25 Eylül 2019 Çarşamba

Yeniden secimler?



Geçtiğimiz hafta beş aydan daha az bir süre içinde Israel ikinci kez seçimlere gitti.
Zaman gelir insan seçim hakkını kullanmak istemeyecek kadar politikacılara karşı olan inancını yitirebiliyor.  En azından ben neredeyse o durumdayım. Fakat  yine de oyumu kullanmaya devam etmemin tek sebebi, sonuçta birilerinin bizi yönetmesine muhtaç olduğumuz gerçeğidir.
Ve bu yüzden sadece ben değil her vatandaşın  istese de istemese de bir parçası olduğu toplumun geleceğini belirleyecek bu süreç içinde kendisine verilen seçim hakkını kullanarak  ülke yönetiminin ya olduğu şekilde devam etmesi ya da  değişmesi adına bir şeyler yapması bir yükümlülüktür.

Geçen seçimlerden rakibi Benny Gantz'in  bir adım önünde çıkarak Cumhurbaşkanından beşinci kez aldığı yetkiyle tekrardan Hükümet kurmak için kolları sıvayan  Binyamin Netanyahu   bu kez partiler arası çatışmalar, anlaşmazlıklar ve onunla koalisyon hükümetinde yer almama sözü veren Mavi Beyaz karşısında çaresiz yeniden seçimlere gidileceğini ilan etti.




İkinci seçimlere gelene dek, media'nın yoğun ateşi altında kalan Netanyahu'nun  kısa bir zaman içinde oy kaybına uğrayarak Hükümet kurmasını sağlayabilecek desteğe erişememesi ve aynı şekilde  Gantz'in da tek başına bir Hükümet kurabilmesinin söz\ konusu olmadığı göz önüne alındığında ortaya çıkan tablo halkın bir belirsizliğin bir bölünmüşlüğün içinde olduğudur.

Bir tarafta açık istatistiki verilere göre ülkeeyi son 13 yıldır bir çok açıdan iyi yönetmiş  olan Binyamin Netanyahu, Israel'in ekonomik puanını yukarılara taşırken, inovasyonda
dünya liderlerinden biri haline gelmiştir . Uluslararası alandaki gücüyle sayılı ülkeler arasına giren Israel'in bu  saygın  noktaya gelmesinde de  başarılı bir rol oynamıştır.

Israel medyasının sağ hükümetle olan husumeti dışında gün gün ortaya atılan yeni yeni iddialar, bugüne kadar soruşturma kapsamında olan dosyalar ve her gün eşi ve oğluyla da ayrıca girilen bire bir  güç savaşının zararlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalan bir liderdir  Netanyahu..

Ülkede OECD geneline göre bir hayli artan ekonomik dağılımdaki dengesizliğe ışaret eden sol, yolsuzluk suçlamaları yüzünden Netanyahu ile bugüne kadar koalisyon hükümeti kurmayı reddetmiştir..

Dış Basında  şeytanlaştırılmasının dışında Israel'de uzun yıllar, ülkenin yer aldığı coğrafi konumu nedeniyle halkın aradığı kuvvetli bir lider, güven veren bir başbakan  oluşu , konuşmasındaki, ikna etme yeteniği ile de üstünlüğünü kanıtlayarak  bugünlere dek yönetimi kimseye kaptırmamayı başaran Netanyahu artık biraz olsun yıprandı ve bir anlamda da yıpratıldı.



Seçim sabahı ortaya çıkan ilk sonuçları gösteren tablo...bu tablo bugün ufak tefek farklılıklarla genel  olarak aynıdır


Gün gelir çok uzun süren liderlikler kendi kendilerini  yıpratır kimi anlamda yeni bir yönetimin görevi devralmaması da demokrasi adına sağlıklı bir şey değildir , yıllarca aynı kişinin seçimle de ülke basına gelmesi aslında yanlış ve aykırıdır. Ancak her ülke kendi kanunlarıyla yönetilir. Mesela Amerika'da bir lider ancak iki kere seçilme hakkına sahiptir.

Netanyahu hakkındaki suç dosyaları ise daha şimdilik bir sonuca ulaşmadan basın tarafından suçluluğu ispatlanmış gibi yazılması,  konuşulması  ne kadar adildir onu bilmiyorum.
Israel sonuçta yeri geldiğinde Cumhurbaşkanını, eski başbakan, içişileri bakanını, sağlık ve ekonomi bakanlarını suçlayarak ceza evine sokmuş bir ülkedir. Bununla ne kadar övünmek mümkün onu tabii bilemem. Bir tarafta yolsuzluğun ne kadar çok olduğunu ortaya çıkarırken bu olaylar diğer taraftan konumu ne olursa olsun gerektiğinde suçlu olan her kimse cezasını alır diyen bir demokrasinin varlığının da ispatıdır .bütün bunlar.

Bu son seçimlerin sonuçlarına göre bir haftadır başlayan görüşmelere göre yeni bir hükümetin bu kez de kurulabilme olasılığı çok yüksek görünmüyor.  Birbirlerinin destekleri olmadan hükümet kuramayan partilerin her birinin aynı hükümette yer almak istemediği bir diğeri yüzünden çıkan antlaşmazlıklar ülkeyi çıkılması zor bir yola sokmuş görünüyor.

Liberman'ın oyunuyla dağılan ve yine Liberman 'in oyunlarıyla çıkmaza giren süreç ve siyasi
partiler içinden dindarlarla işleri olmadığını ilan eden sol , bu seçimden üçüncü büyük parti olarak çıkan Araplarla bir araya gelip te ülkenin geleceğini tehlikeye atamayacağını söyleyen sağ ve yine Netanyahu ile el sıkışmalarının mümkün olmayacağını ilan eden İthak Rabin'in  bugün iyice küçülen İşçi Partisi ... bu seçimlerden çıkan durum son yıllarda bu halkın içinde bulunduğu bölünmüşlüğün en büyük yansımasıdır.

Üçüncü kez seçimlere gidilmesinin konuşulmaya başlandığı şu günde kafama gelen soru;
Ucuncu kez secim acaba neyi degistirecek?





