24 Mayıs 2022 Salı
2021 Israel-Filistin çatışmasından bir yıl geçti. Bir yıl boyunca bölgedeki huzursuzluk hep devam etti. Bu ülkeye geldiğimden beri yakından tanıdığım, kimi yerde onunla yaşamaya alıştığım bir yaşamdan yeni bir kesit bu sadece...
2022'nin beşinci ayının sonlarına gelirken yeniden "Yeruşalayim Günü" kapımızda. 28 Mayıs, "Yom Yeruşalayim!". Hamas, 1968'den beri her yıl organize edilen bu etkinliğe son senelerde karşı çıkıyor. Israelliler olayları provoke ediyor denirken tehtidler birbiri arkası sıralanıyor. Eski şehirden bayraklarla geçerseniz vururuz, roket atarız, intihar eylemleri başlatırız... diye bağıranlar var.
Yıl 1995'ti, Yeruşalayim'e, Kotel'e gittigimde, içimde burada çok büyük bir heyecan hissetmiştim. Anlatılması güç, beni bu yerde bambaşka duygulara sokan bir atmosfer vardı. Bir masalın içine girmek gibiydi bu. Esrarengiz bir şeydi..bir tılsım, bir büyü gibi. Gözlerimin dolmasına engel olamadığım bir titreşim gibi...
22 Mayıs 2022 Pazar
Yaralarımızı tedavi etmek
Koululam....
Hep birlikte müzik yapmak! ( İbranicede, kulam hep beraber demek)..
Koululam; birbirinden farklı düşünce, farklı görüşlerden, farklı aile yapılarıyla, ayrı dünyalardan gelen insanların müzikle randevusu.. Ve ortak bir aktivitenin çıkardığı o koca pozitif enerjiyle gelen mutluluk.
Sanırım bu dünyada beraberliği ve kardeşliği hissettirmenin, yaşatmanın en olası yollarından birisi müzik olmalı.
Koululam adındaki organizasyonun amacı da bu...( daha önce yazmıştım)
Ülkemizde bu tip organizasyonların daha da artması gerektiğine inanıyorum. Sadece insanları kaynaştırmak adına değil, toplumsal ve bireysel tedavi amaçlı seanslar gibi de alınmalı bu yöntem. Kocaman kitlelere ulaşarak, korku, endişe, depresyon ve sosyal sorunlara ilaç niyetine.
İnsanlara streslerini atmaları için verilen çok büyük bir şanstır bu. Ve kanımca güzel bir melodiyi, bir tempoyu her birlikte hissetmenin yatıştırcı etkisi çok daha büyük olmalı. Ayrıca güven ortamı kurmanın da bir yoludur bu.
Yüzlerden bir anda kaybolan gerginlikle gülümseyenler, ışıldayan gözlerdeki umut dolu bakışlarla aynı sözlerde birleşen, aynı satırları yüreklerinde hissedenler...
Birlikte şarkı söylemek, bir anı, bir şiiri paylaşmak harika bir his.
Toplumun yaralarını kapatmak, anlaşmazlıkları azaltmak ve dostluk köprüsü kurmak için de dilerim içimizdeki tüm farklı grupları içine alan bu tip etkinlikler çoğalsın..... Müzik en etkili tedavi yöntemlerinden biri değil midir zaten?? "Müzik" ve "dans"....
Etnik şarkılar ve kültürel karşımın getirdiği farklı seslerle insanları birbirine daha çok açacak, yaklaştıracak yollarla beraber. Hem birbirimizi tanımak, hem kaynaşmak hem gerilim dolu bir bölgeye kısmen de olsa bir ilaç olmak adına...
Dut ağacı
Çevremdeki arkadaşlarımı, okul hayatımda kalan dostlarımı görüyorum. Mücadelelerim hepsinden ne kadar farklı olmuş. Ve hala farklı. Kimileri dünyayı keşfetmeye çıkmış, bir kaç üniversite okuyanlar var aralarında. Bir arkadaşım bugün veterinerlik eğitimi görüyor. Başka bir tanesi iki roman yazdı.
Benim savaşımsa ayakta durmaktı. Bazen durup sadece nefes almak. Yanımda, oğlumun gözlerinde o hiç değişmeyen masum varlığı sevmekti hayat. Ona sevildiğini hissettirmek, tüm mücadelelere rağmen.
