26 Ocak 2021 Salı

En büyük sorunsa yaşadıkları topraklarda onlara yer olmadığında karar kılan kocaman uluslararası cemiyetin karşısında olmaları..

Şomron'daki cinayet ne ilki ne de sonuncusu


Geçtiğimiz ay Şomron 'un  Kuzeyi'nde Tal Menaşe  ismindeki Yahudi Yerleşim yeri'nde  ( Uluslararası Hukuka göre, işgal topraklarında )  faili meçhul bir cinayet işlendi.

Yehuda ve Şomron 'da bu tip bir cinayet ilk kez işlenmiyor.

Tüm güvenlik önlemlerine rağmen bu bölge'de yaşayan insanlar her an bu tip saldırıların hedefinde  olduklarının farkındalar.

Bu insanlar bir yerde kendi kaderlerini kendileri çizerlerken hayatlarını riske atmanın o çok inandıkları Tora' ya göre nasıl bir anlam taşıdığını da bilirler mi acaba? 

Bu ayrıca tartışılacak bir mevzudur mutlaka!

Bu cinayet bana bundan bir kaç yıl evvel üst üste, bu bölgede acımasızca öldürülen çocukları da anımsattı.

2016'da  13 yaşındaki Hallel Yaffa Ariel ( Z"L ) yatağında uyurken,  evine pencere'den giren teröristin sayısız bıçak darbeleriyle katledilmişti.


Israel merkezini Yehuda ve Şomron' a bağlayan yollarda sık sık Israel arabalarını hedef alanların sebep oldukları cinayetlerde çok çocuk öldü bugüne dek...

Geçen ayki cinayet te ilk haber  olduğunda.."faili meçhul"dendi fakat bu cinayetin de sebebi ilk başından belliydi.


Çok zaman geçmeden  milliyetçi akımların etkisinde yapılmış bir eylem olduğu ( Israel'de bu tip teror eylemlerini bu şekilde tabir ediyorlar genelde ) ortaya çıktı.

Altı çocuk annesi, dindar bir kadın Esther Horgen..

Bu bölge'de ikamet eden bir çok Yahudi gibi.

Resimleri yayınlandı media'da.

Hayatı seven, insanlara yardıma koşan, dürüst ve iyi bir kadındı diye nitelediler onu.

Zaman zaman kendi kendine doğaya çekilmeyi severdi diye anlattı birileri.

Ormanlık alanda yürüyüş yaparmış..

Meditasyon ve yoga gibi şeylerden hoşlanıyormuş..

Bu bölge her ne kadar, doğal ortamı ve sakinliğiyle insanı kendine çekse de aynı çevrede Yahudi Yerleşimcilerin varlığına karşı olan bir halk  olduğunu unutmak mümkün mü?

Böylece Esther'in gezindiği orman yerine yakın bir köyden ( Tura Al Gharbiya'dan ) gelen bir Arap,  kadını tek başına gördüğü an hiç düşünmeden saldırıya geçmiş.

Yerdeki kayalardan birini eline aldığı gibi kadının başına defalarca vurarak öldürmüş onu.

Günler sonra Shin Beth'in aramaları sonunda, Muhammad Muhr Kabha ele geçirildi.

Daha evvel yine güvenlik birimleri tarafından tutuklanmış bir eski suçluymuş Muhammad.


Bu defaki cinayetinin sebebi, geçtiğimiz aylarda yine Israel Güvenlik birimleri tarafından yakalanmış başka bir terör zanlısı , Filistinli  Kamel Abu Waer'in Israel hapishanesi'nde kanserden ölümünün intikamı imiş.

Israelín merkezinde yaşamaktansa bu yerleri kendilerine yuva seçenlerin çoğu "idealist" ( Tabi kimine göre idealist olan başkasına göre birer işgalci )

Kimileriyse bazı açılardan daha rahat, daha huzurlu bir yaşam arayışındaki insanlar. 

Bazılarının Tanrı'ya yaklaşım biçimleriyse  bizlerden değişik.

Kendi seçimleri her ne olursa Kutsal gücün onları koruyacağına inanan kişiler bir çoğu...

Kendilerini uçurumdan atarken o kuvvetin hala onları koruyacağına inanacak kadar büyük bir teslimiyet içindeki insanlar bunlar

Onlar için Israel'in 3000 yıllık rüyasını gerçekleştirmenin tek yolu buralara yerleşecek Yahudilerle gelişip büyüyecek bir yaşam.. Tora'da, tarihte nasıl yazılıysa..

Yeniden başlamak!

Maşiah'ın  gelmesi için tamamlanması gereken koşullardan biri de bu..

Bu topraklara dönüş!

İnsan bir şeye inanmaya görsün! Kimse, hiç bir kural, hiç bir yasa hiç bir Uluslararası güç önlerinde duramaz. Kimsenin!!

Diğer taraftan Israel Hükümetinin, tabii ki sağ ve orta sağ tüm hükümetlerin desteklediği bir "Yerleşim Politikası "bu.

Sadece Tanah, din, Tanrı, Maşiah ve gerisi değil..

Bugün yaşayan Israel'in güvenliği için Israel'in sınırlarını kalkan gibi koruyacak yerleşimler bunlar..

Barışı isteyenlerin hayallerini yıkan yerleşimler.'

Uluslararası Arena'da zayıfın yanında olduğuna inananlara karşı duran yerleşimler..

Bir tarafta birileri diğer taraftan bir diğerleri.

Bu insanların bu manevi ruhu,  bir yerde bu şartsız  koşulsuz inanç Israel'in kalkanı aslında.

Bu manevi güçle bu ülkeye farkında olmadan siper olanların kendilerini feda etmeleridir sanki.

Bu insanlar bu topraklarda yaşayan bir diğerlerinin koruyucu melekleri gibiler bir yerde..

Çoğunun  büyük, kocaman aileleri, bir sürü çocukları var.

Çocuklarını  Yahudi mistisizminin ışığında büyüten, bambaşka bir felsefe ile hayata bakan tipler.

Bağlarda, bahçelerde çoğu zaman yalınayak gezen çocuklarının diğer komşularla aralarında hiç bir ayrım olmayan büyük bir aile niteliğinde, ortak bir yaşamı paylaşan yerleşimciler..

Kendi sebzelerini yetiştiren, kendi iş yerlerinde çalışan ve din ve geleneklerin dışında çok fazla şeye yer bırakmayan sessiz bir hayat süren insanlar.

En büyük sorunsa bunu yaşadıkları topraklarda onlara yer olmadığında karar kılan kocaman uluslararası cemiyetin karşısında olmaları..

