16 Temmuz 2021 Cuma

Türkiye bugün Israel için ikinci bir potansiyel tehlikedir

Hafta'nın genel başlıkları


Bir tarafta evvel kurulan yeni hükümetin her gün girdiği yeni, yepyeni krizler, her alınacak kararda çıkan fırtınaların hükümetin kurulmasından daha bir ay geçmeden dağılabileceği korkuları, diğer tarafta, Israel Yüksek Mahkemesi'nden çıkan son yasaya göre homoseksüel çiftlerin, yurt dışına gitmeden ülke içinde taşıyıcı anne aracılığıyla baba olabilecekleri haberinin özellikle eşcinsel çiftleri ve liberalleri mutlu etmesi.. Diğer taraftan, artık muhalefet lideri konumunda olan eski Başbakan Netanyahu'yla uğraşmaya devam eden Israel Basınının yalan yanlış başlıklarla açtıkları akşam haberlerine taşıdıkları; " "Milyonlarca Şekel "ödeyerek Başbakanlık konutuna Jakuzi taktıran Netanyahu çifti hakkında açılacak dava!!"..palavralarının doğru olmadığının ortaya çıkması... Ve Koronanın yeniden yükselişte oluşu ve yani başımızda Ürdün'ün İran'la yaptığı petrol antlaşmasıyla kurduğu yeni mütefikliğinin Israel için gelecekte getirebileceği yeni tehlikeler...Bütün bu haberler bu  hafta  Israel'i meşgul eden son mevzulardı. 

Bu genel başlıklar bu hafta konuşulmuş konulardan sadece bir kaçıdır. Bu küçük ülkenin başındaki büyük sorunlar ve yaşanan sansasyonel bir haftanın ardından aklımda en çok kalanlar...

İran'ın farklı yollardan Israel'i kuşatan gücünü nasıl alt edebileceğimiz sorusu sanırım Israel'i yönetenlerin aklını en çok meşgul eden sorunlardan biri...ve en çok konuşulanlardan

Ayrıca Erdoğan'ın Israel'de yeni kurulan hükümet'e gönderdiği olumlu mesajlar da ilginç...

Geçtiğimiz gün görevine başlayan yeni Cumhurbaşkanı İzhak Herzog'la uzun uzun telefon'da görüşmüşmüş Erdoğan.. Israel'le Türkiye'nin bu bölgede önemli iki müteffik olabileceklerini, karşılıklı askeri ve ticari menfaatlerimiz olduğunu tekrarlamış.

Sanırım Erdoğan ya kişilik bölünmesi yaşıyor ya da bu tutarsızlığının başka bir açıklaması var.

Daha bir hafta önce ülkesini ziyaret eden Mahmud Abbas'a Israel'in bölgedeki saldırgan tutumu yüzünden barış olmadığını, Filistinlilere yaptığı zulüm bitmediği sürece bölgede barış olmasının mümkün olmadığını, Türkiye'nin Israel'e karşı Filistinli Kardeşlerinin yanında olduğunu söylemişti.

Ve bu geçtiğimiz Gazze operasyon'unda Israel'e karşı hiç durmadana sarfettiği hısmi konuşmalarından, Yeruşalayim'e asker göndermeyi düşündüklerini söylemeye varan hükümet açıklamalarından sonra bu ne perhiz bu ne lahana turşusu dedirten bu sözlere, ciddiyetine hangi aklı başında insan inanır diyorum ben..

En az son on senedir, Türkiye artık eski Türkiye olmadığını defalarca ispatlamışken Israel Türkiye'den ancak simit ve don ithal etmeye devam edebilir belki.  Ancak bu ülkeyle yeniden askeri antlaşmalar yapmak delilik olur.. Amerikayla  ilişkilerini düzeltmek adına kendini Israel'e yakın göstermek niyetiyle yaklaşan bu dengesiz adamın bizden alacağı teknolojiyle iki gün sonra bizleri arkadan vurmaya kalkmayacağına, düşmanımıza askeri ve startejik destek vermeyeceğine kim inanır?

Bu bölgenin hali belli, Israeli 1948'de kurulduğunda  Türkiye'le birlikte ilk tanıyan ülke olan İran da 1978'de Ayetullah Humeini'nin başa geldiği günlere dek Israel'in bölgedeki en yakın müteffiğiydi. Şah döneminde askeri antlaşmalar dahil olmak üzere son derece yakın olan ilişkiler İran'da rejimin değiştiği gün bitti. Ve Devrim Muhafızlarının denetimindeki bu teokratik ülke Israel'in modern zamanlardaki en büyük düşmanı durumuna geldi.

Her fırsatta Israeli haritadan silmekten bahseden İran kollarını Ortadoğunun her bir yanına salmaya devam ederken,  Suriye, Irak, Lübnan ve son olarak Ürdün'deki kuvvetini artırırken Israel'i zorlu bir savaşa hazırlamaya iten bu devletin ardından Türkiye  bugün  Israel için ikinci bir potansiyel tehlikedir bence!!!

