6 Mayıs 2022 Cuma

Cumhuriyet Bayramına gölge düşüren terör saldırısı

Dün Israel'de Yom Atsmaut yani Cumhuriyet Bayramıydı.  Gezilere çıkılan, parklarda piknikler yapılan bir gün oldu yine bu Cumhuriyet Bayramı da!  Biz de sabahtan sahilde yapılan uçak gösterilerine gittik. Binlerce insan Israeli boydan boya geçen kıyı şeridinde toplandı. Kıyılar hınca hınç dolduğunda göklerden üzerimize doğru inişler yapmaya başlayan f16'ların  akrobasilerini izleyen kalabalığın alkışları bayram sevincini orada bulunan insanlara taşıyordu ... 

Zamanın  çoğunu olasılıkları düşünmeden geçirsem de, Hamas'ın yinelediği tehtidler ve kutlanan günün hassasiyetini beynimin bir yerlerinde ister istemez unutmadığım açıktı. Kafam sözde anı yaşarken, bilinçaltımda beni uyaran bir ses vardı. Ve bu şekilde karşımda beliren bir adam bir an öylesine durup bakındığında,  sadece Arapça konuştuğu için acaba terörist mi diye düşündüğümde durumun bizi nasıl bir paranoya içine soktuğunu görebiliyorum.

Ancak bu son günlerde yaşanan saldırıları bilen biri acaba bizi suçlayabilir mi??

Herşeye rağmen Arap ya da Yahudi herkesin birbirinin yanında piknik yaptığı ortam,  yarı bulutlu ve bol rüzgarlı bir güne rağmen insanlara keyif veriyordu mutlaka. 

Büyük çoğunluğun istediği tek şey, solumak, yaşamak, aileleriyle sade ve güzel bir gün geçirmekti...  Olabildiğince eğlenmekti. Yemek yemekti, gülmek ve dostlarıyla birlikte olmaktı. Uçakları izlemek, hayatın keyfine en basit yoldan varabilmekti.... Ve kalabalıktı her taraf. Çoğu Yahudi olsa da, daha bir iki gün öncesine dek bayramlarını kutlayan Araplardan da vardı aramızda. Onlar da aileleriyle ve arkadaşlarıylaydılar....

Üzülüyorumben!! Kendini korumak isteyen insiyaki yönümün hümanist, sevecen, insanları kucaklayan tarafımı yok etmesinden korkuyorum bazen. Nefret etmekten korkuyorum. Çoğunluğun kaos istemediğini anımsatıyorum kendime. Böyle zamanlardır insanları en çok karşı karşıya getiren, Toplumları birbirine daha da çok düşüren...daha fazla nefret tohumları eken.  sadece belli insanlara değil de ( mesela teröristlere değil de ) birdenbire bütün genele.... Hepsi aynıymış gibi gelir bir an... Ve o gün yenik düşersiniz... sizi içten bitiriverir... Çok iyi düşünmek önemlidir böyle anlarda. Soğukkanlılığı korumak.

Bir süre sessizlik çöktü mü etrafa, tamam diyorum, artık herşey yolunda... Ama sonra bir daha oluyor.. ve zaman geçmeden..bir gün bir yerde ertesi gün başka....Çocuklarım korkuyor;  kızımın arkadaşı Jerusalem'deki Müzik okuluna her gidişinde kabus gibi geliyor ona o yolu tepmek.

Bugünlerde terör içimizde bir defa daha!! 2000 yıllarının başlarında olduğu gibi...

Dün Yom Atsmaut daha bitmeden bir defa daha haberler gelmeye başladı. Israel'in merkezinde bulunan  El'Ad sehrinde iki Filistinli önlerine çıkan insanlara acımasızca saldırarak üç kişiyi öldürdü.

Üç genç adama baltayla saldırarak katlettiler. Bir tanesinin 8 yaşlarındaki oğlu babasının balta darbeleriyle yere yığılışına tanıklık ederken gelen ambulansa, "Babamı öldürdüler!"diye bağırıyordu!!! Üç ölünün dışında bir kişi hala ölümcül durumdayken  iki kişi de ağır yaralı.

Ve olaydan sonra kaçmayı başaran iki terörist hala yakalanamadı.... Evet nerede oldukları bu kez bilinmeyen teröristlerin  bize yeni bir süpriz yapmadan evvel yakalanmaları için dua ediyoruz.

