9 Aralık 2021 Perşembe

Gal'in ve onun gölgesindeki dünyamıza ufacık bir bakış daha!!

Geçen gün Danielle bana çalıştığı yerde, bir kızın yanına gelerek onun Gal'in kardeşi olup olmadığını sorduğunu anlattı. Çalıştığı kursta matematik öğrenmeye gelen bu genç bayan, Gal'le yaşıt bir kız. Gal'in ilk yuva döneminde, onunla birlikte olmuş!!  Danielle ise Gal'e bu kadar benzetildiğine çok şaşırmış.

Bu genç bayanın isminin Agam ( ibranice'de göl demek ) olduğunu duyduğumda bir şeyler anımsar gibi oldum.

Gal'in yuvadaki ilk deneyimiydi o sene. Üç yaşında başlamıştı bu yuva'ya. Ve aynı dönemden aklımda kalan iki isim vardı tam. Biri Agam diğeriyse Şeli. Bu iki çocuk Gal'in hep yanında otururlardı. Adeta onun iki küçük meleğiydiler onlar. İkisi de sarı saçlı, güzel ve en önemlisi çok iyi çocuklardı.

Danielle'e. Gal'i hiç unutmadığını ve onu o zaman çok sevdiğini hatırladığını söylemiş. Ertesi gün Danielle tesadüfen kızın annesiyle karşılaştığında, Agam annesine,"Anne Danielle'e iyi bak, onda kimi görüyorsun ?" diye sormuş.  Tabi annesi bu kadarını hatırlayamamış. Ancak adını söylediğinde yanlız Gal'i değil beni ve eşimi de anımsamış. Benim yuvaya ne kadar sık gelip gittiğimi ve ne kadar nazik bir insan olduğumu anımsamış (!!). Ne tuhaf... Özel çocuğunuz olduğunda, sizi ve çocuğunuzu insanlar daha çok tanıyorlar. Ve unutmuyorlar.

Gal'in bugüne kadar sahip olduğu tüm öğretmenler arasından (  ki bunların büyük çoğunluğu özel eğitim için yetişmiş öğretmenlerdi)  o sene Gal'i tam bir anne şefkatiyle kucaklayan ilk yuva öğretmenini hiç unutmadım. O insana olan minettarlığım bugüne dek kalbimdedir.

Kitaplara, filmlere konu olmaya yakışacak gerçek insanlar vardır hayatta. Özel insanlar. O yıl o insanla bunu yaşamıştım ben. Belki de bu yüzden Agam ve eminim diğer küçük kız, Şeli de Gal'i bugüne dek anımsıyordur.

Yuvadaki tüm normatif çocukların, Gal'i problemsiz kabul etmelerini sağlamıştı bu kadın. Gal'e öğretebildiklerinin yanında, Gal sayesinde diğer çocuklara da, eğitimin ötesinde çok fazla şey vermişti. Benim oğlum, bulunduğu o ortamda, öğretmenine diğerlerinin, farklıyı kabul etmeyi öğretebilmesinin bir yolu olmuştu. Ona kötü davranmak şöyle dursun, her düşüşünde ona el vermek, her ihtiyacı olduğunda ona yardım etmek için koşuşuturan bir grup çocuğa, iyilik yapmanın ödülü olmuştu bu güzel insan. Tecrübesi, sevecenliği ve üstün zekasıyla örnek bir yuva öğretmeniydi Ela!! Ve toplumu iyi yolda etkilemenin, iyi bir liderden geçtiğinin de bir kanıtıydı bu kadın.

Ben çocukken Büyükada'da tanıdığım kimi diğerlerinden farklı olan insanlar vardı.  Diğerleriyle aynı olmayan, özel oldukları belli olanlar. Ancak, o zamanlar bu insanların diğerlerinden farklarının ne olduğunu bilmiyordum.  Sadece,  kocaman oldukları halde hala anne babalarının yanındaydılar.

Yetişkin yaşa geldiği halde üç tekerleği olan kocaman bir bisikletle gördüğüm bir tanesi ve denize giderken yolda sürekli annesiyle ispanyolca bağıra çağıra konuşan bir başkası vardı. Göze çarpan kişilerdi bunlar. Tanıdığım çevreyi çok çabuk unutan, simaları zor hatırlayan biri olan ben bile bugünlere dek onları hatırlıyorum.

Gal'i tanıyan herkes onu sever. Küçücük bir çocuk olduğu zamanlardan, komşularımız, tanıdıklarımız hatta gittiğimiz süpermarkette kasada oturan kadın bile ona hep ilgi gösterir. "Bugün nasılsın Gal?"

Bana onun çok kibar, çok efendi olduğunu söyler tüm komşularım. Bazen günde bin kez girip çıktığı kapıda,  bazen asansörde, kimi merdivenlerde rastladığı insanlar arada bana ondan bahsederler birden. Oğlunu gördüm bugün. Ne tatlı çocuk!!

Ne kadar utangaç olsa da bir o kadar da gevezeliği tutar birden. Özel gelişmeleri ondan duyabilir herkes. Araba bozulmuşsa, evde tamirat varsa!! Geçen aylarda, birden her rastladığım komşu bana evdeki tamirat nasıl gidiyor diye sorar olmuştu? 16 katlı binanın 15. katındaki komşu evde mutfağın değiştirildiğini biliyordu. Bir sabah, Gal'e, "Herkes bizim evde olanları nereden biliyor? " diye sorduğumda, Gal'in cevabı gerçekten komikti. "Ya evet, ilginç nereden biliyorlar acaba??" Senden olabilir mi Gal? ... Olabilir!!!

İnsanların ona yaklaşım tarzı da çoğu kez küçük bir çocuğa yaklaşmak gibidir. Gal'in her daim saflığı bazılarını da yanıltabilir.  Bazı şeyleri  pek anlamadığını zannedebilirler. O da en büyük yanlıştır. Gal diğerlerinin zanettiklerinden çok daha uyanıktır aslında ancak düşündüklerini ve hissettiklerini ifade etmeyi bilmiyor fazla. Ancak birden bire hiç düşünmediğiniz bir yerden öyle sözler, öyle şeyler çıkar ki ağzından, bir çok normatif insanın kavramakta zorlanabilecekleri gerçekler bir anda dökülüverir onun ağzından. Bugünlere dek, bizi bile şaşırtabiliyor zaman zaman.

Geçen aylarda doğum günü olduğu zaman kızımın iki çocuğu olan bir arkadaşından, Danielle bir doğum günü hediyesi getirdi ona. Küçücük bir paketti bu.  Arkadaşının 9 yaşındaki oğlunun satın aldığı bir hediyeydi bu. Bu çok nazik bir hareketti. Ancak paketi açtığımızda ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi pek bilemedim. Gal'in arabalara olan ilgisinden dolayı düşünüp ona iki minicik oyuncak araba almışlar.  Üç yaşlarında çocuklar için satılan oyuncağı Gal için getirmişlerdi. Gal, her ne kadar, sürekli arabalardan bahsediyorsa, her ne kadar odasındaki ekranda arabalı oyunlar oynamaya devam ediyorsa da, bu iki küçük araba ona göre değildi. Bu bir taraftan ona küçük bir çocuğun içten bir hediyesi olsa da,  annesinin  iki küçük otomobilin 17 yaşındaki bir delikanlı için çok çocuksu bir oyuncak olduğunu farketmesini beklemiştim.

Bu bir an için bana insanların Gal'i nasıl gözlerle gördüklerinin bir göstergesiydi. Galse bunu görmezden geldi. 

Çocukken, Gal kitap sever mi diye sorduklarında gülerek....Tabi ki sever derdim. Sabahın beşinden kitaplar elindedir. Kütüphaneden aldığı kitaplardan rampa yapmayı çok sever! 

