14 Mart 2019 Perşembe


ISRAEL MERKEZINE ROKETLER!



Bu gece elimde cep telefonum konuşurken tam haber saatinde televizyonun ekranında Israel'in merkezinde alarmlar çalıştığını gösteren yazılar çıkmaya başladığını gördüm. Tüm Israel merkezinde sirenler çalıyordu. .  O an bizde herhangi bir siren sesi duyulmassa da ister istemez birden bire çok heyecanlandım.,,,
Peki muhabir nerede  ? Neden kimse konuşmuyor, neler oluyor ?? diye düşündüm bir an aptal gibi.. Sonra onların da merkezden yayın yaptıkları için o an sığınakta oldukları aklıma geldi. Sirenler bittikten bir iki dakika sonra kuvvetli iki patlama duyduk.



Sonradan verilen bilgilere göre, Gazze'den İslami Cihad Örgütü tarafından Israel'in merkezine atılan iki roket açık alana düşmüş.

Bu gece Güvenlik Kurulu acilen toplantıya girdi. Bu toplantıdan çıkacak kararın ardından böylesi bir süpriz saldırının  önümüzdeki saatler ve günlerde neleri getireceğini göreceğiz.

Seçimlere az bir zaman kala ya bir kaç gün sürecek bir çatışma ya da çok daha ciddi bir operasyon , belki de yeni bir savaş bizi bekliyor olabilir mi? Hamas bu kadarını göze almış olabilir mi peki?

Abu Mazen'le bir süredir aralarında süren antlaşmazlıklar..Gazze'deki iki milyon nüfusu idare etmekte zorlanan Hamas. Günde sadece sekiz saat elektrik alan bir halk .. Bugün Gazze'de Hamas'a karşı olan protesto gösterilerini Hamas polisi silahla, kaba kuvvetle bastırmaya çalıştı.

Hamas gün geçtikçe yanlış yönetiminin, boyun eğmezliğinin kötü sonuçlarının hesaplarıyla uğraşmak zorunda kalıyor. Gücü elinde zorla tutmaya çalışırken , kendi halkını sömürerek, ezerek ve baskıyla nereye kadar idare edebilecek acaba? . Ödün vermemekle , Israelle antlaşmaya varmamakla işler karışmaya devam ediyor.

Bu son durumda kendisi için en kolayı halkının tepkisini Israel'in üzerine yöneltmek. Bu yüzden tam bugünde işte Israel'e Gazze'den roketler atıldı..

Israel'in merkezine.. Amaç belli!

Şimdilik Israel dışındaki basında buradaki son dramatik gelişmeler hakkında çıt yok. Hiç bir şey olmamış gibi.. Fox News dışında hiç bir haber kanalında Israel'in merlezine atılan roketler hakkında en ufak bir şey yazılmamış. Sanırım yazmak için Israel'in tepkisini bekliyorlar..
İşte o zaman çıkacak  başlıklar şöyle olacak;

" Israel bu gace Gazze'yi vurdu!!"



