27 Eylül 2020 Pazar





                                 İnsanların yaşam hakkı tüm özgürlüklerin üstündedir



Dün gece Israel'in farklı farklı şehirlerinde kimi gösteriler karantinaya rağmen devam etti.. Özellikle Tel Aviv ve Yeruşalayim'de kimi binler yeniden taplandılar. Belki ilk anlarda aralarında mesafeleri korumaya çalıştılar ancak sonrasında mesafeler kırıldı ve yeniden büyük bir karmaşa hissi uyandıran görüntüler tekrarladı.. Polisler  onlar için belirlenen  sınırları korumaya çalışırlarken genç göstericiler onları  aşmak için hareketlenmeye başladılar. İşte o noktada insanı yıldıran, çıldırtan bir meydan okuyuş kendini göstermeye başladı yeniden...

Bana kalırsa Netanyahu'nun canı cehenneme!!! Benim umurumda olan tek şey şu an salgının geldiği nokta. İşte o an ben de ayrı isyan ediyorum..

Demokrasi diyerek insanın en temel özgürlüğü olan " Yaşam!!ı " hiçe sayan kimi küstah gençlerin saygısızlığına, sevgisizliğine. anlayışsızlığına,  bildiklerinden şaşmamalarına isyan ediyorum..

Doğru, kimsenin boyundurluğuna girmemek önemli.. Demokrasiyi korumak, insan haklarını , düşünce özgürlüğünü.!!


Televizyon'da izliyorum .. Polisin "mesafeyi korumayanlara"  tek tek ceza yazma girişimleri daha çok kargaşa getirdi..

Göstericilerse onları hiç bir şeyin yıldırmayacağını söylüyor.

Normal bir hayatın akışı içinde insanların hürriyetlerini sonuna kadar kullanarak istediklerini yapmalarını anlıyorum.

Kimi zaman onlar gibi düşünsem kimi zaman farklı hissetsem de önemli değil. Bazense  kendi dünyasında herkes istediği gibi yaşar.. aynı ülke sınırlarında..

Başkasının hürriyeti kimisinin düşünceleri ve davranışları yüzünden etkilenmediği sürece, kime ne?!

Onların da  düşündüklerini, şikayetlerini, karşı çıkışlarını anlıyorum..

Peki bugünlerde yaşadığımız bu ekstrem durumda insanların sağlığını korumak  için ne yapmalı?

Gösterilerde biraraya gelen grupların yaş ortalaması, eğitim seviyeleri,  politik çizgileri önemli değil. Önemli olan  şu an için görevde olan hükümete karşı olmaları.. ( Ben de bu hükümetten memnun değilim şu an..ne bu hükümetten , ne bugünkü politikacaların hiç biri ideal değil kanımca!!)

Kısa bir zaman evvel hiç bir partinin üstünlüğüyle sonuçlanmamış bir seçimin içinden zoraki sonucu çıkmış bu birlik hükümeti geçici olarak görevde ..

İdeal olmayan bir hükümetin şu anki durumu götürebilmek için altı ay daha idare etmesi lazım..

Başka bir seçeneğimiz yoksa ne olacak?

Çok büyük bir ihtimalle önümüzdeki mart ayında yeniden seçimlere gidilecek .

Ama şu an için kimi radikal solcu akımlar, kimi inatçı gençler, kimi demokrasi kurtarıcıları ( ? ) meydanlarda..

Ülkede farklı farklı sebepler, faklı farklı uçta insanlar yüzünden salgın gittikçe yayılıyor..

Her iki üç günde bir biner biner artan vaka sayılarının yakında hastanelerin ağır hasta sayıları yüzünden çalışamayacak duruma gelecekleri gerçeği bu tipleri pek ilgilendirmiyor..

Yom Kippur günü illede açık tutulacak olan sinagogların içine sözde belli miktarda kişinin üstünde insan kabul etmeyecekleri hikayeleri de bir kenara  önümüzdeki bir kaç hafta içinde Israel'de durum daha iyiye gitmeyecek .

Bir tarafta liberal devrimcilerin diğer tarafta kimi dinci aymazların kurbanı olacak insanlar kimsenin umurunda değil..

Birinin fikir beyan etmek  bir diğerinin inanç özgürlüğüyle birlikte özellikle yaşlı ve hasta insanların  yasama hakkının önüne geçiyor..

Bir kaç hafta kimi özgürlükleri ifade etmenin Tanrı'ya ulaşmanın farklı yollarını arasalardı olmazmıydı?

Bir kaç hafta herkes aynı hayat için birlikte soluk alıp dayanışmaya gitseydik ne olurdu?



Batya R. Galanti







24 Eylül 2020 Perşembe

   Sömürü dünyasındaki doyumsuz insanlar


Geçen akşam oğlum beni çağırdı; "Anne televizyona bir şeyler oldu galiba? "  Ne oldu Gal? Bilmem,  arada bir ekran zıplıyor ...Ben böyle şeylerden pek anlamam ama neyse ki arada eşim geldi  ve her zamanki gibi kumandayı eline aldı.. Biz bayanlar genelde  pek anlamayız elektrikli aletlerin işleyişlerinden. Bu tip şeylerin detaylarıyla uğraşmak bize göre değildir.. Hele şu son Smart TV çıktığından beri bazen iyice küfür ediyorum. Mesela tek kumanda yetmiyor şimdi iki tane var . Bir de evdekiler kayıtlı programlara girerler bazen ya da başka bir moda koyar birisi. ...önce ondan çıkmanız lazımdır ( gerçi o sorun değil !! o kadar da aptal değilim hahaha ) . Bazense iki kumandadan biri bir şeyi diğeri başka fonksyonları yerine getiriyor.. Zaten günde ne kadar zaman geçiriyorum ki o ekranın karşısında ben? 

