28 Kasım 2021 Pazar

28/11/2021

Bir kez daha geldi mucizeler bayramı

Bugün pazar, bir çok ülkede bizim için geride kalmış olan  haftanın son günü bugün. Israel'de ise yeni bir hafta başladı bile.  Dünyanın bir yerlerinde insanlar, haftasonunun keyfini çıkarıyorlar. Kimileri aileleriyle birlikte dağ tepe geziyor, kimileri piknikte, bazıları kayak yapıyor. Güney yarım kürede denize girenler, sörf yapanlar var.. Aralık ayına sadece iki gün kala, kuzey yarım kürede karlı günlere doğru giden soğuk ülkelerde, kışı karşılıyor insanlar. Küçük çocuklar paltolarının içinde ısınmaya çalıştıkları yeni bir sabaha merhaba derlerken, en sevdikleri şeyleri yapmaya hazırlanıyorlar anne babalarıyla. Israel'de ise güneşli, sıcacık bir günle birlikte, ders zili çoktan çaldı bile.

Ama olsun bu akşam burada bayram. Bu geceden itibaren Hanukkah başlıyor. Sekiz gün sürecek yeniden. Her sokağa, her meydana, her cadde ve tüm şehirlere yerleştirilmiş Hanukkiya'ların birinci kolları bu gece yanacaklar. Her gece bir kol daha ışıklanacak. " Işıklar Bayramı "böylece sekiz günde tamamına erecek. Her yerde, evlerin pencerelerinden dışarıya bakan mumlar da bu şenliğe iştirak edecekler. Ve her gece bir aile, bir dost, bir arkadaşın evinde birlikte söylenecek şarkılar ve yenilecek çöreklerle sevinecek buradaki insanlar.

Fakat hiç bir şey mükemmel olmuyor. Tam koronayı arkada bıraktık hissiyle yaşarken tekrardan başını kaldırıp bir canavar gibi kükrüyor bu virüs!

Ama olsun,  işte şimdi tam zamanı, yeniden ve bir sene ve bir kez daha, usanmadan, yılmadan inancını kaybetmeden dualar etmenin zamanı.... sevdiklerimiz 💓 , ailemiz, dostlarımız, dünyamız için.. Beklenmedik mucizeler için. İnancımızı kaybetmediğimiz sürece daha olumlu olacağını unutmadan dua edelim. 

Kaybedilen dengelerin, sağlık ve huzurun bizlere geri dönmesi için. Savaşın ve kötülüklerin içimizde ve dışımızda sona ermeleri için. İyilerin kötüleri alt edebilmesi için. Hiç bir zaman yakalamayı beceremediğimiz adil dünyanın gelmesi için. Herkes için dua edelim bu gece!

Sonra, o yeni yeni çıkarılan hikayede olduğu gibi, Kotel'e koyduğumuz küçücük kağıtlardaki dilekler gibi yine bir kağıda dilek yazıp son gün Hanukkiya'nın kolları arasına iliştirmeyi unutmayalım. Ve sonra,  gelecek yıla kadar dokunmayacağımız o kağıtlardaki duaların birer mucizeye dönüşmelerini bekleyelim.

Hag Urim Sameah!

 

 

27 Kasım 2021 Cumartesi

Hayat bir gün yeniden eskisi gibi olacak mı acaba??

 İnsanlığın son zamanlardaki en büyük mücadelelerinden birine tanıklık eden bizler, pandeminin başladığı ilk günlerden bu yana iki seneyi arkamızda bıraktık.  2020'ye Koronanın gölgesinde başlarken bu krizin bu kadar uzun süreceğini tahmin ediyormuyduk? Hala tedavi edilemeyen bulaşıcı bir hastalık ve hükümetlere baş kaldıranlarla birlikte ekonomik belirsizliklerle karşılayacağımız yeni bir sene olacak, 2022 senesi....  

Dün bir turizmci konuşuyordu televizyonda.  Hollanda, Avusturya, Belçika ve başka kimi ülkelerdeki son durumlardan haberi yok gibiydi. Kadına göre; "İnsanlar kapanmanın bir çare olmadığını görmüşler sözde.

Kadın  günlerdir haber dinlememişti sanırım. Son durumları internetten de okumamış gibi. Kapanmanın bir çare olmadığını artık anladılar dediği Avrupa'nın bir çok yerinde yeniden lockdown ılan edilen ülkelerden haberi yok gibiydi. Bir çok ülkede de yeniden acil kararlar alma durumu söz konusu.

Ama belki kadın ekonomiyi düşünüyor. İnsanlar aç mı kalacaklar, ne yapacaklar?  Bu şekilde ne kadar zaman devam edilebilir??

Diğer taraftan bir doktor, koronanın grip virüsü gibi aramızda kalacağını söyledi. Bu yeni bir haber değil tabi. Ancak, her an yeni yeni variantlar ortaya çıkarken aşının bir yerden sonra işe yaramadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.   Grip virüsü sadece aylar içinde farklı farklı variantlar geliştiriyor mu bilmiyorum ama sonuçta  grip aşısı bir sene insanları korumaya yetiyor. Şimdilik yapılan korona  aşısını bir kaç ayda bir yenilemeleri gerekiyor. Bize aşıladıkları maddenin yarattığı bağışıklık çok çabuk etkisini kaybediyor. Burada dördüncü aşının birazdan şart olmaya başladığı konuşuluyor şimdi. Her üç beş ayda bir aşı olmak ne demek? Bunun bizim sağlığımıza neler getireceğini kim biliyor?

