19 Eylül 2021 Pazar

SUKKOT


Çocuklara çadırda yaşam hayalinden bahsetseniz nasıl da mutlu olurlar değil mi?  Çadır kurmak, çadırın içinde girmek ve çadırda uyumak.. Küçücük bir çocuktan kocaman insanlara kadar çadır bir maceradır.. Doğayla iç içe olmayı hatırlatır. Dışarıda kaldığınız bir akşamda sizi soğuktan koruyacak olan bir sığınaktır çadır .. Sıcakta, yorgun düştüğünüz bir anda, güneşi geçirmeyecek bir gölgeliktir... Ve çadır herşeyden evvel bir korunaktır.

Daha çok küçükken sanırım çoğumuz yatağımıza girdiğimizde bir anda aklımıza gelen bir şeyi yapardık....yorganın altında bacaklarımızı havaya dikerek bir anda kendimize özel, tek kişilik bir çadır kurardık. Ve bu şekilde yine bir anda yorganımızın altındaki kendi sığınağımızda belki de hayallere bile dalardık. Hele bir de elimizde bir el feneri olsaydı yorganın altında aydınlanmayı denerdik.


Kuzenlerimiz ya da en samimi arkadaşlarımızla birbirimizin evlerinde kaldığımızda kimi seferler çarşafları, örtüleri, bir yerlerden bulduğumuz uzun kumaşları alarak sephaların üzerini örtüp masanın altında kamp kurardık. Peluş bebekleri de içeriye doldurmayı ihmal etmezdik mutlaka..

Nedir bizi bu çadır mevhumuna bu derece yaklaştıran? Neden çocuk yaştan bir şeyin içine girip kapanmaktan böylesi mutluluk duyarız biz? Sanki kendimizi dış dünyadan koruyacak bir sığınak aramak olgusu gibi bir şey değil midir bu?

Belki de annemizin karnına bir geri dönüşün hayalidir bu çok sevdiğimiz çadırcılık oyunlarımız da?

Büyük serüvenlerden, deniz kenarında kurulan günlük küçük çadırların içinde uyunulan o bir iki saatlik uykuya kadar, insanların çadır maceraları da çeşitlidir...Ve en sevilen şeylerdendir çadır kurmak!!!

...............................

Kippur çıkışı sonrası,     Sukka'ların ilk temelleri Israel'in dört yanında,  evlerin girişlerinde, bahçelerde yerlerini almaya başlamışlardı bile...

Sukkah dediğimiz, dört tarafı çoğu zaman kumaştan , tepesiyse yeşilliklerden olan çardaklar, Sukkot Bayramının habercileridir...

Ne yani, yeniden mi bayram?

Evet!!

Çocukların çok sevdiği Bayramlardan biri dahageldi yine. Sukkot! Çadırları neden anlattım sandınız ki?  Çünkü çadıra benzer bir yapının inşaasıyla başlayan bir bayram var önümüzde! Yeniden aileleri, dostları biraraya getirmenin güzelliğini yaşatan bir bayram daha kapımızda.

Dört köşesi bezden, kumaştan duvarlarla oluşturulmuş çadırın tepesini süslemek kadar zevkli bir şey olabilir mi bir çocuk için? Ve çardak denen, çadır benzeri  şeyin içinde geceleri oturabilmek için küçük ampullerle burayı süslemek!! Ve akşam en sevdiğiniz insanlarla aynı çadırda birlikte en güzel yemekleri yemek ??

Bayramların her birinin ayrı bir anlamı vardır..

Bizde, Yahudilerin Mısırdaki esaretten,  özgürlüğe, katettikleri  kırk senelik yolculuğun anısıyla ilişkilidir bir çok bayram...

Tanrının Yahudileri, kırk yıl çöllerden geçirdiği zamanlarda, çardaklar altında yaşamalarının anısına yedi gün Sukkah'ların altında yenilen yemekler, geçirilen gecelerdir Sukkot bayramı..

Çöl sıcaklarında geçen zor yılları anımsamaktır Sukkot.. Yıllarca tepeleri aşarak katettikleri uzun yollarda, gündüz kavuran gece dinduran soğuklarda geçen senelerde, kuraklığın getirdiği  yokluğu Tanrının mucizeleriyle aşabilen bir kavimin, esaretten özgürlüğe hangi şartlarda ve nasıl kavuştuklarını insanlara bir kez daha hatırlatmak için kurulan  Sukka'lardır Sukkot.

Yarın akşam başlayacak bayramın hatırası kısaca şöyledir.

Moşe Rabbeinu'nun Yahudileri Mısırdaki esaretten çıkararak Kızıl Denizi aşıp kırk yıl çöllerde gezindiklerini anımsıyoruz bu bayram. 

Moshe,  Kenaan topraklarındaki şartları öğrenmeleri için bu topraklara 12 casus göndermiş. Ve bu 12 casus'tan sadece 2 tanesi geri döndüklerinde,  Süt ve Bal ülkesinin güzelliklerini anlata anlata bitirememişler.  12 casustan sadece Yeşuah Ben Nun ve Khalev Ben Yefune  buraların Tanrının Yahudilere vadettiği ideal topraklar olduklarını söylemişler. Geri kalan diğer casuslar ya buraların kuraklığından, ya da buralarda yaşayan başka halkların varlığından bahsederek Yahudilere uygun olmadığını iddia etmişler.  Bu yüzden de, Tanrının Avraam'a söz verdiği bu yerlere sadece Yeşuah ve Kalev'le birlikte olanlar girebilmişler, Eski Ahit'te yazan, yani Tora'da anlatılan hikayeye göre, diğerleri çölde telef olmuşlar!!

