10 Aralık 2020 Perşembe

Hızla devam eden hayatla gelen her bayram, özlemlerle birlikte bir kez daha beni düşünmeye itiyor....

                           



                                                          HANUKKAH!



Yeniden bir Hanukkah daha geldi.

Geçtiğimiz Hanukkah'da yazdığım umut dolu yazıyı hatırlıyorum.

Ağbimlerin bizleri ziyaretiyle keyiflendiğim bir bayramdı bu.

Çocukluğumdan beri beni bırakmayan bir kader gibi sevdiklerime olan özlemimi anımsatıyor bir bayram daha bana yeniden..

Uzaktan gelen ailemin varlığıyla  tekrardan o hoş duygularla dolmuştu kalbim geçtiğimiz Hanukkah.

Birlikte geçirdiğimiz bir kaç güzel günle şenlenen bayramlar her zamankinden daha da değerli geliyorlar bana ( Bu sadece benim duygularım..biliyorum ki benim hassasiyetim sadece bana ait bir şey ! )

Birlikte yediğimiz bir kaç keyifli yemek..

Deniz kıyısında yine birlikte geçirdiğimiz bir akam üstünde , ne kadar üşüdüysem de, gün batımının o eşsiz kızıllığyla insanı büyüleyen güzelliğinin yine de sonuna kadar tadına vardığım  dakikalar..


Tüm bunlar , çocukluğumdan teyzemin Israel'den geldiği ziyaretlerinde , kimi defalar, gecenin karanlığında onları iskelede büyük bir heyecanla beklerken, uzaktan küçücük bir mücevher gibi parlayan vapuru seçtiğimde içime doğan o sevinci hatırlatıyor bana .

Sanırım içimizde yaşayan çocuk aslında hiç ölmüyor..

Her bayram, aynı çocuğa olan özlem yeniden canlanıyor.

Aileyi, birlikteliği, sevinci ve kimi güzellikleri hep arıyoruz , her defasında bunları yeniden yaşıyor, yaşatmak istiyoruz.

Bazense bir virüs gelip çatıyor, sizi herşeyden uzaklaştırıyor.

Bir an için yanlızlaştırıyor.

Annenizi, kardeşiniz bile yanınızda görmek yasak olabiliyor .

O güzel tatları çörekleri , rengarenk sufganiot'ları ( donuts'ları ) sadece kendinize mi saklayacaksınız diye soruyorsunuz bir an?!

Bayramların aile olmadıktan sonra değerleri de sönüyor bir an!


Ancak tüm bunlara rağmen evdeki tüm Hannukiyah'ları yakacağız yeniden  bu gece..

Her birimizin bir Hannukiya'sı var..

Her birinin üzerine rengarek mumlar koyacağız bu gece, şimdilik sadece ilk mumu yakmak için!

Mucizeler kapımızda yeniden..Onlar için dua edeceğiz..

Daha çok sevgi, daha çok dostluk ve tüm dünyaya daha fazla sağlık dileyeceğiz..

Karanlığı kovmaya geldik diye başlayan Hanukkah Şarkılarının ağzımızdan çıkan nameleriyle ...

Gelecek yıl herşey daha güzel olacak diyeceğiz ki gerçekten öyle olsun...

İçimizdeki umudu , Hanukkah mucizesini anımsatan mumlara bakarak korumaya devam edeceğiz!


Hag Hanukkah Sameah!!!


AMEN!




Batya R. GALANTI

7 Aralık 2020 Pazartesi

  Bir profesör'ün anısına!



Aylardan sonra, yaptırmam gereken Görme Alanı ve OCT testleri için randevu aldım sonunda.. Korona bahanesiyle hep ertelediğim randevularım..

Babam beni ilk göz doktoruna götürdüğünde altı yaşımdaydım. O zaman kırk yaşlarında olan Dr. David Kohen'in muayehanesinden içeri girdiğimizi hala hatırlarım. Osmanbey'de büyük bir apartman dairesindeki bu yer gayet güzel döşenmişti. Doktorun kendisi de yine çok bakımlı ve şıktı. Ama pek öyle güler yüzlü, sempatik bir insan değildi. Mesleğinde de ne kadar usta olduğundan emin değilim
Ancak o zaman sıradan kontroller için gittiğimiz bir doktordu bu adam.

Muayeneye başlamadan söndürdüğü ışıkla kararan odada küçük bir taburenin önüne yerleştirilmiş makineye çenemi koyup, merceğe baktığımda gördüğüm renkli ev çok hoşuma gitmişti O zaman tabi bilgisayar oyunları falan olmadığı için, kapkaranlık bir odada minik bir ekranda rengarenk şekiller görmek enteresan geliyordu küçük bir çocuğa.

Daha ilk muayenesinde, yerinden bile kalkmadan aceleyle ağzından çıkıvermişti adamın ;" Senin bir gözün anana biz gözün de babana benzemiş!" diye... Bir gözümün anama diğerinin babama benzemesi neydi bilmiyordum tabi.