Esas sorun bu son variant!! Bugünlerde yayılmaya başlayan yeni tip korona Israel'e girmiş bile. Ve aşılar bu varianta karşı daha az etkili deniyor. Gerçi herşey daha yeni. Emin olunan hiç bir şey yok. Şimdilik ülkeye giren bir kaç kişide bu virüs bulundu. Histeriye kapılmaya gerek olmadığını söyleyen yetkililer insanları yatıştırıyorlar. Problem aşı olmayan kitle ve bu kitle yüzünden aşılı olanların arasında da daha fazla yapışma olasılığının ortaya çıkması..

Bu yüzden çözüm aşının ötesinde bir yerlerde.. Koronaya karşı etkili bir tedavi bulunmadan insanlık rahat bir nefes alamayacak gibi görünüyor! Ve bu ne zaman mümkün olur, işte onu bilmiyoruz?!

Batya R. Galanti

26 Kasım 2021 Cuma

Eşitlik sorumluluk almakla başlar


Dün uluslararası platformda,  " Kadınlara Şiddete Hayır"  toplumsal bilinçlendirme, somut adım arayışı ve uyarı günüydü. Tüm dünya'da bu konunun işlendiği paneller oldu.

Aslında, normal ülkelerde, bu sorun her zaman gündemi koruyor. Ancak dün bu problem medya'da en üst başlıklara taşındı bir kez daha.

Konu belki sözde hep  gündemdeyse de zaman pek bir şeyleri  değiştirmemiş görünüyor. Cinsel taciz ya da kadına şiddet konusunda bugünlere dek hiç beklemediğiniz yerlerden, kişilerden hiç beklenmedik süpriz şeyler çıkmaya devam ediyor. Her defasında yeniden daha şaşırıyoruz. Eline koluna, orasına burasına hakim olamayan erkekler her yerdeler. Kimileri kadınları box çuvalı zannederken, bazıları canları çektiği kadına el atmakta problem görmüyor. Utanma duygusu olmayanlar sandığımızdan çok daha fazlalar toplumda. Ne her yere yerleştirilen kameralar, ne akıllı telefonlar, ne çevredeki insanlar.....bazılarını hiç bir şey durdurmuyor.

Üniversitelerde, iş yerlerinde, hastanelerde, ibadet yerlerinde, Cumhurbaşkanlığı konutunda bile(!) hatta bir çokları kendi özel hanelerinde karşımıza çıkabiliyorlar.

Çocukluğumda, hatta gençliğimdeki  sabit fikirlerimden birine göre kadına şiddet  ve cinsel taciz hep cahillik ve kapalılıkla ilişkiliydi. Yakın çevremde kadına şiddete tanık olmamıştım. Yakınlarım ya da tanıdığım insanlar kadınlarına şiddet uygulamıyorlardı. Türk toplumunda, sanki hep daha bağnaz insanların içinden  bu tip şiddet ya da cinsel taciz haberleri gazetelere, televizyonlara çok daha sık yansıyordu. Ve bu beni yanıltmişti iyice.

Sonuçta kapalılık ve cehalet, ve bazı gelenekler ve töreler insanları gerçekten kimi davranışlara daha açık duruma getirebiliyor.  Arap toplumlarında, İran'da ya da  Afrika ülkelerinde kadınları toplumdan koparan kültürel yapının bu tip olayları çok daha fazla yaşaması doğaldır. Ve kapalı toplumlarda kadınların kendi haklarını savunamayacak kadar aciz bırakıldıkları da sır değildir.

Cinsel taciz ve şiddete karşı hala yeterince yapılmayan şeyler olduğunu biliyoruz.  Kadınlar her defasında  sokaklara çıkmaya devam ediyorlar. Pankartlarla. bağıranlar, seslerini ellerinden geldiğince yükseltenler yine meydanlardaydılar dün. Benimse gözüme bir kez daha çarpan bir şey söz konusu. Bir çok konuda olduğu gibi, göstericilerin çoğu yine madur durumda olanlar. Yani sorunu yaşayanlar sokaklardalar. Fakat, birilerini madur duruma sokan aktif taraf diğerinin çoğu yanlarında değiller. Meydanlarda toplananlar neden hep kadın???? Bu sorun sadece bir tarafın sorunuymuş gibi davranıldığı sürece insanlar buna bir cevap bulmaktan uzak olacaklar. Erkekler neredeydiler dün? Bunca kadın arasında kaç erkek vardı ? Sorun böylece hep aynı noktada başlıyor. Demek bir taraf diğerini sonuna kadar desteklemiyor! Gerçekten eşitlik bu şekilde mi olmalı??

Bugün, cinsler arasındaki eşitlik için sonuna kadar mücadele eden kadınların,  yaşadıkları medeni toplumlarda bile  kadınlar hala kimi temek hakları ve güvenlikleri için sokaklarda seslerini duyurmak ve savaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

Fiziksel kuvveti, problemli bir ruh yapısıyla biraraya gelen erkeğin kadına karşı kaldırabileceği ele dur demekte zorlanıyor insanlık.

Bu tip şeyleri ne iletişim çağı, ne eğitim, ne tedavi ne de cezalar durduramıyor sanki. Dünya varoldukça, yaşam devam ettikçe  şiddete eğilimli erkekler kadınlara karşı güç kullanmaya ya da tacize devam edecekler gibi geliyor bana...


