Çocukken pek sık olmasa da, zaman zaman dayımın evine giderdim. Özellikle yazları onların evlerinde belli okazyonlarda bulunduğumu hatırlıyorum. Dayımın eşinin yaşlı annesi o dönem onlarla yaşardı. Rusya'dan Türkiye'ye göç etmişti bu insan. Yengemin tüm ailesi Türkiye'ye 1900'lerin başlarında taşınmıştı.
Kır saçlarını başının arkasında toplayan Madam Rebeka, evden çok fazla dışarı çıkmayan biriydi. Sanırım yaşı yeterince ileriydi. Her zaman derli toplu, düzgün giyimiyle hatırladığım bu kadınla tabii benim aramda pek bir dialog yoktu. Aramızda yeterince bir yaş farkı ve mesafe olduğu için bu insanı çok yüzeysel tanırdım. Bir de parmaklarında gördüğüm, farklı taşları olan yüzükleri dikkatimi çekerdi.
Bir defasında odasına giderek, çekmecelerinden eski bir kutuyu getirip bana o yüzüklerin üzerlerine monte edilmiş olan taşların tek tek isimlerini ve hikayelerini anlatmıştı. Belki de o gün o kadınla ilk defa gerçek anlamda iletişim kurmuştuk.
Bana Rusya'da tüm mallarına el konulduğunda Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldıklarını söylemişti. Bütün varlıklarını kaybeden bir diğerleri gibi kendilerine yeni bir yer aramak zorunda kalmışlardı. Yüzüklerindeki kimi yeşil kimi kırmızı olan taşlar, çocuk olarak bana çok cazip görünürlerdi. O yüzükler bambaşka bir hayattan kalan tek anılardı sanırım.
Bu kadın ne zaman dayımın evine gitsem evin baş köşesinde kendi halinde oturup gazete okurdu. Okuma gözlükleri hafif aşağıya inmişken, evde dönen hiç bir şey onun çok fazla umurunda değilmiş gibi bir hali vardı. Sanki tek kaygısı zaman öldürmekti. Bir kaç kez yanındaki iskemlelerden birine iliştiğimde, başkalarının etrafta olmadığı anlarda, gazetedeki herhangi bir haberi kendi kendine fısıldayarak okuyuşunu anımsıyorum. O an o evin sessizliğini bozan tek şey, kadının çıkardığı o monoton fısıltısıydı. O okurken ben sanki bana birisi uzuuun bir masal anlatıyormuş gibi gevşemeye başlardım. Adeta birazdan hafiften bir uykuya dalabilecek kadar gevşerdim.
Türkçeyi okurken kısmen zorlanışındanmıydı bilmem, sesli okuduğu gazeteden gözlerini hiç kaldırmadan kendi dünyasında kaybolurdu. Onun yanında tek başıma ne yapıyordum bilmiyorum. Tek hatırladığım kadının fısıltısının beynimde yarattığı hoş ürpertiyle gelen sarhoşluk benzeri halimdi. Küçük çocuklara, yataklarının kenarında büyüklerin okudukları masallarla uykuya dalışları gibi bir şeydi bu. Bazen bir masal, bazen çok hafiften bir ses tonuyla söylenen bir ninni gibi...
Madam Rebeka okumaya devam ettikçe ben gevşedikçe gevşiyor, etrafın sessizliğini bozan sesiyle uykuya dalmama neden olabilecek bir rahatlama geliyordu bana. Kadın bir ara durur gibi olsa ona durma oku hadi diyesim geliyordu. Sanki ömrümde hiç bir şey beni bu derece gevşetmemiş gibiydi.
Tabi daha sonra kimseye bu şeyi anlatmak aklımdan bile geçmemişti.
Seneler sonra kuzinim bana, amcası Beto'nun ( down sendromlu olan amcası onlarla yaşardı ya hani ) bütün gün, oradan buradan topladığı kağıtları saatlerce düzeltip, birbirleriyle aynı boya getirmek için eliyle kesip katlayarak oyalanırken, yanında oturduğu halde nasıl uykusunun geldiğini anlatmıştı. Ben de ona aynı şey bende de olur demiştim. Bazen bir fısıltı, bazen bir kağıdın hışırtısı...bazen hafiften tekrarlayan bir ses...
