23 Aralık 2020 Çarşamba

 

                        Etiketler dostluklara şans vermemizi engelliyor...



Politik duruşlar, ülkeler arası askeri çekişmeler, kitlesel hareketler , kulaktan dolma fikirler beynimizi hiç durmadan şekillendiriyor ve bir noktadan sonra etiketler yüzünden insanların gerçek yüzlerine bakma şansını kaybediyoruz.  Etiketler dostluğa bir şans vermemizi  gerçek bir insan olmamızı engelliyor.

İnsan denen varlığı güzel sözlerle ifade etmekte zorlanıyor bazen kişi.

O kadar fazla nefret var ki.

Halbuki kimliğini önemsemeden insana sadece herhangi biri gözüyle bakabilseniz belki de size çok benzeyen birisini bulacaksınız karşınızda. Aynı şeylere gülen, sizinle aynı şeylere ağlayan, belki sizinle aynı takımı tutan, aynen sizin gibi annesi için yapamayacağı şey olmayan, tatillerde en çok istediği şey çocuğuyla birlikte olmak olan, filmin en son sahnesi'nde aynen sizin gibi göz yaşlarını tutamayan ...

Hiç keşfetmediğimiz diyarlarda, başka toplumlar, başka köyler, başka zannettiğimiz köşelerde, apayrı kültürlerine rağmen bizimle fazlasıyla ortak şeyleri olan insanlar var.

Farklılıkları o kadar önemsemezsek.

Düşmanca bakmayı bırakırsak. Bir kez şans tanırsak!

Sizden hiç uzak olmayan bir "insan" daha var aslında! "Sizden ve yanınızda, en yakınınızda olanlardan başkaları daha var.. onlara bir kez gerçek anlamda bakabilseniz, belki onları da sevebirdiniz!

.......................


2017'de bir hikaye okumuştum. Erdoğan'ın Suriye'ye gönderdiği bir Türk askerinin cephe'de başından geçmiş bir şeydi bu..

Erdoğan'ın kararıyla başlatılan Fırat Kalkanı Opersayonu çerçevesi'nde, Daeş ve Suriye Demokratik Partisi (  Kuzey Suriye'deki Kürtler ) ordularının ,  Güneydoğu'daki  sivil hedeflere yaptıkları roket saldırılarına karşı bu bölgeyi kontrol altına almak ve  Kuzey Suriye'de  güvenli bir bölge oluşturmak için gönderilen Türk birliklerinin  içinden bir askerin günlüğünden yansıyan merhamet dolu bir hikaye bu

Annelerini, ailelerini,  sevdikleri kızları evde bırakarak cepheye giden çocukların kaderlerini belirleyenler bu dünya'da sevgiyi ve kardeşliği yok etmekte büyük rol üstlenenler tarafından savaşa giden bir gencin başından geçen basit bir olay bu.

Olay basitte olsa bence içinden çıkarılabilecek büyük bir ders var .

Suriye'ye savaşmaya gönderilen askerlerden  Uzman Çavuş Ömer Özkan'ın, El Bab'daki çatışmalar sırasında bitkin halde bulduğu ve 'Barış' adını verdiği kediyle ilgili bu  bahsettiğim olay!

El Bab'ta., olabilecek en kötü şartlarda savaşırken yıkıntılar arasında berbat bir halde bulduğu kediyi bırakıp gitmeye kıyamayacak kadar merhametli bir gencin verdiği insanlık dersi bu.

Çatıştığı cephede karşısına çıkacak düşmanı öldürmekle görevli bir genç..... Eğer o  öldürmezse karşısındaki gencin onu öldüreceğini bildiği için savaşmak zorunda . . Evet sadece bu sebepten savaşmaya devam edecek. Öncelikle hayatta kalmak için!  .

Belkide kurşunları bir ya da bir kaç hedefi vurmuştu bile!!

Savaşın tüm acımasızlığına rağmen bulduğu kediye tüm sevgisiyle bağlanabiliyor genç bir insan. Günlerce bir elinde tüfek ve göğsünün içine sığınarak mırıldayan, homurdayan sıcacık bir varlıkla beraber yoluna devam ediyor. Yapabildikçe, devam edebildiği yere kadar...Onunla yemeğini, suyunu paylaşan asker bulunduğu koşullarda kediyi hayatta tutmaya devam edemeyeceğini bildiği için sonunda telefonu aracılığıyla sosyal medya hesabından bir bildiri yayınlıyor. Bu bildiri sayesinde Gaziantep Canlı Hayatı İyileştirme Derneği Başkanı Cengiz Özkan kendisiyle iletişime geçiyor ve uzman çavuş kediyi terhis olan erlerden birine teslim ederek hayatını kesin olarak kurtarmayı başarıyor.

Savaş ve çatışma ortamının tam yerinde bir kedinin canını kurtarmak için elinden geleni yapan kocaman yürekli o er acaba karşı tarafta kendisiyle aynı yaşlarda bir genci istemeden de olsa öldürmüş olabilir mi?

Karşı tarafta çatışan gençler arasında aynı yürekte insanların olmadığını peki kim biliyor?!

Bir gaye için birileri tarafından çatışmaya gönderilen askerlerin hemen hemen hepsi birbirleriyle benzer nitelikleri taşıyan genç insanlar.

Hepsinin sevdikleri var.. Geride bıraktıkları..aşkları, kardeşleri..birer yuvaları var.

O çatışan gençleri cephe yerine bir sınıfa koysalar, yan yana oturtsalardı ne olurdu? Onlara matematik, fizik ve kimya öğretselerdi  Birlikte tenefüse çıksalar, sabah evde anneleriyle son kavgalarını birbirlerine anlatsalardı, ne kadar çok sevebilirlerdi birbirlerini.. Ne iyi dost olabilirlerdi.

Ama farklı topraklarda, farklı köylerde, farklı hikayelerle büyütülünce , gönderildikleri dağlarda  üzerlerinde farklı bayrakların üniformasını taşıyan başka gençleri öldürmek zorunda bırakılıyorlar.

