12 Nisan 2022 Salı

Çocuklara farklıyı kabul etmeyi öğreten kitap

Geçtiğimiz gün, Israel'in  en eski tiyatro oyuncularından, bir çocuk showman'ı olarak ta özellikle tanınmış komedyen Tzipi Shavit  Instagram post'larından birinde ilginç bir sabah konuşmasıyla başlamış güne.

Bugünkü sanatçıların, günümüz popüler simalarının ve de özellikle kimi eski sanatçıların  isimlerinden her daim konuşulmasını sağlayan yeni bir yol da İnstagram hesaplarından yaptıkları paylaşımlarıdır. Hele eskisi kadar faal olmayan kimi yaşı geçkin sanatçılar  bazen bu tip sosyal media hesaplarını kendilerinden bahsedilmesini sağlamak için kullanabiliyorlar. Ve bazen bu gerçekten işe yarıyor. Çoğu kez olumlu, bazen de polemik yaratabilecek şeyler de ortaya çıkarabiliyorlar.

Tzipi Shavit, Israel'e ilk aliyah yaptığım günlerden, ilk tanıdığım sanatçılardan biriydi. Bugün 75 yaşında olan sanatçı dinamik kişiliği, sempatikliği, tükenmeyen enerjisi, sahneyi dolduran show'larıyla seyirciyi sıkmadan oyalamasını bilen bir sanatçı olarak tanınır.

Yıllarını en çok çocuk programlarına adamış olan bu insan son senelerde her gün sabah saatleri yayınladığı özel video çekimlerinde bir kaç dakikalık stand-up komedi ayarında paylaşımlar yaparak isminden söz ettirmeye devam ediyor.

Dün baktım hakkında bir tartışma konusu açılmış. Öyle çok büyük bir olaya dönmemişse de toplumda belli bir gündem yaratmış bir video paylaşımı olmuş kadının. Torunlarından ve babaannelik hayatından sık sık bahseden sanatçı geçtiğimiz günlerde, torununa okuduğu bir çocuk kitabından bahsetmiş.

Piyasaya son dönemde çıkan bir çocuk kitabıymış bu. Üç dört yaş çocuklarına hitab eden kitabın konusu, "Transgender "olan "küçük" (?) bir kızla ilgili. Kitabın adı; "Benim adım Jess!"...

Torunuyla bu kitabı birlikte okuduklarını ve okurken büyük keyif aldıklarını ve torununun bu şekilde farklı olanı kabul etmeyi öğrendiğini, bu yüzden bu kitabı herkese tavsiye ettiğini söylüyordu kadın!!

Her insana öncelikle eşit olarak bakmayı bilen bir nesil yetiştirmek mutlaka ana kurallardan biridir. Çocuklarımıza çevrelerine, topluma tek tek tüm bireylere ve " yabancılara" karşı iyi olmayı öğretmek bizim için ana hedeftir.  Bu konuda tartışmaya bile gerek yoktur.   

Ancak, başkalarını oldukları gibi sevmeyi öğretmekle daha üç dört yaşında bir çocuğa trangender insanlar hakkında konuşmaya başlamak ayrıdır.

Üç dört yaşında bir çocuk için  farklı olanlar kimi rahatsızlıkları olan çocuklardır, kendi tanıdıklarından değişik görünenlerdir, belki kimi tikleri olan çocuklardır, sakatlardır!!

Daha üç,  dört ya da beş yaşlarında olan çocuklara transgenderlik konusunu açmak kafalarını, o küçücük beyinlerini, hiç ait olmadıkları bir dünyanın içine karıştırmaya çalışmaktır.

Her ne kadar insan cinsellikle daha hayatın ilk yıllarında tanışmaya başlasa da.. Küçük yaşta bedenimizi tanımak, kendi kendimize dokunmak, başka çocukların cinsel organlarını oyunlarla keşfetmek gibi şeyler gelişimimizin doğal bir parçası olsa da ....bu kadar küçük yaşta bir  çocuğun saf dünyasına  daha çok uzak olan cinsel kimlik arayışı tartışmalarını, cinsiyet değiştirmenin doğal bir eylem olup olmadığı hakkındaki soruları hayatın daha ilk yıllarına kadar indirmenin anlamı nedir??

Dört yaşındaki bir çocuk için farklıyı kabul etmek kavramının içine transgenderliği sokuşturmanın acelesi nerededir?

İnsanların akılları nerede?

Kimilerinin cinsel kimlik arayışlarıyla akıllarını bozdukları dünyamızda, olgun çağlarda bile aklımızı karıştıran kimi kararsız insanların sorunlarına daha hayata bugün adım atmış küçük insanları karıştırmanın acelesi nedir?

Topluma belli bir anlamda önder olan bu tip sanatçıların böyle çıkışlarla, bence özellikle kendilerini birilerine ispatlama savaşı içinde oldukları hissediliyor. Liberalizmin boyutlarını her gün biraz daha aşan zihniyete kendilerini yaklaştırmak için ne yapacaklarını bilemeyenlerin saçmasapan davranışlarının toplumun yapısını bozacak seviyede fikirlerle beyinleri bulandırmalarından başka bir şey değildir artık bu!!!

Dört yaşında bir çocuğa önce kolu olmayan bir çocuğu, gözü görmeyeni, sakat iskemlesinde olanı, çok zayıf olanı, Tourettes Syndrome'lu çocukları, otistleri, Down Syndrome'luları, şişmanları, siyahileri, sarı ırktan ya da tüm farklı yerlerden gelen farklı çocukları sevmeyi öğretsinler. Çocukların dünyasına karışan ilk farklılar bunlardır. Onların ilk sevmeleri gerekenler de!!!  