Dünkü saldırı bu kez gayet sessiz bir mahallenin içindeki bir parkta oldu...Sokakta Pitziyi gezdirirken bile saldırıya uğrama şansım olduğunu hiç düşünmemiştim.

   

 

ASMR nedir hiç duydunuz mu?


Çocukken pek sık olmasa da, zaman zaman dayımın evine giderdim. Özellikle yazları onların evlerinde belli okazyonlarda bulunduğumu hatırlıyorum. Dayımın eşinin yaşlı annesi  o dönem onlarla yaşardı.  Rusya'dan Türkiye'ye göç etmişti bu insan. Yengemin tüm ailesi Türkiye'ye 1900'lerin başlarında taşınmıştı.

Kır saçlarını başının arkasında toplayan Madam Rebeka, evden çok fazla dışarı çıkmayan biriydi. Sanırım yaşı yeterince ileriydi. Her zaman derli toplu, düzgün giyimiyle hatırladığım bu kadınla tabii benim aramda pek bir dialog yoktu. Aramızda yeterince bir yaş farkı ve mesafe olduğu için bu insanı çok yüzeysel tanırdım. Bir de parmaklarında gördüğüm, farklı taşları olan yüzükleri dikkatimi çekerdi.  

Bir defasında odasına giderek, çekmecelerinden eski bir kutuyu getirip bana o yüzüklerin üzerlerine monte edilmiş olan taşların tek tek isimlerini ve hikayelerini anlatmıştı. Belki de o gün o kadınla ilk defa gerçek anlamda iletişim kurmuştuk.

Bana Rusya'da tüm mallarına el konulduğunda Türkiye'ye göç etmek zorunda kaldıklarını söylemişti. Bütün varlıklarını kaybeden bir diğerleri gibi kendilerine yeni bir yer aramak zorunda kalmışlardı. Yüzüklerindeki kimi yeşil kimi kırmızı olan taşlar, çocuk olarak bana çok cazip görünürlerdi. O yüzükler bambaşka bir hayattan kalan tek anılardı sanırım.

Bu kadın ne zaman dayımın evine gitsem evin baş köşesinde kendi halinde oturup gazete okurdu. Okuma gözlükleri hafif aşağıya inmişken, evde dönen hiç bir şey onun çok fazla umurunda değilmiş gibi bir hali vardı. Sanki tek kaygısı zaman öldürmekti. Bir kaç kez yanındaki iskemlelerden birine iliştiğimde, başkalarının etrafta olmadığı anlarda,  gazetedeki herhangi bir haberi kendi kendine fısıldayarak okuyuşunu  anımsıyorum. O an o evin sessizliğini bozan tek şey, kadının çıkardığı o monoton fısıltısıydıO okurken ben sanki bana birisi uzuuun bir masal anlatıyormuş gibi gevşemeye başlardım. Adeta birazdan hafiften bir uykuya dalabilecek kadar gevşerdim.

Türkçeyi okurken kısmen zorlanışındanmıydı bilmem, sesli okuduğu gazeteden gözlerini hiç kaldırmadan kendi dünyasında kaybolurdu. Onun yanında tek başıma ne yapıyordum bilmiyorum. Tek hatırladığım kadının fısıltısının beynimde yarattığı hoş ürpertiyle gelen sarhoşluk benzeri halimdi. Küçük çocuklara, yataklarının kenarında büyüklerin okudukları masallarla uykuya dalışları gibi bir şeydi bu. Bazen bir masal, bazen çok hafiften bir ses tonuyla söylenen bir ninni gibi...

Madam Rebeka okumaya devam ettikçe ben gevşedikçe gevşiyor, etrafın sessizliğini bozan sesiyle uykuya dalmama neden olabilecek bir rahatlama geliyordu bana. Kadın bir ara durur gibi olsa ona durma oku hadi diyesim geliyordu. Sanki ömrümde hiç bir şey beni bu derece gevşetmemiş gibiydi.

Tabi daha sonra kimseye bu şeyi anlatmak aklımdan bile geçmemişti.

Seneler sonra kuzinim bana, amcası Beto'nun ( down sendromlu olan amcası onlarla yaşardı ya hani ) bütün gün,  oradan buradan topladığı kağıtları saatlerce düzeltip, birbirleriyle aynı boya getirmek için eliyle kesip katlayarak oyalanırken, yanında oturduğu halde nasıl uykusunun geldiğini anlatmıştı. Ben de ona aynı şey bende de olur demiştim. Bazen bir fısıltı, bazen bir kağıdın hışırtısı...bazen hafiften tekrarlayan bir ses...