Geçenlerde yaptırdığım son muayenemde doktoruma sordum. Bunca seneden sonra ilk kez.." Bir gözümün miyop diğerinin hipermetrop olması çok mu ender görülen bir durumdur?" diye!
Çok sık rastlanan bir şey değildir ama korkma sen dedi..

Ona seneler evvel, Profesör Merin'in bana yaptığı uyarılarından bahsettim.Bugün hayatta olmayan profesör, seneler evvel annemin gözlerini kurtaran doktordu.

Profesör Saul Merin 2012'de vefaat etti.

Israel'in gelmiş geçmiş en iyi göz doktorlarından, dünya çapında saygın bir yere sahip bir profesördü o. .
Yıllarca annemi götürdüğüm bu adamın ilk kez beni muayene ettiğindeki sözleri epey korkutucuydu aslında . Göz sinirlerin her daim takipte olmanı gerektiriyor demişti.

Geçenlerde Profesör Merin'in kısa hayat hikayesini okudum bir yerlerde.
Yine adı geçince makalenin birinde. Wikipedia'da ve kimi yerlerde hakkında yazılanları araştırdım.
Öncelikle onun bir Holocaust kurtulanı olduğunu hatırladım. Bu adamın hayatının ilk yılları tam bir drama olarak başlamıştı. 
Bizse onu yıllarca annemin kahraman doktoru olarak tanımıştık.

Hadassah Ein Karem Hastanesi'ndeki küçücük muayehanesine gittiğimizde dünyanın değişik ülkelerinden insanlar beklerlerdi hep. Aralarında bir çok Filistinli de olurdu.. Onun muayehanesinde Osmanbey'de çocukken gittiğim muayehanenin şıklığından eser yoktu belki ama bu yer anneme tek şifa veren yer olmuştu. Profesör Merin son derece mütevaziydi fakat işini titizlikle yapan bir insanın ciddiyeti onda  fazlasıyla vardı.

1933 yılında Polonya'da, Almanya sınırına yakın olan Bedzin Şehrinde dünyaya gelmiş Merin..
3 Ağustos 1943'te Almanların şehirdeki Yahudileri Auschwitz Toplama Kampına götürmek üzere tren istasyonunda topladıklarında 10 yaşında olan Saul, meydanda bekleşirlerken sonu ölümle bitecek yolculuktan kaçması gerektiğini anlamış ki, bir an topladığı cesaretle, annesi, babası ve ailesinin geri kalan tüm büyüklerinin hep birlikte olduğu o kalabalığın içinden sıyrılarak kız kardeşiyle birlikte el ele koşarak kurtulmayı başarmışlar . İki küçük çocuk bir mucizeyle, eli silahlı adamlardan kaçarak, büyük ihtimalle oradan çok uzakta olmayan, en yakın tanıdıkları Polonyalı ailenin evlerine sığınmışlar.
Saul ve kız kardeşi o güne dek ailesinin yanında çalışan Polonyalı kadının evine koşmuşlar o gün.
Aniela (Zawadzka) Szwajce adındaki Polonyalı bu bayan, yıllarca yanlarında çalıştığı ailenin iki çocuğunu, II. Dünya Savaşının sonuna kadar gizlemeyi başarmış.. Profesör Merin 1948'de Israel'in kuruluşuyla birlikte buraya göç etmiş. 
IDF'te asker olan bu genç adam daha sonra Hebrew University ( İbrani Üniversitesi'nde doktorluk okumuş. Ölene kadar mesleğini büyük bir aşkla yapan bu doktor belki tanıdığım en cana yakın insan değildi. Ama bunun çok ta önemi yoktu.

Annemi her ona götürdüğümde dışarıda saatlerce bekledikten sonra, bizi içeriye aldığında, uzun süren muayenesinin sonunda, kağıtlara renkli kalemlerle çizdiği göz haritalarında sadece kendisinin anlayabildiği notlar alırdı. Bu her defasında böyleydi. Aldığı notlar ona annemin göz durumunu anlatıyordu.. Her tarih, her randevuda yeniden boyuyordu kağıtlarda. Annemi iki kez ameliyat etmişti bu insan.

2001'den itibaren, Ein Karem'deki hastanedeki saatlerinden ayrı başka hastanelerde de Filistinli çocukları tedavi etmişti.. Yeruşalayim'de çalıştığı Hadassah Hastanesi dışında, şehrin doğusunda olan ve Filistin Bölgesine ait bir hastane olarak bilinen St-John's Göz hastanesi'nde, haftada iki kez Filistinli Doktorları eğitmesinin dışında Gazze'den Nablus'tan gelen on binlerce hastanın gözleri için savaşanların başındaydı Prof. Merin.  Kanada ve Amerika'daki hastanelerde de kürsü sahibi olan Merin bir çok uluslararası ödüle layik görülmüş. 