Çocukların en çok karşı karşıya kaldıkları farklılar bunlardır. Çocukluk çağında farklı olan, boyutları değişik olan  çocuklardır, doğuştan kusurları olanlardır, kimi hastalıkları olanlardır. Önce, bu tip farklıları diğerlerinden ayırt etmemeyi, onlara gülmemeyi öğretmek önemlidir.

Çocuk, transgender nedir bilmez. Çünkü hiç bir insan transgender doğmaz. Çocuk transgender diye bir şey de yoktur!!! Bu yaşta insana bu kavramları anlatarak kafalarını karıştırmanın anlamı da hiç yoktur!!

Modern dünyanın da suyunu çıkarmanın da sınırları yok gibi bir his veriyor bu tip bir kitabı çocuk kitabı olarak yayınlayanlarla tavsiye edenler için.

11 Nisan 2022 Pazartesi

Reuters haber ajansı; "Israeli forces kill Palestinian gunman after bar attack ın Tel Aviv!"... "Tel Aviv'de Bar saldırısının ardından Israel güvenlik güçleri Filistinli silahlı adamı öldürdüler!" diye geçmiş.

Çarpık medya'nın taktiklerine karşı savaşmak

Yıllar evvel bir kaç grupta bize düşmanca yazılar yazanlara, kimi bilinçsiz insanların cahilce yaklaşımlarına kısmen de olsa bir cevap yazmamla başlayan süreçte kimi insanlar bana daha çok söz vermek istediler. Kimileri sitelerinde, kimileri gazetelerinde zaman zaman bana şans tanıdılar. Bazılarıyla daha sonra yollarımız ayrılırken, insanların kimi yerde egoları doğrularının önüne geçmişse de benim için sürdürdüğüm kişisel savaşım burada devam ediyor.

Zamanla beni yoran ve yıpratan. kişiseleşen kimi  düşmanlıklar yüzünden  özel  sayfamda Israel'i anlatmaktan, politik konulardan genelde uzak kalsam da, blogumda ve yine bir iki sitede Israel ve Antisemitizm üzerine zaman zaman yazmaya devam ediyorum. ( Kendi blogumda konuda, gönlümden ne geçerse yazsam da ki aslında adı üstünde olan bir yer burası; "Serbest Köşe!") 

Yine de genelde bir çeşit Israel tanıtımına  dönen, buraları hakkında düşünülen ve bilinen yalnışları düzeltmeye çalıştığım bir sayfa burası. Benim için bugün  en büyük keyfim bu blogta yazı yazmaya devam etmek. Ve Israel'i fırsat oldukça, kendimce anlatmak.

Yazılarımı ingilizce yazabileceğimi söyleyenler oldu.

İngilizce yazmak için daha da mükemmel olmak önemli. Ve yazdıklarımın ingilizce tercümeleri çok daha büyük bir kitleyi hedef alacak ve o zaman yaptığım şey çok daha anlamlı olacaktır mutlaka.

Çok kez aynı şeyleri ya da benzer konuları yeniden ve yeniden ele alsam da, ya da öyle  gibi olsa da yine de burada hala bitmeyen bir hikayenin tekrarı olan olayları,  bizim yaşadıklarımızı söylemekten yorulmuyorum. İnsanlar konuşmaya ve  burada geçenleri  eksik ve yalnış vermeye devam ettikçe ben elimden geldiğince yazacağım.

Israel dışında yaşayan insanların, burada neler olduğunu görmelerinin imkansızlığını kendi kişisel ilişkilerim de bile fark ettiğim için yazmaya başladım.

Çoculuğumdan beri beni kemiren sinirlendiren bir mevzuydu bu. Bize olanları kimse anlatmıyordu.

Diaspora'da yaşayanlar, yaşadıkları ülkelerde, Türkçe ya da İngilizce, Fransızca okuduklarında haberleri, buradaki olayları eksik ya da çarpıtılmış olarak algılamaya devam edeceklerdir. ... BBC, Sky News ya da  CNN'in Israel-Filistin kavgasını nasıl aktardıklarını her gün görüyorum.

Ya da Türkiye'de.  Sözcü ya da Cumhuriyet gibi, oradaki daha liberal çizgide olan basın  yayın organları bile, en az dinci media kadar  birer Filistin sözcüsü tadında yayın yapmaya devam ettikleri sürece insanların Israel düşmanı olmamaları zor.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan terör saldırısının nasıl başlıklarla verildiğini gördüğümde çileden çıktım....