Birilerinin hikayeri daha başlamadan bitiyor!


..................


Geçtiğimiz günlerde Güney Fransa'da Miss Provence seçilen ( güzellik kraliçesi ) April Benayoum sosyal medya'da babasının Israelli olduğunu yazmış..

İsaelli bir babanın kızı olmak ne zormuş.

Bazen tek suçunuz isminiz olabilir!

Tek suçunuz belli bir yerde doğmak, belli bir insanın kızı olmak olabilir.

Tuhaf değil mi?!

Yok değil !

İnsanlar öyle!

Çoğu böyle!

Babası Israelliymiş efendim!

Şeytanın kızı sanki!

Vurun kahpeye..

Genz kızın o güzel gözlerinden ne kadar göz yaşı akmış olabilir bugünlerde bilmem..aldığı nefret mesajları.. tehtidler yüzünden.

Nefret söylemlerinin en yasak olduğu, bu konuda en çok titizlik gösterilen ülkelerden birinde böyle durumlar yaşanması üzücüdür!

Bu nefret sözleri toplumun hangi kesimlerinden çıkmış bilmiyorum!

Belli bir kesimden mi? Bir çok kesimden mi ? Farkeder mi?!

Neyse bu nefret bir anda ses getirmiş!

O da önemli!

Fakat sadece isminiz, sadece dininiz, kimliğiniz yüzünden böylesi bir nefretle karşılaşmak hayal kırıklığı yaratıyor bir kez daha.

Kim daha az insan , belli bir ismi taşıyanlar mı?  yoksa ; " Hitler'in ellerinden kurtulan bir tane daha " diye yazanlar mı?!

Yazımın başında da söylediğim gibi, insanlar nefret dolu..Başkalarına şans tanımayanların yarattığı toplumlar bu nefreti taşımaya devam edecekler.

Etiketler hiç silinmeyecek.. bununla yaşamayı öğrenmesekte savaşmaya devam edeceğiz, ırkçılıkla, antisemitizmle..

İnsan olanlar, bu tip söylemlere karşı duranlarsa bu dünyayı kısmen de olsa dengede tutmaya devam edecekler!




Batya R. GALANTI


21 Aralık 2020 Pazartesi

Filistinlilerse herşeyi bence çok yanlış değerlendiriyorlar. Gururları kırılmış, hakları yenmiş gibiler! Halbuki Ortadoğu'daki barış ortamı sadece Israel'in çıkarlarına değildir buradaki Araplar da bundan kazanacaklardır.

 

                  


                                           Geçmişi geçmişe gömerek geleceğe bakmak


Israellilerin ilginç özelliklerinden biri birbirlerine  çabuk sinirlenip, bağıra çağıra kavga ettikten iki dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi davranabilmeleridir. Sabırsız görünürler, birbirleriyle her an her konuda tartışabilirler. Ancak bu onların beş dakika sonra kaldıkları yerden devam etmemeleri için bir sebep değildir..Tabi bu kültürün içinde büyümeyenleri bu durum hayretlere düşürebilir.

Örneğin, Türk Kültürü'nde gurur herşeyden önce gelir. . Türkler birbirlerine karşı yeterince saygılı olmak zorundadırlar.  Eğer birisi bir başkasının "gurur' unu " incitecek bir söz söyler, bir hareket yaparsa bu dünya sonu olabilir. Onlarda böyle konularda mantık yaşanan duyguyla bir denge kurmaz. Kısaca gururlarının incindiği anda mantık devreye girmez pek!

Tüm  yardımseverlikleri ve nezaketleriyle birlikte onlarla bazı hususlarda çok itinalı davranmalısınızdır. Bu toplumun içinde belli bir kitle vardır ki bunlara en ufak bir uyarıda bulunamaz, hatta bazen bu yüzden kendinizi savunamazsınız!! Gerçekten sorun yaşayabilirsiniz. Gereksiz yerde güç kullanmak toplumun davranış kalıpları içine iyice yerleşmiş bir olgudur orada.

Buradaysa insanlar gün boyu sinirlenebilirler ama kelimeler genelde gurur meselesi değildir. Küfürler boldur ama etkileri genelde pek yoktur. Akılla duygu sanki herşeye rağmen daha birbirinden ayrı hareket eden şeylerdir.

Sanırım her toplumun kendine göre geçirdiği aşamalarla oluşan şeyler bunlar.

Din, dil,  göçler, cografi konumlar, farklı toplumlarla yan yana yaşayanlar arasında oluşan kültürel etkileşimler insan davranışlarını da şekillendiren şeyler. .

Yahudiler eğer herşeyi gurur yapsalardı bugüne dek varlıklarını sürdüremezlerdi kesinlikle. .

Hayat insana bazen menfaat için susmayı, yeri geldiğinde hiç bir şey olmamış gibi devam etmeyi öğretiyor.

Ve birikimlerinizle birlikte öğrendikleriniz bireysel ilişkilerinizin yanında toplumsal , politik değerlerinize de yansıyor.,

Türklerin kendi kendilerine pek öğretemedikleri  bir deyimleri vardır, !;" Keskin sirke küpününe zarar" !

Yahudiler ( Israelliler )  geçmişi bir yerde geçmişte bırakmayı en çabuk becerebilen haklardandır diye tahmin ediyorum.

Dün savaşılan bir ülke'yle bugün barışıldığında ertesi sabah valizlerini toplayan binlerce Israelli o ülkeyi ziyaret etmeğe hazırdır.

Geçtiğimiz 15 Eylül'de Arap Emirlikleri ile Israel arasında imzalanan tarihi antlaşmanın aynı akşamı Dubai'ye uçuş fiyatları hakkında haberler çıkmıştı bile.

Bir hafta sonra pandemi'ye rağmen bir kaç bin  Israelli buralarda tatil yapıyordu.

Son haftalarda ise  on binlerce Israelli Dubai'ye akın etmiş durumda..