 

Batya R. GALANTI



10 Temmuz 2021 Cumartesi

Karşımızdaki insanın bizim tensel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılayacağını hissetmemizdir bu!

Balık Sevmek!


Hani geçen sene bir balık getirmişti Danielle... Bir akşam arkadaşından elinde kırık bir akvaryum ve içinde yüzen bir balık elinde kapıdan girdiğinde ; "Bu ne ?"   demiştim... Arkadaşı eğer bu balığı almazsan sonunda bir gün onu kavanozda ölü bulacağım demiş.. O an, yolda gelirken bir şekilde çatlayıp kırılan kocaman cam kap yerine balık için bir yer aramıştımTabi evde bulabildiğim kap sade bir salata kasesi idi. Camdan kaseyi temiz suyla doldurduktan ve onu içine koyduktan sonra  bize verilen talimata göre yapmamız gereken şey küçücük yem kutusunun içindeki mikroskopik tanelerden üç adet her gün suya atmaktı.

Ben balığa baktım. O bana baktı mı bilmiyorum. İçine üç tane yem koyduk. Hapsolduğu cam kabın içinde bir oraya bir buraya yüzen balığa kızım ille de isim takacakmış dedi. Biz Pitzi'ye bile hala isim takmakla meşgulüz. Hayvanın her gün ismi değişiyor. Onu öyle bir duruma getirdik ki "Dolap!"diye seslensek o yine dönüp bakıyor. Sonuçta baktığı şey ismi değil, ona seslenişimiz!


 Neyse balığa Danielle bir isim buldu ben de başka bir isim.. Bizimkinin tam askerlik sonrası aklında terör, güvenlik, savaş konuları ve düşünebileceği en olası adlarsa yine bunlarla alakalı ve sonunda ona bulduğu isim; Nasrallah !   Bense Dagi  diyordum ona.. Balık! ( Dag;  ibranice balık demek..)  O sadece zavallı bir balıktı.. Minicik.. Bir hiç boyutlarında, kendince var olan,  cam bir kabın içine yaşamak zorunda bırakılan bir varlık....

Bir zaman sonra Danielle her yem atışında, her cam kaba yaklaştığında balığın onun bulunduğu yöne doğru yüzdüğünü iddia etmeye başladı. Balık onu gördüğüne seviniyormuş diye inanmaya başlamıştı.  Belki de o da Pavlov'un köpeği gibi sadece koşullanmanın getirdiği bir tepki veriyordu. Bir balık böylesi bir tepki verirmiydi peki ?... Herhalde her canlı gibi onun içinde de varolma içgüdüsü vardı.

Onun eve gelmesinden bir kaç gün sonra  akvaryumcularda satılan, yuvarlak bir cam kavanoz getirdi Danielle. Büyük bir hediye almış gibiydi balığa. Onunla konuşuyordu!!!

Gal içinse başka bir eğlenceydi.... Anne Nasrallah'ın yemeğini ben atayım mı!? At Gal...

Bir gün gelip Nasrallah yan yan yüzmeye başlayana dek herşey yolundaydı (?)

Nasrallah sonunda öldü gitti.. Kızıma göre balık artık yaşlanmıştı..( Zamanı gelmişti işte !?! )

Dün Danielle,; "Anne ben yeni bir balık almak istiyorum...balıkları  seviyorum ....derken yüzüne baktım.. Ve ona; " Seni hapishaneye kapatan gardiyanın sana demir parmaklıklar arkasında oturduğun hücreye her gün şefkatle yemek getirdiğini hayal et! Demir parmaklıklar arkasından sana isim takıp, güzel sözler söylediğini.. " Balık ya da geçmişte benim yaptığım gibi kafeste kuş beslemekte aynen buydu... Ve ona geçenlerde paylaştığım,  Dr. Avraham Twerski'nin "Balığı sevmek!" hikayesini anlattım...

Dr. Avraham Twerski Balık sevgisi őrneğinde kısaca, cok kez sevgi olarak nitelenen kavramın altında yatan egoizmi anlatıyordu.  Çoğu insanın yaşadığı sevgi ya da aşkın bir "balık sevgisi " olduğunu söylerken verdiği örnek şuydu;

Yaşlı adam balığı yakalayıp yiyen genç adama sormuş; "Balığı neden yiyorsun? " Çünkü balığı seviyorum.  Yaşlı adam;  " Onu sevdiğin için onu sudan çıkardin, öldürüp sonra da pişirdin!  Sen bana balığı sevdiğini söylüyorsun ama sen onun sadece "tadını" seviyorsun, bu yüzden onu sudan çıkarıp öldürüp yiyorsun!   Biz insanların çoğu zaman bir başkasına aşık olduğumuzu söylediğimizde bahsettiğimiz duygu da budur. Balık sevgisi.... Karşımzdaki insanın bizim tensel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılayacağını hissetmemizdir bu!  Sevgi kendimizden bir şeyler verdiğimiz insana hissettiklerimizdir.  Sevgi egoist değil, sevgi fedakardır, verendir.  

