7 Nisan 2021 Çarşamba

Senelerdir savaş içinde olduğu Filistinliler ve bir türlü sonuç alınamayan Filistin-Israel sürtüşmesi dışında bölgede başka halkları da kapsayacak yepyeni savaşları ve sürtüşmeleri, Israel Devleti kaldırabilecek kadar cesur, atılgan ve yenilmez midir ? Ya da bu derece hayalperest olabilir mi?

Türklerin kafalarındaki Büyük Israel Projesi !


Geçtiğimiz günlerde Facebook'tan uzun senelerdir tanıyıp kendisiyle gerçek anlamda bir dostluk kurmayı başardığım genç bir öğretmen arkadaşım benden bir iyilik rica etti. Kendisiyle uzun süredir, zaman zaman bir çok farklı konularda sohbet etmişliğimiz olduğu için Israel ya da Yahudilikle ilgili soruları olduğunda da yaşadığı toplumda kulaktan bilgilerle işittiği şeyler yüzünden bir şüpheye düştüğünde bana danışır.

Kısaca geçtiğimiz günlerde Yüksek Öğrenimi çerçevesinde, yapacağı master için benden Israel'in Ortadoğu'daki konumu ve gizliden kendi için tayin ettiği sınırlarıyla ilgili bir yazı rica etti. Yani Ortadoğu'da "Büyük Israel Devleti " rüyası üzerine Türkiye'de çok sık konuşulan bir komplo teorisinin Israel tarafından nasıl karşılandığı, böyle bir suçlamayla itham altında tutulan tarafın bu fikre nasıl bir aydınlatma getirebileceği sorusuydu bu. 

Büyük Ortadoğu Projesini,  Türk Halkı içinde,  en eğitimsiz kitleden, sosyo-ekonomik gücü yüksek olan, yüksek öğrenim görmüş elit kesime kadar toplumun her tabakasında yeterinden fazla destek bulmuş bir teoriye benim vereceğim cevap,  bu konuda yazacağım yazı ne derece tatmin eder, içlerinde yer etmiş kimi inançları ve duvarları ne derece yıkar bilmiyorum.

Öncelikle ben akademisyen değilim. Ve benim cevabım arkadaşımın ihtiyacı olduğu ciddiyette,  boyutlarda ve uzunlukta bir araştırma  beklentisine cevap verecek mi bilmiyorum. Kendisiyse seneler evvel yazdığım yazıda bazı şeyleri çok iyi açıkladığımdan emin.

Arada bu akşam başlayacak törenle, her yıl olduğu gibi Shoah 'da ölenleri anacağız Israel'de . Her sene, Shoah'da ölenler özellikle iki kez hatırlanılırlar Israel'de . Biri Uluslararası gün olan  27 Ocak'ta ki bu gün Israel'de daha az önemsenir. Esas gün ise, ilk kez 1951'de resmi olarak kutlanmış olan Yom Ha Shoah ( Yom Ha Zicharon La Shoah o LaGvoura) dır.  1959'da Knesetten geçirilen kararla, aynı tarihten itibaren her sene Yahudi Takvimine göre belirlenen  ve Nisan Ayı'nda düşen bugünde Almanlar tarafından öldürülen Yahudiler törenlerle anılır.

Arkadaşımın istediği yazıdan , Shoah'ya atlamamın sebebi, komplo teorilerinin insanları nasıl bir nefret içine sürükleyip, nasıl bir felaketle sonlanabileciğine gelmektir.  

1920'de bir başka Antisemit  Amerikan Ford Sanayi lideri Henry Ford tarafından bastırılan Sion Protokollerini insanları Yahudilerin dünyayı yönettiklerine inandırmak için kullanıldığını bilenler vardır Bu belgeler 1930'larda Hitlerin Alman halkını ikna etmek için kullandığı propaganda yayınlarından biriydi.

Yani kısaca, sizin ortaya atacağınız herhangi bir teoriyi belli bir mantık üzerine oturtup insanları inandırmanız zor değil. Özellikle, belli bir ekonomik ya da sağlık krizi zamanlarında. Insanların umutlarını kaybettikleri dönemlerde, onlara aradıkları cevabı getirmek adına, kendiniz yerine başkalarını suçlamak hem yeterince rahatlatıcı, hem de üzerinizdeki suçluluktan kurtulmanın da en kolay yoluna dönüşebilir.

Almanlar, Amerikalılar ve diğerleri.. azınlıkları ve başka toplumları bulunduğunuz durumlardan kendinizi sıyırmak için rahatça hedef alabildiğiniz zamanlarda size ilaç gibi gelebilir. En azından işleyeceğiniz suçların getirdikleriyle karşı karşıya kalmak zorunda olacağınız günler gelene dek.

Konu, Israel'in Türk topraklarında olan gözünden, Shoah'ya ve Almanlara geldi.

Çünkü , başlanılan ortak bir nokta söz konusu. Birisinin bir başkasından nefret etmesini sağlayan kimi teorileri ortaya atanlar, istenilen kıvamda nefretle hayali bir düşmana karşı savaş açabilmektedirler.

Yahudiler bu tip teorilerin getirdiği toplumsal tepkilerden tarihte sıkça etkilendiler. Bu yüzden konuyu buraya bağladım. Ortaçağ'da da Avrupa toplumunda hiç bitmeyen, bir kan davasına dönüşmüştü bu teoriler. Her Pesah bir Hıristiyan çocuğu yakalayıp iğneli fıçıda öldürerek, kanından Matzot yapılması, Kara Vebayı yaymaları gibi teoriler vardı. Bunlar o zamanki toplumları yeterince galeyana getirmiş komplo teorileriydi. Bu teoriler yüzünden farklı zamanlarda farklı yerlerde Yahudiler hedef alınmışlardı.


Bugün de farklı tipte teoriler üretilmeye devam ediyor. Bu, Covid-19' u dünyaya yayanlar,  yeniden dünyaya hakim olanlar...Yeni bir krizle, yeniden eskisi gibi gündeme oturan eski hikayelerin yeni versyonları. Tarihte Yahudiler, bugün Israel. 

Arkadaşımın benden istediği yazıda birinci olarak şuna cevap aramak lazım diyorum. Türkler neden bu kadar çok komplo teorisi üretmekle meşguller?  Neden kendi içlerinde yaşadıkları ekonomik sorunlar,  güneydoğu'daki  Kürt Sorunu derken, özellikle Mossad ve Israel'i işin içine karışıtırdıkları teorilerle kafa yoruyorlar.  Ve toplum neden buna bu kadar açık? Ve tabi  bu tip teoriler üretmek kimin işine geliyor? Buna bir cevap bulmak lazım.

Komplo teorileri üretmek kime yarıyor? Ve insanlar, ne zaman ve hangi koşullarda bu tip teorilere daha çok inanıyorlar. Her toplum, her dönemde bu tip teorilere bu kadar açık olabiliyor mu? Yoksa kimi tarihsel sebepler böyle inançlara insanları daha çok mu açıyor?

İkinci açıklanması gereken şey tabii, Israel'in Türkiye'de gözünün olması reel bir inanışmıdır? Israel'in  2021 yılını yaşadığımız bu zamanlarda Kürtlere destek vermek şartıyla esasen Türkiye'nin doğusunda kendi için düşündüğü. planladığı bir projeyi hayata geçirmek için rüyalar görüyor olması ne derece makuldur?

Ve bu inanışın Tora'daki, yani 3000 yıllık dini kitapta yazılanları örnek ve kanıt olarak sunmak ne derece realisttir? Israel'in, dünyada yaşayan tüm Yahudileri bölgeye aktarılmasıyla sahip olacağı yaklaşık 14 milyon nüfusu için hayal edilen bu topraklar yeterinden fazla geniş olmayacak mı? Böylesi küçük bir nüfusla, bu genişlikte bir toprağa hakim olmak nasıl olacaktır?

Senelerdir savaş içinde olduğu Filistinliler ve bir türlü sonuç alınamayan Filistin-Israel sürtüşmesi dışında bölgede başka halkları da kapsayacak yepyeni savaşları ve sürtüşmeleri, Israel Devleti kaldırabilecek kadar cesur, atılgan ve yenilmez midir ? Ya da bu derece hayalperest olabilir mi?

Israel, Türkleri bu derece zayıf görüyor olabilir mi peki ? Ya da Türkler bu derece Israeli gözlerinde büyütüyor olabilirler mi? Eğer öyle ise, nerededir inanılan Türk'ün gücü?

Araplar, Türkler ve Kürtler!! Bunca Halkla başa çıkacak kadar gözü pek Yahudiler!! İşte bunlara cevap vermek gerekiyor!!

