2 Ekim 2020 Cuma

Kumsal'da  bir akşam 

Ne zaman canım sıkılsa kendimi evimden on dakika uzaklıktaki kumsala atarım..

Arabayla iki sokak ileriden çıktığımızda Moşe Dayan caddesine saptığımız gibi dümdüz giden yaklaşık beş kilometrenin sonunda, ülkenin bir ucundan diğerine, güneyden kuzeye devam eden Akdeniz sahiline varırsınız.

Moşe Dayan caddesi, ortada yüksek palmiye ağaçlarıyla dolu, yolun iki yanında da kaldırımı çevreleyen, el emeği küçük yeşil tepelerde yine çoğu zeytin ağaçları dizilmiş sevimli bir caddedir..  ( Israel dünya'da kişi başına en çok ağaç diken ülke imiş! ) ..Kaldırımlara dikili bitkilerin dallarında açan çiçekler aynı tepeleri kısmen örterler... Bir yandan yeşilin ve diğer taraftan toprağın rengi kısım kısım devam eder yol boyu..  ( Şimdilerde akıllarına hafif tren inşa etmek geldi..herşey allak bullak oldu birden,  😕  )


Bir arkadaşım Hollanda seyahati dönüşü demişti bana; " Hollanda'daki  yeşilin tonu bambaşka, çok daha koyu ve güzel ! ".. Doğru tabii  çünkü Hollanda'da yeşil doğanın insana kendi hediyesidir. Hollandanın soluk güneşinin altında bitmeyen yağmurlarından beslenen doğanın renkleri bir kaç ton daha canlıdır.. Rişon merkezini deniz kıyısına bağlayan Moşe Dayan Caddesinde yol alırken gördüğüm renklerse insan ellerinin,  emeğinin, çabasının  bir ürünü. Ama sonuçta ortaya çıkan görüntü yine de doğanın bir parçası..

Uzun süren Corona günlerinin hiç bitmeyen kısıtlamalarının arasında değişen hayatın temposuna kendinlerini  uydurmaya çalışan insanların zaman zaman bir kaçış yeri gibi buradaki sahiller..

Kıyıya doğru yaklaştıkça gittikçe sıklaşan palmiyeler göklere değecek gibiler ve karşıda batan günün kızıllığı yeniden muhteşem bir görüntü sergiliyor.. Arabadan çıkarken yüzüme çarpan sıcak rüzgarsa hala bitmeyen yazın bizi bir kez daha çok çabuk terketmeğe niyeti olmadığını hatırlatıyor..


Kumsala doğru yürürken, kimi tekerlekli iskemleleriyle gelmiş sakat insanların kendilerine ayrılmış noktada  hep birlikte , ( mesafeye kısmen dikkat ederek ) sohbet ettiklerini gördüm bir kez daha .Her zamanki yerlerindeler!.. Hayat bazen mükemmel olmasa da, yaşam sevgisini elinden bırakmayan insanların birlikte yine de belli bir keyfi, mutluluğu paylaşabilmelerine tanıklık ediyorsunuz her an. Her birinin elindeki bir meyve kabı, bir içecek gülerek konuşurlarken insanın tüm zorluklara rağmen hayatı sevebileceğini hatırlatıyorlar size...

Küçücük çocuklar kumsalda ellerindeki kürekleriyle kumları kazarken, biraz ileride yeniden denize girmek yasaktır diyen siyah bayrakları görüyorum.. Kıyıya çarpan dalgalarda ayaklarını ıslatanların yanında yürüyüş yapanlara katılıyorum ben de..

O an içime hiç olmadığı kadar huzur veren denizin uçsuz bucaksız güzelliğini seyrederken hayatın içinde ne kadar büyük bir ikilem olduğunu hatırlıyorum . Geçtiğimiz günlerde şu an bana o kusursuz dinginliği yaşatan masmavi denizin orta yerinde bir genç adam boğulmuştu .. Bu evrenin içinde yaşadığımız koşullar ..kimi gereksinimimizi karşılayan en değerli, kimi anlamda en güzel hayat kaynakları, yaşamla sembolleşmiş şeyler insana bir taraftan hayatı bir taraftan da ölümü yaşatabiliyorlar..

Deniz, su , ateş ..hava.. gibi var olan en temel kaynaklar...

Rişon Le Tsion'un sahiline geldiğimde, 1986 yılındaki Israel yolculuğumu hatırlarım bazen.. 17 yaşımdaydım o zaman..

Bir gece amcam bizi aynı sahile getirmişti... O zaman sahil bugüne göre çok daha el değmemiş bir haldeydi..Çölün bittiği yerde bu kez kumsal ve deniz vardı. Restoranlar kafeler olduğunu  hatırlamıyorum.. Yer yer aydınlatılmış olsa da sahil neredeyse tamamen doğal halindeydi.. Ve o seyahatimden zihnimde güzel bir görüntü yer etmiştir .

Geceleri sahilde bir araya gelen gençler ateş yakıp çevresinde gitar çalıp şarkı söylüyorlardı o zamanlarda da.. O karanlık sahilde  gençlerin söylediği şarkılar dalgaların seslerine karışıyordu.. Yaktıkları ateş gecenin karanlığını aydınlatırken onları adeta kıskandığımı anımsıyorum.. Çünkü onlar ait oldukları  yerdeydiler.

 18-20 yaşlarındaki o çocuklar hep birlikte özgürlüğün sesi gibiydiler benim yüreğimde.

O gün o ateşin çevresinde gördüğüm gençlerin yüzlerindeki mutluluk hep aklımda kalmıştı.