Bana belki belli bir kuvvet veren tarafımsa hep o ufak şeylerden sevinmeyi de başarabilmemdi belki. Zaten hırslı bir insan olmadım. Ulaşılması zor hayaller kurmadım. İçimde yaşayan o çocuksa hep vardı.
Gal'i bugünlere kadar saran bir arkadaş gibi.. benim o ikinci tarafım. Ona bütün gün verdiğim emirlerin, direktiflerin dışında.. Hayatın olması gerektiği gibi gidebilmesi için gerekli olduklarına inandığım o çerçevenin korunması için gösterdiğim çabanın dışında, Gal'le arkadaşlık yapmaya hazır olan bir çocuk var içimde. Bizi birbirimize, bütün kızgınlıklarımıza ve kavgalarımıza rağmen bağlamaya devam eden tarafım...
Arada, Rishon Le Tsion'un ana caddelerinden birinde yürüyorum. Bu yerlere 1995'te ilk kez geldiğimi anımsıyorum. Otobüsle geçerken, anne ben Rishon'da oturmak isterim demiştim. Yazlık bir tatil şehri gibi görünmüştü gözüme. Her yerde parklar vardı. Yeterince yeşil ve renkli bir yerdi. Nüfusu gençti.....
Ağaçların yavaştan büyüyerek artık gölge yaptığı kaldırımların birinde devam eden yolumda, yerlerde gezen bakışlarım, ayaklarımın altındaki karoların üzerinde lekeler yapmış meyvelere takılıyorlar birden. Bu meyveler bana nasıl da tanıdıklar. Yoldan geçenlerin ayakları altında ezilmiş dutları görünce gözlerim yuvalarından çıkmıştır herhalde. Sanki altın madeni bulmuşum gibi bir sevinçle başımı yukarı kaldırırken tepemdeki ağacın dallarına bakıyorum. Kimileri beyaz, kimileri olgunlaşma safhasına ermiş orta büyüklükte dutlar ağacın dallarından gülümsüyorlar bana...
Daha geçen gün eşime söylüyordum dut yemeyi özledim diye. Çocukluğumda bu dönemler geldiğinde, çok kısa süren bir mevsimi vardı bu meyvenin. Belki bir iki haftamıydı bilmiyorum. Birden manavin önünden geçtiğimde kocaman sandıklarda sergilenmiş dutları gördüğümde ne kadar sevinirdim. Kısa bir dönem satılan ve yüksek fiyat biçilen meyvelerdendi. Ama kaçırmazdım hiç!!
14-15 yaşlarımda iken çok samimi olduğum bir arkadaşım vardı. Nizam'ın en başında sol taraftan çıkılan yokuşun üzerinde iki katlı bir köşkte otururlardı. Yeterince büyük olan bu köşkün kocaman bir de bahçesi vardı. İşte o eve her gittiğimizde herkes yukarı çıkarken ben bahçede kalır meyvelerden yerdim. Siz çıkın ben geliyorum derken biraz üzüm biraz dut derken midemi doldururdum her defasında... ( tabi ben yine Büyükada'dan bahsediyorum)
Uzun zamandır ilk kez dut meyvesinin ağacına rastladım, şehrin ortasında, bize yakın bir yerde... Tam da annem arıyor.. Bir dakika dedim, cevap verdiğim telefona.. Ağacın dalları kaldırımın üzerine düşmüş olsa da yoldan geçenler bir kısım meyveleri atıştırmış olmalılar. Yolun kenarında, ağacın köklerinin olduğu bahçeyle kaldırımı ayıran duvarın üzerine çıkmaya karar verdim. Anne bekle duvara çıkacam dedim. Annem, delimisin düşeceksin şimdi diyor. Ne düşecem yarım metrelik duvardan. Telefonu duvarın kenarına koyarak bir yandan onunla konuşmaya devam ederken diğer taraftan dalların, bahçenin içinde kalan kısmına eriştim. Elime ne geliyorsa yemeye başladım. Kimse, o an duvarlara çıkan ellerimin ya da yediğim dutların çok temiz olduğunu iddia edemezdi. Ama umurumda sanki?? Dutlar toz toprakla örtünmüş ya da ellerim kirlenmiş..boş ver bir şey olmaz diyorum. Arkamdan geçen arabalar, benim ne iş peşimde olduğumu tahmin etmişlermiydi onu bilmem. Yeniden aşağı indiğimde ellerim dutlardan boyanmış, mor mor olmuşlardı.
