İÇİMDEKİ GERÇEK İNANÇ
Küçük bir kız çocuğu iken her gece yatağıma girmeden evvel annem bana sakın dua etmeyi unutma diye tembihlerdi.
Aslında dindar bir ailede büyümedim . Annem babam dinle yakından uzaktan ilgileri olmayan insanlardı. Bizim için yahudiliğin dini kısmı sadece en temel gelenekleri üstün körü yerine getirmekten ibaretti. Rosh Hashana, Pesah ve Yom Kipur dışındaki bayramlar çoğu zaman yanımızdan geçip giderken bu bayramları neredeyse hatırlamazdık bile.
Aslında belkide Gola'da . Müslüman bir ülkede yaşayan bir Yahudinin geçirdiği doğal sürecin bir parçasıydı bu. Yavaş yavaş kimliğini unutmak. Nasıl ki 1930'larda çıkan " Vatandaş Türkçe konuş " yasası ile o güne kadar TürkYahudilerinin ana dili olan Ladino'nun benim dönemime gelindiğinde unutulmaya yüz tutması gibi....
Ağbim Israel'deki eğitimini tamamlayıp döndüğünde ilk Kiduş'umuzu yaptığımız güne dek Kiddush nasıl yapılır hiç görmemiştim ( Kiddush, Shabat yemeğine başlamadan evvel şarapla shabbat günün kutsandığı dua ) . Fakat bizim Shabat soframızın mizahı bir yönü vardı, bir taraftan Kiddush okunurken diğer taraftan etli yemeğin yanında peynirli " Filikazlar " yani kızarmış börekler masada yan yana dururdu. Sanırım biz fazlasıyla reformisttik ...( Ortodoks yahudilikte peynir ve etli ürünler birarada yenilmez ve aynı sofrada bulunmaz)
Aslında annemin kendine öz bir Tanrı inancı vardı . Bu dinle, kurallarla şekillenen bir inanç değildi. İnsanla kendi kişisel seçimi içinde şekillenen bir inançtı ve özgürdü.. Bu inancın önceliği iyiliği temel almaktı..Benim annem her gece bana dua etmeyi öğretti. Bu dua da herhangi bir kitaptan alıntı değildi Sadece " Fakirler ve hastalar, ihtiyacı olanlar için mutlaka her gece dua et " derdi.
Çocuk halimle yatağıma gittiğimde ilk aklıma gelen şey o anda ellerini Tanrı'ya açarak yalvaran milyonlarca çocuktu. Bu yüzden her duaya başlağıdımda " Tanrım eğer bunca çocuğun duası arasında benim de sesimi duyuyorsan ben de senden bir iki şey rica edeceğim " derdim..
Tanrıyı, doğanın bu muhteşem kuvvetini insallaştırdığım için Tanrının bir anda bu kadar çocuğu nasıl dinleyebildiğini algılayamazdım..
Annem için, bizim için dini kuralları uygulamanın çok ötesi bir inanç vardı evimizde, o da ihtiyacı olana yardım etmekti.. Ağbim Israel'den gelir gelmez kendine bir iş açtığında annem ona şunu söylemişti; " Eğer Tanrı'nın bereketini istiyorsan kazandığın paradan bir kısım mutlaka bir fakir aileye ayıracaksın! ". Böylece ağbim iki hasta çocuğu olan yaşlı bir bayana kazancından her ay belli bir miktar parayı yardıma ayırmıştı.
Babamsa ona elini açan hiç kimseyi reddetmemişti o güne dek. Oyle ki Şişli Hasat Yokuşu civarında gezen bir mahalle sarhoşu vardı. Ismini şimdi hatırlamıyorum, onu herkes tanırdı. Bu adam her zaman kör kütük sarhoştu ama zararsızdı. Babamı her gördüğünde "Ağbi ne olur der" babam da hiç reddetmezdi. Bir defasında " Bak bu kez gerçekten üzerimde para yok " diyeceği tutmuş babamın.. Sarhoş " Ağbi ne kadar istiyorsun ben sana vereyim" diye ısrarlara başlamış !! .. ( Bu arada alkolik birine para yetiştirmek ne kadar sevap o da ayrı bir tartışma konusu tabii )
Ben bu şekilde dini duygular yerine vicdanın aşılandığı bir ortamda büyüdüm.
