21 Ocak 2021 Perşembe

HRANT DİNK


Geçtiğimiz hafta sosyal medya'da Ermeni arkadaşlarım  Hrant Dink' i paylaştılar...

Ermeniler bir hafta boyunca davalarının sembolü olan gezeteci Hrant Dink'ı andılar.

19 Ocak Hrant Dink'ín ölüm yıldönümüydü.

Peki  katledilişinin 14. yılında Agos Gazetesi bürosunun önünde top topu kaç kişi vardı ?

Sayılı... bir avuç insan idiler sadece..

Peki neden katlettiler onu?

Sorun neydi?

Fikirleri mi?

Yanlış olan ne söyledi?

Söyledikleri kimin işine gelmedi?


Kimdi Hrant Dink?

Ermeni asıllı bir gazeteci ve insan hakları savunucusu.

Ermenilerin sesini daha büyük bir kitleye ulaştıracak, kendilerini sadece kendilerinin okumayacağı, sadece kendi içlerine kapalı kalmayacakları, dertlerini daha büyük bir kitleye ulaştırabilecekleri bir gazete çıkarmak istemiş  Hrant Dink..

1996 yılında bu fikirle ilk kez Agos gazetesini çıkarmış..

İki dilde yayınlamış bu gazeteyi.

Kendi geçmişlerini, kendi düşüncelerini, kendi amaçlarını sadece kendilerinin okumamaları için.

Yüzyıllardır ait oldukları topraklara yabancı bırakılan bu toplum sesini onları tanımadan onlara düşman olanlara duyurma amacıyla çıkarmış AGOS'u.

Türklerin onların başlarından neler geçtiğini bir kez de yaşamışların ağızlarından duymaları için.

Halbuki Hrant Dink, bu toprağı, bu yeri, bu toplumu tüm sıkıntılarına rağmen sevmiş.

Açık sözlü , cesur bir insanmış o.

Tek istediğiyse demokrasi ve fikir özgürlüğü idi.

Kimsenin kimseden çekinmediği bir Türkiye hayali ile yazmak istedi..

Savunmak..

Kendisini..fikirlerini

Hakkını aramak istedi!!

Gerekirkse hiç susmamak.

Doğruları yazmaktan, tarihi irdelemekten kaçınmayacak insanların yaşayacağı bir Türkiye hayal etmiş.

Azınlıkların kendilerini diğerleri kadar rahat hissedecekleri bir Türkiye..

Sonunda da bu fikirleri yüzünden öldürüldüğü güne dek.

Onun bu düşüncelerinden korkan, onu üç kurşunda yere seren o 17 yaşındaki çocuk değildi.

O çocuğun arkasındaki devletin ta kendisiydi.

Türkiye,  doğruyu, kendi doğrularını söyleyenleri yaşatmıyor..

Bugün hala "Sözde Ermeni Soykırımı" diye andıkları katliamları kabul etmeyen Türkler !

Bugün Hrant Dink'ı sadece Ermeniler anmaya devam ettikçe hiç bir şeyin değişmeyeceğini göreceksiniz!

Bu cinayeti işleyenler sustukça bu toplum iyileşemez.

Bu cinayeti getirenlere Müslüman Türkler karşı çıkmadıkça bu yara kurumaz.

Esas sorun Hrant Dink'ı hatırlayanların bugüne dek sadece madurların kendileri olmasıdır.

Türkler içlerinde yaşayan azınlıkların haklarının arkasında durmaları gerektiği güne uyanmadıkça  Türkiye "Ne Mutlu Türk'üm demeye"  devam edecek!!!











18 Ocak 2021 Pazartesi

Bu şartların bu genç kızları, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar olgunlaştırmasının dışında , aralarında kurdukları ölesiye dostluklar da gerçekten Israel'e özgü bir anlam taşıyor gibi.

   Israel'de en hakiki dostluklar askerlikte kazanılanlardır



Bazı insanlara bakarım, öyle çok  arkadaşları olanlara..

Yığınla arkadaş biriktirenler vardır hani.

Bu tipleri ben sanki biraz da köşede bulunsun zihiniyeti taşıyan kişilerin kimi eşyaları biriktirmelerine benzetirim.

Biriyle olmazsa diğeri bir köşede  bulunsun. Sanki bir hata olupta tek başıma kalmıyayım demek gibi midir bu da ? Belki yanılıyorumdur.

Geçtiğimiz günlerde eskilerden bir dost tarafından hatırlandım bir kez daha.

Bunun insanda yarattığı mutluluğun hiç bir şeyle ölçülmesi mümkün değil.

Seneler geçse de sizi unutmamış dostlarınız sizin en değerli hazineniz gibi.

Çok uzun süreden sonra, sanki hala çocukmuşuz gibi konuşabildiğim o arkadaşımın açtığı telefonda bana gösterdiği yakın ilgi bir an gözlerime yaşlar getirdi 


Bir kaç yıl evvel beni ziyaretinde son Afrika seyahatinde yaşadığı maceraları bana anlatan sevgili Emine'yi düşündüm sonra birden..

Tek başına Kolombiya'lara, Peru'lara kadar uzanan dostumla, o gece yaptığımız yürüyüşümüzde, senelerden sonra o doyumsuz sohbetiyle beni eski günlere taşımış olan arkadaşım..bir kardeş gibi sevdiğim insan.

Özlemişim herhalde kimi eski dostları!!

....................

Geçtiğimiz günlerde kızımın en yakın arkadaşları bizdeydiler yeniden..

Pandemiye rağmen bize gidip gelmeyi kesmemiş arkadaşları.

Bu genç bayanların dostlukları da bana gençliğimi anımsatıyorlar..

Birbirini iyi ve kötü  günde unutmayanlardan onlar da..

Son kapanmadan evvel gelmişti bir tanesi..