Sanki aramızda bugüne dek hiç savaş geçmemiş gibiyiz.

Israelliler Türkiye'ye de uzun seneler gitmeye devam ettiler, Erdoğan'ın tüm düşmanlığına rağmen bugüne dek Türk Halkının  bizim 

düşmanımız olmadıklarını savunurlar, ( Bence bu konuda hafif bir yanılgıları var.  )

Bugüne dek Türkiye'ye olan hayranlıkları bitmeyen büyük bir kitle var Israel'de..

Son senelerde iki ülke arasında durum iyice gerilmeden buralardan vaz geçmediler.Ne  Bodrum'dan , ne Marmaris ne  Antalya ve de tabi İstanbul'dan!Şimdi ise Ortadoğu'da, Körfez Ülkeleriyle Israel arasında  tam bir barış havası esiyor.Mısır ve Ürdün'le yapılan barıştan çok daha sıcak,  birlik ve çıkar getiren bir barış bu.Bir rüya sonunda gerçek olmuş gibi geliyor insanlara.

Karşılıklı menfaatlerin bir araya getirdiği 
eski düşmanların kurabilecekleri ortaklıklar, 
bu bölge'deki halklara sadece daha iyi bir 
gelecek getirebilir, Bunu sonunda Araplar da anladılar sanırım.

Filistinlilerse herşeyi bence çok yanlış değerlendiriyorlar. Gururları kırılmış, hakları yenmiş gibiler!  Halbuki Ortadoğu'daki barış ortamı sadece Israel'in çıkarlarına değildir buradaki Araplar da bundan  kazanacaklardır.

Körfez ülkeleriyle ilişki olmadığında Israel'in bir şeyleri kaybetmekten korkusu yoktu, çünkü kaybedilecek bir şey yoktu.

Şimdi ise, Araplar hem Filistinlilere hem Israellilere eşit konumda duruyorlar. Ve Israel Araplarla yaptığı ticari, kültürel ve güvenlik antlaşmaları yüzünden onlarla belli bir  çıkar ilişkisi kuruyor. Bu da Araplara, Filistinlilerin haklarını daha fazla korumak ve daha iyi bir gelecek için Israel'den ödünler bekleyecek şartlar öne sürmeleri şansını da getirecektir mutlaka.

Bu  yeni  şartlarda bence akıllı davranılırsa bölge halkları için sadece daha iyi bir gelecek söz konusu olacaktır.

Gazze'deki Hamas ve daha da radikal akımların nasıl sona ereceği ise ayrı bir sorundur.Buralara Katar'dan, Türkiye ve İran'dan aktarılan paralar sadece terör hücrelerine ve radikal gruplara akıyor . Halksa mılyarlarca dolarlık yardımlardan hiç bir şey görmüyor!!

Abbas'ın da Israel'in Körfez ülkeleriyle olan barışa tepki göstermek yerine Israelle yeniden barış masasına oturmasının zamanı geldi.

Bugün her ne kadar Sünni Araplarla yakınlaşsa da Israel'in en büyük rüyası İran'ın da içinde olacağı  gerçek bir bölgesel barıştır. Bu konuda beslenen ümitleri son günlerde bir çok ciddi ağızlardan duyduk Israel'de.


Batya R. GALANTI










20 Aralık 2020 Pazar

Hayat çıplak gözle baktığımızda hala son derece güzel şeylerle dolu. İşte bir an o görünmez varlığın dünyayı nasıl alt üst ettiğini düşündükçe bu yaşadığımız hikayenin, bu tarihi olayın orta yerinde iken, dün Ein Karem'e gelmeden evvel uğradığımız Kotel'de ( Ağlama Duvarı'nda) Tanrıdan ne dileyeceğimi bilemediğim an aklıma geldi. Ve o belirsizlik içindeki duygularım ve bocalamalarım arasında bir yerlerde yoluma çıkan dindar kızın Tanrı'dan bana ihtiyacım olan işaret olduğunu düşündüm.

   


                          Güneşli bir hafta sonundaki dileklerim



Günlerce yağan yağmurların ardından Israel'in ılıman iklimi yeniden bize hatır yaptı. Hafta sonunun gelişiyle işlerinden başlarını kaldırıpta nefes almak isteyenlere yeniden mükemmel  hava şartları sunarak;  en azından sokaklarda, deniz kıyısında buluşmak isteyenler için bir kez daha fırsat doğdu..

Cuma günü Tel Aviv'de,  Allenby ve Shenkin arasında dolaşırken buraları neden bu kadar sevdiğimi hatırlatan o enerji yeniden her yerdeydi.

Yirmi derece dolaylarındaki hava sıcaklığı öncelikle insanın içini bir kez daha ısıtırken, genç nüfusun yoğun olduğu bu şehirde atmosfere yansıyan dolu dolu bir yaşam hissi vardı yine. Her defasında yeniden sizi buraya çeken bir enerji bu.

Korona yüzünden sözde kapalı olan cafeler ve kimi bar ya da restoranlar son aylarda kendilerine ister istemez yeni yollar buldular. Take away sistemle çalışan bu yerler, sandwich, pizza, hafif içkiler, dondurma ya da tatlıları dışarıda  kuyrukta sabırla bekleyen gençlere keyifle, tek tek hizmet veriyorlar..

Sonra tüm bu olumlu havanın orta yerinde bir kez daha insanlara bakıyorsunuz. Çoğu maskelerini yüzlerinden çıkarmasalar da kimileri pervasızca ne istiyorlarsa onu yapıyorlar.

Shenkin'de bir noktada bir sürü insanın biriktiğini gördüm. Biz de uzun zamandan sonra dördümüz birlikteydik. Arada yavaş yavaş kaybolan güneşle birlikte hava hafiften serinlerken , Israel'in ( eşimin ) bana , karnın açtı biliyorum ama tüm istemediğin şeylerden sonra belki bir meyve suyuna hayır demezsin derken, yaklaştığımız küçük köşk'teki genç adam dünyanın en lezzetli meyve shake'ini sadece onda tadabileceğimizi söylüyordu, çevremizde bir sürü genç insan arasından bize doğru yönelerek.