25 Kasım 2021 Perşembe

Yaffo'da ufak bir gezinti yapsak..


Beş bin yıllık bir liman şehri Yaffo...Her daim birilerinin yaşamış , mekan tutmuş olduğu,  Ortodoğunun,  Akdeniz kıyılarının tüm özelliklerini yansıtan havasıyla...ılıman iklimi ve kimi sessizliği, kimi patırdısı,  kimileri insan seline karışan çarşısıyla....deniz şeridindeki çogu Arap restoranları ( balık ya da pizza vs... )  ve .....eski kayıklar ve yine yıpranmış eski püskü, bakımsız balıkçı teknelerinin beklediği küçücük koyuyla, ilerideki modern şehire ( Tel Aviv ) merhaba dediğiniz bir yer burası. Kimi günler insanların hınca hınç doldurduğu aynı kıyıda kendi halinde kalmak için adeta yalvaran, denizin hemen yanında yanlızlığı ararken, kendini bu hiç susmayan yerde bulan Rum Ortodoks manastırının yelkencilik okulunu da hemen yanında buluşu Yaffo'nun karmaşık yapısının bir başka yansıması gibi,
Bu yerleri bugünlere dek terk etmemiş nüfusuyla Araplar Yaffo'ya özellikle damgalarını vururlarken, yine  Yahudiler ve Yaffo'ya ya da Israel'e  farklı bir renk katan topluluklarından biri olan Hıristiyan Araplarsa iki toplum arasında kalan özellikler taşırlar sanki.  Bir yerde kendilerini Arap toplumunun ayrılmaz bir parçası hissetseler de, inançlarının onları diğerlerinden büyük oranda ayırdığı gerçeğini de görmezden gelmek mümkün değildir. Birileri her zaman daha kapalı daha muhafazakar kalırken diğerleri giyimleri, tarzları ve hayat felsefeleriyle başka bir insan olarak ortaya çıkıyorlar. Arap-Israel kavgasındaki kesin tutumlarını bilmekse zor. Yine Arapça konuşan ve bu topraklarda diğer Araplarla ortak bir geçmişi paylaşan, dini ayrıcalıkları dışında bir çok açıdan aynı olan bu insanlar, Yahudilerin ülkesinde herhangi bir Arap ülkesinde hiç bir zaman elde etmelerinin mümkün olamayacağı bir serbestliğe sahip olduklarını da biliyorlar. Onlar aslında kendi huzurları için genelde çekimser kalmayı tercih edenlerden.
You Tube'ta Israel'in farklı köşelerinden çok hoş video çekimleri paylaşan bir YouTuber buldum bir süredir. Israel'i ziyaret etmek isteyip, belli sebeplerden buralara gelmeyen ya da gelemeyenler için bu küçücük savaş-barış arası ülkeyi tanıtan görüntülerini zaman zaman paylaşmayı seviyorum. Aslında bunu arzu eden kendisi de yapabilir. Ben yine de kendi seçtiğim çekimlerle sevdiğim görüntüleri blog'uma koymaktan hoşnutum.
Buradaki çekimlerde, Yaffo'nun denize bakan dar sokaklarındaki evler ve yine Yaffo'nun denize bakan büyük parkı görülüyor.
Yaffo'daki evlerse inanılmaz pahalılar. Yaffo son senelerde çok aranan bir yer olmaya başladı. Sahip olduğu özel konumu buraya bambaşka bir değer veriyor. Bu yüzden buralarda bulunan kimi bauhaus'lara, kimi renove edilmeyi bekleyen eski evlere verilen fiyatlar inanılır gibi değildir. .
Aslında, Israel'deki en güzel evlerinden en yıkık dökük dairelere, mülk fiyatlarını duyanlar hayretlere düşebilirler.
Sanırım bu ülkenin genel pahalılığı yüzünden ve topraklarının çok geniş olmaması nedeniyle Israel'de ev satın almak yeni evlenen çiftlerin en büyük zorluklarından biri oluyor. Hayat boyu satın aldıkları evin kredisini ödemek için çalışan insanlar var burada...
Yaffo'' daki evler dünyanın en şık evleri olmasalar da, bulundukları mekan açısından özellikle daha da bir pahalılar. En basit bir evin fiyatının bir kaç milyon dolar olduğu bu yerlerde yirmi sene evvel ev satın almak çok daha kolaydı...
Her km karesi bu kadar değerli olan bu yerlerde yaşayan insanların bugün en çok aradıkları şeyse sadece huzur ve kafa  dinlemek.



 

 Herkesin idealleri farklıdır diyordum geçen gün...

Geçen gün yazdığım yazıda, Kudüs'teki Arap çarşısı'nda daha 16 yaşındaki bir Arap gencin, iki güvenlik görevlisini yaraladığı olayı anlattım. Hani bu genç gerçekleştirdiği terör saldırısı öncesi arkadaşlarına son mesajında, kalp emojileriyle son verdiği sözlerinde;  "Beni iyi şeylerimle hatırlarsınız umarım!"  diyordu.

Bu çocuğun kafasında, ideallerinin peşinde önüne çıkacak ilk kişinin canını alacak kadar büyük bir hedefi vardı. Kendini bu yolda feda etmeye hazırdı. Kendince bir idealistti bu insan.