Batya R. Galanti

19 Eylül 2019 Perşembe

DENİZ



Yavaş yavaş boğucu sıcakları  geride bırakırken Israel'de denizin  en güzel zamanlarını yaşamaya başladığımız şu son günlerde, ne yazık ki yine geç saatlere kalan kumsal gezilerimde hep aynı şey aklımdan geçiyor.. En yakın zamanda tekrardan mayomu üzerime geçirip artık dalgaların  yerine daha sakin biraz daha dost sulara girmek.
 Her ada çocuğu gibi çok küçük yaşta yüzmeyi kendi başıma öğrenmiştim sanırım. Çocukluğumda ya da gençliğimde bana en sevdiğim şey nedir diye sorsalardı  sanırım deniz ve yüzmek derdim.   Denizi aslında hala çok severim ancak bugün geride bıraktığım senelerin ardından yaşadığım ülkede deniz benim için güzel olduğu kadar  ürkütücüdür.
Buraya ilk geldiğim zamanlardan itibaren gördüğüm, duyduğum şeylerden ve kimi kişisel tecrübelerden sonra denize artık daha temkinli yaklaşıyorum.  Artık en sevdiğim şey kimi akşamüstleri kumsalda çıktığım yürüyüşlerde ufukta güneşin batısını izlemek .


İstanbul'da geçen çocukluğum boyunca Marmara denizinin serin sularına kendimi bıraktığımda bir daha hiç çıkasım gelmezdi. Benim için yüzmek tarifi olmaz bir mutluluktu. Ne tuhaftı ki o zamanlar biz çocuklara denizin tehlikelerinden bahseden pek olmazdı..  . Bir çok konuda olduğu gibi, deniz ve yüzme konusunda da kadere teslim bir zihniyetle büyümüştük. Gittiğim hiç bir denizde , hiç bir havuz ya da  tatil köyünde ise   yüzenlerin güvenliğinden sorumlu bir cankurtaran olduğunu hatırlamıyorum. (Yanlışım yoksa eğer!! )  Ada'da yoktu en azından..  Yalan söylemeyeyim, 1990'larda ağbimlerin yazları müdavimi oldukları Kilyos'taki plajda bir tane can kurtaran olduğunu hatırlarım.  Yazın en sıcak zamanlarında en az 35 derecelerdeki kızgın güneşin altında kendisine ayrılan , merdivenle çıktığı  şemsiyesi bile olmayan iskemlede saatlerce işinin başında olması beklenen ( !)  görevlinin slip mayosu üzerinde, kavrulmuş bedeniyle denizde yüzenleri gözetlemek yerine plajda sereserpe yatan bayanlara takılmakla meşgul olduğunu anımsarım. Arada boğulan olursa artık biri görüp belki haber verirdi.Bense  başıma gelebilecek tehlikeleri düşünmeden  her koşulda, her noktada, her fırsatta denize atlayarak yüzdüm. Şansım olmuşki başıma bir şeyler gelmemiş ve sadece mutlu hatıralarım olmuş. Adanın en arkasında, dil burnunda soğuk sulara atladığım kayalardan dizimde kalan tek bir çizik dışında Marmara denizi açıklarında tekneden kendimi bıraktığım  derin sulara balık gibi daldığım günlerde benden daha mutlu bir insan yoktu sanırım. Bir boğazdan denize girmeyi sevememiştim. Zevksiz gelirdi bana o yosunlu boğaz koylarından,  düzensiz kıyılarından denize girmek. Belki alışIk ta değildim insanı bir anda metrelerce sürükleyen akıntısına , sIk sIk geçen tankerleri, kimi külotlu deniz severleriyle dolu ortamına :) ... Benim için varsa yoksa ada vardı.
Ve her kıyı , karşısına başka bir kıyıyı alırdı İstanbul'da.  Bizim İstanbul yahudileri de en çok bunu severlerdi. Karşıda görülen kıyıları... Ada'da iseniz Maltepe,  Kartal görünürdü.. Boğaz çocuğuysanız bir iki kilometre karşınızda boğazın diğer yakası olurdu. Bense karşıda beton yığınlarıyla dolu bir kara parçası yerine yeşil tepeler görseydik ya bari diyerek insanların hayranlıklarına hep limon suyu sIkardım. .

Israel'e geldiğimdeyse karşılaştığım deniz çok farklıydı . Öncelikle yazın sıcağında serinlemek için denize girmek terimi Tel Aviv'deki kumsallar için geçerli değildi çünkü burada  yazları deniz neredeyse kaynıyordu.  Ayrıca tuzluluk oranı o kadar yüksekti ki gözlerinizi suyun içinde yanlışlıkla bile açmanız mümkün değildi .Dalgalarsa  yüzmeyi kesinlikle imkansızlaştırıyordu.


1996'da Aliya yaptığımda İbranice okulunda yani Ulpan'da benimle birlikte olan bir arkadaşım vardı. Onunla  ilk günlerden okul çıkışı bir gün denize gitmeğe karar vermiştik. Aman ne mutluyum. Kendimi kuş gibi özgür hissediyordum nedense. Kaldığım odama döndüm, mayomu giyindim, yanıma gerekli her şeyi aldım ve güzelim altın sarısı kumlarda biraz güneşlenmek hem de yüzmek için sahile kostüm.  Fakat , tüm kıyı boyunca konulan bayrakların güvenli olan ve olmayan noktaları işaret etmeleri yetmezmiş gibi bir çok  noktada dikili olan koca can kurtaran kulelerinin hoparlörlerinden seslenen  iri yarı adamlar bizi  daha denize ayağımızı koyduğumuz an uyarıyorlardı  Girmenize izin verilen noktada bir yığın insanın ortasında en fazla belinize kadar gelen suda dalgalarla oynamaktan başka bir şey yapmak mümkün değildi.