Batya R. Galanti

6 Mart 2019 Çarşamba

 KARANLIK KORKUSU     



İnsanların kaçta kaçı karanlıktan korkar? Ya da çocukların kaçta kaçı karanlıkta kaldıklarında dünya sonu gelmiş gibi bir hisse kapılır? Karanlık korkusu  en bilindik , en yaygın korkulardan bir tanesidir sanırım. Karanlıktan korkmak insana çok ta mantıksız gelmez sanki .  Çünkü sağlıklı zihinler için mantıksız denecek bir çok fobinin yanında karanlık korkusu içinde herşeye rağmen mantıklı bir şeyler barındırır . Karanlığın içindeki gizem, bilinmezlik insanın en hassas olduğu hislerden biridir mutlaka. Göremediğimiz bir dünyadaki  bilinmediklerin içinden bizi tehtid edebilecek tehlikelere karşı içimizde beliren içgüdüsel bir tepki..
İnsanın büyüme çağında geçirdiği doğal evrelerden biriymiş belli oranda bir karanlık korkusu. Daha iki yaşına varmadan  ortaya çıkan ve sonra  gelişimin  ileriki evrelerinde  yavaş yavaş kaybolan bir korku.  . Kimi insanlar ise çocukluk dönemi içinde ya da daha ileride  yaşadıkları bazı tatsız olaylar ya da bazen genetik bir eğilimin neticesi olarak ta kimi korkulara takılıp kalabilmektedirler. Ve bu korkular yerinde tedavi edilmediği zaman  erişkinliğe varana kadar  gittikçe daha büyük boyutlara varabiliyor...
" Karanlık korkusu "  denildiğinde benim aklıma küçük bir kız çocuğu iken Şişli'deki evimizde yaşadığım geceler  gelir bir anda. Geniş bir apartman dairesinde geçen çocukluğumda,  her gün batımının ardından gelen elektrik kesintilerinin kafamın içinde dönüp duran tuhaf hayalleri Hollywood yapımı Korku filmlerini aratmayacak senaryolara döndürdüğü seneler...
Herşey aslında bir çeşit kötü rastlantılar bütününün bir sonucuydu benim açımdan. Her an her saniye elektrikler kesilen bir şehirde dünyaya gelmiş olmanın yanında yaşadığımız apartmanın giriş katında yıllar yılı boş, terk edilmiş bir halde duran Perili evle ilgili söylentiler benim karanlık korkuma tuz biber ekmeye yetmişti..
Her gece gezintiye çıkan ruhların varlığı ile ilgili  söylentilere destek veren gizemli akşamlarda kararan merdivenlerden birinci kata bir çırpıda varmak için basamakları koşarak çıkmaya çalıştığımda çocuk yaşta kalpten gidebilirdim belkide..
Bir aralar düzenli olarak elektrik kesintileri uygulanıyordu. Ve bu yüzden bu kesintilere karşı hazırlıklıydık tabii. Her gece kesilen ışıkların ardından eller otomatik olarak kibritleri ve mumları arardı. Hatırlıyorum bir iki mum yaktıktan sonra annem tamam yeter derse de ben . Yok anne yetmez,  derken oturma odasını Kung Fu ' ya çevirirdim.  Her tualete gitmek ihtiyacımda ise elimde tek bir mumla oturma odasından koridora çıktıktan sonra tualete kadar olan iki metrelik mesafeyi bile gözüm yemezdi . Böylelikle ihtiyacımı genellikle iki saat sonrasına kadar halletmemeyi tercih ederdim bir çok kez.
Karanlık ve ben iyi dost olamamıştık çocukluğumda. Çünkü kısmetime oradan buradan duyduğum saçmasapan hikayeler kafamda kocaman öcülere dönüşmüştü. Beynimin içindeki tuhaf hayaller her gece yatağımda  ya da her ışıklar kesildiğinde kendimi en güvende hissetmem gereken evimde çalan tehlike çanları gibi büyüyorlardı .
Nedense anne ya da babama bu korkularımı açmayan ben sanırım çocukluğumda çok içime kapanıktım. Korkularınızı paylaşmadığınız sürece onlara birilerinin çare bulması ise imkansızlaşıyor..
Geceleru annemler ışıkları söndürüp yataklarına girdikten sonra  koridorun orta yerindeki küçücük odamdaki yatağımda senaryolarımla başbaşa kalıyordum. Duyduğum her tıkırtının  hemen  aşağımızdaki boş olan perili daireden yukarı çıkan hayaletin çıkardığı sesler olduğundan emindim..
Sonunda bir gün babama gece karanlıktan korktuğumu söyleyerek bana bir ampul almasını rica ettiğimi hatırlıyorum. . Hani elektriğe direk takılanlardan. Ertesi gün babam ampul getirdi. Küçük kırmızı bir ampul. Ne kadar sevinmiştim Gece olunca ampulu odamdaki duyun yanındaki deliğe koydu babam . Ardından ışıklar  yeniden kapanarak herkes uykusuna çekildi. Bense  ampule gözlerimi diktim. Işığı hayal etmeye başladım  ama ampul kendini bile aydınlatmıyordu. O gece nasıl uyudum bilmiyorum.. O gece ve diğerleri hep korkuyla geçti ..
Ama hayatımın en korkulu anlarından biri sekiz dokuz yaşımdayken evde tek başıma olduğum bir güne rastlar.. Evde benden başka kimsenin olmadığı bir gün birden bire ışıklar kesilmişti yeniden. Ben o upuzun koridorun sonundaki oturma odasında oturuyordum. Kış vakti idi ve saat yedi civarıydı. İstanbul'un zifiri karanlık sokaklarını aydınlatan tek şeydi dükkanlardan, evlerden yansıyan ışıklar. Ve onlar da söndü mü şehir bir anda tamamen karanlığa gömülürdü. Yani evinizde ışık olmayınca başka hiç bir yerden bir yansıma olması mümkün değildi. Ben yerimden kalktım, o kadar karanlıktı ki eşyalara çarpıyordum. Panik halindeydim. Koridora doğru çıktım. Koridorun her yanında, sağda solda odalar ve tualet vardı. Geçtiğim her odanın içinden üzerime sinecek bir şey bekliyordum.. Nasıl da koşuyordum Kalbim öyle hızlı atıyordu ki. Mutfağa vardığımda çekmeceleri, rafları , her yeri yokladım kör ellerle yok ve yok. Ne mum, ne kibrit.. Ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Dışarısı son derece soğutu benimse ayağımda sadece çoraplar vardı ve üzerimde paltom da yoktu ki kendimi dışarıya atayım. Anahtarlar da nerede bilmiyordum. Salona gittim, salonun camına Garfield kedi gibi yapıştım . Arkamda duran o koca karanlık evin içinden her an bir varlığın bana süpriz yapması korkusu o kadar benliğimi kaplamıştı ki camın hemen oradaki sıcak radyatörün üzerine dizlerime oturuyor buz gibi soğuğa rağmen açtığım camdan aşağıya bakıp duruyordum . Annemin bir an önce eve dönmesi için yalvarıyordum... O gece ne kadar zaman o camın önünde beklediğimi anımsamıyorum..
Yıllardan sonra aşağıdaki perili daire büro olunca ben ilk kez huzurla nefes almaya başladığımı hissettim. Korkular, hayaletler, öcüler bir anda silindiler zihnimden, benliğimden . Karanlıkla birleşen perili daire hikayesinin gizemi bir anda dağılıverdi . Hayaletlerin yerini gerçek insanlar aldı..
Bugün  zifiri karanlık hiç bir yer kalmadı. Benimse geceleri yatağıma yattığımda salonda açık kalan laptopun ışığı bile uykumu bir anda dağıtmaya yeter oldu..



Batya R. Galanti 

5 Mart 2019 Salı


Işgalci Devlet!




Israel işgalci devlet!!!
Batı Şeria'daki Yerleşim Birimleri barışın " tek " engelidir.
Israel Ulusulararası hukuku ihlal ediyor...
Bölgeye barışın gelmemesinin tek sorumlusudur İSRA "IIILLL "......
"Kahrolsun İsraiiilll!!!"

