DENİZ
Yavaş yavaş boğucu sıcakları geride bırakırken Israel'de denizin en güzel zamanlarını yaşamaya başladığımız şu son günlerde, ne yazık ki yine geç saatlere kalan kumsal gezilerimde hep aynı şey aklımdan geçiyor.. En yakın zamanda tekrardan mayomu üzerime geçirip artık dalgaların yerine daha sakin biraz daha dost sulara girmek.
Her ada çocuğu gibi çok küçük yaşta yüzmeyi kendi başıma öğrenmiştim sanırım. Çocukluğumda ya da gençliğimde bana en sevdiğim şey nedir diye sorsalardı sanırım deniz ve yüzmek derdim. Denizi aslında hala çok severim ancak bugün geride bıraktığım senelerin ardından yaşadığım ülkede deniz benim için güzel olduğu kadar ürkütücüdür.
Buraya ilk geldiğim zamanlardan itibaren gördüğüm, duyduğum şeylerden ve kimi kişisel tecrübelerden sonra denize artık daha temkinli yaklaşıyorum. Artık en sevdiğim şey kimi akşamüstleri kumsalda çıktığım yürüyüşlerde ufukta güneşin batısını izlemek .
İstanbul'da geçen çocukluğum boyunca Marmara denizinin serin sularına kendimi bıraktığımda bir daha hiç çıkasım gelmezdi. Benim için yüzmek tarifi olmaz bir mutluluktu. Ne tuhaftı ki o zamanlar biz çocuklara denizin tehlikelerinden bahseden pek olmazdı.. . Bir çok konuda olduğu gibi, deniz ve yüzme konusunda da kadere teslim bir zihniyetle büyümüştük. Gittiğim hiç bir denizde , hiç bir havuz ya da tatil köyünde ise yüzenlerin güvenliğinden sorumlu bir cankurtaran olduğunu hatırlamıyorum. (Yanlışım yoksa eğer!! ) Ada'da yoktu en azından.. Yalan söylemeyeyim, 1990'larda ağbimlerin yazları müdavimi oldukları Kilyos'taki plajda bir tane can kurtaran olduğunu hatırlarım. Yazın en sıcak zamanlarında en az 35 derecelerdeki kızgın güneşin altında kendisine ayrılan , merdivenle çıktığı şemsiyesi bile olmayan iskemlede saatlerce işinin başında olması beklenen ( !) görevlinin slip mayosu üzerinde, kavrulmuş bedeniyle denizde yüzenleri gözetlemek yerine plajda sereserpe yatan bayanlara takılmakla meşgul olduğunu anımsarım. Arada boğulan olursa artık biri görüp belki haber verirdi.Bense başıma gelebilecek tehlikeleri düşünmeden her koşulda, her noktada, her fırsatta denize atlayarak yüzdüm. Şansım olmuşki başıma bir şeyler gelmemiş ve sadece mutlu hatıralarım olmuş. Adanın en arkasında, dil burnunda soğuk sulara atladığım kayalardan dizimde kalan tek bir çizik dışında Marmara denizi açıklarında tekneden kendimi bıraktığım derin sulara balık gibi daldığım günlerde benden daha mutlu bir insan yoktu sanırım. Bir boğazdan denize girmeyi sevememiştim. Zevksiz gelirdi bana o yosunlu boğaz koylarından, düzensiz kıyılarından denize girmek. Belki alışIk ta değildim insanı bir anda metrelerce sürükleyen akıntısına , sIk sIk geçen tankerleri, kimi külotlu deniz severleriyle dolu ortamına :) ... Benim için varsa yoksa ada vardı.
Ve her kıyı , karşısına başka bir kıyıyı alırdı İstanbul'da. Bizim İstanbul yahudileri de en çok bunu severlerdi. Karşıda görülen kıyıları... Ada'da iseniz Maltepe, Kartal görünürdü.. Boğaz çocuğuysanız bir iki kilometre karşınızda boğazın diğer yakası olurdu. Bense karşıda beton yığınlarıyla dolu bir kara parçası yerine yeşil tepeler görseydik ya bari diyerek insanların hayranlıklarına hep limon suyu sIkardım. .
Israel'e geldiğimdeyse karşılaştığım deniz çok farklıydı . Öncelikle yazın sıcağında serinlemek için denize girmek terimi Tel Aviv'deki kumsallar için geçerli değildi çünkü burada yazları deniz neredeyse kaynıyordu. Ayrıca tuzluluk oranı o kadar yüksekti ki gözlerinizi suyun içinde yanlışlıkla bile açmanız mümkün değildi .Dalgalarsa yüzmeyi kesinlikle imkansızlaştırıyordu.