Ben de, " O zaman bana ananas, banana shake'i hazırla sen!" dedim.  Ya kavunla hindistan cevizi'ne dersin.?  diye sordu. Hepsi olur!! Biraz daha serinleyen havada  buzlu meyve suyu elimde yürürken hafiften üşümeye başlarken bir o kadar da keyif aldım .. Sonuçta dünyanın en lezzetli shake'imiydi bilemem ama gerçekten güzeldi.


Arada ara sokaklara girdiğimizde, aylardan sonra yeniden açılan "Sanat pazarında"  da biraz etrafa göz gezdirmeyi ihmal etmedik .Sanatçıların kendi el işi çalışmalarını sattıkları bu ünlü mekan tekrardan insanla dolmuş.. Yüzlerde maskeler olmasa bir an için herşey geride kaldı zannedersiniz!

Bir sürü rengarenk şeylerle dolu pazardan geçerken uzun zamandır görmediğim bir arkadaşıma rastladım. O da o çok marifetli elleriyle diktiği çantalar ve yastık kılıfları satıyor burada haftada iki kez. Tabi virüs tavan yapıp etraf kapanmadıkça!

Hayatın tüm temposu tamamen değişti bu son sene.. Bir açılıp bir kapanan piyasa kendini toparlayana kadar yeniden yükselen virüs bu güzel enerjiyi bir kez daha söndürüyor.. Tam herşey normale dönecek gibi olacakken , etraftaki o gözle görülmeyen düşman durumu değiştiriyor.


Cumartesi ise bir seneden fazla bir zamandan sonra kendimizi Yeruşalayim dağlarında bulduk..

Rişon'dan çıktığımızda neredeyse terleten bir sıcak vardı. Ama sadece kırk dakikalık bir yolculuktan sonra vardığımız bu şehrin yüksekte olduğunu unutmuşum ben. Bu yüzden oralarda hava  daha serindi, tüm parlayan güneşe rağmen..

Israelliler gezmeyi çok seven bir millet.

Hafta sonu, dati'ler yani dindarlar dışında herkes mutlaka kendini doğa'ya , dağlara , tepelere...mutlaka bir yerlere atıyorlar.

Yeruşalayimi çevreleyen dağlardan arabayla indik yeniden, Ein Karem'in aşağılarında bir sürü güzel butikler ve restoranların bulunduğu bir mahallede bulduk kendimizi. Bir yerde dolu arabalar görünce biz de park ettik.

Ilk anlarda Gal memnun görünmese de pek aldırmamaya çalıştık. Ağaçlık, dar bir yolda herkesi takip ederek, bakalım insanlar nereye gidiyor dedik..

O an anımsadım; iki sene evvel buraya kuzenimle gelmiştim ben! dedim eşime.. Çok sevimli bir yer burası..

Bir dondurmacının önünde bir sürü genç bekliyordu, başka bir noktada pizza için insanlar kuyruktaydılar..

Yolun sonunda vadiden yukarıdaki dağlara doğru yemyeşil bir manzarayı karşımıza aldığımızı gördüm. Aşağıdan, yeşil tepelere bakan noktada herkes resim çekiyordu. Yolun öbür tarafındaysa,  girişinde Fransızca "Brasserie" yazan,  meze çeşitleri satan dükkandan çıkanlar aldıkları sepetlerini birer şişe şarap ya da birayla birlikte yanında bir iki ıvır zıvır şeyle doldurmuş karşıdaki yeşillik alanda piknik yapmaya gidiyorlardı. Bizse Gal'in yeterince artan gerilimi karşısında yolumuza gerisin geriye devam etmek zorunda kalırken ben bir gün önceden hazırladığımız güzel yemeklerle donatacağımız sofrayı düşünerek çok fazla sinir olmamaya gayret ettim bir kez daha. Arabada giderken gördüğüm manzaralardan keyif almaya çalışırkense radyo'da virüs'ün son variyasyonunun İngiltere'de yayıldığını söylüyordu haberler..


Burada Pfızer'in aşılarına bugün başlanırken, kendisini yenileyen virüs'e karşı da etkili olduğunu iddia ettikleri aşıyı yaptımak istemeyen çok insan var!

Profesörlerse bir süredir televizyonlardan bu salgından kurtulmamız için milyonların kendilerini aşilatmaları şart diyorlar!

Hayat çıplak gözle baktığımızda hala son derece güzel şeylerle dolu. İşte bir an o görünmez varlığın  dünyayı nasıl alt üst ettiğini düşündükçe bu yaşadığımız hikayenin, bu tarihi olayın orta yerinde iken, dün  Ein Karem'e gelmeden evvel uğradığımız Kotel'de ( Ağlama Duvarı'nda) Tanrıdan ne dileyeceğimi bilemediğim an aklıma geldi. Ve o belirsizlik içindeki duygularım ve bocalamalarım arasında bir yerlerde yoluma çıkan dindar kızın Tanrı'dan bana ihtiyacım olan işaret olduğunu düşündüm.

Duvarda öylesine etrafa baktığımda dua etmekten çok etrafımdaki insanları incelemeye dalmıştım ben. Korona yüzünden bölüm bölüm ayrılmış alanda çok fazla insan yoktu dün. Kadınlar birbirleriyle olan mesafeyi korurlarken, kimileri ellerinde kitapla dua ediyor,  bir diğerleri yaslandıkları duvarda  dilekte bulunuyordu. Ben bir süre gözlerimi kapatarak etraftan kulağıma gelen yalvarışları dinlerken içimden sadece Amen diye takrarladım bir kaç kez.Ve sonunda duvardan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlarken ,  uzaktan bir kız  " Braha istermisin ?" diye sordu bana. ( Braha, bizde bendision yani kutsamadır) Braha insanlara Tanrıdan gelen bir şeydir !