Birimizin ideal olarak kabul ettiği bir hedef bir başkası için, hatta çoğunluk için bir kıyamet kadar korkutucu olabilir bazen!!

Beynimizin ve ruhumuzun derinliklerinde çocukluktan şekillenen görüşler vardır. Gözlerimizi hayata açtığımız andan itibaren dünyaya bakışımızı şekillendiren insanlar vardır. Bizi eğitenler, bizim ilk hayat görüşümüze damgasını vuranlar.....ve başladığımız yolda bizim beynimize, yakınlarımızın, öğretmenlerimizin ya da kimi dini liderlerin yükledikleri bilgiler mevcuttur. Onlar tarafından bize resmedilen bir hayali dünya vardır. Bu hayali dünya bizim ilk fikir dünyamız, ilk inancımız, ilk hayat görüşümüz  olarak ortaya çıkar. Ve bu dünya hakkında ilk fikirler, düşünceler ve hisler bizde belli bir duygu oluşumunu da meydana getirirler. Böylece daha çocukluğumuzda bir ideal ya da idealler oluşturmaya başlarız.

Aslında ideal ve idealist iki farklı şeydir. Bir idealler vardır, bir de idealist insanlar. İkisi her zaman beraber olmayabiliyor. Her insanın idealleri vardır ama her insan idealist değildir. Çünkü, idealler sadece  hayalimizdeki kurduğumuz kimi hedeflerdir. Ve hayat boyu, kendimiz için ideal gördüğümüz bir şeyler hep vardır. Hepimizin hayalleri vardır. ve kimilerimiz için kafamızdaki hayallerimiz ille de çok uzaklarda olmayabiliyorlar. Kimileriyse çok daha büyük boyutlarda hayaller kurarlar.

İdealist olmak için bir parça da hayalperest olmak lazım sanırım. Biraz hayalperest, biraz romantik ve  en çokta realist olmak lazım. Eğer hayallerinizin gerçekle bağlantıları tamamen kopmuşsa bu hayalleri yaşamın içine geçirmek nasıl mümkün olabilir ki?!!

Bazı insanlar sormadan soruşturmadan, daha fazlası için çaba harcamadan bu ilk ideallerin peşinde giderler. Kimileriyse bazen farklı dünyalar, farklı yollar ararlar kendilerine.

İlk gençlik yılları bir yerde insanların en çok ideal peşinde koştukları zamanlardır. İnsanın en enerjik olduğu bu zamanlar herşeyi herkesten daha iyi bildiğine inandıkları zamanlardır. Kafasının dikine gitmeye meyilli de olunan bu dönemde en büyük idealleri kendine bir anda hedef olarak görebilir insan. Körü körüne de olabilse farketmez!!! Onları durdurun durdurabilirseniz!!

Uzak ya da gerçekleşmeleri zor olan hedefler belirleyip o hedeflere ulaşabilmek tamamen ayrı bir sanattır, zekadir, cesaret işidir ve azim gerektirir. Eğer bu hedefler bir de sadece o insan için değil toplum için de bir hayal iseler boyutları da bu şekilde büyürler tabi. Bazıları hedeflerinin peşinde yaşadıkları topluma bazen de bunu da ötesine savaş açacak kadar genişletirler ideallerini!!!

Gençliğimizde ideal gördüğümüz bir çok şeyin  daha ileriki yıllarda sadece kafamızı dolduran bir diğerlerinin saçmasapan hikayeleri olduğunu da kavrayabiliriz. Kimi gençlik idealleri daha sonraları en büyük hayalkırıklıkları da olabilirler. Fakat iyi ya da kötü anlamda bu dünyayı değiştiren itici güç o ilk hayallerdir çoğu zaman. Sonunda kimileri için  pişmanlığa dönüşselerde.

Filistinli genç çocuk, Kudüs'teki çarşıda etrafına bıçakla saldırdığında kafasında bir hayal, bir ideal vardı.  Halkının özgürlüğünü savunduğunu düşünüyordu, hayalinin daha yüksek boyutlarındaysa öldüğünde gelecek dünyada ulaşmayı hedeflediği huriler vardı. Realist olmaktan uzak ancak bir o kadar yıkıcı eylemlerin sonunda, onu yetiştiren mantalitenin kafasına koydukları yalanlarla büyüyen çocuğun romantizmi içindeki canavarı besleyecek kadar çarpıtılmış bir gençti bu. O ve onun gibi bir sürü idealist Filistinli gençler gibi. Belirledikleri hayali bir hedefe doğru körü körüne ölmeye hazır hale getirilen idealist gençler ellerine aldıkları bıçaklarla aldıkları masum canların arkasından karanlık bir sonsuzluğa göç ederlerken arkalarında sırada bekleyen bir sürü başka hayalperest gençleri daha bırakıyorlar.

Daha ideal bir dünya için daha farklı idealleri empoze etmeleri de mümkün aslında. Toplumları yöneten beyinlerin niyetlerinin ne olduğuyla yakından ilgilidir bunlar. Toplumu daha iyi bir yere taşımayı hedefleseler adım adım değiştirilebilecek şeyler var. Onlara daha çocukken  anlatılan masallarda başlayacak bir devrimdir bu.  Bıçak elinde yola çıkmak yerine, kalemle yazabilecekleri hikayeler sokabilselerdi  bu çocukların kafalarına, hedefleri farklı olabilirdi!!


Batya R. Galanti

24 Kasım 2021 Çarşamba

 

Bir Türk gecesi!!