Bir de galiba ben hayatın en çok o doğal hallerini sevdim. O çok fazla ihtişama, ıspata  gerek olmayan, içten ve doğal taraflarını.. Biz bize yaşanan şeyleri! . Kimseye  kanıtlamak zorunda olmadıkları zenginlikleri, kimi maddi değerleri bir an için bir kenara itmiş dostlukların  daha çok duygu,  daha çok fikre önem veren beyinlerin, kalplerin farklı şeyleri paylaşabilen insanların güzelliğiydi o an belki beni en çok çeken şey..

Kumsalda ayaklarım kumlara bata çıka yürürken kimi matkot oynayan insanlar, kimi köpekleriyle kumsalın tadını çıkaranlar var dağınık halde . Herşeye rağmen ortam her zamanki gibi değil..insan sayısı daha az..hayat kimi anlamda çok farklı hisler yaşatıyor son zamanlarda..

Yeniden karantinaya girmemize sayılı günler kala hayat içindeki ikilemi düşünüyorum. Görünürde herşeyin kusursuz olduğu hayatın içinde gözle görülmeyen bir şeyin sonuçta büyük etkilerini hissediyoruz üzerimizde.. İnsanlar bazen bunu unutmaya çalışsalar da ..

Doğa zaten hep ikilemlerle dolu..

Bize verilen imkanları doğru şekilde kullanmayı öğrenemedikçe doğanın kendisinin bizden aldığı bir intikam gibi olacak hep yaşam..

Sol tarafımda bir biri ardına kıyıya vuran dalgaların sesi beni dinlendirirken, aynı dalgalarda insanın boğulabileceğini düşünmek bir an için ürkütücü olabiliyor..

O ateş yakan gençlerin mutluluğunun bir parçası olan alevler ihtiyacımız olan ısıyı, enerjiyi bize veren ateşten yeri geldiğinde  yanabilmemiz gibi..

Doğa çelişkilerle mi dolu ne?  

Yoksa biz doğa'nın bize sunduğu  nimetlere biraz daha bilinçle, dikkatle mi yanaşmalıyız.. Onu daha iyi anlamalıyız sanki. Yerinde bizi hayatta tutan, gereksinim duyduğumuz enerji, ihtiyacımız olan hayati kaynaklar bizim için  en büyük tehlikeleri de getiren şeyler olabiliyor ..

Sanırım doğayı gerçek anlamda sevmeye , anlamaya, korumaya  başlamamızın zamanı geldi..

Daha çok geç olmadan!

Bugünler ne zaman geride kalır bilmem, bildiğim tek şey sahili, kumsalı, denizi tekrardan özlediğim..



Batya R. GALANTI




30 Eylül 2020 Çarşamba

Bir Kipur günü çıkışında kaderim mühürlendi


2 Ekim 1968....Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulunun bulunduğu sokak..Operatör Raif Bey.. Teyzemin evinde, annemin kardeşiyle birlikte girdikleri Kipur gecesi... Gerçi annemin o kocaman  karnıyle oruç tuttuğunu zannetmiyorum.  O evde  hayal meyal hatırladığım kocaman koridorun sonundaki oturma odasında yedikleri yemeğin ardından ettikleri muhabbet sırasında tutan doğum sancıları....

Teyzemler aynı senelerde eşinin  yaşlı annesi yani kayınvalidesi ile birlikte yaşıyolarmış.. O zamanki insanların  yaşlı anne babalarıyla aynı evin çatısını paylaşıyor olmaları olağan şeylerdi bizde...

Sonbahar'ın ilk günleri ve İstanbul'da yavaş yavaş kendini belli etmeye başlayan serin havalar ve o buruk ortamda annemin tutan sancıları ..Tam hep birlikte edilen sohbetin hemen orta yerinde.. 

Çok kolay bir doğum olmuştu der annem..

Ne tuhaf!  Geçenlerde birisi doğduğum şehri paylaştı benimle..bir video klibiydi bu....Bugün Amerika'da ikamet eden, yine Yahudi asıllı  genç bir adamın, İstanbul'u, adayı anlatan  güzel bir derlemesiydi bu .. Paylaşan arkadaşım sordu bana;  Özlem yok mu sende? diye

Bilmem, galiba bazen! Özlem varsa da ne yazar? O şehre anlam veren insanlar artık yoklarsa!

Kimi şeyler artık yerinde olmadıktan sonra özlemin bile bir manası yok gibi.

2 Ekim günü 12'yi biraz gece Ataman Kliniğinde doğmuşum ben.. Kippur günün ilk saatlerinde..

İsmimi Vida ( Ispanyolca hayat demek)  ya da Viktorya yerine Batya koymuşlar.. Kutsal bir günde dünyaya geldiğim içindi belki?


Yıl 2004, Kippur çıkışı için verilen tarihte hastaneye gitmem gerekiyordu

Bu kez doğum yapmak için..

Kipur girişinde değil, bu kez çıkışında..

Israel hastanelerinde özel bir durum olmadıkça kolay kolay hiç bir kadına sezaryen'le doğum yaptırmazlar..

Ama bebek ters duruyordu...

Ve ilk doğumumda yaşadığım komplikasyonlardan sonra ikincide yeniden normal doğumu göze almaktan ben korkmuştum. Ama sonuçta sezaryeni belirleyen şey benim kararım değildi.. Fakat  buradaki hastane politikaları yine de hiç belli olmuyordu...