Moshe Rabbeinu ise Ürdün'de,  Moav'daki Har Nivo ya da başka bir telafuzla Nebo Tepesine son kez çıkıp Vadedilen toprakları yukarıdan izlediğinde yaşı 120'di ve Israel topraklarına giremeden çölde vefaat etmişti.

İki bin yıl sonunda, Israel'de Tora'da geçen bu hikayeleri yeniden hatırlamanın tek bir anlamı vardır. Yahudilere verilen özgürlüğün değeri!!

Ailece Sukkah'da yenilecek.. Evde ağırlanacak diğer sevdiklerimizle yeniden biraraya geleceğimiz yemeklerde, manevi bütünlüğü kaybetmemenin değerini de bir kez daha hatırlamak bizim için önemlidir!!

Ve her Sabbat masasında olduğu gibi, çardağın altında misafir ağırlaryarak, Mitzva kazanmanın güzelliğini de hatırlamak bir kez daha önemlidir!!

Evinizi böyle günlerde ne kadar çok yanlız insana açarsanız o kadar büyük bir sevap kazanacağınızı hatırlayın lütfen! Kimsesiz insanları, yaşlı karı kocaları, tek başına yaşayan genç bir askeri evinizde misafir ederek  bayram gecesinde onlara yanlız olmadıkları hissini yaşatmak kadar büyük bir sevap olabilir mi?

Bayramlar, dini günler ve kimi ritüeller gittikçe modern insanların yaşamlarındaki yerlerini kaybediyorlar. Modern hayat insanlara bambaşka bir yaşamı öğretiyor. Daha endividualist, daha kendi başına buyruk, daha özgür!! Bunlar kısmen olumlu şeyler. Kişinin kendi adına istediği gibi yaşayabilmesi güzel. Fakat modernizmin getirdiği yabancılaşmayı sınırlamakta biraz fayda yok mu acaba? Kimi değerleri, kimi kendimizden vereceklerimiz adına korumak önemli değil mi? Liberal bir hayatın arkasında kaybettiklerimiz aslında düşündüğümüzden değerli değiller mi acaba?!!

Tanrıya inanmak zorunda değilsiniz bazen, senede bir gün oruç tutmak için, senenin kimi günleri aileyi hatırlamak için! 

Tanrı sizin için bir hiç olabilir, ya da doğanın bize bahşettiği tüm herşey olabilir. Bu inancı kabul edip etmediğimiz çok ta önemli değildir. Tanrı heryerde olabilir. Hiç bir yerde olmayabilir. Tanrı benim, bizim içimizde yaşayan  ve doğanın bir parçası olan o anlatılması zor olan kuvvet te olabilir!!

Önemli olan belli düzeyde bir manevi yönünüzün olmasıdır. Kendinize ve çevrenize karşı geliştireceğiniz bir merhamet duygusuna sahip olamanızdır.  Başkalarını oldukları gibi kabul edebileceğiniz derecede bir merhamet olmalıdır insanda. Ve bu "merhamet"duygusu herşeyin üstünde gelir.

Bize bu duyguyu öğreten şey de çoğu kez, aileden gördüğümüz o birlikteliktir. Beraber paylaşılan değerlerdir. Bu değerler paranın ya da elle tutabileceğiniz şeylerin çok üstünde şeylerdir. Birisine açacağınız sevgi dolu kucağınızdır.

Çocuklarını manevi değerlerden tamamen uzak yetiştiren çok fazla insan var bugün. Dindarlıkla, kimi gelenekleri ve kimi güzel alışkanlıkları karıştıran insanlar var!!! Ailevi bağları güçlendiren bir çok şeyi hayatlarına sokmazlarken bu insanlar kendileri için tercih ettikleri kimi maddi değerler, ve anlık mutlulukların arkasında koşarlarken, kendilerinden başka hiç bir şeye önem vermeyen bireyler haline geldiklerinin bile farkında değiller. Ve böylece, bu görüşlerle yetiştirilen yeni nesil insanlarının unuttuğu şey kimi belli gelenekleri hatırlamanın hiç kimse için dünya sonu olmadığıdır.

"Belli" gelenekleri ( tolerans çerçevesinde!! )  yaşatmayı başaran insanların aslında çok daha mutlu olduklarını gözlemleyemeyenler, modern toplumda sadece anı yaşamakla meşgul, maneviyattan yüzde yüz üzaklaşmış bazı bireylerin kendi egoizmleri içinde boğulurlarken tatminsizliklerinin arkasında her gün yeni zevkler peşinde koşan yeni devrin insanları belki de acınacak bir ruh halindeler...

Dilerim, her toplum bir diğerini tolere edecek değerlere sahip olsun. Her toplum, başkalarının güzelliklerini de farkedebilecek kadar farkındalıkla yaşasın kendi güzelliklerini ve bayramlarını.. Hayat her farklı olanla birlikte başkalarına da kalbini açabilecek uzaklatikta durabildikçe güzel. Hayat, size verilenleri ve verenleri unutmadığınız sürece güzel. Hayat başkaları için bir şeyler yapabildiğiniz sürece güzel.

Sukka'daki masada çocukluğunuzu size hediye eden büyüklerinizle hazırladığınız lezzetlerin tadına varabildiğiniz derece insan olacaksınız!! Sizlere kimi değerleri verenleri unutmadığınız sürece mutlu olacaksınız.

Bazı şeyleri unuttuğunuz sürece tüm geriye kalan anlık tutkular sadece boş bir koşturma ve yarıştan öteye gitmeyecektir.. Mutluluk bir anlık tutkulardan daha derin sindirilmiş şeylerin arkasındadır!!!

16 Eylül 2021 Perşembe

En este dia de hoy!


De la demaniana me esperti kon las orasiones de los que se fueron a la keila, a lado de muestra kaza. Las bozes de los ombres estaban saliendo fuerte. Eyos quieren  que el Dio que les oyga mas y mas. Un dia que va pasar solo en orando. Con este virus que estamos guerriando hay mas de un anio y medio no hay mas la possibilidad de reunir  aryento de la keila. Por esto estan todos afuerra. Los grittos estan alevantando al rededor...