Bu kızın yüzünde öyle bir temizlik ve saflık vardı ki, gözlerindeki ışıltıda ihtiyacım olan duanın onda olduğunu hissettim bir an.

Tabi isterim  dedim. Elinde iki buket vardı. O iki buketin hangi bitkiler olduklarını anlamadım. Kız tek tek buketleri elime tutuşturdu ve iki kez ayrı bir braha söylettirdi bana.

Ve en sonunda Tanrı'dan sana sağlık diliyorum dedi! Ben de aynısını onun için diledim. Yüreğimin derinlerinden geldiği gibi!  Sanki dün o duvara o genç dindar kızdan braha almak için gittim ben.

Kendim ve tüm sevdiklerim için!



Batya R. GALANTI






19 Aralık 2020 Cumartesi

1948'e dek Yahudiler şartlar ne olursa olsun Avrupa'da yaşamaktan başka çareleri yoktu. Bugünse ille de Şabat, ille de kaşer , ille de dine uygun kılık kıyafet diye tuttururyorlarsa belki de Brüksel'de değil kendilerine Israel'de bir ev almalılar..

      


                        Ya Avrupa'da Avrupalı gibi yaşarlar ya da terk ederler



Bundan iki gün önce Israel gazetelerinde Belçika'daki  Kaşer ve Helal  Et Kesiminin yasaklandığına dair çıkan haberler ilginç.. 2012'de Almanya'da da sünnet yasaklanmıştı. Sanırım daha sonra itiraz mahkemesinden çıkan kararla bu yasa iptal edilmişti.

Şimdilik Avrupa,  bünyesi'nde barındırdığı dini azınlıkların bazı törelerine karşıt kararlar almak isterken  bugüne dek herşeye rağmen demokrat kurumlar aracılığıyla Yahudiler ve Müslümanlar din õz gürlüğü adına hakları için mücadele etmeye devam ediyorlar.

Belçika'da da Yahudi Cemiyet Başkanı bu son yasaya itiraz için mahkemeye başvurmuş ve Yahudi Cemiyeti'nin Belçikalı Avukatı bu yasanın Belçika'daki din özgürlüğüne aykırı olduğunu savunmuş..

Sünnet ve Kaşer et yemek gibi Yahudi  gelenekleri,  özellikle Hıristiyanlara tamamen yabancı gelen ve günümüzle çok uyum sağlamadığı düşünülen kurallardır.

Tanrının, doğanın erkeğe bağışladığı  cinsel organın bir kısmını dini bir törenle kesmenin akıllarına uymamasını anlamak  mümkünse de binlerce yıldır sorunsuz devam eden bir uygulamanın bir başkasını rahatsız ettiği gerekçesiyle yasaklanması da üzücüdür.

Kaşrut kurallarına göre hayvan kesimine neden karşı çıktıklarını bilmiyorum. Yahudilerin ya da Müslümanların bu kesimleri Avrupa'da hangi şartlarda yaptıklarını ben görmedim. Uygulamada açıkça doğru olmayan şeyler var mı bilmiyorum ama eğer olması gerektiği şekilde yapılıyorsa Kaşerut Kuralları insan sağlığını koruyan kuralları temel alır. Yahudi geleneklerine göre hayvan kesimi ise hayvanın acı çekmeden hemen ölmesini sağlamak ister. Yani Yahudi usulü şhitaya göre hayvan keskin bir bıçakla bir kerede şah damarından kesilir.

Tüm bunlar bir tarafa, bugünkü modern dünya'da, modern fabrikalarda en iyi şartlarda yapılan kesimlerin olduğu Avrupa'nın orta yerinde kendi şartlarında kesim yapmak isteyen insanlara karşı yasalar çıkardıklarında sorun belki gerçekten bazı şeyleri kendi standartlarında görmediklerinden dolayıdır  diyorum ya da bir çeşit düşmanca karşı duruştan kaynaklanan şeyler vardır hala .

Belçika, Avrupa'da radikal dini akımlardan en çok etkilenen ülkeler arasında. Brüksel'de bazı mahalleler , ( eskiden Yahudi mahalleleri olan yerler ) radikal islamcıların ellerine geçmiş durumda. Ve son yıllarda Belçikda'daki normal insanlar bazı İslamcılardan yeterince rahatsız olacak durumlar yaşayabilmekteler.

Helal et kesimini yasaklayarak, oradaki İslamcılara karşı bir yasa çıkarmak istemiş olabilirler mi bilmem. Ve bunun için sadece İslamı karşılarına almamak için yasayı bu tip uygulamaları olan Yahudilere de getirmiş olabilirler.

Ya da kısaca , benim ülkemde ben nasıl yapıyorsam siz de öyle yapacaksınız...düşüncesiyle bu karar çıkmış ta olabilir.

Sonuçta demokrasi bir yere kadar işler. Dünya'da demokrasinin yüzde yüz olduğu bir ülke var mı?

Hayır! 

Peki şimdi ya bu karar tasarısı geri çevrilmezse ve kesin olarak uygulanmaya başlarsa Belçika'daki Harediler ( Yahudi Ortodokslar ) ne yapacaklar?

- Ya vejetaryen olacaklar ..( haha!! )

- Ya Israel'den et ithaline başlayacaklar. ( Bu konuda da bir sorun çıkarılmazsa! )

- Ya da yaşadıkları ülkeye daha fazla entegre olacaklar.

"Ya bu deveyi güdersin ya da bu diyardan gidersin! "  der Türkler..

Bugüne dek tolerans ve anlayışla , dinlerini uygulamaya devam eden Yahudiler sanırım gittikçe dinden uzaklaşan Avrupa'da bundan sonra daha az anlayışla karşılanacaklar.

Yahudilerin inanıcını benimsemeyen Avrupa, her ne kadar Yahudilikten çıkmışsa da Yahudilikten tamamen uzaklaşan Hıristiyanlığın benimsemediği uygulamaları artık kendi kıtalarında görmekten hoşnut olmayabilirler.

