Kumsal'da bir akşam
Ne zaman canım sıkılsa kendimi evimden on dakika uzaklıktaki kumsala atarım..
Arabayla iki sokak ileriden çıktığımızda Moşe Dayan caddesine saptığımız gibi dümdüz giden yaklaşık beş kilometrenin sonunda, ülkenin bir ucundan diğerine, güneyden kuzeye devam eden Akdeniz sahiline varırsınız.
Moşe Dayan caddesi, ortada yüksek palmiye ağaçlarıyla dolu, yolun iki yanında da kaldırımı çevreleyen, el emeği küçük yeşil tepelerde yine çoğu zeytin ağaçları dizilmiş sevimli bir caddedir.. ( Israel dünya'da kişi başına en çok ağaç diken ülke imiş! ) ..Kaldırımlara dikili bitkilerin dallarında açan çiçekler aynı tepeleri kısmen örterler... Bir yandan yeşilin ve diğer taraftan toprağın rengi kısım kısım devam eder yol boyu.. ( Şimdilerde akıllarına hafif tren inşa etmek geldi..herşey allak bullak oldu birden, 😕 )
Bir arkadaşım Hollanda seyahati dönüşü demişti bana; " Hollanda'daki yeşilin tonu bambaşka, çok daha koyu ve güzel ! ".. Doğru tabii çünkü Hollanda'da yeşil doğanın insana kendi hediyesidir. Hollandanın soluk güneşinin altında bitmeyen yağmurlarından beslenen doğanın renkleri bir kaç ton daha canlıdır.. Rişon merkezini deniz kıyısına bağlayan Moşe Dayan Caddesinde yol alırken gördüğüm renklerse insan ellerinin, emeğinin, çabasının bir ürünü. Ama sonuçta ortaya çıkan görüntü yine de doğanın bir parçası..
Uzun süren Corona günlerinin hiç bitmeyen kısıtlamalarının arasında değişen hayatın temposuna kendinlerini uydurmaya çalışan insanların zaman zaman bir kaçış yeri gibi buradaki sahiller..
Kıyıya doğru yaklaştıkça gittikçe sıklaşan palmiyeler göklere değecek gibiler ve karşıda batan günün kızıllığı yeniden muhteşem bir görüntü sergiliyor.. Arabadan çıkarken yüzüme çarpan sıcak rüzgarsa hala bitmeyen yazın bizi bir kez daha çok çabuk terketmeğe niyeti olmadığını hatırlatıyor..
Kumsala doğru yürürken, kimi tekerlekli iskemleleriyle gelmiş sakat insanların kendilerine ayrılmış noktada hep birlikte , ( mesafeye kısmen dikkat ederek ) sohbet ettiklerini gördüm bir kez daha .Her zamanki yerlerindeler!.. Hayat bazen mükemmel olmasa da, yaşam sevgisini elinden bırakmayan insanların birlikte yine de belli bir keyfi, mutluluğu paylaşabilmelerine tanıklık ediyorsunuz her an. Her birinin elindeki bir meyve kabı, bir içecek gülerek konuşurlarken insanın tüm zorluklara rağmen hayatı sevebileceğini hatırlatıyorlar size...
Küçücük çocuklar kumsalda ellerindeki kürekleriyle kumları kazarken, biraz ileride yeniden denize girmek yasaktır diyen siyah bayrakları görüyorum.. Kıyıya çarpan dalgalarda ayaklarını ıslatanların yanında yürüyüş yapanlara katılıyorum ben de..
O an içime hiç olmadığı kadar huzur veren denizin uçsuz bucaksız güzelliğini seyrederken hayatın içinde ne kadar büyük bir ikilem olduğunu hatırlıyorum . Geçtiğimiz günlerde şu an bana o kusursuz dinginliği yaşatan masmavi denizin orta yerinde bir genç adam boğulmuştu .. Bu evrenin içinde yaşadığımız koşullar ..kimi gereksinimimizi karşılayan en değerli, kimi anlamda en güzel hayat kaynakları, yaşamla sembolleşmiş şeyler insana bir taraftan hayatı bir taraftan da ölümü yaşatabiliyorlar..