Kipur bitimi gecesinde çantamı alarak Sheba ( Tel Ha Shomer )  Hastanesinin yolunu tutnuştum..

Gece hastaneye yattığımda bana son hazırlıklar yapılmıştı..

Sabah erkenden önceden verilen saatte  ameliyat odasına alındığımda bu kez beni nelerin beklediğini daha iyi bildiğimi sanıyordum..

Ameliyathaneye giren doktorsa aynı hastanenin  doktorları tarafından alınmış kararlarla en ufak bir ilgisi yokmuş,  hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi ve  onu hiç bir şey bağlamıyormuşcasına bana bir sürü soru yöneltmeye başlamıştı birden...

Neden sezaryen?

Ben yattığım yerden cevap vermeye başladım..

Neden mi?

Bana mı soruyorsun bu soruyu?

Bebek ters duruyor !

Bana ultrasound' ı  getirin diye emir verdi hemşirelerden birine..

Getirilen ultrasound'da yaptığı kontrolde  bebeğin normal pozisyona geçtiği görülüyordu..

Bebek son anda baş aşağı dönmüştü..

Ben bu sezaryeni yapmam deyince şok olmuştum bir an!

Nasıl yani?

Bebek normal pozisyondaysa eğer sezaryene gerek yok.. Doğumu beklemek lazım derken neredeyse bana sert bir çıkıştaydı..

Adamın tavrına, söylediklerine inanamıyordum.

Kulağında küpesi olan doktor, eldivenlerini çıkararak ellerini yıkayıp ameliyathaneden çıkarken ben hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım..

Adam ameliyathaneden çıkarken, baş doktoru çağırın demişti .

Savunmasız, operasyon yatağında yarı çıplak halimle yanıma o an gelen baş doktor olduğunu söyledikleri adama bağırıp çağırmaya başladığımı anımsıyorum,

Bana son anda bu sezaryeni yapmam diyemez kimse!

Bana bu operasyonu hastanenin kendisi belirledi..

Günümü siz verdiniz..

Bir gece önceden geldiğim bu yerde yaşadığım stres, heyecan, yapılan bir sürü test boşa olamaz!

Şimdi eve gidip başka gün gel diyemezsiniz

Ve bana bu şekilde küstahça konuşan o doktordan şikayetçiyim diye ağlıyordum....

Hayatımda böyle bir şey yaşamamıştım..

Sezaryenin riskli ve gereksiz olduğunu düşünmeleri bana böylesi bir davranışı haklı çıkarmıyordu..

Beni sessizce dinleyip işini yapmayı tercih eden baş doktorsa yanıma gelerek eğilip, şimdi sakin ol dedi, ameliyatı ben yapacağım.....

O andan sonra artık hiç kımıldamamam ve konuşmamam gerektiğini söylediler..

Yapılan iğnelerin ardından uyuşturulan bedenimi kısa bir süre sonra doktorun neden hiç durmadan ileri geri sarsmaya başladığını sormak istediysem de emirleri yerine getirerek sustum.

Bir kaç dakika içinde bebeği çıkartmış olmaları gerekirken yarım saatten fazla bir zaman sonra hala daha içimden bir şeyi çıkarmak isteyipte çıkaramıyorlarmış gibi bir durumdaydım..

Bir ara doktorla hemşirelerin aralarındaki konuşmalardan rahmin duvarlara yapışık olduğunu ve önce bunu halletmeleri gerektiğini duyduğumda ise bunun ne demek olduğunu bilmiyordum.

En az yarım saat süren birebir bir mücadeleyi andıran sarsıntılardan sonra eşimi yeniden yanıma çağırdıklarında eline küçücük bir bebek vermişlerdi..

Danielle'in tam tersi..minicik bir şeydi bu.. 

2 kilo 700 gram ağırlığında küçücük bir bebekti Gal...

Sonuçta bir önceki sezaryenden dolayı olan yapışmalar yüzünden sezaryen olmasının gerekli olduğu da ortaya çıkmıştı..

Gal 26 Eylül'de , Kippur'dan bir gün evvel 16 yaşını tamamladı..

Karantina'ya girdiğimiz günlerde nasıl da büyük bir hayal kırıklığı oldu bu durum onun için..

O halbuki bu sene çok daha özel bir gün hayal etmişti doğum günü şerefine.

Aynı akşam bir ara gülerek yanıma gelerek  her zamanki gibi ellerini ovuştura ovuştura:

"Son çıkan kararlara göre, karantina'da " özel çocukları " ve kimi psikolojik problemleri olan kişileri ziyaret etmek mümkünmüş anne  biliyormuydun bunu? derken yüzünde  muzip bir ifade vardı.

-   Söyle Karmitlere beni ziyaret edebilirler !  Ben de özelim ya!!!

Aslında otistler genelde şakadan pek anlamazlar ama Gal nükteyi seviyor. Galiba sonunda onu da  alıştırdık espri yapmaya!!  


Bir Kipur günü doğdum ben ve yine bir Kipur günü çıkışında ise kaderim mühürlendi... .



Batya R. GALANTI




 






28 Eylül 2020 Pazartesi

                                                         


                                                                Tanrı bizi affetsin!


Bu akşam güneşin batısıyla birlikte  Kol Nidre ( kol nidrei ) duasıyla başlayacak Kippur, bir günü aşan orucun Ne'ila yani mührün vuruluşu, kitabın kapanması, kilitlenmesiyle birlikte, gökyüzünde üç yıldız belirdiğinde çalınacak şofarla  sonlanacak..