Tabi çok üzerinde durulacak, önemli bir olay olmadığı için.. bu ilginç şey çocukluğumda kalmıştı.
Ta ki senelerden sonra YouTube'ta karşıma bir video çıkana ve daha sonra kuzinim bana oğlunun ASMR denilen bir şeyden bahsettiğini anlattığı güne dek, çocukluğumda beni en çok rahatlatan şeyi anımsadım yeniden.
ASMR, dört ingilizce kelimenin baş harflerinden oluşan, son senelerde YouTube'ta gittikçe yaygınlaşan bir akımı anlatan sözcük!!
"Auto Sensory Meridian Response" sadece kimi insanların, kimi sesler ya da bazen gördükleri şeylerden beyinlerinde hissettikleri hislerdir. Bu hisler genelde çok rahatlatıcı olmakla birlikte şu ana dek bilimin özellikle araştırdığı bir konu değildir. Ancak gittikçe çok daha fazla insanın konuştuğu bir yeni akıma dönüşüvermeye başladı internette.
Diğer bir adı, "Beyin Orgazmı"da olan bu olay ses ve bazı görüntülerin, insan beyninde yarattığı hoş ürpertilerin kişinin tüm bedenine yavaştan yayılması olarak anlatılıyor.
Bunu yaşatan şeyler herkes için farklı olabilir. Bir diğerleriniyse çıldırtabilir!! Dedim ya bu hisler her insan için geçerli değil...
...........................
Çocukluğumda bir gece, annemin babamla bir yerlere gitme girişimi çerçevesinde annemin beni uykuya daldırma çabalarını anımsarım. Küçük odamdaki yatağımda, ( sanırım üç yaşlarımdaydım) sırtıma ve koluma hafiften vurarak uykuya dalmamı bekliyordu. Ben uyuyacaktım o da gidecekti. O anlar, annemin elini sırtıma her vuruşu bende tamamen ters tepki yaratırken bütün sinirlerim kalkıyordu. Uykuya dalmak bir kenara bu eziyet ne zaman duracak? diye bekliyordum.
Peki genelde neden bebekleri hafiften salladığımızda uykuya dalarlar? ...ya da yataklarının başlarına koyduğumuz mobile'a gözlerini diktikleri gibi, o hafiften dönen şeyle birlikte kulaklarını dolduran inceden bir melodiyle hemen uyuyakalabilirler? Tüm bu monoton sesler bizi anne rahminde geçirdiğimiz o ilk dönemimize götürdikleri için mi? Rahmin içindeki sıcak, insanı tümüyle saran, örten o güven dolu ortamda hissettiğimiz huzuru mu hatırlatıyorlar, monotoni içeren tüm, ses, hareket ve görüntüler... Oluşumumuzun ilk adımlarıyla ilk yaşayacağımız travmaya giden yolda, tüm kaotik ortamların dışında sadece kendi içimizde, sessiz ve derin bir uyku halinde olduğumuz o ilk aylara dönüş vardır belki de ASMRín köklerinde de. Bize o huzuru anımsatan herşey bir anda bedenimizi hiç olmadığı kadar gevşetebiliyor belki.
Kimileri meditasyon, bazı insanlar yoga yapıyor. Ve her gün çok daha fazla insan YouTube'ta yeni yeni ASMR videoları hazırlayarak paylaşıyorlar. Çünkü bir çok insanın uykusuzluklarına bile çare olmuş bu tip videolar.
Çocukluğumuzda yaşadığımız ya da hissettiğimiz ve bize özgü sandığımız, kişisel bir özelliğimiz gibi algıladığımız kimi şeylerin aslında bir çok insan tarafından yaşandıklarını ve çok tanıdık hisler olduğunu da bugün öğreniyoruz.