23 Mayıs 2016 Pazartesi


                                            HERŞEYE RAĞMEN



Pencereden okulun bahçesinde oynayan üç çocuk gördüm.  Uç küçük yaramaz, diğer talebeler neredeydi,  neden tek başlarına avludaydılar bilmiyorum. Bu üç yaramaz olabildiğince bağırıyor,  oraya buraya koşuşturuyorlardı. Saat tam 10:00'u gösterdiğinde uzun ve kuvvetli bir siren çalmaya başladı ve çocuklar birden oldukları yerde kalakaldılar. Her biri dimdik duruyordu. Bedenleri güçlü ama başları eğikti...Sekiz ya da dokuz  yaşlarında olan bu çocuklar Ortadoğu'nun daha bahar ayları olmasına rağmen kızgın olan güneşinin altında oynarken doğdukları ülkenin gerçekleri ile büyüyorlardı.. geçmişle bugün arasında hiç bitmeyen  hüzünle günlük yaşamda hiç bir şey olmamışçasına devam eden bir hayatın olduğu bu ülkede .. Normal şartlarda susturmanın ve sakinleştirmenin mümkün olmadığı bu yaramazlar  kimsenin onlara bir uyarıda bulunmasına gerek olmadan saygı duruşuna geçmişlerdi ...

 O an 23 477 şehidin anısına iki dakika için hayat durdu.. Bir nefeste bu küçücük vatan toprağı için ölen gençler, terörün en beklenmedik anda aldığı canlar için iki dakika.... İnsan hayatının bir hiç değerinde olduğu Ortadoğunun kaderini paylaşmak böyle bir şey işte.. Yaşamak ve yaşatabilmek için savaşmak zorunda kalmak . Bu ülkenin kurulduğu ilk günden bugüne değişmeyen gerçeği...

Siren bitince çocuklar tekrardan oyunlarına devam ettiler . Hayatımız gibi her savaş sonu sarılan yaraların ardından yaşamın olduğu yerden devam etmesi gibi.. Bu ülkenin ayakta kalabilmesinin tek kuralı tüm acılara  rağmen dimdik ayakta durmaya devam etmek. Bu milletin asırlar boyu geçirdikleri karşısında hayati hala göğüsleyebilmesinin,  hala daha varolabilmesinin sırrı gibi.. Diğer yandan ölümün yaşamdan daha çok değer kazandığı bir bölgede varolmak hayatınızı kaderine terk edemeyecek kadar tehlikelerle kuşatabiliyor insan için..

Farklı coğrafyalarda yaşayanların neyi anlatmak istediğimi anlamaları eğer mümkün olsaydı bugünkü Israel gerçeklerine belki bir derece farklı bir noktadan bakmayı başarabilirlerdi..

Aslında Israel'de çocuk olmak bambaşka bir özgürlüktür  ama  bu özgürlük onlara  bu topraklarda bu vatanın varlığını sürdürebilmesi  için ödeyecekleri bedel üzerinden verilmiş bir şeydir .

1800'lerden bu yana  kurulan ilk moshavlarla geri dönmeye başladıkları bu topraklar yahudiler için yüzyıllar boyu arayıp bulamadıkları bir " özgürlüğe "  kaçıştı aslında, Tanah'ta Tanrı'nın onlara vaadettiği bu topraklardan başka hiç bir yerde bulamadıkları özgürlüğe....

Gerçek anlamda yaşam demek özgür olmak demek değil mi? ;  hayatını istediğin gibi yönetebilmek, korkmadan yaşamak hakkı, üreterek, gelişerek,  büyüyerek,  hep ileriye giderek... Bu yüzden her insan kendi yuvasında yaşamalı değil mi? Her ulusun, her milletin iyisiyle kötüsüyle kendine ait bir devleti olması gerektiği gibi.. Karşınızda size quenelle işareti yapanlara karşı duracak bir hükümetin olacağı, demokrasi adına sizi hedef alan kitlelere ses getirecek bir kuvvetin olduğu bir yerde yaşamak.. Sizin siz olarak görüldüğünüz ve kimliğimizin kaderinizi değiştirmediği gerçek bir yuva..

Israele gelen ilk göçmenler Ruslardı. Pogromlardan kaçan ilk göçmenler Rusya'da hiç bir zaman yapamamış oldukları işi yapmak için bu yarı çorak ülkeye geldiler, tarım yapmak, bu çorak toprakları işlemek için, özgür olmak için..

Toprağı işlemek özgürlüktür, bir yere ait olmaktır, o toprağın ürününü toplamak ve tüketmek ve yeniden ekmek, ürününüzü satmak ve sahip olmak, özgürlüğünüzü sonuna kadar yaşamak için size ait olanı işlemek.....Yahudiler uzun zaman ne Avrupa'da ne de Rusya'da toprak sahibi olamamışlardı çünkü yaşadıkları yerlere ait değillerdi..