Telefonda ağlıyordu bir akşam, keyifsizdi.  Danielle'e onu bize akşam yemeğine davet etmesini söyledim.

O akşam Danielle'le beraber girdik mutfağa, aklımıza gelen türde özel şeyler pişirdik..

Kimi gülerek , kimi  sohbet ederek...

Masaya kırmızı ekose örtüyü serdik, en güzel servisi ve kadehleri koyduk.. Ortam önemli dedik!! Arada hem bira, hem şarap vardı..

Kenardaki hafif loş ışığı açınca daha bir güzel oluyor dedim ben..

Tatlıyı da Israel ( eşim )  hazırladı.

Hepsi arkadaşı için miydi peki ?..

Hem onun, hem de bizim içindi tabi... Kimi fırsatlar yakalamak gerek..

Her zaman!

Zaten birisi için bir şeyler yaptığınızda  kendiniz için de daha güzel bir dünya yaratmıyormusunuz? 

O gece keyfi yerinde olmadığı için akşam yemeğine çağırdığımız arkadaşı, Danielle'ín askerlikten en iyi dostlarından biridir!!

O da gayet mutlu oldu bizimle geçirdiği saatlerden. Hep beraber sıcak bir atmosferi paylaşmanın ötesinde bizim aile ortamımızın bir parçası olmaktan  mutluydu o da.


Biliyormusunuz, Israel'de en hakiki dostluklar askerlikte kazanılanlardır derler..

Gece, gündüz aynı ortamı paylaşan , aynı havayı soluyan insanların birbirleriyle daha yakın olmaları doğaldır.

Hele bu ortam sizden çok büyük feragatlar bekliyorsa. Kimi zorlukları sadece yanınızda bulunan, sizinle aynı kaderi yaşayan bir kaç arkadaşla paylaşıyorsa insan.

Askeriye' nin katı disiplini içinde, zor koşullarda, uzun saatler süren nöbetlerde,  haberleşme cihazlarıyla her an birinden diğerine  komutlar iletirken son derece uyanık olmanlarının gerektiği bir görevi yerine getirirken  ,  karanlık çöktükten sonra. soğukta,  o koca üstün içindeki karavanlardan birinin ranzasında, incecik bir şilte üzerinde uyurken, herşeyi birlikte göğüsleyen kızların dayanakları sadece arkadaşları oluyor!

O günlerde başlayan ve ezeli dostluklara dönüşen ilişkilerin temellerinin atıldığı yer askeri üsler!

İşte böyle bir ortamda sizi en iyi anlayanlar,  daha düne kadar hiç tanımadıkları halde bugün her anlarını birlikte geçirdikleri o yeni insanlar oluyor.

Danielle' in bu arkadaşıyla olan yakınlığın da geçtiğimiz sene biten askerliğine dayanıyor.

Aileden uzakta, kimi an yaşamla ölüm arası olayların gerçekleştiği bir bölgede bulunan o  kurak tepenin üstünde, kimi kar yağışlı, kimi zaman çöl sıcaklarıyla kavruldukları, güvenlik duvarlarıyla çevrili bir askeri  üste o iki seneyi geçirmiş olmalarının büyük bir etkisi var.

Bu da sadece Israel'e özgü bir özellik! ( Ister istemez! ) 

Dünyanın kaç yerinde 18 yaşına geldiği için bir genç kız ailesini bırakıp mecburi askerlik yapıyor?

Dünyanın kaç yerinde, daha bir kaç ay evveline kadar gözlerine rimel, dudaklarına ruj süren genç kızlar , askerlik görevine alınıp en az ilk bir iki ay mecburi silah atmayı öğreniyor?!

Yeri geldiğinde sınırda nöbet tutmak görevi veriliyor?

Bu şartların bu genç kızları, dünyanın hiç bir yerinde olmadığı kadar olgunlaştırmasının dışında , aralarında kurdukları ölesiye dostluklar da gerçekten Israel'e özgü bir anlam taşıyor gialiba...

Danielle' in fotoğraf stokunda  üssünde neler yaşadıklarını gördüğüm kimi video kliplerinde ,  askerlerin zaman zaman nasıl şartlarla yüz yüze bırakılabildiklerini izlerken insanın ağzı bazen açıkta kalıyor.

Gece yarısı bir karavandan diğerine, buz gibi suyla yaptıkları duşun ardından giyinmek için odalarına dönen genc kizlarin görüntülerini izlediğimde kemiklerime kadar ürperdiğimi hissettim.. Onlarsa, Hevron'un orta yerinde , kışın en soğuk günlerinde  sırılsıklam saçlarının üzerine koydukları bir havluyla kosarlarken, yarı gülerek yarı ciddi attıkları çığlıklarini duydugumda  başka yerlerde şımartılan gençlerin tersine,  hayatı daha kuvvetle karşılayacak bir neslin nasil yetistigini goruyordum belki de (?) .

Birlikte mutfağa giren, birlikte uyuyup,  gorev yaptiklari ofisleri birlikte silen, birlikte terör saldırılarını durduran bu genç kızlar geceleri karşılarına çıkan bir fare yüzünden ortaligi ayağa kaldırdıklarında  üsten yardıma koşan nöbetçi arkadaşları' yla anneleriyle yaşamadıkları çok fazla şeyi paylaşıyorlar.


Aylar önce arkadaşına Alzheimer hastası amcasını saatlerdir sokaklarda aradığımızı söylediğinde gece 11'de; " Bekle ben de arabayı alıp sana geliyorum. Belki biz ikimiz buluruz onu ! " diye herşeyi bir kenara bırakıp on dakika içinde Danielle'i evden alan arkadaşı....

Geçtiğimiz hafta Danielle ona gitmişti.

Dolabını düzenlemeyi beceremiyormuş.

Ben bu işin ustası oldum anne! diyor benimki.