Kitaplar onun kafasındaki işlev için çok  uygundular. Odasının bir köşesindeki sepetin içinde, polis arabaları,  itfayiye, ambulans ve minicik birer BMW, Mercedes ve bir diğerleri dururdu. Kitapların üzerinde gezdirir dururdu onları.

Aslında her gece ona kitap okuyordum ben. Bunu da seviyordu. Ancak o hep aynı hikayeleri, aynı kitapları duymak istiyordu yine. Diğer meşgul olduğu konular gibi, bunlar da hep aynıydı. Onu rahatlatan şey buydu. Bir monotoniydi aradığı. Onu keyiflendiren, sakinleştiren şey, bildiği hikayeleri baştan sona bir kez ve bir kez daha dinlemekti... Gözleri kapanana dek.

Bugün artık yeterince büyüdü.  Gal aslında gayet akıllı ve herşeyin farkında olan bir çocuk. Ancak beyninin içinde hep aynı noktada, aynı yerde tekleyen şeyleri değiştirebilmesi mümkün değil. Topal birinden topallamamasını beklemek gibi bir şey bu, onun kimi konulardan artık konuşmamasını beklemek, kimi hareketleri yapmamasını istemek.

Topal bir insanın topal olduğunu bilmesi onun topallamaktan vazgeçebilmesi demek değilse aynı şekilde, Gal'in de kendisi hakkında bildiği farklılıkları düzeltmesini beklemekte mümkün değil.

Her insanın onu algılayış şekli de farklı olabiliyor. Bazılarının onun saflığını zekasiyle ilgili bir problem olarak algılaması da mümkün. Kimilerinin ona gülebilmesi de bu hayatın bir parçası. Önemli olan, Gal'in  kimi otistik yönlerinin insanlardan daha az yaralanmasına yardımcı olduğu gerçeğini bilerek çok fazla içerlenmemeyi  öğrenmek sanırım. Ona hediye edilen o iki küçük araba da sonuçta iyi niyettendi Küçücük bir jestti. Seçim yanlış olmuşsa da Gal bundan incinmediğine göre, benim onunla olan hayatımın bu yönleriyle de daha barışık olmayı öğrenmem gerek.

Bu sabah uzun zamandan beri ilk kez servise yanlız bindi tekrardan. Geçtiğimiz aylarda bir an yaşadığı bir korku yüzünden yeniden ona eşlik etmeye başladım ben. Onun da korkularını yavaş yavaş aşmayı öğreneceğini söylüyorum hep ve durmadan.

Önemli olan da sanırım, birilerinin ona nasıl baktığı üzerinde çok fazla enerjimi tüketmeden, sadece ona yardım edebilmenin yollarını aramak...




 

8 Aralık 2021 Çarşamba

Ahiret için yaşayanlar

Geçen hafta bir yazımda, Israel'de,  özellikle Yeruşalayim'de yeniden artış gösteren terör saldırılarıyla birlikte yazdığım bir yazıda, Filistinli gençlerin ideallerini anlatmaya. yorumlamaya çalıştım bir şekilde. Bu gençlerin hayallerinde yaşattıkları bir gelecek dünyayı, buradaki hayatın ötesinde onları nelerin beklediği fikirlerinden bahsettim biraz.

Her insanın hayallerinden çıktım bir kez yola!! Bir kültürden diğerine değişen hayallerin Arap gençlerin dünyalarında nasıl bir şekil aldıklarını gözlemlediğimi anlatarak...

Müslüman dininin öğretilerinin yeteri derecede şekillendirdiği kimi ideallerin Ortadoğu'daki gençlerin zihinlerini nasıl çeldiğini çok basit bir dille, çok genel olarak, bir gözlem şeklinde, hayat içinden bir örnekleyiş olarak bir kaç satıra sığdırdım. Ne bir sosyolog ne bir eğitmen olarak konuşmuyorum ben mutlaka. Müslüman ülkede büyümüş ve Ortadoğunun en problematik sorununun içinde 25 senedir yaşayan ve bir çok olayın içindeki gelişmeleri yakından takip eden biri olarak konuşuyorum.  Ayrıca kimi okuduklarımdan, izlediklerim ya da dinlediklerimden ve yaşadığım olaylardan, tanıştığım bazı (Müslüman-Arap) insanlardan duyduklarımdan yola çıkarak vardığım sonuçlar bunlar.

Sonuçta, yeniden idealleri peşinde bir sürü eylem içine giren 16 yaşlarındaki gençler var buralarda.. Kendi başlarına buyruk, bir polis memurunu, görev başındaki genç bir askeri ya da masum bir insanı bir kaç bıçak darbesiyle yaralamak pahasına ölümü seçiyorlar bu insanlar.

Son olayda,  bu kez bir sınır polisini ağır yaraladı yine 16 yaşındaki bir Filistinli. Babasından aldığı arabayı, sınırdaki nöbet noktasında bekleyen askerlerin üzerine sürdü. Askerlerden birini yaralarken diğeri Filistinliyi vurarak durdurmayı başardı. Yine, çocuk yaştaki bir genç "şahid " ( şehit ) oldu.

Geçen gün yazdığım yazıda, Türkçeyi unuttuğum anlardan birine denk gelerek çok komik bir hata yaptığımı farkettim. Gelecek dünyada Filistinli gençlerin "Havari"' lerine kavuşmayı hayal ettiklerini yazmışım.

Müslümanlıkta, sevap kazanan erkeği ahirette ( gelecek dünya'da )  bekleyen "70 bakireden" söz ediyordum ben. Yani  "Huri" ' lerden. Huriler nasılsa bir anda havari olarak çıkmış klavyemden. Oysa Havari, Hıristiyanlıkta, Yeşhu'nun 12 talebesiydi.. Onun öğretisini ilk dinleyenler, ilk kabul eden ve anlatan onun ilk takipçileriydiler. Hıristiyanlığın ilk önderleriydiler. Öbür tarafta onlarla buluşan birileri var mıdır bilmem. Hurilerle Havarileri karıştırmak,  Sefaradlardaki bir deyimi anımsattı yine bana.. "Yumurtalarla, kabakları birbirine karıştırmaya " benzemiş. Birbirlerinden çok ayrı iki şey.

Kısacası, Müslümanlıkta hep ahiret konuşulur.

Müslümanlar hiç durmadan ölümden sonrasını hocalara sorarlar. "Hocam, şöyle yaparsak ne olur? Böyle yaparsak cenette gidermiyiz?  Sanki adam öbür tarafa bir kaç kez gidip gelmiş gibi ciddi ciddi cevap verir. Ve müminler onu can kulak dinlerler.  Ölümden sonra kimin ne halt yiyeceğinin profesörü kesilenleri dinleyenler, bu hayatta kendilerine bir yol tayin ederler. Böylece Müslümanlar bu dünya yerine hep öbürüyle uğraşırlar. Belki de bu dini seçen toplumların genellikle problemli oluşları da bundandır. Eğer siz bu hayat için yaşamıyorsanız, neden kendiniz ve toplum için daha iyi bir dünya yaratmaya çalışasınız? Eğer bu dünya değil de sonrası önemliyse o zaman buradaki herşey saçmalık ve önemsizdir.