Bu insan mesleğinde iz bırakmış bir eğitmen, bir yol gösterici olmuştu mutlaka. İki oğlu da kendisi gibi profesör olan Merin'i çocukluğunda Nazi'lerin ellerinden kurtaran ve savaşın son gününe kadar kendi hayatını tehlikeye atmak pahasına onu ve kız kardeşini saklayan Polonyalı kadınsa'gercek bir kahramandi mutlaka. 

Yad Vashem Holocaust Müzesi'nde yıllar evvel o aileye verilmiş  "The Righteous Among the Nations Ödülü" ( Milletler içinde en dürüstleri )   töreninden basına yansıyan kimi fotoğrafları hatırladım.

O fotoğrafara baktığımda  aklımdan tek bir şey geçmişti; " Altı Milyon kurban arasında katledilen bir buçuk milyon çocuk içerisinden acaba daha kaç Profesör Merin çıkabilirdi? .Acaba, daha kaç doktor, kaç müzisyen, düşünür ve bilim insanı yetişecekti bunca yok edilmiş çocuğun arasından?"

Bir ulusu kökünden yok etmek için ayaklananlar aslında tüm insanlığı silmeye yeltenen şeytanlardır!!



Batya R. GALANTI





3 Aralık 2020 Perşembe

 




                                        

                                  

                                   Kimi ilginç rastlantılar


Gündeme neredeyse her gün  Korona'yla ilgili farklı haberler düşüyor.

Geçen aylarla  bir çok hüzünlü hikayeler birikiyor bitmeyen salgınla birlikte... Kimi zaman beklenmedik bir şekilde çok genç ve sağlıklı insanlar Korona'nın kurbanı olurlarken, bazen çok yaşlı kişiler, hatta 100 yaşlarını bulmuş hastalar bir şekilde Korona'yı yenerek media'da sansasyon yaratıyorlar..

Bugün Israel haber sitelerine yansıyan bir Korona hastasının hikayesi de okuyuculara ilginç bir hayat dersi verecek mesajlar taşıyor.

Haber, geçtiğimiz günlerde Amerika'nın California'daki Sacremento Şehri'nde  bir hastanenin acil servisine yetiştirilen bir hasta ile ilgili.

Aylardan beri insanları kurtarmak için yoğun mücadele veren hastane ekibini biraz sarsan , kimi anlamda tuhaf hisler de yaşatan bir durum  buradaki haber sitelerine kadar yansımış..

Bundan bir süre önce, nefes darlığı ve hayatı tehlikeyle  hastanenin acil servisine gelen genç bir Amerikalıyı kabul eden doktor ve hemşirelerden ikisi hastaya yardım etmek için onu soyduklarında şaşırmışlar ..

Dr. Taylor Nichols uzun süredir gün gün, saat saat çalıştığı yoğun bakım ünitesinde yeterince hastanın hayatını kurtarmak şansını yakalamış tecrübeli bir doktor..

Diğerleri gibi bir güne daha başlarlarken acil servisteki doktorlar ve hemşireler hep beraber  yoğun bir koşturmanın içindeyken, her yeni gelen hastaya tek tek  müdahale etmeye çalışıyorlar. Dr Nichols acile gelen bir adamı diğerleri gibi yataklardan birine aldıktan sonra, yanında birlikte çalıştığı hemşiteyle beraber  hastanın  gömleğini çıkardıklarında, hayatı tehlike içinde olan adamın göğsünde gördüğü  Tatoo'lar ( dövmeler ) bir an onlarda şaşkınlık yaratsa da  görevlerine devam etmek zorundaydılar...

Önünde yatan hastanın, kimliği, politik düşünceleri, duyguları ya da ekstremist akımlara ait bir anarşist ya da terörist olup olmaması sağlık ekibinin ilgilenmesi gereken şey değildir mutlaka..

O  an zor nefes alıp veren dazlak adamın göğsünde taşıdığı ırkçı, nazi  sembollerin onda yarattığı duygular ve  hissettiği karmaşık şeyler ne olursa olsun  doktorluk yemini eden bir insanın serin kanlılığıyla görevini yerine getirmesi gerektiğinin bilinciyle hareket etmek zorundadır her doktor..

Onu kurtarması için yalvaran genç adam bir Neo-Nazi olsa da.. göğsünde , kollarında bir sürü SS isaretleri  ve Neo-Nazi sloganlar taşısa da.. çok defa bir yerlerde, bir cadde üzerinde tüm insanlara  Yahudilere olan nefretini haykırsa da  doktor onun için çalşimalıdır o an.

Yahudi bir doktor ve uzakdoğulu bir hemşirenin ellerinde hayat bulan Neo-Nazi genç adamın  geçirdiği bu tecrübe onun radikal fikirlerini ne kadar değiştirmiştir bilinmez.

Dr. Taylor'ın tek söylediği: ben görevimi yaptım ancak benim yerimde o olsaydı onun nasıl hareket etmeyi tercih edeceğini bilmiyorum.

" Acaba o da beni kurtarırmıydı? " diye kendine sormadan duramamış doktor.

Yeryüzünde koşulsuz, şartsız birilerinden sebesiz yere nefret edebilecek insanların sayısı ne kadardır bilmem.

