Asimilasyona direnmek
Daha yedi sekiz yaşlarımda iken her hafta Büyükada'daki Kal'da toplandığımızı anımsarım. O zaman ailemiz bizi haftada bir Sinagog'a gönderirdi. Sinagog'da kısmen dini daha çoksa sosyal bir faaliyet olan haftalık toplantılara cemaatimizin neredeyse tüm çocuklarının katıldığını tahmin ediyorum. More Ha-dereh denen incecik bir kitabımız vardı. Kuzenlerimle beraber, deniz dönüşü yaptığımız banyodan sonra , en güzel şekilde giyinip açık yeşil renkli kitabı da elimize alarak, adadaki yan yana olan iki sinagogtan büyük olanının yolunu tutardık. Kıyı'daki kumsal sokağının bir kaç arka paralelindeydi Kal.. Çoğu iki katlı, balkonları çiçeklerle süslü evlerin bulunduğu , ağaçlıklı, dar bir sokaktı burası. Sinagog'un kendisi de çok güzeldi. O zamanlar öyle korumalar, güvenlik kameraları mevcut değildi girişte. Rahatça girer çıkardık. Korkacak bir şeyimiz olduğunu zannetmiyorduk o günlerde. Beyaz boyalı küçük bir bahçe kapısının ve yeşil sarmaşıklarla kaplı duvarların arkasındaydı sinagog.. Girer girmez insanı karşılayan sıcak olumlu bir atmosfer vardı burada...Ve çok renkliydi sanki.. O bembeyaz mermerlerle kaplı bahçede dolaşan rengarenk giyinmiş çocukların varlığıydı bu canlılık belkide . Ayrıca avlu kimi ağaçlar ve çiçeklerle bezeliydi . . Büyükadaki bu Kal İstanbul'dakilerin içinde en güzellerindendi bence..
Kal'ın Keila sözcüğünden bozularak türetilmiş bir kelime olduğunu tahmin ediyorum...Ladino'da sinagog anlamında kullandığımız bir kelimeydi Kal. ..Keila ise yine İbranice'de topluluk, cemaat anlamındadır. Yine Keila'dan çıkan bir kelime olan Ka'al de topluluk demektir. Ka'al, herhalde bizde Kal olmuş. Herhangi bir amaç için bir araya gelen her tür topluluğa keila ya da ka'al denebilirken, Keila dini bir topluluk anlamında da özellikle kullanılır.
Yahudiler'de sinagog insanların toplandığı yerdir . Sadece dua için değil, biraraya gelmek için de vardır sinagog. Bir ev gibidir.
Büyükada Sinagogu
Türkçe'de çok patırdı olduğunda; " Burayı Havra'ya çevirdiniz!" derlerdi. Yahudiler sinagog'da dua ederler, ve bazen de sinagog'ta, yeşiva'da c( Yahudi din okulunda ) Tora üzerine tartışılır. Ve kimi zaman her kafadan bir ses çıkabilir gerçekten..bu da Yahudi patırdısı deyiminin çıkma sebebi olabilir. Yahudilikle Müslümanlık arasındaki kesin fark belki de burada yatar. Müslümanlık kesin dogmalara inanır. Cemaat İmam'ı dinler ve tartışmaz. İmam, Kur'an 'da yazılanları kesin hükümler halinde inananlara iletir. Yahudilik'te Tora üzerinde tartışılır. Her kelimenin ardındaki manalar üzerinde saatlerce konuşulabilir. Hatta bu tartışmalar çok ateşli de olabilir . Bu yüzden , Sinagog'ta duanın dışında bir toplumsal faaliyette söz konusu olur.
Benim çocukluğumda sinagog'a gitmemizin birinci sebebi , ilk etapta küçük yaştan itibaren cemaat içinde yerimizi bulmamızı sağlamaktı. Büyük toplumun içinde yaşayan, ayrı bir kültür, ayrı bir topluluktuk biz..