Bir de Müslümanlık adına savaşıp ahirette huriler söz verildiğinde, kendilerine bu dünyada mundar olarak nitelenen kadınlar yerine, gelecek hayattaki hatunları hayal ederek yaşamaya başlar insanlar. Bu dünyada var olan her şey onlara yasakken gelecek dünyada bekledikleri mucize için savaşmaya hazır hale getirilirler. İmana gelen Müslümanlar kadınları bu  dünyada seveceklerine, onları sevmeyi gelecek dünyaya saklıyorlar. Bu yaşamda yaşayan kadın  sadece bir araç gibi; "Erkekleri doğuran bir makine". Onlara hizmet için yaratılmış esirler. Kadınların güzelliklerinden, onların kişiliklerinden zevk duymayı bilmeyen bir yabanı gibi varlıklarını sürdürmeye devam edenler gelecek hayatta bu hayatta yapmayı reddettikleri tüm normal şeylerin hayaliyle geçiriyorlar zamanlarını. Sahip olamadıkları şeylerin fantazileriyle tatmin oluyorlar, tek başlarına. İçemedikleri şarap dokunamadıkları kadınların hayalleriyle, genç Müslüman erkekler yeri geldiğinde katil olmak için eyleme geçiyorlar. Bu hayatta dişilerini mümkün olduğunca saklamaya çalışan bu toplum. Onlara burada herşey haram!!! Ve işte bu yüzden, kendilerine yaratılan bu itici düzenden kurtulmanın yolu, gelecek dünyayı hayal etmekten geçiyor. Kimse onlara gerçek hurilerin bu dünyada olduğuna ikna etmiyor. Ve imam  Müslümanlığa düşman olanları öldürdüklerinde gelecek dünyada onları nelerin beklediğini anlatıyor.

Dindar bir müslüman ne Hıristiyan ne de Yahudiyi kendine dost bilir. Çünkü kitabında ona telkin edilenler, bizim bildiğimiz yoldan farklıdır. Onlardan bizimle dost olabilenler bu kitabı biraz olsun bir kenara bırakabilmeyi başarabilenlerdir. Kuran ayetleri ve imamin öğretileri yerine gözlerini hayata çeviren, gerçek yaşamın söyletileriyle uğraşanlar, Kuran'dan başka kitaplara el sürenler, yaşamı farklı yönleriyle görmeyi becerenler, gerçek yaşama uyananlardır. Öyle insanlarla anlaşabilmek mümkündür. Sabahtan akşama, kendilerini tüm öğretilerden, başka dünyalardan uzak tutanlarla el sıkışmak mümkün değildir.

Günümüzde Erdoğan'ın da yaratmak istediği Türkiye bu değilmidir?  Bütün okulları kapatarak geriye sadece İslami öğretilerin verileceği İmam Hatip Okullarının kurulduğu Türkiye'de kendi istediği kıvamda bir toplum yaratmak için çalışmıyor mu son Padişah?  Bu toplum bu şekilde onu eleştirmekten vaz geçecek, yeri geldiğinde burada sahip olmadıklarına ahirette sahip olacakları hikayeleri onlara yetecek.

Filistinli gençlerin bir Allah gibi gördükleri dini liderlerinin yaşadıkları lüks yaşamı ahirette hayal etmeleri gibi. Kolay kıvamda bir toplum. Birilerinin ellerinde kukla olmuş insanlar, ve bu şekilde diğerlerine karşı savaşan Cihadistler. Ve en büyük düşmanlar, dış güçler.. Böylece, barış yerine savaş her daim ilaç gibidir bu tip idealist toplumlara!!!

7 Aralık 2021 Salı

Bir bayramı daha arkada bırakırken

 

Geçen gece yine dışarılarda. bizim şehrin merkezinde bir yerlerdeydik eşimle. Heryer ışıl ışıldı ve etraf insan kaynıyordu. Dükkanların vitrinlerine konulmuş Hanukkiya'lar, bayramın sekizinci ve son günü sayesinde tüm sekiz mumun beraber yandığı şekilde etrafa küçücük ışıklar yansıtıyorlardı. ..

O anlarda kendi kendime hatırlattım....geçen sene ilk kez duyduğum bir şeyi bu sene yeniden yapacağımı düşündüm. Son kez yakacağımız Hanukkiya'nın kollarının arasına,  yine bir kağıda bir dilek yazacağım, küçücük bir dua ile.. Gelecek seneye dek o kağıda elimi sürmeyeceğim. Hanukkah mucizelerinin bir parçası olacak bu defa benim kişisel mucizem. (Amen! ) 

Ağlama duvarına iliştirilen kağıtlar gibi olacak  :).   Her sene, Ağlama duvarında milyonlarca kağıt iliştirilir gelen ziyaretçiler tarafından.Çoğu Yahudi olanlar ya da böyle şeylere inanan birileri tarafından, bazen de laf olsun diyen dilenen dilekler durur bu iki bin yıllık duvarda.  Bir çoğu sağlık, ya aşk ya da maddi sorunlar için konulmuş küçücük kağıtlar duvarın her yanını sarmışlardır burada. Yerlere taşarlar çok kez....Senede bir,  sanırım Rosh Ha Shana'da bütün bu kağıtları bir dua eşliğinde yakarlar. Benim dileğimse seneye kadar Hanukkiya'nın kollarının arasına iliştirilmiş olarak kalacak. Geçen sene ilk kez yaptığım bu şey yürümedi, çünkü evde tadilat olduğunda kağıt bir şekilde güme gitti. Kayboldu...

Bizim şehrin Belediye binasının hemen önüne kurulmuş olan  kocaman Hanukkiya'nin yakılması için bekleyen bir kalabalık vardı. Devam eden müziğin eşliğinde ilerideki sahnede bembeyaz bir kuğuyu andıran kız son derece elastik olan bedenini  bin bir sekle sokarak degisik danslarla hareketler yaparken, daha ötede yiyecek satan stand'lerde kuyrukta duranlar doluydu..... ve büyük küçük bir sürü  çocuk etraftaydılar.. Hele ellerinde, içlerinde ampuller yanan rengarenk çemberleri çeviren ufaklıklar parkın ortasında geceyi aydınlatan bir hula hoop partisine gelmişizcesine çeşitliydiler...bu görüntü bana, elimden uçup giden çocukluğumu hatırlattılar yine. Şimdi koysam belime bir tanesini çevirsem ben de dedim. Nereden aldıklarını bilmiyorum ki halkaları.

Kısacası etrafta Hanukka'nın son gününde hala karnaval havası esiyordu. Bir başka tarafta vitrinlerde Noel ağaçları da konulmuştu. Yaklaşan Noel ve Yeni Yılı kaçırmak istemeyenler de var...

Derken karnımın acı ktığını farkediyorum yine.  Elinde birer küçük üçgen pizza'yla giden insanlar gördüm ya iyice midemin guruldadığını hissettirdi bu bana. Yan yana dizili, çoğu pizza'cılardan gelen kokular iştahımı kabartıyorlar. Hamburgerciler ve diğerleri de az değiller. Bir tarafta da McDonalds var. Geçenlerde çok uzun bir zamandan sonra ilk kez McDonalds'dan  hamburger aldım. Alışveriş merkezinde dolaşırken birden yanımdan kaybolan eşim ve oğlumu telefonla aradığımda, onları Hamburger ısmarlarken buldum. Gal sever tabi. Bütün gençler gibi. Otist çocuğu bile bu pis şeyleri yemeğe ikna etmek için çok uğraşmıyorsunuz. İlk kez ben de yedim. O yabani köftenin üzerine koydukları o güzel soslar ve turşusu olmasa bunun da bir şeye benzemeyeceğinden emindim.

Bu ara sabah saatleri hiç bir şey yemek istemiyor canım. Bütün iştahımı akşama saklar oldum. O zaman da yatana kadar iştahıma yenik düşmemek için bir savaş başlıyor. Bu iş yine kadınlar ve hormonlarıyla ilgili!!! Hayatımızı çeviren, bizi biz yapan, sağımızı solumuzu şaşırtabilen hormonların etkisi bambaşka.  