Eşim TV'nin bulunduğu bilmem hangi mod yüzünden görüntüde sıçrama olduğunu söyledi sonunda.. Kısa bir uğraşıdan sonra şimdilik düzeldi dedi.. Artık sallanma olmaması lazımmış..Umarım haklıdır!

Iki sene evvel girdiğimiz, her çeşit ev eşyaları satan büyük bir mağaza'dan almıştık televizyonu. İndirimdeydi. Ama indirimdeydi de ne olmuş yani ? Bunun için iki senede çöpe mi gitmesi lazım?  Sonuçta JVC .. belli bir marka ve Japon malı .. Ama, kimi standartar eskiden mevcuttu. Bugün artık herşey faklı.. Daha önceki televizyonumuz da LG'ydi ..sözde  iyi televizyondur  demişlerdi..Onun da üç dört sene sonra ekranı kararıp gitmişti..

Daha 2017'de satın aldığımız Samsung buzdolabının da kapıları,  bozulan lastiği yüzünden iyi kapanmamaya başladı. Derken bugün kullandığımız hiç bir aletin geçmişteki kaliteye sahip olmadığından emin olabiliriz..

Geçenlerde, okul başlamadan bir kaç gün evvel oğlum için bir kaç  defter ve dosyalar satın almak için büyük bir kırtasiye  dükkanına girdik. Bu dükkanda ayrıca laptop bilgisayarlar, smartphone'lar ve bilgisayar oyunları da satılıyor.. İhtiyacımız olan şeyleri bulduktan sonra ödeme yapmak için sırada beklemeye başladık.. Önümüzde bir bayanla çocuğu duruyordu. 7 8 yaşlarındaki çocuk huzursuz ve sürekli kıpır kıpır bir hallerdeydi.. Annesinin ellerine yapışıyor.. Lütfen, lütfen diye yalvarıyordu.. Son çıkan bir video oyununu alması için yakasını bırakmayacak gibiydi.. Ama anne,  ama neden? derken  Kadın , daha evdeki oyunlarla yeterince oynamadığını ve yeni bir oyuna ihtiyacı olmadığını söylüyordu..

Bu tip şeylerle artık sık sık karşılaşabiliyorsunuz .

Bugün büyüyen çocuklar için herşey en baştan yanlış gibi.. Öyle bir zamandayız ki  düzen insanları gerektiğinden fazla tüketmeye, ve sürekli yeniyi istemeye ve korkunç bir rekabete itiyor..

Çocukluğumda babamın anlattığı bir şey vardı. Babamın döneminin ( 1926 doğumluydu babam )  çocuklarına ait bir hikayeydi bu. Senede bir kez onlara satın alınan mokasen ayakabbiları anlatırdı bize hep.. O zamanki şartlarda çoğu çocuğun bilinen bir hikayesiydi  bu. Bir çift ayakkabı için bütün bir yıl beklerlermiş o zamanlar . Bayramdan bayrama onlara satın alınan bir çift ayakkabının hayalini  kurarlarmış.. . Ve o ilk gece mokasenleri yataklarının başucuna koyarlarmış uyumadan evvel.  

Hani kunduracıların ellerinden çıkmış ayakkabılar varmış ya o zamanlar..., 

El işi şeylerdi bu ayakkabılar.. çok değerliydiler..Alanların gözünde ödenilen fiyatın çok üstünde bir değeri vardı o zaman herşeyin..Bir şeye ulaşmanın  arkasında uzun zaman çalışmak, ve sabırla beklemekti bu.. Kazanılan paranın, harcanan zamanın, kurulan hayallerin çevresinde şekillenen bir tatmin duygusu mevcuttu o dönem yaşayan insanların içinde.

Hayali kurulan hedeflere, sevilen bir şeye kavuşmak için sabırla beklemek vardı.. Belki de bu herşeyi daha bir anlamlı, daha bir güzel kılıyordu o zaman

Benim zamanıma gelindiğinde bu yavaş yavaş değişmeye başlamıştı. İnsanların alım gücü arttıkça yaşam kalitesi değişti. Beklentiler alım gücüyle orantılı olarak değişti. Bir kez satın alınan bir şey belli bir zaman sonra mutlaka yenisiyle yer değiştirmeye başladı.

Bugün gelinen noktaysa doyumsuzluğa kadar varan bir tüketim döngüsü gibi ..Çin'de başlayan ucuz üretimle gelen tüketim bolluğu insanların alışveriş anlayışını da değiştirdi.. Ucuz işçilikle başlayan yeni düzende tüm dünya markalarının  otomobilden, giyime, giyimden oyuncağa, bilgisayarlar ve cep telefonlarına kadar Çin'e kayan global ticaretinin geldiği nokta ucuz işçilikle başlayan yeni tip bir sömürü düzeni gibi..