Reuters haber ajansı; "Israeli forces kill Paleştinian gunman after bar attack ın Tel Aviv!"... "Tel Aviv'de Bar saldırısının ardından Israel güvenlik güçleri Filistinli silahlı adamı öldürdüler!" diye geçmiş.  (https://www.reuters.com/world/middle-east/paleştinian-who-killed-2-tel-aviv-shot-by-ısraeli-forces-2022-04-08/)

Haber tamamen doğru. Burada verilen bilgide en ufak bir yalnışlık yok. Ancak, insan  aklını yanıltıcı bir telkin var. Sonuçta mecburen Filistinlinin silahlı olduğunu ve bir bar saldırısı olduğunu aktaran başlıkta Filistinlinin aktif saldırganlığından,  masum insanları öldürmesinden bahsetmek yerine, Israel Güvenlik güçlerinin silahlı Filistinliyi öldürmeleri esas olaya döndürülmüş.  Burada  yeniden bir algı oyunu var açıkça. Kesinlikle yalan söylemeden, yine konuya seçilen başlıkla insanlara, Israel'in bir Filistinliyi öldürdükleri anlatılıyor.  Barda oturan sivillere ne yapıldığı ile başlık atmayı tercih etmemişler. Bir teröristin masum insanları makineli tüfekle tarayarak öldürdüğü gerçeğiyle girmemişler mevzuya... Zaten makalenin, haberin gerisini çoğunluk okumayacak bile!!! Başlıkta doğruyu tam olarak söylemeyi tercih etmemişler. Filistinli terörist Tel Aviv'de oturan masum insanları katletti diyememişler!!!!!!!!!! 

Bunun yerine Israel silahlı filistinliyi öldürdü haberi çıkmış. O pislik " silahlı Filistinli "değil,  masum insanları hedef almış bir teröristti.

Ve sadece Reuters'de değil, google'da aradığım bir çok haber sitesinde olay bu ve benzeri başlıklarla verilmiş.

Israel'e karşı yapılan haksızlığa küçük  bir örnektir bu.

Yaşadıklarımızı dünyaya olduğu gibi vermek istemeyen, konuşmak yerine susanlar, olayları çarpıtanlar, Israel'in her daim suçlu ve haksızlık yapan taraf olduğuna inandırmak için çaba harcayan dünya basını bu şekilde davranmaya devam ettikçe  antisemit olmadıkları halde bir çok kişi sürekli olarak  Israel'den nefret etmeye yönlendirileceklerdir.

Israel'den, Yahudi Devleti olduğu için nefret edenlerin az olmadığı dünya'da bir diğerleri de sürekli  antisemitik kıvama getiriliyorlar. Bunun için gösterilen gayret açıktır.

Bu şekilde Israel tek olan savaşına devam edecektir. (Aşağıda, haberi aynı çarpık başlıklarla ileten haber ajanslarına bir  iki örnek)

https://www.reuters.com/world/middle-east/palestinian-who-killed-2-tel-aviv-shot-by-israeli-forces-2022-04-08/

https://www.abc.net.au/news/2022-04-08/israeli-forces-shoot-dead-palestinian-after-tel-aviv-bar-attack/100978996

https://www.voanews.com/a/tel-aviv-shooting-suspect-caught-killed/6520560.html

https://www.france24.com/en/video/20220408-israel-s-prime-minister-naftali-bennet-vowed-that-all-those-involved-in-the-attack-would-pay-a-price



10 Nisan 2022 Pazar

Özgürlük düşmanları


                                                         Dün, Tel Aviv Dizengoff caddesi, terör'den bir gün sonra  ( kendi makinemden) 

Dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir şehrinde gezmekten korkmak ya da korkmamak neye bağlıdır?? O yerler hakkında bildiklerinize herhalde!! Bildiklerinize, duyduklarınıza ve öncelikle o yerdeki suç oranına!!

Dünyanın kimi sancılı ülkelerindeki şehirlere,  mafianın,  uyuşturucu ya da kadın ve çocuk cinayetlerinin yüksek olduğu yerlere genelde gitmemeyi tercih etse de insanlar...yine de hala daha suç oranının çok yüksek olduğu kimi ülkeler yeterli miktarda turist kabul etmeye devam edebiliyorlar her sene.

Böyle ülkeleri gezmek isteyenler, bu tip yerlerde,  nerede ne zaman dolaşıp dolaşmamaları gerektiğini çok iyi araştırmaları gerekiyor.

Mesela Kolombiya'ya seyahata gidecekseniz, kalacağınız şehrin hangi caddesinde  ne zaman serbest dolaşmanızın mümkün olmadığından emin olmalısınız!!

Afrika'da bir çok yerde ne gece ne de gündüz tam olarak emniyette olmadığınız açıktır.

Kimi ülkelerse diğerlerinden çok rahat ve serbesttirler.

Ben Israel'de senelerdir gece  gündüz korkmadan sokaklarda gezindim ancak bir çok Avrupalıya sorarsanız Israel'e gelmekten korkarlar. Çok insana Israel Batı Şeria'da, askerlerle çatışan Filistinlileri anımsatır.

Israel'in, bu bölgede, kadınların çok rahat sokağa çıkabildikleri tek Batı standardında ülke olduğunu bilen pek yoktur. Bu ülkede kadınların gece tek başlarına pub'lara gittiklerini, sokaklarda yalnız gezip, erkek arkadaşlarıyla Tel Aviv'in eğlenceli gece hayatının bir parçası olduklarını bilenler azdır.

Bu ülke, bu bölgede  gerçekten nefes alınan tek ülkedir.

Geçtiğimiz Perşembe gecesi, uzun ve yorucu bir haftanın sonunda kimi gençler Dizengoff caddesi üzerinde bulunan bir çok pub ve restaurant'i doldurmuşlardı yeniden. Her zamanki ortamlardan biriydi.

Saat 22:00'yi gösterene dek insanlar konuşarak, gülerek zaman geçiriyorlardı.

Jenin'den elinde makineli tüfekle gelen teröristin ölüm kustuğu anlara dek....

Bu ülkenin kurulduğu yıldan çok daha öncelerine dayanan güvenlik sorunları zaman zaman tekerrür etmeye devam etse de Yahudiler bu yer için seçtikleri, belirledikleri özgür yaşam için savaşmaya devam etmiştir ve edeceklerdir.