El calor siempre como en verano... Ayer la noche sale a caminar un poco con mi ijo. El fue el unico que querria salir para ver como los chicos de la ciudad suven a sus bisikletas.

Hay tres anios que el tanid no me pasa como antes. No como ma debo beber una o doz cupas de agua para pueder pasar el dia. Por que me siento muy mal.

Mismo cuando hera chica pasava mal el tanid. Para mi nunca fue fasil. Me dava mal a la cabesa. Me consintia batimientos de corason. Ma siempre me resistia a todo al mal que me dava, el no comer o no beber. De pensar solo, que una vez en el anio mi alma se ajustaba con los cielos. Una vez en el anio aser una cosa solo para el Dio me dava un sentimiento de completo. 

Un dia en el anio de consintir como la cente que no tienen nada de comer era una cosa importante por mi. Y ya se que no eran pocos.

Fista hoy mismo,hay tantos que suffren de mal nutrition, de la mancura de comer y de beber. Es que estamos bibiendo en  un mondo de desequilibro. En una parte la cente biven con  munchas rikezas, y hay tantos munchos otros que bushkan en la basura cualo de comer. Esto me hace mal. Me iniervan muncho estos  que no entienden el suffrimiento de los pobres. Que no les emporta nada mas que sus almas. Todo pedia ser diffrente si los rikos no buscaban a tomar todo solo por eyos.  

Por mi, Kippur siempre fue el dia. de consintir lo que es estar sin una cupa de agua. Sin un pedaso de pan. Dia entero de soniar a meter en mi boca un pedaso de carne.. Y de decir que debo asperar el fin del dia para gozar de todo el bien que el Dio mos da a profitar.

Kippur fue una occasion muy muy chika para demandar pardon por mis culpas. Ma ya se que tengo unas culpas que sin quierrer cada vez los hago de muevo. Me iniervo con unas sitationes mas de su grado. Me iniervo con unos estados de la vida. Como persona normal. Ma siempre despues digo: "Perdoname Dio!" "Yo demando pardon sin asperar el Yom Kippur!"

Ya se que el Dio sabe como es difficil por mi....

De la ventana abierta esto oyendo cada  Amen de la cente orando en las cailles en este dia de Kipur que la Corona no mos desho ni por un dia. Y la casa esta cayada . Cada uno esta espandido en su camareta. Y yo esto escribiendo..

Dainda hay munchas horas para el fin del tanid. La semana que viene tienemos el Sukkot.

Mi ija me dice que es una suerte ( MAZAL)  que semos Djudios que tienemos tantas fiestas para celebrar.

Solo que seya siempre con paz y con salud!


AMEN

15 Eylül 2021 Çarşamba

Kefaret Günü

 Her sene olduğu gibi bir kez daha Tishrei Bayramları kutluyoruz burada.. Birbirleri ardına gelen bayramlar.... Yeni Yıl, Kipur, Sukkot.....

Roş Ha Şana'nın ardından geçen Slihot'larla, af dualarının ardından gelen Kefaret Günü bu akşam başlayacak.

Ne ilginçtir ki, Türkçe'de Kefaret Günü olarak adlandırılan Ke-fa-Ret, "af " anlamını taşıyan Arapça bir kelime olarak gerçekten K-i-P-u-R'la aynı kökten geliyor.. Ka-Pa-Ra, Yon Ha Kipurim ( Çoğul ) .... Tanrıdan özür dilediğimiz günler en sonunda yeniden dualar ve oruçla sonlanacak .

Kol Nidre duasıyla başlayacak bugünde, inanan Yahudiler sadece Tanrıya karşı geldikleri için ondan diledikleri özürlere odaklanarak, onu düşünecekler. Şabat günü, Yahudilikte hala daha Kipur'dan da büyük bir öneme sahıpken, af dilenildiği bugün de çok kutsaldır.

Bembeyaz tallitleri omuzlarında sinagoglara en saygın halleriyle gidecek erkekler gibi kadınların ellerinden bütün gün dua kitapları eksik olmayacak.

Mısır'dan çıkışın aylar sonrasında, Tanrı'nın sözünün dışına çıkmakta zaman kaybetmeyen.  onun kutsallığını çiğneyerek inşa ettikleri altından bir buzağına taptıkları, bir putu kutsal saymakta geç kalmadıkları olgusunun karşısında girdikleri günahın  affedilişinin anısının hatırlanıldığı bir gündür.. Kipur!

Roş Ha Şana ile Kipur arası günler bir hesaplaşma dönemidir.

Kipur Günüyse, kendi nefsimize hakim olamadığımız anlar için, insan olan her varlığın zaman zaman düştüğü kimi hataları istemeden yaşadığımız için, kimi zaman istemeden birilerini kırabildiğimiz için, kimi zamansa bize yakışmayan "kin" 'e yenik düşebildiğimiz için, hesaplaşma zamanıdır. Zor anlarımızda kaybetmeğe daha çok meyilli olduğumuz zayıf yönlerimizin içimizdeki şeytani tarafları uyandırmaya çalıştığını farkettiğimiz anlar için, kendimizle düştüğümüz mücadelede, bize öğretilen değerlerin çoğu zaman yolumuzu aydınlatmasına izin verdiğimiz halde kimi anlar düştüğümüz bazı hataların bize ve çevremize yeterli zararlarından bir an evvel kurtulmanın bir yolu olduğu için. af dilemeyi unutmamalıyız, Tanrı'dan ve öncelikle çevremizden af dilemeliyiz. Ağzımızdan istemeden çıkmış kelimeleri düzeltmeliyiz bir an önce. Tanrının ışığıyla yeniden aydınlanmak için dua etmeliyiz. Sadece içimizde bizi korumak için, bize iyilik yolunu gösteren Tanrıyı unutmamalıyız. Bizim için doğru yolu kulağımıza fısıldamasına izin vermeliyiz.