Türkiye'de iki günde bir Erdoğan ya da onun adamlarından birinin ağzından dökülen sözlerdir bunlar.. Ya da zaman zaman Taksim'de, Beyazıt Meydanında orada burada düzenlenen mitinglere yansıyan görüntülere iştirak eden haykırışlardır. " Kahrolsun İsrail"!! Ne hikmetse onlar kahrolsun dedikçe Tanrı Israeli  yüceltiyor.  Daha geçtiğimiz hafta ay'a insansız mekik göndermek şerefine erişen dördüncü ülke oldu Israel.
Atatürkçü ve Şeriatçının tek ortak olduğu noktadır Israel karşıtlığı. Ama sadece Türkiye'de  intizar edilmiyor ki ısrael'e... Heryerde aynı.. Amerika'da, Avrupa'da.. Aşırı sağcılar, aşırı solcular, ortada olanlar,  yeşiller, komünistler, hayvanseverler, hümanistler , radikal olan ya da olmayan tüm grupların genelde buluşma noktasıdır Israel nefreti.  Neyse ki ortak bir bileşen bulmuş herkes. Ne mel'un bir ülke bu böyle. Filistin sorunu bir tarafa bir çoğuna göre, hatta Avrupalı bir çok politik ağızdan duyulmuş söylemlere göre Ortadoğu'daki tüm katliamlar sonuçta Filistin sorunuyla alakalıdır. Tüm bu bölgeye  barışın gelmemesi Filistin sorununun çözüme ulaşmamış olmasına bağlıdır. Hatta Avrupa'ya akın edenler de bu yüzden bırakmışlardır Afrika'yı, Ortadoğuyu.. Israel olmasaydı kimi suçlayacaklardı kim bilir? Avrupa Başkentlerinde  kendi dertlerini  bir kenara bırakacak olsalar  ilk akıllarına gelen şey  ; " Filistin Sorunu" oluyor.. Dünya'da başka hiç dert yok tabii. Suçluyorlar efendim Israel Kolonialist Devletmiş.  Filistinlilere ait yerlerde yerleşimler kuruyormuş!! Israel barışın en büyük düşmanı. Bu yüzden Araplar zavallı!! Hayatımda tanıdığım en küçük emperyalist ülke tabii o da ayrı!!
Aslında dünya'nın dört bir köşesinden Israel karşıtlarıyla konuşacak olsanız  bir çoğuna göre 1967'de alınmış topraklarla sınırlı kalmazlar onlara göre tüm Israel gayri meşrudur aslında. Israel kıçlarına batan bir diken hissi veriyor çoğuna. Onlara göre Israel hiç olmamalıydı. Yahudiler de zaten fazlalık değilmiydiler 1940'larda el birliğiyle yok etmeye kalktıklarında.

Bakmak lazım Israel nereyi işgal etmiş önce!

1917 Balfour Deklarasyonuyla ilk tohumları atılırken ve 1920'de toplanan San Remo Konferansı'nda biraraya gelen Müttefik Devletleri'nin  Balfour deklarasyonunu destekleyip onayladıkları bildiride gelecekte kurulacak olan Yahudi Devleti belgelerle tasdiklenmişti.  1945'te Birleşmiş Milletler'in 80. maddesi uyarınca da bu topraklara aynı şekilde onay verilmiş.

1947'de,  BM Israel Devleti ile Filistin'in yan yana kurulması çağrısında bulunurken Araplar bu çağrıya direk olarak karşı çıkmışlardır.  Ve sonuçta 14 Mayıs 1948'de  BM'in tasdikiyle Yahudi Devleti  bağımsızlığını ilan etmiş oldu.  Bunun üzerine çevre civardaki tüm Araplar Israel Devletine sadece karşı çıkmakla kalmamış kurulduğu günün ertesi günü tüm güçlerini biraraya getirerek top yekün saldırıya geçmişlerdir.  Amaçları o güne dek  hiç var olmamış  Filistin Devletini kurtarmak degil, yeni kurulan Yahudi Devletini zaman kaybetmeden yıkmaktı.
Israel tarafından özgürlük ve bağımsızlık , Araplar tarafındansa Nakba diye adlandırılan 1948 Savaşı sonrasında Ürdün , Şeria nehrinin olduğu bölgeyi önce işgal sonra da 1950'de  ilhak etti.  Bu ilhakı dünya'da İngiltere ve Pakistan dışında tanıyan hiç bir ülke olmadı. Yine Ürdün tarafından buraları ( İngilizce'de West Bank, ya da Fransızca'da Cisjordanie denen yer) Batı Şeria olarak adlandırıldı. O güne kadar yasallığı kabul edilmemiş bu toprak nasıl da 1967'de Israel'in ele geçirişiyle işgal sayılmış?!
Batı Şeria 1967 yılına kadar Ürdün'ün elinde kaldı. 1967 Savaşı ise yine Arapların Israel'e karşı toplu hareketlerinin bir sonucu olarak başladı.  Altı gün içinde Ürdün, Mısır, Suriye ve Irağın  karşı saldırılarını püskürtmek bir yana Israel bu savaş sonunda Gazze'yi ve Batı Şeria'yı Ürdün'den, Sina Çölünü Mısırdan ve Golan Tepelerini ise Suriye'den almayı başardı.
Bugün işgal toprakları olarak adlandırılan bu yerlerin çoğu öncelikle Israel açısından büyük stratejik öneme sahiptirler. ( Tabii arada 1978'de Sina Çölünü Mısıra barış antlaşması gereği geri verdiğini unutmamakta fayda vardır. ) Stratejik ve tarihsel. Israel Devletinin güvenli sınırlar içinde yaşayabilmesi için  büyük öneme sahiptir buraları.
Aslında kimsenin arzu etmemiş olduğu savaşlar sonunda Israel'in eline geçen yerler. Şehitler verilerek alınmış topraklar.  Ve aynı topraklarda yaşamaya devam eden iki millet
Yapılan yerleşim yerleri  bugüne dek kimsenin yaşamadığı,  tamamen boş arazilerde inşaa edilirken buralarda sadece Yahudi değil Arap yerleşim yerleri de vardır .
Günümüze kadar Israel'in varolma hakkını bile reddeden radikal İslami yok sayan Uluslararası cemiyet Israel'den kendisini ilk fırsatta denize dökmek isteyen düşmanlarına kendisi açısından hayati öneme sahip olan yerleri karşılığında hiç bir güvence olmadan geri vermesini bekliyor. Bugüne dek geri verdiği her karış toprağa  yerleşen radikal İslamın Israel için sadece ve sadece daha fazla terörle son bulduğunu bile bile.  2000 yılında boşalttığı Güney Lübnan'a yerleşen Hizbullah'ın bugün Israel için ne kadar büyük bir tehlike olduğunu bile bile , 2005'te Gazze'deki boşaltılan yerleşim yerlerinde Hamas'ın Israel'e karşı yürüttüğü terörü göre göre. Sina Çölünde konuşlanan ISİS'in tüm bölge için ne kadar büyük bir tehlike olduğunun bilinciyle bu akıma karşı bugün Mısırla ortak bir savaş sürdürmek zorunda olduğu halde.
Barış için kim güvence veriyor bize? Yarın,  geri verilecek topraklarda yeni yeni radikal akımların iki kilometre ötemizde bize karşı yapacakları korkunç saldırıları kim önleyecek? Bizi çok seven Avrupa mı? Yemen'de , Suriye'de, Irak'ta Yahudilere ihtiyaç duymadan birbirleriyle savaşan Araplara hiç sordular mı birbirlerini boğazlamaktan hala neden vaz geçmiyorlar diye?