Kendi  içlerindeki kaotik ortamları bizim içimize de sokmak isteyen bu insanlar, yaşamı seven bir toplumun kurallarını değiştirmek için çabalasalar da bunu elde edemeyecekler.

Kadınlarını ve kendilerinden farklı düşünen insanları yaşatmamaya and içmiş bir mantalitenin uzantıları, kendi bildiklerini, kendi inandıklarını zorla kabul ettirmek için öldürmeye devam edeceklerdir.

Bizim savaşımız bu topraklarda özgürlüğü ve huzuru istemeyenlere karşıdır.

Biri demokratik bir ülkenin nefes alan insanları,  diğerleri karanlık düşüncenin beyinleri kuşattığı cihadistlerdir. Şeriatı, İslami ve despotizmi dayatmak için silahlananların amaçları bu bölgede, özgür dünyaya açılan tek kaleyi ele geçirmek savaşıdır.

Başka yerlerde yaptıklarını, Tel Aviv'de de yapmak için  yemin etmiş karanlık insanlardır bunlar.

Ve böylece burada, bu insanlara, bu düşüceye karşı hayat mecburen devam edecek. Ne olursa olsun. Bir gün iki gün restoranlara gitmekten kaçınan ne kadar çok insan olsa da yaşam tekrardan devam edecek.

Evinize yemek götürmek zorundaysanız,  riski göze alarak arabanıza binmek, otobüs beklemek, ana caddelerde gezmek zorundasınız!!

Çünkü eğer onlar bu savaşı kazanırsa bizim gideceğimiz başka bir yer yoktur!!!


 



9 Nisan 2022 Cumartesi

Perili Daire!

60'li yıllar, Şişli, İstanbul'un gözde semtlerinden biri..

Şişli'de bir apartman yoksa eğer halim yaman... İstanbul'un 1920'lerden itibaren varlıklı kimselerin apartman ya da apartman dairesi edinmek istedikleri, genç kızlığımdaysa yoğun kömür kokusundan nefes bile alamadığım semti Şişli...
O yıllarda annem babamla evlenip Boğaz'ın güzelim havasını bırakarak burayı seçmişler mekân olarak. Ortaköy’ün ardından bir dönem yaşadıklari, güzeller güzeli Bebek Semtinin tertemiz havasını bırakarak daracık sokaklarda birbirinin üzerine domino taşları misali dizilmiş beton evlerden birini tercih etmelerinin sebebini bugüne kadar anlayamadıysam da galiba onlar da uymuşlar o zamanki akıma ya da modaya...
Önce Şişli Camii tam karşısına düşen daracık Hasat sokağı yokuşunun en aşağısında bulunan Hasat Apartmanı'nda oturmuşuz.
Hasat Sokak
Daha sonra bu sokağı en asağıda kesen, Şişli'nin Osmanbey'den sonra en geniş caddesi olan Sıracevizler caddesindeki Luna apartmanı hayatımın 25 yılını geçirdiğim ev oldu...
Tabii Hasat sokak'taki yılları pek anımsamam mümkün değil ama Luna Apartmanı'ndaki daireyi ilk görmeğe gittiğimiz günü, yaşımın daha iki buçuk civarı olmasına rağmen hiç unutmadım...
Demek benim için gerçekten bir dönüm noktası olduğu için bu olay aklımda bir şekilde kazınıp kalmış.
Her tarafı tozlu boş daireyi genel hatlarıyla, annemin elini tuttuğum halde sofa'yla salon arasındaki camlı pervaz'dan geniş salona doğru evi gezişimizi ve annemin olumlu ifadelerini hatırlıyorum...