 

Batya R. Galanti

6 Nisan 2021 Salı

Tüm politik karmaşaya rağmen geçtiğimiz günlerde açıklanan, bu yılki Uluslararası mutlu ülkeler listesi'nde" Israel bu kez 12. sırada ve hala daha Israel Halkı tüm politik kaosa rağmen bir hayli mutlu görünüyor denebilir.

Koalisyon kurulsa da kurulmasa da beşinci seçimleri ufukta gördüğümüz günleri yaşıyoruz


23 Mart 2021 günü Israel'de yeniden seçimler oldu. O günün sabahı köpeği biraz daha geç bir saatte gezmeye çıkardım. İnsanlar öğlen saatlerine doğru yakınımızdaki parkta piknik yapmak için farklı noktalarda masalarını iskemlelerini getirmiş, hazırlık yapmakla meşguldüler. Sanki Seçim Günü değil de bayram varmış gibi geldi bir an bana. Aileler çocukları yanlarında sepetlerinden çıkardıkları şeyleri masalarda düzenliyorlardı, tek kullanımlı tabaklar. içecekler sandwichler. Birileri telefondan diğer aile üyelerine bulundukları noktayı haber veriyorlardı. Ve tabii benim gibi köpekleriyle gezenler de az değildi. Derken üzerimde taşıdığım küçük çantamın içine koyduğum smartphone çalmaya başladı. Ağbim telefonda. Yaklaşık son beş senedir, Madrid'te oturuyor. Tam da Covid-19' un en kötü zamanlarını yaşadıkları yeni adresinde bir yandan evinden çalışırken arada da her gün çıktığı uzun yürüyüşlerinden zaman zaman beni arıyor. Ne yapıyorsun?  Hiç dedim, Bugün yine seçim var bizde. Neden haftasonu yapmadılar ki!! Israel'de Shabat günü Seçim olur mu ? diye hatırlattım. O ise sordu yine.  Karar verdin mi kime vereceğini? ........... Ben mi?..........................

İlk kez bu seçimlerde, neredeyse oy kullanmaktan vazgeçmeyi düşündüm. İlk kez yeter diyecek oldum. Verdiğimiz oyların artık bir değeri olduğundan bile emin değilim. Çünkü dört seçimdir, neredeyse hiç bir şey değişmiyor. Dört seçimdir, kendi kuyruğumuzun çevresinde dönüp duruyormuşuz gibi bir duygu yaşatan bir politik döngü içinde kaybolmuş gitmişlik hissiyleyiz.

Hep aynı koşullarda, hep aynı partilere oy veren bir halkın her defasında farklı bir sonuç almayı bekleyen Israel Devleti. Anlamıyorum artık..

Mesela ben üç defa üst üste değişim yönünde oy kullandım. Üç kez, hiç tanımadığım bir eski askere oyumu verdim.  Netanyahu'ya karşı olmadım ben. Ancak bir parti liderinin iki kereden fazla seçilmemesi maddesinin doğruluğuna inanıyorum. Ve sadece bu yüzden yeni bir partiye, hiç tanımadığım bir lidere oyumu verdim geçtiğimiz sene. Dördüncü seçimlere geldiğimdeyse artık ne yapacağımı şaşırttılar bana. Bu kez ne yapmam lazım diye sordum kendime?

Ağbimle konuşmamdan bir kaç saat sonra eşimle, evimize iki yüz metre uzaklıkta olan, oy kullanacağımız okula doğru yürürken, karşıdan yan kapı komşularımız geliyorlardı. Adam gülerek yanımıza yaklaşarak bize;  Her sınıfa  iki kutu koydular "! " dedi. Birincisine bu seçimlerdeki oyunuzu, diğerine de beşinci seçimler için olan zarfınızı koyun dedi. Dalga geçiyordu. Kimsenin artık en başından bu seçimlerden de bir sonuç çıkacağından ümitlei olmadığını tescil ediyordu Amos'un yaptığı espri.Nasıl sonuç çıkmasını bekleyebilirdik ki? 9 Milyonluk ülkenin Meclisine şu an 13 parti girmiş durumda.

Oylarsa hiç bir Lidere değil tek başına, birararaya geldikleri an bile koalisyon hükümeti kurabilecek çoğunluğu sağlayabilecek şekilde dağılmıyor. Yine en yüksek oy oranı yaklaşık % 30'la Netanyahu'nun olmasına rağmen, Netanyahu sağ partilerle bile bir koalisyon Hükümeti kuramıyor çünkü kendi partisinden ayrılan Gideon Sa'ar'in kurduğu Yeni Umut Partisi ve Naftalı Bennett'in Lideri olduğu Yamina ( Yani Yeni Sağ ) partileri Netanhayu'la birararaya gelmek istemedikleri için Netanyahu, Hükümet'i kurmak için gereken 61 vekil onayına ulaşamıyor.  Meclis'te bulunan sağ ve sol partiler dışında dinciler ve araplar dahil 13 farklı parti var.  Bu partiler içinde sağ, sol, dinci, arap, solcu, sağcı, aşırı sağcı bir sürü fikir var.

Yahudileri'in kendi kendileriyle güldükleri şeylerden bir tanesi de üç Yahudinin olduğu yerde beş fikir olmasıdır. Yani birisi bir fikir söyler, karşısındaki ona hemen karşı çıkar, üçüncüsü ise, bir fikri benimser gibi görünse de sonunda tartışma esnasında iken başka fikirler savunmaya başlar. Ve kavga ve gürültü bitmez. Bugünkü Israel Politikasının haliyse aynen bu özelliği sonuna kadar yansıtıryor.

Bir taraftan Sağ Partiler var, ancak bu sağ partiler bir isim ve bir çatı altında toplu olacaklarına birbirleriyle yapamadıkları için her biri diğerinden ayrılmış durumdalar. Yani aynı ideolojiyi savunmalarına rağmen bir birliktelik kuramamışlar. Birileri diğerlerine karşı ve hepsi neredeyse Netanyahu'ya karşı. Diğer tarafta, Sol partiler var. Solda da durum çok farklı değil.

Ve gelelim Israel'de, bu seçimlerde belki de son sözü söyleyebilecek Arap Partilerine. Hani Apartheid diye çağrılan Israel'de yaşayan 2 milyon Arab vatandaşı temsil eden iki parti var şu an meclis'te. Biri Ayman Odeh liderliğindeki Birleşik Liste ( The Joint List ) . Birleşik Liste, deniyor çünkü bu parti beş ayrı partinin birleşmesiyle kurulmuş. Böylece içlerinde aşırı soldan aşırı sağa kadar farklı görüşleri barındırıyor. Sonuç olarak Birleşik Listenin,  Israel'deki Arapların haklarını korumak kaygısı  birincisi sıradayken, Anti-Siyonizm, İslamizm, Marxism ve Pan-Arabizm gibi bir çok görüşlerle Israel Meclisinde grev yapmak için and içmektedir.  Knesset'te görev yapacak ikinci partiyse Ra'am. Onun da adı Ortak Liste ve Lideri Mahmoud Abbas.  Aldığı % 4 oyla Knesset'te Israelli Arapların hakları için çalışmaya söz veren bu Partinin ana ilkeleri de  Siyonizm'e karşı olmak ve İslamizm.

Bugünkü karmaşık, kimin kiminle el sıkışıp kime karşı nasıl bir işbirliğine gidebileceği bile şu ana kadar belli bile olmayan kaotik Israel Politikası içinde Liderler sık sık Arap Partisi Ra'am ile biraraya geliyorlar.   Ra'am eksik olan bir kaç sayıyı tamamlayacak Joker rolünü üstlenmiş gibi görünüyorsa da  hiç beklenmeyen birlikteliklerle hiç beklenmeyen tipte bir Koalisyon Hükümeti de bu seçimlerin getirdiği süprizlerden biri olabilir sonuçta. Genel olarak birbirlerinden farklı olanlar bugün Netanyahu'ya karşı birleşmeye çalışırken, ki bunlar Likud'dan kopan Gideon Sa'ar ve Orta Sol parti olan Yesh Atid yani Yair Lapid, ya da eskilerin Nasyonalist Lideri Lieberman'ın "Israel Evimiz" Partisinin bugün Orta solla Netanyahu 'ya karşı birleşmesi gibi alternatifler bulunmakta. Ultra Ortodoks Yahudi Partisi,  Tora Yahudiliği Partisinin (  Yaadut Ha Tora ) Sol'a karşı Dinci Arap, Ra'am'ı tercih etmekte sorunları olmadığını söylemesi ( Çünkü Sol tamamen dincilere karşı ) .. ve derken kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamakta zorlandığımız bir seçim sonrası karmaşası içinde şimdiden, Koalisyon kurulsa da kurulmasa da Beşinci Seçimleri ufukta gördüğümüz günleri yaşıyoruz..Ne mutlu bize!

Umarım anlatmak istediklerimi anlabilmişimdir. Umarım sizin de kafanızı çok karıştırmamışımdır!!!