Ve ihtiyacı olan insanlara elimizi uzatmalıyız.

Bence herşeyden önemlisi, hasta ve zor durumda olan insanları unutmamak, onları yanlız bırakmamak. Güzel sözlerimizi bize ihtiyacı olanlardan eksik etmemek. O insanlara desteğimizle güç vermek.

Bu akşam yeniden insanlar yiyecekleri aile yemeğinin ardından 25 saat sürecek bir oruç tutacaklar. Gün batımından evvel başlayıp, ertesi gün gökyüzünde üç yıldız belirene dek devam eden bu oruç Şofar'ların çalmasının ardından sonlanacak.

Kimileri oruç tutacak!  Israel'de insanların yüzde yetmişinin Kipur'da oruç tuttukları söylenir!

Çocuklar bisikletlere binecekler. Ülke bir an için sükut içinde bir güne dalacak. Her yerden dua eden insanların sesleri duyulacak. Sinagoglar bütün sene dolmadıkları kadar dolacaklar...

Kimileri de evlerinde her günden daha fazla yemek yiyecekler. Yapacak şey bulamayan kimi laik insanların bir bölümü zaman geçirmek için çocuklarıyla bisiklete binecekler.

Önemli olan sadece Israel'de rastlanacak türden bir Kipur, yeniden yaşanacak.

Dilerim sessizliği bozacaklar olmasın. Dilerim karşı taraf bu günde bizim dualarımıza saygı göstersinler.

Bu Kipur da her Kipur gibi, ailem için, sevdiklerim ve dünya için daha dost, daha iyi bir gelecek diliyorum.  Amen


Batya R, GALANTI

14 Eylül 2021 Salı

 Ya barış ya savaş!!


İç İşleri Bakanlığında yeni göçmen statümü elde ettiğim gün bana Israel'de bulunan beş sağlık kuruluşundan birine hemen gidip kayıt yaptırmamı söylemişlerdi. Daha bu ülkedeki ilk günlerimdi ancak kimi sağlık kurumlarının isimlerini oradan buradan sık sık duyuyordum. Sadece kulağıma sürekli çalınan bir isim olduğu için Maccabi'ye gitmiştim. İlk işlemleri yaptırdığım  gün elime bir sağlık kartı vermişlerdi. Bu benim kimliğimdi.

İlk Aile doktoru randevumu hangi sebeplerle aldığımı tabi ki hatırlamıyorum. Ancak tek bildiğim Israel'de neredeyse hangi ilacı istiyorsanız reçetesiz elde etmeniz mümkün değildi. Yani bazen en küçük bir sebep yüzünden bile kendinizi aile doktorunuzda bulmanız mümkündü. Örneğin hafif bir ateşle başlayan boğaz ağrınıza tek başınıza çözüm bulmanız zordu.

O dönemler Bat Yam şehrinde, genç bir adamdan kiraladığım küçücük bir odada kendi kendime yaşıyordum.

Ve günlerden bir gün aile doktoruna randevu almıştım.

Karşımda bulduğum çok genç olan doktor ona ilk kez gelişimin şerefine tüm geçmişimi bilgisayara kaydetmeye başlamıştı. Adı Dr. Avi Ronen'di. Son derece ilgili, son derece samimi olan bu insan bende öylesi bir güven uyandırmıştı ki adamı adeta psikolog  zannetmiştim. O soruyor ben anlatıyordum. Herşey doktorun ilgisiyle başlıyor ve orada bitiyordu. Belki adam benim yeni geldiğim ülkede ne kadar desteğe ihtiyacım olduğunu farketmişti. Dışarıda bekleyen olmadığı sürece beni bazen en az yarım saat dinler, her konuda yardımcı olmaya çalışırdı. Mesleğinin insancıl yönüne son derece yakın olan bu adam gerçekten doktor olmak için yaratılmış biriydi. Sayemde önce en samimi arkadaşım, daha sonraları ailem, eşim hepimiz onun hastası olmuştuk.

Ta ki adres değiştirdiğimiz güne dek.

Doktor olan insan mutlaka önce mesleğinin ehli olmalı. Teşhisi ve tedavisiyle size çözüm olmalı. Ancak doktorun insanı tarafı da fikrimce bir o kadar önemlidir. Bir doktor hastasına güven vermelidir. Onun sorularına, kaygılarına kulak vermeyi de bilmelidir...

Doktorluk sanırım bugüne dek en saygın meslek sayılır. Öncelikle yüksek zeka ve insan sevgisi gerektirir.

Kendinden en çok özveri gerektiren meslek hangisidir diye sorulduğunda da ilk akla gelen mesleklerin başındadır doktorluk..

Kendinizi hayat kurtamaya adamaktır doktorluk. Bir yemindir. Bir tutkudur çoğu zaman.

Kimsenin kolay kolay başaramayacağı bir çok özellikleri gerektirir bu meslek...


............................................


Geçtiğimiz Cumartesi Yeruşalayim'de eski şehrin güvenlik kameralarına yansıyan görüntüler vardı..

Çarşının orta yerinde, kimi çocukların, dükkan sahiplerinin hemen bulundukları yerde, tam bir köşe başında  bekleyen güvenlik görevlilerine doğru elini kolunu savura savura yaklaşan bir adam bir an saldırıya geçiyor.

Elindeki kocaman bıçağıyla görevliyi yaralamaya ya da bir şekilde öldürmeye çalışan, her an bir adım daha ilerlerken polisi hedef alan  el kol savurmalarının, ardından görevli ona ateş ediyor. Adam yere seriliyor..