Ucuza üretilen malların eski kaliteyi tutturamayan yeni teknolojinin bir yandan hayatın her alanına giren bilgisayar ve aplıkasyonlarla hayatımızı yöneten üreticilerin sonsuz bir harcama tutkusuna dönüşen yeni tip dünya düzeniyle büyüyen yeni neslin insan ilişkilerinde de hayata bakışı farklılaşıyor..

Çok küçük yaştan itibaren  alıştırıldıkları düzen, birbiri ardına kendileri için satın alınan yeni yeni şeylerin,  kimin ve neyin yararına olduğunu bile bilmeyen bir anlyista büyütülen çocukların bitmeyen, doyurulamayan nefse dönüşümü ...

Eve gelen her yeni oyun, yeni telefon, yeni bir oyuncakla başlayan bir delilik.. Çocukların gelişimi için önemli gibi görülen bir çok şeyin birden fazla olduğunda artık hiç bir anlamı kalmamaya başlayan daha ve daha çok oyunlarla hayatı bir alışveriş anlayışından ibaret olarak gören çocukların önce anne babalarını sömürmeleriyle başlayan hayatları..

Mutluluğun istediğinin satın alınmasında gören yeni yetme bireyler..istedikleri yapılmadığı an isyan etmeği öğreniyorlar..

İstediklerine kavuştuklarında ise yaşadıkları tatmin çok kısa bir zamanda bitiyor.. O zaman yeniden tatmin olmak için yeni yeni şeyler gerekiyor.. Hep yeni bir hedef belirlemek gerekiyor..

Böylece maddi şeylerin arkasında mutluluğu arayan bir neslin insan ilişkileri de aynı mantalite de şekil bulmaya başlıyor...

Hiç bir şey kalıcı değilmiş gibi..herşey geçici, herşey sadece bugün için..hiç bir şey için fazla beklemeye sabır yok sanki...

Bir süre sonra birbirlerine de aynı şekilde bakmaya başlıyor insanlar.. Bir ilişki yürümediğinde üzerinde uğraşmaya değmeyecek gibi... zamanları yok ki..

Hayat hızla geçerken, her gün ilerleyen teknoloji, sınırları zorlayan modern hayat maddi , manevi insanlara tatminsizliği , doyumsuzluğu öğretiyor. Anne babasını sömürmeye alışmış çocuklar büyüdüklerinde ne kadar sağlıklı ilşkiler kurabiliyorlar?

Neden insanlar artık birbirlerine kolay kolay tahammül göstermiyorlar? neden empati denen olgu gittikçe azalma eğilimde?

İnsanlar  birbirleriyle yarış yapmakla , rekabetle meşguller...

Sevgi ve anlayış gittikçe daha ender görülen değerler oldular.. Mutluluksa hep bir adım ötede..

Belki bir dahaki sefere ulaşacağı hedefte mutluluğu hayal etse de insan karşıda daha iyisi ona her defasında yeterli olmadığını hatırlatacak ve sonunda o yine mutsuz olacak....



Batya R. GALANTI


23 Eylül 2020 Çarşamba

 

                                         

                                        Israelliler bile bile intihar ediyor!


Ukrayna'dan gelen görüntüler akıllara durgunluk veriyor.. Tüm tartışmalara, tüm hayır'lara rağmen sonunda Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek isteyen  bir kısım Hasid Yahudiler Belarus ( Beyaz Rusya ) sınırına yığıldılar.  Tüm engelleme girişimlerine rağmen her sene olduğu gibi Rabbi Nahman'ın mezarını ziyaret etmek için varmak istedikleri yer, Ukrayna'nın merkezindeki Uman şehri!! Sınırdaki soğuğa rağmen alt alta üst üste bekleyişteler... Ukrayna'nın pandemi yüzünden koyduğu tüm yasaklara rağmen Israel'den Fransa'dan, Amerka'dan buralara yığılan binlerden sadece küçük bir kısım Uman'a girebilmiş.. Onlar da buralara önceden gelenlermiş.. Ukyarna'da kapalı bir salon'da toplanan yüzlerce haredi (ortodoks dindar yahudiler ) gördüğümüz çekimlerden birinde  tepiniyorlardı.. Sanki diskotekteydiler.. Erkek erkeğe mutluydular! O çok keyifli görünen grubun içinden kaç tanesi acaba şu an korona taşıyordur?

Eğlenmek güzeldir!! Geri zekalılar gibi davranmaksa acı!!!

6. kattaki evinin balkonundan balıklama kendini boşluğa bırakan adam yarı yolda Tanrım beni koru lütfen diye dua ederse ne olur?

Bu nasıl bir umursamazlıktır?

Geçtiğimiz günlerde Yeruşalayim'de 800 Yeşiva talebesi bile bile birbirlerinden yapışıp kendilerini yeşiva'da karantina'ya sokmuşlar. Böylece öğrenmeye, dua etmeye ara vermek zorunda kalmayacaklarmış.  Bizi rahat bırakın demişler.. Kendilerince akıllı bir eylem gibi görünse de bu davranışı kopyalayacak başka dangalakların toplumu daha ne kadar tehlikeye atacaklarını düşünmek bile insanın cinlerini tepesine getiriyor...