Karşınızdaki kişiyi kendi egonuzun arkasında üzüyor vr sadece kendi hisleriniz üzerinde duruyorsanız işte bu " balık sevgisidir".  Gerçek sevgi karşımızdaki insanın iyiliğini istemektir.


Batya R. Galanti


9 Temmuz 2021 Cuma

Altı ayda bir aşı olmak!!


Pfızer Firması üçüncü aşı için acilen onay vermiş..

Bir taraftan hayat koşa koşa ilerlerken, bir buçuk senedir tüm dünyayı etkisi altına alan virüsü yavaş yavaş altetmeye doğru gittiğimize inandığımız günlerden çok fazla geçmeden dördüncü bir dalgayla karşı karşıya olduğumuz konuşulmaya başlandı.

Artık neredeyse kimsenin takmak bile istemediği bu durum adeta olağan bir şeye dönüşür gibi. Aklına esen maske takıyor aklına esen alcogel kullanirken artık büyük bir çoğunluk hayatlarına kaldıkları yerden devam ediyor.

Doğamız gereği yaşam ölümden daha cezbedici. Teslimiyet insanın doğasında pek yok.

Hele gençseniz, yapacak işleriniz sizi bekliyorsa.. çocuklarınız ve bakacak bir eviniz varsa hayata devam etmekten başka çare yok. Virüslü virüssüz..ne olursa olur deniyor. Aklıma bizim Ladino'dan bir deyim geliyor.." Muerre Shimshon con cuantos son!" Shimshon'la birlikte öleceksek, hep birlikte ölürüz gibi bir anlamda söylenen bu deyim,; " Hepimizin aynı tehlikeyi yaşadığımız bir anda, ne olacaksa olur!" anlamında kullanılır. Bir kez ölünecek bu yaşam devam ettiği sürece mücadele etmekten başka çare yoktur.

Sorun mücadele edilen bu durumun kolay kolay bizleri rahat bırakmayacağını anlamak.

Bilim adamları hala virüsü öğrenmeğe çalışmakla meşguller. Virüsün ilk halini anlamaya yetişemeden sürekli evrim geçiren bu durumla nasıl başedeceklerini pekte bilmeyen profesörlerin her gün değişen açıklamalarından bir fıkra kitabı bile çıkarılabilir artık.

Halimiz duman..

Şimdilik istatistiklere göre, son haliyle adı Delta olan Corona'nın iki gün önceki yeni yepyeni variant'ının ismiyse Delta Plus! Haftaya kadar Delta +2 çıkar mutlaka..Sonra Gamma ve theta ve meta 😜 ve......

Biz burada kisa bir zaman evvel gerizekalılar gibi sevindik..hasta sayısı 0'a indi diye. Sanki uzayda izole yaşıyoruz. Hindistanda milyonlar hastayken, Brezilya yeni yeni rekorlar kırarken bu virüs daha çok evrim geçirir!!

Ben kapalı yerlerde maske takmaya çalışsam ne farkeder, eşimi uyarmaktan yorulurken. "  Taksana oğlum maskeni" diyorum . Dinleyen var sanki!  

Ancak şimdilik ağır hasta sayısında çok büyük bir artış yok. Aşıların etkisindeyse büyük bir düşüş gözlemlenirken, sonuçta yeniden hastalananların çoğu hafif semtomlarla geçiriyorlar deniyor..

Bir taraftan Boris Johnson İngiltere'de hastalardaki artışa rağmen kısıtlamaları kaldırdı.

Diğer taraftan dördüncü dalganın yaratacağı etkilere göre nasıl tedbirler gerekeceği belli değilken, insanlar yeniden seyahatteler.. Oturmak bugünün insanı için günah gibi!! Öyle alıştılar, ne yapalım!

Altı ayda bir aşılanmanın bizlere getirebileceği başka türlü yan etkileri kimin ne kadar araştırmaya vakti oldu peki...o da belli değil.

Dünya bu virüsün getirdiği yepyeni bir evrim yaşıyor.

Bakalım antenlerimiz ne zaman\çıkacak?  😂


Batya R. GALANTI

8 Temmuz 2021 Perşembe

Sevgili Tuna'nın anısına!


Geçen akşam bir iki arkadaşımla birlikte bir kafe'de buluştuk.  Bir şeyler ısmarlayıp oturduğumuz ilk anlardan itibaren ikisi derin bir sohbete dalmışken ben biraz dalgın gibiydim. Gözlerim etrafa takılıyordu sürekli. Kimi iş meseleleri, tanımadığım bazı insanlar hakkında dönen sohbetten yavaş yavaş koptuğumu hissederken, çok kez başıma geldiği gibi farkında olmadan  yanı başımdakilerle ilgileneceğime  etrafta oturan insanları incelemeye başladım.. Çevreden geçenlere, çalışanlara, yemek yiyenlere gözlerim takılırken ben tamamen kendi dünyama daldım birden.