Bir kaç hafta evvel bana bir mesaj geldi.  Geçen Cumartesi gecesi için.  Bir Türk Gecesi düzenliyorlardı Israel'de son bir kaç senedir iyice genişleyen büyüyen cemaatimiz. Erdoğan Cumhuriyeti'ni bırakanların geldikleri Israel'de zaman zaman bu tip geceler,  bazen konferanslar ya da tiyatro ve kermes gibi şeyler organize ediyorlar çoğu yeni gelen göçmenlerimiz.

Bu insanların bir çoğu ayrıca aynı şehire yerleştiler. Israel'in merkezinde, güzel denebilecek, pahalı sayılan  şehirlerinden birini seçtiler Türk Yahudileri kendilerine. Söylenene göre, Ra'anana merkezinde bir Cuma öğleden sonra yürürseniz orayı bir Türk kasabası zannedebileceğiniz şekilde Türkçe her bir taraftan kulağınıza çalınır olmuş.  Türkiye'de geçirdikleri son senelerden sonra burada artık mutlular deniyor. Eskilerde yaşamın çok daha kolay olduğu Türkiye'deki ekonomik çöküşün ve kendi kültürünü artık korumakta zorlanan cemaatimizin son seçeneğiydi oraları terk etmek. Hiç inanamayacağım insanları birden burada buldum. Orada artık yaşam son derece güçleşince o çok aşık oldukları boğazı ve adayı bırakarak geldiler. Ve bugün bir çoğu burada olmaktan gayet memnun görünüyorlar. Hem işleri var, hem yanlız değiller.  Ve birarada oldukları sürece zorlukları atlatmak onlar için çok daha kolay. Aralarında birbirlerini destekleyenler bu tip gecelerle de sosyal yaşamlarına bir şekilde renk katmaya çalışıyorlar.

Bu işler böyledir. Ne kadar burası bizim evimiz deseniz de, burası Yahudi ülkesi olsa da sonuçta dilini henüz bilmediğiniz, yaşam ve davranış koduna kısmen yabancı olduğunuz bir yerde kendi köyünüzden (!) birileriyle biraraya geldiğinizde yine de daha rahat olursunuz.

Bu bir alışma sürecidir. Kimileri bunu çabuk aşar, kimileri için bir ömür sürer. Bazı özelliklerinizleyse  siz hep neyseniz aynı kalırsınız. Mesela ben seksen sene daha geçse Israellilerin kimi kaba saba hareketlerine alışabileceğimi sanmıyorum. Fazla duyarlı ve daha mesafeli olmaya alışmış olan bir insanın, genelde nezaket alışkanlıkları az olan, düşündüklerini tartmadan olduğu gibi söyleyen, oturup kalkmada pek kural tanımayan, savaşın ya da bir çok koşulların getirdiği etkiler yüzünden bazı şeyleri fazlasıyla serbest bırakan bir toplum içinde yeterinden fazla kibar kalması mümkün. Benim gibi insanlar da bulunsa da sanırım yine de benim gibiler Israel'e bir yerde tuz biber gibiyiz sanki. Tüm gelenlerin içinde buraya farklı bir renk getirenlerden biri olabilirim hala.

Neyse lafın kısası 25 senedir arkamda kalmış olan Türkiye'den her ne kadar çok şikayet etsem de orada kendi yetiştiğim çevrem ve ailemden, 28 sene bende iyi kötü bir kültürel etki oluştu mutlaka. Bir çok yönüyle eleştirdiğim bu kültürün belli izlerini taşıyan ben, 25 yıl yaşadığım Israel'de tamamen karma bir insan olduğumu hissediyorum. Hatta bir çok açıdan kendimi hiç bir yere tam olarak ait hissetmiyorum. Ne Türk gibiyim, ne de Israelli. Çok tuhaf bir şekilde tam olarak  ne gibi  bir kültür yapım olduğundan bile emin değilim. Sadece  kendimi her zaman farklı ortamlara  adapte etmeye çalışırken buluyorum. Böylece yeri geldiğinde kendinizi uzaylı gibi hissettiğiniz bile oluyor.   İçimde karma karışık bir kültür salatası var sanki.  Biraz öyleyim, biraz böyle, biraz da şöyle !!  Uzaydan gelmiş öylesine bir dünya vatandaşıyım artık ben.

Türkçe yazdığım için belki de en fazla türkçenin etkisi üzerimde hissedilebilir. Bu doğru. Ancak gün boyu neredeyse sadece İbranice konuşuyorum ben. İbranice iş yapıyorum, İbranice radyo dinliyorum... Diğer yabancı dillerimde de sürekli okuyorum, müzik dinliyorum ve televizyon seyrediyorum. Ve başka insanlardan, başka kültürlerden de yeterince etkilendiğimi de görüyorum. Hayranlık duyduğum sanat, sinema, müzik bilimum  degişik şeyler var, Beni ben yapan farklı taşlar, bir mozaik gibi işlemişler yapımı. Hiç biri değilim  ve bir anlamda sadece ben benim belki de!!!.................

Türkler çocukluğumun en yoğun parçalarıydılar tabii sonuçta. Onların içinden kimi elit tabakadan insanlarla iletişimim oldu, kimi orta direk Türkler ve sokaktaki insanla devam etmiş olan yüzeysel ilişkilerimle onlar beni dünyaya ilk taşıyanlardan oldular. Kimi anlamda belli bir mesafeyi koruduğum ama her gün birlikte olduğum insanlar.. Ve bir gün gelip tamamen arkamda bıraktığım bir toplum!!