Tüm bu sükunet, kocaman bir karşı duruşla çatışma halinde..

Tüm bu sessizlik ve huzur arayışı, Tanah'ın peşinde inancını yaşamak isteyenlerin karşısında başka insanların da aynı topraklarda kendilerine bir yaşam arayışında olmaları...

Koca bir dünya'da iki millet küçücük bir toprakta bitmeyen bir kavgada

---------------------

Muhammad Abu Waer'in tutuklanmasının ardından Mahmud Abbas, bir kadın katilinin ailesine, her zamanki gibi maaş bağlamayı ihmal etmemiş..

Her ay onun gibi Yahudi katillerinin ailelerine binlerce şekel aylık ücret veriyor Batı Şeria'daki Hükümet.

Uluslararası Yardımları doğru yerlerde kullanmak her zaman önemli (!)

Bu arada Strasburg'da BDS son günlerde yeniden Israel mallarını boykot için görev başındaymış...



Batya R. GALANTI 








22 Ocak 2021 Cuma

Karşılıklı tolerans!!


Nerede olursa olsun karşıma çıkıyorlar,  farklı düşündükleri için birbirlerini düşman görenler ve kavgaya tutuşanlar.  Israel'de, Türkiye'de, Amerika'da! Tüm dünya'da!!

Her yerde insanlar farklı düşünenlerle anlaşmakta zorlanıyorlar. Özellikle de politika'da!

Doğru, bizim gibi olmayanı anlamak kolay değildir ama yine de onları en başından düşman ilan etmek ne kadar doğrudur? Kimi Amerikalı arkadaşlarım var.. Son günlerde onların aralarında bu seçim sonrası ne kadar da büyük bir gerilim içinde olduklarını görüyorum Sadece Capitol'ü basanlar değil Amerika'liların hepsi birbirleriyle sürtüşme içinde bu son senelerde.. Aralarındaki kedi fare misali düşmanlıklar açıkça sezilebiliyor.

Neden insanlar birbirlerini anlamak yerine hemen kavga ediyorlar diye düşünüyorum. Politik duruşlar neden insanları bu derece ayrıştırıyor?  Çünkü sanırım politik duruşumuz tüm hayatımızın hatlarını şekillendiren standartları içeriyor. Nasıl bir toplumsal hayat istediğimizi, nasıl bir ülke ve dünya hayal ettiğimizi sectigimiz politik çizgimiz belli ediyor.  Geleceğimizi, hedeflerimizi gerçekleştirebilmemizin yolu kendi duruşumuzu belirleyen politik partiye vereceğimiz desteğimiz oluyor. Mesela daha kapalı bir toplum hayallerimiz varsa eğer Muhafazakar Partiye oyumuzu verirken liberalleri tüm değerlerimizi yıkmakla tehtid eden düşmanlar olarak algılayabiliyoruz.

Halbuki her insan kendi yolunun en doğrusu olduğunu iddia ederken kimse özde başkasına kötülük yapmayı amaçlamıyor. Her insan sadece kendi değerlerine uyan yolu en doğrusu olarak görüyor. (Problem de burada başlıyor. 

Demokrasi ne zaman tehlikeye düşüyor? İdeallerimizde gözümüz körleştiğinde başkalarına olan toleransımızı kaybediyoruz. İşte o zaman tehlikeli sınırlara gelmiş olabiliyoruz. Mesela senelerdir sosyal media'dan tanıdığım kimi ultra liberal arkadaşlarım var. Onların tüm politik görüşlerini ben açıkça biliyorum çünkü onlar liberal duruşlarını saklamıyorlar.  Onlarsa benim daha konservatif fikirlerimi daha az bilirler. Çünkü ben politik tartışmaları böyle yerlere taşımayı çok sevmem. Ancak ben onları oldukları gibi kabul ederim. Çünkü bir çok farklı konularda onlarla aynı düşündüğümü görürüm. Sonuçta sadece belli şeylerde ayrı düştüğüm için onları reddetmek bana mantıklı gelmiyor. Ancak buna karşın kimi liberallerin kendileri gibi düşünmeyenleri  farkettiklerinde nasıl tepki verdiklerine şahit oldum. Tırnaklarını çıkarıp kükremeye başladılar bir anda!! Böyle durumlarda  ben büyük bir ikilem görüyorum. Eğer onlar bu kadar liberallerse o zaman neden  kendilerinden daha muhafazakar fikirlere karşı bu kadar büyük tepki veriyorlar? O zaman nerede bu insanların liberalizmi? Kısmen daha muhafazakar olup liberal insanları oldukları gibi kabul edenler mi yoksa karşılarındakinin kendileri gibi olmadıklarını keşfettiklerinde bir çırpıda düşmanlaşanlar mı daha toleranslılar? Demek hiç bir şey tam olduğu gibi. ya da olması gerektiği gibi değil.

Israel'de de sağ ve sol'un birbirleriyle elektrikli günlerden geçtiğimiz bu dönemde, işimize gelse de gelmese de demokrasinin bize getirdiği sonuçları yeri geldiğinde kabullenmek zorundayız.Seçimlerden çıkacak sonuçlar bizi tatmin eder ya da etmez. Çoğunluğun sözü geçecek. Bunu kabul etmeyenlerin toplumu kaos'a itecek davranışlarıysa kimseye iyilik getirmeyecek.

Hep birlikte yaşamamızın birinci kuralı başka insanların farklı düşünmelerine alışmaktan geçiyor.Farklı düşünmelerine, farklı şeylere inanmalarına.. Hayatı belli bir denge içinde yaşmaya devam edebilmemizin tek yolu ayni toplumda değişik renklerin varolduklari gerçeğiyle yaşamaktan geçiyor. Dilerim bu uyumu korumayı sonunda başarırız.. Israel'de , Türkiye'de , Amerika'da ve tüm dünya'da...


Batya R. GALANTI










21 Ocak 2021 Perşembe

Bu ülkeye gelenler sıfirdan başlamak zorundaydılar.






Geçenlerde anneme sordum,  " Anne, Tant Ceni Israel'den  Türkiye'ye neden geri dönmüştü bir ara?'

1986 senesinde daha 63 yaşında iken Karaciğer Kanseri yüzünden vefaat eden büyük teyzemi öyle çok yakından tanıma fırsatım olmadığı halde onu çok severdim. 

Kimi yazlar bizi ziyarete gelirdi.

Her gelişinde bizimle yaklaşık bir aylık bir zaman geçirirdi. Büyük bir özlem duyduğu kardeşlerini görmek için gelirdi ama esasen Türkiye'ye pek bir bağlılık hissetmezdi o . 