Tanrı'dan ona boş yere verdiğimiz sözler, tutmadığımız yeminlerimiz için af dilediğimiz bir gün bugün.. Roş Haşana'dan Kippur'a kadar  Slihot'larla ( özürlerle ) geçen  duaların ardından,   Kipur yani Kefaret günü Tanrı'ya olan yakarışlarımızı  duyması ve Yahudileri bir kez daha affetmesi için kendimizi tamamen duaya ve ona adadığımız gün, Kippur günü.  Sadece oruç ve duayla geçirilen 25 saat.....

Her yıl olduğu gibi, bir defa daha onun merhametine kendimizi teslim etmek... Ona gerçekten inanarak. Aynı hatalara bir kez daha dönmemek üzere yapılan dualar...

Bu yıl belki de çok daha içten dua etmeliyiz.. Kendimize, yakınlarımıza , çevremize , dünyamıza ve tüm evrene yaptıklarımızdan dolayı belki bir kez hep birlikte çok daha içten af dilemeliyiz ..Bize emanet olan, bizi besleyen, bize hayat veren evreni korumadığımız için.. Yeri geldiğinde kendimize zarar verdiğimiz kimi hatalara yeniden ve yeniden  döndüğümüz için .

Tanrı'dan af dilememiz için çok fazla sebeplerimiz var..

Çocukluğumda hayal ettiğim saflık, gülen yüzlerde gördüğüm, inandığım şeyler büyüdüğümde bambaşka gerçeklerle yer değiştirdiğini hissettim..

İnandıklarımın ötesinde bambaşka bir dünyada yaşadığımı anlamam çok zamanımı aldı..

Farzettiğim bir masal vardı..Bu masalda " Dünya olumlu şeyler, iyi insanlarla doluydu " ..

Bazen Tanrı'nın bize sırt çevirmesini anlıyorum belkide ..

Yapılan  duaların ötesinde bir şeyler daha olmalıydı . İşte onları unuttuk sanki biz.. .

Insanların içindeki ışığı söndürdük mü yoksa?.

Oysa insanların birbirlerine inanabildiği, güvenebildiği bir evren hayal etmiştim ben.

Tanrının yarattığı gerçek dünya esasen bu olmalıydı..

Biz ise  yanıldık mı yoksa yanılttık mı?

İyi insanlar tabii ki hep varlar.

İçleri temiz olan insanlar, niyetleri iyi, amaçları olumlu..yardımsever kişiler varlar..

Onlar da olmasa bu dünya çekilirmiydi?

Onlar olmasa hala ümit edebilirmiydik?

Ancak ben son senelerde hep uzaklaştım bir şeylerden..

Mesela duadan..

Tanrı'ya zaman zaman  şükretmeyi unutmasam da ..

Eskiden çok daha fazla dileklerde bulunurdum ben...

Şimdi dilemez oldum pek

Suskunluk çöktü üzerime..

Tanrı'yla konuşmaz oldum..

Bazen özür dilerim bu yüzden..

Aslında sevdiklerim için dileklerde bulunmaya devam ediyorum..sadece kendimi unutuyorum artık..

Tanrı'ya sevdiklerimi koru sen derim sık sık..

Dilerim onlar da benim için dua etsinler..

Senelerden sonra Kippur orucunu tamamlamayı başardım dün!

11 yaşımda ilk kez yarım gün tuttuğum orucu hatırladım..

12'sinde artık ergendim..

Kuzenlerimle bütün gün yemeklerden bahsettiğimiz bir orucun ne gibi bir kutsallığı vardı bilmem ama tutardık işte..hem de  hissettiğim çarpıntı ve zorluğa rağmen inatla sonuna kadar dayanırdım , senede bir kez farklıydı diğerlerinden..

Dün sabah başlayan yazımı, Kippur orucunun ertesinde tamamlarken dilerim Tanrı'dan daha iyi insanlar olabilmemiz için yolumuzu aydınlatsın.. GÜNAHLARIMIZI  AFFETSİN!


AMEN!





 

27 Eylül 2020 Pazar





                                 İnsanların yaşam hakkı tüm özgürlüklerin üstündedir



Dün gece Israel'in farklı farklı şehirlerinde kimi gösteriler karantinaya rağmen devam etti.. Özellikle Tel Aviv ve Yeruşalayim'de kimi binler yeniden taplandılar. Belki ilk anlarda aralarında mesafeleri korumaya çalıştılar ancak sonrasında mesafeler kırıldı ve yeniden büyük bir karmaşa hissi uyandıran görüntüler tekrarladı.. Polisler  onlar için belirlenen  sınırları korumaya çalışırlarken genç göstericiler onları  aşmak için hareketlenmeye başladılar. İşte o noktada insanı yıldıran, çıldırtan bir meydan okuyuş kendini göstermeye başladı yeniden...

Bana kalırsa Netanyahu'nun canı cehenneme!!! Benim umurumda olan tek şey şu an salgının geldiği nokta. İşte o an ben de ayrı isyan ediyorum..

Demokrasi diyerek insanın en temel özgürlüğü olan " Yaşam!!ı " hiçe sayan kimi küstah gençlerin saygısızlığına, sevgisizliğine. anlayışsızlığına,  bildiklerinden şaşmamalarına isyan ediyorum..

Doğru, kimsenin boyundurluğuna girmemek önemli.. Demokrasiyi korumak, insan haklarını , düşünce özgürlüğünü.!!


Televizyon'da izliyorum .. Polisin "mesafeyi korumayanlara"  tek tek ceza yazma girişimleri daha çok kargaşa getirdi..