Tabi çok üzerinde durulacak, önemli bir olay olmadığı için.. bu ilginç şey çocukluğumda kalmıştı.

Ta ki senelerden sonra YouTube'ta karşıma bir video çıkana ve  daha sonra kuzinim bana  oğlunun ASMR denilen bir şeyden bahsettiğini anlattığı güne dek, çocukluğumda beni en çok rahatlatan şeyi anımsadım yeniden.

ASMR, dört ingilizce kelimenin baş harflerinden oluşan, son senelerde YouTube'ta gittikçe yaygınlaşan bir akımı anlatan sözcük!!

"Auto Sensory Meridian Response"  sadece kimi insanların, kimi sesler ya da bazen gördükleri şeylerden beyinlerinde hissettikleri hislerdir. Bu hisler genelde çok rahatlatıcı olmakla birlikte şu ana dek bilimin özellikle araştırdığı bir konu değildir. Ancak  gittikçe çok daha fazla insanın konuştuğu bir yeni akıma dönüşüvermeye başladı internette.

Diğer bir adı, "Beyin Orgazmı"da olan bu olay  ses ve bazı görüntülerin, insan beyninde yarattığı hoş ürpertilerin kişinin tüm bedenine yavaştan yayılması olarak anlatılıyor.

Bunu yaşatan şeyler herkes için farklı olabilir.  Bir diğerleriniyse çıldırtabilir!! Dedim ya bu hisler her insan için geçerli değil...

...........................

Çocukluğumda bir gece, annemin babamla bir yerlere gitme girişimi çerçevesinde annemin beni uykuya daldırma çabalarını anımsarım. Küçük odamdaki yatağımda, ( sanırım üç yaşlarımdaydım) sırtıma ve koluma hafiften vurarak uykuya dalmamı bekliyordu. Ben uyuyacaktım o da gidecekti. O anlar, annemin elini sırtıma her vuruşu bende tamamen ters tepki yaratırken bütün sinirlerim kalkıyordu. Uykuya dalmak bir kenara bu eziyet ne zaman duracak?  diye bekliyordum.

Peki genelde neden bebekleri hafiften salladığımızda uykuya dalarlar? ...ya da yataklarının başlarına koyduğumuz mobile'a gözlerini diktikleri gibi, o hafiften dönen şeyle birlikte kulaklarını dolduran inceden bir melodiyle hemen uyuyakalabilirler? Tüm bu monoton sesler bizi anne rahminde geçirdiğimiz o ilk dönemimize götürdikleri için mi? Rahmin içindeki sıcak, insanı tümüyle saran, örten o güven dolu ortamda hissettiğimiz huzuru mu hatırlatıyorlar, monotoni içeren tüm, ses,  hareket ve görüntüler... Oluşumumuzun ilk adımlarıyla ilk yaşayacağımız travmaya giden yolda, tüm kaotik ortamların dışında sadece kendi içimizde, sessiz ve derin bir uyku halinde olduğumuz o ilk aylara dönüş vardır belki de ASMRín köklerinde de. Bize o huzuru anımsatan herşey bir anda bedenimizi hiç olmadığı kadar gevşetebiliyor belki.

Kimileri meditasyon, bazı insanlar yoga yapıyor. Ve her gün çok daha fazla insan YouTube'ta yeni yeni ASMR videoları hazırlayarak paylaşıyorlar. Çünkü bir çok insanın uykusuzluklarına bile çare olmuş bu tip videolar.

Çocukluğumuzda yaşadığımız ya da hissettiğimiz ve bize özgü sandığımız, kişisel bir özelliğimiz gibi algıladığımız kimi şeylerin aslında bir çok insan tarafından yaşandıklarını ve çok tanıdık  hisler olduğunu da bugün öğreniyoruz.


4 Mayıs 2022 Çarşamba

Kaybedilen dünyalar

Bazen insan bu koca evrene şöyle bir bakar; ağaçlara, yollara, kaldırımlara, çevreden geçen insanlara. Yıllardır gözümüzün önünde devam eden  hayata... Kafanızı kaldırıp masmavi gökyüzüne bakarsınız bir an, uzun bazen upuzuuun yıllar öncesinde gözlerinizi açtığınız bu dünya serüvenine.... Kimi yönleriyle sizi birbirinden çok farklı, çok değişik maceralara götürmüşse de hayat bir bakıma hep aynıdır....değişen mevsimler, açan güneş, her biten gün...her sabah uyandıklarınız, kapınızın eşiğinde gözünüze ilişen kimi detaylar.... yıllar geçse de hiç değişmeyen şeyler o kadar çoktur ki.....