Salı günleri Kal'da bize genç kızlar, genç erkekler önce İbranice harfleri sonra noktalı olarak İbranice okumayı öğretirlerdi. Bir saat süren kısa eğitimin ardından bu kez İbranice çocuk şarkıları öğrenirdik, Ve kimi Yahudi, Israel folk dansları yapılırdı. Şarkılar ve şekerlemeler, oyunlar ve eğlence vardı biz küçük çocuklar için. Her hafta biraraya geldiğimiz bu faaliyetler bizi bir taraftan mutlu ederken esas amaç daha çocuk yaştan itibaren bizleri birarada tutmaktı.
Ayrıca Büyükada benim çocukluğumda sanki Yahudi cemaatine ait bir yer gibiydi neredeyse. Sokakta, iskelede, deniz'de gördüğüm insanların çoğu bizim cemaattendi. Nasıl ki Kınalıada Ermeniler'in toplandığı bir ada idiyse..
İstanbul'un içinde bulunan böylesi cennetten bir köşeyi Ortaokul'dan bir Müslüman arkadaşımın beni ziyareti esnasında ilk kez gördüğünü itiraf ettiğinde son derece şaşırmıştım. 1980'lerde Türkiye'de yaklaşık olarak 20.000 Yahudi yaşadığı söylenirdi. Ve ben çocukken Yahudilerin en büyük endişesi cemaatin asimile olmasını engellemekti. Ve bu yüzden bizi biraraya getirmek için her zaman büyük bir çaba vardı. Her yaş grubu için ayrıca düzenlenen faaliyetlerdi bunlar.
Örneğin Şişli'de cemaate ait iki tane lokalimiz vardı. ( Şimdi sanırım bu lokaller mevcut değiller artık )
Giriş katından aşağı inilen, kocaman sahnesi olan, amfi oturma yerleri, hoparlörler, masalar , ışıklandırmasıyla herşey mevcuttu bu lokallerde. Yeri geldiğinde tiyatrolar sergilenir, yeri geldiğinde konferanslar olurdu.. Tüm kültürel aktiviteler için müsaitti.. Cumartesi günleri öğleden sonra 11 yaş üzeri çocuklara Disco düzenlenirdi. Daha geç saatlerde 20 yaş grubu için yine müzik ve içkili partiler olurdu.. Daha on bir yaşımda kızlı erkekli bir arkadaş grubuyla görüştüğümü anımsarken aynı yaşlardaki okul arkadaşlarımın anne babalarıyla zaman geçirdiklerini biliyordum. Bizde sanırım bu şekilde flört yaşı bile çok gençlikten başlıyordu. Bir çok arkadaşım 15 yaşına geldiklerinde erkek arkadaşları vardı.
Israel'e gelmeden bir iki yıl evvel ünlü Türk Komedyen Metin Akpınar'ı bir konuşma için cemaatimizde ağırlamışlardı.. Metin Akpınar'ı severdim . Gerçekten işinin ehli bir komedyendi..
O gün epey kişi gelmişti o söyleşiye.. Hiç unutmuyorum., adam konuştu ve konuştu ve sonunda lafı Yahudiler'in hep aralarında evlenmeleri konusuna getirdi.. O bilindik tavrıyla eliyle bizi işaret ederek; " Yahu şu halinize bakın yüzünüz benziniz solmuş aranızda evlene evlene ! Bırakın artık bu geleneği !! diyerek gülmüştü. Çoğunluktan biri size baktığında işte Metin Akpınar'ın düşündüğü şeyi görür ve bunları söyleyebilir. Sizin kendinizi onlardan ayırmanızı öncelikle yadırgar. Küçük bir toplumun kendini böylesi bir korumaya alma ihtiyacıda bir çeşit fanatizm gibi algılanabilir. Çoğunluk size bakıp, " Bizden biri olun artık der !" . Ne gerek var farklı olmaya..karışın artık aramıza , büyük topluma..
Çünkü insanlar aralarında farklı görmek istemezler. Farklı kalmayın kimseden!! Garipserler böyle. Metin Akpınar öyle konuşunca etrafıma bir göz attım gerçekten soluk mu görünüyoruz gibilerinden ? Yok hayır soluk değildik. Onu aramıza çağırmıştık..o karşısında, büyük toplumun içinde hala daha kendine ayrı bir yer arayan bir cemaat görmüştü. Neden böyle olsun diye düşünüyordu! Büyük toplum içinden bakılınca bu böyleydi belki.