Diğer taraftan Netanyahu  karşıtı bir kaç binlik bir kitle de her gece Netanyahu'nun evinin yakınlarında toplanmaya devam ediyorlar. Çoğu her ne kadar maske takıyor olsa da, bulundukları meydanda geçirdikleri saatlerin devamında sıcaktan ter dökenler maskeleri çenelerinin altına çekerek avaz avaz bağırmaya devam ediyorlar..

Başka bir geri zekalı grup geçtiğimiz cumartesi hükümetin insanlara yalanlar söyleyerek bizleri esir almaya çalıştıklarını iddia ederken "mayolarla" kumsalda " sözde protesto yapıyorlardı..

Dinciler kendilerinden başka herkese yeterinden fazla ödün verildiğini iddia ederek yaşadıkları bölgelere karantina koymak isteyen hükümeti protesto etmek için ayrıca bir yerlerde bağırıp çağırıyorlar..

Solcular, dincilere fazla ödün verildiğini söyleyerek Hükümete isyan ediyorlar..

Hepsi haklı!!! (?? )

Arada Rosh Haşana akşamı Rishon'un ( o akşam sadece!!" bomboş olan sokaklarında yürürken  sinagog'un karşısından geçerken içeriden yeterince kalabalık bir kitlenin dua sesleri  geliyordu.. O an sinagogun içinde kaç kişi olduğunu görmedim, bilmiyorum ama kimseye inancım kalmadı. Evlerinde dua etselerdi ya bir kez. !

Her insan kendi başına da dua edebilir..

Tanrı her yerdedir..en önemlisi de Tanrı her bir insanın kendi yüreğindedir..

Bence bunu anlayamayan insan gerçek inancı olmayandır..

Gerçek inanan kişi öncelikle Tanrının ona verdiği o çok değerli hayatı korumak için elinden geleni yapar.

Bize verilen can çok kutsaldır. Tanrının bizden beklediği birinci şeyse bize verilen can'ın kıymetini bilmektir bence.

Kendmizden başka, çevremize karşı sahip olduğumuz yükümlülükse bunun da üstündedir..

Bir taraftan ekonominin batmasından korkan Hükümetin karantina'yı yarım yamalak uygulaması, diğer taraftan demokrasi adına ayağa kalkan kitleleri susturmamak adına hoş görüyla bakılan gösteriler, diğer tarafta kendilerini çok fazla kısıtlarlamalarına izin vermeyen dincilerin baskısı...

Dün gece yürüyüşten döndüğümde evimin aşağısındaki parkta bir sürü çoluk çocuk, genç birlikte toplanmış zaman geçiriyorlardı.. Gençlerse  bu iş çok uzadı artık diyorlar. Ne olacaksa olacak diyor onlar da..

Arada bu sabah uyandığımda bir gün içindeki pozitif vaka sayısı 6800'lere ulaşmıştı.

Şaşırdık mı?

Hayır!!!!


Batya R. Galanti

19 Eylül 2020 Cumartesi

 



                           Yaptığımız hataların faturası elimize verilmiş gibiyiz

 


Bugünler geçecek mi diyorum kendi kendime?

Biz insanlar nerede yanlış yaptık?

Çocukken  tarihte yaşanmış kimi salgınlar gelirdi aklıma, veba, tifo ve bilimum grip salgınları..

Annem anlatmıştı onun genç kızlığında yaşanmış bir salgını

Sağlıklı ortamlar içinde barınamayan bakterilerden bulaşan kolera ya da tifo türünden hastalıklar bugün ancak Afrika'da , dünyanın kimi kanalizasyon sistemi bulunmayan üçüncü dünya ülkelerinde sorun olmaya devam ederken  ( ki bu da son derece üzücü bir durumdur )  bizler için bu tip epidemiler romanlarda rastladığımız öykülerin içinde işlenen şeylerdi..

Ama salgınlar bakteriler ve mikroplarla sınırlı değil ki.. Ya virüsler.. İnsanlığın tanımadığı türden yeni yeni virüsler..

2015'te Bill Gates, Afrika'dan dünya'ya yayılmadan durdurulabilmiş olan Ebola ve Mers gibi virüslerin tekrarlanabileceğini söylemişti.

Bill Gates dünyanın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı pandemilerle baş edebilecek donanımda olmadığını söylüyordu verdiği  konferansından birinde... ( You Tube'ta bu konuşmasını dinlemek mümkün )

Umurumda mı  dünya felsefesiyle yaşayan , herşeyin kendi tercihinde olduğu gibi de yürüyebileceğine, ona ne kadar ters davransa da kendisine yine dost kalacak bir dünya olduğuna inananarak durmadan yıprattığı doğa'yı kirletirken sorulması gereken soruyu hiç sormamış insanın  hikayesinin sonunun başlangıcımı acaba bugünler?

Bu şekilde rahat yaşadık bugünlere dek. Sadece yaşadığımız anı düşündük, o an için ne iyi ise onu yaptık. Hiç bir eylemimizin yarın neleri getirebileceğini umursamadık.