Benimse  ona karşı büyük bir hayranlığım vardı. Sanırım onun kendine özgü o saygınlık yaratan  karakteriydi beni ona bu kadar çeken.  Kocaman, yemyeşil ve hafif çekik olan gözlerindeki sevgi dolu bakışlarındaki zeka pırıltılarımıydı bu bilmem.

O da annemin babası gibi uzun boyluydu. Epey toplu bir insan olmakla birlikte her zaman kendinden emin bir duruşu vardı. Fransızcayı Alliance okulunu bitirdiği için iyi bilirdi ve bazen ona yazıdğım mektuplarıma Fransızca cevaplar yazardı .. 

Israel'i çok seven teyzem Türkiye'de kalan Yahudi Cemiyetinin anti Israel duruşundan nefret ederdi.... Büyükada'da yaşayan Yahudilerin lüks hayat peşinde koşmalarını hiç durmadan yererken haklıydı. Türkiye'de kalmış bir kaç bin Yahudinin birbirlerine kendilerini ıspatlamak için yarattıkları o yüzeysel ve maddi değerlerin  çok öne çıktığı ortam yeterince yorucuydu.   

Teyzemin  Israel'den Türkiye'ye ilk etaptaki geri dönüşünün sebepleri ise yaşadıkları olağanüstü güçlüklerdi.

Israel'in kuruluşunun hemen ardından, 1950'de yeni evli bir çift olarak vapurla vardığı bu yerde yaşam sandığından çok daha zor olacaktı teyzem için..

Ben 14-15 yaşıma gelip ilk kez arkadaşlarımla gezmeye ve kimi gruplarda çıkmaya başladığımda Israel sevgimin bir çoğunda hiç olmadığını farkedip her defasında şaşırıyor hayal kırıklığına uğruyordum. .. Israel'de çok zor bir hayat olduğunu söyleyen ufaklıkların, daha o yaşlarında Israel'in  hayatını nereden bildiklerini bile bilmiyordum..

Cemiyetimizde Israel, insanların mecburiyetten göç ettikleri, hayatın çok zor olduğu,  boğaz'ın ve adanın olmadığı, savaşlarınsa hiç bitmediği  yabani insanların memleketi olarak sembolleşmişti zihinlerinde. Artık bir klasiğe  müşsdönmüş olan sözle belirtirlerdi çoğu fikirlerini; Orada hayat yok!

Kısacası, "Başka seçeneği olmayanların ülkesiydi Israel!."

Halbuki  teyzem eşiyle sahip oldukları işlerine ve diğerlerinden pek farklı olmayan hayatına rağmen gitmişti Israel'e... Her göç edenin sebepleri aynı değildi ama insanlar bunu Türkiye'de pek bilmiyordu. 

Türk Yahudileri'nde " siyonizm " olgusu mevcut değildi .

Teyzemse tam bir idealistti. Sanırım onu diğerlerinden farklı kılan şey de buydu.. Kimi insanlar bulundukları duruma en basit şekilde kendilerini adapte eder ve toplumun kendilerinden beklediği neyse o şekilde davranır ve yaşarlar.. Bir diğerleri, kendi ideallerinin arkasında koşarlar ve işte o kişilerse bir şeyleri değiştirmek için dünyaya gelenlerdir..

Teyzem her daim okuyan, bilen bir insandı ve bazı şeylerin değişmesi gerektiğine inanmışsa eğer, kaldığı yerden devam etmek istemeyecek kadar azimli ve cesurdu.. Hiç bilinmedik maceralara atılmakta sanırım bunun içindeydi onun için..

Sene 1950'de Ceni eşi Anri ile beraber göç etmişler Israel'e . Sıfırdan başlayacakları bir yere.. Kurulduğu ilk günden yedi devlete karşı savaşmak zorunda kalan 800.000 nüfuslu bir ülkeye gelmişlerdi. 2000 yıl aradan sonra yaşanan yepyeni mucizelerin başıydı sanırım bu savaş!! Kendinden kat kat üstün bir nüfusa karşı verilen savunmanın dışında , uluslararası cemiyetin onlar için tayin ettiği toprakları katlayarak büyüten cesur savaşçılar olmalıydılar buraya ilk göç edenler. Bir daha kimsenin onları yok etmesine izin vermeyeceklerine and içmişlerdi ..

Belkide Türkiye'deki o zamanlar yeterince küçülen cemiyetimizi diğer Yahudilerden farklı kılan şey Türk Yahudilerinin soykırımı yaşamamış olmalarıydı. Türkiyenin II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalmış olması , bizimkileri mucizevi olarak hayatta bırakmıştı. Ama bu Türkiye'de bizi gerçekten korumak istedikleri ve bizleri çok sevdikleri anlamına gelmiyordu. Nefret yeterince vardı ve eğer bir savaş olsaydı İstanbul'da fırınların çoktan hazır olduğunu herkes iyi biliyordu..

Teyzemi Israel'den bir dönem için geri getiren şey yaşadıkları  çadırların sellere kapılıp gidişiydi...

Yahudilerin arapların evlerini ellerinden aldıklarını iddia edenlere anlatmak gerekir buraya ilk gelenlerin nerelerde ve hangi koşullarda yaşamak zorunda kaldıklarını... ilk seneler buralarda geçirilen hayatın nasıl  fedakarlıklar gerektirdiğini.

Israel'in ilk yıllarında, Arap ülkelerinden bir çırpıda her şeylerine el konularak,  kapı dışarı edilen Yahudileri, Soykırımdan kurtulup, yeni bir yaşam amacıyla yine hiç bir varlıkları olmadan  sığınanları karşılaması gerekiyordu...  Güney Tel Aviv'de, Yafo'da çadırlarda yaşıyordu bir çok göçmenler..Teyzemler de İstanbul'da bıraktıkları işleri ve evleri yerine bir çadıra yerleşmişlerdi, Shunat HaTikva'da, ( Güney Tel Aviv'de ) . Daha yolların ve kanalizasyon sisteminin bile olmadığı topraklar üzerinde yaşadıkları yıllardı bu yıllar...

                                     Israel'de maaborot denilen  çadır kentlerdeki yaşam

Annem çocukluğunda teyzeme ne kadar bağlı olduğunu anımsar. Ceni gece çıktığı zaman, geri geldiğini duymadan uykuya dalamazdım bir türlü der.. Her an ahşap merdivenlerin gıcırtısına kulağımı verirdim.. Onun adımlarını artık çok iyi tanıyordum. O döndüğü zaman yüreğim rahatlardı ve ancak o zaman uykuya dalardım diye anlatır.

Peki 1955'te ne oldu ?..

