Bu savaşın bir barışla sonlanması yakın bir gelecekte ihtimal olarak görünmüyor!
Geçtiğimiz 11 Şubat Salı Günü Mahmud Abbas ( Abu Mazen ) New York'ta Birleşmiş Milletler'de tüm dünya devletlerine seslendi. Bu seslenişte yanında Trump'ın planının bir özeti olduğunu söylediği kağıtlar ve 1948'de Israel'in kuruluşundan bugüne ortaya konulan paylaşım planlarının çizildiği kimi haritalar da vardı. Mahmud Abbas barışı çok isteyen ama yenilgiyi kabul etmek zorunda bırakılmış bir lider olarak çıkmıştı bu kez Birlemiş Milletlerin o koca salonundaki delegelerin, büyükelçilerin ve liderlerin karşısına..
Yıllar evvel Arafat'ın Birleşmiş Milletler'de yaptığı kimi konuşmalar gözümün önündedir. Parkinson hastalığı başlamadan evvelki o militan ve tehtidkar tavırları... Askeri üniformasını sonuna kadar üzerinden çıkarmayan küçük diktatör, büyük terörist Arafat.. Aslında her yönüyle barış insanı olmadığını gösteriyordu . ( Anlamak isteyene tabii ) , 1959 yılında Kuwait'te Filistin'in kurtuluşu için örgütlenen El-Fetih yani Fatah Örgütünü kuran kişi. Ve aynı yıllarda onunla birlikte örgütün diğer üç kurucu kişinin arasında Mahmud Abbas ta vardı...
Yıllar boyu farklı şehirlerden farklı ülkelerden örgütü yönetmek zorunda kalan Arafat uzun seneler boyunca Israel'e karşı yürüttüğü terör saldırılarıyla tanınıyordu. Bunlardan bir tanesi de Münich olimpiyatlarında 11 Israelli atletin katledilmesi de vardı..
Arafat geçen zamanla birlikte sadece terör yoluyla bazı şeyleri elde etmesinin mümkün olmadığını anladığı zaman Israel tarafında onunla görüşmeye hazır liderlerle önce gizliden biraraya gelmeye başlamıştı. Bu arada Abu Mazen her zaman ondan sonraki ikinci adamdı..
1993 yılında Oslo Barış Antlaşması Israel Başbakanı Rabin ve PLO örgütü başkanı Yaser Arafat tarafından imzalandığında yine Mahmud Abbas antlaşmaya imza atanlardandı..
Aynı yıllarda ilk kez Fatah , Israel'in varlığını kabul ettiğini bildirerek barış yönünde bir adım atmıştı. Buna paralel olarak Israel, Filistinlilerin Israel'in yanında bir Devlet kurmak haklarını kabul etmişti.
Oslo Antlaşmasının ardından Batı Şeria'nın merkezi olan Ramallah'ta yönetimin başına geçen Arafat Filistin halkınının bağımsızlığını temsil eden lider olarak çoktan sembolleşmişti . Arafat uluslararası arena'da barıştan söz ederken kendi halkına farklı mesajlar vermeğe devam etti.
2000 yılındaki Camp David zirvesinin bir sonuca baglanmadan bitişi sonrası, Ariel Sharon'un Tapınak Tepesi ziyaretiyle başlayan gerginliği, II. bir Intifada'yı başlatmak için fırsat bilen Arafat'ın yanında daha ılımlı bir lider olan Abbas Israel'in karşısında silahlı bir direniş yerine politik çizgide antlaşmaya varmak yanlısı olduğunu gösteriyordu..
2004'te Arafat'ın ölümüyle onun bıraktığı iskemleye oturan Abbas, Batı Şeria'daki militan kimi gruplara, Hamas ve bir çok ekstrem akımlara karşı kendi liderliğini koruma altına alma çabası onu Israel'le iş birliğine iterken ( özellikle güvenlik konularında ) diğer taraftan Filistinin haklarını sonuna kadar savunmak için de herşeyi yapmaya hazır olduğunu ispatlamak zorundaydı.