Bana çocukluğumdan beri sık sık olan bir şeydir bu. Bulunduğum ortamdaki insanların zaman zaman daha az baki olduğum bir konuda, ya da tanımadığım şeylerden bahsetmeye başladıklarında istemeden konudan kopmaya başlarım. Kendimi birden bambaşka bir dünyada bulabilirim. Eğer o insanlar kendi aralarında konuşmaya başlarlarsa..

Böylece atıştırdığım şeyi bitirmişken çantamda duran telefonuma bir mesaj geldiğini duydum. Nasıl olsa arkadaşlarım kendi aralarındaki konuşmaya fazlasıyla dalmışlarken çantamdan telefonumu çıkararak mesajın kimden geldiğine bakmak istedim. Bir de ne yaparsam yapayım elimi çantama koyduğumda  istediğim şeyi bulmak hiç bir zaman kolay olmaz. Bir cepten diğerine ellerim telefonu arıyor yine. Kocaman çantalardan küçücük pouch'lara kadar her defasında problemim aynı... ben yine arıyorum.. Neyse sonunda buldum. Yandaki düğmeye bastığımda ekranda mesajın bir kısmı görünür gibi oldu. Whatsapp'tan gelen mesaj türkçeydi.. " Başımız sağolsun kızlar..." diye bir yazıydi bu.. Ne oldu ki dedim.. Bir an sıkıldım, heyecanlandım ...

Bu son aylarda o kadar çok insan hakkında üzücü haberler aldım ki artık gerçekten yüreğim acıyor!

Sadece, " Başımız Sağolsun!" cümlesini okuduğumda kalbim yerinden çıkacak gibi oldu sanki.. Üniversitede birlikte olduğumuz altı arkadaşımızla yazıştığımız grupta okuduğum bu cümlenin neyin nesi olduğunu anlamak için  gruba girdim...

Üniversite yıllarında en yakın olduğum, çok çok sevdiğim iki samimi dostum dışında yine arkadaşlarımın bir diğerleri içinden, çıtı pıtı, güzel mi güzel biri vardı.  Bir gece önce lösemi'ye karşı verdiği mücadelesini yirmi senenin sonunda kaybetmiş.. Son senelerde çok fazla iletişimde olmadığım bu cici insanın öldüğünü okuduğumda, birden öyle bir tepki verdim ki, o ana kadar aralarında konuşmalarına devam eden arkadaşlarım; " Ne oldu Batya?" diye bana endişeyle dönüverdiler birden.. Yeniden " Ne oldu ?" diyordu bir tanesi.. Ben şoktaydım. Gerçekten kalbime sanki bir bıçak saplanmış gibi olmuştum o an. Üniversite'den bir arkadaşım vefaat etti derken ağzımdan çıkan cümleye inanamadım o an.

Üniversitenin ilk günleri aklıma geldi. Herşeyin gözlerime yeterince farklı göründüğü o ilk günler.. Moralimin bozulduğu zamanlar. Üniversite olarak karşıma bu kadar kötü bir yerin çıkması bana haksızlık gibi gelmişti.

Lise'deki ortamdan sonra sanki ilkokuldaki günlere yeniden geri dönmüştüm. Bir adım ilerleyeceğime beş adım geri gittiğimi hisseder gibiydim. Halbuki Gazeteciliği kazandığım için gayet memnun olmuştum .

İnsanlar da farklıydı. Sanki farklı bir ülkeden gelmişlerdi bir çoğu. Kültür şoku gibi bir şeydi bu da adeta. Farklı şehirlerden, farklı görüşlerden, farklı tip bir yığın insan arasından anlaşabileceğim birilerini bulabilecekmiydim?

İlk günler gayet isteksiz gidip gelirken o kalabalık ortamda konuşabileceğim birilerini aramaya başlamıştım. Bu ortamı biraz olsun sevebilmemin tek yolu okulda kendime yakın olabilecek bir kaç arkadaş bulmaktı. Günlerden bir gün, bir ders sonu defterleri ve kitapları o pis sınıflardan birinde bırakarak, çıktığım ders arasında, yine okulun tozlu koridorlarının daracık sokağa bakan kocaman camlarının birinin yanında duran iki kız gördüm. Senelerdir hiç temizlenmemiş gibi duran camlardan neredeyse hiç bir şey görülemezse de yine de çaresiz dışarıdan yansıyan ışığa doğru durdukları noktada gülüşerek sohbet eden bu iki genç bayana yaklaşarak bir şeyler sordum. Adları, Aynil ve Tuna'ydı. İkisi de açık tenli, renkli gözlü bu genç bayanlar bana çok içten konuşunca onlara adlarını sormuş ve tanıştığımıza memnun olduğumu söylemeyi de unutmamıştım. Ertesi gün okula geldiğimde kendimi bir nebze daha az yabancı hissediyordum artık. O güleryüzlü, sempatik iki genç kızı arayarak yanlarına yaklaşmıştım yeniden. Ve o gün ve ondan sonraki günler hep birbirimizin yanında bulmuştuk kendimizi. Benim gibi İstanbullu olan bu bayanlarla ortak yanlarımız hiç te az değildi.  Hatta Aynil'in kız kardeşi St-Benoit Lisesinde okuyordu. Ve daha sonra aramıza katılan üç arkadaşımızla birlikte o ilk günlerde başlayan yakın dostluğumuz, üniversitenin en son gününe dek keyifle devam etmişti.