Böylece sabah yatağımızdan kalktığımızda rahat bir nefesle aynı yolda  bildiğimiz gibi gitmeye devam  ettik.. Kendimizi hiç sıkmadan , üzmeden..

Nesilleri tükenen  canlılar, bitkiler, hayvanlar ve kimi böcek türlerinin yok olmalarıyla birlikte  bu doğanın dengesini sağlayan halkaların gittikçe eksilmesiyle oluşan dengesizliğin sonuçları üzerinde düşünen küçük bir kitle, kimi araştırmacılar, öncü gruplar, Green Peace ve benzeri bazı örgütler, akademisyen ve ileriyi gören kimi politikacı ve yazarlar.. Bunlar kocaman dünya nüfusunun içinde küçük bir kitle..

Büyük çoğunluk ise bugüne dek bildikleri gibi yaşamaya devam ediyor..

Havayı, denizi, toprağı aynı şekilde kirletiyorlar..Hiç durmadan..

İlk kez Çin'de çıkan Corona televizyonlara yansıdığında bir mucize olur da virüs'ü Çin sınırlarında silahla (!) durdurmayı başarırlar gibilerinden hayallere bile kapılmışlardı belki....

İlk kez yaptığımız hataların hesabının faturası elimize verilmiş gibiyiz bugün

Ne yapacağımızı bilmiyoruz.

Bakakaldık!!

Son senelerde dünyanın ileri gelen ülkelerinde global ısınmaya karşı tedbirler çoğalırken , bu tedbirlerin ne derece etkili ve detaylı olduğunu bilmiyorum.

Dünyanın üç beş ülkesinde gerçek anlamda çalışmalar olsa da , global ısınmaya karşı etkili çözümler üretilse de geri kalan milyarların neden olduğu zararlar ne zaman duracak?

Artan hava kirliliğiyle atmosfer'de yükselen sera gazlarının neden olduğu ısınma yüzünden  değişen iklimin sonuçları olan buzulların erimesi, fırtınalar, yağmurlar , seller ve kuraklıkla birlikte doğa tamamen dengesini yitiriyor. Bu ısınmanın istenmeyen etkilerinden biri de ortaya çıkan virüsler..

Bugün Covid-19 yarın bir başkası..

Gelecekte insanları neler bekliyor?..

Şimdilik biz Israel'de yeniden karantina'ya girdik..

Tuhaf bir karantina bu.. Tel Aviv'de sahiller jogging yapanlarla taşıyordu bugün..

Kimileri Bibi'ye karşı gösteri yapmak için sokaklarda ..

Benim yaşadığım şehir ise aylardan sonra yeniden terkedilmiş bir havadaydı..

Böylece geçirdiğimiz bir Roş Haşana gecesinde yeniden üç hafta , belki de daha uzun bir süre  karantinaya girdi Israel halkı..

Şimdilik ufukta aşı da görülmezken insanların ellerinden dua etmekten başka bir şey gelmez oldu sanki...



Batya R. GALANTI

17 Eylül 2020 Perşembe

 

                             

                                                           Barışa Filistin tepkisi


Geçtiğimiz Salı günü ,  Arap Emirlikleri , Bahreyn ve Israel'in imza koydukları barış antlaşması töreni televizyonlardan canlı yayınlandığı sırada Israel'in güneyinde sirenler çalmaya başladı.. Aşdod ve Aşkalon şehirlerin'de de duyulan sirenler, o an Gazze'den Israel'deki sivilleri hedef alan roketler  Filistinlilerin Israelle yapılan barış'la ilgili duygularının en açık ifadesiyidi..

Televizyonlarda yüzleri mutlulukla parlayan dört lidere gözlerim iliştiğinde ise şu anki şartlarda bu barışa bu dört ülkenin ne kadar olumlu ve sıcak baktıklarını en net şekilde ifade bulduğunu gördüm..

1948'de Israel'in kuruluş ilanının ertesi günü Filistinlilerin Yahudi devletine karşı zaman kaybetmeksizin  başlattıkları saldırılara o zaman bilffil destek verdiği bilinen Suudi Arabistan'ın bugün imzalanan barışın altında şimdilik imzası olmasa da  tam destekçisi ve aktif parçası , hatta öncüsü olduğu biliniyor.

Bu barışın geleceğine yıllar evvel inanmak zordu belki. Ancak geçen zamanla değişen koşullar ülkeleri yaklaştırabiliyor. Eski düşmanları yakın startejik dostlar olmaya bile itebiliyor...

2015'te Barak  Hüseyin  Obama'nın İranla imzaladığı Nükleer Antlaşma'ya inananlar Amerika'da Demokratlar ve İran parasını özleyen Avrupaydı.. Bölge ülkeleriyse bu antlaşmanın kesinlikle hiç bir şeyi güvence altına almadığını biliyordu..

Hüseyin Obama görevde olduğu sürece İslamcılara verdiği destekle Israel düşmanlığını göstermeğe devamn etti. Obama'nın görev süresi boyunca Israel hiç olmadığı kadar yanlız bırakıldı .