Özellikle 2006-2007 yılları arasında Gazze'deki seçimleri kaybettiği dönemde Hamas'ın buradaki gücü eline geçirmesiyle devam eden çatışmalarda bir sene içinde 600 Filistinlinin ölmesiyle dengelerin İslamcı grubun lehine değiştiği Gazze'den çıkan Abbas'ın denetimi şu an elinde tutmaya devam edebilmesi için Batı Şeria'da yine Hamas yanlısı ve kimi diğer ekstrem gruplara karşı Israel polisiyle birlikte savaşmaşması gerekmektedir.
Aslında son barış planıyla birlikte Israel ve Amerika'yla tüm ilişkilerini kestiğini söyleyen Abbas hala daha güvenlik konularında Israel askeriyle koordinasyondadır.
Bu şekilde Abbas'ın oynadığı oyun iki taraflıdır. Bir yandan daha ekstrem faksyonlara karşı savaşırken Israele ihtiyaç duyarken ( fikrimce) diğer taraftan halkına Israel'e karşı haklarını savunduğunu göstermek zorundadır. Ve bu yolda aynı Mahmud Abbas'ın Fatah yönetimi yaptığı Israel'e karşı terörü destekleyen açıklamalarına, Anti Israel propagandalara devam ederken kendisine verilen yardım fonlarından terörist ailelere aylık bağlamayı da sürdürmektedir.
2017'de Amerika'nın Yeruşalayim'i Israel'in ebedi başkenti olarak kabul ettiğinden bugüne kopan ilşikileri ve Amerika'dan kendisine ayrılan yardım fonlarının kesilmesi Abbas'ın işine gelmemektedir mutlaka.
Endonezya ve Tunus'un Birleşmiş Milletler Konseyine sunduğu, Trump'ın Planına karşı gelen bildiriye yeterli desteği sağlamayı başaramadığı halde Abbas 11 Şubat'ta BM. Güvenlik Konseyi'ne bu planı " İsviçre Peyniri"ne benzetirken , Trump'ın sunduğu barışın kabul edilemez olduğunu belirttiği bir konuşma yaptı.
Karşılıklı görüşmelerle karara bağlanan bir barış yerine Filistinlilere empoze edilen ve egemen bir devlet olmak için gereken hakları onlara vermeyen bir planı kabul etmelerinin mümkün olmadığını söylerken. Amerika'nın bu şekilde Israel'in Batı Şeria'yı istediği gibi ilhak etmesinin yolunu açtığını ve Filistinlilerin başkentleri Kudüs olan özgür bir devlet için tüm kapıların kapatıldığını söyledi..
Tüm bunlar, şu anki durumda onların açısından bakıldığında mantıklı görünüyor. Fakat, Abbas'ın yaptığı açıklamalarda , BM'e gösterdiği haritalarda ve bir çok söyledikleri şeyde yalanlar olduğu gerçeğini hatırlatmakta ve Arapların yürüttükleri kimi aldatıcı politikaların altını çizmekte fayda vardır..
Abbas, o babacan, o daha efendi haliyle bilindik yalan propagandalara devam etmektedir..
11 Şubatta konuşurken elinde tuttuğu haritalar "Yalan delilerdir" ..
1948'den bugüne gittikçe kendilerinden alınan toprakları yeşil boyayla çizdikleri halde göstermek istedikleri şey, " tamamı " (? ) kendilerine ait bir toprağın (! ) Israel tarafından alınmasıdır. Ki yalan burdadır!!
Öncelikle Filistin adından baslarsak!! Yahudi kimliğini buralarla özdeşleştirmemek ve Yahudi kimliğini bu topraklardan tamamen silmek adına yüzyıllar sonra yeniden canlandırılmış bir kelimedir, Filistin ve Filistinli!! Ve bugünkü Arap halkıyla yakından uzaktan ilgileri olamayan bir halkı hatırlatır, Pılishtim, İbranicedeki deyişiyle... Bunlar, Tora'da adı geçen eski bir Yunan halkıdır.. İ.Ö 12. yy'da Israel'in güneyinde, kıyı boyunca bir bölgede bir süre varlığını sürdürmüş bir halktır Pılishtim.
Yine Tora'ya göre , ya da bir bakıma eski Yahudi Tarihindeki satırlara göre; Romalılara karşı (İ.Ö 132-136) yıllarında Yahudilerin Bar-Kohva adı altında başlattıkları isyana karşı çok sinirlenen Kral Hadrian Judea bölgesinden çıkarttığı Yahudilerin izlerini bile bırakmamak adına bu bölgeye Judea yerine Palestina adını vermişti..Bu da Tora'da geçen ve bugünkü Filistinlilerle uzaktan yakından alakası olmayan hikayesidir bu yerin..