Israel'e gelmeden bir gün önce buluştuğum Aynil'le geçmişte yaşadığımız günleri bol bol konuşmuştuk. Daha sonraki gelişlerimde elimizden geldiğince biraraya geldiğimizde hep beni gerilere götüren bir içtenlik bulmuştum her birinde..

Üniversite'de bulduğum bu içten dostluklar bugün o zamanlardan kalan ve artık beni İstanbul'a bağlayan tek bağdır.

Geçen gün hiç beklemediğim bir şekilde bu dünyadan göçüp giden arkadaşım Tuna'yı yemyeşil gözlerindeki çocuksu pırıltıları ve her gün bambaşka bir heyecan ve enerjiyle anlattığı kimi vapur ve Bağdat Caddesi maceralarıyla hatırlayacağım.

Kendisiyle son yazışmalarımızdan her ne kadar uzun seneler geşmişse de vefaatini öğrendiğim an içimde gerçekten derin bir acı hissettim.

Zamansız gelen her ölüm gibi geride kalan tüm dostlarını derinden üzen bu vefaatin arkasından elimden gelen tek şey  sevgili Tuna için yakabileceğim bir mum oldu. Yahudilikteki bu geleneği Müslüman bir arkadaşımın ruhu için yerine getirirken ben hem ibranice hem türkçe dua ettim. Dilerim ışıklarla olsun ve gittiği yerde huzurla uyusun.  AMEN!

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Kadınlar Venus'ten erkekler Mars'tan.

 


Bir tarafta sizden çok konuşan bu insan diğer taraftan onu yeterince dinlemediğiniz için şikayet edebilir.


Kadın olmanın dayanılmaz hafifliği... Böyle bir kitap kapağı nasil olurdu acaba?? . 

Ama kadın olmak nerede hafiflik nerede ?  Tersine, " Kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı !" çok daha uygun  olur bizi anlatacak bir kitabın başlığına... Biz kadınlar ağırızdır ağır!!! Kadın olmak zor iştir!! Bunu bilmeyen mi var!! Biyolojimiz, kimyamız, matematik ve fiziğimizle erkeklerden farklıyızdır çok. 

Özellikle hormonal dengelerimizin esiriyizdir biz kadınlar. Bazen bu denge bir taraftan diğerine değişir. Bazen dengeyi tamamen kaybederiz. Herşey bedenimizde meydana gelen hormonal değişikiliklerle ilgilidir. O yüzden, bu kadının nesi var bugün diye üzerimizde çok kafa yormaya gerek bile yoktur

Hani bir aralar tüm dünyada satış rekorları kırmış olan bir kitap vardı!; " Men are from Mars,  Women are from  Venus " diye... Kadınlar Venus'ten erkekler Marstan...


Bu kitap neden bu kadar satış yapmıştı zamanında?  Erkeklerle kadınların aralarında yaşadıkları doğal anlaşmazlıkların sadece kendi kişisel problemleri olmadığını anlatan bir kitap olduğu içindi sanırım. Kadınların olayları algılayış ve sindiriş şekillerinin erkeklerinkinden genel olarak farklı olduğu için.  Her birimizin karşılaştığı güncel sorunların kişisel bir problemden çok genel bir sorun olduğu konusuna bir açıklık getirdiği için. Bir kadın ya da bir erkekle hayatlarını birleştirmiş çoğu çiftlerin yaşadıkları problemlerin evrenselliğiyle buluşturduğu için. Kendinizi ve yanınızdaki insanı bir yabancının kaleminden çıkmış satırlarda birebir gözlemleme şansını elde ettiğiniz için. Dört duvar arasında kaldığını zanettiğiniz çelişkileriniz, farklılıklarınız bir yabancının satırlarında açıklama bulduğu için..

Kadınların erkekleri en çok cezbeden göğüsleri ve kalçalarının dışında, beyinlerinde de kimi anatomik farklılıklara neden olan hormonların davranışlarımızda da etkilerini göstermesindendir sanırım.  Hormonal farklılıklar beynin kimi bölgelerinde de bazı farklılıklar yaratmış.

Eski Yunandan bugüne araştırılan ve konuşulan bu farklılıklar, modern zamanlara geldiğimizde çekilen MRI'larla bilim adamlarını epey oyalayan araştırmaların da önünü açmış.