Yaralı teorist daha sonra Yeruşalayim Mount Scopus'taki hastaneye kaldırılıyor ancak kurtarılamıyor.

Bir Cumartesi öğlen, hayatında hiç bir gayesi olmayan bir serseri gibi eski şehire elinde bıçakla inen bu adam bir  doktor" du.

Öldürmek yerine hayat kurtarmak için yemin etmiş olması beklenen bir doktor. Alelade 17 yaşlarında, daha akılları bir karış havada, kendilerini hiç yoktan kahraman sayacak, cahil insanlardan biri olmamalıydı bu adam.

Belli bir zeka seviyesi, belli bir insanlık noktasına gelmiş olmalıydı. İnsanlara sağlık vermek için çalışan gerçek bir kahraman olmalıydı.

Onun yerine bir Cumartesi sabahı bir polisi yaralaman pahasına canını verdi.

Onun gibileri de hala Şehitlik mertebesine yükseldiklerine mi inanıyorlar dersiniz?

Galiba öyle. Yani sonuçta kaş sene mürekkep yaladıkları bile bir anlam taşımıyor. Doktorluk gibi bir mesleğin içinden çıkıp katil olmayı tercih ediyor adam..

Aklım  karıştı yine, nasıl bir mantalite ile burun buruna yaşıyoruz?

Nasıl insanlar bunlar??

Yazık!! Şimdi bir doktorları eksildi!!

Neden bunca sene okula gitti ki en baştan bıçaklasaymış!! Zahmet etmiş, onca tıp kitaplarını ezberlemek için...

Yair Lapid, Gazze'deki insanların yaşam kalitelerinin yükseltilmesi için elektrik, gaz...tüm altyapıyı geliştirecek öneriler ortaya attı. Yeni, yepyeni. bir Barış planı gündeme yerleşiyor!!!

Ya Barış geliyor ya da toptan bir savaş!!!

Göreceğiz!

Dün Naftali Bennett Mısır'da El-Sisi'yle biraraya geldi. Israel yepyeni bir adım atmak istiyor. Senelerdir tekleyen, öldüğü yerde kalan düşmanlığı aşmanın yeni yolları aranıyor.

İnsanların kaybedecekleri bir şeyleri olursa savaşlar azalır mı? . İnsanların yaşam kaliteleri yükseltilirse insanlar kolay kolay savaşmayı istemeyebilirler mi? Gerçekten?  İşleri olursa, yemekleri olursa..

Bu kadarla bitmez demeyecekler mi? Hepsiniz isteriz!!!!

Olur mu acaba?

Şimdilik bu kalkınma planının karşılığında beklenilen Hamas'ın gerçek bir ateşkesi kabul etmesi.

Gerçek bir ateşkes!! (?)

Ama Hamas, savaş ve yıkım olmadan nasıl beslenecek? Hamas Gazze'de insanların işleri olursa nasıl kin tohumları atacak? Birilerini birilerine karşı düşürürken gelen yardımları ceplerine indirenler olan durumdan gayet memnunlar halbuki.

Şimdi nereden çıktı öyle adil, eşit bir yaşam ??

Durum çok gergin.. Etraf yine gelecek günlerde bir patlayışa gebe.. Her gün bir yerlerde bir olay oluyor. Ufaktan başlayan bıçaklı saldırılarsa devam ediyor. Birileri birilerini kışkırtıyor yine

Her olan olay bir diğerinin tetikçisi niteliği taşıyor.

Kaybedecek bir şeyleri olursa barış mümkün olur derken Cumartesi günkü o doktor aklıma geliyor. Kendini toplumuna hizmete adamak yerine bir çöp değeri taşıyan canını bir bıçak darbesi fiyatına sattı..

Gel de bu mantaliteye inan!!!!


Batya R. GALANTI


 

13 Eylül 2021 Pazartesi

Gerçekler sadece burada yaşanılanlardır

 


Burada olayların biri biter diğeri başlar. Dünya medyasına göre, Israel'de yaşananlar kimi göze çarpan olaylarla kısıtlı gibi kalsa da Filistinlilerle gün ve gün uyanık olmak zorunluluğu getiren gerginlikler ve olaylar hiç bitmez.

Bir gün biri bir yerde bıçaklı terör saldırısı gerçekleştirir. Bir askeri hafif yararlar, Ertesi gün güneyde yangın balonları ekili alanlarda yangınlar çıkarır.  ( Geçen akşam Filistinli bir doktor (!) , Jerusalem'de eski şehirdeki güvenlik görevlilerine bıçakla saldırınca Filistinli öldürülerek ele geçirildi )

Bir gün sonra İslami Cihad Örgütü, hapisten kaçan teröristlerin canlarına zarar gelirse Israel'e roketler atacakları yönünde tehtid ederler.

Geçtiğimiz Pazartesi sabahı hiç beklenmedik bir firarla güne uyandığımızda Israel'de benim kızım gibi bir çok gencin korkudan huzurları tamamen kaçtı. Hapisten firar eden teröristler neredeydiler acaba?

Bir kaç gün boyunca bu teröristlerin ancak dışarıdan destek alarak böylesi bir firar gerçekleştirmiş olacaklarına inanıldı. Bu çok iyi planlanmış bir kaçış olabilirdi.

Aradan geçen bir kaç günün ardından, Cumartesi sabahı aralarında, Zharia Zbeidi'nin de bulunduğu teröristlerden dördü yakalanmışlardı bile. Bir taraftan teknolojinin hünerleri denilirken, diğer taraftan bu azili terör üyelerinin Kuzey'deki Israelli Arap yerleşim yerlerindeki kardeşlerinden yeterli desteği bulamamaları onların düşünüldüğünden daha çabuk paçalarını ele vermelerinin sebebi oldu.