. İşte o gün arkadaşımla aramızda türkçe konuştuğumuzu gören görevlilerden orta yasa yakın bir tanesi yanımıza yaklaşarak, kendisinin de İzmir doğumlu olduğunu , herhangi bir ihtiyacımız olursa ona gelebileceğimizi,  bize seve seve yardım edebileceğini söylemişti. Ertesi hafta sınıfta gazeteden haberler okurken adının Mando olduğunu söyleyen o yardımsever adamın resmi gazete gözüme iliştiğinde haberi okuma gayretimi anımsıyorum.  " Bat Yam'da boğulmakta olan bir kişiyi kurtarmak için denize atlayan cankurtaranın kendisi dalgalara yenik düştü " diye yazıyordu.  Ne kadar üzülmüştüm !
Böylece Israel'deki kumsallar son derece romantik  ortamları ve  şehir insanının hayatına kattıkları güzellikleriyle birlikte bana ilk zamanlardan " Dikkat Tehlike" sinyali verdiler en kuvvetli şekilde.
Her sene tüm önlemlere  rağmen denizde boğulan kişilerin sayısına bakınca ister istemez insan çok dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu hissediyor .
Deniz tüm tehlikeleriyle beraber  hayatımın vaz geçilmez bir parçası olmaya devam ediyor. Yılın büyük bir bölümü sahilde yaptığım yürüyüşlerin dışında temkinli bir şekilde denize girmeye ve   yüzmeğe  devam ediyorum.  :)  En güzeli ise sezon sonunda artık biraz olsun serinleyen ve sakinleşen sulara dalarken bir an çocukluğumu hatırlamak.




Batya R. Galanti












16 Eylül 2019 Pazartesi


          BİZE SIRT ÇEVİRENLER



Uzun yıllar öncesinde , üniversitenin ikinci sınıfına gittiğim zamanlarda akşam turlarında otellerden toplama turistleri Kervansaray gece kulübüne götürürdüm.  Benim için hep aynı olan ancak her gün oraya ilk kez gelen insanlar içinse farklı bir gösteriyedi bu.  Türk kültürünü, müziğini, folklorunu ve arada biraz endüstriyel tadda da olsa yemeğini  tanıtan bu eğlence kulübünde sahne alan Alagöz Kardeşlerin sundukları neşeli ve renkli bir müzik şöleniydi bu. .
Alagöz kardeşler Kervansaray'da her akşam bir çok dilde şarkıyı da seslendirirlerdi. İnsanları memnun etmenin bir yolu da  onlara  kültürünüzü tanıtırken karşınızdakine kendilerinden de bir şeyler verebilmektir. Örneğin popüler Fransızca, Almanca şarkıları onlar için seslendirmek.
Her gece  Amerika'dan, İngiltere'den Almanya'dan turistler bulunurdu ..
Aynı senelerde Türkiye'ye , Israel'den de çok turist geliyordu.. Mutlaka her akşam Kervansaray'ın bordo renkli salonunun  yüksek tavanına erişen kolonlarının orta yerindeki sahnenin çevresini   dolduran insanların arasında .. " We are from Israel!" diye bağıran Israelliler de vardı . Ve aynı salonda , Israellilerin yanında  Ürdün, Arabistan, Kuweit gibi ülkelerden gelen Arap turistler de olurdu ... Ve orası sadece bir eğlence kulübüydü, turistik bir gece kulübü..insanların kültürlerini, müziklerini tanımak için toplanmış gruplarla dolan bu mekanda nefret değil müziğin sesi vardı sadece.
Alagöz Kardeşler sordukları zaman.. Kimler var ?  Français???  "  Ouiii!!! , evet..O an salonda alkış kopardı, her bir millete adeta tezahürat yapılırdı, Almanlara, Amerikalılara vs...
Araplar olduğu zaman Israelliler ıslık çalar alkış tutarlardı. Belki de herkesten fazla.. Hani, farklı bir ortamda iken aslında hepimizin insan olduğumuzu anımsamak için bir şanstı bu. Israelliler belliki bu duyguyu hissediyorlardı ..
Bazen bu herşeyden büyük bir ihtiyaçtır insan için. Kimseyle kişisel bir sorununuz olmadığını anlamak ve anlatmak . Politikanın işin içinde olmadığı an ve yerde,  kimsenin dövüşmek durumunda  olmadığı bir ortamda dost olabilmenin  mümkün olduğunu kendinize ve karşınızdakine göstermek ... İnsanın içtiği, yemek yediği, şarkı söylediği bir gece kulübünde hep beraber şarkılar söyleyebilmek.. Kimisinin bir kadeh içkiyle kendini unuttuğu bir yerde.. Israelliler sevinmeye ve hep beraber eğlenmeye hazır görünürlerdi ..
Bir kez bile görmedim, Arap gruplardan bu beklentiye olumlu karşılık verenini.
Böylesi bir tepkiye hiç bir gece tanık olmadım.. Lübnan'dan , Kuweit'ten  ya da Mısır'dan , Tunus'tan ya da Arap Emirliklerinden geleninin  Israellilere alkışla ya da basit bir şekilde olumlu cevap verdiklerini görmedim..  Çıt çıkarmazlar, bir anda çekilip susar,  adeta her defasında bir çeşit boykot tepkisine girerlerdi.. Bunu ben hep bekledim. Bu küçük şeyler büyük göstergelerdi benim gözümde !!