A bir de!, tüm bu karmaşaya rağmen geçtiğimiz günlerde açıklanan,  bu yılki Uluslararası mutlu ülkeler listesi'nde"  Israel bu kez 12. sırada olan Israel Halkı tüm politik kaosa rağmen bir hayli mutlu görünüyor.


Batya R. Galanti



2 Nisan 2021 Cuma

En son Dünya Örgütü'nün Avrupa Başkanı Hans Kluge, Avrupa'daki aşılamadaki yavaşlığı eleştirerek, bir an önce aşıların tesliminde yaşanan engelleri kaldırmak için ellerinden geleni yapmak zorunda olduklarını ve ellerindeki stokla mümkün olduğu kadar çok insanı en çabuk şekilde aşılamaya gitmek gerektiğini vurgulamış yaptığı basın açıklamasında.

 İnsanlarınız ölüyor!!


Bu bayram Israel'de geçen yıla kıyasla çok büyük bir değişimi yaşıyoruz. Bu Pesah sanki Korona artık arkamızda kalmış gibi bir atmosfer var buralarda. Koca bir sene sonunda derin bir nefes almak gibi bir durum bu. Yeniden yaşlı genç bayram masasında biraraya gelebilme şansını yakalamanın sevinci çok insanın yüzünden okunabiliyor. Hala daha Koronanın getirdiği ekonomik sarsıntı devam etse de yine de insanlar bir parça daha umutlular bugün.  Dün bir kaç arkadaş birlikte bir cafe'de oturmak için buluştuğumuzda eskiden olduğu gibi yeniden park yeri bulmakta zorlandık. Her yer insan kaynıyordu. Korona yüzünden bugüne dek evlerinden zoom yoluyla öğrenimlerine devam etmiş olan  çocuklara yeniden bayram çıktı. Onlar yeniden tatildeler (!). Genç anne babalarla birlikte çocuklar tatilin, bayramın tadını çıkarmaya çalışıyorlar.

Fakat biz her ne kadar bir şeyleri en azından şimdilik arkamızda bırakmış gibi hissetsekte, hala dünyanın kötü günler geçirdiğini düşünmek bile insanı üzmeye yetiyor. Son günlerde dünyanın büyük bir bölümü Pandeminin belki de en zor dönemlerini yaşıyorlar. Her yer kapanırken, hastaneler, yoğun bakım üniteleri durumu kaldıramayacak kadar zorlandıkları zamanları yaşıyorlar yeniden. Belki de geçmiş aylardan daha da dramatik günler geçiriyorlar bir çok ülkeler.

Fransa üçüncü kez kapanmaya giderken, bu kez okullar da bu kapanmaya dahil edildiler. Brezilya, Meksika, Hindistan ve daha bir çok ülke  zor durumdalar.

Aylar evvel ilk aşı konusu gündeme geldiğinde biz nasıl aşıları hemen satın alıp bir an önce halkı bu virüse karşı korumak için harekete geçtiysek Avrupa'da da aynı şeyin olmasını bekliyordum ben. Avrupa'nın bu derece takılıp kalacağını hiç tahmin etmezdim. Israel'de bugün 50 yaş üstü halkın % 90'ı aşılandı. Avrupa'nın genelindeyse aşılanan insanların oranı % 11.

Israel'le Avrupa ülkeleri arasındaki ilk farksa, Israel'in kendi başına karar alıp serbet bir şekilde harekete geçebilmesine karşılık  Avrupa Birliğinin 27 üyesinin birlikte hareket etmek için aldıkları kararın ellerini kollarını bağlamasıdır.

Avrupa, aşı konusunda bir de ilk zamanlar sanırım çok fazla iyimser ve rahat davrandı. Pfızer ve diğer ilaç firmalarıyla antlaşmaya varana dek çok fazla zaman harcadılar. Aşıların onaylanması çok uzun sürdü.

Avrupa Birliğinden ayrılan İngiltere ise aynı süre içinde Avrupa'dan çok daha etkili bir çalışmayla, çok daha fazla insanı aşılayabildi. Bugün İngiliz Halkının % 39'u aşılanmış.

Avrupa ayrıca verilen siparişlerin zamanında ellerine geçeceğine ve bu konuda bir sorun yaşanmayacağına inanıldı. Ve ne yazık ki böyle olmadı. Avrupa, çok ağır bürokrasisinin ceremesini de çekiyor. Herşeyin çok ağır yürüdüğü, herşeyin çok fazla ince elenip sık dokunması ve prosedürlerin uzaması ilk baştan herşeyin gecikmesine neden oldu. Ayrıca tüm bunların yanında Avrupa'da halk aşıya genel olarak çok daha olumsuz ve temkinli bakıyor. Avrupa genelinde hala daha aşı olmak istemeyen azımsanmayacak bir kitle var.

Diğer taraftan Hükümetlerin aldıkları tedbirlere karşı ayaklanabilecek insanların bulunduğu da açık. İspanya'da, İngiltere'de ve Almanya'da evlerinde hapsedilmeyi kabul etmek istemeyenler var. Demokratik özgürlük palavralarıyla toplum sağlığını hiçe sayan çok fazla insan var.

Hala yaşadıkları krizin gayet ciddi olduğunu anlamayanlar var. Belki de özellikle gençler, çoğu kez bu virüs'e yakalandıkları zaman dahi dünya sonu olmadığını gördükleri için, bunca tedbir onlara anlamsız geliyor. Fakat bu son yılda çevremizden çok yaşlı olmadıkları halde Covid-19 yüzünden hayatını kaybedenleri duyduk ( bugüne dek hiç bir virüs bu şekilde ölümlere yol açmadı. ) Bu virüs'ü geçirip hiç bir şey hissetmeyenler olması, bir diğerlerinin aylardan sonra hala daha kendilerine gelemedikleri ve bir çok hoş olmayan semptomla yaşamlarının etkilendiği gerçeğini de yok sayamazlar.

İlk kez Dünya Sağlık Örgütü, bilinen tüm virüslerden farklı sonuçlar yaratan Covid-19'un  labaratuar'dan kaçmış olma olasılığı üzerinde ciddi şüphelere düşmüş görünürken, Çin'deki Wuhan Şehri Labaratuar'larında inceleme yapmak için soruşturma açmak istediklerini belirtti.

Arada dünya genelinde Yahudi Düşmanlığında yeniden artış görülüyormuş. Bir kez daha yaşanan  Uluslararası bir kriz aynı şeylerin gündeme gelmesine neden oluyor. Wuhan'da başlayan Krizin bile bile Yahudilerin başından çıktığını düşünenler az değilmiş. Bravo onlara! Bravo Yahudilere!!

Ve derken sürekli kapanmaların getirdiği ekonomik krizle, artan işsizlik oranı ve bitmeyen bir hikayeye dönüşen Covid-19 2019'da başlamıştı ve şimdilik sonu gelmiş gibi görünmüyor hiç.

En son Dünya Örgütü'nün Avrupa Başkanı Hans Kluge, Avrupa'daki aşılamadaki yavaşlığı eleştirerek, bir an önce aşıların tesliminde yaşanan engelleri kaldırmak için ellerinden geleni yapmak zorunda olduklarını ve ellerindeki stokla mümkün olduğu kadar çok insanı en çabuk şekilde aşılamaya gitmek gerektiğini vurgulamış yaptığı basın açıklamasında.

Bence hala daha aşıya karşı çıkanlara  bugün Israel'de yaşanan olumlu gelişmeler örnek gösterilmeli. İnsanları ikna etmenin bir yolu olabilir bu.  Israel'de nüfusa yapılan aşılar virüse yakalanma oranını % 1'e indirdi. O da 16 yaşını tamamlamamış çocukların hala daha aşı olmalarının şimdilik mümkün olmamasına rağmen. ( Aşının bu yaş kesiti çocuklarda güvenilirliği onaylanana kadar bu mümkün değil ) Aşıya karşı olanlarlar Israel'de şu anki durumu gözlemlemeliler. Akıllarını başlarına toparlamalarının zamanının geldiğini anlamalılar. Kendi inatçılıklarının bir çok insanın hayatına mal olabileceğini anlamalıdırlar. Arada virüs durdurulmadığı sürece geçirdiği mutasyonlarla farklı variantların da ortaya çıkmasına neden oluyor.

Keşke insanlar, bu son yıl yaşananların onların akıllarını başlarına almaları için doğanın onlara yaptığı bir uyarı olduğunu anlasalar. Keşke hep daha fazlasını isteyen, elindekiyle yetinmeyi bilmeyen bugünün şımarık insanının, bu yaşadıklarımızın, kendilerinin de bir parçası oldukları sömürü sisteminin, doyumsuzluğun, sakin bir yaşama kendilerini kısacık bir dönem için bile adapte edemeyenlerin bir zaman kendileriyle, çocuklarıyla , aileleriyle daha ıce kapanarak, daha çok düşünmeye vakit ayırarak, neleri yanlış yapıyor olduğumuzu anlamaya çalışarak geçirmelerinin o kadar da zor olmadığını görebilseler.