Eşime diyorum, en iyisi evde yiyelim, daha sağlıklı. Ama yine de aklıma falafel geliyor birden.  O da aslında en zararlılarından, ama yine de en lezzetlilerinden... Çünkü bir ekmek içinde bir çeşit lezzet cümbüşüdür falafel. Nohut ve kişniş otuyla karıştırılan köftelerin yanında, pita ekmeğinin içine konulan limon, salatalık ve lahana turşusu, tahin ve yine hıyar ve domates karışımından olan Arap salatasıyla ağzınızda güzel bir tat kombinasyonu yaratıyor bu 1000 kalorilik sandwich. Evet, 1 lokmada neredeyse bir günlük kalori ihtiyacınızı yemek demektir Falafel!!

Bu aralar insanların akılları sürekli yemekte sanki. Kızım ve arkadaşlarına bakıyorum, sosyal media'yı etkisine alan bir yemek çılgınlığı var. Bu çılgınlığa kendilerini kaptırmamaları biraz zor görünüyor.

Her an yepyeni yemek tarifleri en çekici şekillerde cep telefonlarının ekranlarında. İkide birde Danielle bana gösterir. Akıllara durgunluk veren bir şey bu. İnsanların yemeyi sevdiğini bilirdik ama şimdi her önüne gelen kendine yemek blogu açar oldu. En kolay yoldan para kazanma seçeneği gençleri cezbediyor sanırım. Çok çekici yemek tarifleri, iştah açan menüler hiç durmadan karşısınızda..Nasıl hazırladıklarını anlattıkları görüntülerden her an iştahınız yeniden kabarıyor.

Bazen arkadaşlarıyla odada oturduklarında, gençlerin gecenin geç saatlerinde Wolt Kuriye firmasından bir sürü saçmalık ısmarladıklarını gördüğümde hayretlere düşüyorum. Ben gençliğimde o saatlerde yermiydim hiç bilmiyorum. Korona zamanı iyice alışkanlığa dönüşen, eve yemek ısmarlamak bambaşka bir akıma dönüştü artık.

Neyse, bir bayramı daha arkamızda bıraktık. Yediklerimizle, içtiklerimiz ve gördüklerimizle. Keşke etraf biraz daha sakin olsaydı. Oysa bir gece Yeruşalayim'e gitmeyi ne kadar istemiştim. Orada biraz daha fazla hissedilen kış ortamını hissetmek, o şehrin kutsallığıyla daha bir anlamlaşan bayramla, eski şehrin duvarlarını aydınlatan ışık festivalini yerinde görmeyi istedim, Gecenin bir vakti aydınlanan kiliseleri ve Ağlama duvarını ve buraların kendine özgü büyüsünü solumayı düşledim bir an. Yine sessizlik bozulunca rüyalar gelecek yıla ertelendiler. Bir defa daha.. Ümitler kaybolmadıkça , yeni bir yılda .. 2022'de daha çok mucizeler için dua etmeye devam edeceğiz. Kendimiz için, sevdiklerimiz için, bizi hatırlayan belki kimi unutanlar için de hep güzel dileklerimizi göndereceğiz..




6 Aralık 2021 Pazartesi

Esmer olmak...yabancı olmak..apartheid olmak...ya da İsrael'de özgür olmak!!!!

Ben esmerim dediğimde her defasında annem bana, "Sen o kadar esmermisin? "diye karşı gelir! Sanki annem esmer olmak olgusunu bir hakaret gibi algılar. Anne, bana bir çok insan bu şekilde yorumlar yaptıklarına göre, senin gözlerinin ne gördüğü ya da senin beni nasıl algıladığının pek önemi yok.
O kadar esmermisin demekte gerçekten ilginç bir çıkış. Öncelikle, o kadar? derken.. Birincisi neye göre o kadar? Bir zenci için ben çok beyaz sayılabilirim ancak bir Hollandalı için bir o kadar esmerim.. Yaşadığım esmer toplumda bile beni herkes yeterince esmer bulurdu. Bu anlamda konuşmalarla karşılaşırdım. Bugüne dek bana Türkler arasından, "Kara kız" diyenler çıkar hep. Ama ben bunu sevgiyle alırım. Esmer ya da beyaz olmanın insanın güzel ya da çirkin olmasıyla bir ilgisi olmadığına göre, bundan alınmaya gerek var mı ?
Acaba esmer dünyaların insanları genelde her yerde ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerinden mi insanlar beyaz olmayı tercih ediyor? Galiba biraz öyle!!!
Bir gün bir Hollandalı bana, "Türke benzemiyorsun dediğinde, adama heyecanla sormuştum.. "Neye benziyorum ? " diye. O da  "Araba benziyorsun!" demişti. Bende o an bir hayalkırıklığı sormayın. Adamın beni İsveçliye benzetmesini beklememiştim herhalde...
Peki, Araba benzemek niye sorundu? Arap kadını neye benziyordu acaba?
Bir de Avrupalı biri sizi Araba benzettiğinde bunun anlamı neydi?
Arap olmak neden kötüydü?
Ya Arap kadınları çirkinmiydiler? Yoksa dünyanın heryerinde, her renk ve her ırk içinde güzel ve çirkin insanlar varmıydı?
Ben, Arapları ne kadar tanıyordum?
Sanırım, çoğu Arap ülkelerindeki toplumlar fakir oldukları için Türkiye'ye gelen en yoğun Arap turistler Körfez Ülkelerinden, yani Suudi Arabistan, Kuweyt ve diğerlerindendiler.
Bu ülke kadınlarınınsa büyük çoğunluğu kara çarşafların arkalarında saklı insanlardı. Neye benzediklerini pek fazla bilmek mümkün değildi. 
Aslında onları kapatan peçelerinin arkalarında bazen o kadınların kapkara güzel gözlerini görürdünüz.  Evet o kara gözler de çok güzel olabilirler. Çünkü sadece mavi ya da yeşil gözler güzel değildir.  Gözlerin güzelliği bir çok hususa bağlıdır. Şekline, parlaklığına, renk tonuna ve herşeyden öte size baktıklarında içlerinde taşıdıkları derinliğe göre değişir bu....
Fakat kocalarının arkalarında gizlenmiş bu varlıkları ne kadar tanımak ne derece anlamak mümkündü?
Benim kafamdaki Arap Kadını, " genel anlamda " kapalılığı ve çoğu kez girdiği çarşafın altında kalan karanlık zihniyeti temsil ediyordu. Türkiye'ye  gelen Arap Turistlerin çoğu çok fanatik toplumların içlerinden gelen insanlardı. Bu yüzden bir Araba benzetilmek, o toplumun, o kültürün, o bağnazlığın içinden biri olmam demek gibiydi. Halbuki birisi bana, Latin tipin var dese alınmazdım eminim. Hatta büyük ihtimalle hoşuma giderdi. O an hayalimde canlanan ritmik Latin müziğinin eşliğinde simsiyah saçlarını özgürce salmış kıvrak kadınların dansları olurdu.. Beni en mutlu eden müziklerin başında gelen Latin Amerika danslarının,  renkli dünyalarına götüren o insanlardan biri olmak  kesin hoşuma giderdi.

Halbuki Arap kadınları biraz açıldıklarında, bambaşka insanlar  ortaya çıkıyor!! Önemli olan erkek egemenliği altında ezilenlerin bu boyunduruktan kurtulmalarıdır. İşte o zaman onların dış güzelliklerini de keşfediyorsunuz.

Arap kadınlarını Israel'de gördüğünüzde içlerinde ne kadar hoş görünenler olduğunu farkediyorsunuz. Yeter ki upuzun , kapkara kumaşların arkasına saklanmasınlar. Yeter ki bugün artık, diğerleri gibi nefes almalarına izin verilsin.

İlk kez bu ülkede  özgürce gezen Arap kadınının neye banzediğini gördüm. Her millette olduğu gibi aralarında daha az ya da daha hoş görünen insanlar var, Formlarını koruyan, bakımlı ve güzel giyinenler gayet çekiciler.