Halbuki Türkiye'de Shabtay Tzvi ( Türkçe'de Sabetay Sevi olarak söylenir ) zamanında Müslümanlığa geçmek zorunda kalan Yahudiler olmuştu. Aradan geçen bunca zamana rağmen Türkler onları hala daha sindirememişlerdi. Ülkede kendilerine karşı gördükleri tüm akımlardan, her tür olaydan bu grubu mesul tutmaya bugüne kadar devam eden Türkler vardır. Yani demek istiyorum ki, onların arasına karışsanızda sonunda yine de onlardan olamazsınız çoğunlukla. Büyük toplumdan biri olmak öyle kolay değildir aslında. Bugüne dek Türk Basın'ından iz bırakmış bir çok Sabetayistleri suçlarlar. Her toplumsal çalkantının arkasında onları hedef alırlar .
Sonuçta Türklerden biri olsaydık ya da olmasaydık karşıtlık bitmezdi .Yahudilerse kendi içlerindeki bu yaşamı sürdürmek direncini gösterdiler.. Daha çok kısa bir zaman öncesine kadar asimile olmamak için direndiler. Bu da yine insani başka bir iç güdüdür. İnsanın temel iç güdüsü neslinin tükenmemesi için direnmektir. Sadece hayatta kalmak değildir bu. Sahip olduğunuz geçmişinizi , kültürünüzü, değerlerinizi, dilinizi, alışkanlıklarınızı kaybetmemek istersiniz. Asimile olmamak için gösterdiğiniz çabanın altında da sadece bu insanı içgüdü yatar. Yok olmamak iç güdüsüyle birdir bu.
Tanrı insanları böyle yaratmış. Nasıl ki kendi ülkelerine gelen yabancılara karşı en ilkel duygularla nefret besleyen insanlar vardır. Çünkü sahip oldukları, bildikleri, kendileri olan şeyleri kaybetmekten korkar insanlar. Başkalarının gelipte bunu bozmasından korkar , direnirler.. Aynı simayı ararlar, aynı dili duymak, aynı gelenekleri yaşatmak isterler. Çocukken size öğretilen şeyler sizi siz yapan değerlerdir. İşte bu değerlere yapışırsınız.. Kaybetmekten korkarsınız. İşte belki bu da biz insanların bir otistik özelliğimizdir. Farklı olana karşı gösterdiğimiz, bizde kaygı yaratan bu tepki..
Türkiye'de , Metin Akpınar'ın özlem duyduğu karışım oldu. Kalan Yahudiler artık asimile oldular.
isteyerek, ya da istemeyerek. Öncelikle, iki insan birbirini sevdiğinde, birlikte mutlu olduklarında sadece din yüzünden biraraya gelememelerini düşünmek çok üzücü gerçekten. Böyle olmamalı diyor kişi. İki insan farklı dinden, farklı kültürden de olsa birlikte olabilmeliler. Ve bugün Türkiye'de Yahudi kimliği taşıyanların sayısının son derece azalması yüzünden modern Türk insanının bizlerden beklediği o asimilasyon gerçekleşti artık.. Geçen zamanla kaybedilenlerle , Yahudilerin artık tek başlarına varolmaya devam etmeleri mümkün değil. Sayıları gittikçe azaldıkça gençler dışa açılmak zorunda kaldılar.. Ekonomik şartlar gereği gittikçe daha az çocuk yapmayı tercih eden cemaatimizde yine ekonomik ve toplumsal sebeplerden dolayı ülkeyi bırakanların ardından geriye çok az insan kaldı.
Kimileri hala daha bir şeyleri devam ettirmek için direnç gösterse de oralarda bir yerlerde çoğumuz için yaşanılan bir kültür bugün hatıralarda kaldı. Geriye dönüp baktığımızda yüzümüzde belki buruk bir gülümseme varla yok arası gibi....