Insanlar, sadece bir dönem bu deli yaşama biraz ara verip sakinleşmenin onları öldürmeyeceğini anlasalar!

Kendinize, sevdiklerinize, yaşadığınız dünyaya düşündüklerinizin dışında şeyler borçlu olduğunuzu unutmasanız bir kez. Daha fazla para, daha fazla, seyahat, daha fazla ve daha çok şeyler!  Ve hiç bitmeyen bir hırsla yaşayan yeni dönem insanı. Ve yine bitmeyen hedefler içinde kaybolmuşların bugünleri sindirmeleri zor oluyor. Halbuki, bu yaşamın, bu döngünün içinde bu hırsın orta yerinde sizden çok farklı yaşamlar da var. Aç insanlar ve sizin sömürü dünyanızın, sizden kalan artıklarınızla yaşamaya çalışanlar var. Bu dengesizlikler bazen öylesi boyutlara varıyor ki. Belki bir defa evinizde otursanız ve düşünseniz, bu dünyayı bir şeylere kurban olmaktan kurtarmak gerekiyor belki de.

Şimdilik bu virüsün yayılımını yavaşlatmak şart ve bu yüzden yeniden kapanmak gerekiyor kimi yerlerde. Ancak kapanırken, birilerinin aşıları da aynı zamanda yapılmalı ki gelecek haftalarda, aylarda pandemi yavaşlasın!

Ölen her can insanlık için bir kayıptır. Bu son günlerde İstanbul'dan çok kötü haberler geliyor. Fransa'da da durum çok kötü ve diğer yerler'de de.  2021'ín dördüncü ayına girdiğimiz bu günlerde insanlık Covid-19'u durdurmaktan hala uzaklar. Bu başarısızlıkta  Liderlerin, yöneticilerin işleyişlerinde de büyük payları var gibi. Gereksiz bürokratik engelleri artık bir zaman bir kenara bırakmaları gerekiyor bence. Daha seri bir çalışmayı yönetmelerinin zamanı gelmedi mi? Daha çabuk kararlar almak ve daha az kağıtlarla uğraşmak. İnsanlarınız ölüyor!!!


  Batya R, Galanti



1 Nisan 2021 Perşembe

  Kendimizi keşfetmek


Kendimi bildim bileli resim sanatına hep ilgim vardı.. Ancak hayatımın ilk yıllarında resim benim için sadece  yakınlarımın kalemlerinden çıkan güzellikler demekti.  Daha sonralarıysa, kitaplarda, duvarlarda, bazen bir kanvas üzerinde, kimileri bir defterde, arada da kimi pano ya da sergilerde, çok zaman da öylesine çizilmiş beyaz sayfalardaki karalamalara gösterdiğim bir alakaydı resim. Resim sanatı, belli bir haz duyduğum her zaman. Kendi kalemimden çıkan çizgilerse bir hayli beceriksizdiler. Halbuki ortaokulda en sevdiğim derslerden bir tanesiydi resim dersi.  Bu ilgimin sebebi ailemd resme gercekten kabiliyetleri olan kişilerin  oluşuydu galiba.  Teyzemin, ağbimin ve kuzenimin çizdiklerine baktıkça onları kıskanırdım. Off ben de neden böyle güzel şeyler çizemeyeyim derdim.

Tüm bunlarla beraber aslında resim sanatıyla ilgili ilk maceram bir çeşit travmayla başlamıştı. ( Hayatımda bana çok karmaşık duygular yaşatmış kimi insanlarla iç içe  bir çocukluk geçirmiş olmam  bir şansmıydı bilmiyorum 😳, )

İlkokul beşinci sınıfta idim..Ağbim o zamanlar    resim yapmayı çok severdi. Hatırlıyorum bir sürü gazlı kalemleriyle birlikte bir de resim defteri  ve o deftere çizdiği rengarenk çizgi kahramanlar vardı.. Parlak renklerin yarattığı kontrastla birlikte  baskı gibi ortaya çıkmış muazzam şeylerdi bunlar. Her defasında alıp o resimlere hayranlıkla baktığımı hatırlarım.. Sonunda bir gün kendi kendime o defteri sınıfa götürüp arkadaşlarıma göstermeye karar vermişim. Ağbime hiç bir şey söylemeden çantama koyduğum defteri sınıftakilere gösterip kendimin değil kardeşimin sanatıyla övünecektim ben.

Ertesi gün ders ortasında öğretmen bir şey için dışarı çıktığında, sınıftaki bütün yaramaz çocuklar bir anda ayaklanmışlardı.. Birileri sıraların üzerinde gezerken, bir diğerleri birbirleriyle tekme tokat küfür dalaşına girmişlerdi daha bir kaç dakika bile geçmeden. O an hatta ben kafamda bu çocuklar neden bu kadar yaramazlar diye düşündüğümü hatırlıyorum. Benimse birden ağbimin resimleri gelince aklıma fırsat bu fırsat defteri çıkararak yanımdaki arkadaşıma oturduğumuz yerde sessizce  içindeki çizimleri göstermeye başlamıştım ki, o gürültü ve kargaşanın orta yerinde sınıfa bir anda geri dönen öğretmen ben ne olduğunu anlamadan hışımla elimden defteri çekerek, dörde ayırıp çöpe atmıştı. Ben kapının hemen yanında oturduğum için, kadın sınıfa girer girmez ilk benim elimdeki defteri görmüştü. Sonuçta bütün sınıf ayakta iken, çocuklar etrafta bağırıp çağırırken, nedense benim sessizce baktığım resim defteri onu rahatsız etmişti. Öğretmenin yaptığı bu hırçın ve affedilmez hareket yüzünden  kapıldığım utancı ve bununla beraber gelen korkumu unutmuyotum. Birincisi, tüm sınıfın önünde öğretmen beni aşağılamıştı. Sanki böylesi bir tepkiyi hakkedecek kadar kötü bir şey yapmıştım.. İkincisi öğretmene karşı hissettiğim büyük korkuydu.. Üçüncüsü ve en kötüsü ise, ağbimin özene bezene yaptığı resimlerinin olduğu defteri onun izni olmadan sınıfa götürmüş olup sonuçta yırtılıp atılmış, dört parçaya ayrılmış bir şekilde ona geri götüreceğim gerçeği idi. O an için içimde yaşadığım sıkıntı öyle büyüktü ki ; " Ona ne diyecektim ben? "...Daha küçüktüm ve kendimi savunmayı bilmiyordum.

Sonuçta ağbimin defterinin yırtılması konusudaki tepkisini nedense hatırlamıyorum..

.......................

Senelerden sonra 16 yaşımda iken adada iskelede teyzemlerle oturduğumuz sene vapur iskelesinin hemen karşısında, kocaman bir balkonu olan betondan yapılmış, yine adanın eski evlerinden biriydeydik biz. Kocaman odalar  antika şeylerle doluydu  Hepsi esasen gayet değerli eşyalardı mutlaka ama yıllarca kendi haline terkedilmiş evin o bakımsız, o izbe hali yeterince kötüyken eski mobilyalar da bu duruma daha da karanlik bir ifade ekliyordu.  Bu yüzden denizin hemen üzerinde olmasına rağmen ben o evi hiç sevmemiştim.  Bu evi sevmemem için aslında  daha başka nedenler daha vardı .  Mesela o sene adada geçirdiğimiz en susuz seneydi. Korkunçtu. Bir taraftan belli bir değişiklik için kışlık evinizi bırakıp sözde tatile çıkıyorsunuz , diğer taraftan üçüncü dünya ülkesi koşullarında bir günlük hayat sürdürmeye, hijyen ve banyo gibi ihtiyaçlarınızı sağlamaya çalışıyorsunuz.. ( Bu da adanın o zamanki genel koşullarıydı !! 

Ve tüm bunlardan ayrı, sabahın ilk saatlerinde  uyumaya çalışırken kulakları adeta çınlatan gemi sirenleri ve yine vapurlara yetişmeye çalışan kalabalığın sanki odanın içinden geçerlermişçesine evi dolduran konuşmaları, haykırışları ile başlayan ve biten günler ideal bir  tatilden sizi uzaklaştırıyordu.