Özgür ve kendinden emin bir insanın birey olarak farkına varmanız da kolay. Araba kullanan,  çalışan ve kendini göstermekten çekinmeyen kadınlar.... Sözünü söyleyen, topluma önderlik edenler!! O zaman böyle kadınlara benzetilmekte bir sorun da olmaz bence....

Arap toplumlarında erkeklerin şovenizmi altında tüm hak ve özgürlükleri reddedilen bir dünya mevcut hala Ortadoğu'da.  Ama tüm bunlara rağmen, geçtiğimiz günlerde Apartheid kelimesini, bir konuda merak ettiğim bir şey için Google'da tıkladım. Ve ortaya çıkan veriler ilginçti. 

Google'da Apartheid kelimesinin yanında çıkan tek ülke ismi "ISRAEL"! 

Dünya'da ırkçlığın, eşitsizliğin ve insanlararası ayrımcılığın tek adresi Google'a göre ISRAEL.

Bütün dünya'da insanların tek Israel'de ırkçılık yüzünden zulüm çektikleri ortaya çıkıyor.

Yeniden, Afrikayı, Arap ülkelerini, Çin ya da Kore'yi, Hindistanı ve bir çok aklıma gelen ülkeleri saymayacağım... Kadınların ezildikleri ülkeleri, dini hiç bir özgürlüğün olmadığı Ortadoğuyu, kimliğinizi açıklamaktan bile korkacağınız ülkeleri saymayacağım. Homoseksüelleri damlardan atan Filistinlileri anlatmayacağım, gazetecileri asan İran ya da " herhangi bir başka " olarak yaşanamayan ülkeleri... yığınla ülkeyi!!!

Üzücü ki beni Israeli bu ülkelerle mukayese ettirmek zorunda bırakıyorlar.
Arapların kendilerinin bile en özgür yaşadıkları ülke Israel desem bana kim inanır ki? Arap Kadınlarının haklarını tüm Arap ülkelerinden çok daha fazla koruyan bölgedeki tek ülke ISRAELdesem... Apartheid.... diye nitelenen bu tek ülkedir desem!!!

Geçtiğimiz günlerde, Israel'in ikinci büyük şehri, Israel'in kültür merkezi, bu şehirdeki en büyük üniversite olan Tel Aviv Üniversitesi'nde okuyan Arap öğrenciler, müzikli bir panel düzenlemişler. Ve bu panelde,  ellerinde Filistin bayraklarıyla coşan insanlar görüntülenmiş. Filistinliler, burada bir üniversitenin salonlarından birinde kendi bayraklarını eelerinde taşıyarak dans etmek özgürlüğüne sahipler. 

Yeri geldiğinde kendi kültürlerini yaşatmanın ötesinde, Yahudi ülkesinin kendi ülkeleri olmadığını haykıranlar,  bu ülke yerinde Filistin olmasının şart olduğunu söylemekten çekinmeyenlerin sahip oldukları bu özgürlüğe karşılık google'da Apartheid sözünün yanında Israel adı çıkmaya devam ediyor.

HDP Başkanı Selahattin Demirtaş'ı senelerdir hapishanede çürümeye terk eden Türklerin adına bile rastlanmıyor google'da...İnsan özgürlüğünün hiç sayıldığı onlarca ülkenin isimlerini  hatırlatmayan bu dünya Israel demokrasisini baştan sona hiçe sayıyor.


( Aşağıda, Tel Aviv Üniversitesindeki, Filistinli Öğrencilerin etkinliğinden bir kesit...) 
 

5 Aralık 2021 Pazar

Son durum

Dün akşam bir kez daha, Yeruşalayim'de genç bir Ortodoks Yahudi yine bir Arap genç tarafından bıçaklandı.

Yeniden ekranlara yansıyan bilindik görüntüler vardı... Karşıdan karşıya hızla yürüyen terörist, kaldırıma vardıktan saniyeler içinde birden arkasındaki genç adama dönerek, elindeki bıçağı neresine gelirse saplamaya  başlıyor.... Eski Şehirdeki Şaar El Şhem Kapısı (  Şaar ibranice kapı demek ) son günlerde büyük güvenlik önlemleri içinde korunmaya çalışılıyor. Ama yine de kafasına esip, eline bıçak alan eyleme çıkıyor. Kafasına göre hareket edenleri durdurmak zor. Bunlar herhangi bir örgüte üye değiller. Güvenlik kuvvetlerinin takibi altındaki kişiler hiç değiller.

Genç Filistinli, birinin bedenine defalarca sokup çıkardığı bıçağı elinde bu defa ileride onu farkeden iki güvenlik görevlisine doğru koşarken sonunun ne olduğunu bilerek hareket ediyordu. Ölümü göze alan kişinin hiç bir şeyden korkusu olmaz. Bu kez onları hedef almak istiyor. Genç asker kız ise olay yerinde saldırganı vurarak öldürüyor.

Televizyon'da papyonlu, ceketli resmi yayınlanan saldırgan 22 yaşında idi. Genç çocuğa bakıyorum. Ne hissedeceğimi bilemiyorum. Kızgınlık, öfke...en çok kime? Ona ya da onu bu hale getirenlere? Hayat bakışını değiştiren çarpık bir topluma? Kültürel evrimi geliştirmeye yetişememiş beyinlere? İmama? Hocaya? Anne ve babasına? Politik yapılanmanın getirdiği sonuçlara? Bu çocuk, farklı bir ortamda yetişseydi acaba 22 yaşında huriler yerine insanlara yardım etmeye koşarmıydı?

Ílk zamanlar bu tip olaylara Avrupa büyük tepki veriyordu. Olay yerinde saldırganları imha eden Israel güvenlik güçleri suçlanıyordu. Bunun insanca olmadığını yazan gazete başlıkları vardı, BBC ya da France24 ya da farklı yayın sitelerinde. Sonra benzer saldırılar, Londra'da Paris'te yaşanmaya başladığında ve tepkileri ister istemez aynı olduğunda sustular.

Bugünler yine belirsiz. Bense sabah İbrahim'i gördüm yine erkenden. Masmavi gözlü bir Filistinli. Haftanın bir kaç günü rastlarım sabahtan bizim mahallede. Doğu Kudüs'ten gelir bizim buralara. Satacak ikinci el eşya arar. Eskiden Gazze'den de gelirlerdi. Arabayla. Dolaşıp sorup soruştururlar. Evde istemediğin ne varsa olur dedi bir gün. Bu şekilde çok ucuzi fiyatlardan aldıkları elektrikli aletleri, kimi mobilyaları kendi yerlerinde satıyorlar. İbrahim'in beş kızı varmış. Bir kaç ay önce telefon numarasını verdi bana. Evden kurtulmak istediğin bir eşyan olursa ara beni dedi. Sohbetçi bir adam. Kızların olduğu için şanslısın dedim. O herhalde pek öyle düşünmüyordu. Ortadoğu'da kız çocuk adamdan bile sayılmaz  Kız çocuklarını insandan saymayanlar bile vardır onlarda. Kaç çocuğun var dediğinizde sadece erkek sayısını verirler kimileri.  İbrahimse bu konuda bana hak verdi. Haklısın. Kız çocuk anne babasına her zaman daha bağlı kalır dedim ona. Onun için şanslısın!!

Şimdi İbrahim her gördüğünde bana selam verir oldu.

Bakalım diğerleriyle neler olacak. Hep bir huzursuzluktur bitmez ki!!

Arada İran'la Viyana'daki görüşmelerde bir yere varılamadığı söyleniyor. İran'ın niyetinin iyi olmadığını Israel'in her an tekrar etmesinin kimseyi ırgalamadığı açık. Batı kendi bildiği şekilde hareket etmeye devam edecek. Trump bir dört sene daha görevde kalsaydı, bu hususta Israel için çok daha iyi olabilirdi. Biden Hükümetiyse, kötünün daha kötüsüne bile hazır görünürken, İran Batı'nın diplomatik bir baskısıdan korkmuyor. Bu da Israel'i son olasılık üzerinde daha çok düşünmeye itiyor. Batı, Israel İran çatışmasının kendilerine neler getireceğini fazla umursar gibi görünmüyor.