Sağ tarafta Luna Apartmanı
Ferah denebilecek bu ev, Şişli'nin klasik güneş görmeyen çoğu evlerine nazaran epey aydınlıktı. Sabah saatlerinde öndeki büyük salonundan bir hayli güneş alan kocaman pencereleri vardı... Giriş'in sağ tarafına düşen mutfağın yanındaki sonu gelmez upuzun bir koridorun ardından iki yatak odası ve birde mini mini bir odacık daha vardı. Küçücük karanlık bir aralığa bakan o sözümona odada genç kızlığımda ben yatacaktım...
Apartman’da o yıllar oturan konu komşu çoğu kendi halinde insanlardı, En yukarıda oturan İtalyan asıllı briç öğretmeni tam bir İstanbul beyefendisiydi. Bizim yukarımıza düşen katta yine Yahudi asıllı bir aile, yan komşumuz Bayan Bella annemin senelerce saygı ve sevgiyle dolu bir komşuluk ilişkisi kuracağı orta yaşta bir bayan... Bodrum katta sesi zaman zaman biraz fazla yükselebilen ama hani mert diye tabir edilen cinsten âlemlerin kadını Nesrin.
Bu insanlar orada yaşayacağım uzun yıllarda apartmandaki belirgin simâlardı.
Bizim dairenin hemen altındaki giriş katındaysa İstanbul'un eski köklü ailelerinden birileri oturmuş vakti zamanında...
Bizim taşınmamızdan bir kaç yıl önce söylentilere göre evdeki eşyaları olduğu gibi bırakıp Yeşilköy'deki yazlıklarına taşınmışlar.
Biz, Luna Apartmanı’na taşındığımızda artık giriş katındaki bu dairede kimsecikler oturmazdı...
Bu daireyi kiralamaya da niyetleri olduğunu gösteren bir işarette yoktu...
Zaman geçti, ben 7-8 yaşlarındaydım, ilkokula gidiyordum, apartmana girip çıkarken, bakkala gider gelirken kapıcımızın kızına rastlardım sık sık... Yaşlarımız sanırım birbirine yakındı. Bir gün yine rastladım kıza merdivenlerde...
Kapıcı çocukları, biz şehirlilerden bir başka açık göz olurlardı çok kez. Sanki daha bir hayatın içinde büyürler, ebeveynleriyle içiçe geçen yaşamları onlara bazen gereğinden fazla tecrübeler yaşatırlar böylece kendi çocuk beyinlerinde büyüklerden görüp duyduklarıyla birleşen karmaşık bir yapı çıkarıverirlerdi ortaya...
Daha sonra bir şekilde bizim eve çıktığımızı anımsıyorum. Bana bir şeyler anlatmaya başladı, girişteki boş daireyi anlattı, içeride geceleri dolaşan varlıklardan bahsetti. Kız bunları çok büyük bir keyifle anlatıyordu bana, hiç korkuyormuş gibi bir hali yoktu...
Evde yaşayan kimseler olmadığı halde gece yarısından sonra eşyaların çekilmeye başladığını, aşağıdaki kapıcı dairesinden yukarıda birilerinin yürüdüğünü duyduklarını anlattı ballandıra ballandıra sonra bana bir bardak getirmemi söyledi... ’’Bak şimdi bu bardağı duvara ya da yere koyup kulağını dayayacaksın, o zaman bütün sesleri duyman mümkün (Eh, tabii, apartmandaki bilimum tüm sesleri duyabilirsin de dememişti...)
O günden sonra her apartmanın kapısını açıp asansörün yanındaki merdivenlere ulaştığımda o tuhaf dairenin kapısına göz ucuyla bakıp koşar adımlarla yukarı çıkıyordum...
Kapıcımızın kızından duyduklarımdan sonra annemle bu konuyla ilgili bir konuşmamı ise pek anımsamıyorum...
Sadece kendimce inanmamaya çalıştığım bu hikâyeyi kulakarkası yapmaya gayret gösterirken oradan buradan duymaya devam ettiğim söylentiler yüzünden günlük hayatımı, yaşadığım yuvamı korkusuz bir mekân olarak görme gayretlerimi çok net anımsıyorum...
Bir yaz gecesi annemin benim uyuduğumdan gayet emin olarak bu konuyu konuştuğunu (işte, bir kez daha, çocuğunuzun uyuduğundan kesinlikle emin olmamanız gerektiğinin bir ispatı) söylediklerine kulak misafiri olduğumu anımsıyorum yatağımda...
Annem o gece bütün benim inandıklarımı çökertmişti. Karşısındaki kişiye ‘’Ben anlamıyorum, inanmıyorum diyeceğim ama insanlar var diyor, peki gerçekten bunca yıl bu ev neden kiralanamıyor, bu işte bir iş var… Neyse önemli olan kız duymasın…’’
Söylentilere göre bu evin ilk inşaa edildiği yıllarda evi satın alan aile burada yaşadıkları süre boyunca o derece rahatsız (!) edilmişler ki, sonunda evi bırakıp yazlıklarına taşınmışlar...
Gecelerden bir gece evimizin uzun koridorunun en dibindeki oturma odasında, ağbimle karşılıklı yattığımız yataklarımızdayız; ben, yeni yeni dalmışım uykuya...
O yıllarda gece demek gerçekten gece demekti... İstanbul'un sokakları öyle boydan boya fenerlerle aydınlatılmazdı. Böylece sokaktan gelecek bir ışık neredeyse yok demekti. Evde de ampuller söndü mü zifiri karanlık basardı her yeri... Ayışığı bir hatır yaparsa o başka...
Birden yatağım sarsılmaya başlamaz mı. Deprem mi nedir dedim önce anlayamadım neler oluyor! Gözlerimi açtım yatağımın dibinde, ayakucumda bir erkeğin gölgesi öyle dikilmiş duruyordu. Başında da bir şapka, o an ‘’babam herhalde’’ dedim. Peki babam neden sessiz orada duruyor ki? Ya neden başına şapka takmış?’’ Sesimi çıkarmak istiyorum ama korkuyorum…
Sonunda ‘’Baba sen misin diyorum?’’. Ses çıkarmıyor sadece kımıldanıyor korkuyla örtüyü tepeme kadar çekiyorum bir süre bekledikten sonra acaba kayboldu mu diye meraklanıyor, örtüyü indirdiğim gibi karalının bu sefer başucuma geçmiş olduğunu görüyorum. "Demek sonunda ben de tanıştım komşu ruhla’’ diyorum...
Tekrar yorganın altına saklanıyorum. Hiç böyle korkmamıştım. Simdi tam tepemde. ‘’Allahım kurtar beni!’’ ağlıyorum... öyle belki de yatağımda olduğum yerde belki de korkudan kendimden geçtim. Bilmiyorum ne kadar süre öyle kaldım tekrar başımı çıkardığımda ilk kez ağbimin karşımdaki yatağında yorganının içinde hızla döndüğünü farkediyorum...
Sabah annem bana inanmadı. Rüya gördün diye tutturdu. Ben gördüklerimin rüya olmadığını biliyordum. Tek bilemediğim şey o karaltının kim olduğuydu? Acabaaa??
Bu tuhaf olayın ardından geceleri artık karanlıktan daha çok korktum, gecelerin sessizliğinde yastığımda kırpıştırdığım uzun kirpiklerimden çıkan hışırtılar bile bazen yol halısında birisinin ayaklarını sürerek yaklaştığnın hayallerini canlandırmama neden oldu...
Kendi kendime ikna etmeğe çalıştım yıllarca ‘’Öyle bir şey yok’’ diye...
Luna Apartmanı 'nın esrarengiz hikâyesini Şişli'de çevre halkı tarafından bilmeyen kalmamıştı anlaşılan, söylenti almış yürümüştü...
Çocukluk yıllarımda bir kaç kez başıma gelmişti oturduğum yeri söylediğimde ‘’Aaaa orada ruh varmış’’ diyenlere rastlamak... Aynı sokakta evimizin hemen karşısında oturan en samimi arkadaşım dahi bu korkulu hikâyeye karşılık bana ‘’Evet, ben de gördüm, o evin penceresinde geceyarısından sonra bir gölge sokağı izliyor’’ demişti bir kez. Ona inanmadığımı beni korkutmak için bunları anlattığını söyleyince benim yerime o bana darılmıştı...
Böylece, ilkokul çağlarımda hayatım korku filmine dönüşüverdi. Evde yalnız kaldığım günlerde üstüne bir de elektrikler sönünce artık annem dönene dek salon penceresine Garfield kedi gibi yapışarak beklediğim çok olmustu.
Yıllar yılı boş kalan bu evi kimse kiralamak istemedi. Dayalı döşeli bir şekilde terkedilen daireye her ay mal sahibi kontrole gelir evi temizleyen kapıcının karısına ücretini verir tetkik eder gidermiş diye söylenirdi.
Boş dairedeki eşyaların üzerinde biriken tozdaki parmak izlerini , geceleri dolaşan ruhları, asansörün orada bir belirip bir kaybolan adam silüetini senelerce kapıcının karısı gündeliğe gittiği her yerde anlatmaya devam etti...
Taa bir gün gelip te perili evdeki tüm eski eşyalar boşaltılıp tamirat başlayana kadar...
15 yıl boş duran evi sonunda birileri kiraladı. Yıllar sonra burası büro oldu...
Boş daire'ye hayat geldi...
Hatta geceleri orada yatanlar bile vardı artık. O esrarengiz dairenin üzerindeki perde aralandı. Pencerede görünenler gerçek insanlardı, ışıkları yanan, telefonları çalan, gireni çıkanı belli bir ortama dönüştü Luna Apartmanı'nın perili dairesi...
Uzun seneler sonra ağbim de bu konuda daha fazla susamadı ve bana günâh çıkardı.
İnsanoğlu insan olduğu günden beri sonsuz bir yaşam arzusuyla yaslanıp bir sonu olan bedenine sonsuzluk armağan etti. insanın yok olan bedeninden özgür ve bir bedenden diğerine geçen bir nefesi, ruhu tahayyül etti. Ona inandı ona hatta tüm dinler inandı. Diğer yandan bu inanç yeryüzünde korkunun, maceranın kaynağı da oldu kitaplara, filmlere...
İngiltere'de, İskoçya'da perili olduğu anlatılan şatoların hikâyeleri gerilim romanlarının, filmlerinin en gözde senaryo kaynağını oluşturdu...
Bense, bugün bile zamân zamân ışıkları kapatıp yatağıma giderken gecenin karanlığında birden bire ürperiveririm istemeden...
7 Aralık 2011