Ve işte o seneden aklımda kalan kimi anlardan biri de, kuzenimle birlikte balkonda oturduğumuz bir öğleden sonraydı. Aramızda sadece bir yaş fark vardı.  O benden büyüktü ve o çok akıllı ve çalışkan bir çocuktu.. Ve biz onunla kardeş gibiydik.. Teyzemin iki çocuğuyla hep birlikteydik biz küçükken. Ben onları çok severdim. Kuzenimin  bir çok şeye kabiliyeti olduğu gibi çok güzel resim yapardı. İkimizin balkonda oturduğumuz anlar yine dün gibiler. Elinde defter ve kalem vardı. Ve o saniyeler içinde defterin bembeyaz sayfalarına bir vapur çizmişti. Bense ona bakakalmıştım. Bacasıyla, pencereleriyle, tam bir ada vapuruydu bu.. İnanamıyordum, nasıl olurda bu kadar çabuk böylesi güzel bir vapur çizebilmişti O an ona sormuştum, nasıl çizdiğini! Ve o benim için yeniden, bir kez daha çizmişti, bu kez anlatarak!. 

                                                            1995 senesinde yaptığım bir pastel resim

Aynı senelerde hayatımda ilk kez bir şeyde iyi olmadığım halde onu illede yapma gayreti göstermeğe başladığımı anımsıyorum. O yazın getirdiği kış, Saint-Benoit'ya verdiğim bir senelik aradan da istifademiydi bilmem, hep resim yapmaya başlamıştım ben. Evde bir sürü suluboyalar, kurukalemler ve pastellerim vardı. Geceleri sayfaları dolduruyordum. Ancak çoğu zaman çizimden çok, manzara resimlerine merak salmıştım ben. Sürekli bir ev, bir dağ, bir deniz..klasik manzaralarımdı benim

Kimi güneş, kimi gece ve gölgelerle , yemyeşil bahçeler ve ağaçlarla. Doğa'ya olan bağlılığım belki resimlere yansıyordu. Zamanla daha iyi resim yapmaya başlamıştım. Yaptıkça geliştiğini farkediyordum. Çizgim hiç bir zaman mükemmel olmadı.. Ama manzara resimlerinde sanki kendi hayal gücüm gelişiyordu ve sanki hayal ettiğim  huzur ortamını sayfalara geçiriyordum ben..

Arada empresyonist ressamları keşfetmiştim. Onların resimlerine baktıkça hissettiğim mutluluk bambaşkaydı.. Resme bu kadar ilgim olduğunu çocukken bilmiyordum . Ne resme ne de yazı yazmaya olan ilgimden haberim yoktu pek..Ya da belkide olduğunu sonraları farketmiştim ben aslında.

Bu satırları yazarken , bir çok şeyin çocukluğumda benim için hep bilinmezlerin arkasında kaldığını farkediyorum. Gölgeler arkasında kalmış bir hayat gibi. Sanki hiç kimsenin elini uzatmadığı bir yerde kendi kendime kendimi keşfetmeye çalışmışım gibi gelir..Çoğu kez gerçekleri bulmakta, fark etmekte gecikmiş olsam da..!

Sevdiklerimizi, ilgilerimizi çok küçük yaştan keşfedebilsek. Daha fazla yol alabilmek için, daha çok ilerliyebilmek ve daha mutlu olmak için..

Keşke her birimizin bir rehberi olsa, bize gerçekleri anlatacak bir rehber.  Yanlışları, doğruları bize  zamanında gösterecek birisi olsa yanımızda!  Keşke yanılmadan doğru yolu bir çırpıda bulsak!!


Batya R. Galanti






30 Mart 2021 Salı

Yeni bir ülkeye alışmak


Yıllar evvel, İstanbul'dan tanıdığım bir arkadaşımla Israel'de görüşmeye başlamıştık. Benim gibi buraya aynı senelerde göç etmiş, karısını burada tanımış evlenmiş bir çocukluk arkadaşımdı bu. Arada. bir de birbirimize çok yakın oturduğumuzu farkedince sık sık biraraya gelmeye başlamıştık. ( Adres değiştirdikleri günler gelene dek ) . Oğlumun yeni doğduğu zamanlardı, onların da yeni bebekleri olmuştu. Çok güzel bir oğlan çocuğuydu bu.  Birinci yaşını doldurduğu gün, bir Cumartesiydi anımsıyorum.  Çok küçük bir doğum günü partisi yapmışlardı. En yakın dostlarını çağırmışlardı evlerine. Sanırım o gün onların evine ben sadece Gal'le gitmiştim. Ve biraz sönük bir ortamda gerçekleşen. en fazla beş altı kişilik buluşmamızda. oturduğum yerde tanıştığım bir çiftle beraber uzun seneler önce Büyükada' dan tanıdığım genç bir adam gelmişti. Hiç bir samimiyetim olmadığı bu genç adamı sadece görüşten tanıyordum.  

O gün tabi bir kaç Olim Hadaşim yani yeni göçmenler biraraya gelince konu yine klasik bir mevzuya gelmişti. Israel'e neden göç ettiklerinden bahsediyordu insanlar. Hangi sebeplerden buradaydık.

Gerçeği kabul etmek gerekirse, yaşadıkları yerde mutlu olan insanlar kolay kolay alıştıkları düzenlerini, işlerini, evlerini bırakıpta başka bir ülkeye göç etmezler. Genelde insanların maddi ya da manevi bir sıkıntıları vardır. Bir Yahudi de çoğu zaman çok fazla Siyonist olduğu için gelmez Israel'e.  Eğer daha çok genç ve idealist değilse tabi.

Evli ve belli bir kariyer sahibiyseniz bunun çok ötesinde sebepler vardır çoğu zaman. Bunlar yaşadığınız ülkede kendinizi artık güvencede hissetmemekten başlayıp, ekonomik ve sosyal problemler olarak değişir.

Zaman  zaman dünyanın belli ülkelerinden çok genç bir nüfusun, dini ve idealist kimi görüşlerin arkasından. buralara hissettikleri bir özel bağın neticesi kendilerini Ortadoğu'nun bu biraz daha feragat gerektiren, daha karmaşık ortamının tam içinde bir yerlerde kurulmuş ülkeye gelip yerleşmek için o istisnai şevki duyarlar. Bu gerçekten bir insana duyulan koşulsuz şartsız aşka benzer. Bu insanlar bu ülkeye bir insana duyulan gözü kapalı aşıklar misali bir bağ duyarlar. Türk Yahudileriyse geçirdikleri tarihle birlikte sanırım, yeterince Siyonist olacak birikime sahip olmadılar.

Bunun  ilk sebeplerinden biri, mesela Osmanlı Döneminde, özel vergilendirmelere tabi tutulmalarının dışında, Avrupa'da yaşanılan boyutlarda olayları yaşamamış olmaları olabilir. Cumhuriyet döneminin ileriki yıllarında ise ekonomik olarak hayat seviyeleri yükselen cemaatimiz, bundan sonra da genel olarak Israel'i çok fazla idealize etmediler. Bazı inişli çıkışlı dönemlerde hep bir takım insanlar orayı bıraktılarsa da Erdoğan dönemine kadar, cemiyetin yeterince büyük bir kısmı hala orada kalmayı tercih ettiler. Taa ki, Sinagogları hedef alan saldırılar artana kadar, Taa ki Devletin büyüğü dikek olarak Yahudi Cemiyetini tehtid etmeye başladığı günler gelene kadar. Ta ki, ülkede İmam Hatip'ten başka çocuklarını gönderebilecekleri okullar kalmayana kadar. Taa ki insanların alım gücü neredeyse sıfırlanana kadar.

Arkadaşımın küçük oğlunun doğum gününde görüştüğümüz insanlarsa daha bugünlere gelmeden orayı bırakanlardandılar. İşleri yürümeyen kimi diğer insanlar gibi çaresizlikten gelenlerdendiler. Sanırım aralarında bir tek ben bu ülkeye duyduğum romantik bağ 😵 yüzünden buradaydım.

Kendisini görüşten tanıdığım, duruşuyla ve konuşmasıyla gayet efendi bir insan olan adamın suratsız annesi hemen lafa girmişti; "Babamız hayatta olsaydı bizim ne işimiz vardı buralarda !"derken. Ülkenin bulunduğu durumdan bir kabahati varmış gibi bir his veriyordu insana. Bir kadın ayrıca kocasını "babamız" diye çağırıyorsa demek ki eşini kendisine tamamen bir dayanak olarak almıştı. Ve dayanağını kaybettiği gün çaresizlikle buranın yolunu tutmuştu.

Ondan şikayet bundan şikayet derken. Bana çok yakın oturan diğer komşu çiftin kocası; "Burada doğru dürüst doktor mu var?! "deyiverdi birden! Ben adamın suratına bakakaldım o an. Birincisi, kendi anneannesini Türkiye'den ameliyat ettirtmek için getirdiklerini biliyordum. Yaşlı kadına, Türkiye'de kalbi için yapılacak bir şey yok diyerek doktorlar kadını kaderine terketmişlerdi. Bunun üzerine onu buraya getirtip, vatandaşlık aldırtarak ameliyat ettirip kadını sağlıklı bir şekilde tekrar geri gönderen insanların bunu söylemeleri tepemi attırmıştı. Efendim, burada doktor senin yüzüne bakmıyor bile diyordu.  Bilgisayardan yüzünü kaldırmıyormuş doktorlar! diye şikayet ediyordu adam. Hayatımda en zoruma giden şey, insanların bile bile haksızlık yapmalarıdır.