1948'e dek  Yahudilerin şartlar ne olursa olsun Avrupa'da  yaşamaktan başka çareleri yoktu. Bugünse ille de Şabat, ille de kaşer , ille de dine uygun kılık kıyafet diye tuttururyorlarsa belki de Brüksel'de değil kendilerine Israel'de bir ev almalılar..

Ya Avrupa'da Avrupalı gibi yaşamayı kabul ederler ya da ordoksluklarını sorunsuz yaşayacakları tek ülke'ye geri dönerler..


 

Batya R. GALANTI








17 Aralık 2020 Perşembe

Mahmut Abbas son dönemde, imzalanan Abraham Accords yani Ibrahim Sözleşmesi'yle birlikte Körfez Ülkelerinin arka arkaya Israel'le ilişkilerini normalleştirmeye başlamalarından dolayı Arap kardeşleri tarafından sırtından bıçaklandığını hissediyor ve kendine bir şekilde destek arıyor.

                    




                               Me'arat Ha Machpela'daki Hanukkah mumları!



Israel'de yeniden Hanukkah'nin gelişiyle ülke ışıklarla doldu.  Her gün yakılan bir muma ertesi gün  bir tane daha eklendi. Tel Aviv'de , Haifa'da, Hertzelia ve Rişon'da..ülkenin her yerinde mumlar yanıyor..

Bu gece sekizinci ve sonuncu mumla Hanuka bitecek..

Hevron'da da  Me'arat Ha Machpela dediğimiz, yani Patriark Mağarası (Mezarlığin'da) da bir Hanukiya bulunuyor. Her sene büyük güvenlik tedbirleri altında  bu kutsal yerde de Hanukka kutlanıyor. Israel'in farklı yerlerinden aynı günlerde burayı ziyaret eden dindar Yahudiler burada  ( tüm tehlikeye karşı ) dua etmeye geliyorlar.

3700 yıl evvel Avraam'ın vefaat eden ilk eşi Sara'yı gömmek için elindeki 400 gümüş parayı ödeyerek satın aldığı toprak burası..Hevron'un güneyinde bir mağara .  Aynı yerde daha sonra Avraam Aveinu'nun kendisi ve çocukları Yaakov, Yitshak  ve karıları  Rivka ve Lea ile birlikte gömüldükleri mezar yeri..

Yeruşalayim'de Har-Ha Bayit'in  ( Beit Ha Migdash'in kalıntılarının olduğu yer )  yani Al Aksa 'nın  bulunduğu mekandan sonra  Yahudiler için en kutsal ikinci yer, Me'arat Ha Mahpela.

Askerlerin güvenlik çemberi altında her sene genelde harediler ve siyonist dindar yahudiler burada  Hanukkah mumları yakıp şarkılar söylerler ..

Bu sene de bu kutlamalar her yerde olduğu gibi burada da tekrarlanıyor.

Mahmud Abbas'ın danışmanı Mahmud Al-Habbash Hanukkah'nin ilk günlerinde Israel'in bu hareketlerinin " Müslümanlığın temiz inancını kirletmek "  olduğunu ve bu tip organize duaların bir savaş suçu kabul edildiğini beyan etti

Neden acaba?


Yahudilerin burada dua etmeleri müslümanlık için kutsal dedikleri bu yeri neden kirletsin acaba?

Filistinliler buraların tarihini unuttukları için mi boyle konuşuyorlar?

Yoksa yine dünyanın dikkatini bir yerlere çekmeye mi çalışıyorlar?

Halbuki bu yerin tarihine dönüp şöyle bir göz atsak herşey netlik kazanır diyorum ben..

Yahudiler'in I.ve II. Tapınak dönemlerinin ardından,  I.S 300 'lerde Bizanslılar buraları aldıktan sonra bu yerde kilise yapılmış.. Daha sonra Araplar 7. yüzyıl ortalarında Yeruşalayim'ı kuşattıklarında, İbrahim Mabedi olarak çağırdıkları Me'arat Ha-Machpelah'yı  Cami'ye çevirmişler ve buranın yanında aynı dönem Yahudilerin iki küçük sinagog inşa etmelerine izin vermişler.

1100 senesinde  buraları Haçlılar aldığındaysa bu kez onlar aynı yerde yine kilise inşa etmişler. Ve  burayı Yahudilere tamamen yasaklamışlar.

Sonuçta bu kutsal topraklar tarih boyu birilerinin ellerinden geçmeye devam etti durdu.

20. yüzyıla gelene kadar  Eyyubi'ler, Memluklar ve Osmanlılar bu topraklardan geçtiler.

1948 Israel-Arap Savaşı sonrası burası Ürdün'ün kontrolüne girdi. Ve Ürdün 1967'ye dek  Batı Şeria ve Yeruşalayim'deki kutsal yerleri Yahudiler'in ziyaretlerine kesin bir emirle kapattı.  

Tabi Ağlama Duvarı ve Patriark Mezarları de buralara dahildi.

1967 Altı gün savaşı sonrasıysa Yahudiler yeniden bu yerlere geri geldiler.

Güney Hevron'daki Patriarkların mezarları bugün Israel askerinin kontrolünde bulunmaktadır.

Bu kutsal mekanda hem Yahudi hem Müslüman dindarların ziyaretlerini güvenli bir şekilde yerine getirebilmeleri için burası ( iki taraftan olabilecek fanatik bir saldırıyı engelleyebilmek adına )  asker kontrolündedir.

Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ise son günlerde bir hayli kızgın.

Mahmud Abbas'ın danışmanlarından Mahmud Al-Habbash Hannukah'nin ilk günleri'nde Yahudilerin, Müslümanlar için çok kutsal olan bir yer olan İbrahim Cami'ni kirlettiklerini söylemiş. Bayramları öne sürerek dualar tertipleyerek  Müslümanlar için büyük öneme sahip olan bu yerde Israel savaş suçu işliyor demiş Al-Habbash.