Halbuki hayat  birilerinden sebepsiz yere nefret etmek için çok kısa ve geçici...Anlamlı şeyler yapıp insanlığa kendinizden iyi şeyler bağışlamanın güzelliği varken, kimi gruplardan, kimi halklardan sebepsiz yere nefret ederek  çocuklarınıza, gelecek nesillere kötü bir miras bırakmak size ne kazandırır?

Belki üzerine SS isaretleri kazıyan bu empotant erkek kendini böylesi agresif işaretler içinde daha güçlü ve yenilmez hissediyordur. Belki çocukluğundan beri sahip olduğu komplekslerini kimi insanlara nefretiyle bir noktaya kanalize ediyordur.

Kendi içindeki o zayıf insanı nefretle aşmaya çalışan o adam belki kendi nefretinin sembolü olmuş bir yahudi ve sarı ırktan çekik gözlü bir uzakdoğulu tarafından yasama geri dönüş ikilemi içinde devam edecek hayatına . 

Belki de bu yaşadıklarının sonunda her bir bireyin eşit derecede insan olduğunu anlayarak, nefret yerine sevgiyle yaşarsa çok daha mutlu bir insan olunabileceğini kavrayacaktır o zavallı Neo Nazi de!!!..


Batya R. Galanti


2 Aralık 2020 Çarşamba

Gal'in asansör maceraları!!


Sabah sabah evden çıkarken, Gal ; " Anne sen çık, kapıyı ben kilitlerim !" diyor bana..

Son zamanlarda Gal daha bir olgunlaştı. Bazen beni himaye etmeye çalıştığını bile hissediyorum. Dün sabah, birlikte servisi beklerken kolunu omzuma koydu, sırtımı sıvazladı birden, kocaman bir adam gibi.. Beni hafif düşüncelerime dalmış görünce sanki , " Anne çok düşünme, bak ben yanındayım!" der gibiydi o an.. Bazen sözlerden çok şefkatiyle ifade eder kendini.. Duyguyla bakan gözlerinde görürüm en çok, bana olan sevgisini.

Ama bu ara çok fazla emir verme eğilimi de gösteriyor .. Yönetmek istiyor herkesi. Sen çık, sen otur.. Arada onu uyarıyorum. Gal sen kendi işine bak lütfen diye.

Sabah sabah kapıyı kapatıp tam asansöre binecez, Anne asansörlerin ikisi de çalışmıyorlar galiba .." dedi.

O an dikkat ettim, ikisinin de çağırma düğmesinin ışıkları sönük duruyorlar..

Sorun değil, Hadi gel merdivenden inelim..

Lobby ve parkla birlikte 19 katlı olan apartmanımızın sadece iki asansörü olmasıyla problem başlıyor dedi bugün tesadüfen  konuştuğum teknisyen..Bu tip bir binada en az üç asansör olmalıymış.

Bu apartmana 20 sene evvel taşındığımızdan beri asansörler biraz problemliydiler..

İlk günden, çok fazla şey taşındığı için zarar görmüşler sanırım. Motorları  belkide değiştirmek gerekiyordu., Kısaca esaslı bir bakım yapılması gerekirken sanırım devamlı  hafif tamirlerle bu iş hep geçiştiriliyor. Bu yüzden de Gal, senelerden beri  asansör korkusunu yenmek şöyle dursun, yaklaşık dokuz kat her gün  merdivenlerden ine çıka epey bir kondisyon yapmaya devam ediyor..( Aslında ben  işin merdiven  inip çıkma tarafından şikayetçi değilim)

Okuldan bana mesaj çekti bugün bir ara; " Anne ne dersin problemi hallettiler mi?"

Aklıma bundan bir kaç sene evvel Gal'le birlikte eşim ve benim küçük asansörde geçirmek zorunda kaldığımız yarım saatlik maceramız geldi.  O gün bugündür asansöre sadece yanında biri varken binmeye razı Gal.

Bir yaz günüydü ve hava sıcaklığı yaklaşık 37-38 derece civarında nemse yüzde seksenlerde idi..Kısaca klasik bir temmuz günü ortasında tam eve çıkıyorduk ki asansör bir anda şöyle bir zıplar gibi olup olduğu yerde kalakalmıştı. Göstergede bulunduğumuz kat numarası yerine iki çizgi belirirken şimdi yandık dediğimi hatırlıyorum, içimden..

Galínse " Ne oldu? " demesiyle durumu kavrayarak saniyeler içinde.." Ben burada kalmak istemiyorum! " diye çığlıklar atmaya başlaması bir olmuştu.