Türkiye'de insanlar özel doktorlara gitmeye alışkındılar. Devlet hastanesine güven duymanız mümkün değildi. Herşey parayla dönüyordu. Bu iş bugüne kadar böyledir orada. Sonra eskiden herşey doktorun özel muayenesiyle yapılırdı. Doktor hastayı bizzat muayene ederdi. Şimdi, bilgisayara bakıyor çünkü sizin bütün verileriniz, bütün bilgileriniz bilgisayarda kayıtlı. Ve size teşhis koymak için sizi testler yapmaya gönderiyor doktorlar. Bugün doktor sizin yüzünüze niye baksın?  Yüzünüze bakıp ne görecek?

Onlar bütün bir halkı kapsayan Kupat Holim sistemini anlamıyorlar. Parayla gittikleri doktorun itinasını özlüyor gelen göçmenler. Tek bir doktora güvenerek, onun gözetiminde olmak istiyorlar. Onu her saat arayabilmek,. Sizin cebinizden paranızı alsa da, her muhayene için on ton para vermek onlara daha normal geliyor.

Burada doktorun çalışma saatleri olduğunu ve o saatlerin dışında Kupat Holim'in acil bölümünü arayabilecekleri ve oraya gidebilecekleri gerçeği tatmin etmiyor göçmenleri! Benim doktorum beni her an her saatte kabul ederdi diyorlar. Çünkü Türkiye'de sadece parası olan kendi hayatını kurtarmak lüksüne sahipti ve onlara bu normal geliyor. Peki toplumun sadece küçücük bir yüzdesi kral gibi yaşasın gerisi gebersin mi? Burada size bakan doktor, herkese hizmet vermekle yükümlüdür. Doktor sadece parayla satın aldığınız bir malınız gibi değildir. Aynı doktor özel ücretle de bakabilse de esas görevi devlet hastanesinde herkese hizmet vermektir.

Kupat Holim sistemi herkesi kapsar. Buna göre, Türkiye'de kimse aşı olamamışken Israel'de toplumun büyük bir bölümü kendi Kupat Holim'ine gidip aşısını çoktan oldu. Bunu göremiyorlarsa bu insanlar buradaki sistemin nasıl iyi yürüdüğünü ve özel yerine tümü kapsayan bir sağlık sisteminin ne kadar daha büyük bir güvence olduğunu kavrayamamışlardır demek.

Özel Hastanelerde paralarını soyan doktorlar tarafından terkedilmiş hastaları da duyduğum Türkiye'de en iyi doktorlar, en iyi profesörler sadece özel hastanelerde belli bir kitleye sağlık hizmeti veriyorlar.  Ve bu sistem sadece kimileri memnun ederken  ve egosunu da tatmin ediyor belki. Ancak akıllıca olan, herkes gibi olmaya alışırken, devletin paralı ve parasız tüm halkla beraber sizin de güvenceniz olduğunu anlamaktır. 

Yeni bir ülkeye alışmak kolay değil, yeni bir ülkeye, herşeyin farklı yürüdüğü yeni bir sisteme. İnsanlara ve ortama. Bazen, bazı şeylere seneler geçse de alışamayabilirsiniz. Ancak tüm artılar ve eksilere baktığınızda çıkan sonuç önemlidir. Gerisiyse boştur.


Batya R. Galanti












k s

28 Mart 2021 Pazar

Türkiye'de andımızı kaldırdıkları günlerde, bu konudaki düşündüklerimi paylaştığım satırlarda bahsettiğim yazıyı yayınlıyorum kendi blogumda. Sanırım 2013'te yazmıştım bu makaleyi. Annemin 1940'ların başlarında, ilkokul hayatı içinde yaşadığı kimi anılarından ufak bir kesit bu. Fatma Öğretmen! Kötülüğün içinde hep varolan kimi iyileri hiç unutmamak adına!