Amerika'nın  İran'a verdiği ödünler ve hiç bir gerçekliği olmayan bir antlaşmayla Israel ve bölge'de Şii İran'ın tehdit ettiği sünni ülkeler kendilerini hiç bir zaman oilmadığı kadar tehlikede hissettiler. Ve bu durum, Arap ülkelerini kendileriyle aynı düşmana karşı mücadele veren Israel'le yakınlaşmsaya itti. 2015'ten itibaren Israel'le Körfez ülkeleri arasında devam eden bu gizli yakınlaşma , karşılıklı bir anlayışa ve stratejik destek arayışına dönüştü..

Obama'nın gidişi ve Trump'ın gelişi Amerikan politikasının yönünü tamamen değiştirdi...

Hamas ve Abu Mazen şu an tarihte görülmediği kadar yanlızlaştılar..

Kendilerini adil olmayan bir barışın karşısında bulduklarını ve kardeşleri tarafından ihanete uğradıklarını iddia ediyorlar..

Oslo Antlaşmasına göre Körfez ülkeleri Israel ve Filistinlilerle adil bir barış olmadığı sürece normalleşmeyi reddetmişlerdi..

Geçen zamansa Arapların bu konuda sabrını taşırmışa benziyor. Defalarca  Israel'in kendilerine yaptıkları önerileri ellerinin tersiyle geri çevirmeyi tercih eden Filistinliler hakkındaki gerçekleri Avrupa'dan daha iyi bilenler Araplardır.

Zaman değişti, koşullar değişti ve kaybedilecek çok şey var. Sanırım bunu tek göremeyen Filistinliler. 

Filistinli Yöneticiler bugüne dek  halklarını zavallı konumunda tutup, onların sırtlarında kurdukları sömürü rejimiyle istedikleri gibi saltanat sürmeyi, gücü ellerinde tutmayı tercih ettiler. Ve bu oyuna bugün de devam etmek istiyorlar.

Acındırma politikalarıyla aldıkları yardımlarla bu sistemi devam ettirdiler. Savaş, kan, mülteci kamplarında devam eden sefil hayat onların ilacı oldu.

Filistinliler geçen zamanın farkında olmadılar hiç.  Artık kaybettikleri destekle nasil idare edecekler? . Bugün ellerinde kalan İran, Katar, Türkiye ve Müslüman kardeşler grubuyla Amerika'ya ve Körfez ülkelerine karşı cephe alıyorlar.

Halbuki Israel Körfez ülkeleriyle barış masasına oturmak için Yehuda ve Somran'daki ilhak kararını durdurdu.  Son aylarda Batı Şeria'da yeni yerleşim yerleri kurmak için olan tüm faaliyetler donduruldu.

Bunun Filistinliler açısından büyük bir anlamdı olmalıydı bence. Gerçekten istedikleri barışsa eğer!!?

Israel defalarca Araplardan ve Israel'den gelecek destekle Gazze'nin Ortadoğunun Hong Kong'u olabileceğini tekrarladı.

Körfezden gelen yardımları ellerinin tersiyle geri çevirmeyi tercih eden Abu Mazen hala neyine güveniyor.?

Barış antlaşmasının imzalandığı akşam Israel'i tanıyan arap kardeşlerine meydan okuyan Filistinliler sorunlarının Israel'in " varlığıyla"  olduğunu bir kez daha ispatlıyorlar.

Israelli sivilleri hedef alarak tepkisini gösteren, düne kadar yardımlarını bekledikleri Arap kardeşlerinin bayraklarını yakıp üzerlerinde tepinenler  adil barıştan bahsediyorlar.



Batya R. GALANTI

13 Eylül 2020 Pazar

 

                                  

                                                



                                            Böylesi karmaşık günlerde gelen barış



Yeniden ve yeniden yaşadığımız, bitmeyen inişli çıkışlı günler.. Bizi tekrardan bekleyen karantina'nın sadece düşüncesinin bile insanları çileden çıkardığı bambaşka bir sonbaharla,  bitmeyen  upuzun bir hikayeye dönen pandeminin karıştırdığı akıllarla, bunaltıcı sıcaklarla, sosyal, ekonomik, toplumsal ve kişisel problemlerin birbirine geçtiği tuhaf bir yazı arkada bırakıyoruz yavaş yavaş.. Ne yazdan ne de yaz tatilinden bir şey anlayamadan zaman geçip gitti bir çokları için.. Kimilerine göre dünya sonu gibi olsa da bu güncel durum kafamızı toparlayıp hayatın sadece alıştıklarımızdan , bildiklerimizden ibaret olmadığını, dünyanın, hayatın  çok farklı yüzleri olduğunu ve şımarık birer çocuk gibi davranacağımıza kendimizi şu anki duruma kısmen de olsa adapte etmenin en doğrusu olduğunu hatırlamamız belki de  elimizde tek kalan seçenek....