Bir Hamas, bir hizbullah, bir İran ve derken canımız hiç sıkılmıyor buralarda...

Sessiz ve sakin bir hafta olmasını diliyorum ben yine de!!

3 Aralık 2021 Cuma

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak

Çocukluğumdaki İstanbul geldi dün yine aklıma. Neden geldiğini daha sonra anlatacağım....

Ben çocukken, Siracevizler caddesinden, Hasat yokuşunu çıkıp Şişli' deki Caminin karşısındaki pasajın içinden meydana vardığımda, kaldırımda sadaka bekleyen insanlar olurdu.. Kışın yağmurlu, çamurlu günlerinde, ben kaldırımda mokasenlerim ıslanmasın, kirlenmesinler diye taştan taşa atlarken, genelde erkeklerden kurulu bir banda kaldırımda dizili otururdu. Birinin kolu, diğerinin bacağı, kimisinin ne biri ne de öteki yerinde olurdu. Bize göre son derece zavallı hallerdeki bu insanların zaman zaman sadece dilenmek için rol yapan, her gün ondan bundan topladıkları paralarla ev mülk sahibi olacak kadar paraları bulunan insanlar oldukları da söylenirdi. Ama kendini yoldan geçenlerin ayaklarının dibine atacak kadar düşmüş  bir insan yine de zavallıdır herhalde.

İstanbul o zamanlar dilenciler şehri gibiydi. Onlara heryerde rastlamaya alışıktık biz.

Israel' de yerlerde dilenen insanlara rastlamak daha enderdir. Ancak, Tel Aviv' in güney mahallelerinde  vardır dilenciler. Özellikle trafik ışıklarında duran arabalara yaklaştıklarında, bazıları, Romanya'dan gelmiş işçiler, kimileri Rus, bazıları da buranın yerlileridirler bunlar. Erkek mi kadın mı ne ise belli olmayanlar vardır aralarında. Bir çoğu ya alkolik ya narkomandır. Devletin himayesindeki sığınma kurumlarında verilen yatak ve bir kap yemek yerine sokakları tercih edenlerler. Çünkü istedikleri, aradıkları esas şey,  toplayacakları paralarla her defasında yeniden uyuşturucu satın almaktır. Bu insanlara para vermekse sevaptan çok bir günah gibidir sanki....

Çok büyük fakirlikler gördüğünüz bir şehirde büyüdüğünüzde, aynı fakirliklere oranla Tanrı insanlara sevap yapmak şansı tanır gibi oluyor. Kendinizi bir tatmin olarak niteleyebileceğiniz fırsatları Tanrı sürekli ayağınıza getirir gibi böyle yerlerde. İstanbul gibi bir şehirde her gün bir fakire el uzatmak şansını yakalamak mümkündü.

Hep hatırladığım. en klasik örnekse, apartmanımızın bakımından sorumlu olan kişiydi.   ( o zaman kapıcı derdik biz o insanlara, bu zamanlarda bu kelimenin kullanılmadığını, artık kapıcı kelimesinin kırıcı kabul edilerek saygı görmediğini söyledi bir dostum geçenlerde.Simdi hangi kelime kullanılıyor pek hatırlayamadım şu an...  )  O kişinin yaşadığı koşullar bile tek başına, gözünüzün önünde bir insanlık dramı gibiydi adeta. Bu adamların durumunu iyice düşüren, gerçek dram ise, binada oturan sakinlerin genelde bu tip insanlara, görevlerini hiç bir karşılık yapmadan yerine getirmek zorunda olan kişiler olarak bakmalarıydı. Onlara,  verilen bir hiç değerindeki maaş, ve köpeklerin bile yaşamak istemeyeceği delik yeterliydi.

Ben annem ve babamdan  bir şey öğrenmiştim. Bu insanlardan bana hizmet etmelerini beklemek için hiç bir nedenimiz yoktu. Bizim kendi işimizi kendimiz yapacak ellerimiz ve ayaklarımız vardı. Gerekirse de onlardan hiç bir şeyi karşılıksız beklemezdik. Onların  size verebildikleri  tek şeyleri vardı; " Saygı!! "

Yahudiliğin temel kurallarından biri Tsedaka vermektir. Tsedaka. tukçedeki sadaka'yla aynı kökten geldiği açıkça belli olan  bir kelime.  Sanırım Türkçe'ye arapçadan giren kelimelerden biri bu... Dinlerde hayır yapmak alışkanlıkları olduğuna göre, bu kelimenin, Müslüman bir ülkenin lügatına, o dinin ana lisanından girmesi doğal tabi.

İnsan yaşamına en çok değer katan şeylerden biri, birilerine yardım edebilmektir. Kendinizden birilerine verdiğiniz sürece hayat her zaman daha anlamlıdır.  İnsanın elinde iki sandwich varsa, ve karşıdaki kişi de açsa ikisinden birini ona vermek en doğal harekettir,  Başka bir seçenek yoktur.

Dün akşam hava karardıktan sonra ille aklıma geldi. Çoktan beri satın almak istediğim kanvas tuval, ve resim yapmak için kimi boyalar.. Vaktim olduğunda, salondaki duvara kendi yapacağım bir resmi asmak istiyordum. Ama bir türlü atılım yapmadım.   Bizim eve üç beş kilometre uzakta, çok büyük bir dükkan açıldı. Orada herşey var.  Yanılmıyorsam, 2.000 metre karelik bir dükkan bu. Burada bir insanın günlük yaşamında ihtiyacı olan her tür ıvır zıvır satılıyor. Ve her yerde örneğin 20 şekel olan bir şey burada 10 ya da 15 şekel. Tamamen aynı mal, aynı marka çok daha ucuz fiyatlara satılıyor. Tabii çok kalabalık oluyor burası hep...

Akşam hava karardıktan sonra bana birden estiler..Tuval' i çoktan satın almıştım. Bu kez boyalara, kalemlere bakarım dedim. Aslında maksat biraz da yürüyüştü. Kulaklıklarımı taktım, lastik ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim ve yola çıktım.

Bir kaç kilometre yürümüş, kulağımdaki müzikle yeterince etraftan kopuk bir halde giderken, tam karanlık bir dönemece vardığımda, bir inşaatın hemen bitişiğindeki kaldırımdan karşı tarafa geçmek için nereye gideceğime bakınırken, yarı karanlığın içinden bir adam bana doğru yaklaşırken bir şey sorar gibiydi. O an kulaklıklarımı çıkardığımda adamın, maskesinin altından;  "Pardon !" dediğini duydum. Giyimi düzgün, görünüşü gayet derli toplu olan, otuz yaşlarındaki adam bana" Karnım aç, evde çocuklarımın yiyecek bir şeyleri yok!" dediğini duyar gibi oldum. İlk anda kulağımdaki kulaklıklar daha sonra caddeden gelen araba sesleri ve adamın yüzündeki maske, herşey onu duymakta zorlanmama nedendi. Ağır bir arap aksanıyla konuştuğunu farkettiğimdeyse birden heyecanlandım. Saniyeler içinde  tek düşündüğüm şey. " Ya beni bıçaklarsa!" fikriydi. Ya bu kuytu köşede birden aklına esip üzerime atlayıp bana bir şey yapmaya kalkarsa!" gibi düşünceler beni saniyeler içinde etkilerine aldılar.  Diğer taraftan, karanlıkta her yanına yaklaşan arap terörist mi olmak zorunda derken,  bana saldırmak isteyecek kişinin  sözüne pardon diyerek başlamayacağını söylüyorum kendime. Ancak son günlerde kimi artan saldırı olayları insanı paranoyak yapmaya yetiyor.  Omzumda asılı olan küçücük çantama elimi sokarak ona;  Bak ! dedim çantama elimi sokuyorum, avucuma ne gelirse senin tamam mı?  O da bana; " Tamam! " diyor.  Çantamdan elime gelen tüm bozuk paraları avuçlayıp onun eline bırakıyorum... Dudaklarının arasından; " Tanrı seni korusun!" kelimesi çıkıyor. Tanrı seni ve çocuklarını korusun. Bir Müslümanın duasına benden otomatik bir Amen geliyor. Kalp atışlarım yeniden yavaş yavaş düzene girerlerken, içimde adama karşı sıcak bir his beliriyor. Kendime, bak akşam akşam küçücük bir dua aldın. Aynı anda, beni saniyeler içinde arkada bırakan adama, " Tanrı seni de korusun !" diye sesleniyorum...