Eşim bana söz verdi. Tel Aviv'de keşfettiği ağaca dut yemeğe gideceğiz bir gün!!! :))))
Ne yapayım ne süperde ne de manavlarda hiç rastlamıyorum..
En sevdiğim şeyse her daim taze meyvelerdi. Kiraz, nektarina, karpuz, şimdi zamanı gelen lezzetler...
Yazıma nereden başladım nerelere geldim...
Bizde hep bir şey söylerler. "Tanrı insana baş edemeyeceği bir sorun vermezmiş!!"Ya da, sorunlu bir çocuğunuz varsa, Tanrının seçilmiş bir kulu olduğunuza işaretmiş bu. Siz böyle bir çocuğa bakabilecek güçte bir insansınız demekmiş bu!! "Belki bu inanç sadece bize ait değildir...
Ben dedim ben bir yerde hep saf ve dokunmasız kalan küçük bir kız gibiyim. Yoksa bu yolda beni bunca zaman zorlayan çok şeyleri yürekten kabul etmem daha da zor olabilirdi.
Hayal kurmaya devam edebildiğim sürece umut etmeye de devam edeceğim...
20 Mayıs 2022 Cuma
İngiliz Kanalı BBC'nin verdiği haberlerde, Filistinli gazeteci Abu Aqleh'nin, hiç bir kanıt olmamasına rağmen, Israelli Güvenlik kuvvetleri tarafından öldürülmüş olduğu dolu dolu ağızla söylenirken, ( kadının cesedinden çıkarılan "merminin" incelenmesi isteğine karşı gelen Filistinlilerin, Israelle bu konuda işbirliğini reddetmelerine ve araştırmanın tamamlanmaktan çok uzak olmasına rağmen ) bu defada kaotik cenaze görüntüleri dünya basınında yer aldı. Aşağıdaki video'da Israelli aktivist Hananya Naftali cenaze hakkında bazı açıklamalar veriyor. Video'da cenazenin belli noktalarında Israel polisinin rahatlıkla suçlanabilecek şekildeki saldırısının dışında, esasen klip baştan aşağı incelendiğinde, polisin tepkisinin nedensiz gelmediği görülüyor. Görüntülerde cenazeye iştirak edenlerin polislere taşlar attıklar görülüyor. ( Öncelikle bir Hıristiyan olan Abu Aqlah'nin cenazesini adeta rehin alarak ortalığı karıştırmak için kullanan Filistinlilerin cenazeyi bir taraftan ellerde taşırken diğer yandan gerginliği yükseltmek, taşkınlıklar yaparak, sloganlar ve taşlar atarak ortalığı karıştırmak girişimleri istedikleri gibi sonuçlandı. Problemli bir bölgede, problemli bir cenazeyi götüren problemli insanların çıkarabilecekleri problemleri düşünülerek alınan güvenlik tedbirlerine karşılık her zamanki gibi sorunsuz sonlanmayan bu tören de tüm dünya televizyonlarında yer aldı. Bilerek, isteyerek olay çıkararak durumu zora sokarak, etrafın güvenliğini her fırsatta tehlikeye atarak polisi ve askeri tepki vermeye zorlamak yoluyla Israel'i dünya mediası önünde zora sokanlar tekrar ve tekrar amaçlarına ulaşıyorlar.
19 Mayıs 2022 Perşembe
Buradakiler....