Israelli Arap kardeşleri onlara kucak açmayı reddettiler. Ve aradan geçen günlerde, aç susuz yürüyen bu adamların kimseye karşı koyacak halleri bile kalmamıştı. Israel'den Batı Şeria'ya kaçma planları gerçekleşemeden Israel Güvenlik Birimleri tarafından yakalandılar.

Şu ana kadar iki çok tehlikeli teröristse hala ortalıkta yoklar ve eğer kendilerine bir yerlerden silah sağlayanlar olursa bunun çok tehlikeli sonuçları olabilir.

Israel Güvenlik Kuvvetlerinin en büyük kaygılarından bir tanesi bu insanları canlı olarak ele geçirmak. Çünkü eğer Filistinlilerin gözlerinde bir anda kahramanlaşmış bu insanlar öldürülürlerse karşı tarafın buna tepkileri de büyüyecek ve olaylar tamamen çığrından çıkacak bir yola girebilecektir.

Son üç gündür her akşam Gazze'den Israel'in güneyine roket atanlara karşılık veren ordu, olası her tür senaryoya hazır bekliyor.

Israel her ne kadar Gazze ile yeni bir savaş olmaması için dikkatli davranmaya devam etse de kimi haberlere göre yeni bir çatışmanın haftalar içinde beklendiği de yazılanlar arasında.

Bu arada, Yesh Atid ( Gelecek Var!)  Partisinin Lideri, bugünkü Dış İşleri Bakanı, 2023'te Bennett'ten Başbakanlığı devralması beklenen Yair Lapid'in şimdilik kulağa olumlu çalan bir " Gazze Planı " var.


Yair Lapid'in kimi Uluslararası Merciilere sunması beklenen plana göre, Gazze'yi yeniden yapılandırmak ve kalkındırmak için Israel özel girişimlerde bulunmak için işbirliğine hazır olacak ve Gazze'de Hamas'ın silahlardan arındırılıp, Hamas'ın yerine burada Filistin Otoritesinin yönetimi devralmasını sağlamak.

Kulağa her ne kadar olumlu gelse de bu plan; yürürlüğe konulmasının çok kolay olmayacağını tahmin etmek zor değil. Keşke Gazze gerçekten terör gruplarından arındırılabilse. Bunu başarmak o kadar kolay mı?

Hamas . İslami Cihad Örgütü ve diğerleri bir olup karşı koymayacaklar mı? Bunun bir komplo olduğunu iddia edip insanları daha da silahlandırıp karşı direniş için kaos yaratmaya çalışmayacaklar mı?

Olumlu adımlar atmak yine de her zaman iyidir!! Denedik deriz!! Bir defa daha denedik deriz?!! Savaş  ve çatışmalar zaten eksik değiller.. Ancak seneler sonra tekrar bir adım daha atmak için kaybedilecek bir şeyimiz var mı?

Şimdilik Hamas her an tehtid savurmaya devam ediyor.

Bu arada Amerikan Gazeteleri, son kaçaklar hakkında verdikleri haberlerde, Filistinli Teröristleri , Terörist değil, militan olarak nitelendirmişler! ( Israel, Arutz Sheva Haber Sitesi yazarı, Stephan M. Flatow'un 12/ 09/ 2021 yazısına göre )

Amerikanın önde gelen iki gazetesi New York Times ve Washington Post'un son firar hakkındaki haberlerinde  ağızlarına Filistinli Teröristler kelimesini almamaya gayret edenlerin, Amerikalı okuyucunun beynindeki Filistinliyi işgale karşı direnen pasifist militanlar gibi enjekte etme gayretlerinde ortada şeytani tek bir oyuncu bırakmakta. Israel İşgalci, kötü, barbar, şeytan, zulüm yapan taraf..diğeriyse sadece basit ve büyük ihtimalle de kahraman bir militan..İşgale ve kötülüğe direnen,  KAHRAMAN MILITAN..

Amerikan Basını için bir insanı terörist olarak nitelendirmek için:

1- Tel Aviv'de otobüs durağına bomba koymak üzere genç bir kızı öldürmek

2- Genç bir çocuğun kafasına kurşun sıkarak öldürmek

3- Sivillerin üzerine benzin atarak yakma girişiminde bulunmak.

5- Sivilleri taşıyan otobüsü makineli tüfekle taramak......

Bu tiplerin terörist olarak nitelendirmeleri için bu kimi sayılanlar yeterli değil sanırım.

Dış Basında bu ve benzeri sıfatlarla insanları yanılgıya düşürmeye devam edenlere şaşırmıyoruz. Ne Amerika, ne İngiltere ya da diğerlerinde basın'ın kelime oyunlarıyla okuyucu ya da izleyicilerde fikir inşa etmek için  kullandıkları mesleki taktikleri tanıyoruz.

Dünkü yazımda bahsettiğim şey buydu. Medyanın insanların algılarını istedikleri yönde etkileme gücüdür bu!!

Gerçekler sadece burada yaşanılanlardır. Onları da ancak yerinde ikamet ettiğinizde anlarsınız.


BatyaR. GALANTI

 




12 Eylül 2021 Pazar

Kibbutz Ein Gedi

Israel'de bulunan 270 kibbutz'tan bir taneside Ölü Deniz'in batı kıyısında, Yehuda Çölünün tam ortasında, Israel'i Batı Şeria'dan yani Yehuda ve Şomron'dan ayıran yeşil hattın hemen yanında 1953 yılında kurulmuş, Bugün için nüfusu sadece 610 kişi olan küçücük bir yerleşim birimidir Ein Gedi.