Filistine destek vermek amacı ile Israel'e karşı hareket edenler,  sözde  hümanist noktadan hareketle yola çıktıklarını iddia eden BDS'çiler  acaba Yemen'de her gün kaç çocuğun öldüğünü biliyorlar mı?



Batya R. Galanti

3 Mart 2019 Pazar


                                  EĞER EVET DESELERDİ!



Geçtiğimiz Cuma gecesi her zamanki gibi kızımın en yakın arkadaşı bizdeydi. On beş günde bir hafta sonu evde olan kızımla Cuma gecelerini birlikte geçirmeyi seven arkadaşı. Hep birlikte yediğimiz yemeğin bitiminde askerdeki görevlerinden bahsederler  kızlar.
Bu sefer ilk kez politik görüşlerimizden, Filistin sorunu ile ilgili genel düşüncelerimizden bahsettik onunla.  Bana gelecekte kurulacak bir Filistin devletiyle yanyana  yaşayabileceğimiz; barışın ve adil bir ortamın hakim olacağı bir Israel özlemi olduğunu söyledi. Herkes bu dünyada eşit olmalı derken gözlerindeki barışa olan özlemini gördüm, herhangi bir Israelli genç olarak. Ben de kendisiyle hem fikir olduğumu söyledim.
Kendisi için adil bir dünya düzeni içinde herkesin eşit şartlarda yaşamasının ne kadar önemli olduğunu devamlı tekrar ederken askerliğin ona bir çok şeyleri yerinde görmek imkanını verdiğini de anlattı. Düne kadar lise sınavları için ter döken bu genç insanın görevi yeşil hattın diğer tarafından gelen Arap hastaların Israel'deki  sağlık merkezlerinde tedavi görmelerini sağlamak.
Dış basında ve bizim sol basında yazılanlara baktığımda çok endişelerim vardı diye devam ederken; "Haksızlıklar, adaletsizliklerle karşılaşacağım bir çok olaylardan çekiniyordum,. Açıkçası göreceklerimden çok korkuyordum !  Yapmakla yükümlü tutulduğum görevim, sayesinde askeriyenin yardıma ihtiyacı olanlar için harcadığı çabalar bana bugün  tersine ümit veriyor dedi. Karşımızda savaş halinde olduğumuz bir halk için nasıl çaba harcadığımızı gördüğüm bu son dönemden beri  tüm soru işaretlerim, acabalarım ve bizim açımızdan kafamda yarattığım olumsuzluklar bir anda alt üst oldu! "  dedi.



Kızımın kardeşi gibi olan bu  arkadaşı bir aralar bize babasının Asaf Ha Rofe Hastanesi'nde Hiperbarık Oksijen Odalarında tedavi gördüğünden bahsetmişti. . Dünya'da bu konudaki en büyük merkezmiş Asaf Ha Rofe .  Beyinde, kaza, travma, ya da felç sonrası oluşan kimi nörolojik hasarları gidermek amacıyla yapılan bir tedavi bu.
Babası 1994 yılında Tel Aviv'de Dizengoff caddesinde 5 numaralı  otobüste meydana gelen  terör saldırısından mucizevi bir şekilde sağ olarak kurltulmuş. 22 kişinin olay yerinde parçalanarak öldüğü böylesi korkunç bir saldırıdan kurtulmuş olması inanılmaz . Fakat  o gün terör saldırısı  anında  patlayan bombanın yarattığı basınç neticesinde beyninde meydana gelen hasar uzun senelerden sonra kimi nörolojik semtomlarla ortaya çıkmış. Bu hasar neticesinde beyni normal bir insandan daha çabuk yaşlanmaya başlamış.  " Aslında o saldırıdan sonra babam hiç bir zaman aynı insan olmamış ki bir daha! "  dedi.

Yıllar evvel  teyzemin evinde , kuzenimin odasında duvarda asılı bir fotoğraf görmüştüm. Teyzeme bu kim diye sorduğumnda " Eli'nin çocukluk arkadaşı . Lübnan Savaşında şehit düştü" demişti teyzem.. Kuzenim arkadaşının ölümünden sonra aylarca eve kapanmış.

Israel kurulduğu günden bugüne savaşlarda ve terör saldırılarında 23 000'den fazla şehit verildi .

Eşimi tanıdığımda ise ablasının eşinden bahsetmişti bana, O da yine Tel Aviv'de bir Purim günü karşıdan karşıya geçmek için ışıklarda beklerken canlı bomba yüzünden bacaklarından ağır yaralanmış . Üç ay hastanede yatmış.  Bu ülke'de her ailede bir şehit vardır mutlaka. Ya da her insanın bir yakını , bir arkadaşı savaşta ya da terör saldırılarında  yaralanmıştır.

Avrupa'dan, Türkiye'den,  uzaklardan bir yerlerden bakıldığında birilerinin toprağına bedavadan konan bir millet olarak görülür genelde Yahudiler.  ( Dünya'da başka hiç bir millet, Israel gibi küçücük bir toprak için hem para , hem kan hem terle bedel ödemek zorunda kalmamış olsa da . ve bir de ayrica Birleşmiş Milletlerin onayından geçmemiş olsa bile   ) Evet kimileri gerçekten hazıra konmuş sayılırlar. Benim gibi var olan bir devlete sonradan göç edenler .