Bir gün yaşanan bir sel her şeyi  bir anda silip süpürmüş. Işte o zaman en baştan başlamak gerekiyormuş.. Bir an tüm ümitlerini kaybedince Ceni'nin ilk düşündüğü şey ailesine yeniden geri dönmek olmuş...

Ve böylece babasının da yardımıyla, Ortaköy'de  Portokal yokuşu üzerinde , onlara hemen yakın, küçük bir ev bulmuşlar.

Teyzem daha döneli çok zaman geçmeden yaşanan korkunç olaylar,  bir  gece yeniden  bir anda herşeyi değiştirmiş!

Dereboyundaki ahşap evin orta katında biz otururduk diyor annem. Yukarıda bir sürü kedileri olan Şalom ailesi ve bodrum katında da yakın bir komşuluk paylaştıkları iki çocuklu fakir bir Rum aile yaşıyormuş.

Bir gün Yunanistan'ın Selanik şehrinde, Atatürk'ün doğduğu ev olarak bilinen köşke " sözde" bombalı saldırı olduğu haberi bir anda İstanbul'un altını üstüne getirmeye yetmiş. Uydurulumuş bir olay  o sözde modern Türk gençliğinin azılı bekçilerine hemen ellerine sopaları alarak , Beyoğlu'nda , Balat'ta, Kuzguncuk ve Ortaköy'de bildikleri, tanıdıkları ve tanımadıkları azınlıklara ait iş yerlerini ve evleri yağmalamaları için yeşil ışık yakmış!!

O gece dedemin evine de dayanan haydutlar onlar kapıyı açmadan gitmeye niyetli görünmüyorlardı der annem. Ortaköy'deki nasyonalist  gençlik dolduruşa gelmişti yeterince..

Gözlerini diktikleri Rum kızı Eleni'yi arıyorlarmış! Alt komşularının kızları olan Eleni'yi..Brigitte Bardot'ya benzeyen, güzelliğiyle tüm Ortaköy'de ünlenen genç kızı annemler saklamışlar evlerinde.. Sade Eleni değil, tüm aile içerideki odalardan birindeymiş.. Aşağıda zorla girdikleri Rum aileyi evlerinde bulamayınca yukarı çıkmışlar. Aralarında birinin sopasında bir kilot asılı olduğu halde  bağırıyormuş dışarılarda , İşte!  Eleni'nin kilodu diye..

Teyzem  hamile olduğu halde dikilmiş kapıda. Burası onların evi değil, gidin buradan . Dedim ya teyzem cesur kadındı! Dedem bağırışları duyunca gelmiş o an.. Ve kapıya dayanan o haydutlar dedemi farkedince birden şaşırıp geri adım atmışlar;  " Avraham usta , burasının senin evin olduğunu bilmiyorduk, affet!!.. Tüm evinin eşyalarını kendi eliyle yapmış olan marangoz dedem, o civarlarda bir fabrikanın ustabaşısıymış o zamanlar. Ve o an evlerine dayananlarsa hep kendi işyerindeki işçilermiş.. Onu görünce terkedip gitmiş hepsi..

Yine aynı dönemde Tant Ceni'ye" Pis Yahudi !" diye seslenen bir kişinin çirkin sözleri, Türkiye'de bir defa daha Türkten başka kimseye gerçekten rahat bir yaşamın söz konusu olmadığını gösterdiğinde, bu kez Israel'e bir daha hiç geri dönmemek üzere gitmesinin yolu açılmış!

1948 ve sonrasında Israel'de var  olan tek şey, kimi barakalar ve kum tepeleri idi. 

Tel Aviv ya da kimi ufak tefek yerleşim yerlerinde 1800'lerden o günlere göç eden Yahudilerin ellerinden çıkmış evler vardı..Buraya gelenler sıfirdan başlamak zorundaydılar.

Israel sıfırdan başlayanların ülkesiydi.. Israel'e farklı yerlerinden, farklı seviyede, farklı kültürlerde yetişmiş insanlar dört tarafı çöl olan bu yerlerde, yol yapımında, ev inşaatlerinde , toprak sürmede, sebze ve meyve yetiştirmekte çalıştılar. Düne kadar doktor, mühendis ya da kendi işinin patronu olanlar asker oldular, silah tuttular işçi ya da hamal oldular.

Yüz yıllar boyu unuttukları savaş  kanunlarını yeniden hatırladılar.

Bu kez bir daha geri dönmemek üzere..

HRANT DİNK


Geçtiğimiz hafta sosyal medya'da Ermeni arkadaşlarım  Hrant Dink' i paylaştılar...

Ermeniler bir hafta boyunca davalarının sembolü olan gezeteci Hrant Dink'ı andılar.

19 Ocak Hrant Dink'ín ölüm yıldönümüydü.

Peki  katledilişinin 14. yılında Agos Gazetesi bürosunun önünde top topu kaç kişi vardı ?

Sayılı... bir avuç insan idiler sadece..

Peki neden katlettiler onu?

Sorun neydi?

Fikirleri mi?

Yanlış olan ne söyledi?

Söyledikleri kimin işine gelmedi?


Kimdi Hrant Dink?

Ermeni asıllı bir gazeteci ve insan hakları savunucusu.

Ermenilerin sesini daha büyük bir kitleye ulaştıracak, kendilerini sadece kendilerinin okumayacağı, sadece kendi içlerine kapalı kalmayacakları, dertlerini daha büyük bir kitleye ulaştırabilecekleri bir gazete çıkarmak istemiş  Hrant Dink..

1996 yılında bu fikirle ilk kez Agos gazetesini çıkarmış..

İki dilde yayınlamış bu gazeteyi.

Kendi geçmişlerini, kendi düşüncelerini, kendi amaçlarını sadece kendilerinin okumamaları için.

Yüzyıllardır ait oldukları topraklara yabancı bırakılan bu toplum sesini onları tanımadan onlara düşman olanlara duyurma amacıyla çıkarmış AGOS'u.

Türklerin onların başlarından neler geçtiğini bir kez de yaşamışların ağızlarından duymaları için.

Halbuki Hrant Dink, bu toprağı, bu yeri, bu toplumu tüm sıkıntılarına rağmen sevmiş.

Açık sözlü , cesur bir insanmış o.

Tek istediğiyse demokrasi ve fikir özgürlüğü idi.

Kimsenin kimseden çekinmediği bir Türkiye hayali ile yazmak istedi..

Savunmak..

Kendisini..fikirlerini

Hakkını aramak istedi!!

Gerekirkse hiç susmamak.