Göstericilerse onları hiç bir şeyin yıldırmayacağını söylüyor.

Normal bir hayatın akışı içinde insanların hürriyetlerini sonuna kadar kullanarak istediklerini yapmalarını anlıyorum.

Kimi zaman onlar gibi düşünsem kimi zaman farklı hissetsem de önemli değil. Bazense  kendi dünyasında herkes istediği gibi yaşar.. aynı ülke sınırlarında..

Başkasının hürriyeti kimisinin düşünceleri ve davranışları yüzünden etkilenmediği sürece, kime ne?!

Onların da  düşündüklerini, şikayetlerini, karşı çıkışlarını anlıyorum..

Peki bugünlerde yaşadığımız bu ekstrem durumda insanların sağlığını korumak  için ne yapmalı?

Gösterilerde biraraya gelen grupların yaş ortalaması, eğitim seviyeleri,  politik çizgileri önemli değil. Önemli olan  şu an için görevde olan hükümete karşı olmaları.. ( Ben de bu hükümetten memnun değilim şu an..ne bu hükümetten , ne bugünkü politikacaların hiç biri ideal değil kanımca!!)

Kısa bir zaman evvel hiç bir partinin üstünlüğüyle sonuçlanmamış bir seçimin içinden zoraki sonucu çıkmış bu birlik hükümeti geçici olarak görevde ..

İdeal olmayan bir hükümetin şu anki durumu götürebilmek için altı ay daha idare etmesi lazım..

Başka bir seçeneğimiz yoksa ne olacak?

Çok büyük bir ihtimalle önümüzdeki mart ayında yeniden seçimlere gidilecek .

Ama şu an için kimi radikal solcu akımlar, kimi inatçı gençler, kimi demokrasi kurtarıcıları ( ? ) meydanlarda..

Ülkede farklı farklı sebepler, faklı farklı uçta insanlar yüzünden salgın gittikçe yayılıyor..

Her iki üç günde bir biner biner artan vaka sayılarının yakında hastanelerin ağır hasta sayıları yüzünden çalışamayacak duruma gelecekleri gerçeği bu tipleri pek ilgilendirmiyor..

Yom Kippur günü illede açık tutulacak olan sinagogların içine sözde belli miktarda kişinin üstünde insan kabul etmeyecekleri hikayeleri de bir kenara  önümüzdeki bir kaç hafta içinde Israel'de durum daha iyiye gitmeyecek .

Bir tarafta liberal devrimcilerin diğer tarafta kimi dinci aymazların kurbanı olacak insanlar kimsenin umurunda değil..

Birinin fikir beyan etmek  bir diğerinin inanç özgürlüğüyle birlikte özellikle yaşlı ve hasta insanların  yasama hakkının önüne geçiyor..

Bir kaç hafta kimi özgürlükleri ifade etmenin Tanrı'ya ulaşmanın farklı yollarını arasalardı olmazmıydı?

Bir kaç hafta herkes aynı hayat için birlikte soluk alıp dayanışmaya gitseydik ne olurdu?



Batya R. Galanti







24 Eylül 2020 Perşembe

   Sömürü dünyasındaki doyumsuz insanlar


Geçen akşam oğlum beni çağırdı; "Anne televizyona bir şeyler oldu galiba? "  Ne oldu Gal? Bilmem,  arada bir ekran zıplıyor ...Ben böyle şeylerden pek anlamam ama neyse ki arada eşim geldi  ve her zamanki gibi kumandayı eline aldı.. Biz bayanlar genelde  pek anlamayız elektrikli aletlerin işleyişlerinden. Bu tip şeylerin detaylarıyla uğraşmak bize göre değildir.. Hele şu son Smart TV çıktığından beri bazen iyice küfür ediyorum. Mesela tek kumanda yetmiyor şimdi iki tane var . Bir de evdekiler kayıtlı programlara girerler bazen ya da başka bir moda koyar birisi. ...önce ondan çıkmanız lazımdır ( gerçi o sorun değil !! o kadar da aptal değilim hahaha ) . Bazense iki kumandadan biri bir şeyi diğeri başka fonksyonları yerine getiriyor.. Zaten günde ne kadar zaman geçiriyorum ki o ekranın karşısında ben? 

Eşim TV'nin bulunduğu bilmem hangi mod yüzünden görüntüde sıçrama olduğunu söyledi sonunda.. Kısa bir uğraşıdan sonra şimdilik düzeldi dedi.. Artık sallanma olmaması lazımmış..Umarım haklıdır!

Iki sene evvel girdiğimiz, her çeşit ev eşyaları satan büyük bir mağaza'dan almıştık televizyonu. İndirimdeydi. Ama indirimdeydi de ne olmuş yani ? Bunun için iki senede çöpe mi gitmesi lazım?  Sonuçta JVC .. belli bir marka ve Japon malı .. Ama, kimi standartar eskiden mevcuttu. Bugün artık herşey faklı.. Daha önceki televizyonumuz da LG'ydi ..sözde  iyi televizyondur  demişlerdi..Onun da üç dört sene sonra ekranı kararıp gitmişti..

Daha 2017'de satın aldığımız Samsung buzdolabının da kapıları,  bozulan lastiği yüzünden iyi kapanmamaya başladı. Derken bugün kullandığımız hiç bir aletin geçmişteki kaliteye sahip olmadığından emin olabiliriz..