Yakında bu yoldan para kazanmaya başlarsam şaşırma diyor bana gülerek. 

Bu işin şakası tabii!!

Hadi bakalım git. 

Saatlerce arkadaşının odasını düzenlemesine yardım etti Danielle.

İnsanın çocukluğundan, gençliğinden gelen arkadaşlıklar, menfaatlere dayanmıyor.

Onlar için elinizden ne gelirse yapmaya hazır olduğunuz dostlar bunlar ....

Dostluk için sadece fedakarlık, açık sözlülük ve sadakat gerekiyor!



Batya R. GALANTI





15 Ocak 2021 Cuma

Otist çocuğunuzu dış dünya'ya entegre etmek


Dün akşam eve girdiğimde Gal'í sordum.. Biraz evvel aşağıya indi dedi Dandush! ,, Önce mutfağın penceresine gittim,  arka taraftaki bahçeye gözlerimi dikerek karanlık havada, karşıdaki salıncaklarda sallanan çocuklardan biri o mu diye baktım.. Seçemeyince ön balkona geçtim ve  aşağıdaki ağaçların altında her zamanki gibi salıncağa yatmış gökyüzünü seyreden Gal' i gördüm. .

Artık sakalı çıksa da o hala küçük bir çocuk gibi.

Bundan bir kaç sene evveline dek onu yanlız bırakmayı hiç düşünemiyordum bile ..

Onun tek başına hiç bir yere gitmek istememesi bir tarafa Gal' e kötü amaçlı insanlardan gelecek zararlar beni bir an bile bırakmayan bir kuşkuydu.

Gal' in kendine özgü yüz hatları, farklı görüntüsü, kimi repetitif hareketleri ve yeri geldiğinde kendini savunmak için sahip olmadığı bedensel kuvvet ve küçücük bir çocuğun saflığıyla birleşen savunmasızlığı beni onu sürekli korumaya itiyordu.

Ona birilerinin gülmesine, alay etmelerine tahammül edemediğim durumlar yaşadığım oldu.

Daha benim yanımda bile olabilmiş şeylerdi bunlar.

Bir kez , hiç unutmadığım bir olay hemen evimizin yanında olmuştu..

Bir öğleden sonra oğlumla çıktığımda, mahallenin içinde oynayan, gezinen kimi çocukların içinden geçerken. hemen yanımızdaki lisenin dış duvarının kenarında bir kaç çocuk oturuyordu..

13 yaşlarındaki üç çocuk Gal'e bakıp aralarında gülüşmüşlerdi birden .

Genelde tepki vermemeye alışkın olduğum halde, o gün, o an bir şeyler olmuştu bana.

İnsanın bazen farklı zamanlarda farklı tepkiler verdiği durumlar vardır.

Gal' í korumak için çocukların yaşlarına inip onların anlayacakları dilden onlarla kavga etmemin kime faydası vardı peki?

Ama bir an gelir, işte siz mantığınızla değil duygularınızla, hayal kırıklıklarınız ve isyanlarınızla tepki verirsiniz birden.

Çocuklara döndüm. " Bir sorun mu var? "dedim.

Aralarından biri susmuş, bir diğeri yine çocuk masumiyetinde "Yok hayır! "derken 

Üçüncü çocuk, küstah bir ifadeyle, "Evet var! " deyince.. Bir anda kan beynime çıkmıştı!!

Yüzünde pis bir gülüşle bakan  çocuğa doğru dönerek kontrolsüz bir şekilde yükselen sesimle; " Söyle nedir sorunun ben hallederim!!  dedim...

Ve aynı anda; derin nefes al  ve bırak o küçük serseriyi diye kendimi ikna etmeye çalışıyordum..

Gal'se olayla hiç bir ilgisi yokmuş gibiydi.


Daha küçükken onun başkalarının tepkileri yüzünden incinmesinden çok ama çok korkardım..

Esasen Otizmin bir mucizesi gibi Gal kendini böyle şeylerden soyutluyordu.

O gün, en büyük endişem yine  de Gal' ín  kimi kötüler yüzünden  hayata ve topluma  küsmesi idi.

Onun, farklılığı yüzünden acı çekmesini istemiyordum.

O gün daha sonra sanırım eczaneye gitmiştik beraber. İstediğim şeyi aldıktan sonra dönüşte aynı yoldan döndüğümüzde bana cevap yetiştiren küçük serseri bize yeniden laf atmıştı birden.. Utanmadan rövanşa girmişti bir de..

Benimse bütün sinirim yeniden tepeme çıkarken bu kez soğukkanlılığımı tamamen kaybetmiştim.

Çocuğa doğru tüm hırsımla bağırırken , "Sen çok kötü bir çocuksun!.Serserinin tekisin, çık yolumdan, kaybol burdan yoksa seni polise şikayet edeceğim!!  diyordum..

Daha hatırlamadığım bir çok şey ağzımdan çıkarken etraftan çocukla aramızda ne olduğunu bilmeyen insanların benim bu yaşta bir gence bağırıp çağırmama tepki vermelerinden korkarak sonunda susup yeniden eve doğru yürümeye başlamıştım..

Bu tip olaylar başımdan çok geçmedi aslında. Çocukların oğluma baktıklarını ise hala görürüm . Bunu çoğu kez kötülükten değil , meraktan yaparlar.

Bu bakışlara da çoktan  alıştım .

Gal'in yanında olmadığım zamanlar ona takılanlar hiç oluyor mu acaba diye düşünürüm  ama o galiba fazla oralı olmadığı için kendi dünyası'nda gidip, istediği şeyi yapıp eve dönüyor.

Ve onu hayat boyu korumamın mümkün olmadığını da biliyorum.

Okulunda ise bugüne dek bir yumak içinde sakladılar bu çocukları.