Doğruları yazmaktan, tarihi irdelemekten kaçınmayacak insanların yaşayacağı bir Türkiye hayal etmiş.

Azınlıkların kendilerini diğerleri kadar rahat hissedecekleri bir Türkiye..

Sonunda da bu fikirleri yüzünden öldürüldüğü güne dek.

Onun bu düşüncelerinden korkan, onu üç kurşunda yere seren o 17 yaşındaki çocuk değildi.

O çocuğun arkasındaki devletin ta kendisiydi.

Türkiye,  doğruyu, kendi doğrularını söyleyenleri yaşatmıyor..

Bugün hala "Sözde Ermeni Soykırımı" diye andıkları katliamları kabul etmeyen Türkler !

Bugün Hrant Dink'ı sadece Ermeniler anmaya devam ettikçe hiç bir şeyin değişmeyeceğini göreceksiniz!

Bu cinayeti işleyenler sustukça bu toplum iyileşemez.

Bu cinayeti getirenlere Müslüman Türkler karşı çıkmadıkça bu yara kurumaz.

Esas sorun Hrant Dink'ı hatırlayanların bugüne dek sadece madurların kendileri olmasıdır.

Türkler içlerinde yaşayan azınlıkların haklarının arkasında durmaları gerektiği güne uyanmadıkça  Türkiye "Ne Mutlu Türk'üm demeye"  devam edecek!!!











18 Ocak 2021 Pazartesi

Bu şartların bu genç kızları, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar olgunlaştırmasının dışında , aralarında kurdukları ölesiye dostluklar da gerçekten Israel'e özgü bir anlam taşıyor gibi.

   Israel'de en hakiki dostluklar askerlikte kazanılanlardır



Bazı insanlara bakarım, öyle çok  arkadaşları olanlara..

Yığınla arkadaş biriktirenler vardır hani.

Bu tipleri ben sanki biraz da köşede bulunsun zihiniyeti taşıyan kişilerin kimi eşyaları biriktirmelerine benzetirim.

Biriyle olmazsa diğeri bir köşede  bulunsun. Sanki bir hata olupta tek başıma kalmıyayım demek gibi midir bu da ? Belki yanılıyorumdur.

Geçtiğimiz günlerde eskilerden bir dost tarafından hatırlandım bir kez daha.

Bunun insanda yarattığı mutluluğun hiç bir şeyle ölçülmesi mümkün değil.

Seneler geçse de sizi unutmamış dostlarınız sizin en değerli hazineniz gibi.

Çok uzun süreden sonra, sanki hala çocukmuşuz gibi konuşabildiğim o arkadaşımın açtığı telefonda bana gösterdiği yakın ilgi bir an gözlerime yaşlar getirdi 


Bir kaç yıl evvel beni ziyaretinde son Afrika seyahatinde yaşadığı maceraları bana anlatan sevgili Emine'yi düşündüm sonra birden..

Tek başına Kolombiya'lara, Peru'lara kadar uzanan dostumla, o gece yaptığımız yürüyüşümüzde, senelerden sonra o doyumsuz sohbetiyle beni eski günlere taşımış olan arkadaşım..bir kardeş gibi sevdiğim insan.

Özlemişim herhalde kimi eski dostları!!

....................

Geçtiğimiz günlerde kızımın en yakın arkadaşları bizdeydiler yeniden..

Pandemiye rağmen bize gidip gelmeyi kesmemiş arkadaşları.

Bu genç bayanların dostlukları da bana gençliğimi anımsatıyorlar..

Birbirini iyi ve kötü  günde unutmayanlardan onlar da..

Son kapanmadan evvel gelmişti bir tanesi..


Telefonda ağlıyordu bir akşam, keyifsizdi.  Danielle'e onu bize akşam yemeğine davet etmesini söyledim.

O akşam Danielle'le beraber girdik mutfağa, aklımıza gelen türde özel şeyler pişirdik..

Kimi gülerek , kimi  sohbet ederek...

Masaya kırmızı ekose örtüyü serdik, en güzel servisi ve kadehleri koyduk.. Ortam önemli dedik!! Arada hem bira, hem şarap vardı..

Kenardaki hafif loş ışığı açınca daha bir güzel oluyor dedim ben..

Tatlıyı da Israel ( eşim )  hazırladı.

Hepsi arkadaşı için miydi peki ?..

Hem onun, hem de bizim içindi tabi... Kimi fırsatlar yakalamak gerek..

Her zaman!

Zaten birisi için bir şeyler yaptığınızda  kendiniz için de daha güzel bir dünya yaratmıyormusunuz? 

O gece keyfi yerinde olmadığı için akşam yemeğine çağırdığımız arkadaşı, Danielle'ín askerlikten en iyi dostlarından biridir!!

O da gayet mutlu oldu bizimle geçirdiği saatlerden. Hep beraber sıcak bir atmosferi paylaşmanın ötesinde bizim aile ortamımızın bir parçası olmaktan  mutluydu o da.


Biliyormusunuz, Israel'de en hakiki dostluklar askerlikte kazanılanlardır derler..

Gece, gündüz aynı ortamı paylaşan , aynı havayı soluyan insanların birbirleriyle daha yakın olmaları doğaldır.

Hele bu ortam sizden çok büyük feragatlar bekliyorsa. Kimi zorlukları sadece yanınızda bulunan, sizinle aynı kaderi yaşayan bir kaç arkadaşla paylaşıyorsa insan.

Askeriye' nin katı disiplini içinde, zor koşullarda, uzun saatler süren nöbetlerde,  haberleşme cihazlarıyla her an birinden diğerine  komutlar iletirken son derece uyanık olmanlarının gerektiği bir görevi yerine getirirken  ,  karanlık çöktükten sonra. soğukta,  o koca üstün içindeki karavanlardan birinin ranzasında, incecik bir şilte üzerinde uyurken, herşeyi birlikte göğüsleyen kızların dayanakları sadece arkadaşları oluyor!

O günlerde başlayan ve ezeli dostluklara dönüşen ilişkilerin temellerinin atıldığı yer askeri üsler!

İşte böyle bir ortamda sizi en iyi anlayanlar,  daha düne kadar hiç tanımadıkları halde bugün her anlarını birlikte geçirdikleri o yeni insanlar oluyor.

Danielle' in bu arkadaşıyla olan yakınlığın da geçtiğimiz sene biten askerliğine dayanıyor.

Aileden uzakta, kimi an yaşamla ölüm arası olayların gerçekleştiği bir bölgede bulunan o  kurak tepenin üstünde, kimi kar yağışlı, kimi zaman çöl sıcaklarıyla kavruldukları, güvenlik duvarlarıyla çevrili bir askeri  üste o iki seneyi geçirmiş olmalarının büyük bir etkisi var.