1800'lerin sonunda Filistine geldiklerinde burada yaşayan sadece 250.000 kadar nüfus mevcuttu, Osmanlı idaresindeki bu yerler büyük oranda çöldü ve medeni tüm unsurlardan çok uzaktı o zamanlar kutsal topraklar.. İlk siyonist akımın göçmenleri Araplardan satın aldıkları topraklarda tarım yapmaya başladılar buralarda çiftlikler kurdular toprağı ektiler ve hayvancılığa başladılar...

Bu millet buraya yoktan var etmeye geldi.

Filistin diye anılan bu yerlerde yaşayan yahudilere  Filistinliler dendi, bu topraklarda Filistinli Araplar,  Filistinli Hıristiyanlar ve yine Filistinli  Yahudiler vardı o zaman.. Kendi elleriyle topraklarını satan Araplar bir süre sonra Yahudilerin çiftliklerine saldırmaya başladılar, hayvanlarını çaldılar, yuva çocuklarını katlettiler ..Neden? O güne dek bu yerlerde bedevi hayatı süren bu insanlar kendi elleriyle sattıkları topraklarda birden yeşeren, ürün veren  bir vaha keşfettiler, bu adeta bir mucizeydi ..

Yahudiler bu topraklara geri dönmeye başladıkları günden itibaren Araplar için  o güne dek pek bir anlam taşımayan bu yerler,  ağızlarına bile  almadıkları Yerushalayım ( Kudüs ) ve tüm Israel toprakları birden  herşeyin ötesinde bir anlam kazandı..

Bu şekilde 1948'e gelene dek önce Osmanlı  daha sonra da İngiliz mandası yıllarında hiç bitmeyen Arap ayaklanmaları Yahudilerden de  çok Arapların kendi canlarına mal oldu.
Tarihin hiç bir safhasından ders çıkarmayı beceremeyen bu halk Israel Devletinin yanında kurulacak bir Filistin Devletine ise karşı çıktı, daha önce hiç sahip olmadıkları bir devleti ellerinin tersiyle geri çevirdiler; birlikten ve gerçek ulus olmak için gereken özelliklerden uzak olan Arap halkı daha iyi, daha insanca bir gelecek yolunda yapıcı adımlar atmak yerine savaşı tercih etti..

Ben  bahçede oynayan çocuklara baktım yeniden;  " Şehitleri Anma " günü için üzerilerinde her biri beyaz T-shirtleriyle okula gelen ufaklıklar içeriye girmişlerdi.

Bu ülkede çocuklar için ne kadar emek sarfedildiğini düşündüm, ve bu emeğin sonunda kimi çocuklar sadece 20 yasına geldiklerinde  gençliklerini, hayallerini ve sevdiklerini bırakarak ebediyete gidiyorlar..Onlara o güne dek verilen kucak dolusu sevgi, ihtimam bir anda anlamsızlaşıveriyor; bitmeyen bir savaşın arkasında kaybedilen her can bir hayatın sonsuza dek sönüşü , bir ailenin geriye dönülmez yıkımı....

Çocuklar bir toplumun geleceğidir; gelişmiş ülkelerde her çocuk bir hazine gibi görülür; her bir çocuğun mutluluğu ve başarısı için aile ve toplum elbirliği içinde çalışır. Devlet çocukların başarısı için elinden gelen desteği verir. Amaç önce mutlu ve daha sonra başarılı bir toplum yaratmaktır.

Israel'de çocuk son derece serbest bir ortam içinde yetiştirilir. Kararlı, ne istediğini bilen ve sözünü sakınmayan yırtık çocuklar.. Küçücük yaştan tüm serbestliğin ve her tür imkanın sunulduğu çocuklar , tüm bunlara rağmen çok küçük yaştan kendi kendilerine yetmeyi öğrenirler. Çalışan anne babaları onların omuzlarına daha ilkokul çağlarında yavaş yavaş bir çok sorumlulukları yüklemeye başlarlar..
15  16 yasına gelen gençlerse okuldan sonra belli işlerde  günde bir kaç saat çalışmaya başlarlar, Amaç anne babaya bağımlı olmadan yaşamak , istediklerini elde etmek için kendi ayaklarının üzerinde durmaya başlamak.. En orta gelirli çocuktan en zenginine bu kural değişmezdir. Burada çocuklar anne babaları gibi azimli ve çalışkandırlar.. Bitmeyen bu koşturmadan yorulmayan bu toplum arı gibi çalışır.. Yaz tatilinde küçükler yaz kamplarına giderken gençler tatillerini aylak aylak geçirmezler. Ilk yardım kuruluşu , hayvan barınakları ve bilimum toplumsal kurumlarda  gönüllü hizmet vermenin dışında hepsi yazın cep harçlığı için çalışır...

Israeli bu bölgedeki diğer toplumlardan ayıran en büyük nitelik te bu değil mi? Başarısındaki sır.. bu küçük ülkenin sadece son 10 yıl içinde kazandığı 7 Nobel ödülü, bu toplumun eğitime verdiği önem, insanların bitmek tükenmek bilmeyen azminin simgesi...