Sanırım geçen yıl düzenlenen   Dünya Güzellik Yarışmasında Iraklı güzelle Israelli genç kız birbirleriyle dost olmuşlar.. Yarışma gününe kadar bir araya gelen genç kızların arasında doğal olarak arkadaşlıklar kurulur. Bu iki genç kız da bu şekilde birlikte resim çektirip medya'da paylaşmışlar. İki saf, temiz kalpli genç kızın birlikte çektikleri selfie Israel'de televizyonlarda ve haber sitelerdinde yayınlandı ve bu resim çok büyük bir ilgi uyandırdı . Herkes buna çok olumlu tepki verdi.. Aynı günlerde Iraklı güzelin ailesi ise, Irak'ta bir anda ölüm tehditleri almaya başladılar .. Durum genç kız için o kadar vahim hale geldi ki ülkesine geri dönmeyi düşünemedi bile. Sonunda Amerika'ya iltica etmek durumunda kaldı. Belki bu onun için en iyisiydi sonuçta...
Geçtiğimiz hafta Israelli Judo'cu ile finalde aynı mindere çıkması men edilen sampyon İran'lı altın madalyayı  Israelli rakibiyle karşılaşmadan terk etmek zorunda bırakıldı.  İran'ın Israelle ilgili probleminin ne olduğunun bilinmemesi konusu bir tarafa hayatlarında sporun, müziğin , kültürün ve tüm insanı aktivitelerin savaşların dışında kaldığını anlayamayan bir rejimin kurbanı olmuştur  İran'lı sporcunun bizzat kendisi!!
Mısırlı güreşçiyle de benzer bir olay yaşanmıştı geçmiş yıllarda..İster istemez Israelli sporcuyla güreşen Mısırlı genç müsabakanın sonunda kendisine elini uzatan Israelli güreşçiye elini vermeyi reddetmişti..
Yakın zamanda yine Malezya Hükümeti sakatlar olimpiyatlarında Israelli sporcuları ülkesinde ağırlamayı kabul etmediği  için  olimpiyatların başka bir ülkede düzenlenmesine razı oldu !!
Bütün bu örnekler uzar gider..
Israellilerinse ne Araplarla ne Müslümanlarla kişisel bir nefreti hiç olmadı..  Her barış yapılan Müslüman ülkeyi mutlaka ziyaret eden Israelliler Arap yemeklerini, Arap kültürünü dışlamadılar. Yeri geldi bu kültürü benimsediler, müziklerini dinlediler ve dinlerler ..
Barıştan bahsettikleri zaman, sadece toprak alıp toprak vermek dışında bir şeyler daha var.. Anlaşılmayan
Hala birilerinin değişmeyen zihniyetinin ne derece büyük bir sorun olduğunu olduğunu anlamayan çok insan var.. Büyük çoğunluğuyla  toprak sorunumuz olmadığı halde  yine de var olan  nefretlerini görmeyenler var....  Sadece savaşılanlarla değil sorun hiç savaşılmamış toplumların da bunların içinde olmasında..
Bu şey birilerinin daha çocuk yaşta içlerine sokulmuş kindedir. . Hiç bir neden de olmasa yine var olacak bir duygu bu.. Bir kitabın satırlarında yatan nefret. Hala bugüne dek dokunulmaz sayılan bir kitap..hayatlarında her şeyden daha çok yere ve söze sahip bir rehber kitap bu.  Değiştirilmeyen. Tanrının ağzından çıktığına inandıkları  sözlerin, yazıların arkasındaki kör inançlarda yatan olumsuz duygular..
Bu kitabın ötesindeki diğer tüm şeyleri reddedenlerin  başvurdukları tek lügat ..
Bilimden. matematikten, felsefeden, müzikten, spor ve dahası düşünme ve konuşma özgürlüğünden yani kısaca her şeyden uzak tutulmuş kitlelerin daraltılmış dünyalarına sığdırılan sabit fikirlerin  yetiştirdiği  insanlara elimi uzatmak onlara kendimi açmak istiyorum.. Farklı şeyleri..farklı düşünceleri, inanışları, gerçekleri anlatmak istiyorum..Sadece bana içten gülümsemelerini istiyorum..
Onlarla barışmak istiyorum....bana sırt çevirmiş kitleler görüyorum...





Batya R. Galantı

31 Temmuz 2019 Çarşamba


                                               KİRLETILEN KİPALARLA KİRLENEN GENÇLIK



Sinagoga gitmeyeli ne kadar oldu bilmiyorum. Israel'e göç ettiğimden  beri sinagoga gitmenin ne demek olduğunu artık tamamen unutmuş gibiyim. Kimi geleneklere bugüne dek olan bağlılığıma rağmen.
Dindar bir ailede büyümediğim için, çocukluğumda da zaman zaman düğünlerde gittiğim Neve Şalom ya da Beit Israel sinagogları  benim için belli bir dini kavramdan çok yahudi kimliğimin  sembolleriydiler. Geleneklerimi,  geçmişimi ve farklılığımı yansıtan yegane yapılardı yaşadığım ülkede. Fakat herşeye rağmen kapılarından senede sadece bir kaç kez geçtiğim bu kutsal mekanlara  karşı içimde büyük bir sevgi ve saygım vardı her zaman. Dokunulmazlık hissiyle eş değer duygulardı bunlar. Neve Şalom öncelikle son derece güzel bir mabetti benim gözümde. Öyle büyük bir tapınak olmasa da. Etrafta gördüğüm Süleymaniye, Sultanahmet gibi  camiilerin ya da katedrallerin yanında çok daha basitte olsa insanı kendine kabul eden sıcak bir ortamı vardı Neve Şalom'un. Sıcak bir yuva gibi.. Hele düğün günü pırıl pırıl yanan ahizeleri, kırmızı halılarının üzerine yerleştirilmiş bembeyaz çiçekleriyle evlenen çifti karşılayan hupasıyla her defasında ayrı bir heyecan duyduğum bir mekandı bu.  Beyaz gelinliğiyle sinagoga gelen gelini karşılayan yine beyaz kipalı erkekler ve şık bayanlar vardı..



Tüm bu beyazların ise tek bir anlamı vardı. Evlilik kurumunun temizliği, kutsallığı. ve sadakat üzerine edilecek yemin..


Geçtiğimiz hafta Israel'i ayağa kaldıran bir olay oldu . 12 genç çocuk Kıbrıs'ta bir otel'de İngiliz bir genç kıza tecavüzden şüpheli olarak gözaltına alındılar.. 19 yasındaki kız gençlerin kendisine istemediği halde toplu halde tecavüz ettiğini savunarak şikayette bulunmuş. Tabii bir yandan buradaki tüm halkın böylesi bir olay karşısında duydukları utanç diğer tarafta medyanın çocuklar hakkında ortaya attığı iddialar ve tüm bunların getirdiği sansayson. Günler geçerken ortaya çıkan video çekimleri bir taraftan olayın tecavüz olmadığını kanıtlamaya yeterken diğer taraftan insanı derin derin düşünmeye iten bin bir türlü başka çirkinlikler vardı yine de bu olayda.
Kısaca genç bayan " kendisine yaptırdığı tecavüz sigortasından " faydalanmanın yolunu aramış .  Aradan geçen günlerde Israelli gençlerin sadece üçünün genç kızla kendisinin isteğiyle fiili bir şekilde cinsel ilişkiye girdikleri diğerlerinin sadece olay yerinde bulundukları ve yapılanları filme aldıkları ortaya çıktı.
Bazı gençlerin toplu seks yaptıkları günün sabahı tutuklandıkları an kafalarına taktıkları kipalarsa gözümden kaçmadı. Galiba bir çokların gözünden kaçmamış... Yüzlerini kapattıkları şekilde polislerin ellerinde götürülürlerken nedense kipa takmak ihtiyacı duymuşlar??? Aynen mafyonerler, katiller, büyük, küçük her çeşit serserilerin hapishanede iyi çocuk temsili kipaları gibi.. Evet aynen onlar gibi...   Bu çocukların onlarla ortak bir yanı varmış gibi bir his uyandıracak şekilde.. Halbuki kimseye tecavüz etmediler ama kendilerini ve ailelerini rezil edecek kadar uslananamışlardan oldukları belli. Kadına nasıl bir gözle baktıkları ise soru işareti??
Bütün gece kaç şişe içki devirdiklerini kendileri bilirler. Televizyonda röportaj veren bir tanesini izledim. Konuşma tarzı serseri gibiydi. İyi çocuk dermiydim onun için ..bilmem. Sözde ders almış yaptıklarından... O otelde olanları kimse bilemez diyordu.. Bence onlar biliyorlardı ve bunun için gitmişlerdi oraya.. Alkol ve seks için.