Batya R. Galanti
Daha yedi sekiz yaşlarımda iken her hafta Büyükada'daki Kal'da toplandığımızı anımsarım. O zaman ailemiz bizi haftada bir Sinagog'a gönderirdi. Sinagog'da kısmen dini daha çoksa sosyal bir faaliyet olan haftalık toplantılara cemaatimizin neredeyse tüm çocuklarının katıldığını tahmin ediyorum. More Ha-dereh denen incecik bir kitabımız vardı. Kuzenlerimle beraber, deniz dönüşü yaptığımız banyodan sonra , en güzel şekilde giyinip açık yeşil renkli kitabı da elimize alarak, adadaki yan yana olan iki sinagogtan büyük olanının yolunu tutardık. Kıyı'daki kumsal sokağının bir kaç arka paralelindeydi Kal.. Çoğu iki katlı, balkonları çiçeklerle süslü evlerin bulunduğu , ağaçlıklı, dar bir sokaktı burası. Sinagog'un kendisi de çok güzeldi. O zamanlar öyle korumalar, güvenlik kameraları mevcut değildi girişte. Rahatça girer çıkardık. Korkacak bir şeyimiz olduğunu zannetmiyorduk o günlerde. Beyaz boyalı küçük bir bahçe kapısının ve yeşil sarmaşıklarla kaplı duvarların arkasındaydı sinagog.. Girer girmez insanı karşılayan sıcak olumlu bir atmosfer vardı burada...Ve çok renkliydi sanki.. O bembeyaz mermerlerle kaplı bahçede dolaşan rengarenk giyinmiş çocukların varlığıydı bu canlılık belkide . Ayrıca avlu kimi ağaçlar ve çiçeklerle bezeliydi . . Büyükadaki bu Kal İstanbul'dakilerin içinde en güzellerindendi bence..
Kal'ın Keila sözcüğünden bozularak türetilmiş bir kelime olduğunu tahmin ediyorum...Ladino'da sinagog anlamında kullandığımız bir kelimeydi Kal. ..Keila ise yine İbranice'de topluluk, cemaat anlamındadır. Yine Keila'dan çıkan bir kelime olan Ka'al de topluluk demektir. Ka'al, herhalde bizde Kal olmuş. Herhangi bir amaç için bir araya gelen her tür topluluğa keila ya da ka'al denebilirken, Keila dini bir topluluk anlamında da özellikle kullanılır.
Yahudiler'de sinagog insanların toplandığı yerdir . Sadece dua için değil, biraraya gelmek için de vardır sinagog. Bir ev gibidir.
Türkçe'de çok patırdı olduğunda; " Burayı Havra'ya çevirdiniz!" derlerdi. Yahudiler sinagog'da dua ederler, ve bazen de sinagog'ta, yeşiva'da c( Yahudi din okulunda ) Tora üzerine tartışılır. Ve kimi zaman her kafadan bir ses çıkabilir gerçekten..bu da Yahudi patırdısı deyiminin çıkma sebebi olabilir. Yahudilikle Müslümanlık arasındaki kesin fark belki de burada yatar. Müslümanlık kesin dogmalara inanır. Cemaat İmam'ı dinler ve tartışmaz. İmam, Kur'an 'da yazılanları kesin hükümler halinde inananlara iletir. Yahudilik'te Tora üzerinde tartışılır. Her kelimenin ardındaki manalar üzerinde saatlerce konuşulabilir. Hatta bu tartışmalar çok ateşli de olabilir . Bu yüzden , Sinagog'ta duanın dışında bir toplumsal faaliyette söz konusu olur.
Benim çocukluğumda sinagog'a gitmemizin birinci sebebi , ilk etapta küçük yaştan itibaren cemaat içinde yerimizi bulmamızı sağlamaktı. Büyük toplumun içinde yaşayan, ayrı bir kültür, ayrı bir topluluktuk biz..