İsmini hemen yanında bulunduğu, İncil'de adı geçen Tel Goren ( Arapçası Tel El-Jum) tarihi alandan alan Kibutz Ein Gedi uzun yıllar çölün tam  orta yerinde tamamen izole bir hayat sürdü. 1967 savaşı sonrasında, Ölü Deniz kıyısı boyunca, Yerusalayim-Yeriho arası yol yapildiginda ilk kez Ein Gedi başka yerleşim yerleriyle bağlandı.

1997'den bugüne mineral su fabrikası da açan kibbutzun temel geçim kaynağı tarım ve turizmdir.

Dünyanın değişik yerlerinden getirilen 900 değişik bitkinin bulunduğu bir botanık bahçesi vardır.  Ölü denizin hemen kıyısındaki bu bahçe 100 dönümlük bir topraktır.

Israel'de son senelerde eski komün özelliklerini yavaş tavaş kaybetmeye başlayan kibbutzlar daha çok dışa açılmaya başlarlarken, Kibbutz üyeleri artık dışarıda çalışmaya başladıklarından bugün Kibbutzların bir çok eski özellikleri tarihe karışmaya başlamıştır.

Ancak yine de Israel'i Israel yapan bu yaşam tarzının hala daha varolmaya devam eden bir örneğini yerinde yaşayıp görmek ilginçtir.

Kurak toprakların ortasında yeşermiş bir yaşam alanıyla karşılaşmanın güzelliği ve insanin hiçten de bir şeyler yaratabilmesinin bir örneği olan bu küçük Kibbutz sevimli olduğu kadar mütevazı bir yaşamın tüm özelliklerini de ortaya koyuyor!


 


Bağımsız medyanın toplumları değiştiren gücü!

Türk televizyonunda genç kızlığımda izlediğim bir haberi hatırlıyorum. Bursa'da, iki kişinin gün ortasında faili meçhul kişilerce  vuruluşlarıyla ilgili bir haberdi bu. Televizyonlara yansıyan görüntüler unutulmazdı. Bursa'da bir caddede. yerde kendi kan gölünün ortasında can çekişen ağır yaralı adama doğru eğilen muhabir ona sorular yöneltiyordu. Adam can verirken muhabirin tek kaygısı reyting getireceğini bildiği görüntüleri elde etmekti. Ve sanırım böylesi bir haberi, prime time'a taşıyan Tv kanalı da bu görüntülerden büyük ihtimalle çok memnundu. Kimse o an adama nasıl yardım edilmesi gerektiği üzerinde kafa yormuyordu. Kimse hayat kurtarmak için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünmüyordu bile. Görüntüler kolay rastlanır türden değillerdi. Televizyonlara bir insanın son anlarını en ufak bir sansürü düşünmeyecek kadar rahatlıkla yansıtanların ıspatladıkları tek şey bir hiç yoluna öldürülen insanların Türkiye'deki değersizlikleriydi sanırım.

Seneler sonra yine başka bir haber hatırlıyorum. Annemin Israel'deki evinde uydu kanallarından birinde tesadüfen izlediğim Türkçe haberler eskiyi anımsatıyorlardı yeniden.  Senelerden sonra, hala daha bir etik değer kazanamamış haber programlarıyla yayınlarına devam eden o eski Türk yayın politikasıydı yine bu.

Bu defa haber denizde boğulan bir gençti. Boğazın sularına kendini bırakan genç bir çocuk birdenbire denizde debelenmeye başlamış. Boğazın çalkantılı sularıyla mücadeleye giren gencin dışarıda kalan eli, panik halinde yardım isteyen hareketleri görüntülerdeydi. Ve insanlar  çocuğu kurtarmaya çalışmak yerine o anı ellerindeki telefonlarla filme almakla meşguldüler. Türk insanının o çok bilinen yardımseverlikleri neredeydi? Nasıl bir bilinçsizlikti bu!!? Nasıl bir umursamazlıktı!  Yardıma çağrılacak ambulans ya da herhangi bir kurtarma ekibi neredeydi?   Kendileri suya atlamaya çekinenler içinden birileri gencin bulunduğu noktaya doğru bir ip atıp duruyorlardı.. Yanlış hatırlamıyorsam sonunda o genç boğulmuştu!!

Burada Türk Basınının tek kaygısı sadece haber taşımaktı.  İnsan hayatı habercilik adına ikinci plana düşmüştü. Sözde, meslek adına toplumun insani taraflarını yok edecek, ahlaki değerlerini sıfırlayacak davranışların sonuçlarıyla ilgileri kesinlikle yoktu!! Bu da habercilik sayılıyordu!!!

Gazeteciliğin ilk amacı tabi ki haberciliktir. Olayları halka duyurmak gazetecinin görevidir.

Ancak bir olayı topluma yansıtacağınız zaman haber peşinde koşarken insanı yönlerinizi unutmak mesleğinizin amaçlarından biri değildir mutlaka!!!

....................................


Haber yaparken öncelikle olayın yeterli  bir haber değerine sahip olması önemlidir. Toplumu ilgilendiren çok farklı olaylar haber olabilir.  Yazılı, sesli ya da görüntülü olarak hazırlanan  haber, halka ulaştırılmak üzere, olayın özünde ve niteliğinde çarpıtmaya gidilmeden uygun bir dille ve etik görüntülerle haber insanlara iletilir.

Fotoğraf ve görüntü haberciliğin tartışılmaz bir bölümüdür. Ve haberciliğin en büyük kaygılarından biri sadece olayları insanlara taşımak değil, ayrıca toplumsal bir bilinç yaratmaktır.

Ve her defasında haberciliğin "objektif olması gereken " temel ilkelerinden bahsedilse de. tarafsız gazetecilik diye bir şey olmadığını gayet iyi biliyoruz. Habercilikte büyük ölçüde bir bilinç yaratma kaygısı vardır.