Neden bir anda bu kadar korktum ki bu adamdan. Son haftalarda birden artış gösterdi ya, bıçaklı saldırılar. Artan gerilim, bir şekilde geriyor herkesi...

Ve geçen akşam yine büyük bir olayın köşesinden zor dönüldü.  II. İntifada' nin başlangıç günlerini hatırlatan bir olay yaşandı geçtiğimiz gün Ramallah' ta. İki Hassedik Yahudi, arabalarıyla kendilerini Ramallah' in orta yerinde bulunca, bizim kuzenler ( Araplar )  tarafından çiğ çiğ yenmek üzerelerken son anda kurtarıldılar.

Öncelikle bir hatırlatma yapayım. Ramallah, tamamen Abu Mazen' in kontrolündeki Arap topraklarıdır. Orada asayişi sağlayan Filistin Özerk Bölgesi polisidir.

Bu iki " salak " oralara nasıl girmişlerse, Ramallah' in ana caddesinde bulduklarında kendilerini, vahşi bir ormandaki aç ayılarla karşı karşıya kalmış gibi,  birer yem gibi, ne yapacaklarını bilememişler.

Arabalarının etrafına bir anda doluşan arap gençler onların Yahudi olduklarını farkettikleri gibi saldırıya geçerlerken, bunlar cep telefonundan Israel acil güvenlik numarasını çevirmeyi becermişler.  Israel güvenlik birimleri, Filistin polisiyle anında irtibata geçince sayılı dakikalar içinde, Ramallah Polisi bu iki Ortodoks Yahudiyi, etrafta toplanan yüzlerce fanatiğin ellerinden son anda kurtarmayı başarmışlar. Arabalarını ateşe veren kalabalığın içinden Arap güvenlik ekiplerinin sayesinde hafif yaralarla çıkarılırlarken, Israel tarafındaki askerlere teslim edildiler.

Bu olay 2002' deki vahşetin aynısının bir tekrarı gibiydi. Eğer güvenlik birimleri hemen harekete geçmeselerdi, olacak buydu. Görüntüler korkutucuydular. O iki kişiyi oradan çıkardıktan sonra hala daha yangına verdikleri arabadan yükselen alevleri filme alanlar bundan bile zevk duyuyorlardı.  Onlar için büyük bir heyecandı bu.

Bunlar, iki sivil insanı, iki dindar yahudiyi, sadece kimlikleri yüzünden linç etmek istediler. Polisin yardımlarına yetişmeden suratlarına isabet eden yumrukların onları ne hale getirdiklerini gördüğünüzde bir adım ötesini hayal bile etmek istemiyorsunuz.

Bizi her an, her fırsatta eleştiren dünyanın,  bu insanların ellerine düşen Yahudilere neler yapabildiklerini bir kez gösteren yok. Israel'de yaşanan bu ve benzeri olaylar  dış basında hiç bir şekilde yer almıyor.

Filistinlilerse Apartheid ülkede, heryerde serbest geziyorlar ( normal olarak!!)

Neden onlar bizi gördükleri yerde, silahsız insanlara, gençlere, çocuklara ve kadınlara saldırabiliyorlar. Neden biz onlardan korkuyoruz?

Dün akşam yanıma gelen adam hepimiz gibi bir insandı. Onun hiç bir olandan suçu yok.  Tek suçu dilenmekti. Benden istediği paraya gerçekten muhtaç olup olmadığını bilmiyorum.

Bu bayram günlerinde parası olmayan, fakir olan insanlara. Size elini uzatanlara sırtınızı dönemezsiniz. Bayramları anlamlı kılan şey birileriyle paylaşmaktır. Sahip olduğunuz azıcık bir şeyse o azı paylaşmakta vardır bunun içinde.

Annemin çocukluğunda, mahallelerinde  çok dindar ve çok çocuklu ve de bir o kadar fakir bir Yahudi aile varmış. Annemin, çocuklarıyla sokakta oynadığı bu insanlar, fakirliklerine rağmen yine de çok neşeli kişilermiş. Baba ve anne evde dikiş dikerek geçimlerini sağlamaya çalışırlarken, gün gelir yemek yiyecek paraları bile olmazken zaman gelir eve giren bir kazançla sofralarını krallar gibi donatırlarmış. Ve ellerinde olan azıcık bir şeyi bile  paylaşmak bu insanlar için bir hayat felsefesiydi der annem. Her onların evlerine gittiğimde beni de sofraya oturturlardı. Tabaktaki fasulyeler çoğu su olan kabın içinde sayılı miktarda olsalar da ne farkederdi.. bir kase de anneme verirlermiş. Ve her  yemeğin ardından Tora' dan hikayeler anlatan babanın çevresinde toplanan çocukların yüzünde o loş odayı aydınlatan bir gülüş vardı der yine annem.

1948' de bu aile de Israel' e göç edenler arasındaydı. Yokluklarını birileriyle paylaşmaya hazır bir çok diğer fakirler gibi. Ellerinden varlıkları alınan bir başkaları gibi. En az yüz bin kişinin Israel' e göç ettiği zamanlardı o zamanlar.

Geride bıraktıkları ülkelerde varlık vergisini, pogromları, holocaustu yaşamış insanlar çok bu ülkede. Tek dilenen şey bizi yine başkalarına muhtaç bırakmayacak bir dünya. Az olsun ama bizim olsun.  Tek beklentimiz, terörden, savaştan, tehlikelerden uzak bir yuva!!

Ve bu ülkede, yanımızda bizimle bir toprak paylaşmak isteyenlerle bu yeri paylaşmaya hazır bir çok insan var. Yeter ki onlar bizim varlığımızı reddetmesinler. Yeterki bizi yok etmek sözünden dönsünler.

Tek bir hayal var ki, sizi ancak bu hayal daha cömert yapabilir. Gelecekte artık savaş olmaması için, silahları bırakabilmek için tek sihirli çözüm onların ellerine düştüğümüzde bizi parçalara ayıracakları korkusundan kurtulmak.

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak!!








2 Aralık 2021 Perşembe

Sistemin yargıladığı masumlar

  

                                                 

Hayatınızda hiç size çok yakın olan bir insanın yaşadığı tecavüz olayını anlattığı oldu mu bilmem. Geçenlerde samimi bir arkadaşımın bir dostu, ona tecavüze uğradığını anlatmış. Otuz iki yaşında olan genç bayan geçen yıl hiç beklemediği bir şekilde, kendisinden yardım beklediği bir insan tarafından tecavüz edilmiş. Kadının bu olaydan beri büyük bir travma yaşadığını, bunalıma girdiğini söylerken, adama karaşı açtığı mahkemede yaşadığı olayı anlattığında,  savcının ona adeta suçlu olan kendisi imiş gibi sorular yönelttiğini, sistemin düşenden yana olmadığını hissettiğini söylüyordu.  