Bu da sadece Israel'e özgü bir özellik! ( Ister istemez! ) 

Dünyanın kaç yerinde 18 yaşına geldiği için bir genç kız ailesini bırakıp mecburi askerlik yapıyor?

Dünyanın kaç yerinde, daha bir kaç ay evveline kadar gözlerine rimel, dudaklarına ruj süren genç kızlar , askerlik görevine alınıp en az ilk bir iki ay mecburi silah atmayı öğreniyor?!

Yeri geldiğinde sınırda nöbet tutmak görevi veriliyor?

Bu şartların bu genç kızları, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar olgunlaştırmasının dışında , aralarında kurdukları ölesiye dostluklar da gerçekten Israel'e özgü bir anlam taşıyor gialiba...

Danielle' in fotoğraf stokunda  üssünde neler yaşadıklarını gördüğüm kimi video kliplerinde ,  askerlerin zaman zaman nasıl şartlarla yüz yüze bırakılabildiklerini izlerken insanın ağzı bazen açıkta kalıyor.

Gece yarısı bir karavandan diğerine, buz gibi suyla yaptıkları duşun ardından giyinmek için odalarına dönen genc kizlarin görüntülerini izlediğimde kemiklerime kadar ürperdiğimi hissettim.. Onlarsa, Hevron'un orta yerinde , kışın en soğuk günlerinde  sırılsıklam saçlarının üzerine koydukları bir havluyla kosarlarken, yarı gülerek yarı ciddi attıkları çığlıklarini duydugumda  başka yerlerde şımartılan gençlerin tersine,  hayatı daha kuvvetle karşılayacak bir neslin nasil yetistigini goruyordum belki de (?) .

Birlikte mutfağa giren, birlikte uyuyup,  gorev yaptiklari ofisleri birlikte silen, birlikte terör saldırılarını durduran bu genç kızlar geceleri karşılarına çıkan bir fare yüzünden ortaligi ayağa kaldırdıklarında  üsten yardıma koşan nöbetçi arkadaşları' yla anneleriyle yaşamadıkları çok fazla şeyi paylaşıyorlar.


Aylar önce arkadaşına Alzheimer hastası amcasını saatlerdir sokaklarda aradığımızı söylediğinde gece 11'de; " Bekle ben de arabayı alıp sana geliyorum. Belki biz ikimiz buluruz onu ! " diye herşeyi bir kenara bırakıp on dakika içinde Danielle'i evden alan arkadaşı....

Geçtiğimiz hafta Danielle ona gitmişti.

Dolabını düzenlemeyi beceremiyormuş.

Ben bu işin ustası oldum anne! diyor benimki.

Yakında bu yoldan para kazanmaya başlarsam şaşırma diyor bana gülerek. 

Bu işin şakası tabii!!

Hadi bakalım git. 

Saatlerce arkadaşının odasını düzenlemesine yardım etti Danielle.

İnsanın çocukluğundan, gençliğinden gelen arkadaşlıklar, menfaatlere dayanmıyor.

Onlar için elinizden ne gelirse yapmaya hazır olduğunuz dostlar bunlar ....

Dostluk için sadece fedakarlık, açık sözlülük ve sadakat gerekiyor!



Batya R. GALANTI





15 Ocak 2021 Cuma

Otist çocuğunuzu dış dünya'ya entegre etmek


Dün akşam eve girdiğimde Gal'í sordum.. Biraz evvel aşağıya indi dedi Dandush! ,, Önce mutfağın penceresine gittim,  arka taraftaki bahçeye gözlerimi dikerek karanlık havada, karşıdaki salıncaklarda sallanan çocuklardan biri o mu diye baktım.. Seçemeyince ön balkona geçtim ve  aşağıdaki ağaçların altında her zamanki gibi salıncağa yatmış gökyüzünü seyreden Gal' i gördüm. .

Artık sakalı çıksa da o hala küçük bir çocuk gibi.

Bundan bir kaç sene evveline dek onu yanlız bırakmayı hiç düşünemiyordum bile ..

Onun tek başına hiç bir yere gitmek istememesi bir tarafa Gal' e kötü amaçlı insanlardan gelecek zararlar beni bir an bile bırakmayan bir kuşkuydu.

Gal' in kendine özgü yüz hatları, farklı görüntüsü, kimi repetitif hareketleri ve yeri geldiğinde kendini savunmak için sahip olmadığı bedensel kuvvet ve küçücük bir çocuğun saflığıyla birleşen savunmasızlığı beni onu sürekli korumaya itiyordu.

Ona birilerinin gülmesine, alay etmelerine tahammül edemediğim durumlar yaşadığım oldu.

Daha benim yanımda bile olabilmiş şeylerdi bunlar.

Bir kez , hiç unutmadığım bir olay hemen evimizin yanında olmuştu..

Bir öğleden sonra oğlumla çıktığımda, mahallenin içinde oynayan, gezinen kimi çocukların içinden geçerken. hemen yanımızdaki lisenin dış duvarının kenarında bir kaç çocuk oturuyordu..

13 yaşlarındaki üç çocuk Gal'e bakıp aralarında gülüşmüşlerdi birden .

Genelde tepki vermemeye alışkın olduğum halde, o gün, o an bir şeyler olmuştu bana.

İnsanın bazen farklı zamanlarda farklı tepkiler verdiği durumlar vardır.

Gal' í korumak için çocukların yaşlarına inip onların anlayacakları dilden onlarla kavga etmemin kime faydası vardı peki?

Ama bir an gelir, işte siz mantığınızla değil duygularınızla, hayal kırıklıklarınız ve isyanlarınızla tepki verirsiniz birden.

Çocuklara döndüm. " Bir sorun mu var? "dedim.

Aralarından biri susmuş, bir diğeri yine çocuk masumiyetinde "Yok hayır! "derken 

Üçüncü çocuk, küstah bir ifadeyle, "Evet var! " deyince.. Bir anda kan beynime çıkmıştı!!

Yüzünde pis bir gülüşle bakan  çocuğa doğru dönerek kontrolsüz bir şekilde yükselen sesimle; " Söyle nedir sorunun ben hallederim!!  dedim...

Ve aynı anda; derin nefes al  ve bırak o küçük serseriyi diye kendimi ikna etmeye çalışıyordum..

Gal'se olayla hiç bir ilgisi yokmuş gibiydi.


Daha küçükken onun başkalarının tepkileri yüzünden incinmesinden çok ama çok korkardım..

Esasen Otizmin bir mucizesi gibi Gal kendini böyle şeylerden soyutluyordu.