İlkokula başlayacağı zaman, daha teşhis konulmadığından, işte bu korkum o zaman hep vardı.

Normal çocukların içinden çıkacak kötüler ona zarar verebilirmiydi diye!

Gal teşhis öncesinde öğrenme güçlüğü ve hiperaktivite sorunu olan çocuklarla bir kaç yıl okumuştu.

Onun için kısmen daha zor yıllar olmuştu.

Çünkü öğrenme güçlüğü olan çocuklar  çoğu kez daha hırçın ve daha yaramaz çocuklar oluyor. Ve bu ortam ona uygun değildi hiç!!

Dokuz yaşından beri, otistlerle ( Yüksek fonksyonlu otistlerle ) birlikte daha mutlu.

Çünkü birbirlerinden farklı kapasiteleriyle birlikte aynı saflık hepsinin ortak noktası.

16 yaşını geçmiş gençlerin tenefüslerde bile yanlarından ayrılmayan yardımcılar  uzaktan uzağa onları sürekli takip ederler.

Yıllar evvel. Gal'in genç bir çocuk olacağı zaman onu nelerin beklediğini, onun için nasıl bir gelecek çizmemiz gerektiğini, yanlız onu değil bizi bekleyenlerin neler olduğunu düşündüğümde strese girdiğimde tüm bunlar için biraz  daha vaktim olduğuna inandırırdım kendimi.

Zamanın çok çabuk geçtiği gerçeğine göre  çocuğu geleceğe hazırlamak için yapmanız gerekenleri düşünmek lazım olsa da sonuçta.

Bu ne kadar doğruysa da bugün  verdiğiniz savaş sizden yeterince  çaba beklerken  kendinizi biraz da zamana teslim etmek ihtiyacı duyabiliyorsunuz.

Zaten izlediğiniz yol doğru ve yapıcıysa yarın bunun sonuçlarını göreceksinizdir.

Ancak yine de  el bebek büyüyen. aile içinde hep koruma altında olan, okulda hep itinayla eğitilen bu çocuklar bir gün hayatın çok daha sert yüzüyle tanışmak zorunda kalacaklar.

Onlar için her daim farklı çözümler sunmaya gayret eden devlet kısmen de olsa yardıma devam edecekse de,  21 yaşına kadar bulundukları çerçeveden ayrıldıkları gün  yine de onları farklı bir dünya bekliyor olacak.



 
















13 Ocak 2021 Çarşamba

 


                       Yediklerimizin bedenimize olan direk etkisi!


Çocukluğumda annemin en büyük takıntısı sağlıklı beslenmek üzerineydi.  Bunun iki ana sebebi vardı.  Birincisi gençliğindeki vücut formunu korumak için sahip olduğu tutkusuydu ve ikincisi ise nereden yerleştiğini bilmediğim bir yeterli vitamin alımı ve sağlıklı yaşam için gereken sebze ve meyveleri doğru şekilde tüketmek üzerine kafasında yer eden kimi takıntılı fikirlerdi. Belki savaş yıllarında büyümesinin getirdiği korkular buna neden olmuştu. Kardeşinin çok küçük yaşta vefaati ve yine babasının bütün bir kış boğazın yeterince soğuk hava şartlarında, sağlığını ihmal ederek çalışması sonrasında vefaati de olabilir ..Çocukları için inşa ettirdiği iki katlı evin yapımında kendini yıprattığına inandığı babasının akciğerlerinde oluşan plörezi'den bir türlü toparlanamayıp tüm tedavilere rağmen vefaatinin yeterli beslenmemiş olmasının bir sonucu olduğuna ikna oluşuydu sanırım..

Böylece ben çocukken evimizdeki  kütüphane'de beslenme üzerine bir çok kitaplar vardı. Bundan başka annem gazetelerde yine aynı konu  üzerine çıkan yazıları da hiç kaçırmazdı...

Ve derken evde büyük bir savaş vardı adeta.. Ağbim ve ben  her gün mutlaka, et ya da balık ve sebze ve meyve tüketmeliydik.. Allahtan ben iştahlı bir çocuktum. Herşeyi yerdim.. Sadece çocukluk yıllarımda kimi besinlere karşı alerjim olduğu ortaya çıkmıştı, onları da başka şeylerle telafi etmek mümkündü..

Bense anne olduğumda çocuklarımın beslenmelerine mutlaka özen göstermiş olsam da böyle hassas bir konuda  onlara yeterinden fazla baskı yapmanın iyi olmadığına inandığım için her zaman daha anlayışlı ve daha rahat olmaya çalıştım.

Sağlık önemli, sağlıklı yaşam yaşamın gerçekten de kimi açılardan bizim elimizde olduğuna da inanıyorum fakat çocuklarınızla yemeği bir savaşa çevirdiğinizde çocuğunuzun psikolojisine vereceğiniz zararı da  düşünebilmeliyiz gibi geliyor bana . Hiç bir şey buna değmez.

Çocuklar en iyi beslenmeleri gereken çağlarda bazen en iştahsız dönemleri de yaşayabiliyorlar. Yemek yemek istemeyen bir çocuğa kaşığı zorla ağzına sokmanın onun sağlığını korumak olacağına inanmak kadar aptal bir şey olamaz sanırım.

Kızım doğduğunda her yediğinde bir kısım sütü geri çıkarırdı. Bu sadece onun ya emerken yeterinden fazla hava yutmasındandı ya da başka bir sebebi vardı. Fakat bu durumu bir sorun olarak algılamamıştım. Doktorsa üzerinde durmamıştı bile. Her yemek sonunda mutlaka belli miktarda süt ağzından geri geliyordu.  Benim kızımla yaşadığım bu küçük sorun annemin bebekliğimde dünya sonu olarak algıladığı bir durumu hatırlattı bana..