Salı günleri Kal'da bize genç kızlar, genç erkekler önce İbranice harfleri sonra noktalı olarak İbranice okumayı öğretirlerdi. Bir saat süren kısa eğitimin ardından bu kez İbranice çocuk şarkıları öğrenirdik, Ve kimi Yahudi, Israel folk dansları yapılırdı. Şarkılar ve şekerlemeler, oyunlar ve eğlence vardı biz küçük çocuklar için. Her hafta biraraya geldiğimiz bu faaliyetler bizi bir taraftan mutlu ederken esas amaç daha çocuk yaştan itibaren bizleri birarada tutmaktı.
Ayrıca Büyükada benim çocukluğumda sanki Yahudi cemaatine ait bir yer gibiydi neredeyse. Sokakta, iskelede, deniz'de gördüğüm insanların çoğu bizim cemaattendi. Nasıl ki Kınalıada Ermeniler'in toplandığı bir ada idiyse..
İstanbul'un içinde bulunan böylesi cennetten bir köşeyi Ortaokul'dan bir Müslüman arkadaşımın beni ziyareti esnasında ilk kez gördüğünü itiraf ettiğinde son derece şaşırmıştım. 1980'lerde Türkiye'de yaklaşık olarak 20.000 Yahudi yaşadığı söylenirdi. Ve ben çocukken Yahudilerin en büyük endişesi cemaatin asimile olmasını engellemekti. Ve bu yüzden bizi biraraya getirmek için her zaman büyük bir çaba vardı. Her yaş grubu için ayrıca düzenlenen faaliyetlerdi bunlar.
Örneğin Şişli'de cemaate ait iki tane lokalimiz vardı. ( Şimdi sanırım bu lokaller mevcut değiller artık )
Giriş katından aşağı inilen, kocaman sahnesi olan, amfi oturma yerleri, hoparlörler, masalar , ışıklandırmasıyla herşey mevcuttu bu lokallerde. Yeri geldiğinde tiyatrolar sergilenir, yeri geldiğinde konferanslar olurdu.. Tüm kültürel aktiviteler için müsaitti.. Cumartesi günleri öğleden sonra 11 yaş üzeri çocuklara Disco düzenlenirdi. Daha geç saatlerde 20 yaş grubu için yine müzik ve içkili partiler olurdu.. Daha on bir yaşımda kızlı erkekli bir arkadaş grubuyla görüştüğümü anımsarken aynı yaşlardaki okul arkadaşlarımın anne babalarıyla zaman geçirdiklerini biliyordum. Bizde sanırım bu şekilde flört yaşı bile çok gençlikten başlıyordu. Bir çok arkadaşım 15 yaşına geldiklerinde erkek arkadaşları vardı.
Israel'e gelmeden bir iki yıl evvel ünlü Türk Komedyen Metin Akpınar'ı bir konuşma için cemaatimizde ağırlamışlardı.. Metin Akpınar'ı severdim . Gerçekten işinin ehli bir komedyendi..
O gün epey kişi gelmişti o söyleşiye.. Hiç unutmuyorum., adam konuştu ve konuştu ve sonunda lafı Yahudiler'in hep aralarında evlenmeleri konusuna getirdi.. O bilindik tavrıyla eliyle bizi işaret ederek; " Yahu şu halinize bakın yüzünüz benziniz solmuş aranızda evlene evlene ! Bırakın artık bu geleneği !! diyerek gülmüştü. Çoğunluktan biri size baktığında işte Metin Akpınar'ın düşündüğü şeyi görür ve bunları söyleyebilir. Sizin kendinizi onlardan ayırmanızı öncelikle yadırgar. Küçük bir toplumun kendini böylesi bir korumaya alma ihtiyacıda bir çeşit fanatizm gibi algılanabilir. Çoğunluk size bakıp, " Bizden biri olun artık der !" . Ne gerek var farklı olmaya..karışın artık aramıza , büyük topluma..
Çünkü insanlar aralarında farklı görmek istemezler. Farklı kalmayın kimseden!! Garipserler böyle. Metin Akpınar öyle konuşunca etrafıma bir göz attım gerçekten soluk mu görünüyoruz gibilerinden ? Yok hayır soluk değildik. Onu aramıza çağırmıştık..o karşısında, büyük toplumun içinde hala daha kendine ayrı bir yer arayan bir cemaat görmüştü. Neden böyle olsun diye düşünüyordu! Büyük toplum içinden bakılınca bu böyleydi belki.