1996'da Aliya yaptığımda İbranice okulunda yani Ulpan'da benimle birlikte olan bir arkadaşım vardı. Onunla ilk günlerden okul çıkışı bir gün denize gitmeğe karar vermiştik. Aman ne mutluyum. Kendimi kuş gibi özgür hissediyordum nedense. Kaldığım odama döndüm, mayomu giyindim, yanıma gerekli her şeyi aldım ve güzelim altın sarısı kumlarda biraz güneşlenmek hem de yüzmek için sahile kostüm. Fakat , tüm kıyı boyunca konulan bayrakların güvenli olan ve olmayan noktaları işaret etmeleri yetmezmiş gibi bir çok noktada dikili olan koca can kurtaran kulelerinin hoparlörlerinden seslenen iri yarı adamlar bizi daha denize ayağımızı koyduğumuz an uyarıyorlardı Girmenize izin verilen noktada bir yığın insanın ortasında en fazla belinize kadar gelen suda dalgalarla oynamaktan başka bir şey yapmak mümkün değildi.
. İşte o gün arkadaşımla aramızda türkçe konuştuğumuzu gören görevlilerden orta yasa yakın bir tanesi yanımıza yaklaşarak, kendisinin de İzmir doğumlu olduğunu , herhangi bir ihtiyacımız olursa ona gelebileceğimizi, bize seve seve yardım edebileceğini söylemişti. Ertesi hafta sınıfta gazeteden haberler okurken adının Mando olduğunu söyleyen o yardımsever adamın resmi gazete gözüme iliştiğinde haberi okuma gayretimi anımsıyorum. " Bat Yam'da boğulmakta olan bir kişiyi kurtarmak için denize atlayan cankurtaranın kendisi dalgalara yenik düştü " diye yazıyordu. Ne kadar üzülmüştüm !
Böylece Israel'deki kumsallar son derece romantik ortamları ve şehir insanının hayatına kattıkları güzellikleriyle birlikte bana ilk zamanlardan " Dikkat Tehlike" sinyali verdiler en kuvvetli şekilde.
Her sene tüm önlemlere rağmen denizde boğulan kişilerin sayısına bakınca ister istemez insan çok dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu hissediyor .
Deniz tüm tehlikeleriyle beraber hayatımın vaz geçilmez bir parçası olmaya devam ediyor. Yılın büyük bir bölümü sahilde yaptığım yürüyüşlerin dışında temkinli bir şekilde denize girmeye ve yüzmeğe devam ediyorum. :) En güzeli ise sezon sonunda artık biraz olsun serinleyen ve sakinleşen sulara dalarken bir an çocukluğumu hatırlamak.
Batya R. Galanti
Yavaş yavaş boğucu sıcakları geride bırakırken Israel'de denizin en güzel zamanlarını yaşamaya başladığımız şu son günlerde, ne yazık ki yine geç saatlere kalan kumsal gezilerimde hep aynı şey aklımdan geçiyor.. En yakın zamanda tekrardan mayomu üzerime geçirip artık dalgaların yerine daha sakin biraz daha dost sulara girmek.
Her ada çocuğu gibi çok küçük yaşta yüzmeyi kendi başıma öğrenmiştim sanırım. Çocukluğumda ya da gençliğimde bana en sevdiğim şey nedir diye sorsalardı sanırım deniz ve yüzmek derdim. Denizi aslında hala çok severim ancak bugün geride bıraktığım senelerin ardından yaşadığım ülkede deniz benim için güzel olduğu kadar ürkütücüdür.
Buraya ilk geldiğim zamanlardan itibaren gördüğüm, duyduğum şeylerden ve kimi kişisel tecrübelerden sonra denize artık daha temkinli yaklaşıyorum. Artık en sevdiğim şey kimi akşamüstleri kumsalda çıktığım yürüyüşlerde ufukta güneşin batısını izlemek .
İstanbul'da geçen çocukluğum boyunca Marmara denizinin serin sularına kendimi bıraktığımda bir daha hiç çıkasım gelmezdi. Benim için yüzmek tarifi olmaz bir mutluluktu. Ne tuhaftı ki o zamanlar biz çocuklara denizin tehlikelerinden bahseden pek olmazdı.. . Bir çok konuda olduğu gibi, deniz ve yüzme konusunda da kadere teslim bir zihniyetle büyümüştük. Gittiğim hiç bir denizde , hiç bir havuz ya da tatil köyünde ise yüzenlerin güvenliğinden sorumlu bir cankurtaran olduğunu hatırlamıyorum. (Yanlışım yoksa eğer!! ) Ada'da yoktu en azından.. Yalan söylemeyeyim, 1990'larda ağbimlerin yazları müdavimi oldukları Kilyos'taki plajda bir tane can kurtaran olduğunu hatırlarım. Yazın en sıcak zamanlarında en az 35 derecelerdeki kızgın güneşin altında kendisine ayrılan , merdivenle çıktığı şemsiyesi bile olmayan iskemlede saatlerce işinin başında olması beklenen ( !) görevlinin slip mayosu üzerinde, kavrulmuş bedeniyle denizde yüzenleri gözetlemek yerine plajda sereserpe yatan bayanlara takılmakla meşgul olduğunu anımsarım. Arada boğulan olursa artık biri görüp belki haber verirdi.Bense başıma gelebilecek tehlikeleri düşünmeden her koşulda, her noktada, her fırsatta denize atlayarak yüzdüm. Şansım olmuşki başıma bir şeyler gelmemiş ve sadece mutlu hatıralarım olmuş. Adanın en arkasında, dil burnunda soğuk sulara atladığım kayalardan dizimde kalan tek bir çizik dışında Marmara denizi açıklarında tekneden kendimi bıraktığım derin sulara balık gibi daldığım günlerde benden daha mutlu bir insan yoktu sanırım. Bir boğazdan denize girmeyi sevememiştim. Zevksiz gelirdi bana o yosunlu boğaz koylarından, düzensiz kıyılarından denize girmek. Belki alışIk ta değildim insanı bir anda metrelerce sürükleyen akıntısına , sIk sIk geçen tankerleri, kimi külotlu deniz severleriyle dolu ortamına :) ... Benim için varsa yoksa ada vardı.