Yüzyıllar sonra , Yahudiler 1917 Balfur deklarayonuyla bu topraklarda bir Yahudi Devleti kurmak hayallerini dünyaya duyurdukları zaman, yeniden bu tarihi isim gündeme getirildi. O dönem buralarda hüküm süren Osmanlı Devleti Suriye'nin güneyindeki topraklardan bahsederken Filistin adını kullanmaya başladı..
Burada yaşayan Araplar aslında Kuzey Afrika dahil olmak üzere bir çok farklı yerlerden bu yerlere yerleşmiş, karma Araplardır."Filistinli " sadece dünya kamuoyunda kendilerini bu toprağın asıl sahipleri olarak göstermek adına kullanılan propagandalardan biridir.
Abbas'ın gösterdiği, sözümona 1948 yılı haritasındaki tamamı yeşile boyanmış bölgede o zaman Filistin yoktu. Burada bir Filistin Devleti o güne dek hiç olmamıştı..
Yahudiler gelene dek, buralarda hak iddia eden bir halk yoktu. Burada yaşayan Araplar vardı! Burada yaşayan Yahudiler de vardı..burada az sayıda insan ve bunun dışında ise hiç bir şey yoktu!!
19.yüzyıldan itibaren Yahudiler burada yerleşmeğe başlayıp, toprakları ekip biçtikleri gün bazı şeyler yavaş yavaş gündeme geldi...
Abbas, kimi başka şeyleri de doğru söylemiyor. 1967 toprakları derlerken de aslında 1948'e kadar her yerin onlara ait olduğunu bugüne dek tekrar ediyorlar. Bunları kimlere söylüyorlar , Bizlere!!. Uluslararası basında ise 67 toprakları diyorlar. Elalem alışverişte görsün!
Israel'de sekiz milyonu geçen nüfusun 2 milyonu Araptır. Bunlar, Batı Şeria ya da Gazze'de yaşayan Araplar değil.. Israel toprakları içinde yaşayan insanlar. Israelli Araplar.. Seçimde üçüncü büyük Partiyi çıkaran Araplar! Hem Israeli kurulacak bir Filistin Devleti için terketmeye hazır değildirler hem de denizden Ürdün nehrine kadar buraları bizim derler, Batı Şeria ve Gazze'dekilerle birlikte.. Israel'deki Araplar için çalışmak yerine teröristlerle işbirliği yapmayı tercih ederler ...
Trump'ın barış planını reddeden Abbas bu planın üzerinde oturup konuşmayı reddediyor. Dört yıl verilen zaman onun için gereksiz çünkü ilk günden kabul edilecek şartları getirmiyor diyor..
2008'de Amerika'da bir araraya geldiği Ehud Olmert'in Batı Şeria'nın tümünden çekilme sözü ve Doğu Yeruşalayim'in Uluslararası bir yönetimin elinde temsil edilmesi şartlarını kabul etmemiş olan Abbas geçtiğimiz günlerde aynı Olmert'le gayri resmi bir toplantıda biraraya geldi. Barışı o gün geri çevirmiş olan Abbas şimdi kimseyi temsil etmeyen eski başbakan Olmert'le basın toplantısı düzenliyor. Bundan ne anlayabiliriz? bilmem. Olmert şu an Trump'ın karşında farklı alternatiflerle gelecek konumdamı ki?
Filistin sorunu kolay kolay çözülebilecek bir sorun değildir.. Bugünkü Trump yönetimi ne kadar Israel'in yanında olsa da, hem önerilen planın getirdiği şartların realist olmayışı hem yarın Trump döneminin bitip bir diğerinin başlama ihtimalinin neleri nasıl bir şekilde değiştireceğini kimsenin bilememesi hiç bir şeyi hiç kimse açısından garantiye almıyor. Bugün Trump yarınsa, Demokrat Bernie Sanders ya da bir başkası olabilir.. O zaman oyunun şartları nasıl değişecek kim bilir?
Biri için uygun olan bir plan diğeri için dünya sonu gibi!!.Bence bu savaşın bir barışla sonlanması yakın bir gelecekte ihtimal olarak görülmüyor..
Batya R. Galanti