17 yasındaki kızım  gece gündüz sadece dersleri için, sınavları için didiniyor,  sınıfındaki tüm çocuklar gibi. Fakat bir yerlerde kimileri için bazı şeyler çok farklı...  Geçenlerde  TV'de Gazze'deki çocukları izledim. Ana okulu çocukları Gazze'de tiyatro sergiliyordu. Bu tiyatro bildiğimiz çocuk tiyatrosundan çok farklıydı. Bu tiyatroda üç dört yaşındaki çocuklar kafalarında kefiyeler ellerinde oyuncak bıçaklarla Yahudileri bıçaklıyorlardı. Yerlerde ölü taklidi yapan minicik kızlar ve oğlanlar... bebek yaşta insan katletmeyi öğreten büyüklerinin  onlara layık gördükleri gelecek umudu değil ölümü çağrıştırıyor daha çok..  Bu çocuklara gelecekte ne olacaksın diye soranlara onlar bir kerede " Shahid! " diye cevap veriyorlar..

Hamas Lideri  " Sizler hayatı kutsal sayıyorsunuz bizlerse ölümü!!" derken  Gazze'nin geleceğinin nasıl bir şekilde çizildiğini kısaca anlatıyor aslında..

" Yahudileri ve Hıristiyanları kendinize dost edinmeyin, onlar ancak birbirlerinin dostudur diye başlayan her vaaz bu insanların beyinlerindeki parlak geleceği yok etmektedir.

Sorun sadece toprak alıp toprak vermek olsaydı, sonunda mutlaka bu iki halk bir gün barışmak şansına sahip olabilirdi, fakat sorun bağnazlık ve eğitimsizlik, sorun körpe beyinlerin karanlıkta kalması, sorun hayata gözlerini açtıkları ilk günden  Gazze'de , Sana'da,  Bağdad'ta, Kahire'de doğan çocukların onların sorumluluklarını olgunlukla üstlenecek insanların ellerinde büyümemeleri;  işte bu yüzden barış için umut beslemek çok daha zor.

Israel'de aylardır devam eden, cafelerde, otobüslerde caddelerde insanları hedef alan bıçaklı saldırıların bir çoğunu yapanlar daha ergenlik çağındaki küçükler; Yerushalayım 'deki tramvay'da etrafına bir anda saldırmaya başlayan 12 yasındaki çocuk , yine Yerushalayım'de  şekerleme satın alan  çocuğu komaya sokanlar sadece 13 yasındaki körpecikler..

Elindeki bıçakla  başkalarına da saldırmak için koşmaya devam eden 13 yasındaki ufaklığın saflığını, çocukluğunu çalanlar kimler? Ölümlerinin arkasından " Onunla gurur duyuyorum " diye övünen anne babaların çocuklarına olan sevgileri onların  ölümlerini arzu edecek kadar mı ?

Ortadoğu, dünyanın geriye kalan tüm coğrafyalarından farklı bir yapıya sahip. Dünyanın hangi bölgesine bakarsanız bakın insanlık başkalarına timsal olacak örneklerle ortaya çıkar, Güney Amerika bile, Asya ülkeleri , Avrupa ve Kuzey Amerika icin söz söylemeye bile gerek yok.
Dünyada geriliğin ve barbarlığın en korkunç şekline  tanıklık eden tek yer Ortadoğu. Yüzyıllardır değişmeyen kavramlar, aydınlığa karşı olan direniş insanı ürpertiyor.

Beş yıl önce başlayan Arap baharı çok kısa zamanda büyük fırtınalar kopararak  kara kışa döneli bu bölge kana doymuyor..

İsveç Dışişleri Bakanı Margot Wallstrom  bundan iki ay kadar evvel , Avrupa'da yaşanan Mülteci sorununu hiç süpriz olmayacak bir şekilde Filistin-Israel sorununa bağladı..

14. yüzyılda kedileri imha eden Avrupayı sıçanlar basınca iyice yayılan veba salgınında yahudileri suçlu gösteren Avrupa'nın 21. yüzyıldaki Ortadoğu  Radikalizminin   yansımalarından Israeli sorumlu tutması çok şaşırtıcı değildir. Avrupa her sıkıştığında Israeli suçlarken ortadaki gerçek problemi göz ardı etmeye devam ediyor..

Bu arada akşam oldu, " Şehitler Günü"'yle birlikte her yıl olduğu gibi büyük hüzünle anılan çoğu genç insanın ardından Israel'de " Cumhuriyet Bayramı " başladı. Havai fişekler ve muhteşem gösterilerle birlikte ..  Yirmidört saat süren hüzün yerini coşkuya bıraktı. Dedim ya Israel böyle bir ülke hüzün ve sevincin birbirinin içinde varolduğu belki de tek yer...
Tüm yaşanılanlara rağmen hayata olan bağlılığın kimsenin tahmin edemeyeceği kadar güçlü olduğu bu halk hayatı göğüslemeye  ve sevmeye devam ediyor, yaşamak için, ileriye gitmek için  ve özgürlük için...


Batya R. Galanti.