Bense bir çok korkularımı, bir çok sıkıntılarımı Gal'e yardım etmek için, ya da yardım ederken  yenmeyi öğrendim . O asansörde yaklaşık bir buçuk metre karelik bir alanda kapalı kaldığımızı bilmek bir an için benim de içimi daraltırken, Gal'e ; Lütfen şu anda asansörde değil, odanda olduğunu hayal et ve emin ol sonunda bir süre sonra buradan çıkacağız  derken , sadece onu değil o an hızla atan kalbimi de yatıştırmaya çalışıyordum..  Gal, gürültüsünden rahatsız olduğu havalandırmayı sürekli kapatırken, çıldırmış gibi bluzunu elleriyle çekiştiriyordu. Girdiği panik hali gözümün önünde hala.  Benimse ; " Gal lütfen havalandırmayı kapatma!" derken girdiğim sıkıntı da  unutulmaz. Asansörün içinde sanki hiç oksijen yoktu.  Bir yandan alarm düğmesine basarken,  diğer taraftan asansörde kayıtlı duran telefon numarasını arayan eşime telefonun diğer ucunda cevap veren teknisyen; "  Tel Aviv'deyim ve çok yoğun bir trafik var..size varmam en az yarım saatimi alır dediği an, tüm soğuk kanlılığımı kaybederken ben   ; " Lütfen şu an İtfayiye falan arıyorsun!" Ben burada , bu sıcakta yarım saat teknisyen falan bekleyemem " derken bu defa benim girdiğim paniği Gal'den gizleyemediğimin farkındaydım..

O gün,  sonunda deri ceketinin üzerinde Pizza reklamı olan kuriye kılıklı bir teknisyen, iki kat arasında kalan asansörün kapısını açtığında dördüncü katın zeminine atlayan ben baya şaşırmıştım. Bize belki bir  kutu da Pizza getirmiştir diye sorarken sonunda gülüyordum..

Teknisyenin ikinci işi de Pizza Kuriyeliği idi.

Bu olaydan uzun bir zaman sonra Gal sonunda asansör korkusu olmayan bir arkadaşıyla tam cesaret edip  asansörle inmek isterken şansına bu defa arkadaşıyla en az beş dakika içeride takılı kalmışlardı..

Bu hafta bu kez okuldan bir öğretmeni okulun asansöründe yarım saat boyunca kapalı kalmış !!

Derken, Gal'in asansör korkusunu yenememesini anlamamak mümkün değil.. Galiba zaman zaman kimi şansızlıklar bazı insanların peşini bırakmayınca yaşadıkları korkuları aşmaları daha da zorlaşıyor..


Batya R. Galanti 












 


                           Korona'dan önce...Korona'dan sonra diye yazacak tarih kitapları


Geçtiğimiz hafta uzun bir aradan sonra Israel'de sokak dükkanları ve kimi alışveriş merkezleri yeniden açıldılar.

Geçen aylarda  etkisini gösteren ikinci dalganın zirveye çıktığı  günlerde tekrardan kapanan mağazalar, alışveriş merkezleri uzun bir zamandan sonra yeniden yavaş yavaş açılmaya başladılar.


Gittikçe sıkılaşan tedbirlerle gelen bu açılma tekrardan üçüncü bir dalgayı getirecek diye korkuluyor demeye kalmadan dün akşamki son haberlerde dalganın yeniden kapımızda olduğu uyarısı yapılmaya başlandı bile.

İnsanlar kapatıldığı için düşüşe geçen virüs'ün yayılma oranı açıldıkça yeniden yükseliyor..

Devletin aldığı kimi önlemlerse insanı iyice aptallaştırıyor. Sanırım en doğrusu insanın kendi kendisini elinden geldiğince koruması..( ne kadar mümkünse!!? )

Son karantina'da zaten hiç bir şey tam olarak belli değildi sınırlar, sınırsızlıklar..uzayıp giden bir salgının ardından herşey daha bir karmaşaya dönüyor gibi.

Sağlık mı, fakirlik mi , işsizlik ve eve kapatılmaktan da sağlıkları giden genç yaşlı insanların çaresizliği mi en büyük problem? Hangisi daha önemli?

Geçtiğimiz karantina ve sonrasında yiyecek temin etmek için süperler açık bırakılırken giyim ve kimi başka türden mağazalar uzun zaman kapalı kaldılar..

Zaman zaman giyimin aslında zaruri bir ihtiyaç olduğu da bu şekilde daha da bir anlaşıldı..

Geçtiğimiz hafta anneme yeni bir televizyon satın almak istedim, derken evime yakın bir alışveriş merkezindeki bir dükkana gittik..

Ben hayatımda böyle bir şey görmedim.. Her yer öylesine kalabalıktı ki.. Uzun zaman çoğu yerlerin kapalı oluşunun ardından herkes bir anda dükkanları doldurmuştu.


İnsanlar dükkanlara beş kişilik küçük gruplar halinde alındıkları için bu kez dışarıda ister istemez oluşan kuyruklar birbirlerine karşısirken, dükkanların içinde olmamasını istedikleri yığılma bu kez dükkanların dışında oluşmuştu.

Alışveriş merkezlerinde son iki haftadır durum hep aynı, . 1000 metre karelik dükkanla, 100 metre karelik dükkana aynı sayıda insan almanın mantıksızlığı içinde devam eden komik tedbirlerle yaşanan balagan ( yani karmaşa ) devam ediyor.