Geçtiğimiz akşam Gal'le beraber tam asansörden çıkıyorduk, asansörlerin dibinde gençten bir komşumun yerde oturduğunu gördüm. Akşam yedi civarı, işten yeni gelmiş kadın, koca sırt çantasını yanına yere koymuş bir vaziyette, elinde cep telefonuyla bir şeyler yapıyordu. Ben ilk şaşkınlığımla birlikte gülerek "Yorgunsun galiba ? dedim. O da yine gülümseyerek, aslında gerçeği söylemek gerekirse dün akşam çantamı değiştirdiğim için anahtarımı diğerinde unuttum, kocamı arıyorum gelsin diye" İstersen o gelene dek bize çık! dedim. Gideceğim yerden bir an için vaz geçtim. Kadını o yorgunlukta yerde bırakmak hoş görünmedi gözüme. Aslında apartmanın girişindeki koltuklarda da oturabilirdi. Kendisiyse yerde olmayı tercih etmiş görünüyordu :) . Bu da yine buranın insanının ilginç yönlerinden biridir... İlle de yerde oturmasına gerek yokken böylesini tercih etmek..
Buradakiler rahat oldukları için böyle şeyler normal karşılanır. Burada da oturulur mu gibi bir şey akıllarından geçmez. Başka yer mi yok demezler. Koltuklara ne gidecem, çömelir yaparım diten insan gayet rahattır.
Mesela Türk toplumunun tam tersine başkalarının gözüne garip gelebilecek şeyler dahil olmak üzere canı nasıl istiyorsa öyle oturmak, öyle konuşmak ve öyle davranmak... Normal ülkelerden gelen diğerlerinin yadırgayacakları çokça davranışlar bu rahatlığa dahildir. Etrafa karşı bir saygısızlık gibi algılanabilecekler de dahildirler bunlara. Çünkü küçük yaşta bazı şeylerin sınırlarını koymadıkları için. Yüksek sesle konuşulmaması gereken bir yerde bağıra çağıra konuşan çocuğunuzu uyarmamak gibi...
Ve Israelliler karşılarında kimi olursa olsun kırk yıllık ahbaplarıymış gibi hissettiklerinden mesafelere dikkat etmezler. Buradaki mantalite evinde istediği gibi oturan, anne babasına kardeşine istediği gibi konuşabilen bir aile üyesinin ülkesinde de aynı şeyi hissetme halidir.
Geçen gün koyduğum resimde, otobüste, karşı koltuğa ayakkabısıyla ayağını uzatan genç bayan da aynı rahatlığı sergiliyordu. Ama işte burada bazen bir sorun başladığının farkına varmayabiliyorlar. Kendi rahatlıklarının bir başkasının rahatsızlığına neden olabileceğinin farkına varmayanlar oluyor. O koltuğu ayakkabınızla kirletmek gibi ya da ayağınızı uzattığınız yere başkasının oturmasına engel olmak gibi. Bunu düşünememek bir sorun!!
Ve yine sizi hayatında ilk kez gören biri size hiç sorulmaması gereken sorular sorabiliyor. Onlar bunu bir çeşit samimiyet, sıcaklık gibi algılasalar da. Mesafeyi korumaya alışık olmayan insanlar arasındaki bu yakın tarz ilgi ve bu tip ilişkiler bazen de gereksiz tartışmaları doğurur. Her düşündüğünü söylemek, her aklına geleni yapmak, sınırları zorlamaya dönüşebilir. Bu da buradaki bu tip davranış kalıplarının yan etkileridir. Küçücük kardeşlerin herşey için birbirlerini yemeğe varmaları hali gibi.
Ve bu "aile psikolojisinin" getirdiği negatif şeylerin yanındaki "olumlu" şeyse, zor durumlarda insanların diğerilerinin yardımına koşmak için ellerinden geleni yapmalarıdır. Sizi zor durumda gördüklerinde hemen yardımınıza koşacaklar olacaktır.
Geçtiğimiz gün yeni tanıdığım Türk kökenli bir bayanın anlattıklarını düşünüyorum. Israel'e ilk geldiği günlerde eşi rahatsızlanmış. Yaşadıkları büyük bir şanssızlıkla, eşi Israel'e geldiğinden kısa bir süre sonra kendisine kanser teşhisi konulmuş. Daha çok yeni oldukları bu yerde, hastanede ve eşinin tedavisi sırasında insanların onları nasıl desteklediklerini anlattı. Bizi hiç tanımayan kişiler zamanlarını, enerjilerini ve yüreklerini bizimle paylaştılar, yalnızlığımı unutturdular. O tanımadığım insanların yardımları ve destekleri olmasa ne yapardım bilmiyorum dedi.