  FATMA ÖĞRETMEN


II. Dünya Savaşı Avrupa'da çağlar boyu süren antisemitizmin doruğa ulaştığı yıllardı...Tarih boyu bir çok kez pogromlara, katliamlara, sınır dışı edilmelere maruz kalan Avrupa Yahudileri bu kez olabilecek en kötü senaryoyu yaşıyorlardı.
1939-1945 yılları arasında Avrupa'da Yahudi nüfusunun üçte ikisinden fazlasi yok edilecekti. 
Türk Yahudi cemaati yaşanan olaylardan haberdar olmasına ve savaşın kendi sınırlarına kadar dayanmasına rağmen çaresiz normal hayatını  sürdürmeye gayret ediyordu.
Savaşın getirdiği ekonomik ve sosyal zorluklar da ayrıca toplumu eziyordu.. Karartma geceleri. karneye bağlanan ekmek ve zorla karnı doyan aileler coğunluktaydı. Yine de Türkiye'nin tarafsiz politikasi belki de Türk Yahudilerinin akibetini değiştiren tek şey olmuştu.
1923'te kurulan genç Türk Cumhuriyeti'nin savaş yıllarında Avrupa'daki Milliyetçilik akımlarının etkisi altında olduğu gerçeği de yadsınamazdı.
Atatürk'ün kurduğu yeni Türk Cumhuriyeti'nin temel beslendiği unsurlar, laiklik ve Türk nasyonalizmiydi; Osmanlının yıkıntıları içinden kurulan devletin ana temel ilkeleri bunlardı. Kendi içindeki etnik ve dini grupları da bu çerçevede bakan bu tek partili dönemin yöneticileri Türklük kavramını güçlendirmek, tek dil ve tek kültür içinde bir toplum yaratmanın hayaliyle hareket ediyordu.
işte tam da böyle hassas bir dönemde dünyaya gelen anne babamın zihninde yer eden yahudi imajı çok rahat ve huzurlu bir çocukluğun hatıralarını oluşturmamıştı. Herşeye rağmen Avrupa'da yaşananlarla mukayese edildiğinde cok şanslı sayılabilecek olan Türk Yahudi Cemaatinin diğer taraftan horgörünün hayatlarının bir parçası olduğu bu dönem içinde vuku bulan olayları zihinlerinden silmeleri mümkün olmadı.
Tarih boyu zorunlu bir göçebe hayatı yaşamak zorunda bırakılan yahudiler yerleştikleri yerlerde kendilerine kıyı, liman, hudut şehrin çıkışına yakın yerleri mekan olarak seçtiler, kimileri de mecburen  seçmek durumunda kaldılar. Yıllar öncesi İstanbul'unda da durum böyleydi. Çoğu kıyı semtlerde yaşayan yahudiler buralarda adeta getolaşmışlardı. Kuzkuncuk, Balat, Hasköy, Galata, Ortaköy İstanbul'da yahudilerin yaşadıkları ana yerlerdi.
Benim annem de Ortaköy'de doğdu ve büyüdü. Bana ben boğaz çocuğuyum der. Boğazın, denizin sevdalısı insanlardır buralarda dünyaya gelenler. Bu başka bir bağdır. 
1930'larda Ortaköy farklı etnik grupları, farklı dinleri ve aynı dinden gelen farklı sınıftaki insanları toplamış bir İstanbul semti idi.
Çoğu iki katıl tahta ya da cumbalı kargir evlerde yaşayan insanlar komşulukların akrabalığa dönüştüğü içiçe geçen hayatları paylaşırlardı..
Çarşı'da daha o zamanlar varlıklarını koruyan esnaf, manav, bakkal, eczane ve bilimum iş sahalarında çalışan yahudiler, ermeniler ve rumlar birlikte aynı köyün ahalisiydiler; çoğu birbirlerinin lisanlarını konuşmayı bilirdi, hatta sadece konuşmak değil benim dedem gibi bir çokları farklı lisanlarda okuyup yazacak kadar bilgeleşmişlerdi.
Ortaköy'de, Cami, Sinagog ve Kilise o zamanki Ortaköy mozaiğini en güzel aksettiren yakınlıktadır.
Ben ufakken,  okul dönüşü mutfağımızdaki küçük masada annemden sıkça duyardım onun çocukluğuna ait hikayeleri..
"O yıllarda Yahudilerin başka vatanı yoktu; Türk topraklarında doğduğumuz için bu toprakları benimsemiştik.  Zaman zaman bize karşı sarfedilen aşağılayıcı kelimelere rağmen İstiklâl Marşı söylendiğinde gözlerim yaşarırdı.
Türk'üm doğruyum çalışkanım andıyla başlayan her öğrenim gününde ağzından çıkan kelimelerde kimliğindeki farkı pek düşünmeden herkesle birlikte aynı coşkuyu hissetmekti belki de.. Aidiyet önemlidir insan için, bir toprağa, bir vatana bir halka bir millete bir topluma ait olmak, onun bir parçası hissetmek. Fakat zaman zaman ne kadar bütünün bir parçası olduğunuza inanmaya çalışsanız da, size bunun doğru olmadığını hatırlatan olaylar olur.
Tek dil, tek ulus, tek kültür fikrinin devlet büyüklerinin, düşünürlerin ve yazarların arasında gördüğü destekle birlikte tek partili dönemin diger azınlıklar ve yahudiler için hiç huzurlu sayılmayacak bir baskı dönemini işaret eden yıllardı .
Bir taraftan doğduğu toprağa karşı duyduğu bağlılık, sevgi, başka bir yer başka bir vatan tanımadığı bu yerlere hissettiği yakınlık annemin yaşadığı en derin hislerdi belki de.
Okul yolunda her sabah soket çorapları, üzerinde beyaz yakalı siyah önlüğüyle kocaman kurdeleli (!) başını geri geri çevirip arkasında kalan boğaz manzarasını içine sindirmeye doyamayan küçük bir kız; kışın karda beyaza bürünmüş ağaçların arasında giderken, yine baharda çiçeklenmiş Portakal yokuşunu çıkarken gittiği okulu aynı ikilemi yaşatmış her adımda; bir yanda okul sevgisi, bağlılık diğer yanda kuşku ve kimi zaman en derin korkuları..
Üçüncü sınıfa geldiğinde vatan dediği bu toprakta yaşadığı en zor yıllardan biriydi annem için.
O seneki sınıf öğretmenleri olan Hacer Ögretmeni ömrü boyunca unutamadı.
Ögretmenin dilinden düşürmediği " Pis yahudi kızı " cümlesiyle sadece kendi içindeki nefreti kusmakla kalmayıp öğrencilerine de bulaştırdığı kin ve ayırımcılık aynı sene annemin her firsatta yanlız hocasından değil, sınıfta kala kala bıyıkları terlemeye başlamış koca çocuklardan sıra dayağı yemesinin de önünü açmıştı. O güne dek özlem ve hevesle katettiği okul yolu adeta bir tuzağa dönüşmüştü.
Elinde çantası okula yaklaştığı zaman bir çok sabah bir iki çocuğun bir anda üzerine çullanıp onu yere iterek hakaretlerle karnına attıkları tekmelerin ağrısı bugüne dek yüreğindedir. O çocukların içlerindeki nefretin kaynağı neydi? Kendileri o küçük kıza neden vurduklarını biliyorlar mıydı? Sanırım hayır sadece nefret etmeleri gerektiğine inandırılmışlardı.
Annemin okulda tanıdığı bir başka Yahudi kız çocuğu daha tahminen onunla benzer bir kaderi paylaşıyordu. Her gün kızlar tuvaletinde rastladığı, zayıf uzun boylu,  soluk yüzlü kız tenefüsün sonuna kadar saklandığı kapı arkasından çıkmazmış hiç.  Sebebini annem bilmemiş fakat birinden bir şeylerden gizlendiği açıktı.
Bir gün bir olay olmuş sınıfta. Oturduğu yerde yanındaki çocuğun yanlışlıkla mürekkebi devirmesiyle öğretmeni çok hiddetlenmiş.  Annemi yanına çağırırken ona her zamanki gibi bağırarak; " Buraya gel pis yahudi kızı" demiş.  Yanındaki çocuk korkusundan sesini çıkarmayınca mürekkebin dökülmesine hiddetlenen öğretmen annemin sırtında bir metrelik tahta cetveli ikiye bölmüştü.
Ertesi gün okula konuşmaya gelmek isteyen annesi ve teyzesini de kılık kıyafetlerinden yahudi olduklarını anlamış olsa gereken koca koca çocuklar okulun kapısından içeri giremeden taşlayarak geri göndermişlerdi 
Ödevlerini yapmadan sokağa inmeyen annem Hacer Öğretmen tarafından aynı yıl sınıfta bırakıldı.
Hayatında yaşadığı en büyük travmaydı Hacer öğretmen ve onunla gelen nefret dalgası. Bir anda doğup büyüdüğü topluma uzak kalmak ve nefretle itilmekti yaşadığı.
Sınıfta kaldığı senenin sonunda annemin tekrar etmesi gerektiği üçüncü sınıf öğretmeninin kim olacağına dair duyduğu isim annemi korku içinde titretmeye yetmişti.  Fatma Öğretmen; okulun en korkulan hocasıydı. Yine elinde kocaman bir cetvelle dolaşan, uzun boylu iri yarı bir kadındı bu. Otoritesini sadece duruşunda bile hissetmek mümkün olan bu kadın okulun en azılı çocuklarını bile dize getiren bir kişiydi.
Korku ve hüzün dolu annem kendini yeni bir mücadeleye hazırlıyordu adeta.
Öğrenim yılının ilk günü gelip çattığında kalbi küt küt çarpan küçük kız sırasında korku içinde bekliyordu.
Fatma öğretmen simsiyah saçları yemyeşil gözlerindeki sert bakışlarıyla sınıfa girdiğinde onu bekleyen şeyin ne olduğunu annem hiç bilmiyordu.
Aslında Fatma Öğretmenin o sert duruşunun altında bambaşka bir kişilik yatıyordu.
Sınıfta verdiği problemleri bir çırpıda çözen annemin yanına yaklaşarak defterindeki sayılara bir göz attıktan sonra " Aferin çocuğum dedi" ve ardından Ismin ne? diye sordu ona. Annem ürkek;  "Suzi" .. "Peki evladım matematikte olduğun kadar coğrafya'da ve diğer derslerde de iyimisin ? ".. Annem başını evet der gibi sallayınca, bir iki soru da diğer konulardan sorduktan sonra Öğretmen şaşkın " Allah Allah! " Evladım öğretmen seni neden sınıfta bıraktı?.. " Bilmiyorum.... Hacer Öğretmenmiydi hocan? .. Evet...
 " Anladım..."
 Aradan geçen günlerde Fatma Öğretmen çocuklardan bir tanesinin anneme " Pis Yahudi " dediğini duydu Işte o an o talebeyi yanına çağırdı : Aç elini " ; çocuğun iki eline de hızla cetveliyle vurduktan sonra,  " Bu sınıfta bir daha bu lafı herhangi birinizin ağzından duyarsam bu gördüğünüz cetveli üzerinizde paramparça yaparım, bunu bilin, hepimiz bu milletin evladıyız, kimsenin kimseye böyle sözler söylemesine izin vermeyeceğim!
Fatma Öğretmen senenin ilk bir kaç gününün ardından annemin hangi sebeplerden sınıfta kaldığını anlamıştı ve yanına gelerek; " Evladım senin öcünü ben alacağım hiç merak etme " dedikten sonra ertesi gün sınıfa çağırdığı tüm öğretmenlerin önünde Hacer öğretmenin yaptığı ayırımcılığı ve derslerinde mükemmel bir talebe olan küçücük bir kızı salt yahudi olduğu için sınıfta bırakmış olduğunu herkesin önünde yüzüne karşı haykırmıştı. Kısa bir süre sonra da Hacer Öğretmenin okuldan uzaklaştırılmasını sağlamıştı.
Fatma Öğretmen tüm bunlarla birlikte anneme önemli görevler vermişti; sınıftaki kocaman oğlanlara tenefüslerde matematik öğretmek görevi artık annemindi. Kısa bir süre öncesine kadar annemi dövmek için önünü kesen o problemli çocukların küçük öğretmenleri olmuştu.  Okuldan sonra yine öğretmenin evinde kendi kızkardeşiyle oynamaya dahi gitmeye başlamıştı.
Fatma Öğretmenin tek gayesi vardı annemin geçirdiği travmayı elinden geldiğince atlatmasına yardımcı olmak ve kaybettiği özgüvenini yeniden ona kazandırmak. Ve bunu başarmıştı. Annem yeniden doğmuş gibi mutluydu. Derslerinde daha da parlak bir talebe olmuş okula tekrar severek sevinerek gitmeğe başlamıştı.
Yıllardan sonra ben bir genc kızken bir gün annem okuduğu gazeteden büyük bir heyecanla başını kaldırarak bağırmıştı; İşte Fatma Öğretmen. " Nerede? dedim " Bak gazetede,  bu o!.  Fatma Öğretmen yıllar sonra bir gence böbreğini bağışladığı için gazeteye çıkmıştı.
Annem heyecandan ağlamaya başlamıştı. Ne mutlu ki haber içinde Fatma Öğretmenin oturduğu Öğretmenler Sitesinin telefon numarası da eklenmişti ve annem onu aramıştı.  Yıllardan sonra o çok şey borçlu olduğu insanla konuşmak ve teşekkür etmek için. Fatma Öğretmen ise annemi hemen hatırlamıştı. Fatma Öğretmen kocaman bir nefretin ide varolmaya devam eden sevginin, umudun ve iyinin sembolüydü!