Ve ben düşünürüm sanki ben gittiğimde bu dünya da bitmiş olacakmış gibi gelir. Sanki tüm bu serüven, tüm evren, tüm insanlar, ülkeler, ormanlar, ırmak ve denizler ve varolan herşey sadece benmişim gibi gelir... Ben olmayince herşey bitecekmiş gibi. Belki herşey bir rüyadır derim...Benim gördüğüm bir rüya!! Belki  hiç bir şey gerçek bile değil derim bazen..

Milyarca insanın her biri bir dünyadır aslında. Her biri için yaşam kendileriyle başlayıp kendileriyle biten bir dünyadır bu...

Dün gece, bu yaşamı, çoğunun çok erken terk ettiği gençler için toplandı binlerce kişi....( Yine benim evimin hemen bitişiğinde ulunaan Amfi'de bir anma töreni vardı.. televizyonda naklen yayınlanan bir tören)

Kendi dünyalarını, yeryüzünü başkalarının yaşamlarının devam edebilmesi adına terk etmiş olanlar için toplandılar binlerce insan....

Gözlerini güneş ışığına, kuş seslerine, evrenin bin bir güzelliklerine genç yaşta kapatanları,  bir çok yarım kalmış hayatı anmak için yapılan törenlerden birine gitti insanlar...Her biri ayrı bir dünya olan bu yaşamları geri getiremeyecek törenlerde düşen  24.068 askeri andılar ve bugün buralarda sadece onlar konuşulacaklar...

Bir kez sönen hayat ışığı sonuza dek terk ediyor yaşamı....

Öyle anlarda, tuhaf bir his kaplıyor kişiyi... Bu derece anlam taşıdığını düşündüğünüz şeyler bir çırpıda bitebiliyor bazen....

Geçtiğimiz Cuma gecesi,  Somron'da kurulu bir Yahudi yerleşim yeri olan Ariel'in  ( 1978'de çoğu Anglosakson ve eski Sovyetler Birliğinden göç edenlerin kurduğu bir yerleşim yeri )  girişindeki güvenlik kulübesinde bekleyen  23 yasındaki Vladi Golev sıfır mesafeden kurşunlanarak öldürüldü.

O yerdeki insanların güvenliklerini, elinde  aptal bir tabancayla savunmak zorunda olan bu genç çocuk aynı dakikalarda yanında olan nişanlısına zarar gelmemesi için onu bedeniyle korumuş. Kendini ona siper etmiş. ( Bu boyutlarda bir sevgiyi her insan yakalayamaz sanırım. Ve her insan böylesi bir sevgiyi ve sevgiliyi yine bu şekilde de kaybedemezdi....)

Her ölüm, her giden genç, sönen her hayat, biten bir dünyadır bence.

Dün geceki törende anlatılan her hikaye ayrı bir göz yaşıydı...

Kimileri babalarını, kimileri kardeşlerini bazıları iki evladını birden kaybedenler.

Bir kez kaybedilenin arkasından hayat ebediyen değişirken,  sonu gelmeyen bu savaşa kurban gidenlere eklenen yeniler bu ülkenin çocuklarına,  söz verdiği barışı getirememesinin bir bedeli oldu! Bu vatanın kurulduğu ilk senelerde verilen barış sözü bir yerden sonra yerini umuda bırakırken bugün doğan çocuklar için barış sadece dualarda kaldı. Ve savaş olgusu bu ülkenin kaderine dönüştü...

Kimse istemese de bu kaderi değiştirmeye şimdilik kimsenin gücü yetmez oldu...








3 Mayıs 2022 Salı

Yom Ha Zikaron


Bir hafta içinde yeniden bir "Anma Günü"... Israel bu kez şehitlerini anıyor...
Bu akşam sekizde yeniden, bu defa bu topraklar için canlarını vermiş 24 binden fazla gencin anısına sirenler çalacak. 24 saat boyunca ülke yeniden mateme bürünecek..kafeler, restoranlar bir defa daha faaliyetlerini durduracaklar...
24 saatin sonunda, bu ülke için ödenmiş bedellerin arkasından yapılan tüm dualar, onlara sunulan teşekkür sunumlarının, yakılan binlerce, milyonlarca mumun ardından Cumhuriyet Bayramı başlayacak.
Bu da bu ülkenin özelliği.. Üzüntü ve sevinci aynı anda yaşamayı öğrenen bir milletin matemden kutlamaya geçişi...
Jerusalem'de, Hertzl Tepesinde ( Har Hertzl )  muhteşem bir törenle, meşalelerin yakılmasıyla başlayacak kutlamalar, geçmişi bilmeden bugünün değerini anlayamayacağımızı yeniden hatırlatacaklar!!