Halbuki Türkiye'de Shabtay Tzvi ( Türkçe'de Sabetay Sevi olarak söylenir ) zamanında Müslümanlığa geçmek zorunda kalan Yahudiler olmuştu. Aradan geçen bunca zamana rağmen Türkler onları hala daha sindirememişlerdi. Ülkede kendilerine karşı gördükleri tüm akımlardan, her tür olaydan bu grubu mesul tutmaya bugüne kadar devam eden Türkler vardır. Yani demek istiyorum ki, onların arasına karışsanızda sonunda yine de onlardan olamazsınız çoğunlukla. Büyük toplumdan biri olmak öyle kolay değildir aslında. Bugüne dek Türk Basın'ından iz bırakmış bir çok Sabetayistleri suçlarlar. Her toplumsal çalkantının arkasında onları hedef alırlar .
Sonuçta Türklerden biri olsaydık ya da olmasaydık karşıtlık bitmezdi .Yahudilerse kendi içlerindeki bu yaşamı sürdürmek direncini gösterdiler.. Daha çok kısa bir zaman öncesine kadar asimile olmamak için direndiler. Bu da yine insani başka bir iç güdüdür. İnsanın temel iç güdüsü neslinin tükenmemesi için direnmektir. Sadece hayatta kalmak değildir bu. Sahip olduğunuz geçmişinizi , kültürünüzü, değerlerinizi, dilinizi, alışkanlıklarınızı kaybetmemek istersiniz. Asimile olmamak için gösterdiğiniz çabanın altında da sadece bu insanı içgüdü yatar. Yok olmamak iç güdüsüyle birdir bu.
Tanrı insanları böyle yaratmış. Nasıl ki kendi ülkelerine gelen yabancılara karşı en ilkel duygularla nefret besleyen insanlar vardır. Çünkü sahip oldukları, bildikleri, kendileri olan şeyleri kaybetmekten korkar insanlar. Başkalarının gelipte bunu bozmasından korkar , direnirler.. Aynı simayı ararlar, aynı dili duymak, aynı gelenekleri yaşatmak isterler. Çocukken size öğretilen şeyler sizi siz yapan değerlerdir. İşte bu değerlere yapışırsınız.. Kaybetmekten korkarsınız. İşte belki bu da biz insanların bir otistik özelliğimizdir. Farklı olana karşı gösterdiğimiz, bizde kaygı yaratan bu tepki..
Türkiye'de , Metin Akpınar'ın özlem duyduğu karışım oldu. Kalan Yahudiler artık asimile oldular.
isteyerek, ya da istemeyerek. Öncelikle, iki insan birbirini sevdiğinde, birlikte mutlu olduklarında sadece din yüzünden biraraya gelememelerini düşünmek çok üzücü gerçekten. Böyle olmamalı diyor kişi. İki insan farklı dinden, farklı kültürden de olsa birlikte olabilmeliler. Ve bugün Türkiye'de Yahudi kimliği taşıyanların sayısının son derece azalması yüzünden modern Türk insanının bizlerden beklediği o asimilasyon gerçekleşti artık.. Geçen zamanla kaybedilenlerle , Yahudilerin artık tek başlarına varolmaya devam etmeleri mümkün değil. Sayıları gittikçe azaldıkça gençler dışa açılmak zorunda kaldılar.. Ekonomik şartlar gereği gittikçe daha az çocuk yapmayı tercih eden cemaatimizde yine ekonomik ve toplumsal sebeplerden dolayı ülkeyi bırakanların ardından geriye çok az insan kaldı.
Kimileri hala daha bir şeyleri devam ettirmek için direnç gösterse de oralarda bir yerlerde çoğumuz için yaşanılan bir kültür bugün hatıralarda kaldı. Geriye dönüp baktığımızda yüzümüzde belki buruk bir gülümseme varla yok arası gibi....
Batya R. Galanti