Bu ülkedeyse kimi Türk kökenli ( tabii Yahudi!!)  arkadaşlarım oldu  bir zamanlar. Ancak bir süre sonra artık Türk kökenlilerle dostluk kurmamak kararı aldım. Beni bir anda hepsinden soğutan menfaatler hepsine sırt çevirmeme neden oldu. Uzun yıllar bir daha hiç biriyle görüşmedim. Ve Türklükten ve Türkçeden, ( annem ve yakın çevrem dışında) Türk Kültüründen yeterince uzaklaştım.

Son zamanlara dek. Birden buralara gelen kimi çocukluk arkadaşlarım oldu. Bir çoğuyla hiç görüşmesem de!!

Lafımı çok uzattım, Türk gecesinden bahsedecektim ben...

Daha önce de çağırdılar bir kaç defa, Yunan Gecesi, Latin Gecesi, Bouzouki akşamı, ve bazı aktiviteler. Ve ben gitmemiş, gidememiştim. Bu sefer  arkadaşım hadi Batya siz de gelin dedi ille.

Geçtiğimiz Cumartesine kadar o  geceyi düşünecek vaktim olmadı. O gün geldiğinde birden yüz iki yüz kişinin geleceği bu yerde çocukluğumdan beri hiç görmediğim kimi insanları görme ihtimalim olduğu aklıma geldi. Seneler sonra ilk kez belki de büyükada'da sokaklarda oynadığım, gençliğimde birlikte diskoteğe gittiğim birileri karşıma çıkacaktı, yirmibeş, otuz ya da kırk sene sonra.

Saçlarımda,  diplerinden merhaba demeye başlamış  kimi beyazları yok etmem gerek dedim. ( ( Bu işi çoktan kendim yapmaya alıştım  :)  ) Korona günleri gelip çattığından beri, kesmeye de başladım ben. Banyodan çıktığım gibi, ıslak taradığım saçıma  vurdum makası.  Hafif bir  perçe bile yaptım. Ve biraz da makyajdan sonra, süslendiğim,  özene bezene giyindiğim gibi kendimi geceye hazır hissettiğim an odamdan çıkıverdim. Koket değildim ama yine de hazırdım!!!

Yafo'nun ara sokaklarında bir yerlerde, eski bir binaya ait bir salondu bu kiraladıkları yer. Arabayı park ettiğimiz andan itibaren en az yarım saat bu yeri aramak zorunda kalacağımızı hiç düşünmemiştim.

Hafif topuklu ayakkabılarım gecenin serinliğinde ayağımdan fırlamak ister gibiydiler. Her adımda ayakkabı kendini salarken rahat yürümekte zorlanıyordum ama yine de bir başka taraftan gittikçe güzelleşen  Yafo'nun kendine özgü havasına dalıp gidiyordum. Her biri yavaş yavaş yenilenen binalar, her sokakta açılan yeni yeni cafe'ler, taştan yollarla bütünleşen eski binaların bazılarından gelen kimi Jazz, kimi Pop müziklerin etrafa yayıldığı dar sokaklarda çoğu genç insanların çıkardıkları köpekleriyle yanlarından geçerken acaba ben  partiyi boş verip ayakkabılarımı elime alıp yalinayak buraları keşfe mi çıksam diye düşündüm bir an.

Arkadaşımdan aldığımız telefona göre doğru yöndeydik. Ve beş dakika sonra, kapının dışına taşan insanların olduğu bir giriş gözüme çarptı ileride. İçeriden türkçe müzik geliyordu. Kapıda bekleyen sarışın bayana yaklaştığımda onu bir yerden tanıdığımı düşünürken, o da bana bakıyordu. Anlaşıldı daha bir iki ay evvel görüştüğüm bu insanı tanımamak için inat ediyordum yine ben. Hep olur bu bana,  Sonunda o bana, Batya gel buraya deyip sarılıp öpünce jetonum düştü.. Geceyi organize eden dostumu tanımamıştım bir an. Hadi girin dedi bize.

Yüksek duvarları olan bu salon bana sanki eski bir şarap mahsanını anımsattı birden. Aslında gün boyu kullanılmadığını tahmin ettiğim,  bu iki bölümden oluşan salonu çevreleyen yüksek pencereler ağır perdelerle örtülüydüler. İçeride birbirlerine bitişik olarak yerleştirilmiş daracık masalar tek kullanımlı örtülerle örtülmüş ve hepsi birbiri ardına sıralanarak vagonlar gibi dizilmişlerdi. Sıkış sıkış bir ortamdi. Düşündüğümden çok kişi vardı.

Girer girmez hemen gözlerim insanları tek tek incelemeye başlamışlardı bile. Kimler vardı acaba?

Okulumdan aynı sıraları, aynı dönemlerde paylaştığım iki bayanı gördüm. Biri hala eskisi gibi çok güzel duruyordu. İnsan hiç mi değişmez dediklerinizden  bir bayan. İnanamadım gözlerime!  Sanki Sainte-Pulcherie'de ne ise bugüne dek aynıydı. Orta boylu Türk insanının içinde upuzun boyu, sapsarı gür saçlarıyla göze batıyordu. Diğeriyleyse dokuzuncu sınıfta beraberdik. Çok şahsiyetliydi daha o zamanlardan. Ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan cinsten dediklerindendi. Yine öyle görünüyor. Ben daha aklım havadayken, onun ehliyeti vardı. Bazen onun arabasiyle dönerdim eve. Karşımızda otururdu. İkisiyle de sonunda birbirmizi görmezden geldik.