 

 

2 Mayıs 2022 Pazartesi

Yaffo'da mollaların Hamas gösterisi

Apartheid (!) ülkenin ortasında, Yaffo'nun kıyı şeridindeki yeşillik alanda,  kocaman parkın orta yerinde, radikal islamcılar tarafından yapılan show!!! ( Haber'in linki aşağıda) 

Orta yerde açılan Hamas bayrakları. İçimizde,  bizleri hedef alan terör örgütünü açıkça destekleyen mollalar, hiç çekinmeden açtıkları bayraklarla,  bu ülkenin orta yerinden, merkezinden..Tel Aviv'in hemen yanıbaşından bize mesaj veriyorlar. 

Demokrat  olmayan insanlar başkasının verdiği konuşma ve gösteri hürriyetini sonuna kadar kullanmanın ötesinde, bastıkları toprakları yok etmekle tehtid edenlerle iş birliği niyetlerini açıkça göstermekten kaçınmıyorlar.

Eid Al-Fıtr' ın,  ya da türkçedeki deyişiyle Ramazan Bayramının ilk gününde bir gövde gösterisine dönüşen bu kutlama, dünyanın Israel'e yapıştırdığı Apartheid ülke yakıştırmasıyla nasıl da ters kaçmış!!!

Bu son gösteri, Hamas'ın en  son konuşmasını anımsattti bana;

" Yehuda ve Şomron'da Filistinlilerin gösterecekleri kararlılıkla bir senede buradaki tüm Yahudileri ve Yahudi yerleşimlerini yok etmek mümkün!"

Bizi  yok etmekle tehdit eden, Filistinli çocukları intihar bombacıları olarak  yetiştiren, yine masum insanları 14-15 yaşındakilere bıçaklatan bir anlayışı kabul ettiklerini ilan edenler de  sabah bizimle aynı doktora girmek için sırada bekliyorlar.. Bu tipler de çocukları için yine bu devletten sigorta parası alıyor.. sakatları için hazineden ayrılan bütçeden faydalanıyorlar.

Ortadoğu'da başka hiç bir ülkede bulamayacakları rahatlığın kıçlarına battığı kimi insanlar Gazze'deki Radikal İslamcı gruplara açıkça destek verirlerken, bunlara  dur demeyen devlet yüzünden  yarın Gazze'den atılacak roketlerin eşliğinde, Yaffo'da ya da hemen bitişiğindeki Bat Yam şehrinde yaşayan Yahudilerin evlerini basmayacaklarından nasıl emin olabiliriz?? ( Geçen sene Lod ve Ramla gibi Yahudi-Arap nüfusunun karışık olduğu yerlerde bir anda yaşadığımız tecrübeleri unutmak mümkün değil ) 

https://en.abna24.com/news//hundreds-of-palestinians-perform-eid-al-fitr-prayer-in-yafa-in-1948-occupied-palestine_1253913.html?fbclid=IwAR2c-5rY7Sha0ckyAQz33G5jCCxCt3m8p2zv-ROk1mRfvrwVrtKys1L0MCw

Adeta bir takıntıdır saçlarımız!

 


Biz kadınlar ve saçlarımız...adeta bir takıntıdır sanki.

Kendimi bildim bileli çevremde tanıdığım kadınların en büyük tutkularından biri saçları olmuştur.

İyi görünmemizin ilk şartlarından biri saçımızın parlaklığı, canlılığıyla birlikte doğru dürüst bir kesimden çıkmış olmasına bağlıdır. En azından kadınlarda bu konu gerçekten büyük bir meşguliyet içerir.

Ve galiba bu konuda pekte hatalı sayılmazlar.

Bir kadın istediği kadar güzel olsun, şık giyinsin, saçları eğer iyi durmuyorsa bu bir anda herşeyi bozabilir.

Geçenlerde ben bir arkadaşımın saçlarının ne kadar güzel olduğunu söylüyordum. O ise kendinden hiç memnun görünmüyordu.  Saçının renginden, kesiminden şikayet edip duruyordu. Onu, düşündüklerinin yalnış olduğuna bir türlü ikna edemezken, aklıma çocukluğumda annemin her berber dönüşü, aynanın karşısında dikildiği halleri geldi.