Deniz, su , ateş ..hava.. gibi var olan en temel kaynaklar...
Rişon Le Tsion'un sahiline geldiğimde, 1986 yılındaki Israel yolculuğumu hatırlarım bazen.. 17 yaşımdaydım o zaman..
Bir gece amcam bizi aynı sahile getirmişti... O zaman sahil bugüne göre çok daha el değmemiş bir haldeydi..Çölün bittiği yerde bu kez kumsal ve deniz vardı. Restoranlar kafeler olduğunu hatırlamıyorum.. Yer yer aydınlatılmış olsa da sahil neredeyse tamamen doğal halindeydi.. Ve o seyahatimden zihnimde güzel bir görüntü yer etmiştir .
Geceleri sahilde bir araya gelen gençler ateş yakıp çevresinde gitar çalıp şarkı söylüyorlardı o zamanlarda da.. O karanlık sahilde gençlerin söylediği şarkılar dalgaların seslerine karışıyordu.. Yaktıkları ateş gecenin karanlığını aydınlatırken onları adeta kıskandığımı anımsıyorum.. Çünkü onlar ait oldukları yerdeydiler.
18-20 yaşlarındaki o çocuklar hep birlikte özgürlüğün sesi gibiydiler benim yüreğimde.
O gün o ateşin çevresinde gördüğüm gençlerin yüzlerindeki mutluluk hep aklımda kalmıştı.
Bir de galiba ben hayatın en çok o doğal hallerini sevdim. O çok fazla ihtişama, ıspata gerek olmayan, içten ve doğal taraflarını.. Biz bize yaşanan şeyleri! . Kimseye kanıtlamak zorunda olmadıkları zenginlikleri, kimi maddi değerleri bir an için bir kenara itmiş dostlukların daha çok duygu, daha çok fikre önem veren beyinlerin, kalplerin farklı şeyleri paylaşabilen insanların güzelliğiydi o an belki beni en çok çeken şey..
Kumsalda ayaklarım kumlara bata çıka yürürken kimi matkot oynayan insanlar, kimi köpekleriyle kumsalın tadını çıkaranlar var dağınık halde . Herşeye rağmen ortam her zamanki gibi değil..insan sayısı daha az..hayat kimi anlamda çok farklı hisler yaşatıyor son zamanlarda..
Yeniden karantinaya girmemize sayılı günler kala hayat içindeki ikilemi düşünüyorum. Görünürde herşeyin kusursuz olduğu hayatın içinde gözle görülmeyen bir şeyin sonuçta büyük etkilerini hissediyoruz üzerimizde.. İnsanlar bazen bunu unutmaya çalışsalar da ..
Doğa zaten hep ikilemlerle dolu..
Bize verilen imkanları doğru şekilde kullanmayı öğrenemedikçe doğanın kendisinin bizden aldığı bir intikam gibi olacak hep yaşam..
Sol tarafımda bir biri ardına kıyıya vuran dalgaların sesi beni dinlendirirken, aynı dalgalarda insanın boğulabileceğini düşünmek bir an için ürkütücü olabiliyor..
O ateş yakan gençlerin mutluluğunun bir parçası olan alevler ihtiyacımız olan ısıyı, enerjiyi bize veren ateşten yeri geldiğinde yanabilmemiz gibi..
Doğa çelişkilerle mi dolu ne?
Yoksa biz doğa'nın bize sunduğu nimetlere biraz daha bilinçle, dikkatle mi yanaşmalıyız.. Onu daha iyi anlamalıyız sanki. Yerinde bizi hayatta tutan, gereksinim duyduğumuz enerji, ihtiyacımız olan hayati kaynaklar bizim için en büyük tehlikeleri de getiren şeyler olabiliyor ..
Sanırım doğayı gerçek anlamda sevmeye , anlamaya, korumaya başlamamızın zamanı geldi..
Daha çok geç olmadan!
Bugünler ne zaman geride kalır bilmem, bildiğim tek şey sahili, kumsalı, denizi tekrardan özlediğim..
Batya R. GALANTI