Erkeklerin beyninin kadınlarınkinden kısmen daha büyük olmasıyla birlikte iki cins arasındaki kimi morfolojik değişiklikler birbirimizi bazen anlamakta zorlanmamıza neden olmuş olabilir mi?Ben ne bilim adamı ne de bilim kadınıyım ama sanırım öyle bir şeyler olmuş!!

Sonuçta Tanrı yapacağını bilmiştir diyorum. Aramızdaki kimi minimal ayrılıklar herhalde bizi daha iyi tamamalan o uyumu da getirmiş. Tüm uyumsuzlukların yanında.. Bize ters gelen tüm şeyler sonuç olarak birbirini tamamlamak ve dengelemek için vardırlar. Bu böyle olmasaydı sanırım bizi doğa bu şekilde yaratmazdı.

Estrojen, testosteron, progesteron vs... Biz kadınlar bu hormonlarla deliye dönüyoruz... İşin esası bu!!

Çocukluğumuzda kısmen kolay herşey.  Çok küçük yaştan farklılılar mevcut ancak çocukken birbirimizi anlamak için o derece uğraşmıyoruz. 

Kızlar her daim  daha narin ve ağlamış olurlar, erkeklerse coğu kez daha yaramaz ( gerçi zaman zaman erkeklerin eline su dökmeyecek kız çocukları da yok değildirler  😁) . Kızlar ve erkekler en başından kendilerine verilen bir rol üstlenirler. Bu rol gereği giyimler bile ilk günlerden belirlenir. Kız çocukları etekleriyle ve daha bir pembelerle öne çıkarlar erkekler maviş maviş gezerler. Bu şimdi kısmen değişmişse de!!  El kol kavgaları erkeklere ait bir şeydir çocukluktan beri,  her zaman. Ve onlar ağlamaz derlerdi eskiden. Şimdi bu da değişiyor, değişti ya da hala değişmekte bazı yerlerde de .  Erkeklerin de duyguları olduğunu biliyoruz artık!! 💓

İlkokulda anımsarım, masaların üzerlerinde gezerlerken bunların nesi var derdim. Normal bir kız çocuğundan her ne kadar bir iki misli daha hareketliysem de, erkeklerin  agresif taraflarını kaldırmakta hep zoranırdım. Burada da başka bir noktaya geliyorum. Şunu anlamakta zorlanırdım, suna anlam veremem derken... biz kadınların sorunlarımızından biri de  herşeye bir açıklama getirmek isteğimizdir. Niye öyle niye böyle? Erkekler bu kadar irdelemezler herşeyi. İşte biz bayanların bu çekilmez bir çekememezlikleri vardır. Biz bayanlar doğamız gereği biraz daha eleştirisel bakarız herşeye sanki. Dediğim gibi yine küçükken o kadar sorun değil de, büyüdükçe iyice bir tuhaflaşırız. Erkeklerin bizi anlama kılavuzları bir iki ciltlik bir fasikülle başlayıp zaman gittikçe çok kalın bir ansiklopediye dönüşür. Hatta her geçen sene bu ansiklopediye bir yeni cilt eklenebilir.

İlk regl gördüğümüz günlerden menopoza kadar geçen süre biz kadınların aylık tablomuzdaki çizelgede kimi aktivitelerden bizi uzak tutan günler olduğunu gözlemlemenin dışında, yine ayın hangi tarihlerinde davranışlarımızda anlam vermekte zorlanacağınız acayiplikler gözlemleyeceğinizi de anlamakta fayda vardır.  Ayın belli günlerinde başlayan  huzursuzluk birden bir patlamaya dönüşebilirken, hiç anlamadığınız bir şeyden alınan kadının gözyaşlarında çok fazla mantık aramamanızı önermekten başka bir şey yapamıyorum.

Birden bire hassaslaşan, birden bire alınan, birden bire mantıksızca tepkiler veren bu yaratığın tek sorunu vücudunun içinde kendininin de pek anlam veremediği kimi dengesizliklerdir. Hormonal , biyolojik.. Göz yaşlarına hakim olamayan bu hassas yaratık sizden anlayış bekleyecektir.

Bir tarafta sizden çok konuşan bu insan diğer taraftan onu yeterince dinlemediğinizden şikayet edebilir. Bir taraftan herşeyi bildiğini zanneden kadın diğer taraftan erkeğinden bir çok konuda yardım bekleyebilir. Bir taraftan fiziksel olarak erkeğinden zayıfta olsa, ağlasa zirlasa da manen erkeğinin en büyük tamamlayıcısı da sonuçta yine aynı kadındır.

Kanımca erkeklerle anlaşmak aslında çok daha kolaydır. Erkekler daha dengelidirler. Erkekler ılımlıdırlar ve daha az eleştirisel bakarlar. Tabi bi bu tamamen genel bir fikir. Tüm erkeklerin böyle olduğunu iddia etmiyorum. Ancak erkek doğasının kadınlardan daha uyumlu olduğuna inanıyorum.