Bir yerler bomboşken başka yerlede insanlar birbirinin üstünde alışveriş yapıyor oldular.

Birileri işsizken , bir diğerleri bu durumdan daha da istifade etmeyi becererek paralarına daha çok para katmayı başardılar.

Dengesizlikler artıyor.

İnsanlar hükümetlere olan güvenlerini yitirdiler çoğu yerde.

Çünkü doğruyu söylemek gerekirse kimse böylesi bir salgına hazır değildi.

İki senedir ağır aksak giden eğitimse kah zoom'la kah parklarda , açık alanlarda devam ediliyor.

Oğlum gibi küçük sınıfların çok problemi yok , liselerde eğitim seviyesi bir anda düşerken lise sonu bitirme sınavlarını nasıl tamamlayacakları bile belli değil.

Herşey karmaşa içinde sanki..

Arada aşı artık iyice gündeme yerleşirken , bir çokları aşı olmaktan çekindiklerini söylüyorlar.

Kimisi vücutlarına bir alıcı koyulacağından korkuyor. Bunlar akıllarını tam kaçıranlar grubu..

Bir de aşının yan etkilerinden korkanlar var. Belki ilk etapta yan etkileri yok deniyor ama ya uzun vadede ortaya çıkabilecek zararlar konusunda ne biliniyor ?! İşte bu da doğal olarak insanı düşündürüyor.

Ve  aşıyla herşeyin normale döneceğini zannedenler gittikçe azalırken bugün korona'nın geçirdiği evrimle her yıl farklı bir aşı üretilmesi zorunluluğu da gündemde olacak gibi..

Yeni bir tarih yazılıyor artık; Koronadan önce ve Koronadan sonra..  .


Batya R. Galanti




1 Aralık 2020 Salı





                                     Iran'da Israel'e düşman olan radikal islamcı rejimdir.


 İki hafta evvel gece birden uyandığımda ilginç bir şekilde kalkıp telefonuma gittim ve haberlerde saat 02:30 'da Bat-Yam şehri sahiline bir roketin düştüğünü okudum. Genelde geceleri uyanırsam da telefonuma bakmak  alışkanlığım pek yoktur. O an ne yapacağımı  şaşırdım, annem sahilin bir arka sokağında oturur. Ancak herhangi bir şey olsaydı haberim olurdu diye düşünüp onu telefonumla yeniden tedirgin etmek istemedim..

Geçen hafta  yine bir gece bu kez  Rishon Le Tzion'un güney sahili Palmahim'in yakınlarında bir açık alana roket atıldı. Biz  alarmları duymadık, Sanırım bizim oturduğumuz bölgede sığınağa girmemize gerek olmadığı için olayı sadece sabahın erken saatlerinde öğrendim.

Israel hiç bitmeyen bir savaşın içinde. Hamas , Hizbullah ve arkalarındaki İran hiç bir zaman uyumuyor.

Hizbullah İran tarafından devamlı silahlandırılıyor, Hamas ise hiç durmadan sivilleri hedef almaya devam ediyor.

Onlar uyumazken Israel Ordusu da gerekeni yapıyor.

Bu arada, Amerikan Seçimlerini Joe Biden'in alması ile son dört yıldır devam eden Trump dönemi bir şekilde son bulmak üzere.

Amerika ve dünya için olumlu şeyleri getirmesi beklenen bu seçim sonuçları Israel açısından kısmen bir belirsizlik döneminin başını işaret ediyor.

Esasen Amerikanın başına kimin geçeceği çok ta önemli değil .  Ortadoğu'da Amerika'nın en sadık ve en güvenilir dostunun Israel olduğu gerçeği Amerika için hiç değişmeyen bir şeydir.

Bu yüzden sonuçta Amerikayı yönetecek her kim olursa olsun Israele zarar gelmesine izin vereceğine inanmıyorum.

Fakat herşeye rağmen, Obama'nın başkanlığı süresince bu bölgedeki dengeler ilk kez farklı bir yönde etkilenmişti.  2009-2017 yılları arasında Amerikan Başkan Yardımcısı olan Joe Biden Obama ile birlikte İran'a karşı gösterdikleri tolerans bölge ülkelerini büyük bir güvenlik sorunuyla karşı karşıya bırkamıştır.

Avrupa Birliği ile birlikte imzalanan 2015 İran Nükleer Antlaşmasıyla Israel ve Körfez ülkeleri, İran'ın gizliden yürütmeye devam ettiği nükleer silahlanmasının önüne geçmek için bu antlaşmanın iptalinin gerekliliğine inandılar.

Israel Başbakanı Netanyahu Birleşmiş Milletler Konseyinde bir kaç kez üst üste Israel uyduları tarafından çekilen resimlerle antlaşmaya imza koyan ülkeleri  İran'ın farklı farklı bölgelerdeki nükleer merkezlerde, saldırı amaçlı bir silahlanma yolunda harcamaya devam ettiği çalışmalarının, çabalarının kanıtlarını göstererek uyarmıştı.