Bazılarını adadan hatırladım.  Hayat bir film gibi geçip giderken en son gördüğümde küçük bir kızdı bir tanesi. Tarzıyla, giyimiyle hala öyleymiş gibi dursa da orta yaşa gelmiş o da benim gibi.

Bir tanesi yanıma geldi birden kulağıma, "Batya'cim poponu kaşı, bu akşam çok hoşsun, !!" deyince güldüm. Dedim ya ben hani,  birisine iltifat yapınca Türkler ya Türk kökenliler nazar değmesin diye mutlaka vurgu yapmak alışkanlıkları vardır. İltifat tek başına gelmez hiç bir zaman. Poponu kaşı, hamsa hamsa ve bir sürü şeylerle o kişinin kötü gözden etkilenmemesi için unutmaz insanlar eklemeyi. Siz bunlara inanmasanız bile karşınızdakinin inanıyor olabileceğini düşünerek mutlaka, en azından..bi maşallah eklenir lafın sonuna..

Derken, çok a la turka olacağından çekindiğim müzik daha bir disko tarzı olunca biraz daha keyiflendim. Ve sonunda biraz dans,  biraz şaka ve biraz gülmeyle geçen akşam beni bir anda çok uzun senelerdir arkamda bıraktığım çocukluğuma götürdü sanki. Bizleri yirmili yaşlara taşıyan bir nostalji var gibiydi o gece. Çok uzun senelerdir,  çevremde herkesin türkçe konuştuğu bir topluluğun içinde bulunmamıştım. Türk Yahudi toplumunu ilk kez bu kadar rahat bir tarzda yakaladığımı da hissettim ( belki yanılıyorum )  Israel'de olmanın verdiği başka bir serbestlik te vardı sanki. Bir aile havası da ayrıca hissediliyordu. Eşim de sizinkiler eğlenmeyi biliyorlarmış dedi. İçilen içkiyle beraber hiç durmadan dans eden ve yüzlerinden gülüşleri inmeyen insanlar gördük. Vakit dolduğunda yanımdakilere bye bye derken ben, ortama biraz daha yabancı kalan eşim:  "Gelecek sefere arkadaşlarınla birlikte katılmak istersen sen benim için sorun yok! "diye akşama son noktayı koyan oldu.


Batya R, Galanti

Kimi demokrasi diye ağlar kimiyse  hayatı için savaşır..

Geçtiğimiz günlerde yazmıştım. İnsanlar buralarda bir defa daha korona arkamızda kalmış moduna girdiler diye. Halbuki bu virüsü kolay kolay arkamızda bırakmayacağımızı kaç kez söylediler bize.

İki hafta evvel gittiğim toplantıda ben bile unuttum bir an, koronayı da virüs'u ve de herşeyi!!

İnsan demiştim, yerine göre davranış, alışkanlık ve psikoloji geliştiriyor. Siz ne kadar dikkatli olsanız da yaşadığınız ortamdaki insanlar çok rahat davrandıklarında bir an geliyor, drama'dan, salgından ve hastalığın neler yapabileceği korkusundan herkes çıkabiliyor.

Türk Gecesi'nde kapıda bizi karşılayan organizatörler bize "Yeşil Kart"ı yani aşı olduğumuza dair belgemizi sormamışlardı bile. Bunu ben de sadece sonradan düşündüm. Özel bir organizasyon olunca,  Yeşil Kart uygulamasının getirdiği yükümlülükten kendilerini muaf hisseden, gecenin tertipliyicileri yeterince sorumluluk almadıklarının belki de farkına bile varmadılar. Ne ben ve ne de o geceye katılan o koca kalabalıktan kimse onları uyarmadılar bile. Ve içerideki o sıkış sıkış yerde, iki seneden sonra ilk defa öylesi bir kalabalığın içinde, kapalı bir ortamda, son derece yakın mesafede, hiç bir şeyi düşünmeden keyfime baktım bir kaç saat. Çünkü iki hafta önce Israel'de Korona çok aşağılardaydı. Artık sanki virüs arkamızda kalmış gibi bir psikoloji hakimdi. Fakat aslında aynı günlerde, Avrupa'da yeni bir yükselişe doğru gidildiğini okumuştum farklı sitelerde ve farklı ülkelerde. Ve bu yükselişin, yaklaşan yeni dalganın bizi es geçeceğini düşünmek aptalcaydı mutlaka.

Dün gece, haftalardan sonra ilk kez yeni bir dalgaya doğru gidildiğine dair işaretler olduğunu, günlük sayılan hasta sayısında gerçek bir yükseliş olduğunu açıkladılar burada.

Ve bu dalgayı önlemek için şu an atılan en önemli adım çocukları aşılamak. 