Biz her ne kadar hassas yaratıklar  olduğumuzu iddia etsekte çoğu zaman erkeklerle sonuca varmak daha kolaydır. Onlar herşeye rağmen daha anlayışlıdırlar.

Ama yine de iyiki varız!!

 

Batya R. GALANTI


5 Temmuz 2021 Pazartesi

Benim yerim acaba neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!



Kalbinizin diğerlerinden ayrı nefes aldığı bir planette yaşarken an gelip gökyüzünde başka bir yıldızı arayıp benim yerim  neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!

 

Geçenlerde aramızdaki bir konuşma sırasında eşim birileri hakkında bana; " Hepsi seni çok severler " dedi...  Ben güldüm. 

Hayatımızda hiç bir etkileri olmayan, yüzeysel bir ilişki içinde bulunduğumuz insanların bize olan olumlu hislerini sevgi olarak ifade etmemiz doğrumudur? diye düşündüm .  Yoksa yüzeysel ilişkilerdeki hislerimizin tarifi farklı kelimelerle mi yapılmalı?

Toplumda sadece belli bir düzeyde seyreden ilişkilerde karşılıklı yaşanan hisleri sevgi sözcüyüyle tanımlamak ne kadar uygundur?  Bizi ayakta tutan sevgi, sabahleyin evden çıkarken rastladığımız komşumuzun güler yüzündeki ifadesimidir? O kişinin bize gösterdiği bir anlık yakınlığı sevgi sözcüğüne sığdırmak mümkünmüdür ?

Süpermarkette her defasında aynı saatte kasada oturan kadını gördüğünüzde, hesabınızı bitirip size en olumlu haliyle  güzel dileklerini sunduğu an içinizde bu bayana karşı hissettiğiniz olumlu hisler sevgimidir?

Doktorda sıranızı beklerken size her zamanki tatlılığıyla hatırınızı soran sekreterin  gösterdiği  ilginin sevgiyle bir alakası varmıdır?

Çoğu tanıdığımız insanlara duyduğumuz olumlu hisler galiba daha çok bu kişilerle aramızda oluşan belli bir sempatiyle ilgilidir. Bazılarının ilgileriyse tamamen işlerinin gereğidir.

Sizinle aynı frekansta olan kişiler vardır. Gün boyu karşınıza çıkan insanların bir kısmı böyledir. Ve o insanlar iyi ki varlardır. Sizde olumlu enerjilerin doğmasına neden olan, olumlu insanlar günümüzü güzelleştirmek için ihtiyacımız olan bir şarj gibidirler. Bize mutlaka bu ayrı bir güç verir.

Kısaca bu koca evrende her gözümüzü açtığımız yeni bir sabahla birlikte bize gülümseyecek insanlar aradığımız açıktır. Fakat her gün yanımızdan geçen ufacık fırsatlarda insanlarla olumlu bir iletişimi aramamızın dışında bizi gerçekten ayakta tutan başka türlü bir sevgi vardır. İşte ben o sevgiden bahsediyorum.

Eşime, aynı ailenin üyeleri olsakta, eğer senede sadece sayılı kereler biraraya geliyorsam bu insanların bana duydukları his sevgi değil belki sadece sempatidir dedim. Bu insanların her sabah karşılaştığım otobüs şoföründen pek farkları yoktur.  Her sabah karşıma çıkan otobüs şoförünün bile, yüzüme içten bir gülüş atarak; " Bu sabah nasılsın?" sorusunda yeterince olumlu şeyler vardır. Ancak bu olumluluğun yarattığı etki sadece belli bir düzeyde kalır. Bu olumluluk, bu sempati, bu duygu sevgiden çok uzaktır. Bu yaklaşımlar otobüs şoförü,  memur kadın,  ya da devlet dairesindeki sekreterle yaşadıklarımızdır.  Bizi neredeyse hiç tanımayan kimi insanların bir çok zaman formel yaklaşımlarıdır. Olumlu olmakla birlikte çok fazla bir şey ifade etmezler.  İşte işin can alıcı tarafı da buradadır. Bazen bunun çok ötesinde şeyler yaşamanız gereken yakınlarınızın  ilişkileri de bazen bu formel düzeyin ötesine geçmiyor. 

Geçen senelere rağmen sizi hala yeterince tanımayan yakınlarınızın soruları da aynı formellikte kalır bazen... " Nasılsın ?" derken  gerçekten nasıl olduğunuzu merak etmekten çok sormak olsun diye sorulan bir soru olarak kalabilir bu. Yanı başımızda böyle çok fazla insan vardır. Bize gülümserler, olumludurlar, fakat bizi pek umursamazlar. Çoğu kez anlatmak isterler..ama dinlemezler!

Ancak bugün insanları olmadıkları bir şey için zorlamak mümkün değil. Herkesin yetişeceği bir yer var. 