Batya R. Galanti
 

25 Mart 2021 Perşembe

Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Israel'i İnsan Hakları İhlaliyle suçladı. 


Bundan yıllar evvel bir video klibi seyrettim. Lüks bir Arap evinin bahçesinde yapılan bir kutlamadan küçücük bir kesitti bu. Tüm video belki bir iki dakika sürüyordu.  Galabiyalar içindeki araplar müzikle alkışlarla, büyük bir eğlence havasındalar . Arada kamera küçük bir çocuğa yönelirken, çocuk etrafında havaya ateş eden erkekler gibi yanındaki adamın beline yetişen minicik eliyle kemere iliştirilmiş silahı alıp tetiğe bastığı gibi adamı göbeğinden hedef alıyor. ( istemeden ) . Ve o an video çekimi bitiyor

Şimdi nereden çıktı bu? Mevzuya geleceğim....

Kızım, Hebron'da hizmet verdiği iki sene içinde hiç olmadığı kadar silah sesi duydu. Bulunduğu askeri üssün yakınında her gece silahlar patlıyordu.  Arap Kültüründe silahın yeri tartışılmaz.  Sevinçte, üzüntüde ve intikamın olduğu her yerde silah var. Daha önceki yazılarımdan birinde bundan bahsetmiştim. Kızımın bulunduğu noktadan, yani askeri üssü çevreleyen duvarın yaklaşık bir kilometre ötesindeki bir evin bahçesindeki bir düğünü cep telefonuyla görüntülemişti Danielle. Bu düğünde büyük bir neşe vardı. Kadınlar olabildiğince süslenmişler, insanlar coşkuluydular.  Ve o coşkunun orta yerinde belindeki silahları havaya doğrultan erkekler kurşunları havaya sıkarken de çok keyifliydiler. Bu onların sevinçlerini ortaya koydukları bir yoldu. Kurşunun sekip birisini yaraladığını ya da öldürdüğünü hiç mi düşünmezlerdi bunlar?  Bu tip durumlarda belkide kader deyip geçiyor olabilirler.

Bundan kırk sene evvel eşim Batı Şeria'dan Israel tarafına giren arabaları kontrol etmek için güvenlik noktasında askeri hizmetteydi. Kimi zaman otomobilin bagajını arayıp herhangi bir silah ya da patlayıcı olup olmadığını kontrol ettiğimde kocaman, kapkalın tahta sopalar gördüğüm olurdu; " bu sopa nedir?"  diye sorduğumda genç Filistinlilere ;  "Düğüne gidiyoruz, gerekirse yanımızda bulunsun diye alıyoruz !"  şeklinde cevap verirlermiş. 

Şiddet toplumun doğal bir parçası olduğunda standartlar değişmeye başlıyor.

Hevron'da bazen sevinçten, bazen kıskançlıktan, bazen karşılıklı grupların kuvvet savaşı içinde her gece kurşunlar gecenin karanliginda sanki gökten kayan yıldızlar gibi, ateş böcekleri gibi işaretler çizdiklerine şahit olursunuz. Her gece içlerinden birileri vururlar ya vurulurlar. Ölenler, yaralananlar...bitmeyen bir kan gölüdür bu. Kaybettiklerinin farkinda olmayan insanlar var dunyanin kimi yerlerinde.

Bu son yıllarda Israel sınırları içindeki Arap Köylerinde, Israel merkezindeki kimi Arap nüfusun ağırlıkta olduğu şehirlerde de gittikçe artan bir şiddet sorunu mevcut. Geçen hafta Israel'in Kuzeyíndeki Arap yerleşimlerinden birinde yine 15 yaşlarında iki Arap genç Pizzacı'dan satın aldıkları pizzayı yerlerken yanlarına yaklaşan kimliği belirsiz kişilerce silahla vuruldular. Sanırım yine bir iç hesaplaşmanın kurbanları oldu bu iki gençte. Sık sık meydana gelen cinayetlerden sadece bir örnek veriyorum ben. Biri ağır yaralanırken diğeri olay yerinde öldü. Hiç bir günahı olmayan iki genç yanlış hedef olmanın bedelini ödediler. Özellikle hayatını kaybeden 15 yaşında olan çocuk!!

Senelerdir kendilerini Israel Meclisinde temsil eden Arap Politikacıların onların haklarını savunmaktan bahsederlerken , öncelikle kendi içlerindeki şiddeti durdurmakta bile yetersiz kaldıkları için üzerlerine büyük tepki çekmeye devam ediyorlar.

Israel'deki Arap Halkı seçtikleri liderlere karşı tepkililer. Bu yüzden son seçimlerde oy kullanma oranının en düşük olduğu kesim Israel'in Arap vatandaşlarıdır. Kendi içlerindeki şiddetle yaşamakta zorlanan Araplar. Kendi Kültür yapılarının sonuçlarından en çok kendileri çeken bir millet.

..................................

Geçtiğimiz haftalarda Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Israel'i İnsan Hakları İhlaliyle suçladı. Son olarak Cenevre'de biraraya gelen ülkeler bu suçlamanın ardından, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi  tarafından  Israel'e karşı oluşturulan yeni iddialarla birlikte, Israel'e Silah Ambargosu konulması doğrultusunda yeni  bir önerge sundu. Önerge içlerinde  Almanya, Hollanda, Fransa, Danimarka ve Polonya gibi beş Avrupa ülkesi dahil olmak üzere 32 ülke tarafından kabul edildi.

Israel'in Filistinlilere, İnsan Haklarını ihlal edecek şekilde davranmasının önünü açacak silahları kullanmasına karşı olan bu önergeye ilk kez, son dönem Israel'le dostluk kuran bir Körfez Ülkesi  olan Bahreyn oylamaya katılmayarak,  Hindistan, Çek Cumhuriyeti, Bahamalar, Nepal, İngiltere ve Marshall Adaları gibi çekimser oy kullanan diğer ülkelerin yanında, bu karara karşı sessiz kalmayı tercih etmiştir.

Bugüne dek Israel'e karşı oy kullanmamayı tercih eden Avrupa Ülkeleri, iddialara son eklenen belgelerle birlikte bu defa Israel'e karşı oy kullandılar .

Israel'in Cenevre'deki Temsilcisi Meirav Shahar, Avrupa'ya; Bu kararı nasıl adil ve uygun gördüklerine şaştığını söyledi.

Öncelikle Hamas'ın adının bile geçmediği bir belgede sadece tek tarafı suçlamanın nesi adil olabilir? Tüm suçlamaları tek bir tarafa yüklerken, karşı tarafın olaylardaki sorumluluklarını görmezden gelen bir kararın nesi adil olabilir?

2014'teki Gazze operasyonu sırasında Türkiye'de Milliyet Gazetesi, iki belge değerindeki resmi biraraya getirerek, Israel zulmünü ortaya koymak adına bir paylaşım yapmıştı. Sağ tarafta Nazi askerinin doğrultuğu tüfeğin önünde elleri havada, korkuyla duran bir çocuk. sol resimdeyse Israel askerinin önünde yine elleri havaya kalkmış şekilde duran bir Filistinli gençti. Ve tabi ortaya konulan klasik karşılaştırma ortadaydı.  Yahudilerin Soykırım'da gördükleri işkencelerin aynısını bugün Israel Filistinlilere uyguluyordu . 

Ancak bu resimlerde saklanan önemli gerçekse. sol tarafta, paltosuyla, gömleğini çıkartması beklenen 15 yaşındaki Filistinli çocuğun üzerinden çıkan bombaydı. Sol resimdeki çocuk bir canlı bombayken, sağ resimdeki ufaklık evinden, yatağından ölüme götürülen. kimseye zararı olmayan gerçek bir masumdu.

Dünya standartlarına göre 18 yaşının altındaki bir çocuğun silahla üzerini soymasını beklediğinizde siz zulüm yapmakla suçlanırsınız . Ancak, aynı çocuğun üzerinde bomba yüklü bir kemer koyup, masum insanları hedef almak için kullananları ağıza almayan standartlar adil olmaktan bir hayli uzaktırlar.

Israel Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Temsilcisi Shahar, iki millet arasında yaşanan çatışmalarda. Hamas'ı bir kez bile ağzına almayan, olayların  geçtiği yerde yaşanan gerçeklere doğru noktadan bakmayan ve savaş suçlarını sadece belli bir tarafa yüklemeye çalışan ülkelerin adil bir barış için yapılacak görüşmelerde dürüst olmalarını beklemek mümkün değildir demiş.


Batya R. Galanti