Her kuaför'den dönüşünde dakikalarca ayna karşısında durup durup,  arkadan, önden, yandan...bitmeyen bir kontrolün sonunda, alışmam gerekecek derdi. Neye alışacaksa??! Al tarafı aynı formda  kestirdiği saç bir milimetre daha kısa çıkmış olurdu, büyük ihtimalle!! Ama o an dünya sonuydu!!

Demek ki bu hassas bir konu!

Benimse saçımla ilk tanışıklığım 11 yaşımda olmuştu.  Tanışıklığım derken, ne demek istiyorum diye sorsak??

Babam beni ilk kez berbere görürdüğünde, ( annemden habersiz ) 11 yaşımdaydım.

Büyükada'da, iskeleye yakın, Çınar caddesi üzerinde bulunan ufak bir berber dükkanına girdiğimizi anımsıyorum. ( Bu konuda kimin onun kafasını doldurduğunu kendime saklayayım!!) . O yaz etrafta çok bit var diye, ve benim kıvırcık saçlarıma bit gelirse sorun olur kafasıyla, iki olgun (!!)  adam tarafından berbere götürülmüştüm.) 

İlginç olan, ilk başta  ben hayatımdan gayet memnundum. Sanki büyük bir değişiklik oluyordu bu benim için. Saçımı kestiriyordum. Bakalım nasıl olacaktı?!...

Eve girdiğimizdeyse annem beni gördüğünde öyle bir şok olmuştu ki, bir an kapının ağzında düşüp bayılacak gibi bir hallere girmişti.

- Bu neeee? Ne yaptın çocuğa??

Saçlarını kestirdim diye cevap veren babamı annemin bir dövmediği kalmıştı. Çocuğu mahvettin, güzelim saçlarını erkek gibi kestin!!. Ne yaptığını sanıyorsun sen!!

Evin erkek Marikasının şimdi bir de erkek gibi kesilmiş saçları olmuştu!!

O anları hiç unutmuyorum. Ben de birden başlayan hayalkırıklığını!  İlk andaki hevesim gitmiş, kendimi çok kötü hissetmeye başlamıştım. Demek ben artık çirkin bir ördeğe dönmüştüm. Hem de erkek bir ördek!!!

Ertesi sene hala yeterince uzamamış saçlarım olduğu halde, kuzenimle birlikte oturduğumuz balkondan, onun  aşağıda geçen güzel bir genç kızın upuzun saçları için gösterdiği ilgiye karşılık nasıl da kızgınlıkla; "Uzun saçlı kızları hiç sevmem, kendilerini beğenmiş olurlar hepsi!!"diye tepki gösterdiğim anlar aklıma geliyor...

Daha sonraları kendi kendimi çokça analiz etmiştim. Ve anlamıştım ki, elinde çantası denizden dönen o güzel kız bana hiç bir şey yapmamıştı. Ve ben başkalarına genelde böyle tepki vermeye alışkın değildim. Genelde pek öyle kıskanç bir yapım olmamasına rağmen, hiç tanımadığım bir genç kızın  beline kadar, inen kıvırcık ( benimkiler gibi)  saçlarını ve onun gibi tüm diğer kızları bir anda kıskanır olmuştum. Çünkü annem bana, babamın genç kızlığımı ellerimden aldığını, beni erkeğe çevirdiğini söylediği andan itibaren, saçlarım yeterince uzayarak  diğerleriyle olan farkı kapatacakları günlere dek artık çirkin bir bir çocuğa döndüğüme inamıştım.

Seneler sonra benimle kızımın aramızda da bu konuda bir olay geçmişti. Okuldan upuzun saçlarının tam ortasında kocaman bir çiklet yapıştırılmış olarak eve döndüğünde benim açımdan onun canını acıtmadan bu işi halletmemin tek bir yolu kalmıştı, saçlarını tam çikletin yapıştırıldığı yerden kesmek...

Böylece, o dönem 8-9 yaşlarında olan Danielle'ın  saçı uzundan kare bir kesime dönmüştü.