2015'te yapılan ve bu bölge için  çok kötü olan bu antlaşmadan  Trump Hükümeti çekilerek gerekeni yapmıştı.

Israel'in Körfez ülkeleriyle yakınlaşmasının en baş sebeplerinden biri olan İran tehditi bugün bölge ülkelerini her zamankinden de fazla düşündürüyor, çünkü Biden 'in yeniden İran'la bir antlaşma yapmaya çalışacağı biliniyor. .

İran hiç durmadan Isarel'e karşı tehtidlerine devam ederken Israel'in kuzeyi sınırında zaman zaman gerçekleşen güvenlik sorunlarının ve kimi anarşist olayların arkasında kimin olduğu biliniyor.

İran halkının bulunduğu fakirlik ve geçirdiği büyük  ekonomik krize rağmen, Iran rejimi  Ortadoğu'da ağırlığını koymak, etki alanını geliştirmek ve kendisine tehtid olarak hedeflediği Israel'e karsı cephe açmak için yatırım yapmaya ve askeri aktivitelerine devam ediyor. Buna karşılık son bir yıl içinde Israel de Suriye'nin güneyinde  hiç durmadan hava saldırıları gerçekleştiriyor. 

Israel'in mesajı ; "Biden Hükümetinin gelişi Israel'in kendi güvenliğine tehtid teşkil edenlere karşı yürüttüğü savaşı etkilemeyecektir!" dir!!

Son senelerde İran'ın dört nükleer mühendisini öldüren Israel gizli servisi kim ne derse desin İran'ın Israel'in varlığına tehdit oluşturacak bir silaha kavuşmasını  var gücüyle engellemeye kararlıdır.

En son, geçtiğimiz günlerde karmaşık ve çok profesyonelce planlanmış olduğu söylenen bir suikastle bu kez İran'ın Nükleer Tesislerinin bir numaralı mühendisi ve beyni olan Mohsen Fahrezadeh'yi Tahran'daki evi yakınlarında, arabasında, etrafındaki bütün güvenlik tedbirlerine ve koruma konvoyuna rağmen yok edilmesiyle Israel ve Mossad bir kez daha gündeme geldi..

İran çok kızgın ancak sabırlı bir intikam bekleyişinde..

Israel,  Biden'in görevi teslim almasından haftalar önce İran'a saldırılarını hızlandırmış gibi. Trump'ın giderayak verebileceği ağır tepkiden endişe eden İran''a şimdi darbeyi indirmek Israel açısından en doğru zamanlama gibi görülüyor.

İran'ın bu son suikasta vereceği tepki günler, haftalar ya da aylar sonra bile gelebilir deniyor.

Bu yüzden tüm Israel elçilikleri dünyanın her noktasında en yüksek alarmda ve bekleyişte..

Israel'in hedefi tam olarak İran'la ileride olabilecek büyük bir çatışma yerine onu yavaş yavaş güçten düşürerek bir antlaşmaya çekmek için gerekli ortamı sağlamaktır.

Dilerim esasen halkı bize düşman olmayan bir rejimin devrilmesiyle bu gereksiz düşmanlığın son bulmasıdır.

İran Halkının büyük çoğunluğunun Israel ya da Yahudilere düşman olmadığını biliyoruz. Ortada tek düşman Radikal İslamcı rejimdir.

Ve bu rejimi çökertmenin yollarından biri de onlarla antlaşma yapmamaktır!!


Batya R. Galanti

27 Kasım 2020 Cuma

               



                                           Pandemiyle gelen şiddet!


(Geçtiğimiz haftalarda  yazdığım bu yazıyı , 25 Kasım Kadınlara Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla yeniden paylaşıyorum.....) 


Pandeminin getirdiği en olumsuz şeylerden biri de  aile içi şiddette görülen artış sanırım...

Alt üst olan istatistikler içinde aile içi şiddette ilk sıralarda.

Zorlaşan hayat koşullarıyla artan ailevi problemler, depresyon, kaygı sorunu ve tüm bunların getirdiği  alkol, uyuşturucu gibi şeylerde olan büyük artış insan davranışlarını yeterince olumsuz etkilemiş gibi görünüyor..

Son bir senede Israel'de cinayete kurban giden kadınların sayısında da bu yüzden belli bir artış gözleniyor..

İşte bu son sene yaşanan hadiselerden bir tanesi de geçen ay ülkeyi yeterince sarsan bir cinayete teşebbüs olayıydı..

Beer Şeva şehrinin 85 kilometre güneyinde , Negev Çölünün tam orta yerinde küçücük bir yerleşim yeri olan Mitzpe Ramon'da meydaha gelen olay insanların kanını donduracak nitelikteydi...


Kocası tarafından belli bir zamandır şiddete maruz kalan Şira'nın üzücü hikayesi bir çok açıdan insanı düşündürecek nitelikte .

Eşi tarafından sürekli horlanan, dayak yiyen güzel bir genç kadının hikayesi..