Bunların neden başımıza geldiğini düşünüp aklımıza kaçırmamız da mümkün belki. Israel'de gittikçe artan  toplumsal hareketlilik, huzursuzluk her gün daha fazla batağa batıyormuşuz gibi bir his yaşatıyor  şu son zamanlarda. Bir tarafta koalisyonda yer alan partiler arasındaki güç kavgası, kişisel hesaplaşmalar yüzünden alınması gereken  her kararda ha dağıldı ha dağılacak durumdaki bir hükümet ortamında yürümeye çalışan devlet politikası..gün gün demokratik hakların ilk koşullarından biri olan gösteri özgürülüğü adına Bibi'yi görevini bırakmaya çağıran kimi kitlelerin Tel Aviv'de, Yeruşalayim'de pandeminin tüm hızla yayılmasına rağmen hınca hınç kalabalıklar içinde birbirilerinin nefeslerinin gölgesinde etrafa yaydıkları virüsü birinden diğerine hızla solumaya devam ederlerken, diğer tarafta her gün artan ağır hasta sayısıyla nasıl mücadele edeceğini belki de bilemeyecekleri günlere doğru hızla ilerlediklerini beyan eden kimi profesörlerin medya'ya yansıyan röportajları..İflas etme noktasına gelen bir çok ekonomik sektör.. Ve işsiz gençlerin sürüklendiği boşluk..

Ve tüm bunlar yetmemiş gibi orada burada karşıma çıkan teorisyenler .. Kendilerine uygun buldukları ortamlarda inandıkları masalları diğerlerine yayanlar .. Yarım akılları da karıştıran uçuk iddialarla , mantık çerçevesinden çıkmış hikayelerle belki de yavaş yavaş  delireceklerinden korktuğum kişiler de aramızda dolaşıyorlar... Her büyük krizde olduğu gibi, koronaya da kendilerince anlamlar bulan marjinal tipler, Israel'de ve Avrupa'da pandemiye karşı insanları hükümetlere karşı ayaklanmaya çağırıyorlar.. Bazen de başarıyorlar..Herşey tamamdi bir tek bunlar eksikti...

Günde yaklaşık 4000 pozitif vakayla rekora gidilen Israel'de salgına bir şekilde dur demenin vakti geldi deniyor. İşler tam manasıyla çığrından çıkıp  ilk zamanlar İtalya'nın yaşadığı durumlara  düşmemek için yeniden karantinaya girilecek  bir  bayramı daha karşılayacağız bu önümüzdeki cuma akşamı;  Yahudi Yeni Yılını. ..

Tüm bu  karamsarlığa rağmen, işsizliğin zirveye çıktığı, ekonomik dengelerin iyice alt üst olduğu bu günlerde  Israel ekonomisinin devlet olarak  aslında en baştan bu krize  gayet iyi bir durumda iken ve yeterli bir bütçeyle girmiş olduğu söyleniyor. Devlet kasastndaki 128 milyar dolarlık para kaynağından  ayrılan yardımların  kimi bürokratik engeller yüzünden  kanalize edilememiş olduğu iddiaları  çok şaşırtıcıdır. Hükümetin söz verdiği miktarlardaki paranın devletin yüksek mercilerindeki kimi memurlar tarafından bürokratik engellere takılmış olması anlaşılır gibi değildir.

Bibi geçtiğimiz günlerde tekrarlayacak yeni yardımları  hükümet onayından geçirdiyse de geçmişte ona oyunu vermiş belli bir kitle dahil olmak üzere Israel solu  artık Netanyahu'yu kesinlikle koltukta görmek istemiyorlar.

Yakın bir zamanda Hükümet dağılmazsa önümüzdeki Mart'ta Israel'de yeniden seçimlere gidilecek..

Sanırım tüm bu üzücü durumlar  insanları yeterince sıkıntıya sokarken şu an Israel açısından tek ama çok büyük ve son derece olumlu gelişme iki gün sonra  Arap Emirlikleri ile Israel'in Washington'da imzalayacakları tarihi barış antlaşmasıdır..


70 yıllık Arap-Israel düşmanlığının sona erdiği bugünler adeta inanılması zor bir rüya gibidir.. Bölge için çok büyük bir devrim olacağına inandığım bu son gelişmeler, geçen zamanın, değişen dengelerin ve sonunda mantığın, aklın tüm düşmanlıkları yenerek  herşeyin önüne geçebileceğini ispatlıyor..

Petrolün eski anlamını yavaş yavaş yitirmeye başladığı teknoloji devrinde Araplar geleceği görmeğe başladıklarını gösteriyorlar. Onlar da artık eski yoldan kopup  kendileri için daha güvenli, daha iyi bir gelecek için Israel'i yanlarına almanın doğrusu olduğunu anlamış görünüyorlar..

Dilerim bu çok çetrefilli günlerden geçerken bir diğer taraftan yaşadığımız kısmi  ( Şimdilik Filistinlilerin iştirak etmediği ) barış ortamı hepimize ( Filistinliler dahil )   çok daha iyi bir geleceğin yollarını açar !.




Batya R. Galanti




11 Eylül 2020 Cuma





Doğum günümde bir tek dileğim var



Doğum günüme çok az bir zaman kaldı.  Her defasında bu sene de keşke çok çabuk geçip gitmese ve ben artık büyümesem diyorum ama her geçen yıl zaman daha da çabuk geçiyor...

2 Ekim 1968'den bugüne tam 52 yıl geçmiş..Ne de çabuk büyüdüm (!)  diyorum bir an ..

Genç kızken aynadaki gergin ve pürüzsüz yüzüme baktığımı anımsıyorum ve  geçeceğini bildiğim  zamanı hayal ettiğimi,  olgunluk yaşlarımı ve arkasından gelecek olan yaşlılığı.... O zamanlar o kadar uzakmış gibi geliyordu ki o günler..