7 Nisan 2022 Perşembe

Camilerde çıkarılan söylenti

Israel'de, camilerde çıkardıkları söylentilerle, Araplara telkin edilen yeni bir şey var.  2022'nin Israel'in sonunu getiren yıl olacağına inandırılanlar birbirlerini daha cok saldırılara teşvik ediyorlar.
Israel Polisinin eline geçen belgelerle bu durumu destekleyen bilgiler var deniyor.
Video'daki genç adam Araplar'ın  bu Ramazan çok daha fazla eylem ve saldırı planları içinde oldukları  biliniyordu diyor.
Medya'da bu saldırılara günler kala, burada yapılan kimi açıklamalarda, Ramazan'da beklenen kanlı olayların gerçekleşmesini engellemek için kimi Arap yetkililerle görüşmelerde bulunulduğunu duymuştum. "Kan dökülmesini engellemek" dendiğinde ellerinde bazı şeylerin kötüye gideceğine dair kimi kesin delliler gerçekten mevcuttu demek. Sonuçta hem neler olacağını çok iyi bilip hem buna karşı bir şey yapamamak bu devlet için bir çeşit fiyaskodur sanırım. Hükümet halkı korumakta yeterlilik gösteremiyor. ( Terörü engellemek mutlaka zordur AMA!!....) 
Böyle bir terör dalgası karşısında radikal kararlar alınmalıdır. Ve bunlar olayların gerçek sorumlularına karşı olmalıdır. Küçükler sadece kullanılan piyonlardır. Onları yöneten beyinlere karşıdır savaş, Bu terörü yönetenlerin Israel'in onlara karşı savaşacak güce ve kapasiteye sahip olduğunu anlamaları gereklidir. Onlara bu mesaj açık ve net verilmelidir. Israel'in bunu yapabilecek kapasitesi mevcuttur. Ancak bugünkü Amerikan Hükümeti Israel'e olan desteğini büyük oranda azaltmıştır. Bu da Israel'in elini kolunu bağlamaktadır.
Sonuç olarak Arap mantalitesini ve bu bölgedeki olayları  yıllardır soluyan biri olarak onları anladığımı düşünüyorum. Senelerce, her barışa yaklaştığımızı düşündüğümüzde, her ödün vermemiz söz konusu olduğunda aynı durumları açıkça yaşadığımızı görmüş bir insan olarak düşüncem şudur; ödün verilmesini iyi niyet değil zayıflık işareti olarak algılayan bir mantaliteyle karşı karşıyayız. Ne zaman onlarla anlaşmak istersek, onlara zeytin dalı uzatırsak,  o an saldırmak için en uygun an diye algılamaya devam ediyorlar. Karşılarında bir kez daha anlaşmaya varabilecekleri bir hükümet olduğu halde barış yerine  terörü seçiyor bu insanlar. Hayatı bizlerden son derece farklı algıyan bir topluma kendi degerlerinizle yaklaşarak bir yere varmak zor!!! 
Birileri onlara silahlar, roketler ve fikirler veriyor...Birileri burada karmaşa olsun istiyor.
Bu son olaylar, İran'ın Israel'e karşı sürdürdüğü savaşın yeni bir safhasıdır