Geçenlerde, okul başlamadan bir kaç gün evvel oğlum için bir kaç  defter ve dosyalar satın almak için büyük bir kırtasiye  dükkanına girdik. Bu dükkanda ayrıca laptop bilgisayarlar, smartphone'lar ve bilgisayar oyunları da satılıyor.. İhtiyacımız olan şeyleri bulduktan sonra ödeme yapmak için sırada beklemeye başladık.. Önümüzde bir bayanla çocuğu duruyordu. 7 8 yaşlarındaki çocuk huzursuz ve sürekli kıpır kıpır bir hallerdeydi.. Annesinin ellerine yapışıyor.. Lütfen, lütfen diye yalvarıyordu.. Son çıkan bir video oyununu alması için yakasını bırakmayacak gibiydi.. Ama anne,  ama neden? derken  Kadın , daha evdeki oyunlarla yeterince oynamadığını ve yeni bir oyuna ihtiyacı olmadığını söylüyordu..

Bu tip şeylerle artık sık sık karşılaşabiliyorsunuz .

Bugün büyüyen çocuklar için herşey en baştan yanlış gibi.. Öyle bir zamandayız ki  düzen insanları gerektiğinden fazla tüketmeye, ve sürekli yeniyi istemeye ve korkunç bir rekabete itiyor..

Çocukluğumda babamın anlattığı bir şey vardı. Babamın döneminin ( 1926 doğumluydu babam )  çocuklarına ait bir hikayeydi bu. Senede bir kez onlara satın alınan mokasen ayakabbiları anlatırdı bize hep.. O zamanki şartlarda çoğu çocuğun bilinen bir hikayesiydi  bu. Bir çift ayakkabı için bütün bir yıl beklerlermiş o zamanlar . Bayramdan bayrama onlara satın alınan bir çift ayakkabının hayalini  kurarlarmış.. . Ve o ilk gece mokasenleri yataklarının başucuna koyarlarmış uyumadan evvel.  

Hani kunduracıların ellerinden çıkmış ayakkabılar varmış ya o zamanlar..., 

El işi şeylerdi bu ayakkabılar.. çok değerliydiler..Alanların gözünde ödenilen fiyatın çok üstünde bir değeri vardı o zaman herşeyin..Bir şeye ulaşmanın  arkasında uzun zaman çalışmak, ve sabırla beklemekti bu.. Kazanılan paranın, harcanan zamanın, kurulan hayallerin çevresinde şekillenen bir tatmin duygusu mevcuttu o dönem yaşayan insanların içinde.

Hayali kurulan hedeflere, sevilen bir şeye kavuşmak için sabırla beklemek vardı.. Belki de bu herşeyi daha bir anlamlı, daha bir güzel kılıyordu o zaman

Benim zamanıma gelindiğinde bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. İnsanların alım gücü arttıkça yaşam kalitesi değişti. Beklentiler alım gücüyle orantılı olarak değişti. Bir kez satın alınan bir şey belli bir zaman sonra mutlaka yenisiyle yer değiştirmeye başladı.

Bugün gelinen noktaysa doyumsuzluğa kadar varan bir tüketim döngüsü gibi ..Çin'de başlayan ucuz üretimle gelen tüketim bolluğu insanların alışveriş anlayışını da değiştirdi.. Ucuz işçilikle başlayan yeni düzende tüm dünya markalarının  otomobilden, giyime, giyimden oyuncağa, bilgisayarlar ve cep telefonlarına kadar Çin'e kayan global ticaretinin geldiği nokta ucuz işçilikle başlayan yeni tip bir sömürü düzeni gibi..


Ucuza üretilen malların eski kaliteyi tutturamayan yeni teknolojinin bir yandan hayatın her alanına giren bilgisayar ve aplıkasyonlarla hayatımızı yöneten üreticilerin sonsuz bir harcama tutkusuna dönüşen yeni tip dünya düzeniyle büyüyen yeni neslin insan ilişkilerinde de hayata bakışı farklılaşıyor..

Çok küçük yaştan itibaren  alıştırıldıkları düzen, birbiri ardına kendileri için satın alınan yeni yeni şeylerin,  kimin ve neyin yararına olduğunu bile bilmeyen bir anlyista büyütülen çocukların bitmeyen, doyurulamayan nefse dönüşümü ...

Eve gelen her yeni oyun, yeni telefon, yeni bir oyuncakla başlayan bir delilik.. Çocukların gelişimi için önemli gibi görülen bir çok şeyin birden fazla olduğunda artık hiç bir anlamı kalmamaya başlayan daha ve daha çok oyunlarla hayatı bir alışveriş anlayışından ibaret olarak gören çocukların önce anne babalarını sömürmeleriyle başlayan hayatları..

Mutluluğun istediğinin satın alınmasında gören yeni yetme bireyler..istedikleri yapılmadığı an isyan etmeği öğreniyorlar..

İstediklerine kavuştuklarında ise yaşadıkları tatmin çok kısa bir zamanda bitiyor.. O zaman yeniden tatmin olmak için yeni yeni şeyler gerekiyor.. Hep yeni bir hedef belirlemek gerekiyor..

Böylece maddi şeylerin arkasında mutluluğu arayan bir neslin insan ilişkileri de aynı mantalite de şekil bulmaya başlıyor...

Hiç bir şey kalıcı değilmiş gibi..herşey geçici, herşey sadece bugün için..hiç bir şey için fazla beklemeye sabır yok sanki...

Bir süre sonra birbirlerine de aynı şekilde bakmaya başlıyor insanlar.. Bir ilişki yürümediğinde üzerinde uğraşmaya değmeyecek gibi... zamanları yok ki..