Bebekliğimde annem sürekli kustuğumu iddia ediyordu..Sanırım işin başında onun benimle yaşadığı şey benim kızımla yaşadığımla bire bir aynıydı. Ancak annem benim geri çıkardığım sütü bana zorla geri yutturmaya çalışıyordu.  Basit bir fizyolojik nedenden olan bir problem yüzünden büyük bir psikolojik savaş yaratmıştı . Ve bu olay zamanla sadece hafiften bir geri çıkarmaktan sürekli bir kusma problemine dönüşmüştü..  Bu şekilde altı yaşıma kadar bana zorla geri verilen öğünler nedeniyle devamlı kusmaya başlamıştım.. Bu savaşım altı yaşıma kadar sürmüş. Sonra nasılsa yavaş yavaş bu şeyler düzelmiş.. Belki okula başlamamla birlikte artık biraz olsun annemin güdümünden uzaklaşmış olmam olayı çözmüştü..

Yirmili yaşlarımdayken bir kitapçıda; " Korkmaktan Korkmayın" adında bir kitap bulmuştum.. Panik ataklarım hakkında bir çok şeyler okumuştum o zamana kadar.  Bu kitap ta yine İngilizce orjinalinden türkçeye çevrilmiş bir kitaptı. Yazarı Dr. Douglas Hunt,  bir yandan farklı farklı fobilerle başetmenin yollarını gösterirken,  korkularla mücadele etmek için neleri yemek gerektiğini ve hangi besinlerden uzak durmak zorunda olduğumuzu da öğretiyordu.. Ayrıca kimi vitaminlerin sinir sistemini nasıl yatıştırdığını.. hangi durumlarda hangi vitaminlerden ne kadar kullanmak gerektiğini söylüyordu.. İşin vitamin kısmı Türkiye'de yaşayan birine hiç uymuyordu. Cünkü doktorun tavsiye ettiği " doğal "  vitaminler Türkiye'de o dönem satılmıyordu. 

Sonuçta ilk kez bir kitapta yediklerimizin,  bedenimize soktuklarımızın bize yaptığı " direk etkileri" okuyordum.

Rafine şeker yemenin beynimize, vücudumuza aynı anda neler yaptığını yine ilk kez bu kitapta okumuştum.. Örneğin yüksek tansyonu olan annemin tuz yememek için dikkat etmesi gibi şeker de vücuda kimi anlamda anında ters etkiler yapabiliyordu.( Şeker hastalığı  dışında şeyler içinde şeker zararlıydı )

Herhangi bir fobisi olan kişinin, örneğin sosyal endişesi olan birisinin kalabalık bir topluluk önünde yapacağı konuşmasından evvel şekerli besinlerden uzak durması önemliydi. Bu kitapta gösterilen örneklerden sadece bir tanesiydi bu..

Ancak sonuçta o çok genç yaşımda bu kadar teferruatli bir beslenme düzenini takip etmek işime gelmemişti...

Yıllardan sonra Psikiatrik İlaçların üzerimde yaptığı zararlar ve yan etkilerle savaştığımda, çoğu anglosakson ülkelerden olan insanların yazıştığı bir forum , ya da diğer bir adıyla bir destek grubu bulmuştum.. 

( Benzobuddies )

Senelerden sonra ilk kez yeniden her yediklerinin hesabını yapan insanlarla orada karşılaştım.

Psikiatrik ilaçların insan beynine yaptığı zararı beynin bir çok kez kendi kendine telafi etme gücü olduğunu öğrenirken ( nöroplastisite;  beynin yapısal veya fizyolojik değişikliklere uğrama yeteneğidir ) bunun için mümkün olduğunca stresten , alkolden, her çeşit kimyasallardan.. ( mesela ilaçlardan ) uzak durmak..rafine şeker yememek ve yine süpermarketlerdeki neredeyse tüm endüstriyel ürünlere el sürmemek önemli deniyordu. 

Bu forum sayesinde ulaştığım profesörlerden, uzmanlardan, dokümanlardan ve bu yoldan geçmiş  insanlardan organik besinlerle adeta beyni yeniden tedavi etmenin mümkün olduğunu öğrendim. Ancak bu insanın düşündüğünden de zordu.. Kendimi çaresiz bir durumda hissetmeseydim böylesi sıkı bir rejimi uygularmıydım?  Zannetmiyorum..

Öncelikle şeker birinci uzak durulması gerekenlerdendi! Ve beni ilk uyardıklarında onların haklı olduğunu birden şahsen yaşadığım semtomlardan anlamıştım.. Kimi yediğim şeylerden sonra çarpıntımın, ve tüm bedenimde hissettiğim sarsıntılarla ( iç sarsıntıları ) , beynimdeki  epileptik elektriklenmelerin ne kadar arttığını hatırladığım an onların haklı olduklarindan emin oldum.

Bugün o derece dikkatli değilsem de belli bir tip beslenme tarzına alıştım artık.

Çocukluğumdan beri beslenme üzerine vaazler dinledim çok ama bu sefer ki tamamen kişisel bir seçim. Ve benim seçimimse diğer aile üyelerini çok fazla etkilemiyor. Zaten bir şeyin üzerine çok fazla gittiğinizde kesinlikle ters etki yapıyor. Bırakalım da en iyisi her birey kendi seçimini yapsın.

Her insan kendi hayatının patronudur. Çocuklarımız için en iyisini istediğimizi zannederken onlarla çatışmalara girmenin hiç bir anlamı ve faydası yok. Sadece zararı var!!

Bırakalım da  her insan kendi bildiği doğruda , mutlu yaşasın. Sanırım en

 " SAĞLIKLISI  " bu!!!




Batya R. GALANTI

Amerika hapşırsa dünya nezle olur derler.

 




                                                  Amerika'ya neler oluyor? 