Hastalığın en çok yayıldığı yer okullar. Salgını durdurabilmek için, 5-12 yaş grubu çocuklara başlatılan aşılar tek çare!  Evet, dünden beri Israel'de çocuklar aşı olmaya başladılar. Ve doğal olarak ilk günlerin getirdiği bir çekimserlik söz konusu. İnsanlar başkalarının ne yapacağını beklemek ister gibi davranıyorlar. Her ilk gibi bu da çekingeler yaratıyor. Daha çocuklarını aşılatmaya getiren insanların sayısı çok düşük. Aşıların ilk bir kaç hafta çocuklara çok fazla yan etki yapmadığını görüp anlamak isteyenler çoğunluktalar. Ve tabii bu şekilde yeni bir dalgaya girmemek mümkün olmayacak gibi. Sonuçta çocukları için neyin daha iyi olduğundan kimse emin değil. Hastalanmaları mı yoksa aşı olmaları mı daha az kötü? Evet daha iyisi yok sanırım seçmek sorunda olduğumz iki şey var, ve bu seçeneklerin ikisinden biri kendimize göre kötünün içinde sadece daha az kötü olanı!!

Sonuçlarının, ileride yapabileceği yan etkilerinin tam olarak bilinmediği bir maddeyi çaresiz bedenimize sokmayı kabul ediyoruz, İlk anda bir yan etki yapmaması gelecekteki etkileri konusunda bir garanti vermiyor. Fakat bugün korona geçirmiş insanların zaman zaman ne gibi rahatsızlıklarla yaşamak zorunda kalabildiklerini de görüyoruz. Yaşamın bize getirdikleriyle hayatımıza devam etmek zorundayız. İyi ya da kötü.

En büyük sorun zaten, kendi kafalarının dikine gidip aşılanmayı reddedenler. Onlar hepimizden akıllı olduklarını düşünenler. Onlar söylenen her şeyi koyun gibi yapmayı reddedenler. Onlar bilgili insanlar (!) , Onlar, özgür, demokrat (?!) Onlar başkaldıranlar. Bu özgürluk için, boyun eğmemek için, başkalarının oyuncağı olmamak ve birilerinin kafalarındaki komplo teorilerine uygun rolleriyle onları sindirmelerine izin vermemek adına yemin etmişler (!). Kimseye boyun eğmiyorlar. Gebermek ve başkalarının katilleri olmak pahasına bugünlerde etrafı kırıyorlar.  Hollanda'da, Belçika'da, Avusturya'da!! Bisikletleri yakıyorlar.. Lockdown'a karşılar onlar. Kapanmamak, ekonominin daha fazla etkilenmesine izin vermemek için, aşı olmamak için direniyorlar....onlar bugünlerde milletin mallarını vandalize etmekle meşguller. Pandemi yetmezken bir de toplumsal kaos ortaya çıkıyor. Karsılıklı nefreti de getirir mi bu? Belki onu da  getirecek sonunda.

Onlara göre etrafı yakıp yıkınca herşey düzelecek!! Demokrasinin kafadan sakat bekçileri bunlar!! Özgürlük savaşçıları meydanlarda.

Bir de yazılan makaleler, çıkan istatistikler var. Batı'da demokratik değerlerin son bir kaç yılda tehlikeye girdiğini yazan yazılar. Bunun gerçek veriler olmadığını kim anlatacak bunlara. Birilerinin kafalarında saplantı olmuş, demokrasi. Demokrasi çok iyi, ülkelerin, halkların eşit ve özgür yaşadığı toplumlar en ideali gibi. Peki yaşamsal değerler ne olacak??  İnsan hayatı. Acil durum çanları çalarsa ne olur?

Böyle zamanda ortaya çıkarılan bilgiler ve istatistiklerle gençlerin kafalarında yaratılar yanlış intibayla nereye varmak istiyorlar kimi akademisyenler? Ben sadece küçük, halktan öylesine bir insanım ama mantığımı çalıştırmaya çalışıyorum sadece. Kimilerinin bizi yanlış değerlendirmelerle yanlış yönlendirmeler içine sokmalarına karşıyım. Batı'da her tür hareket büyük bir akıma dönüşebilir. Sonuçta birileri bu insanlara yaşanan durumun acil bir insanı dram olduğunu yeterince anlatmamışa benziyor. Onlar çok bildiklerini düşünüyorlar. Batı kendi özgürlüğünü kaybetme paniğine girdi. İnternet bir sürü komplo teorilerini de yayıyor. Ve derken kendini hastalıktan uzak gören, hormonları tavan yapmış gençler yaşam özgürlüklerini kısıtlamaya giden yönetimlere baş kaldırıyorlar.

Yakın, kırın, ülkeye, dünyaya zarar verin. Toplanan binlerce insanın içinde en çok maskesiz yaşlıları gördüğümde şaşırıyorum. Bunca senelik hayatlarından hala öğerenemedikleri ne kadar çok şey varmış diyorum. Çığlıklar içinde, birbirlerinin kucaklarında direnen onbinlerce insanın içlerinden kaçı bu virüsü yaymaya devam edecekler acaba??

Bizimse buralarda uğraştığımız daha önemli konular kafaları meşgul ediyor. Var olmak ya da olamamak gibi!! Bize pandemi hafif gelir demek istemiyorum, çünkü o da yeterince ağır. Ancak burada son günlerin en gözde konusu, İran ve savaş!! İki hayati krizle birden yaşamak durumunda olan bir ülke Israel. Biri virüs diğeri de virüs'ten beter bir mikrop. Biri bir kaç yıl sonra belki bitecek diğeriyse akılları durduracak bir öldürücü güce sahip. Sınırımız bile olmayan bu insanların bizden ne istediklerini anlamıyorum!!