Teyzemin 1948'de göç ettiği yıllarda ise Israel kurulu bir düzeni olan,  refah içinde bir yer değildi. Israel büyük oranda boş araziler, kum tepelerinden meydana gelen bir hiç idi adeta. Burası  tam bir çöldü.  Yüzyıllar sonra, sömürgecilikten  değiştirdiği  ellerden sonra bu topraklara Yahudiler yavaş yavaş yeniden döndüler. Onlar için vaadedilmiş tek toprağa..Burayı hiçten var etmeye geldiler. Atıldıkları yerlerden sonra...

Bunu başkaları kabul ederler ya da etmezler..

Yahudiler bu kez bir devlet için herşeye razıydılar. Bu toprağı paylaşmak ta buna dahildi. Bu bugün de aslinda böyledir! Radikal akımların "  Yahudileri yok etmek " sevdaları bittiği zaman  Israel yeniden toprak vermeye hazır olacak !! Ben buna eminim!!

Araplarin bağımsızlığı Yahudilerle yan yana iki devlet olarak yaşamayı kabul etmeleriyle mümkündü. Eğer  Yahudilerin varlığına bugune kadar HAYIR  yerine  " EVET " diyebilselerdi.



Batya R. Galanti



25 Şubat 2019 Pazartesi

       ARADAKİ FARK



Üniversite ikinci sınıfa gittiğim zamanlarda bir genç kızla tanışmıştım , sınıfımdan. Güzel bir yüzü vardı, açık kumral, sade. kendi halinde, cici bir kız. Sessiz bir yapısı olmakla birlikte bana çok çabuk kendini açmıştı. Ailevi kimi problemleri yüzünden psikolojik olarak sorunlar yaşıyordu. Bana antidepresan ilaçlar kullandığını söylemişti.
O zamanlar 100 kişilik sınıfımızda iki ya da üç türbanlı genç kız vardı. Geri kalanların tümü başı açık, modern görünümlüydüler.
Politik amaç güden dini akımlar zayıfları hedef alırlar çoğu zaman.  Maddi ya da manevi olarak zayıf olan insanların beyinlerini dinle yıkamak daha kolay gibi sanırım. Bir din toplumu yaratmak peşinde olan gruplar için bu tipler kolay hedeflerdir . İşte sınıftaki iki kapalı kızın zamanla bu problem yaşayan genç kıza yanaştıklarına şahit oldum. Onlarla konuşmaya, okula onlarla gelip onlarla çıkmaya başlamıştı.. Tabii bir süre sonra şaşırmadığım şey oldu. Bu arkadaş bir gün okula başında türbanla geldi. Üniversite'yi bitirdikten sonra da,  o zaman Türkiye'deki en konservatif , en dinci gazete olan Zaman Gazetesi'nde çalışmaya başladığını duymuştum. Ve tabii yine orada çalışan bir muhabirle evlendiğini.
25 yıl evvel Türkiye'de Şeriat'ın Askeriye'nin içine kadar girdiğini okuyordum o zamanın Cumhuriyet Gazetesi'nde. Kuleli Askeri Lisesi'nin bile dinci görüşlerin yatağı olmaya başladığını anlatmıştı bir arkadaşım.
Uzun yıllar öncesinde  Türkiyeyi yönetenlerin dincilere sürekli olarak ödün verdikleri, kapalı kapılar ardında o tanıdığımız sözde çağdaş Türk politikacılarının bugünkü dinci akımın önderleriyle adım adım birlikte Türkiye'yi bugünlere taşımakta oldukları biliniyordu.
20'li yaşlarımda iken Türkiye'de bir Yahudi olarak bana gelecek olmadığını görebilecek kadar bir farkındalık içindeydim.
Bugüne kadar kimilerinin hala kabul edemedikleri (??!!)  gerçekleri daha o günlerden görmek mümkündü!
Bugün her fırsatta Devlet eliyle gösterilen sopaya baktığımda Türkiye'de kalmış bir avuç Yahudinin içinden biri olmadığım için teşekkür etmem gerekiyor sanırım.
Evet! Belki sadece Türkiye'de değil Antisemitizm, II. Dünya Savaşı yıllarından beri  hiç olmadığı kadar her yerde çok büyük bir yükseliş gösteriyor.
Bu son derece endişe verici bir durum mutlaka.
Sadece Türkiye'de diğer yerlere göre  bir fark var. Türkiye'de Antisemitizm Tayyibin kendisi tarafindan bizzat yapılıyor. Türkiye'nin başındaki diktatörün insafına kalmış bir cemaattır bugün kalan üç beş kişilik Yahudi Cemaati.

Geçtiğimiz hafta Paris'te Alain Finkielkraut .. Fransız Yazar, filozof, akademisyen " Sarı Yelekliler" ( Gilets Jaunes ) 'den bir kaç çapulcu tarafından saldırıya uğramış.
Alain Finkielkraut, mediatik bir akademisyen . Bir çok kitapları olan bu düşünür yazar zaman zaman kimi söylemleriyle toplumda polemik yaratan çıkışlarıyla da ünlü. Ve ayrıca pro-Israel görüşleriyle toplumun kimi kesimleri tarafından tepkiyle karşılananm bir yahudi.
Aylardır her hafta sonu Paris'in altını üstüne getirenlerden bir kaçı tarafından geçen hafta saldırıya uğramış. Sarı Yelekliler var ya işte onlar!
Gilets Jaunes devletin ekonomik politikalarının kendi haklarını savunmadıklarını, devletin sadece zenginin yanında olduğunu öne süren bir Petition olarak başlattıkları hareketi sokaklara taşıdılar.
Herşey Diesel Benzin'e zam getirileceği açıklamalarıyla başladı. Ay sonunu zor getiren işçiler bir anda kendilerini sokaklara attılar. Bu insanlar haklılar demeye gelmeden içlerine karışan kimi çapulcuların  Paris'i yağmalamaya başladıkları an soru işaretleri de birlikte gelmeye başladı.
Haklı bir davanın içine hangi radikal akımlar karıştı dedirtecek kimi olaylar.
Alain Finkielkraut'a saldıranlar gibi mesela.
Selefi olduğu söylenen bir Müslüman ( Sonradan Müslüman olmuş) Filozof'a bağırıyor!;  " Tel Aviv'e git pis sionist, Fransa bizim, buradan defol"