İnsanları istediğiniz şekilde yönlendirmenin en temel araçlarından biridir haberciliktir. Toplumsal bilinci kendi doğrularınız üzerinde inşaa etmeye çalıştığınız gerçeği yadsınamaz. Bu gazeteciliğin en ağır basan yönlerinden biridir. İnsanları belli düşünceye, bir çizgiye, belli bir politik akıma doğru çekmek için kullanılan en etkili araç medyadır.

Savaşların en zalim taraflarını gözler önüne seren görüntüler ve fotoğraflarsa basına lanse edilirken, yine çoğu kez belli bir bilinç yaratılmak istenir bazen de insanlığın dikkati yaşanan kimi trajedilere çekilmeye çalışılır. Gazeteciler savaşın getirdiği yıkımları ve acımasızlıkları basına taşıyarak toplumları bilinçlendirmek hatta çoğu zaman uyandırmak  görevini de üstlenirler!! Fakat savaş muhabirliği de çoğu zaman dürüst ve tarafsız kalmıyor mutlaka!!

Dün 11 Eylül 2001'de New York'ta ikiz kulelere yapılan terörist saldırının yirminci yıldönümüydü.

Aradan geçen yirmi senede bu konuda çok fazla konuşuldu, çok fazla tartışıldı. Çok fazla dökümanter filmler yapıldı.  Yaşanılan bu büyük saldırı hakkında, kimi kafaları karıştıracak iddialar da ortaya atıldı. Kimi doğrular üzerine yazılanlar oldu, kimileriyse varsayım ve teoriler üzerine olan şeylerdi...

Sonuçta yaklaşık 3000 kişinin bir anda hayatlarını kaybettikleri bu korkunç olayı insanların kafalarına en etkili şekilde kazıyan bir kaç anlık görüntü ve bir iki fotoğraftı belki de.

Haberciliği böylesi önemli kılan şey de sanırım bu!! Bazen en kısa yoldan en büyük etkiyi yaratmayı başarmak. Tek bir fotoğrafın bir devrim yaratabilecek kadar büyük bir değeri olduğunu sanırım bir çoğumuz farkındayız. Her sene dağıtılan Pullitzer Ödülleri de bunu ispatlıyor sanırım.

Haberin insanların hafızalarında büyük bir değişim yaratabileceği gerçeği tartışılmaz.

11 Eylül'ü yaşayan insanların akıllarında en çok kalan, örneğin, İkiz Kulelerden son anda atlamak zorunda kalan çaresiz insanların resimleriydi. Ve bu resimlerden bir tanesi özellikle ünlüdür. Boylu poslu bir Amerikan erkeğinin çaresizce kendisini boşluğa bıraktığı an çekilen resmi o gün yaşanılan dehşeti özetleyen bir karedir. 20 sene evvel hiç beklemediği bir an ölen bu genç adam bir resimde sonsuzlaşmış gibiydi.

Terörün bir ülkeye bir anda yaşattığı bedelin fotoğrafiydi bu...

Ve böyle geçen ay Afganistan'da yaşananlar bana İkiz Kulelerden atlayan insanların çaresizliklerini anımsattı.

Taliban'dan dehşete düşen genç Afgan erkeklerinin kalkıştaki Amerikan uçağına ölümüne asıldıkları anlar aynı dehşeti yaşattılar bana yeniden.. 

Çaresizliğin getirdiği ölümü resmedenler oldu tekrar!

Uçaktan düşen insanlar savaşın, terörün korkunç sonuçlarıydı bir defa daha.

Ve tarihten bize sonsuza kadar kalmış böyle bir kaç fotoğraf daha var.

1972 yılında  Güney Vietnam'da, Amerika tarafından desteklenen Güney Vietnam ordusu Komünist birliklerin saklandıkları bir sığınağı hedef aldıklarını düşünürken sivilleri vurmuşlardı. Evinin bahçesindeki ağaca tırmanan, oyun oynayan dokuz yaşındaki Kim Phic Phan Thi Napalm bombasının bedenini yaktığı anlar unutulmayacak şekilde fotoraflara yansımıştı. Bombanın etkisiyle  son derece derin yanıklar oluşan bedeninde hissettiği korkunç acıyla kıvranan  çocuğun dehşet anlarını Nick Ut sonsuzlaştırmış olan gazeteciydi.  Çocuğun acılar içindeki o ilk koşuş anının resmini çeken ve daha sonra onun Saigon'daki özel hastaneye nakledilmesini sağlayan gazeteci de yine Vietnam asıllı olan bir Associated Press muhabiriydi..Bu fotoğraf savaşın acımasızlığını Amerikan halkının gözlerine sokarken, Vietnam Savaşına olan karşı gösterrilerin iyice önünü açmıştı.

Ve 1989'da Tiananmen Meydanında, Çin Komünist rejimini protesto eden halkın içinden bugüne dek kimliği meçhul kalan beyaz gömlekli, siyah pantalonlu genç adamın tankın önünde, iki elinde iki torbayla duruşu da halkın Çin'deki rejime karşı duruşunu sonsuzlaştıran fotoğrafta  bir sembole dönüşmüştü!! Ve yine o anı sonsuzlaştıran yine bir Associated Press muhabiri olan Amerikalı Fotoğrafçı Jeff Widener'dı.

Bazı ülkelerde gazeteciler sadece reyting getirecek fasa fiso haberler dışına pek çıkamazlar. Bazı ülkelerde basın gerçek haberlerle meşgul olamıyacak şekilde kısıtlanmıştırlar. Kimi otoriter rejimler, kimi sözde demokrasiler magazinle uğraşabilir.  Halkın kafasını boş şeylerle dolduran, eğlencelik haberler, sansasyonel olaylar ve gerçek haber değeri olmayan haberler haber saatlerini doldurur.

Bağımsız bir medyanınsa toplumlar üzerinde nasıl bir kuvvete sahip olduğunu biliyoruz!!


Batya Ruso Galanti