Uzun süredir ( bir çokları gibi)  herkesten sakladığı şiddete sonunda dayanamayarak kocasına boşanmaל isteğini belirten kadının yüz yüze geldiği ölümün nasıl da korkutucu  olduğu gerçeği!!

Son aylarda yaşanan aile içi şiddet olaylarından  biri daha sadece ..

Her şiddet içeren olay  özellikle yaşayanı bağlarken , , artış gösteren böylesi olayların nedenlerini, niçinlerini araştırıp  çözüm aramak devlete düşen görevlerden bir tanesi..( Ben şiddet uygulayanlara da tedavi ve  terapi yollarının  önünü açmak önemli diye düşünüyorum..)

İnsanlık, ulaşabildiği en ileri noktada en primitif hayvandan bile daha acımasız, daha vahşi olabiliyor..

Kendisinden boşanmak istediğini söyleyen eşinin canını alarak ondan intikam almak isteyen koca, karısını sevdiğini söyleyebilecek kadar hasta olabiliyor..

Kadını kendi mülkiyeti altında gören bir erkeğin ona köleliği layik gören ruh halinin in bir uzantı,  bir yansıması bu...

Aşık olarak evlendiği insanın kendisinin katili olabileceğini düşünemeyecek kadar saf olan kadınların varlığı ise ayrıca şaşkınlık verici.

Nasıl olur da bir kadın, kendisini istismar eden bir erkekle evlenir. İşte bu hep beynimi kurcalıyor..

Bir kadın nasıl olur da böyle bir erkeği kendine eş olarak seçer?

Eminim ki bu tip erkekler ne mal olduklarını ilişkilerinin daha ilk günlerden bir şekilde gösterirler..

Belki ilk zamanlar, basit bir kıskançlık krizi gibi başlar herşey

Bu da belki de güçlü bir erkek arayışında olan  kadınların önce gururlarını okşar..

Eşlerinin sevgilerinin bir işareti olarak algılarlar bu kıskançlığı.

Sanırım , her kadın belli bir kıskançlığı hoş karşılayabilir. Ama bunun gerçekten normal bir sınırı olmalı...

Sonra bu kıskançlıklar yaşanmaz , yaşatılmaz bir hal alır ve derken  hakaret başlar ve bir gün bir tokat gelir ve tabii sonrası ...


O gün Şira'nın bir buçuk yaşındaki bebeği olay yerinde çığlık çığlığa ağlarken aynı anlarda oradan geçen  yan komşularının beş yaşındaki çocuğu annesine koşmuş hemen..

Çocuk  bir şeylerin yolunda gitmediğini hissetmiş adeta..

Bu hikaye'de böylece, bir tarafta insanın tüylerini diken diken eden bir adamın korkunç eylemi söz konusu ama diğer taraftan daha beş yaşında olan bir çocuğun etrafına olan duyarlılığı. hassasiyeti ve zekası..

Çocuk koşarak ; " Anne karşı  evdeki bebek çok ağlıyor !" diye annesine haber verdiğinde.genç kadın, bebeklerin ağlamasının normal olduğunu,  anne ve babasının mutlaka ona baktıklarını söylediği halde çocuk bebeğin ağlamasının doğal olmadığında inat ediyor ve annesini olay yerine gitmeye ikna ediyor..

İşte o an o evde bir erkeğin bir kadına darbeler indirdiğini duyuyor kadın!!

Tüm cesaretiyle, insanlığı, hassasiyetiyle ve o an ona  göklerden gelen  güçle korkmadan kapıya yumruklar indirererek bağırıyor.. " Bırak onu!!"  diye.. Elinde bıçakla üstü başı kan içinde kapıyı açan erkeğe bağırmaya devam ediyor:  " Bırak onu!!

"Lütfen yardım edin ! diye yardım isterken etraftan, elinden geldiğince başkalarının kendisini duymasını sağlıyor..

Genç Şira kocası tarafından, bir çoğu yüzüne olmak üzere,  20 bıçak darbesi almış.. Görüşünün yüzde yetmişini kaybederken..yüzünü normal bir hale getirebilmek için bir çok estetik ameliyatlar geçirmesi gerekeceğini yazdı basın..

Korkusuzca onu kurtarmak için elinden geleni yapan komşusuna hayatını borçlu olan  Şira dilerim yaşadığı travmayı atlatmayı ve kendine normal bir yaşam kurmayı başarır..

Dilerim bu krizi atlattığımızda iyice karmaşaya dönen yaşamımızı sonunda  normal istatistiki verilere çekerek yeniden toparlamayı başarırız..

Bir taraftan pandemi yüzünden artan şiddet, diğer taraftan politik çıkmaz..ekonomik sorunlar..toplumsal karmaşa, uzaktan eğitimle,  öğrenim kapasitesi düşen çocuklar, işsizlik yüzünden evde kalan, şimdilik kayıp giden gençler.. artan alkol, uyuşturucu kullanımı ve bir çok şey daha!!



Batya R. GALANTI