Hayat hızla geçerken, her gün ilerleyen teknoloji, sınırları zorlayan modern hayat maddi , manevi insanlara tatminsizliği , doyumsuzluğu öğretiyor. Anne babasını sömürmeye alışmış çocuklar büyüdüklerinde ne kadar sağlıklı ilşkiler kurabiliyorlar?

Neden insanlar artık birbirlerine kolay kolay tahammül göstermiyorlar? neden empati denen olgu gittikçe azalma eğilimde?

İnsanlar  birbirleriyle yarış yapmakla , rekabetle meşguller...

Sevgi ve anlayış gittikçe daha ender görülen değerler oldular.. Mutluluksa hep bir adım ötede..

Belki bir dahaki sefere ulaşacağı hedefte mutluluğu hayal etse de insan karşıda daha iyisi ona her defasında yeterli olmadığını hatırlatacak ve sonunda o yine mutsuz olacak....



Batya R. GALANTI


23 Eylül 2020 Çarşamba

 

                                         

                                        Israelliler bile bile intihar ediyor!


Ukrayna'dan gelen görüntüler akıllara durgunluk veriyor.. Tüm tartışmalara, tüm hayır'lara rağmen sonunda Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek isteyen  bir kısım Hasid Yahudiler Belarus ( Beyaz Rusya ) sınırına yığıldılar.  Tüm engelleme girişimlerine rağmen her sene olduğu gibi Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek için varmak istedikleri yer, Ukrayna'nın merkezindeki Uman şehri!! Sınırdaki soğuğa rağmen alt alta üst üste bekleyişteler... Ukrayna'nın pandemi yüzünden koyduğu tüm yasaklara rağmen Israel'den Fransa'dan, Amerka'dan buralara yığılan binlerden sadece küçük bir kısım Uman'a girebilmiş.. Onlar da buralara önceden gelenlermiş.. Ukyarna'da kapalı bir salon'da toplanan yüzlerce haredi (ortodoks dindar yahudiler ) gördüğümüz çekimlerden birinde  tepiniyorlardı.. Sanki diskotekteydiler.. Erkek erkeğe mutluydular! O çok keyifli görünen grubun içinden kaç tanesi acaba şu an korona taşıyordur?

Eğlenmek güzeldir!! Geri zekalılar gibi davranmaksa acı!!!

6. kattaki evinin balkonundan balıklama kendini boşluğa bırakan adam yarı yolda Tanrım beni koru lütfen diye dua ederse ne olur?

Bu nasıl bir umursamazlıktır?

Geçtiğimiz günlerde Yeruşalayim'de 800 Yeşiva talebesi bile bile birbirlerinden yapışıp kendilerini yeşiva'da karantina'ya sokmuşlar. Böylece öğrenmeye, dua etmeye ara vermek zorunda kalmayacaklarmış.  Bizi rahat bırakın demişler.. Kendilerince akıllı bir eylem gibi görünse de bu davranışı kopyalayacak başka dangalakların toplumu daha ne kadar tehlikeye atacaklarını düşünmek bile insanın cinlerini tepesine getiriyor...

Diğer taraftan Netanyahu  karşıtı bir kaç binlik bir kitle de her gece Netanyahu'nun evinin yakınlarında toplanmaya devam ediyorlar. Çoğu her ne kadar maske takıyor olsa da, bulundukları meydanda geçirdikleri saatlerin devamında sıcaktan ter dökenler maskeleri çenelerinin altına çekerek avaz avaz bağırmaya devam ediyorlar..

Başka bir geri zekalı grup geçtiğimiz cumartesi hükümetin insanlara yalanlar söyleyerek bizleri esir almaya çalıştıklarını iddia ederken "mayolarla" kumsalda " sözde protesto yapıyorlardı..

Dinciler kendilerinden başka herkese yeterinden fazla ödün verildiğini iddia ederek yaşadıkları bölgelere karantina koymak isteyen hükümeti protesto etmek için ayrıca bir yerlerde bağırıp çağırıyorlar..

Solcular, dincilere fazla ödün verildiğini söyleyerek Hükümete isyan ediyorlar..

Hepsi haklı!!! (?? )

Arada Rosh Haşana akşamı Rishon'un ( o akşam sadece!!" bomboş olan sokaklarında yürürken  sinagog'un karşısından geçerken içeriden yeterince kalabalık bir kitlenin dua sesleri  geliyordu.. O an sinagogun içinde kaç kişi olduğunu görmedim, bilmiyorum ama kimseye inancım kalmadı. Evlerinde dua etselerdi ya bir kez. !

Her insan kendi başına da dua edebilir..

Tanrı her yerdedir..en önemlisi de Tanrı her bir insanın kendi yüreğindedir..

Bence bunu anlayamayan insan gerçek inancı olmayandır..

Gerçek inanan kişi öncelikle Tanrının ona verdiği o çok değerli hayatı korumak için elinden geleni yapar.

Bize verilen can çok kutsaldır. Tanrının bizden beklediği birinci şeyse bize verilen can'ın kıymetini bilmektir bence.

Kendmizden başka, çevremize karşı sahip olduğumuz yükümlülükse bunun da üstündedir..

Bir taraftan ekonominin batmasından korkan Hükümetin karantina'yı yarım yamalak uygulaması, diğer taraftan demokrasi adına ayağa kalkan kitleleri susturmamak adına hoş görüyla bakılan gösteriler, diğer tarafta kendilerini çok fazla kısıtlarlamalarına izin vermeyen dincilerin baskısı...