Arkada neleri bıraktıklarını düşünmeden..görünürde size benzeyen varlıklarla, hatta bire bir aynı genetik kodları taşıdıklarınızla,  kalbinizle beyninizin ayrı nefes aldığı bir planette yaşarken aranızdaki farkları gördüğünüzde bir an gelip gökyüzüne diktiğiniz gözleriniz başka bir yıldızı ararken, benim yerim acaba neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!


Batya R. GALANTİ 





2 Temmuz 2021 Cuma

Her yaştan, her kesimden insanla bir şeyleri paylaşabilmenin zevkine varabiliyorsanız ne mutlu size!!!



Ne zaman kızımın arkadaşları gelse beni de mevzulara dahil etmeye başlarlar çok kez. Erkek arkadaşlarıyla aralarında neler geçtiğini anlatmak, ve kendilerinden büyük birinden fikir almak isterler  Onlarla bir yandan muhabbet ederken diğer taraftan zaman zaman fikirler verirken her ne kadar Danielle'ın annesi statüsünde olduğum bilinciyle olsam da bazen sanki bu kızlar beni geçmişime götürürler. Kendimi onlardan çok uzak hissetmemem normal mi bilmiyorum. Okuldan, eğitimden, erkeklerden konuşan bu gençlerin kafalarının içlerine girmekte çok zorlanmıyorum. Belki de bu yüzden mi bilmem bazen kızlar geldiğinde keyfim yoksa eğer ve odamdan çıkmazsam Danielle'e beni sorarlar. Annen nerede?  Sadece, zaman zaman hiç olmayacak şeylerden başlayan gülüşmelerin sonu gelmediği anlarda aramızdaki yaş farkını hissediyorum.

Bir gencin yeterince olgunluğu, olgun yaşa gelmiş bir insanınsa yeterince gençliği varsa (özellikle de ruhsal ve mental!) , ayrı yaş  grupları da belli bir iletişimin keyfine varabilirler diye düşünüyorum. Hatta hep derim, benim için çocukla çocuk olmak bile çok zor değil. Galiba her yaştan geriye kalan bir tarafım var. Her yaş beynimde doldurulmayı bekleyen bir boşluk bırakmış bende!!

Geçen gün dört arkadaş buluştuk yine. Onlarla durum bambaşka.. Üçümüz evli birimiz bekar..kocalarımızdan ya da erkeklerden çok artık mevzularımız bambaşka bizim.. Günlük yaşantımız, seyahatler ve gelecek ve çocuklar derken  artık menopoz mevzuları ağırlıklı oldu bizde. Son hangi tarihte geldi? Gelmedi! Ateş basmaları..Soğuk basmaları..uykusuzluk ve bin bir başka şey..

İşte o zaman aradaki farklılıklar kendilerini gösteriyor. Hayatınızın her döneminde sizi en çok ilgilendiren , en baskın mevzu ne ise arkadaşlarınızla en çok o konuları konuşur oluyorsunuz. Böyle bir anda sizin yanınızda olacak yirmi yaş grubu bir genç sıcak basmalarına ne iyi gelir sorusunun cevabını merak etmeyecektir mutlaka!

Böylece hayat boyu  bizi en çok meşgul eden mevzuların aynı dönemlerde günlük hayatımızda en çok yer tutan şeylerle ilgili olduğundan kaçınmamız mümkün değil...

Yuvaya giden bir bebek yuva arkadaşlarıyla boyama kitapçığında boyadığı kelebek resmini göstermekle meşguldür.. Onlardan iki yaş büyük arkadaşları  a, b, c yi ne kadar güzel yazabildiklerini  kanıtlarlar. Bir kaç yıl sonra matematikte kesir problemlerini çözen çocuklar, tenefüste seksek oynamak için arkadaş ararlar.. Ortaokulda ilk kez sınıfın en güzel çocuğunun yemyeşil gözlerini ne kadar beğendiğini en samimi arkadaşına anlatan kızsa bir erkek arkadaşı olması için özlem duyduğundan bahseder artık..Daha sonra lise bitirme sınavları ve askerlik gelir.. İlk seyahatler, ve seçilecek meslek için saatlerce tartışılan akşamlarda erkek arkadaşı tarafından terk edilen dostun göz yaşlarını silmekle geçer saatler..

Ve bir dönem gelir, baş ağrıları, romatizmal şikayetler ve torunlar konuşulur.. Ve yaşam döngüsüyle farklı dönemlerde size  en çok etki eden olaylar üstünüzde ve sohbetlerinizde en fazla yer tutan şeyler olur!.

Son okuduğunuz kitap, en son izlediğiniz film, sevdiğiniz müzik bile bazen yaşa göre değişse de yine de her yaştan, her kesimden insanla bir şeyleri paylaşabilmenin zevkine varabiliyorsanız ne mutlu size!!!


 Batya R. GALANTI