğim derslerden bir tanesiydi resim dersi.  Bu ilgimin sebebi ailemd resme gercekten kabiliyetleri olan kişilerin  oluşuydu galiba.  Teyzemin, ağbimin ve kuzenimin çizdiklerine baktıkça onları kıskanırdım. Off ben de neden böyle güzel şeyler çizemeyeyim derdim.

Tüm bunlarla beraber aslında resim sanatıyla ilgili ilk maceram bir çeşit travmayla başlamıştı. ( Hayatımda bana çok karmaşık duygular yaşatmış kimi insanlarla iç içe  bir çocukluk geçirmiş olmam  bir şansmıydı bilmiyorum 😳, )

İlkokul beşinci sınıfta idim..Ağbim o zamanlar    resim yapmayı çok severdi. Hatırlıyorum bir sürü gazlı kalemleriyle birlikte bir de resim defteri  ve o deftere çizdiği rengarenk çizgi kahramanlar vardı.. Parlak renklerin yarattığı kontrastla birlikte  baskı gibi ortaya çıkmış muazzam şeylerdi bunlar. Her defasında alıp o resimlere hayranlıkla baktığımı hatırlarım.. Sonunda bir gün kendi kendime o defteri sınıfa götürüp arkadaşlarıma göstermeye karar vermişim. Ağbime hiç bir şey söylemeden çantama koyduğum defteri sınıftakilere gösterip kendimin değil kardeşimin sanatıyla övünecektim ben.

Ertesi gün ders ortasında öğretmen bir şey için dışarı çıktığında, sınıftaki bütün yaramaz çocuklar bir anda ayaklanmışlardı.. Birileri sıraların üzerinde gezerken, bir diğerleri birbirleriyle tekme tokat küfür dalaşına girmişlerdi daha bir kaç dakika bile geçmeden. O an hatta ben kafamda bu çocuklar neden bu kadar yaramazlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Benimse birden ağbimin resimleri gelince aklıma fırsat bu fırsat defteri çıkararak yanımdaki arkadaşıma oturduğumuz yerde sessizce  içindeki çizimleri göstermeye başlamıştım ki, o gürültü ve kargaşanın orta yerinde sınıfa bir anda geri dönen öğretmen ben ne olduğunu anlamadan hışımla elimden defteri çekerek, dörde ayırıp çöpe atmıştı. Ben kapının hemen yanında oturduğum için, kadın sınıfa girer girmez ilk benim elimdeki defteri görmüştü. Sonuçta bütün sınıf ayakta iken, çocuklar etrafta bağırıp çağırırken, nedense benim sessizce baktığım resim defteri onu rahatsız etmişti. Öğretmenin yaptığı bu hırçın ve affedilmez hareket yüzünden  kapıldığım utancı ve bununla beraber gelen korkumu unutmuyotum. Birincisi, tüm sınıfın önünde öğretmen beni aşağılamıştı. Sanki böylesi bir tepkiyi hakkedecek kadar kötü bir şey yapmıştım.. İkincisi öğretmene karşı hissettiğim büyük korkuydu.. Üçüncüsü ve en kötüsü ise, ağbimin özene bezene yaptığı resimlerinin olduğu defteri onun izni olmadan sınıfa götürmüş olup sonuçta yırtılıp atılmış, dört parçaya ayrılmış bir şekilde ona geri götüreceğim gerçeği idi. O an için içimde yaşadığım sıkıntı öyle büyüktü ki ; " Ona ne diyecektim ben? "...Daha küçüktüm ve kendimi savunmayı bilmiyordum.

Sonuçta ağbimin defterinin yırtılması konusudaki tepkisini nedense hatırlamıyorum..

.......................

Senelerden sonra 16 yaşımda iken adada iskelede teyzemlerle oturduğumuz sene vapur iskelesinin hemen karşısında, kocaman bir balkonu olan betondan yapılmış, yine adanın eski evlerinden biriydeydik biz. Kocaman odalar  antika şeylerle doluydu  Hepsi esasen gayet değerli eşyalardı mutlaka ama yıllarca kendi haline terkedilmiş evin o bakımsız, o izbe hali yeterince kötüyken eski mobilyalar da bu duruma daha da karanlik bir ifade ekliyordu.  Bu yüzden denizin hemen üzerinde olmasına rağmen ben o evi hiç sevmemiştim.  Bu evi sevmemem için aslında  daha başka nedenler daha vardı .  Mesela o sene adada geçirdiğimiz en susuz seneydi. Korkunçtu. Bir taraftan belli bir değişiklik için kışlık evinizi bırakıp sözde tatile çıkıyorsunuz , diğer taraftan üçüncü dünya ülkesi koşullarında bir günlük hayat sürdürmeye, hijyen ve banyo gibi ihtiyaçlarınızı sağlamaya çalışıyorsunuz.. ( Bu da adanın o zamanki genel koşullarıydı !! 