Dün gece yürüyüşten döndüğümde evimin aşağısındaki parkta bir sürü çoluk çocuk, genç birlikte toplanmış zaman geçiriyorlardı.. Gençlerse  bu iş çok uzadı artık diyorlar. Ne olacaksa olacak diyor onlar da..

Arada bu sabah uyandığımda bir gün içindeki pozitif vaka sayısı 6800'lere ulaşmıştı.

Şaşırdık mı?

Hayır!!!!


Batya R. Galanti

19 Eylül 2020 Cumartesi

 



                           Yaptığımız hataların faturası elimize verilmiş gibiyiz

 


Bugünler geçecek mi diyorum kendi kendime?

Biz insanlar nerede yanlış yaptık?

Çocukken  tarihte yaşanmış kimi salgınlar gelirdi aklıma, veba, tifo ve bilimum grip salgınları..

Annem anlatmıştı onun genç kızlığında yaşanmış bir salgını

Sağlıklı ortamlar içinde barınamayan bakterilerden bulaşan kolera ya da tifo türünden hastalıklar bugün ancak Afrika'da , dünyanın kimi kanalizasyon sistemi bulunmayan üçüncü dünya ülkelerinde sorun olmaya devam ederken  ( ki bu da son derece üzücü bir durumdur )  bizler için bu tip epidemiler romanlarda rastladığımız öykülerin içinde işlenen şeylerdi..

Ama salgınlar bakteriler ve mikroplarla sınırlı değil ki.. Ya virüsler.. İnsanlığın tanımadığı türden yeni yeni virüsler..

2015'te Bill Gates, Afrika'dan dünya'ya yayılmadan durdurulabilmiş olan Ebola ve Mers gibi virüslerin tekrarlanabileceğini söylemişti.

Bill Gates dünyanın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı pandemilerle baş edebilecek donanımda olmadığını söylüyordu verdiği  konferansından birinde... ( You Tube'ta bu konuşmasını dinlemek mümkün )

Umurumda mı  dünya felsefesiyle yaşayan , herşeyin kendi tercihinde olduğu gibi de yürüyebileceğine, ona ne kadar ters davransa da kendisine yine dost kalacak bir dünya olduğuna inananarak durmadan yıprattığı doğa'yı kirletirken sorulması gereken soruyu hiç sormamış insanın  hikayesinin sonunun başlangıcımı acaba bugünler?

Bu şekilde rahat yaşadık bugünlere dek. Sadece yaşadığımız anı düşündük, o an için ne iyi ise onu yaptık. Hiç bir eylemimizin yarın neleri getirebileceğini umursamadık.

Böylece sabah yatağımızdan kalktığımızda rahat bir nefesle aynı yolda  bildiğimiz gibi gitmeye devam  ettik.. Kendimizi hiç sıkmadan , üzmeden..

Nesilleri tükenen  canlılar, bitkiler, hayvanlar ve kimi böcek türlerinin yok olmalarıyla birlikte  bu doğanın dengesini sağlayan halkaların gittikçe eksilmesiyle oluşan dengesizliğin sonuçları üzerinde düşünen küçük bir kitle, kimi araştırmacılar, öncü gruplar, Green Peace ve benzeri bazı örgütler, akademisyen ve ileriyi gören kimi politikacı ve yazarlar.. Bunlar kocaman dünya nüfusunun içinde küçük bir kitle..

Büyük çoğunluk ise bugüne dek bildikleri gibi yaşamaya devam ediyor..

Havayı, denizi, toprağı aynı şekilde kirletiyorlar..Hiç durmadan..

İlk kez Çin'de çıkan Corona televizyonlara yansıdığında bir mucize olur da virüs'ü Çin sınırlarında silahla (!) durdurmayı başarırlar gibilerinden hayallere bile kapılmışlardı belki....

İlk kez yaptığımız hataların hesabının faturası elimize verilmiş gibiyiz bugün

Ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Bakakaldık!!

Son senelerde dünyanın ileri gelen ülkelerinde global ısınmaya karşı tedbirler çoğalırken , bu tedbirlerin ne derece etkili ve detaylı olduğunu bilmiyorum.

Dünyanın üç beş ülkesinde gerçek anlamda çalışmalar olsa da , global ısınmaya karşı etkili çözümler üretilse de geri kalan milyarların neden olduğu zararlar ne zaman duracak?

Artan hava kirliliğiyle atmosfer'de yükselen sera gazlarının neden olduğu ısınma yüzünden  değişen iklimin sonuçları olan buzulların erimesi, fırtınalar, yağmurlar , seller ve kuraklıkla birlikte doğa tamamen dengesini yitiriyor. Bu ısınmanın istenmeyen etkilerinden biri de ortaya çıkan virüsler..

Bugün Covid-19 yarın bir başkası..

Gelecekte insanları neler bekliyor?..

Şimdilik biz Israel'de yeniden karantina'ya girdik..

Tuhaf bir karantina bu.. Tel Aviv'de sahiller jogging yapanlarla taşıyordu bugün..

Kimileri Bibi'ye karşı gösteri yapmak için sokaklarda ..

Benim yaşadığım şehir ise aylardan sonra yeniden terkedilmiş bir havadaydı..

Böylece geçirdiğimiz bir Roş Haşana gecesinde yeniden üç hafta , belki de daha uzun bir süre  karantinaya girdi Israel halkı..

Şimdilik ufukta aşı da görülmezken insanların ellerinden dua etmekten başka bir şey gelmez oldu sanki...



Batya R. GALANTI