Kimi gençlerin ebeveynlerinin çocuklarını tüm medyanın önünde şampanyalarla karşılamaları da bu gençlerin ne tip ailelerden geldiklerini kanıtlamaya yetiyor. Olimpiyatlarda altın madalya almışlarcasına şampanya patlatmanın anlamı nedir?? Çocuğunuzun nesiyle övünüyorsunuz bu kadar?? Eğer serbest kalmasına sevindiyseniz gidin sevincinizi mütevazı bir şekilde evinizde, kendi içinizde yaşayın ve çocuğunuza biraz sağlıklı kadın erkek ilişkilerinden, sevgiden,  gerçek bir kadının bir erkekten neler beklediğinden, doğru bir insan olmanın kurallarından bahsedin sessizce.. Kadınla erkeğin birlikteliğinin bugünün çocuklarının internette seyrettikleri pornografik yayınlardan farklı olduğunu anlatın ona...

Çocukluğumda beyaz gelinlik, temizliği sadakati temsil ediyordu. Sinagogta gördüğüm beyaz kıpaya karşı büyük bir saygı duyardım. Tertemiz bir inancın sembolüydü o kipalar. İnanç insanı sadece iyi insan yapmanın bir yoluydu . Bugünse karşımda her hapise girenin suç işlemek için çalıştırdıkları pis kafalarının üzerine koyarak  kirlettikleri kipalar içimdeki inancı lekeliyorlar....