Türkiye'de bir yahudi şeref madalyasıyla (Legion d'honneur gibi ) ödüllendirilmez kolay kolay,  Pro-Israel olduğunu hiç söyleyemez , öldürürler . .. Türkiye'de Yahudi susar. Ama sussa da pek fayda etmez ya neyse. Fransa özgür bir ülke. Fransa'da Selefi bir Müslüman, eli kalem tutan bir yazara " Defol " der. Birinin yazma, diğerinin gösteri özgürlüğü var.
Ama bu özgürlük bir diğerini etnik olarak ayrımcı sözlerle hedef aldığı anda biter.
Fransa'da geçen hafta binlerce insan Yahudileri hedef alanlara karşı yürüdü.
Devlet ve neredeyse tüm politik cemiyet ve medya Yahudilere yapılanlara bir ağızdan karşı duruş gösterdiler.
Israel televizyonunda geçen gün yayınlanan haber programında Paris'te yaşayan  yahudilerle yapılan söyleşilerde genç bir kız" Fransa'yı seviyorum ve buradan kolay kolay ayrılmayı düşünemiyorum " dedi.
Türkiye'de Yahudi kalmadı çünkü Türkiye'de bir Yahudi hakkını arayamaz. Başına nasıl bir haksızlık gelirse gelsin.
Fransa ise bir hak ve hukuk devleti. Ve böyle olduğu sürece , insan hakları ve özgürlükler   demokrasiyle, yasalarla korunduğu sürece her Yahudi orada yaşamaya devam etmek isteyebilir.
Taa ki Alsace'ta Hıristiyan olarak dünyaya gelen Selefiler ortaya çıkana kadar..
Gerçek tehlike, Cihadist kavramların Avrupa'da serpilmesine izin verenlerin demokrasinin sınırlarını belirlerken kendilerini içten kemiren akımları durdurmakta gecikmelerindedir.
Bu arada, antisemitizm için ayağa kalkan Fransız medyası Israel söz konusu olduğunda tüm objektifliğini kaybederek , olayları çarpıtmaya , Israel'i şeytanlaştırmaya devam ederek, isteyerek ya da istemeyerek antisemitizmi birinci elden beslemeye de devam ediyor.
30 yıl evvel Türkiye'de irticayı durdurmadılar.
Bugün kimi ekstremistlere dur demezlerse yarın çok daha ağır hesap ödemek zorunda kalacaklar sadece Yahudiler olmayacaklar  Avrupa'da !



Batya R. Galanti

22 Şubat 2019 Cuma


                                                                                                                                    01.01.2019



                           2019'A UYANIRKEN


31 Aralık gecesi,  günün yorgunluğu üzerime öylesine çökmüş ki bir çok akşam olduğu gibi saat on civarı Laptop'umu alıp yatağıma girdim. Bir şeyler okur , hafif bir müzik dinler sonra da uyurum diye. Yıl Başı olduğunu düşünmeden . Genç kızlığımda her yıl başı nereye gidelim tartışmalarını hatırlasam da bir an. İntenette okuduğum bir makale ile beraber fonda çalan Michael Bolton'un aşka çağıran sesiyle gözlerimin yavaş yavaş kapanmaya başladığını farketmemişim bile. Aslında hani o farkında olmama halinde iken bile gözlerimi açmaya çalışıyorum bir an ve sonunda uykuya yenik düşerken gece on iki'de birisinin yanımdaki Laptop'u aldığını hissediyorum . Uyku arasında bir patlama sesleri kulağıma çalınıyor; " Neler oluyor?" diyorum.  Çatışma mı var. ??. Aman Allahım çok yakında bir yerlerde silahlar patlıyor. Birden hatırladım. Gençler Yıl Başı kutluyor ve şehrin bir yerlerinde  Havai Fişekler patlıyor bense çatışma var sanıyorum.

Ne kadar da uzaklaşmışım Yıl Başı'ndan.  Israel'de Yıl Başı ertesi normal bir çalışma günü olduğu için çoğu zaman bugünü  bekar gençler kutlar. Barlar, diskotekler ve restoranlar dolar  aslında. Yılbaşı gecesi için .. Eğlenmek için fırsat arayanlar için,  sabah çok erken kalkmak durumunda olmayanlar , çoluk çocuğunu okula göndermek zorunda olmayanlar ve yorgun olmayanlar için güzel bir fırsattır Yıl Başı.

Sabah kalktığımda kendi kendime güldüm, nasıl da çatışma oluyor sandım diye.. 2019 gelmiş benim şuur altımda ise  çatışmalar yer etmişe benziyor kutlamalardan çok..