Sinagoga hiç gitmezmiydik, giderdik. Her Rosh Hashana'da Shofari ( Shofar, Yahudilerde özellikle Rosh Hashana ve Yom Kippour gibi bayram ve özel günlerde çalınan ve genelde keçinin boynuzundan yapılan bir boru ) duymak isterdim. Bu boynuzdan çıkan kırık ses bana Tanrıya olan bir haykırışı hatırlatırdı . Aynı şekilde her Kippour 12 yaşımdan beri yavaş yavaş tutmaya başladığım orucun çıkışına yakın son bir iki saati sinagog'ta geçirmeyi severdim.
Bir güce inanmak insanı genelde rahatlatır değil mi?
Küçük bir çocuğun anne babası vardır. Onlar onun için Tanrısal bir güce eş değerdirler. Her şeye muktedir, onu her durumdan kurtaracak ve hiç yanlız ve savunmasız bırakmayacak bir kuvvettir ebeveynleri..
Büyüdüğümüzde kaybettiğimiz bu kuvvetin yerini o bilinmedik kutsal güç alır. Onsuz kendimizi savunmasız hisseder oluruz. Zor durumda sığınacak bir limandır Tanrı. Ona olan inancımız hayatın zorluklarını göğüslememize yardım eder çoğu kez.
Ben Tanrıyı ender olarak tapınaklarda aradım. Sinagoga zaman zaman gitmeyi sevsem de, kilise veya değişik tüm tapınaklara gerçekten saygı duysam da benim için Tanrı mevhumu dindar bir insanınkine göre çok farklı.
Ben Tanrıyı yıllar evvel her gece gezdiğim kumsalda buldum. Kendimi bu olağanüstü kuvvete en yakın hissettiğim zamanlar sadece doğanın bir parçası olduğum yerlerdeydi hep.
Tarih boyu insanlık Tanrı için en muhteşem eserleri adamak istemiş, Tevratta tüm ölçüleriyle kayıtlara geçen Beit Hamikdash' ın muhteşemliği, Vatikan'da San-Pietro Bazılıkasının ihtişamı insanlığın Tanrının gücünü yüceltmek ve ona olan inancın sonsuzluğunu ve büyüklüğünü ispatlamak adına inşaa edilmiş nice tapınaklardan iki tanesi sadece...
Kanımca tüm bu paha biçilmez yapılar Tanrının gerçek eserinin yanında sönük kalmakta..
Gözlerimi doğaya diktiğimde, uçsuz bucaksız denizin maviliğine , yemyeşil ormanların güzelliğine baktığımda gerçek mabeti ben orada buluyorum.
Tanrı bizimle her yerde, ve özellikle bu yüce kuvvetin yarattığı eserin bir parçası olan bizim kendi benliğimizde Tanrı..
Içimizde var olan güç Tanrının bize verdiği güçtür . Bu yaradılışın bir parçası olan sonsuz kuvvettir.. Var gücüyle inanan insanların kendi beyinlerinde yarattıkları büyük bir enerjidir Tanrı...
İçindeki bu güce inanmak ve iyi bir insan olmak için sadece ve sadece vicdan sahibi olmak..
Yaratabileceğimiz en muhteşem hayat kendi vicdanımızın sesini duyduğumuz , insanı insan olarak hiç ayırmadan sevebildiğimiz hayattır.
Yahudilik, Hıristiyanlık ya da Müslümanlık belki insanları kendi içlerinde birer aile haline getirdi ama diğerlerini dışladı. Halbuki Tanrının çocuklarını hiç ayırt etmeden sevebileceğini bir kez anlayabilseydik. Kısaca bir parçası olduğumuz doğanın içindeki değerimizin aslında eşit olduğunu hatırlayabilseydik.
Dini vecibeler yerine vicdanın en büyük mahkeme olduğunu hiç unutmasaydık.
İşte gerçek iman bu değil mi?
Batya R. Galanti