O gün, en büyük endişem yine  de Gal' ín  kimi kötüler yüzünden  hayata ve topluma  küsmesi idi.

Onun, farklılığı yüzünden acı çekmesini istemiyordum.

O gün daha sonra sanırım eczaneye gitmiştik beraber. İstediğim şeyi aldıktan sonra dönüşte aynı yoldan döndüğümüzde bana cevap yetiştiren küçük serseri bize yeniden laf atmıştı birden.. Utanmadan rövanşa girmişti bir de..

Benimse bütün sinirim yeniden tepeme çıkarken bu kez soğukkanlılığımı tamamen kaybetmiştim.

Çocuğa doğru tüm hırsımla bağırırken , "Sen çok kötü bir çocuksun!.Serserinin tekisin, çık yolumdan, kaybol burdan yoksa seni polise şikayet edeceğim!!  diyordum..

Daha hatırlamadığım bir çok şey ağzımdan çıkarken etraftan çocukla aramızda ne olduğunu bilmeyen insanların benim bu yaşta bir gence bağırıp çağırmama tepki vermelerinden korkarak sonunda susup yeniden eve doğru yürümeye başlamıştım..

Bu tip olaylar başımdan çok geçmedi aslında. Çocukların oğluma baktıklarını ise hala görürüm . Bunu çoğu kez kötülükten değil , meraktan yaparlar.

Bu bakışlara da çoktan  alıştım .

Gal'in yanında olmadığım zamanlar ona takılanlar hiç oluyor mu acaba diye düşünürüm  ama o galiba fazla oralı olmadığı için kendi dünyası'nda gidip, istediği şeyi yapıp eve dönüyor.

Ve onu hayat boyu korumamın mümkün olmadığını da biliyorum.

Okulunda ise bugüne dek bir yumak içinde sakladılar bu çocukları.

İlkokula başlayacağı zaman, daha teşhis konulmadığından, işte bu korkum o zaman hep vardı.

Normal çocukların içinden çıkacak kötüler ona zarar verebilirmiydi diye!

Gal teşhis öncesinde öğrenme güçlüğü ve hiperaktivite sorunu olan çocuklarla bir kaç yıl okumuştu.

Onun için kısmen daha zor yıllar olmuştu.

Çünkü öğrenme güçlüğü olan çocuklar  çoğu kez daha hırçın ve daha yaramaz çocuklar oluyor. Ve bu ortam ona uygun değildi hiç!!

Dokuz yaşından beri, otistlerle ( Yüksek fonksyonlu otistlerle ) birlikte daha mutlu.

Çünkü birbirlerinden farklı kapasiteleriyle birlikte aynı saflık hepsinin ortak noktası.

16 yaşını geçmiş gençlerin tenefüslerde bile yanlarından ayrılmayan yardımcılar  uzaktan uzağa onları sürekli takip ederler.

Yıllar evvel. Gal'in genç bir çocuk olacağı zaman onu nelerin beklediğini, onun için nasıl bir gelecek çizmemiz gerektiğini, yanlız onu değil bizi bekleyenlerin neler olduğunu düşündüğümde strese girdiğimde tüm bunlar için biraz  daha vaktim olduğuna inandırırdım kendimi.

Zamanın çok çabuk geçtiği gerçeğine göre  çocuğu geleceğe hazırlamak için yapmanız gerekenleri düşünmek lazım olsa da sonuçta.

Bu ne kadar doğruysa da bugün  verdiğiniz savaş sizden yeterince  çaba beklerken  kendinizi biraz da zamana teslim etmek ihtiyacı duyabiliyorsunuz.

Zaten izlediğiniz yol doğru ve yapıcıysa yarın bunun sonuçlarını göreceksinizdir.

Ancak yine de  el bebek büyüyen. aile içinde hep koruma altında olan, okulda hep itinayla eğitilen bu çocuklar bir gün hayatın çok daha sert yüzüyle tanışmak zorunda kalacaklar.

Onlar için her daim farklı çözümler sunmaya gayret eden devlet kısmen de olsa yardıma devam edecekse de,  21 yaşına kadar bulundukları çerçeveden ayrıldıkları gün  yine de onları farklı bir dünya bekliyor olacak.



 
















13 Ocak 2021 Çarşamba

 


                       Yediklerimizin bedenimize olan direk etkisi!


Çocukluğumda annemin en büyük takıntısı sağlıklı beslenmek üzerineydi.  Bunun iki ana sebebi vardı.  Birincisi gençliğindeki vücut formunu korumak için sahip olduğu tutkusuydu ve ikincisi ise nereden yerleştiğini bilmediğim bir yeterli vitamin alımı ve sağlıklı yaşam için gereken sebze ve meyveleri doğru şekilde tüketmek üzerine kafasında yer eden kimi takıntılı fikirlerdi. Belki savaş yıllarında büyümesinin getirdiği korkular buna neden olmuştu. Kardeşinin çok küçük yaşta vefaati ve yine babasının bütün bir kış boğazın yeterince soğuk hava şartlarında, sağlığını ihmal ederek çalışması sonrasında vefaati de olabilir ..Çocukları için inşa ettirdiği iki katlı evin yapımında kendini yıprattığına inandığı babasının akciğerlerinde oluşan plörezi'den bir türlü toparlanamayıp tüm tedavilere rağmen vefaatinin yeterli beslenmemiş olmasının bir sonucu olduğuna ikna oluşuydu sanırım..

Böylece ben çocukken evimizdeki  kütüphane'de beslenme üzerine bir çok kitaplar vardı. Bundan başka annem gazetelerde yine aynı konu  üzerine çıkan yazıları da hiç kaçırmazdı...

Ve derken evde büyük bir savaş vardı adeta.. Ağbim ve ben  her gün mutlaka, et ya da balık ve sebze ve meyve tüketmeliydik.. Allahtan ben iştahlı bir çocuktum. Herşeyi yerdim.. Sadece çocukluk yıllarımda kimi besinlere karşı alerjim olduğu ortaya çıkmıştı, onları da başka şeylerle telafi etmek mümkündü..

Bense anne olduğumda çocuklarımın beslenmelerine mutlaka özen göstermiş olsam da böyle hassas bir konuda  onlara yeterinden fazla baskı yapmanın iyi olmadığına inandığım için her zaman daha anlayışlı ve daha rahat olmaya çalıştım.

Sağlık önemli, sağlıklı yaşam yaşamın gerçekten de kimi açılardan bizim elimizde olduğuna da inanıyorum fakat çocuklarınızla yemeği bir savaşa çevirdiğinizde çocuğunuzun psikolojisine vereceğiniz zararı da  düşünebilmeliyiz gibi geliyor bana . Hiç bir şey buna değmez.