 


Çocukluğumuzdan beri izlediğimiz Hollywood filmlerinin etkisimidir bilmiyorum, dünyanın dört bir yanında çok farklı, çok güzel ülkeler varken bir çok insana nereye göç etmek istersin diye sorduklarında Amerika'ya diye cevap verirler.

Bilinen bir klasiktir. Amerikan Rüyası!!

Her başı sıkışan,  yaşadığı ülkede kendine yer bulamayanların,  başka yerlerde yaşamları ters gidenlerin hayalidir Amerika.

Mesela Türkler Amerika'dan yeterinden fazla nefret ederler ama kendileri ya da çocukları için daha iyi bir gelecek düşündüklerinde çoğunun aklına ilk Amerika gelir..

Aslında  flmlere , romanlara yansıyan. o insanı keşke ben de bu hikayenin bir parçası olsaydım dedirtecek kadar kusursuz değildir gerçek hayatta hiç bir şey..

Dünya'da kusursuzluğa Amerika'dan çok daha yakın ülkeler mevcut aslında ama dedim ya bir Amerikan Rüyası oluşmuş insanların düşüncelerinde..

Birileri zihinlerine o kusursuzluğu, o mükemmelliği işlemiş bir zamanlar.

Kocaman boyutlarıyla, tüm yeniliklerin, teknolojik gelişmelerin öncüsü bu ülke insanlara  fırsatları kırmızı halıyla sunacakmış gibi bir his yaratıyor bir çokların gözünde. Dünyanın dört bir yanındaki insanların hayallerindedir tüm servetlerini biraraya getirerek Green Card'a kavuşmak.

Diğer tarafta Amerikalı dostlarınızla konuştuğunuzda çok farklı bir tabloyla karşı karşıya olduğunuzu görebiliyorsunuz.  Size uzun zaman iş bulmakta yaşadıkları zorlukları anlatanlar var. İstedikleri doktora muayene olabilmek için aylarca bekleyenler var.

Tam  kurduğumuz hayallerdeki gibi kocaman evlerde yaşayanların yanında gecelerini cadde köşelerinde geçirmek zorunda kalan yığınla insan var Amerika'da!

Amerika'da istemediğimiz kadar fazla sosyal farklılıklar. bir birinden ayrılmış, ayrıştırılmışlar var, ve  çok fazla ırkçılık var...

Amerika'da sağlık sistemi herkesi kapsamıyor. Ve bu çok büyük bir eksiklik yaratıyor.

Amerika' da insanlar herkesle eşit şartlar içinde yaşadığını hissetmiyor!

Bugün yaşanan isyanların altında yatan sebeplerden en önemlisi bu zannediyorum.

Kaybolmuşluk içinde olan insanlarla dolu bu toplum Amerikan toplumu.


......................


Hayatımda iki kez Amerika'dan dünya televizyonlarına yansıyan görüntülerden şok oldum.

Biri 11 Eylül Saldırısı'ydı ..

İkiz Kulelere yapılan saldırı inanılmaz bir olaydı.

Nasıl olur da dünyanın en güçlü ülkesi, en iyi istihbaratína sahip, en çok korunan devletinde  ( en azından o güne, o anlara kadar biz bunu böyle biliyorduk. )  böyle inceden planlanmış,  sofistike, devasa bir terör saldırısı gerçekleştirilmişti? 

O gün  düşündüğüm  dünyanın o andan itibaren değişeceği idi.

Bizi neler bekliyordu acaba? 

Amerikanın böylesi bir terör saldırısı karşısında vereceği cevap dünyayı büyük bir savaşa itebilirmiydi?

İlk akla gelen Pearl Harbor olayı olsa da bu kez karşı tarafta bir devlet değil ancak çok geniş kapsamlı bir terörist organizasyon vardı.

Bin Laden Liderliği'ndeki Radikal İslami Teror'e karşı, Ortadoğu'da Amerika'nın varlığını iyice genişleteceği sonuçlar getirmişti bu saldırı..

Irak'ta, Afganistan'da. Yemen'de Amerika yıllarca sürecek bir savaşa girecekti.

Yaklaşık 3000 kişinin hayatına mal olan bu olay sadece Amerika'liların değil dünyanın da gözlerinden silinmeyen büyük bir sarsıntı yaratmıştı.

..........................


Geçtiğimiz hafta Amerika'dan bu kez başka türden görüntüler vardı ekranda. Bir süredir Trump taraftarlarıyla Demokratlar arasında devam eden çekişmelere sahne olan. Amerika'da sık sık protesto gösterileri olduğunu duyduğumuz için ilk anda fazla dikkat göstermediğim son görüntülerin ne olduğunu  duyduğumda inanmakta ilk anda zorlandım.

Birbiriyle itişerek, ellerinde Amerikan bayraklarıyla yürüyen binlerce insanın Amerikan Kongre Binasını basmış olması kimin düşünebileceği bir şeydi?

Amerikaya Amerikalılara neler oluyordu?

Mısır'da Tunus ya da Irak'ta görülebilecek türde bir olayın Amerika'da gerçekleşmesi ne derece olasıdır diye sorsalardı?

Dünyanın demokrasi sembollerinden birinde , Amerikanın özgür ruhunu temsil eden temsilciler meclisini alt üst eden barbarlar nereden gelmişlerdi?

Kimi polisler belli ki paniklerken bir diğerleri söylenenlere göre etrafa saldıran vahşilerle selfie çekmekle meşguldü.

Kongre Binasının böylesi gergin günlerde yeterince korunmadığı  söyleniyor.

Siyahi bir polis, " Black Lives Matter" gösterilerinde insanlara karşı yeterinden fazla kuvvet kullanan bir çok meslektaşlarının burada aynı tepkiyi göstermediklerini, müdahale etmekte isteksiz davrandıklarını iddia etti.

Sonuçta Washington D.C 'den gelen görüntüler, Demokrasi'nin bugün Batı'da bile nasıl bir ince çizgide seyredebileceğini gösterir gibiydi.