                                                 Filistinliler arasındaki yeni söylenti 

Yine cehennem dolu saatler, yine terör

Gecenin karanlığında keyifli bir yürüyüşten döndüğünüzde yeniden silahlı saldırı haberleriyle sarsılmak. Yeniden ağır yaralılar olduğunu yeniden ölümcül durumdaki iki gencin yaşam mücadelesi verdiklerini duymak. Tam bir kaç gündür duruma hakimiz diye düşünürken bir kez daha... hem de her zaman gezdiğiniz yerlerde bir kez daha insanları, cafe'de oturan gençleri hedef aldıklarını duymak.

Bu durum bu şekilde nasıl devam edebilir?? Bu insanlara bu  silahları kim vermiş? İç Güvenlik teşkilatımız ne yapıyor??? Geçtiğimiz günlerde 15 ayrı saldırıyı engellediklerini iddia etti Israel Savunma Bakanı.

İkinci intifada'yı bitiren şey, Israel'in Hamas'ın Başı Ahmet Yasin'i havadan bir roketle hedef almasının arkasından seçilen, Rantisi'yi de vakit kaybetmeden cehenneme postalaması olmuştu. 

Küçükleri ortaya atan büyük yılan kimse hedef o olmalı. Yoksa daha çok masumun canı gidecektir. Batı  Şeria'da gerekirse ev ev arayıp ellerinden silahları toplamazlarsa bu ülke kan gölüne dönecek.

Yarın Ramazan'ın ilk cuması. Namaz çıkışı neler beklendiğini Allah bilir??

Üstüne üstlük, Israel Gazze'den binlerce Filistinlinin Ramazan için Israel'e girişlerine izin vermek istiyor dendi. İyi niyet göstergesi olarak. Bakalım bu iyi niyetin bedeli ne olur??!!

Şu anda, Tel Aviv'de ateş eden iki teröristten biri kaçmayı başardı ve nerede gizlendiği..nereye kaçtığı bilinmiyor. Polis ve asker teröristi aramaya devam ederken insanlardan evlerinde kalmaları istendi.

 


Ekmeğe doymak zor!

Geçen gün yine bazı işler için eşimle birlikte Tel Aviv'deydik. Oraya uğra, buraya git..derken geçen saatlerin farkında değildim ben. Eşim birden; "Ben acıktım !"dedi. Bekle biraz, eve döndüğümüzde yersin derken, hala gideceğimiz yerleri sayarak, o kadar bekleyemem burada bir kaç büfe falan var, seç birisinden bir şeyler getireyim yeriz dedi...

Arabada yemek yemeyi yasaklamıştım ben halbuki 😁... Oğlum bu yasağa tam riayet edenlerden. Babasını da hep uyarıyormuş. Eski arabanın koltuklarını ortaklaşa berbat etmişlerdi. Ama hayır eşim bu defa kararlı... Ve bir yasak bir kez delindi mi yandık!!!

Nasıl istersen dedim... On dakika sonra elinde kağıt bir torbada bir şeylerle geldi. Arabada beklemedeyiz o an. Sokak arası acil yemek. Uffff...insanın en sevdiği şeylerden biri böyle pis pis atıştırmaktır ama değil mi?!!.

Lüks restoranları, inceden hazırlanmış özel menüleri kimi kimi arkada bırakabilen pis boğaz  şeyler. Hiç farkında olmadan açıktığınızı anladığınızda imdadınıza koşan, içi tıka basa doldurulmuş sandwich'i her ısırdığınızda ağzınıza gelen bin bir değişik tadla birlikte ne kadar acıktığınızı keşfederken mest olmak...

Kolum boyunda bir baguette'in içini neyle doldurduklarını bile anlamadan sarıp sarmaladıkları kağıdı açıp ilk ısırıktan sonra: "Bu ne??? "dedim. Arada sadece eşimin değil, geçen saatlerde benim de midemin nasıl da zil çaldığını o an anlarken ben...

Pek anlamıyorum nedir derken bir ısırık daha alıyorum....Mmmm lezzetli mi bu?? Galiba. Onu da anlamadım ilk anda. Karar veremiyorum. Ama yine de ısırıkların ardı arkası kesilmiyor. İçindekiler ne yahu?!! Sanırım tavuk parçaları var... O kadar çok baharat karıştırılmış ki biraz da ondan anlamıyorum galiba.  Patates, turşu ve mayonezi farkettim..bir ısırık daha alırken... Beni en çok çeken şey, sandwich'in içi mi dışı mı ( ekmeğin sadece kendisi mi? )  hala çözmedim...