Ve tüm bunlardan ayrı, sabahın ilk saatlerinde  uyumaya çalışırken kulakları adeta çınlatan gemi sirenleri ve yine vapurlara yetişmeye çalışan kalabalığın sanki odanın içinden geçerlermişçesine evi dolduran konuşmaları, haykırışları ile başlayan ve biten günler ideal bir  tatilden sizi uzaklaştırıyordu.

Ve işte o seneden aklımda kalan kimi anlardan biri de, kuzenimle birlikte balkonda oturduğumuz bir öğleden sonraydı. Aramızda sadece bir yaş fark vardı.  O benden büyüktü ve o çok akıllı ve çalışkan bir çocuktu.. Ve biz onunla kardeş gibiydik.. Teyzemin iki çocuğuyla hep birlikteydik biz küçükken. Ben onları çok severdim. Kuzenimin  bir çok şeye kabiliyeti olduğu gibi çok güzel resim yapardı. İkimizin balkonda oturduğumuz anlar yine dün gibiler. Elinde defter ve kalem vardı. Ve o saniyeler içinde defterin bembeyaz sayfalarına bir vapur çizmişti. Bense ona bakakalmıştım. Bacasıyla, pencereleriyle, tam bir ada vapuruydu bu.. İnanamıyordum, nasıl olurda bu kadar çabuk böylesi güzel bir vapur çizebilmişti O an ona sormuştum, nasıl çizdiğini! Ve o benim için yeniden, bir kez daha çizmişti, bu kez anlatarak!. 

                                                            1995 senesinde yaptığım bir pastel resim

Aynı senelerde hayatımda ilk kez bir şeyde iyi olmadığım halde onu illede yapma gayreti göstermeğe başladığımı anımsıyorum. O yazın getirdiği kış, Saint-Benoit'ya verdiğim bir senelik aradan da istifademiydi bilmem, hep resim yapmaya başlamıştım ben. Evde bir sürü suluboyalar, kurukalemler ve pastellerim vardı. Geceleri sayfaları dolduruyordum. Ancak çoğu zaman çizimden çok, manzara resimlerine merak salmıştım ben. Sürekli bir ev, bir dağ, bir deniz..klasik manzaralarımdı benim

Kimi güneş, kimi gece ve gölgelerle , yemyeşil bahçeler ve ağaçlarla. Doğa'ya olan bağlılığım belki resimlere yansıyordu. Zamanla daha iyi resim yapmaya başlamıştım. Yaptıkça geliştiğini farkediyordum. Çizgim hiç bir zaman mükemmel olmadı.. Ama manzara resimlerinde sanki kendi hayal gücüm gelişiyordu ve sanki hayal ettiğim  huzur ortamını sayfalara geçiriyordum ben..

Arada empresyonist ressamları keşfetmiştim. Onların resimlerine baktıkça hissettiğim mutluluk bambaşkaydı.. Resme bu kadar ilgim olduğunu çocukken bilmiyordum . Ne resme ne de yazı yazmaya olan ilgimden haberim yoktu pek..Ya da belkide olduğunu sonraları farketmiştim ben aslında.

Bu satırları yazarken , bir çok şeyin çocukluğumda benim için hep bilinmezlerin arkasında kaldığını farkediyorum. Gölgeler arkasında kalmış bir hayat gibi. Sanki hiç kimsenin elini uzatmadığı bir yerde kendi kendime kendimi keşfetmeye çalışmışım gibi gelir..Çoğu kez gerçekleri bulmakta, fark etmekte gecikmiş olsam da..!

Sevdiklerimizi, ilgilerimizi çok küçük yaştan keşfedebilsek. Daha fazla yol alabilmek için, daha çok ilerliyebilmek ve daha mutlu olmak için..

Keşke her birimizin bir rehberi olsa, bize gerçekleri anlatacak bir rehber.  Yanlışları, doğruları bize  zamanında gösterecek birisi olsa yanımızda!  Keşke yanılmadan doğru yolu bir çırpıda bulsak!!


Batya R. Galanti