Bir şeyler Amerika'da her zamankinden daha kırılgan görünüyor.

Amerika'nın  hala daha temelinden gelen kimi sorunları çözememiş olduğu ortaya çıkıyor.


Ayrıca bugün dünya politikası'nda genel larak görülen bir akım var.. Halktan destek almak adına popülist propagandaları sonuna kadar kullanan politikacıların popülerleştiği tehlikeli bir döneme girdik gibi.

Trump  ekstrem fikirleriyle bir çoklarını arkasına almayı başarırken, bu yüzden demokrasiyi nasıl tehlikeye attığını, kimi temel değerleri devirdiğini, Amerikan toplumuna nasıl zararlar verdiğini görmezden gelen bir Başkan oldu.

İstediğini zorla almak için herşeye hazır bir barbarizm örneği olana kadar.

Başkalarının sözünü ne pahasına olursa olsun dinlemeyecek kadar gelişkin olan egosuyla bugüne kadar hiç görmediğimiz bir Başkan örneğiydi Trump.

Yanlışlarını kabul etmeye hazır olmayan bu adam Amerika'daki bölünmeyi daha da derinleştirdi deniyor!

Geçtiğimiz hafta Kongre Binasına girmeden evvel toplanan kalabalığı  bile bile isyana teşvik eden sözlerinin yanlışlığını kabul etmeyen Trump'ın bütün sosyal media hesapları bloklandı.

Twitter gibi sosyal medya şirketlerinin ekstrem tepkisi de Trump taraftarlarının ekstrem tepkilerini getirir mi bilmem..

Biden'ın yemin törenine katılmayacağınız söyleyen Trump'ín destekçilerinin bu töreni bir çatışma sahasına çevirmek istekleri bilinirken, simdilik Washington'da sıkıyönetim gibi bir durum var.

Amerikan Güvenlik Servisi bu kez işi şansa bırakmamak için elinden geleni yapıyor.

Biden' ín nasıl bir başkan olacağını sadece yaşayıp göreceğiz.

Amerika'da bugün yaşanan bölünmüşlüğü ortadan kaldırmak için ne yapacak?

Kendisine oy vermeyenleri de kanatları altına almaya hazır olup olmadığını gösterirse, sadece Demokratların, belli bir zümrenin Başkanı olmadığını ispatlarsa belki o zaman kimi sosyal uçurumlar kapanır.  ve düşmanlıklar azalır

Sağlık Sisteminde gerçekleştirmek istediği devrim ise bir çoklarının ona oylarını verme sebeplerinin başında geliyor mutlaka.


Amerika hapşırsa dünya nezle olur derler...

Dilerim bir çok şeyde örnek görülen bu toplum bugünleri daha fazla yara almadan atlatır!



Batya R. GALANTI 
















12 Ocak 2021 Salı

YAĞMUR

 YAĞMUR


Akşam otobüsten indim.  Evimin iki yüz metre ilerisindedir Rishon LeTsion'un Merkez Otobüs İstasyonu  İçeride alışveriş yapmak için dükkanlar da vardır.

Otobüs'ten indiğimde hafif çiseliyordu. Bu kış yağmur açısından şanslı sayılırız. Çok kurak bir kış değil Israel'de. Süpermarkete girip  bir kaç şey satın alayım dedim önce. Alışverişi tamamlayıp kulağımda müzik dışarı çıktığımda baktım insanlar koşu
şturuyorlar. Yağmur tam bastırmış. İçeriye mi girsem tekrar Yok ya  gerek yok, iki dakikalık mesafe alt tarafı yürürüm ben!  Hem böylesi bir yağmurda yürümeyeli ne kadar zaman oldu.  Seneler evvel okuduğum bir makale geldi aklıma. Hayatın küçücük anlarında saklı olan farkedemediğimiz özel şeylerden bahsediyordu.  Mesela yağmurda yürümek gibi diyordu !! 

Tamam işte o özel an şimdi!! Yağmurda, hem de sağanak yağan yağmurda.. herkes koştururken. ben yürüdüm.

Ben yağışı bol bir şehirde büyüdüm. 

Kış demek  yağmur demekti İstanbul'da!!. Ama muson yağmuru gibi yağmurlar değildi çoğu zaman yağan.  Hafiften ama hic bitmeyen, ahmak ıslatan yağmur dediklerindi çoğu zaman.  Pis bir yağmurdu!! 

Hahahaha evet gerçekten de çok pisti. Yok yanlış anlamayın yağarken temiz yağıyordu ama yere düştüğü an çok pis oluyordu!

Şehrin alt yapısı olmayınca hafiften yağan bir yağmurun bile yaşamı olumsuz etkilemesi mümkün. En azından giyim kuşam kalitenizde epey bir düşüşe yol açabiliyordu çamurlu caddelerde yürümek!


Okul dönüşü Şişli Meydanın'daki otobüs durağından  Sıracevizler'deki evime yürüken eteğimin altındaki soket çoraplarım ve mokasen ayakkabılarım mahvolmasınlar diye ne kadar çaba harcasam nafileydi.. 
Kaldırımdaki kırık taşların üzerinde bir akrobat gibi yürürken ayaklarımın, bacaklarımın ıslanmaması ve çamurlanmaması için  yoldan çok yerlere bakmak zorunda kalırdım. Herkes gibi. Koca bir şehrin  yamanmış caddelerinde büyüdük biz.  Kaldırımlarda ya da asfaltın orta yerinde kocaman çukurlar yağmur sularıyla dolardı her zaman.  