Ertesi gün okula gittiğinde bazı çocuklar onunla Dora diye dalga geçmeye başlamışlardı. ( Dora, televizyonda bir çocuk dizisindeki küçük kızdı. Çizgi filmdeki kızın saçları da "kare" kesilmişti)

Yahudilikte (dindar) bir kadının dişiliğini,  çekiciliğini elinden almanın birinci yolu saçını ya kökünden kesmektir ya da kafasını bir bez parçasıyla örtmek. Bu şekilde, Yahudilik ya da İslam kadının  güzelliğini elinden alır... erkeğin ona bakmaması sağlanmaya çalışılır!

Yahudilikte baş örtülürken boyun açıkta bırakıldığı için bir derece daha az rahatsızlık veren bu kapanma İslam dininde total bir örtünmeye gittiği için kadını tamamen yok sayar/ ( belki de yok eder demeliyim ) 

Saç kadında da ve erkekte de en büyük tutku olabilir gerçekten....

Benim içinse hayatım boyunca görünümümden yeterince emin olamamama neden olan şeydi saçım. Hep fazla kıvırcık ve  kabarıktı. Annemin bu konuda bitmeyen uyarıları sanırım kafama yeterince yer etmişti. Halbuki çok senelerden sonra, insanların benim sevemediğim kıvırcıklarıma bayıldıklarını anlamıştım. 

Seneler sonra ise ilk defa bu kez kendim gidip kendi ellerimle  saçlarımı kestirdiğimde annem bir kez daha şoka girmişti. Güzelim saçını niye kestin derken!!( ???)  20 yaşımı geçtiğim halde, kendi bedenimin patronu olduğumu anlamıyordu!!

Kızım da nefret eder kısa saçtan. Anne sakına kesme der!!  

Ve derken malum yaşlar gelir; " orta yaş! "  Erkekte olsun, kadında olsun yaşla gelen çoğu olumsuz değişimlerden bir şekilde en çok etkilenen taraflarımızdan biri genelde saçlarımız olur. Ya birden dökülüverirler ya da hormonal dengesizliklerle canlılıklarını kaybederler.

Son iki senedir ne yaptıysam iyice berbat olan saçıma bir türlü çare bulamıyordum. Annem doktora git derken. Ben ; "Bırak istemez!!"Onlar ne biliyorlar, bir şey bilselerdi, bu kadar erkek kel dolaşmaz, bu kadar kadın güzelliklerinden kaybetmezlerdi derken.. denediğim bütün şeylerin sonunda D vitaminin bana yardımcı olduğunu anladım. Zaten. orta yaşa gelen bir bayanın ( ve erkek te)  kemik sağlığı için mutlaka alması gereken vitaminlerin başında geliyor D Vitamini.

Ve en önemlisi, sezonu gelipte bol avokado yemeğe başladığımda cildimde ve saçımda inanılmaz bir değişim gördüm. Günde yaklaşık yarım avokado yemenin cildi yenilemeye yarayarak,  saça açık bir canlılık getirdiğini de farkettim. Ve ben bundan fazlasını da yaptım. Satın aldığım avokado yağını, bir sürü kimyasallar içeren kremler yerine saçıma koymaya başladığımdan beri, uzun senelerden sonra ilk kez bana saçın ne güzel duruyor diyenler olmaya başladı.

Derken, sağlığımızla beraber  moralimiz için estetiğin de  hala daha büyük bir önemi olduğunu unutmuyoruz.

Hala yeterince iyi görünmek istediğimiz açık. Ve bunun için keyfimiz ve sağlığımız el verdiğince maksimum çaba harcamaya hazır olduğumuz da belli bir şey!!

Saçımızsa, kadın olsun erkek olsun en çok üstünde durduklarımızdan biri.

1 Mayıs 2022 Pazar

Evimin biraz ötesindeki işgal toprakları

Ben, Tel Aviv' in yaklaşık 12 km güneyindeki, Rişon Le Tsion şehrinde oturuyorum. Yaklaşık 250.000 nüfusuyla Israel' in dördüncü büyük şehri olan Rişon, Akdeniz kıyısında bir ticaret kentidir. Güzel sahilleri, altın rengindeki kumlarıyla, her tür imkana sahip plajlarıyla, her gün daha çok gelişen iş alanlarıyla Israel' in ilgi gören şehirlerinden biri sayılır Rişon.

Ve bu şehir, Israel' in metropolitan alanı içinde, merkezi bir konumda sayılır.

Ve Rişon' dan sadece 20-25 dakika uzaklıkta, Modi'in Şehri bulunur.  Son yıllarda nüfusu gittikçe artarak büyüyen bir yer olan Modiin, bir taraftan merkeze çok uzak olmaması, diğer taraftan  yeterince bir yaşam kalitesi vermesi açısından, yeni evlilerin tercih ettikleri,  bir çok yeni ve gelişen semtleri olan  modern bir yerleşim yeri sayılır.