Israel'de doğan çocuklara"Tsabar"denir. Tsabar, bir çöl meyvesidir. Aynı adlı kaktüs'ün meyvesinin ismidir Tsabar. Kabuğu sert kocaman dikenleri olan meyvenin içiyse gayet tatlıdır.
Israelliler 1948'den bu yana, bu ülkede, bu topraklarda dünyaya gelenleri bu şekilde adlandırırlar. Dışı sert ve dikenli içiyse tatlı.
Shoah'dan kurtulanlar, Arap ülkelerinden kovulanlar.. kendilerine göre bir çoğunun belli travmatik bir hikayesi olan bir millettir bu. Bazen aksi, bazen çevrelerine güvensiz olurlar. Yaşadıkları şeyler insanların zor bir karakter oluşturmalarına sebebiyet verebilir ama neticede o dış kabuğu soyduğunuzda bambaşka bir kişilik ortaya çıkar....
Gal'le bir saat süren gezimizin ardından eve döndüğümüzde komşum bu kez lobideki koltuklara geçmişti. Kocam beş dakikaya kadar burada olacak demişti halbuki. "Daha gelmedi mi?"diye sorduğumda neredeyse varmak üzere dedi. Ve o an; "Biliyormusun önümüzdeki ay İstanbul'a gidiyorum. "Bayılıyorum bu memlekete. Yemekleri harika, oteller, yerler..herşey süper!! Hem buraya göre çok daha ucuz...diye heyecanla devam etti.
İşte bu da Israellilerin bir başka özelliği. Buradakilerin kimseye kinleri yok. Arada ne geçerse geçsin, politika ayrı şeydir derler çıkarlar. Türkler Israellileri hiç sevmeseler de buradakiler onlara bayılıyorlar. Çok misafirperverler, çok "nehmad" ( nazik) insanlar deyip duruyorlar. Mavi Marmara'yı bile unuttular. Umurlarında değil hem ucuz hem lezzetli bir tatil için, güneş ve deniz ve tarihi bir yer görmek için.. size bin tane sebep gösterebilirler. Buradakiler oraya aşıklar diyebilirim...
18 Mayıs 2022 Çarşamba
Hayatı öğrenmeye devam ediyoruz
Yaşadığımız sürece o kadar çok şey öğreniyoruz ki. Özellikle, insan denen varlığı, farklı karakter yapılarını, aynı insanın bir yerden diğerine değişen davranış kalıplarını, kültürlerini, algılayış şekillerini, neleri sevdiklerini, nelerden nefret ettiklerini, bir Türk'le bir Israelli arasındaki derin farklılıkları, aynı dünyada yaşayan ayrı insanların arasındaki uçurumları ve aramızdaki çok büyük farklılıklara rağmen bazı konulardaki ortak yanlarımızı, aile bireylerimizin doğduğumuz günden itibaren fikirlerimizi nasıl etkilediklerini, azınlık içinde yaşayan bir insanla diğerleri arasındaki farklılıkları..bizleri bugüne gelene dek şekillendiren ve değiştiren herşeyi...
Çocukken, ufacık kafamızda çok şeyler bildiğimizi zannettiğimiz yıllardan olgunluk çağımıza gelene dek keşfetmeye devam ettiğimiz bir hayat bu. Ve bu hayatın içindeki bir çok farklı insanlar ve olaylar bizim düşündüğümüz ve inandığımız bir çok mit'in, gerçek olduklarından emin olduğumuz kişisel görüşlerimizin, genele yüklediğimiz kimi yanılgılarımızın, kafamızdaki kalıplaşmış bir çok şeyin peşindeki hayali dünyaların çok kez gerçek olmadıklarını ve evrenin ne kadar çok başkalardan oluştuğunu keşfettik...Ya da belki de ben keşfettim.
Ve her gün, çoğu kez belli bir cehalet, belli bir saflık içeren bu kişisel dünya yavaş yavaş değişime uğradı ve uğramaya devam ediyor. Kimileri olumlu kimileri biraz daha zorlayan bir değişim bu.