Daha 18'indeyseniz ya da yirmilerinde yaşlılığı kendinize çok uzak bir mevhum olarak görmeniz söz konusudur büyük ihtimalle. Hatta kendinizin hiç yaşlanmayacağınıza inanmanız olasıdır. Bu tuhaf bir insanı savunma mekanizması gibi bir şey sanırım. Hayat ilk gençlik yıllarında çok uzun bir yolculuk gibi bir his uyandırıyor kişide. Gençler hep genç kalacaklarmışta yaşlılar da sanki en başından yaşlı olarak doğmuşlar gibi aptalca bir olgu vardır çoğu kez gençlerin beyinlerinde.. Gençler yaşlılara bakıp zaman zaman dalga geçtiklerinde hiç bilmezler hayat denen sürecin adeta kısa metrajlı bir filme benzediğini. Ve en yaygın ayırımcılıklardan bir tanesi de bu yüzden gençler tarafından yaşlılara yapılır,
Aynadaki yüzümde gördüğüm o canlı ifadenin yavaş yavaş söneceğini düşünürken gelecekteki görünümümü kesin tahmin etmem kolay değildi o zamanlar..

Gerçi bugün için hala daha kendimi yeterince genç hissetsem de doğum günleri beni pek öyle sevindirmiyor. Aslında doğum günlerimi küçüklükten beri öyle çok sevinçle karşıladığımı anımsamıyorum. Bizimkilerin bu güne öyle çok ehemmiyet vermemeleriyle ilgiliydi bu durum sanırım.

Çocukluğumda, şerefime gerçek amlamda bir doğum günü partisi tek bir kez yapılmıştı ..O da beşinci sınıfı bitirdiğim seneydi

Hayatımda ilk defa bir sürü çocuk evimizi doldurmuştu.. Sanırım doğum günüme sınıfımdaki tüm çocukları davet etmişlerdi.. Pastalar , hediyeler süprizler.. Belkide hayatımda ilk kez kendimi bu kadar özel hissetmiştim.  Halbuki ilkokul hayatım baya yanlız geçmişti diye hatırlıyorum.

Öğretmenimiz gestapo gibi bir kadındı, o kadar ciddi, o kadar otoriter, o kadar şeytanca bir tipti ki bana  okulu bir tehtid olarak algılamam için yeterinden fazla tesir etmişti o kadın... Ve ben gittikçe içime kapanmış  kendimi  herkesten çektikçe çekmiştim.. Ya da böylesi bir durumla nasıl mücadele edeceğimi bilmediğim için gittikçe pasifize oluyor ve çekingenleşiyordum.. Böyle olunca da tenefüste yapayanlız dolaşırken seksek, ya da lastik oyunları oynayan kızların yanına gidip oyunlarına iştirak etmek istediğimi sözlemekten bile acizdim.. O zaman tek arkadaşım Eti'ydi..

Ve bu yüzden o okulu bitirmeme kısa bir zaman kala böylesi bir doğum günü partisi bana bir anda hiç olmadığım kadar popülerlik hissi vermişti birden bire. Adeta o gün başka birisi olup çıkıvermiştim.

Daha ileriki senelerdeyse okul hayatımda geçirdiğim tüm zorluklara rağmen her zaman çok arkadaşım olmuştu.. Espriyi, güldürmeyi seven bir tiptim.. arkadaşlarım beni çok seviyordu , tabii ki ben de onları..belki de okulu bırakmamış olmamın en önemli sebeplerinden biri de buydu..

Sadece lise son sınıfta  tekrardan kısmen içime kapanmıştım. Ama bu sefer bu benim kendi seçimimdi. Böylesini tercih etmiştim. Hatta yeni katıldığım sınıf olan 10. sınıfta yakınlaştığım bir çok kızdan bile uzaklaşmıştım o yıl. Böyle daha rahattım çünkü kendimce benim için önemli yer tutan bambaşka şeyler vardı...

Ve hayat geçti, ve ben büyüdüm..doğum günleri benim için hep saçmalık olarak kaldı kafamda. Bir kez öyle yer etmiş sanki..

Gündelik hayatınızda sevildiğinizi hissetmek sadece doğum günlerinde hatırlaktan daha değerli.
Sevgi, hediyelerin çok ötesinde bir duygu. Hatırlanmak her zaman güzelşe de  sevgi sızın için ayrılan zamanda, size gösterilen anlayışta ve sevdikleriniz sizin için yaptığı kimi küçücük ama anlamlı davranışlardadır.. Sevgi en çok ,büyük şeylerde değil küçücük anlarda  hissedilir ..

Doğum günleri belki küçük çocuklar için büyük mutluluklar demeksede bir zaman sonra sadece geçen yaşamın sizden neleri götürdüğünü anımsatıyorlar..

Bu yıl  koca bir doğum günü pastasının üzerinde dizili mumları söndürürsem eğer Tanrı'dan tek  dileğm olur herhalde o da. " içten bir gülüş" !!!





Batya R. Galanti