Batya R. Galanti

24 Temmuz 2019 Çarşamba

BETO


Yıllar sonra kuzinim söyledi Beto'nun mezar taşına şöyle yazmışlar; "Çocukluğumuzun sevinciydin!" . Beto kuzinimin amcasıydı. Öyle bildiğimiz amcalardan değildi o. Beto Down Syndrome'lu idi.
Benim kuzenlerim Down Syndrome'lu bir aile ferdiyle aynı çatı altında büyümüşlerdi. 
Farklı olanla büyüyen çocuklar da özel olmalılar diye düşünüyorum . 
Her 700 çocuktan biri Down Syndrome'lu olarak dünyaya geliyormuş.
Bugün hamileliğin dördüncü ayında yapılan bir testle çocuğun bu kromozomal bozuklukla doğacağını tespit etmek mümkün olduğu için seçim anne babaya kalıyor;  Tanrının, kaderin ya da doğanın onlara verdiğini sevgiyle kabul etmek ya da bu kaderi reddetmek şansına sahip bugünkü insanlar.. Kırkından sonra doğum yapmak riskini göze almaya devam eden kadınlar sanırım doğacak çocuklarını her şeyleriyle sevmeye hazır olanlar olmalı..
Simdilerde bu güzel insanlar toplumun içinde eskiye nazaran çok daha büyük bir yere sahip olmaya başladılar.. İçlerinde orta zekaya sahip olanların yanında zihinsel kapasiteleri çok daha düşük olanlar da var fakat eğitimle çok büyük bir gelişim gösterdikleri açık.
Beto bundan yaklaşık yetmiş beş yıl önce doğmuş , o zamanın şartlarıyla ailesinin gözetiminde ve sevgisiyle belki kendince mutlu ve belki yine de zor bir hayatı olmuştu. Açık olan bir şey vardı ki bizim için Beto hayatın en büyük atraksyonlarından biriydi.
Bildiğiniz her şeyden, herkesten farklı bir insanla iç içe yaşadığınız zaman hayatın çok farklı yönlerini tanıma şansınız da oluyor. Başka hiç kimsenin güldüremeyeceği kadar sizi güldürürken bu tip insanlar yaşamın o çok ciddi anlarına kattıkları özellikleri onlarca yıl sonra bile gülümseyerek hatırladığınız anıları da zihninizde bırakarak er ya da geç sonsuzluğa giderlerken belki de hiç beklenmedik insanlardan da kimi dersler çıkarılabileceğini de öğrettiklerini idrak edebiliyorsunuz yeri geldiğinde..
Sevgiyle yanına alıp yıllarca ona bakan teyzemin öz verisi bir yana Beto da kendine göre iyi ve zor tarafları olan bir insandı. Bugün hatırladığımızda çoğu zaman  gülerek andığımız Beto'nun geçmişte kimi yaptıklarını kaldırmak ne kuzenlerim ne de ona bakan büyükleri için kolay olmayabiliyordu ama her şeye rağmen o onların günlük hayatlarının vazgeçilmez bir parçasıydı.
Down Syndrome'lu insanların kendilerine göre benzer ve farklı kimi özelliklere sahip olduklarını tahmin ediyorum. Örneğin Beto kendince çok düzenliydi. Ama bu öyle bir düzenlilikti ki  her gece yatmadan evvel terliklerini ve ayyakabilarini sıraya koymak için saatlerce uğraşırdı. Milimetrik hesaplarla olan bir düzendi bu. Daha sonra yatağına girmeden çarşafıyla ve yorganıyla bir o kadar daha zaman harcardı.  Hayatta en büyük tutkusu yemek olan bu insan önüne konulan yemeği bile tabağının içinde belli bir sıraya koyar öyle yerdi. Herkesin bir çırpıda bitirerek kalktığı sofrada Beto  fasulyeleri ve daha sonra köfteleri yan yana dizmekle uğraşırken bir tabak yemeği bitirmesi bir saatten fazla sürerdi.
Yaz günleri kimileri birlikte tuttuğumuz evde denize gitmeğe hazırlık yaptığımız saatlerde onun en büyük uğraşısı zaten temiz olan evin yeniden tozunu almaktı. Biz gittiğimizde eline geçen toz bezini biz dönene dek elinden bırakmazdı. Aynı köşenin tozunu saatlerce alırdı. Ya da bazen kuzenimin Tommiks ya da Teksas'larından kaptığı bir tanesini yerleştiği koltukta tersinden okumaya dalardı. Biz denize gittiğimizde en son sayfadayken  döndüğümüzde Beto hala aynı sayfaya bakmaya devam ediyor olurdu. Sağ cebinin kenarında göğsünde görülen kağıtlar da büyük ihtimalle oradan buradan aldığı kimi önemli notlar, işle ilgili belgelerdi bir çok zaman. Her kaybolan kağıdın ardından sorulan ilk adresti Beto. Mektup nerede Beto? O nerede bu nerede? Beto yine sen mi aldın? hay Allah nerede bu kağıtlar??
Teyzem bir defasında akşam eline para vermiş gidip ekmek alsın diye..
Ender de olsa bazen Beto'ya başvurulurdu son çare olarak. Çocuklar yoksa etrafta.
Beto çarşıya gitmiş ekmek almaya.  Dönüşte Fayton'dan indiğini şaşkınlıkla seyreden teyzeme dönüp faytoncuyu işaret ederek" Para ver " demiş.. Başka bir sefer yine ada'da bu kez küçük bir tüp almaya göndermişler onu  ( Ne de olsa adanın vazgeçilmesi zor imkanları :)))) ) . Bu kez Beto her zamankinden yaratıcı bir atılımla yanında hamalla beraber dönmüş. İki üç kiloluk tübü kendi taşımayacak kadar uyanık çıkmış yani...
Beto'ya senenin belli zamanları teyzemler belli zamanları da ablası bakardı.  Kuzenimin halası yardımsever bir insandı. Zamanının büyük çoğunluğunu topladığı erzakları, giysileri fakir mahallelere dağıtmakla geçirirdi. Tabii Beto böylesi güzel örneklerin karşısında o da bir gün iyilik yapmak istemiş . Ablası eve geldiğinde salondaki koltuklardan ikisinin yerlerinde olmadıklarını görünce tabii gayet sakin Beto'ya ;  " Ijo ande estan los koltukes??. Beto gayet sakin Tayyar geldi demiş. Kısacası kapıcıya vermiş koltukları :))) Şimdi işin yoksa git geri al..
Başka bir sefer güzelim halıların püskülleri kesilmiş. Tabii sorulacak sorunun adresi belli  " Beto Paşa estan muy ermosos...tu los kortates? Canı sıkıldıkça yeni hünerler sergilemekte üzerine yoktu Beto'nun.
Beto hakkındaki en güldüğümüz olaylardan biri de Türkiye'de onu orduya almak için gelen çağırıydı. Askerlik yapacak kapasiteye sahip olmadığını ıspatlamak için yapılan görüşme gününü her anlattıklarında daha neler dedirtecek  sorulara Beto'nun tesadüfi verdiği kimi doğru cevaplar aramızda fıkraya dönmüştü.
Ada'da son oturduğumuz evin yanında , bütün gün Panda ( dondurma ) satan yaşlı adamın ardından Panda yerine Mandaaaaa  "Ölüşü işalla"..  ( Sanırım adamın bağırışları sinirine dokunuyordu ) diyen Beto'yu zorla içeri çektiğimiz günler .. Hiç unutmadığımız nutukları...  Ve yine günlerden bir gün haberlerde o hiç bitmeyen törenleri taklit ettiğini düşünen Beto'nun balkona çıkıp Atatürk öldü bugün bayram diye seslenmesiyle.. Kayado moz vana enkaşar a todos al prezion " ( Sus yoksa hepimizi senin yüzünden içeri atacaklar ) diye bağıran eniştemin girdiği sinir krizi.. Bunlar unutulmazlardı..
Ta bir gün Yaşlılar Yurdundaki bakımevine girene kadar hayatımızın küçümsenmeyecek bir parçasıydı sevgili Beto. Orada da herkesin maskotu olmuş. 
İnsanların neşesiydi o. Herkesin yardımına koşan, yeri geldiğinde bir gece bir yaşlının kalp krizi geçirdiğini farkedip doktorları çağırarak hayatını kurtarmak dahil onu sevmeleri için her gün yeni bir sebep yaratan Tanrı'nın özel insanlarından bir tanesiydi o da.
Dilerim cennet bahçesinde ışıklar içinde uyuyordur sevgili Beto. Ruhu Şad olsun!!!


Batya Ruso Galantı



10 Temmuz 2019 Çarşamba


SIYAH, BEYAZ YA DA SARI OLSAK NE FARK EDER?