Mahmut Abbas son dönemde, imzalanan  Abraham Accords  yani Ibrahim Sözleşmesi'yle birlikte Körfez Ülkelerinin arka arkaya Israel'le ilişkilerini normalleştirmeye başlamalarından dolayı  Arap kardeşleri tarafından sırtından bıçaklandığını hissediyor ve kendine bir şekilde destek arıyor.

Ancak eski taktiklerin bugün artık fazla işe yaramadığını görmüyor.

Dini kullanarak Abbas eskiden olduğu gibi bir yerlere varmak istiyor. .!

Halbuki  Me'arat Ha-Mahpela içindeki " İbrahim Cami " Müslüman'ları karşılamaya devam ediyor.

Abbası yine de Yahudilerin Hanukiyası rahatsız ediyor.

Erdoğan'ın İstanbul'da Aya Sofya'nın gerçek kimliğini silip yerine diktikleri minarelerden tekrardan insanları namaza çağırması gibi .. Burada da esas sorun bir şeyin esasını, özünü kabul etmeyenlerdedir.. 

Bu zihiniyetle gidenler sonsuza dek kimseyle barış yapamazlar,



Batya R. GALANTI







15 Aralık 2020 Salı

 



                                                Aşılar başlıyor!


Bir seneye yakın bir zamandan beri Korona'nın adını  duymadan geçen bir günümüz olmadı.

Kimilerine göre dünyanın nüfusunu azaltmak için ortaya çıkarılan bir labaratuar virüsü bu, gençler içinse hala çok abartılan bir şey Korona..

Arada yönetimlerin korona'yı, halkları daha fazla denetim altında tutmak için bir fırsat olarak gördükleri de ayrı bir gerçek. Kimi yerde bu durum belki  kısmen geçerliyse de bazı ülkelerde bu pandemi baskı rejimlerinin daha da güçlenmesi için yeni  bir olanak sunmuş gibi..

Sonuçta ne tarafa dönersek dönelim aylardır çok şey değişti hayatımızda..

Ve önümüzdeki günlerde, insan hayatını kurtarmak ve bir şeylerin belki kısmen de olsa rayına oturmaya başlayabilmesi için beklenen aşılar artık piyasalarda.

Çok yakında sağlık görevlilerinden, risk gruplarıyla  kimi meslek grubu çalışanlarından yola çıkılarak yavaş yavaş nüfusun tamamının aşılanması bekleniyor..

Ancak aşıların başlayacağı haberleriyle beraber insanların kafalarındaki soru işaretleri de kendilerini daha da çok göstermeye başladı.

                      
Pfızer, Moderna gibi aynı dönemlerde piyasaya çıkarılan aşıların, Amerikan FDA ( Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı'nın federal bir kuruluşu) arafından güvenilirlikleri üzerine verilmiş olan son onayından sonra önümüzdeki günlerde bir çok ülkede insanların aşılanmaya başlanması bekleniyor.

Bir çok insan için FDA'in onayı, doktorların telkin eden sözleri, televizyon'da kameralar önünde aşı olan ünlülerin, liderlerin görüntüleri yeterli derecede ikna edici değil.

Soru işaretleri ve güvensizlik yeterince insanda var.

Bu da kamuoyunun artık kimsenin sözüne yeterince inanmadığının belirtilerinden bir tanesi.

Eskiden insanları bir çok şeye ikna etmek daha kolaydı. Bugün insanlar bilgi kirliliği içinde yaşadıkları için birbirlerine, yaşadıkları ülkeye, yönetimlere,  politikacılara, doktorlara çok daha az güven duyuyorlar..

Böylece işler daha zor ve karmaşıklaşıyor bir anlamda

Bir taraftan nüfusun belli bir bölümüne aşı yapıldıktan sonra hayat yavaş yavaş eski temposuna geri dönmeye başlayacak diyenler insanlara umut veriyor.. Aç kalanlar, işsiz kalanlar hemen aşı olmaya hazırlar. Hem de bir an önce ..Ancak daha başka, ve yine ciddi ağızlardan çıkanlara göre normal hayata  dönüş aşılara rağmen şimdilik ufukta görünen bir şey değil. ..

Yani aşı bir anlamda soruna mucizevi bir çözüm getirecek gibi görünmüyor..en azından yakın bir dönem için.

Kimilerini ise aşı olmaya ikna etmek için baya çaba sarf etmeleri gerekecek gibi .

Diğer taraftan Israel'de Devletin,, aşıların yan etkileri üzerine sorumluluk almayı üstlenmemesi durumunda sağlık kurumları tek bir kişiye bile aşı yapmaya hazır olmadıklarını açıkladılar.

Sonuçta her biri birer ticari kuruluş olan Kupat Holimler ( yani sağlık kurumları ) Korona  aşısı yüzünden insanlara gelebilecek kimi zararlar, önemli yan etkiler yüzünden kendilerine  açılacak  davaların onları çökerteceğini söylediler..

Tüm bu tartışmalar dahi kişide kararsızlıklara sebebiyet verebiliyor.

"Yıllarca " piyasada olan ilaçların bile zaman zaman uzun dönem yan etkilerininin çok sonraları anlaşıldığını biliyoruz hepimiz.

Yıllarca kullanılan kimi ilaçlarınsa tamamen zararlı oldukları keşfedildikçe , daha yepyeni piyasaya  sürülen bir aşının, tüm bizi  ikna çabalarına rağmen vücudumuza bugün yarın neler yapabileceğinden tam olarak nasıl emin olacağız?

Ancak diğer taraftan Türkiye'de son günlerde çok fazla yayılan salgın yüzünden  her gün ölenlerin haberlerini duymakta hiç cesaret vermiyor.  Son bir iki haftada genç yaşlı çok kişinin ölüm haberi sosyal medya'da paylaşılırken bu virüs'ün hala daha bir çoklarının söylediği gibi basit bir hastalık olmadığını bir kez daha hatırlıyorsunuz..

Ne yaşınız, ne sağlıklı olmanız sizi mutlak garantiye almıyor. Korona hakkında bilinmeyen hala çok şey olduğu izlenimi var..