Bazen gerçekler yüzümüze bir tokat gibi inerlerken bazen bizi bir kez daha olgunlaştırıyorlar. Ve birden herşeyi yeniden gözden geçirmemize neden oluyorlar. Kendimizi, yakınımızdakileri, biraz daha uzağımızda oldukları halde hala üzerimizde belli bir etkiye sahip olan bir diğerlerini, toplumsal olayları...ve belki de tüm evreni
Dünyaya gözlerimizi açtığımız çekirdek ailemizin hayatımıza olan etkilerini bilmenin çok şeyi değiştirmeyeceği gerçeğiyle yola devam ederken sabahın ilk ışıklarıyla uyandığımızda, içinde var olmak zorunda olduğumuz kendi bedenimizle birlikte, kişisel evrenimizdeki evimiz, ailemiz, çocuklarımız ve o halkanın dışında var olan herşeyin üzerimizde belli etkileri var. Bizim dışımızdaki dünyadan bize yayılan farklı frekanslarda yaşamaya devam ediyoruz.
İlk gözümüzü açtığımız günkü dünyadan...yaşamın bizi götürdüğü farklı noktalarda hep üzerimizde bir şeylerin direk ya da dolaylı etkileri var.
Evlendiğimiz insanın bize kattıkları bazen bizden aldıkları var..dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızın da öyle..... Ve yaşamayı tercih ettiğimiz mekanlarla gelen yepyeni şeyler...bizi bugünkü bizler yapan yığınla etmen....
Hayalkırıklıklarımızla sevinçlerimizin, beklentilerimizle verdiklerimiz arasında kurulan kimi uyumlu kimi zorlu ilişkiler....ve bu şekilde sürekli bir öğrenim içindeyiz. Yaşam bizi ister istemez eğitiyor. Öğreniyoruz. Bazen konuşmayı, bazense susmayı.
Maddi ve manevi etkileşimlerle kimi büyüyen kimi duraklayan, kimileri kaçınılmaz düşüşlerle giden bu yaşamı sevgi ve anlayışla kabul etmek zorunda kalarak olgunlaşıyoruz, her gün biraz daha..
Başladığımız noktadan varacağımız son noktaya dek arada durduğumuz istasyonlarda yaşamımıza binen ve inen kişilerle beraber. Bu yolu bizimle baştan sona kattedecek tek kişiyse sanırım sadece kendimiziz.
Hayatımızın bir parçası olmak isteyenleri sevgiyle kabul ederken yollarına başkalarıyla devam etmek isteyecekleri salmaktan başka çaremiz kalmıyor. Ve bu yolda bize hep bir şeyler öğretenler karşımıza çıkıyorlar. Kimileri zorlu dersler olsalar da.... yaşamın bize getirdiği iyi veya daha az iyi insanları kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor.
Yaşımız ilerledikçe kimi yönlerimiz güçlenirken bazı yönlerden zayıfladığımızı farkederken kendimizi yeni yeni şartlara adapte etmeye çalışıyoruz. Sabırlı olmayı, acı çekerken bile gülümsemeyi öğreniyoruz. Derin bir nefes almaktan başka çaremiz kalmıyor çoğu zaman...
Ve gün geliyor bir kez daha konuşuyoruz, o sürekli bir yerlerde arayıp, nerede olduğunu sorup soruşturduğumuz o "KOCAMAN GÜÇLE"!!
En büyük duam, kendime ve çevreme karşı iyi bir insan olmak. Kabul etmek.. Hatalarımı fark etmek. Yeterince yargılamadan, başkalarından görmek istemediğim şeyleri başkalarına yapmamak.
Merhaba dediğim her güne elimden geldiğince gülümsemek.
Öğreniyorum ben hala..dedim ya hayatı, insanları, evreni...kendimi!!!
Ve hala bir şey bilmiyorum!!!!

-
Un an après le pogrom du Hamas ! En tant qu'Israélienne et juive d'origine turque, on m'a souvent posé des questions sur le c...
-
Israel'i acımasızlıkla suçlayan Papa'nın göreceli insanlığına karşı durarak onun bu ikiyüzlü tavrına karşılık gerçek insanlığın ne o...
-
Ortadoğu'da gelişen en son olaylar, İran'daki molla rejiminin zayıfladığını, Humeyninin başa geldiği 1979 yılından bugüne devam eden...