Geçtiğimiz günlerde bir işimiz düştüğü için buralara gittik. Genel olarak şehrin kendi bünyesinde çok fazla iş alanları olmamasıyla birlikte kimi fabrikalar var yine de o bölgede.

Rişon genel anlamda düzlük bir alanda kurulmuşken, doğuya doğru yol  gittikçe yükselmeye başlar.  Kıyı kentlerine göre yukarıda kalan Modi'in şehri  Uluslararası Cemiyet tarafından Israel' in işgal altında tuttuğu yerlerden biri olarak sayılmaktadır.

Bir tarafımızda, bize son derece yakın Akdeniz sahilleri bulunurken, biraz sağımızda, birz daha içerilere doğru, Filistin Toprakları olarak kabul edilen, Yahudilerin uluslararası kanunlara karşı gelerek kurduklarına inanılan bu yerler bulunuyor.

İlk zamanlar ben Modiin' in Israel' in problemli bölgelerinden biri olduğunu bile bilmiyordum. ( Belki tuhaf!!)  Düşünsenize yaşadığınız ülkenin hemen orta yeri işgal toprakları kabul ediliyor!!! Benim evimden sadece yirmiş beş dakika uzaklıkta bir yer!! Yaşadığım şehrin sol tarafında insanların yürüyerek denize vardıkları yerin biraz sağında  işgal toprakları olarak kabul edilen yerler!  Hemen biraz ötede ve tepemizde.

Filistin Kurtuluş Örgütünün Arafat tarafından, " İşgal topraklarını"  (?!) Israel' in ellerinden kurtarmak amacıyla kurulmasından üç yıl sonra, 1967' de kendisini bir defa daha Araplara karşı savunmak zorunda kalan Yahudi Devleti, Batı Şeria' yi kendisini yok etmek isteyenlerin ellerinden geri almıştı.  " Filistin " değil, Ürdün' ün ellerinde olan bu yerler, kendilerinin istemedikleri bir savaşta kaybettikleri şehitlerin arkasından Yahudilerin ellerine geçti...

...................

Intikamın, boş hayallerin, cehaletin toplum yapısından uzak olduğu, savaşların son çare olarak görüldüğü bir bölgede barış karşılığı toprak ödünü makul bir şeydir.

Bu toprakları son metresine kadar alacağımız gün,  burada sadece bir Filistin Devleti kurulacağı zaman onlarla savaşımız bitecek demeselerdi mesela....

Eğer bu iki halk birlikte ticareti ve kültürel ilişkileri geliştirmeyi hayal edebilselerdi ...

Çocuklar ve  gençler ölmeyecekse...minik varlıkların yüzleri gülecek ve parklarda serbest oynayacaklarsa eğer!! Her tür ödünün verilmesi makuldur!!!

Herşeyden önce, kendi içlerinde barıştıklarını gördüğümüz gün belki bizimle de barışma şansları olduğuna inanmak mümkün olabilir. Kendi çocuklarını, kendi eşlerini gerçekten sevmeyi öğrendikleri gün.. Kendi içlerinde daha müsamahali, daha anlayışlı daha ılımlı olabildikleri gün. Kendi karılarına el kaldırmadıkları gün, kendi eşlerine, ataerkil kuralları, kendi erkekçe yasalarını zorla dayatmakdıkları  gün.. Demokrat bir toplum olduklarında..ölüm yerine hayatı tercih edecekleri günler geldiğinde. Kendilerinden farklı düşünenlerin hayatlarına kastetmekten vaz geçtiklerinde.. Kuran' a laf söylediler diye birilerinin kafalarını kesmediklerinde... Kadın kendi başına sokağa çıktığı için kocaları onları vurmadığında... homoseksüelleri infaza götürmekten vaz geçtiklerinde.. Yahudiler cehennemliktir demediklerinde!! Daha fazla okuyup, daha fazlasına açıldıklarında.. Bağnazlıklarından kurtulldukları günler geldiğinde onlarla bir şeyleri konuşmak çok daha kolay olacak.

Yoksa bugün, Ürdün' den alınan ( Yehuda ve Şomron) Batı Şeria' yı kimlere geri verebiliriz???

Bizi ertesi gün Rişon' dan denize sürmeyi hayal edenlere mi??