Halbuki ne güzeldir yeni gelen bir yılı en olumlu şekilde kutlamak. Bense tüm olumlu dileklerime rağmen geride bıraktığımız yılın ardından dünyanın ya da bir yerde insanlığın geleceği için endişelenmeden yapamıyorum. Kendi kendime dünyayı ya da insanlığı kurtaracak olan sen değilsen o zaman endişelenmek neden desem de dünya genelinde yaşanan olaylara baktığımda,  tarihin kimi yönden dönüp dolaşıp yeniden yavaş yavaş aynı noktaya doğru gidişatına tanıklık ederken  farkında olmadan bir kaygı oluşuyor insanda. Kendi özel hayatımızın yoğun kavgası içinde , kişisel sorunlarımızla boğuşurken bir de küresel, ısınma, göçler, radikalizm, uluslararası alanda dramatik bir çok politik değişimlerle gelinen kaygı verici durumlar farkında olmadan yaşadığımız strese katkıda bulunuyor. Öyle değil mi?
Genç kızlığımdan bugünlere geçen tarihi düşünüyorum.. Zorlu yılların ardından umutla gelen yepyeni bir dünya düzenine tanıklık eder gibiydik .. Bugün yeniden kaygı vermeye başlayan yepyeni bir dönüm noktasına doğru gider gibi dünyamız..
Yaklaşık otuz yıl önce Sovyetler Birliğinin dağılışının ardından komünizmin Doğu Avrupa'da sonlanması ve Amerikanın dünyada tek süper güç olarak kalışı Avrupa'nın birleşmeye doğru gidişini de beraberinde getirmişti. Doksanlarda Batı kendi için yepyeni bir dönemin başladığına inanıyordu.
Belki bize yansıtılan gerçeklerin ardında Batı'nın Ortadoğu'da, Afrika'da yaptığı bir çok stratejik hatanın, kısa dönem çıkar hesaplarının uzun dönemdeki getirilerinin sonuçları bugün yavaş yavaş ortaya çıkıyor.
İkinci Cihan  Harbinin ardından ikiye bölünen dünya soğuk savaş yıllarının ardından Küresel savaşlara uzun zaman ara verilmişse de hiç durmadan devam eden  yerel savaşlar o zamandan bugünlere  büyük kitlelerin yaşamlarını son derece olumsuz etkiledi.. Ortadoğu'da, Afrika'da kurulan kukla Devletler'de,  kabile rejimleri ile yönetilen milyonların yaşadıkları dramlar artık sadece Ortadoğu ve Afrika sınırları içinde kalmama eğiliminde.. Globalleşen dünya  , hızla gelişen iletişim ve dünyanın kimi bölgelerinde devam eden dayanılmaz hayat şartları, artik savaşlarla sürekli yok edilen kitlelerin kıpırdanışları söz konusu.. Dün sadece Ortadoğu içinde olan ölümler, açlık, sefalet artık sınırları zorluyor.. Göçlerin getirdiği bir çok sorunlar Avrupa'da aşırı sağ'ın yükselişine katkıda bulunuyor.  Avrupa'nın gelişmiş toplumları artık eskisi gibi  emniyette olmadıklarını farkederlerken, ay sonunu getirmekte zorlandığını hissedenler yüzünden dengeler bozuluyor.
Dünya politikası yeniden değişim gösteriyor.. Trump Amerikan askerini Ortadoğu'dan çekerek Müteffiklerini  İslam Devletine karşı yanlız bırakırken, Rusya bölgedeki gücünü hiç olmadığı kadar kullabilecek boşluğu yakalamışken, Şii İran tüm ekonomik sorunlarına rağmen Sünni İslam dünyasına meydan okuyup Israel'in yok edilmesi gereken bir şeytan olduğunu haftada bir tekrar ederken Suriye'ye gelişmiş balistik silahlar sevkiyayla burada konuşlanmak için elinden geleni yapmakta iken, Avrupa'da , Dünya Ekonomi Devlerinden biri olan Fransa'da gelir eşitsizliği yüzünden kalkan işçi kesiminin son bir kaç aydır yarattığı karışıklıklara baktığım zaman.. Dün birleşirken bugün yeniden dağılma tehlikesiyle karşı karşıya olan Avrupa'da gün geçtikçe güçlenen milliyetçi akımların gelecekte neler getirebileceğinin kuşkuları varken dünya için olumlu bir gelecek hayalleri kurmakta biraz zorlanıyorum.
Sanırım toplumları, dünyayı tek başıma değiştirebilecek güce sahip değilim. Dünyanın en tehlikeli yerlerinden birinde kurulmuş olan küçücük devletime bir gün barışın geleceği günü beklerken, çevremizde yaşayan diğer masum insanlar için de daha adil bir dünya düzeninin gelmesi için dua ediyorum. Kukla yönetimler, diktatörlükler yerine eşitlikçi, adil , demokratik rejimler.. Bunlar şimdilik ütopia gibi olsa da.

Birileri bir yerlerde krallar gibi yaşarken hala açlıktan ölenlerin olduğu bir dünya'da kişiye düşen görev belki de en azından yaşadığımız toplum içinde daha adil , daha yardımsever bireyler olabilmeyi başarmak ..




Batya R. Galantı

18 Şubat 2019 Pazartesi

                   ST VALENTİNE



Aşk ne güzel şeydir..Sevmek, sevilmek..bir insanın ayaklarınızı yerden kestiğini hissetmek..hayatı bir anda toz pembe görmek..Ve sevdiğinizi her fırsatta ifade etmek.

Dün alışveriş merkezindeydim. Her tarafta çikolatalar, rengarenk şekerler,  balonlar, çiçekler. bin bir çeşit hediyeler vardi.

Sevdiklerine, aşık oldukları kişilere hediye seçen çoğu genç insanlarla doluydu her yer.

Bütün bunlar ne kadar güzel..

Sevgililer Gününde sevdiğini unutmamak.

Bir kez daha sevdiginiz insana hediye almak.

Hıristiyanlıktan tüm dünya'ya hediye edilen bir gün bu..

St-Valentine's in hikayesi de zamanla farklı farklı anlatımlarla bir efsaneye dönüşmüş hikayelerden. Bu günün hikayesi sonuçta III. yüzyılda Roma'da yaşamış olduğu söylenen bir rahibin hikayesidir.
İ.S  268 yılında İmparator olan Claudius II kuvvetli bir ordu kurmak fikriyle askere alınacak gençlerin evlenmelerini yasaklamış. Bu kararı duyan Peder Valentinus ise kararı çok acımasızca bularak seven gençleri gizliden evlendirmeye devam etmiş. Ve bu yaptığı ortaya çıkınca İmparator onu ölümle cezalandırmış.