Israel erkek.... iki ısırıkta koca baguette'in sonunu bulmak üzere. Bense sözde hızlı yediğimi düşünüyorum. Boğulmayayım da!!  Tadına varmaya çalışırken, normal bir kadının durması gereken miktarı çoktan geçmişim ama hala duramıyorum. Ve durasim da pek gelmiyor. Benim boyutlarımda biri, 1.88 boyunda ve 100 kilodan fazla bir adamla aynı sandwich'i mideye indirmem normal değil diyorum. Ama bu defa açlığımın dinmemesi sorun gibi :)  Baguette bir harika..içindeki karışık şey de fena değil aslında. Tavuğa bol bol curry koymuşlar.

Neyse işin kısası, böyle pis şeyler yediğimde ille de ekmeğin beynimizde yarattığı o özel etkiyi düşünürüm. Bir flash gibi. Ve herhangi bir salata ve bir tabak sebze yediğinizde olmayan bir his vardır bu tip bir hamuru midenize indirdiğinizde. Kocaman bir porsyonu bir çırpıda götürürken bir türlü doyma noktasına geldiğinizi hissetmezsiniz. Hamur sonu gelmez bir çekimdir. Bir parçayla başlarsınız ve daha çok istersiniz. Sebzeyse midenizi şişirir ve sizi gerçekten doyurur. Hamurun verdiği hazzı ise çok kez sebzede kolay kolay bulamayabiliyoruz.

Seneler evvel, Beylerbeyi'nde yanımda Güney Amerikalı bir karı kocayla geziyordum. Yine rehberliğin ilk günleriydi. Sanırım tam bir ekmek fırınının önünden geçerken kadın: "Porque las mujeres turcas son gorditas?" diye sormuştu. Türk kadınları niye tombulmuşlar?  Ben, kısaca Türkler çok ekmek yerler diye cevap verebilecekken, Türkler çok hamurişi severler diyesim tuttu da o an "hamurişi "kelimesi aklıma gelmiyor. Fransızca'da hamur; la pâte.. yine kafamda başlıyor çeviri. Gayet basit olarak" pasta "değil de.. pata diye düşünüyorum bir an. Porque comen mucha pata!!"diye çıkarken ağzımdan, "Aman Tanrım!! Ne dedim ben!! Kadın; "Que pata?! "derken Benim aklıma bizim ladino'da pata kelimesinin argo anlamı geliyor. Ah ne dedim ben?? Pata erkeklik organı derken gülmeye başlıyorum. Neyse onlardaki anlamı daha az problemili, ördek ya da kuşların ayaklarına pata derler ya.  Fransızca'daki "pattes" gibi. Tabi kadın şaşırır..ayak kilo aldırmaz ki!!!  Neyse sonunda,  " Los turcos comen mucho pan! " diyerek düzeltmiştim. ( Çok ekmek yerler demiştim kısaca)

Türkler gerçekten dünyada en çok ekmek yiyen millettir. Evin kadını kocaman bir tabak kurufasulyeyi yer sofrasının ortasına koyduğunda 10 kişilik bir ailenin her biri ortadaki yemekten kaşıklamaya başlaladıklarında bu kadar çok kişinin bir yemekle doyabilmesinin tek sırrı tükettikleri ekmek miktarıdır.

Türkler için ekmek her daim ana besin maddesiydi.  Ve sanırım bugünkü enflasyonla belki de eskisinden de zorlaşan şartlarla gelen açlıkla diğer besinlerin yokluğunu kapatan şey olmaya devam ediyordur ekmek.

Gayet lezzetli olan Türk Mutfağının, Osmanlı Kültürüyle, bir sürü devlete hakim bir milletin zenginleşen  değerlerinden biri mutlaka günlük menüsü olsa da fakir bir köylünün sofrası yeterince cılız kalabiliyor. Bu yüzden Anadolu kadını tüm fakirliklerine rağmen çoğu kez şişmandır.

Ama  ekmeği genelde çoğu insan sever. Ben de çok severim. Kendimi tutmasam yiyeceğim miktarın sınırı yoktur sanırım.

Ekmek ve ekmek benzeri herşey böyle değil mi?  Pizza, makarna, ravioli ya da benzeri olan herşey.

Hamur insanı mutlu ediyor sanki. Kan şekerinizi anında tepeye çıkarttıkça bir an kokain almışçasına mutlu oluyorsunuz.  Sarhoşluk gibi bir şey bu.

Arabada yediğim sandwichte böyle bir şeydi. Farkında olmadan enerjimin düştüğünü yerken anlarken  yemeğe devam ettikçe kendime geldiğimi hissettim. Ve esrar gibi daha fazlası için dur demek zorlaştı bir an... Hamurla ilgili sorun da burada başlıyor ve bitiyor. Hamur'da doyma noktası yok! Ve alışkanlık yapıyor. Kendinize, nefsinize hakim biri değilseniz sonunu getirmek zor.

Çok yemek istemiyorsanız derler ki masaya oturmadan evvel bir iki bardak su için. Midenizde doluluk hissi yaratmak için.

Tek bildiğim şey ekmekle doymak zor!!! Ya da belki de ekmeğe doymak zor!!