Bir an için o genç bayanın yerine koydum kendimi. Gerçekten inanılmaz bir durum bu. Meditasyon seansları için gittiği yerde, ona rehberlik yapan kişinin bir kaç seans ertesinde genç kadının ırzına geçmiş olması!! 

Kadının açtığı dava boyunca karşı tarafın gerçekten suçlu olduğunu ispat etmek için çok zorlu bir süreçten geçmek zorunda kalması son derece üzücüdür. Arkadaşım isyan ediyor çünkü o bukişinin doğruyu söylediğini biliyor. Bir de farklı durumları düşünelim. Bir çok gerçek tecavüzün yanında, mahkemeler, üzerlerine iftira atılanların, masum oldukları halde suçlu  duruma düşürülen erkeklerin davalarıyla da sık sık karşılaşıyorlar.

Benim en çekemediğim durumlarsa, örneğin, Amerika'da Eyalet Başkanlığına, ya da ABD Başkan adaylığına isimlerini koyan politikacılara, onlara adeta engel olmak isteyen birileri varmışçasına birden bire açılan cinsel taciz davalarıdır. O günlere dek susan kadınlar birden bire sanki akıllarına gelmiş gibi; "Yirmi beş sene evvel, bana büroda tecavüz etmişti!"diye konuşmaya başlarlar. Peki şimdi mi aklına geldi?? Bu kadar sene neredeydin? diye düşünmez mi insan. Neden şimdi??!

Ve bir çok defa hınçlarını alamayan, kendilerini reddeden erkelerden intikam almak isteyen, bazen zengin bir iş adamından para sızdırmak için iftira atan kadınlar da yok mu?!  Böyle yalanlar, gerçekten cinsel taciz ya da tecavüz yaşamış diğer kadınların davalarına gölge düşürüyor. Zarar veriyor. Bu genç kadının mahkemesinde de, savcının kadının sözlerine bir çırpıda inanmamasının tek sebebi budur. "İftira"atılan erkeklerin sayısı da yeterince fazladır.

Bazı davalarda ise durum kadının kendisine tecavüz eden kişinin kimliğinde hata yapmasına   varabilmektedir..Dün buna örnek bir dava dünya basınında yer aldı.

Dünya mediasına yansıyan dava; Amerikada 1981 yılında New York Eyaletinde yaşanmış bir tecavüz olayıyla ilgili... Herşey bundan kırk yıl önce yaşadığı tecavüz olayını kaleme alan Amerikalı Yazar Alice Sebold'un, Lucky isimli "Anı türü kitabının  Netflix tarafından filme alınması kararıyla gündeme gelmiş.

Yazar Alice Sebold, 1981 yılında, yaşadığı New York Şehri'nde, evinden okula yürüdüğü bir gün,  Syracuse University, Kampüsüne doğru giden tünelin içinde eli bıçaklı bir adam tarafından tecavüze uğramış. Kendisine tecavüz edilmesinin hemen ardından okul polisine giderek başından geçenleri olduğu gibi anlatmış.   Sebold, polis soruşturmasının başlamasından beş ay sonra, bir gün kampüse giden yolda, aynı mekanda karşısına çıkan  Anthony Broadwater'in kendisine tecavüz eden kişi olduğuna inananarak onu polise bildirmiş.

Polis, olay günü  denizci olarak bulunduğu hizmetinden, hasta babasıyla birlikte olmak için izin alan, 22 yaşındaki Anthony Broadwater'in Sebold'a saldıran kişi olabileceği ihtimaliyle, başka zanlılarla birlikte Alice Sebold'un karşısına tespit için çıkarıyor. Alice Sebold'un karşısında dizili olan zanlılar arasından onu seçememesine rağmen, kimi "sözde delliler" ışığında onu yine de tutukluyor.

1981 yılında 16 sene hapis cezası alan genç adamın, hapisten çıkacağı güne dek masum olduğu konusundaki yalvarmalarına ve iki kez yalan makinesine girmeği kendisinin teklif etmesine rağmen 1998 yılına dek hapiste tutuklu kalmış.

Serbest bırakıldığı günden beri kendisine konulan tecavüzcü etiketini temizleyemeyen bu masum adamın hikayesini filme uyarlamaya karar veren Netflix'in anlaştığı yapımcı Timothy Mucciante senaryoyu okumak istediğinde,  yazar Sebold'un kitabındaki olayla, senaryo arasında birbirini tutmayan şeyler olduğunu farketmiş.

Daha sonra yazarın kitabında, olayı anlattığı birinci bölümle,  ikinci bölümdeki polisin suçluya yönelttikleri suçlamalar arasındaki anlatılanlarla birbiriyle örtüşmeyen şeyler olduğunu gördüğünde Timothy Mucciante filmi sahneye  koymaktan vazgeçerek bunun yerine olayı araştırmaya karar vermiş. Ve tuttuğu özel dedektif, polisin ve mahkemenin masum bir insanı geçerli hiç bir delil olmadan hapise attıklarını kanıtlamış.

22 Kasım 2021'de, olaydan  kırk sene sonra aklanan Broadwater'i "Lucky" adli  kitabında Alice Sebold   şöyle anlatıyordu; " Mahkeme duvarının arkasındaki camın ötesine baktığımda, bir an ismimle hitab ederek beni öldürmeyi arzu eden bir çift göz görüyorum! " .....

Karşısında duran bu zavallı insanı bilmeden  bir kez daha infaz ediyordu yazar!!! Sebold'un kitapları bestseller olarak satılırken, o ifadelerdeki satırlarda Anthony Broadwater'ın acısı kat kat büyüyordu!!!

1998'den beri serbest olmasına rağmen, topluma karışamayan, bulunduğu şartlarda bir aile kurmayı göze alamayan, tüm hayatı ellerinden alınan bu insana kaybettiği senelerini kimsenin geri veremeyeceği açıktır.

Daha düne kadar,  ortaya çıkan gerçeğe karşı hala susan yazar Alice Sebold, sonunda çok üzgün olduğunu açıklamış. Yazar, olayda "ırk" olayının mutlaka bir unsur olabileceğini de kabul etmiş.  Yayınevi ise, bir masumu suçlayan kitabın satışına kırk seneden sonra son verileceğini yayınlamış.

Bugün 61 yaşında olan Anthony Broadwater, eşiyle anne baba olmak şansını artık kaybettiklerini söylüyordu!!

Polis ve mahkeme, yanlış zamanda yanlış yerde bulunan bir insanı suçsuz yere tutuklayarak kendi üzerindeki sorumluluktan sıyrılmıştı. Siyah olan bu insan, toplumun daha zayıf olan tarafında kalmış olmanın bedelini ağır ödemiştir.

Masum oldukları halde, kendilerini savunamayacak kadar yetersiz kalan insanların başkalarının yerine kurban edilebildikleri gerçekleri insanları ne kadar rahatsız ediyor acaba?

Yetkililere olan güvenin sıfırlandığı bir çok olaydan sadece biri  bu. Olayın ünlü bir yazarın başına gelmiş oluşu ve bu tecavüzü kitaplarına yansıtmasının getirdiği sansasyon birilerinin kafasında bir şeylerin değişmesi için daha çok çaba harcamak zorunda olan insanlığa bir ders olmuşmudur bilmiyorum..

Ayrıca yazara tecavüz eden gerçek suçlunun kim olduğu da tespit edilmiş. Yazar Sebold'un ardından bir tecavüz olayı daha gerçekleştirdikten sonra tutuklanıp seneler sonra serbest  bırakıldığı da ortaya çıkarılmış.

Böylesi asılsız suçlamalar  erkek egemen dünya'da sık sık yaşanan saldırılar, cinsel tacizler ve tecavüzlerin ardından kadınların kendilerini savunmakta daha da zorlanmalarına sebebiyet veriyor.