Dokuz yaşımda idim. Israel'de ailemle sohnut'a geldiğimizi anımsarım.  O yıllarda Tel Aviv'in ve  Orta Doğunun en yüksek binası olarak ünlenen Kolbo Şalom'un bilmem kaçıncı katındaki bürosunda kimi sorular sormak için annemin ve babamın arkasından girdiğim o geniş kattaki kalabalığı hiç unutmam. Eğer çocuk kafamda gördüklerimi aklımda çok büyütmemişsem tabii ki. Hani yıllar sonra çocukluğumuzdaki bir çok şey anımsadıklarımızla birlikte üzerine eklediklerimizden ibaret olmaya başlarlar ya.   O günden aklımda yer eden en farklı şey hayatımda karşıma ilk kez çıkan siyahi insanlardı. Birileri bana Etiopyalı olduklarını söylediler. Hemen aklıma gelen ilk düşünce " Ah ne güzel, Israel'de siyah insanlar da var!.. olmuştu.
İkinci gelişimse 1986'da idi. Yıllardan sonra büyük özlem duyduğum bu toprağa indiğimde havaalanındaki işlemler sırasında kuyrukta beklerken yanımda yerleri süpüren adama gözüm ilişmişti. Kafasında kipa vardı.  Bense; " Aaa ne güzel bu ülke'de havaalanındaki temizlik işçisi de Yahudi diye düşünmüştüm bu kez,  Bunda ne var diyeceksiniz. Ama bunda çok şey var aslında. Kocaman bir toplumun içinde yaşayan küçücük bir azınlık içinde büyüdüğünüz zaman alıştığınız kimi davranış kalıpları ve meslekler dışında bir Yahudinin de her millet ve her toplum gibi her işi, her mesleği yapmasının en doğal şey olduğu fikri kimi zaman baya heyecan verici olabiliyor.
Biz Yahudiler Türkiye'de tarihsel, sosyal ve kanuni gelişimlerin sonucu toplumumuz içinde sadece belli insan tipleri görmeğe alışkındık. ( bu konuya ayrıca değinmek gerekir )
1995'te buraya yeniden geldiğimde bir gün otobüs'e bindim. Kendi kendime her gün otobüse binip bir yerlere gidiyordum. Yine kafasında kipalı bir Hintli'nin şoförden bilet aldığını görünce  o güne kadar Hindistan'da da yahudiler olduğundan hiç haberim olmadığını farkettim.
Israel'de kısaca beni çeken özellikler her renkten, her gruptan, her meslekten insanların varlığı olmuştu. Bu bana alışılmışın dışında bir olay gibi görünüyordu. Yahudiler içinden gelen birbirinden çok farklı tiplerin bu toplumu oluşturuyor olması beni adeta büyülüyordu. Fakat daha ileride öğrenecektim ki Israel'in bir diğer taraftan en büyük problemlerinden biri de bu kültürel farklılıkların getirdiği kimi toplumsal çekişmelerdi.
Kısaca Israel'in en temel özelliklerinden biri göçmen ülkesi oluşudur  . 70 yıl önce doğan ve daha hala emekleme safhasında olduğuna inandığım bir ülkedir Israel. İlk çığlığını attığı andan itibaren  farklı unsurları bir araya getirmenin zorluklarıyla büyümeye ve ilerlemeye çalışmasının yanında dışarıdan kendisini hedef alan  saldırılara karşı sürekli savaşmak zorunda olan tek ülke .
"İnsanoğlunun "  en büyük sorunudur farklı olanı kabul etmek.
Geçtiğimiz hafta Israel'de yaşanan bir olay bütün ülkeyi bir anda ayağa kaldırmakla bitmedi. Tüm dünyanın gözleri de bir kez daha buraya çevrildi. Ailesiyle çıktığı akşam gezmesi sırasında sivil bir polis bir parkta19 yaşlarında , biri Etiopyalı diğeri beyaz iki gencin kendilerinden yaşça daha küçük bir çocuğu tartakladıklarını görünce olaya müdahele etmek istemiş. Polisin kimliğini gören gençler sakinleşmek yerine ona doğru taşlar atmaya başlamışlar. Bir anda gençlerle girdiği mübadelede kendini hayatı tehlikeyle karşı karşıya hisseden polis çıkardığı silahını havaya doğru tutup onları uyarmak yerine yere doğru ateş etmeğe kalkınca seken kurşunla Etiopyalı genç vurularak olay yerinde ölmüş. Polisin müdahalesinde bir yanlışlık olduğu açık. Belki de ortada anlık  bir yanlış hesap söz konusuydu. . Orada olmayan hiç kimsenin bu konuda tam hüküm vermesi zor.


Bu olay bir anda ayrımcılıktan şikayet eden bir toplumu ayaklandırmaya yetti. Son bir sene de ikinci defa  Etiopyalı bir genç gereksiz bir ölümün kurbanıydı. Ölenin öyle masum bir çocuk olmadığı ortaya konsa da . 18 suç dosyası olan, yanında çakı taşıyan bir genç olsa bile yine de o çocuk  o gece orada ölmeyebilirdi . Ve ayrıca hangi yönden bakılırsa bakılsın bu olay toplumumuzda kimilerinin siyah derili  insanlara  karşı çok daha az tolerans gösterdikleri gerçeğini değistirmez . Sadece bir kıvılcım bir ateşi körüklemeye yetti sanırım.
Başka bir yönden bakınca aynı gece Tel Aviv'in göbeğinde kendilerine karşı olduklarını söyleyen ayırımcılığı protesto eden Etiopyalıların içinden azımsanamayacak sayıda gençlerin protestolarını vandalizm ve barbarlığa çevirmeleri de kabul edilecek bir şey değildir. Çevreyolu üzerinde, işinden evine giden insanların , masum kişilerin arabalarını durdurup içindeki kişiyle arabayı ateşe vermeleri, yine kimi arabaları  şoför içinde olduğu şekilde devirmeleri ve taşlarla bile bile insanları hedef almak suretiyle yaralamaları  affedilir hareketler değildir. Başka masumları  cezalandırarak kendi haklarınızı savunamazsınız. Bu olaylara bakınca görülen şudur ki  bir tarafan masumsanız bile diğer taraftan sizin de içinizde  masumiyeti tartışılacak insanlar bulunabilir. Ne bir taraf ne de diğeri yanlışlardan, hatalardan ve günahlardan tamamen arındırılamaz.