Çocuklar en iyi beslenmeleri gereken çağlarda bazen en iştahsız dönemleri de yaşayabiliyorlar. Yemek yemek istemeyen bir çocuğa kaşığı zorla ağzına sokmanın onun sağlığını korumak olacağına inanmak kadar aptal bir şey olamaz sanırım.

Kızım doğduğunda her yediğinde bir kısım sütü geri çıkarırdı. Bu sadece onun ya emerken yeterinden fazla hava yutmasındandı ya da başka bir sebebi vardı. Fakat bu durumu bir sorun olarak algılamamıştım. Doktorsa üzerinde durmamıştı bile. Her yemek sonunda mutlaka belli miktarda süt ağzından geri geliyordu.  Benim kızımla yaşadığım bu küçük sorun annemin bebekliğimde dünya sonu olarak algıladığı bir durumu hatırlattı bana..

Bebekliğimde annem sürekli kustuğumu iddia ediyordu..Sanırım işin başında onun benimle yaşadığı şey benim kızımla yaşadığımla bire bir aynıydı. Ancak annem benim geri çıkardığım sütü bana zorla geri yutturmaya çalışıyordu.  Basit bir fizyolojik nedenden olan bir problem yüzünden büyük bir psikolojik savaş yaratmıştı . Ve bu olay zamanla sadece hafiften bir geri çıkarmaktan sürekli bir kusma problemine dönüşmüştü..  Bu şekilde altı yaşıma kadar bana zorla geri verilen öğünler nedeniyle devamlı kusmaya başlamıştım.. Bu savaşım altı yaşıma kadar sürmüş. Sonra nasılsa yavaş yavaş bu şeyler düzelmiş.. Belki okula başlamamla birlikte artık biraz olsun annemin güdümünden uzaklaşmış olmam olayı çözmüştü..

Yirmili yaşlarımdayken bir kitapçıda; " Korkmaktan Korkmayın" adında bir kitap bulmuştum.. Panik ataklarım hakkında bir çok şeyler okumuştum o zamana kadar.  Bu kitap ta yine İngilizce orjinalinden türkçeye çevrilmiş bir kitaptı. Yazarı Dr. Douglas Hunt,  bir yandan farklı farklı fobilerle başetmenin yollarını gösterirken,  korkularla mücadele etmek için neleri yemek gerektiğini ve hangi besinlerden uzak durmak zorunda olduğumuzu da öğretiyordu.. Ayrıca kimi vitaminlerin sinir sistemini nasıl yatıştırdığını.. hangi durumlarda hangi vitaminlerden ne kadar kullanmak gerektiğini söylüyordu.. İşin vitamin kısmı Türkiye'de yaşayan birine hiç uymuyordu. Cünkü doktorun tavsiye ettiği " doğal "  vitaminler Türkiye'de o dönem satılmıyordu. 

Sonuçta ilk kez bir kitapta yediklerimizin,  bedenimize soktuklarımızın bize yaptığı " direk etkileri" okuyordum.

Rafine şeker yemenin beynimize, vücudumuza aynı anda neler yaptığını yine ilk kez bu kitapta okumuştum.. Örneğin yüksek tansyonu olan annemin tuz yememek için dikkat etmesi gibi şeker de vücuda kimi anlamda anında ters etkiler yapabiliyordu.( Şeker hastalığı  dışında şeyler içinde şeker zararlıydı )

Herhangi bir fobisi olan kişinin, örneğin sosyal endişesi olan birisinin kalabalık bir topluluk önünde yapacağı konuşmasından evvel şekerli besinlerden uzak durması önemliydi. Bu kitapta gösterilen örneklerden sadece bir tanesiydi bu..

Ancak sonuçta o çok genç yaşımda bu kadar teferruatli bir beslenme düzenini takip etmek işime gelmemişti...

Yıllardan sonra Psikiatrik İlaçların üzerimde yaptığı zararlar ve yan etkilerle savaştığımda, çoğu anglosakson ülkelerden olan insanların yazıştığı bir forum , ya da diğer bir adıyla bir destek grubu bulmuştum.. 

( Benzobuddies )

Senelerden sonra ilk kez yeniden her yediklerinin hesabını yapan insanlarla orada karşılaştım.

Psikiatrik ilaçların insan beynine yaptığı zararı beynin bir çok kez kendi kendine telafi etme gücü olduğunu öğrenirken ( nöroplastisite;  beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneğidir ) bunun için mümkün olduğunca stresten , alkolden, her çeşit kimyasallardan.. ( mesela ilaçlardan ) uzak durmak..rafine şeker yememek ve yine süpermarketlerdeki neredeyse tüm endüstriyel ürünlere el sürmemek önemli deniyordu. 

Bu forum sayesinde ulaştığım profesörlerden, uzmanlardan, dokümanlardan ve bu yoldan geçmiş  insanlardan organik besinlerle adeta beyni yeniden tedavi etmenin mümkün olduğunu öğrendim. Ancak bu insanın düşündüğünden de zordu.. Kendimi çaresiz bir durumda hissetmeseydim böylesi sıkı bir rejimi uygularmıydım?  Zannetmiyorum..

Öncelikle şeker birinci uzak durulması gerekenlerdendi! Ve beni ilk uyardıklarında onların haklı olduğunu birden şahsen yaşadığım semtomlardan anlamıştım.. Kimi yediğim şeylerden sonra çarpıntımın, ve tüm bedenimde hissettiğim sarsıntılarla ( iç sarsıntıları ) , beynimdeki  epileptik elektriklenmelerin ne kadar arttığını hatırladığım an onların haklı olduklarindan emin oldum.

Bugün o derece dikkatli değilsem de belli bir tip beslenme tarzına alıştım artık.

Çocukluğumdan beri beslenme üzerine vaazler dinledim çok ama bu sefer ki tamamen kişisel bir seçim. Ve benim seçimimse diğer aile üyelerini çok fazla etkilemiyor. Zaten bir şeyin üzerine çok fazla gittiğinizde kesinlikle ters etki yapıyor. Bırakalım da en iyisi her birey kendi seçimini yapsın.

Her insan kendi hayatının patronudur. Çocuklarımız için en iyisini istediğimizi zannederken onlarla çatışmalara girmenin hiç bir anlamı ve faydası yok. Sadece zararı var!!

Bırakalım da  her insan kendi bildiği doğruda , mutlu yaşasın. Sanırım en

 " SAĞLIKLISI  " bu!!!




Batya R. GALANTI