Bir diğer anlatima göreyse  infaz kararını veren yargıcın kör kızına aşık olan Valentinus'ün kızın gözlerini açtığı ve infaza gitmeden evvel bıraktığı mektupta aşkını ilan ederek son olarak " Senin Valentine'in ! " diye imzaladığı anlatılmış.. Hikaye gerçekte olsa bir efsanede olsa yine de  heyecan verici . V. yüzyılda Papa Gelasıus I.  Valentinus'ü Aziz ilan etmiş.. 17. yüzyılda St Valentine insanların birbirlerine aşk kartları attıkları, artık sevenler tarafından kutlanmaya başlanan bir gün olmuş. 20. yüzyıl'da da neredeyse tüm dünyaya yayılmış bu sevgi günü.

Peki bir St-Valentine's günü tarih'te Yahudilerin başına neler gelmiş onu biliyormuyuz ?

1394 yılında  Alsace'ta yaşayan Yahudileri yakan Hıristiyan komşularının hikayesini kaç kişi duydu? . 2000'den fazla Yahudinin bir gecede diri diri yakıldıklarını ....? Her fırsatta sevgiden bahseden dinlerin tarihlerinde nasıl kusurlar da olduğunu bilmekte fayda var mı? Bilmiyorum.

 Bir yandan yaşanmışları bilmekte fayda varken bir diğer  taraftan belkide 21. Yüzyılda artık sevgiye yüreğimizde açık bir kapı bırakmak daha önemli galiba . .Sevmek , sevilmek ve mutlu olmak için yeni yepyeni fırsatlar yaratmak esas olmalı değil mi? Ve  böyle bir günün bize yine de güzel şeyleri hatırlatmaya devam etmesi..Herşeye rağmen!

Hayatın bize sunduğu güzel fırsatları kaçırmamak adına Sevgi adına.

Aslında bizde Tu B'av Sevgililer Günüdür ama bir gün  daha olsa ne fark eder ?
 Yıl Başı gibi !!!   Bir bizimki bir de üniversel versyonları. Deliye her gün bayram misali..

Oğlum bile biliyormuş. Dün gece yatağından beni çağırdı. Yarın Dünya sevgililer günü  senin de günün kutlu olsun Anne! demek için.

Kalpleri sevgiyle dolu olan yeryüzünün bu kanatsız meleklerinin yüreklerinde olduğu gibi gerçekten sevebilmek için bugün sadece Otist bir insanın saflığına mı sahip olmak gerekiyor diye merak ediyorum bazen ?

İnsanların çoğu için bugün sevginin neyi ifade ettiğini soruyorum kendime ?

Batı'da ya da Batılı yaşamı örnek almış toplumlarda bugün aşk neyi ifade ediyor. Doğu Kültüründe kadın erkek ilişkileri nasıl? Sevgililer Günü dünyanın farklı yerlerindeki insanlara neleri hatırlatıyor merak ediyorum.  Benim kafam yine karışık. Bugünün insanının sevgisine de çok fazla  inanamıyorum artık belki de ondan. . Tabii genel olarak konuşuyorum. Gerçek şeygiyi yaşayan insanların da mevcut olduğunu biliyorum. Fakat genel durum bana öyle görünmüyor. .

Modern toplumlarda seks çoktan aşkın yerini almış bir olgu gibi.. Aşk yerine önüne gelenle seks var. Seks her yerde aşk ise az.. Liberal toplumlar sınırları neredeyse tamamen kaldırdıkları zamanlardan bugüne tatmin olmak arayışındalar gibi. Bitmeyen bir açlık hissiyle devam eden tatminsiz bir hayat. Sevgi çok kısa, değerler çok eksik. Aile kavramı çöktüğünden beri ise insanlar bir ilişkiden diğerine arayış içindeler . Hiç bitmeyen bir arayış.  Gerçek, kalıcı hiç bir şey kalmamış gibi bir his uyandırıyorlar insanda.

Bunca yazılan aşk şarkıları kimin için o zaman?  Kaç kişi aynı insana bir ömür boyu sevgiyle bağlı kalıyor.

Doğu'da ise durum tam tersi . Herşey yüzde yüz faklı..

Bir milyardan fazla olan İslam nüfusuna bakınca göze ilk batan korkunç kapalılığın altındaki örtülü yozlaşmayı görüyorum. Bir erkeğin kendine dört kadınla kurduğu fuhuş yuvalarında yaşayan bağnaz aileler görüyorum mesela. Cinsel haz duymamaları için sünnet ettikleri genç kızlara neler yaptıklarını anlayamayacakları kadar geri kalmışlık içinde yaşayan sapık toplumlar görüyorum. Kadınları malları gibi gören, algılayan ve bu şekilde kullanan erkeklerin sevgilerinden ne beklenebilir? Ya bu tip toplumlardan genel olarak ne beklenir?

Peki yeryüzünde hiç bir şeyin ortasını bulamıyor mu insanlar?

Ya bağnazlık ya yozlaşmışlık içinde yaşayan farklı farklı insan grupları.

Bense sevgiye inanmak istiyorum. Daha genç bir kızken var olduğundan emin olduğum , saf temiz sevgiye. Kalıcı, gerçek.  Bağlılığa, sadakate inanmak istiyorum.

El ele, kol kola,  yürek yüreğe  yola çıkmış çiftlerin hayatı iyi ve kötü günde birlike sonsuza kadar paylaşacakları bir dünya hayal ediyorum. En azından genelin bunun doğru olduğuna inandığı bir dünya hayal ediyorum.  Birbirine aynı seviyeden bakan,  eşit beraberlikler.. Kimsenin kimseden üstün olmadığı ve sevginin ve saygının her şeyin önünde olduğu evliliklerin örnek gösterildiği bir dünya.

O zaman kutlanacak tüm Sevgililer Günleri daha anlamlı  şeyleri hatırlatır olacaklarmış gibi geliyorlar bana.



Batya R. Galanti