Burada esas görev devlete düşüyor. Beyaz siyah ya da sarı rengi ne olursa olsun her insan devletin yasaları önünde eşit haklarla savunulursa sorun büyük oranda hallolur. Ayrıca devletin üzerine düşen görevlerden bir diğeri halkı eğitmektir. Okullara bu konuda çok önemli görevler düşüyor bence.
Burası  bir çeşit insan labaratuarı gibidir.  Çok genç bir ülke. Başka ülkelerin geçirdiklerini, o süreci çok daha kısa ve hızlı atlatmak zorunda olan bir ülke. Kimi toplumsal süreçlerden geçerken düşülen hataları çok çabuk tamir etmek zorunda olan , kısa bir zaman içinde küçük bir nüfusa çok büyük bir göçmen dalgasını yedirmek, adapte etmek zorundadır.  Aslında bir şeyler oluyor bu küçük ülkede. Çok güzel şeyler oluyor, az yazılsa da . Aman Allahım nasıl olur ama neden?  diye soracak kadar üzüldüğümüz olayları da yaşıyoruz bazen. Yine buralarda .. Israel'de çok iyi, çok fedakar insanlar tanıyoruz. Sadece kendi ailesine, kendi toplumuna değil, herkese karşı iyi olan insanlar tanıyorum. Açık sözlü ve öz verililer.. Israel'de çok kaba insanlar tanıyorum. Sadece kendisi için yaşayan , kimseye saygısı olmayanlar. Her yerde olduğu gibi iyiler ve kötüler var burada da.   21. yüzyılda kendi toplumunuza karşı sorumlu olduğunuz kadar yaşadıklarınız tüm dünyanın gözleri önündeyken vereceğiniz hesap sadece kendinizle kalmıyor.  Hele Israel'in hiç şansı yok. Big Brother misali kameralar 24 saat üzerinde. En çok gözlemlenen, en çok eleştirilen ülke olmak bir ayrıcalık gibi. Bu da Tora'da yazan bazı şeyleri hatırlatıyor insana. " Diğer toplumlara ışık olmak zorundasın"  Yani toplumumuzu Tanrı ekstradan sınıyor belki de. İyiliklerimizle, yanlışlarımızla ve kusurlarımızla..
Israel için dünya tarihinde yaşanmış ve hali hazırda bugün hala yaşanan tüm çirkinlikleri örnek alarak benzer hatalara düşmemek önemlidir . Ama ne yazık ki bu göçmen  ülkesinin her yıl dışarıdan kabul ettiği çok farklı kültürde insanları içine entegre etmeğe çalışırken yaşadığı güçlükleri yenmesi bazen düşünüldüğünden daha zor olabiliyor.
Amaç, insanlara kendi bildiklerinden farklı tonları öğretmek ve kabul ettirmek. Farklı olanı sevdirmek. Değişik kültürlere onu yaklaştırabilmek ve tolerans kelimesinin toplumun birinci kuralı olmasını sağlamak..İnsanlar zordur ve toplum sadece kurallar oldukça işler. Esas olansa sadece kurallar koymak değil onları uygulayabilmektir.  . Toleransın ne demek olduğunu anlayamayanlara ise  bu kelimenin anlamını yeri gelince cezayla öğretmeli ki herkes rahat bir nefes alsın..` Ve çocukken o çok farklı ve  güzel renklerine aşık olduğum bu ülke tüm dünya için de bir örnek olsun.



Batya R. Galanti

3 Temmuz 2019 Çarşamba

    İNSANA İNSAN GÖZÜYLE BAKABİLMEK


Uzun yıllar evvel ada vapurunda güvertede İstanbul'a doğru yol aldığım bir akşam üstünü hatırlarım. Yola çıktığımızda saat beş altı gibiydi . İlk saatin sonunda kızıla çalan gökyüzünün yavaş yavaş karardığı o yanlız akşamda yanımda oturan insanları gözlemlediğimi ve kendimce analizlere daldığımı anımsıyorum.


Etrafta dolanan beyaz önlüklü, bıyıklı vapur işletmesi çalışanının dağıttığı çaylar,  ve diğer tarafta gazete okuyanlar ve yine oraya buraya koşuşturan küçük çocuklar.... Bütün bir günü adada geçirdikten sonra şehirdeki karmaşık hayatlarına geri dönen alelade insanlar....
Bir süre sonra güvertedeki  masada iki genç bayanın yanına adalardan birinden binen bir kadınla kızı gelip oturdular. . Ibranice konuşuyorlardı.  Türkler o zamanlar ibraniceyi pek duymaya alışık olmadıklarından tanımazlardı genelde bu lisanı. İki genç bayan devamlı onlara bakmaya başladılar. Bunlar ne dili konuşuyorlar böyle diyorlardı aralarında.. Arapça mı ne? Bak yaklaştınız diyecek oldum.  Turist kadın oralı görünmüyordu pek, Kızıyla  ateşli bir konuşmanın içindeydiler.  Kadıköy yakasına yaklaşan vapur birazdan iskeleye yanaştığında Israelli anne ve kızı ayağa kalktılar.  İneceklerdi belli. Kadıncağız iskemleden kalktığı gibi genç bayana dönüp gülümseyerek " We're from Israel!" dedi. Kendilerine hiç durmadan bakan bayanların meraklarını gidermek istediği belliydi. Genç bayansa " Ah! siz yokmusunuz, Filistinlilere yaptıklarınızı biliyoruz hep " deyiverdi. Türkçe tabii....
İnsanoğlunun en doğal huylarından biridir karşındakini rengine, milletine, boyutlarına, giyimine ve bir çok dış özelliklerine göre sınıflara, kateforilere ayırarak davranış ve yaklaşım belirleme özelliği. Sonuç olarak sadece Türkiye'de değil, insan hangi coğrafya'da olursa olsun, aynı şekilde başlıklar altında, etiketlere göre kişileri değerlendirmek eğilimnde hep.
O kadına bir anda adeta katil gözüyle bakan genç kadın da aynı şeyi yapıyordu.  Karşındaki insanı önce kadın sonra anne, sonra bir turist olarak da görebilirdi o an. Ama sanırım insan doğası kurallarına göre  bir kişiye  duyacağımız antipati ya da sempatiyi genelde belli kriteryonlar belirliyor . O bireyin kim olduğu farketmeden, insanı değerleri, iyiliği ya da kötülüğü  hakkındabir fikir sahibi olmadan karar veriyoruz. Fransız, İtalyan, Amerikalı, Ermeni ya da Yahudi; bunlar genel başlıklar . Fiziksel özelliklerimiz, cinsiyetimiz, boyumuz ve rengimiz insanların yaklaşımlarında büyük farklılıklar yaratıyor.
Seneler evvel bir Türk arkadaşım İskoçya'da bir barda sohbet ettiği genç bir çiftten bahsetmişti.. Bir kaç dakika oradan buradan çok sempatik bir havada devam eden konuşmalarının ardından adam soruvermiş, nerelisiniz diye, arkadaşım Türkiye deyince sohbetleri orada bitivermiş bir anda.  O gün orada bir anda bıçak gibi kesilen iletişim arkadaşımın da İskoçyalılar hakkındaki fikirlerine aynı şekilde etki etmişti mutlaka. Bu kez arkadaşımın zihninde  İskoçyalıların ayrımcı , Türk düşmanı bir halk olabileceği fikri doğmaya başlamıştı bile...
Keşke her insana ayrı , diğerlerinden bağımsız bir birey olarak bakabilsek.  Her insanın ayrı bir dünya olduğunu unutmadan... İçimizdeki primitif yaratığın üstesinden gelip kendimize ve insanlığa bir kez şans tanısak!





Batya R. Galantı