Bir defasında Pangaltı'da  ( O zamanlarda artık İstanbul'da trafik ışıkları konulmuştu bir çok yere  :) ). Bir kaç insanla birlikte  yaya geçidinde yeşil ışığın yanmasını bekliyordum. Kaldırımın biraz ötesinde ise yine içi su dolmuş bir çukur vardı. Ne olduğunu anlamadan arabanın teki o çukura öyle bir hızla dalmıştı ki bir anda duştan çıkmışcasına saçlarımdan en aşağılara kadar sırılsıklam olmamın dışında yuttuğum en az yarım bardak çamur suyu yüzünden acaba kolera, tifo falan olurmuyum fikirleriyle beraber kendi halime nasıl güldüğüm hep aklıma gelir yağmur denilince.  O anki halimin çok şapşal olduğundan emindim.

İstanbul'da yağmur buydu işte! Bu yüzden de yağmuru hiç sevmezdim. Çocukken yağmur yağsın diye dua etmezdik biz Istanbul'da. 
Kış geldiğinde en büyük dileğimiz kar yağmasıydı. Sabah kalktığımda her yer bembeyaz olsun diye dua ederdim hep.

Dün yürüdüğüm ikiyüz metrelik mesafenin sonunda kapıdan girdiğimde eşim bana bakarak; " Bu ne hal !!" dedi. Her tarafımdan sular damlıyordu ama ben nedense inanılmaz derecede mutluydum. Yağmurda yürümek bana ne kadar da iyi gelmiş. Saçlarım sırılsıklam olsa da, üzerimdeki yağmurluktan damlalar aksa da, ya da jeans'im sırılsıklam bacaklarıma yapışmış olsa da ne farkeder. İşte sıcacık evimdeyim yeniden. 

Gülümsedim, "Biraz yağmur yağıyor " dedim.

Israel'de yağmur az yağar. İşte bu yüzden bu ülke'de bu defa yağmur yağsın diye dua etmeye başladım. 

Devamlı parlayan güneş, masmavi gökyüzü insanın içine yaşam sevinci verse de yağmuru özlüyor kişi bazen!  Burada da yağdığı zaman bir anda gökler  açılıveriyor bazen işte böyle. Tropik yağmurlar gibi bastırıyor. Gök gürültüleriyle. Yıkayıveriyor her tarafı!

Gece sıcacık yatağımda uykuya dalmadan evvel de şimşekler çaktığını farkettim yeniden. Dua ettim uykuya dalmadan yağmurda hiç kimse evsiz kalmasın herkesin sığınacak bir yuvası olsun diye!


Batya R. Galanti.



Geçen sene bir gece yadan kuvvetli yağmuru çekmiştim yine

                                             

11 Ocak 2021 Pazartesi

 




                                               Danielle'im!


Bebekler daha üç aylıkken bazı sesler çıkarmaya başlarlar.. Bunlar konuşmanın en primitif halidir.

İlk o zaman onların bizimle daha farklı anlamda bir iletişime girmeye başladıklarını hissederiz.

Anne babalarının gözlerine kilitlerler gözlerini ve onların mimiklerini taklit etmek ister gibi ifadeler oluşur yüzlerinde.

Danielle'ín o günleri dün gibi gözümün önündedir..

Hayata gerçek bir doğuş işte sanki o günlerde başlar.

Ben en azından böyle hissetmiştim..

İlk bir iki ay insiyaki olan çoğu şey  üçüncü ayın başlarında farklı bir anlam kazanmaya başlar.

Onlara gülümsediğinizde size bilinçli olarak karşılık vermeye başladıkları zamanlardır artık.

Çıkardığınız sesleri, kelimelerinizi taklit etmek istiyorlarmıçasına bir çaba görürsünüz  birden.

İçinizde doğan yepyeni bir aşk gibidir o günler.

Gözlerinizin içine gülen gözlerle baktıklarında tek yapmak istediğiniz şey onları yüreğinizin içine koymaktır.

Bebeğe, o küçücük varlığa duyulan sevgiyi kelimelerle ifade etmek mümkün mü bilmiyorum.

Küçücük bir canlının elinizde filizlenip büyüdüğünü görmekse sanırım esas mucize.

Bazen ben çok tuhaf şeyler hissederim. Sanki çocuklarımı doğurmuş olmak değil, onların benim ellerimde büyümüş olmaları beni onlara en çok bağlayan şeymiş gibi bir his vardır içimde.

Danielle'ın doğumunun arkasından gelen günlerde yaşadığım duygular çok yoğundular..

Çoğu zaman tarif edildiği kadar basit olmayabiliyor bir annenin ilk duyguları.

Yıllar sonra Gal dünyaya geldiği günlerde aklımda olan tek şeyse Danielle'di.

Ondan uzak kaldığım, o bir kaç günlük doğum sürecinde onun neler hissettiğinden başka bir şey yoktu aklımda.

Hastane'den eve dönerken eşime arabayı durdurmasını rica ettiğimde ilk girdiğim dükkandan ona gözüme görünen en sevimli ördeği almıştım..

Küçücük bir hediyeydi ama ben en çok o ördeği sevmiştim.

Ve ona en çok sevdiğim şeyi almak istiyordum ben

Tek istediğim Danielle'ín onu hala sevdiğimi bilmesiydi.

Çocuğum beş yaşına geldiğinde onu ilk günden çok daha fazla sevdiğimi biliyordum.

Halbuki Danduş bebekken, acaba büyüdüğünde artık küçük bir çocuk olmayacağı için onu çocukluğundaki kadar sevmeye devam edecekmiyim diye sorardım kendime?

Ya büyüdüğünde bazı şeyler eksilirse derdim hep.

Ama o büyüdükçe ona olan sevgim katlanarak büyüdü.

Karşımda gördüğüm, benden daha uzun  genç kıza baktığımda ben bugün sadece sevgiyi görüyorum.

Ve biliyorum ki beni ona bağlayan şey onu doğurmaktan çok ona verdiğim senelerimdir .  💓


Batya R. GALANTI