Gal için tek hedefimiz.
Çocuklarımla hangi dilde konuştuğumu sorarlar bazen.İbranice!! Sadece ibranice konuşuruz çocuklarla evde biz. Ama ibraniceyi konuşurken çok kez ladino, bazen türkçe kelimeler de çıkar ağzımdan. Özellikle sevgiyle hitab ederken birisine insan sanki bunu ana lisanında yapmak istiyor daha çok. Gal'i özellikle sık sık "Kuşum benim" diye çağırırım. Bazen onlara sarılırken "Canım benim" de derim ben.
Geçtiğimiz gün Gal'e bir şeyler söyledim ve "Tamam değil mi?! " derken sözümü türkçe kuşum diye tamamladım.. Ve birden sanki oğlumun bu kelimenin anlamını bilmediğini düşünerek; "Gal kuşum ne demektir Türkçe'de biliyormusun? " diye sorunca oğlum bana: "Bilmiyorum! Ve bilmekte istemiyorum!" diye klasik bir tarzda cevap verdi,
Bundan bir kaç yıl önce ona illede ingilizceyi öğretmenin yolunu aradığım zamanlar geldi aklıma o an.
Onunla ibranice konuşurken araya ingilizceyi karıştırmamın doğru olabileceğini düşünmüştüm. Yavaş yavaş ona bu şekilde ingilizce konuşmayı öğretebilirdim belki. Günlük sohbetlerimiz arasında bu dili onun beynine hafiften ışlemek iyi bir fikir olabilirdi.
Ancak ben ne zaman onunla ingilizce konuşmaya başlasam Gal asabileşmeye başlıyor, bana ingilizce konuşmayı kes diyordu. Bebekliğinden beri her seferinde aynı noktaya dönüyordum. Çocuğuma en basit bir konuda yardım etmek istediğimde, onu herhangi bir alanda ufacık bir adım ilerletmek istesem denediğim tüm yollar beni çıkmaz sokaklara sokuyordu. Ve bu fırtınalı bir denizde kıyıya varmak için savaşmaya benziyordu. Çocuğuma yardim etmek benim için sanki dalgalarda debelenen kayığımın küreklerine asılırken verdiğim tüm savaşa rağmen hep aynı noktada kaldığımı hissetmek gibiydi.
Bu reddediş aslında obsesif bir karşı koyuştu herşeye!!
Otist olduğunu bilmediğim zamanlar bu herşeye karşı çıkışın nedenlerini arardım Google'da. Giyinmek, arabaya binmek, arabadan inmek, herhangi bir yere gitmek..aklıma gelen herşey zordu onunla !!
Ve böyle bir çocuğu terapilere götürmem, terapilerde öğrendiklerimi evde tekrarlamam gerekiyordu.Her defasinda ağlıyor, krizler yaşıyor, kesinlikle istemiyordu. Ve zorla olmuyordu. Olamazdı.
Yatışmıyordu. Yatıştıramıyorduk. Akşamları o yattıktan sonra devamlı araştırır okurdum.
"Oppositional Defiant Disorder" karşıma çıkıyordu. ..
Her hususta o kadar geniş bir problem listesi vardı ki önümde...Bir çok şey olabilirdi, bir tek şey de! Gal'í bu şekilde bir aralar yaklaşık bir buçuk sene yüzme derslerine götürmüştüm. Bu onunla en uzun terapilerimiz olmuştu. Özel antrönörü vardı. Ama sonunda havuza her geldiğimizde ağlamaya başlamıştı Gal..
Ve daha sonra ata bindirtik onu.. Otist çocukların atlarla olan özel ilişkisi hep konuşulur ya.
Aslında hiç bir şey ille de söylendiği gibi olmayabiliyor. Televizyonlarda, gazetelerde, kitaplarda herkesin bildiği tanıdığı yöntemler, klişleşmiş yollar ille de her çocuk için mucize çözemlere dönüşmeyebiliyorlar. Gal bir zaman bindi ata.. Ve sonunda o da olmadı. Yine ağladı.
Bu kez piano derslerine başladık. Otist çocukların müziğe olan kabiliyetleri açık ve bilinen bir şeydir hani. Ona da sadece bir iki kez gitti.
Halbuki çabucak öğrenmişti ilk melodiyi. O çaldığında gözlerimden yaşlar gelmişti. Sınıfında aynı sıraları paylaştığı arkadaşları var. Beş çocuk! Aralarından üçü piano çalıyor. Mozart ve Beethoven..
Müzik bazen bu çocukları normatif insanlara bağlayan bir yol olabiliyor. Ve bunu bazıları en muhteşem şekilde başarıyor. Bizim pianoysa salonda duruyor ... Hep aynı köşede. Düşünmüştüm belki o da ister diye.. İlle Mozart olmayabilirdi. Daha basit melodiler de çalabilirdi belki!
Aslında onun başkaları gibi olmasını beklemedim çoğu zaman. Bazen aklıma gelse de bu tip düşünceleri çok çabuk bir kenara attım. Hem onun, hem benim iyiliğim için
Yüzü gülsün istedim belki de....
Çocuklarımızı oldukları gibi kabul etmek zorundayız.
Onlara olan sevgimiz güzellikleri, kabiliyetleri ve yeteneklerine göre fazlalaşıp eksilmez, eksilmemeli..
Bizim tek kaygımiz Gal'i hayata hazırlamak..
Ona kendi kendine yetmeyi öğretebilmek.
Bugün için tek hedefimiz bu!