Öylese doğru olan karar nedir?  Biraz bekleyip göreceğiz!

Bu arada Tanrı hepimizi korusun diyorum, yeniden!!




Batya R. GALANTİ

14 Aralık 2020 Pazartesi

Bugün hayat insanlara farklı çözümler sunuyor. O da sır saklayan dostlar yerine arayacağınız profesyonel çözümlerdir çoğu kez..

 



 

                        Hayat sorunlarla geliyor çözümleri ise siz arıyorsunuz..

        


Aylar evvel bir gün telefonda çocukluk arkadaşımla konuşurken laf lafı açmıştı.   Benim 16 yaşımda ilk kez panik atak problemimin başladığından haberi olmadığını söylerken utanmıştı adeta. . Benim en iyi arkadaşımdı ve böyle bir sorunum olduğunu bilmiyordu.

Bense onun bunu bilmediğini bile hatırlamıyordum.

Aradan geçen günlerde beni tekrar arayarak; "Batya kafama takıldı.  Suçluluk duyuyorum. Ben senin zor günlerinde yanında olmamışım demek!" ...

Hayatımda ilk kez bir arkadaşımdan bu kadar samimi bir itiraf duyuyordum ..

Ne diyeceğimi bilemedim. Saçmalama! alt tarafı 15-16 yaşlarında bir genç kızdın o zaman.. Panik Atak hakkında ne biliyordun ki?

Peki ben birilerinin desteğini beklemişmiydim? (Belki ailemin! )

Onca seneden sonra çocukluğumda yaşadığım zor günlerde yanımda olmadığı için duyduğu suçluluğu ifade ettiğinde arkadaşıma sıkı sıkı sarılak istedim ama ne yazık ki  benden kilometrelerce uzaktaydı!!

" Onun bu konudaki samimi, içten yaklaşımı bile uzun zamandır ihtiyacım olan bir kucaklama gibiydi aslında ! ".. Sadece manen de olsa.


Senelerdir otist bir çocuğu büyütürken de "kimsenin" bana bir kez olsun Gal hakkında, yaşadığımız  zorluklar hakkında  senelerdir hiç soru sormadığını  geçenlerde farkettim . ( Ne tuhaf değil mi?! )

Siz sorunun orta yerinde olduğunuzda mücadeleniz bir anlamda  o derece yoğun olabiliyor ki sadece bir zaman sonra, olayın kısmen dışına çıktığınızda,  bazı şeyleri geride bıraktığınızda daha çok farkediyorsunuz..

Kendi çekingenliğimle alakalı bir durum mu bu bilmiyorum.  

Hiç bir zaman kendimi  kimseye çok fazla anlatmadım, sormadıkları sürece  konuşmadım.

İnsanları kendi sorunlarımla sıkmaktan hep çekindim..

Çocukken yaşadıklarımsa zaten bir tabuydu..Psikolojik şeyler kendimize saklanırdı o zamanlar..

Ailenizse size," Sana neler oluyor?!" diye kızarlardı çoğu kez..

Kendine gel!!

Panik atak mide ağrısı ya da ateş çıkmasına benzemiyor ..

Gözleriyle görmedikleri, testle, analizlerle ispatlanamayan, somut olmayan bir şeyse sorununuz kendinizi anlatmanız imkansız olabiliyor..

Psikolojik sorunlar çoğu kez göz ardı edilir..

Bugüne dek bu tip şeyler bir de zayıflık işareti olarak algılanır.

Halbuki, kendimin  çok insandan daha güçlü bir yapıya sahip olduğuma inanıyorum.

Şımarık olmadım hiç..mücadeleyi ise hiç bırakmadım..

İnsanlardan anlayış beklemekse aptallık....

Çünkü kimsenin size empati göstermeye niyeti yoktur.

Herkesin tek problemi, sizin yerinizde olsalardı, sizden ne kadar daha iyi mücadele verebileceklerini ispatlamaktır genelde.

" Senin yerinde olsam ... !" diye başlayan cümleler çok kullanılır..

Bir kez olsun durup sizin yerinizde hiç olmayacaklarını farketmezler.

Çokta umurlarında da değildir zaten.

Bu yüzden en iyisi profesyonel bir yardımdır..

Mücadelenizde size parasal bir menfaat üzerinden en iyi şekilde yardım etmeğe hazır bir psikolog ya da terapist bulmak zorundasınızdır çoğu kez.

Çünkü modern hayat insanları çok daha fazla  benmerkezcilik ve rekabet içine soktu..

En yakın ilişkilerinizde bile kesinlikle bu böyle. ( Mesela bizzat aileniz!!!) 



Bugün hayat insanlara farklı çözümler sunuyor. O da sır saklayan dostlar yerine arayacağınız profesyonel çözümlerdir çoğu kez..

Kendi kendinize yardım ederken bulduğunuz başka yöntemler de size yeterince yardımcı olabiliyor bir çok kez..

Kimi hobiler dışında...

Ben günlüklerime, yazılarıma döktüm çoğu duygularımı, kimi açmazları, çıkışı olmayan yollarda bulduğumda kendimi beyaz sayfalar hep vardı..

İstemediğim kadar anlatmamı bekleyen sayfalar..

Söze karşımadan, hemen laf yetiştirmeye kalkmadan beni bekleyen temiz sayfalar...

Gereksiz nasihatleri yoktur ve sadıktırlar :) ..

Genç kızken  korkularımı anlatacağım bir psikolog ararken gittiklerim içinden kendimi yakın hissettiğim birini bulana kadar kaybettiğim zaman, enerji ve paralarsa az değildi.

Hayat problemlerle geliyor çözümleri ise siz arıyorsunuz..

Çözümü her zaman kolay olmayan şeylerse sizin savaşınız, hedefiniz oluyor.

Yeterki kendinize ve sevdiklerinize yardım etmek için mücadeleden yılmayın.

Yeter ki başkalarından beklemeden sadece kendinizle olduğunuzu bilin.




Batya R. GALANTİ