Ve her kıyı , karşısına başka bir kıyıyı alırdı İstanbul'da. Bizim İstanbul yahudileri de en çok bunu severlerdi. Karşıda görülen kıyıları... Ada'da iseniz Maltepe, Kartal görünürdü.. Boğaz çocuğuysanız bir iki kilometre karşınızda boğazın diğer yakası olurdu. Bense karşıda beton yığınlarıyla dolu bir kara parçası yerine yeşil tepeler görseydik ya bari diyerek insanların hayranlıklarına hep limon suyu sIkardım. .
Israel'e geldiğimdeyse karşılaştığım deniz çok farklıydı . Öncelikle yazın sıcağında serinlemek için denize girmek terimi Tel Aviv'deki kumsallar için geçerli değildi çünkü burada yazları deniz neredeyse kaynıyordu. Ayrıca tuzluluk oranı o kadar yüksekti ki gözlerinizi suyun içinde yanlışlıkla bile açmanız mümkün değildi .Dalgalarsa yüzmeyi kesinlikle imkansızlaştırıyordu.
1996'da Aliya yaptığımda İbranice okulunda yani Ulpan'da benimle birlikte olan bir arkadaşım vardı. Onunla ilk günlerden okul çıkışı bir gün denize gitmeğe karar vermiştik. Aman ne mutluyum. Kendimi kuş gibi özgür hissediyordum nedense. Kaldığım odama döndüm, mayomu giyindim, yanıma gerekli her şeyi aldım ve güzelim altın sarısı kumlarda biraz güneşlenmek hem de yüzmek için sahile kostüm. Fakat , tüm kıyı boyunca konulan bayrakların güvenli olan ve olmayan noktaları işaret etmeleri yetmezmiş gibi bir çok noktada dikili olan koca can kurtaran kulelerinin hoparlörlerinden seslenen iri yarı adamlar bizi daha denize ayağımızı koyduğumuz an uyarıyorlardı Girmenize izin verilen noktada bir yığın insanın ortasında en fazla belinize kadar gelen suda dalgalarla oynamaktan başka bir şey yapmak mümkün değildi.
. İşte o gün arkadaşımla aramızda türkçe konuştuğumuzu gören görevlilerden orta yasa yakın bir tanesi yanımıza yaklaşarak, kendisinin de İzmir doğumlu olduğunu , herhangi bir ihtiyacımız olursa ona gelebileceğimizi, bize seve seve yardım edebileceğini söylemişti. Ertesi hafta sınıfta gazeteden haberler okurken adının Mando olduğunu söyleyen o yardımsever adamın resmi gazete gözüme iliştiğinde haberi okuma gayretimi anımsıyorum. " Bat Yam'da boğulmakta olan bir kişiyi kurtarmak için denize atlayan cankurtaranın kendisi dalgalara yenik düştü " diye yazıyordu. Ne kadar üzülmüştüm !
Böylece Israel'deki kumsallar son derece romantik ortamları ve şehir insanının hayatına kattıkları güzellikleriyle birlikte bana ilk zamanlardan " Dikkat Tehlike" sinyali verdiler en kuvvetli şekilde.
Her sene tüm önlemlere rağmen denizde boğulan kişilerin sayısına bakınca ister istemez insan çok dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu hissediyor .
Deniz tüm tehlikeleriyle beraber hayatımın vaz geçilmez bir parçası olmaya devam ediyor. Yılın büyük bir bölümü sahilde yaptığım yürüyüşlerin dışında temkinli bir şekilde denize girmeye ve yüzmeğe devam ediyorum. :) En güzeli ise sezon sonunda artık biraz olsun serinleyen ve sakinleşen sulara dalarken bir an çocukluğumu hatırlamak.
Batya R. Galanti
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder