7 Şubat 2020 Cuma

  Bir filmin ardından...
                                           
Son senelerde neredeyse hiç televizyon izlemez oldum. Belki de internetin yeterince beni oyalamasındandır bu. Daha çok okumak, daha çok kendi istediğim şeyleri araştırmak ve klipler izlemek internetin sunduğu büyük bir lüks galiba. Eh hal böyle olunca öyle çok televizyona ihtiyacınız kalmıyor. Halbuki bugün televizyon da sadece önünüze konulan programların ötesinde yine fazlasıyla alternatif sunmuyor da değil. O kadar farklı kanallar var ki. Yine de sabrım kalmıyor benim..

Ama geçen gece ev çok sessizdi. Eşim erkenden yatınca, oğlum çoktan uykuya teslim olduğu halde, kızım da arkadaşlarıyla dışarıya çıkınca birden benim  canım sıkıldı . İnterneti bir kenara bıraktım ve salona gittim, kocaman ekranı açmak için uzaktan kumandalardan birini aldım elime... Kumandadan biri tv diğeri iletişim kutusunu çalıştırıyor. Kumandalardan bile öyle çok anlamıyorum artık  ( pek kullanmadığım için ) ..Ve bir diğerinden Netflix'e girdim.. Bir film izlesem fena olmaz dedim. Saat 22:00. Bu saatte başlarsam izlemeye. Yorgunum biraz ama eğer yarım kalırsa daha sonra bir ara devam ederim diyorum.

Karşıma ilk çıkan filme şöyle bakınmaya başladım  Sefil haldeki bir ufaklık boş bir tren vagonunda panik halinde birisini arıyor. Sürekli bir camdan diğerine koşarken Guddu, Guddu diye haykırıyor çaresiz..Hayatımda gördüğüm belki de en sevimli çocuklardan biri.  Insanı kendine çeken bir çocuk bu. Film belli ki kısa bir süre önce başlamış.  Çocuğun esmer yüzü, kocaman simsiyah zeytin gibi gözleri    korku dolular. 

Bu film güzel olmalı dedim. İngiliz-Avustralya ortak yapımıymış.. Başrolde oynayan oyuncular arasında Nicole Kidman 'in ismini gördüm. Sanırım ben bu film hakkında iyi eleştiriler duymuştum zamanında. Tam isabet olmalı..Gerçek bir hikayeden uyarlanmış olduğu da en baştan belirtilince sırtımı iyice arkama yasladım, ayaklarımı ileriye uzattım.

Hindistan'ın son derece fakir mahallelerinden birinde; iki kardeşin yan yana yattıkları yataklarındaki konuşmalarıyla başlıyor hikaye. Büyük kardeşin adı GUddu, küçükse Saru... Öyle bir evde  yaşıyorlar ki, bu derece sefalet nasıl olur diye düşünüyor o an insan.  Yerde bir şeyin üzerindeler.. Belki de eski bir şilte bu..Üzerlerinde pijama değil günlük kıyafetleri var.. Yüzleri, saçları temiz değil.. Nasıl olsun ki?  Büyük çocuk kalktığı yatağından alelacele giyinirken sabahın erken saatinde okula değil tren istasyonuna doğru yola çıkıyor. Dilenmek için! Gömleği o kadar pis ki sanki bir hafta önceden hatta belki on gün belki de daha evvelden beri üzerindeymiş gibi  .  Aynı gömlekle yerlerde günlerdir para, yiyecek, içecek aradığı belli..  Beş yaşındaki Saru onunla gitmek istiyor. Sana yardım edebilirim diye inat ediyor ve sonunda ağbisini ikna etmeyi başarıp birlikte yola çıkıyorlar. Eski bir bisikletin üzerinde toprak yollardan şehrin merkezine doğru yol alan iki çocuğun hayatlarının sonuna kadar değiştiği günü çiziyor film.. Annelerini geride bırakarak kaderin kollarına emanet olan milyonlarca çocuktan birinin baştan sona  değişen yaşamıyla, bir diğerinin başlamadan biten hayatını gözünüzün önüne taşıyor film...
Kucuk Saru'yu gecenin bir yarısı uyuyakaldığı bankta bırakarak, tren raylarında para aramaya gidip geri dönmeyen ağbisi Guddu. Ve ağbisininin izini kaybettikten sonra boş bir tren vagonunda bir şehirden diğerine kilometrelerce yol almasıyla kayıplara karışan ufaklığın ilginç hikayesi.

Bu film beni çok etkiledi.. Ertesi akşam bizimkilere yemek sonrası hep birlikte izlemeliyiz dedim.. Ve ikinci kez onlarla izledim. Gal'i ikna etmekse zor. O kendi istedikleriyle meşguldür. Onu bıraktım kendi haline... Bir kez daha ağladım.. En çok Guddu'ya ağladım.. Annesine bir kaç kuruş para getirmek için  trenin altında ezilmesine. Saru'nunsa tesadüfen değişen kaderi herkese nasip olacak türden değil . Hindistanın sefil sokaklarından yetkililer tarafından  götürüldüğü zindan gibi bir yetimhaneden alınarak taşındığı Avustralya'da ona her türlü imkanları tanıyan iki güzel insanin ellerinde büyüyecek kadar şanslı olmuş sonunda Saru.

Hindistan'da her yıl 80.000 çocuk kayıplara karışıyormuş. Binlerce, bir yerden sonra milyonlarca çocuğun yaşadıklarından bir kesitti idi bu film..

Genç kızlığımda İstanbul'da tesadüf ettiğim kimi fakir çocukları hatırladım. Sultanahmet'te kart postal satan çocuklar vardı. Süleymaniye'de de ... Aslında Saru kadar kötü durumda görünmüyorlardı bir çoğu.. Aralarında sadece iki kardeş daha bir zavallıydılar ki bu yüzden onları hiç unutmadım...
Kış günleri alelacele yapılan Süleymaniye öğleden sonra turlarında sık sık karşıma çıkarlardı. İki kardeştiler. Biri erkek biri kızdı.. Çok küçüktüler daha.. Kılık kıyafetleri çok kötüydü. Üzerlerinde onları soğuktan koruyacak bir şeyler yerine incecik elbiseleri vardı diye anımsıyorum.. Selpak mendil satarlardı. Beni her gördüklerinde " Merhaba abla, mendil isterler mi? " diye sorarlardı. Ben de turistlerin ilgilerini çekmeye çalışırdım onlardan mendil alsınlar diye.  Kim bilir kazandıkları azıcık parayı kime verirlerdi? Anne babalarına mı? yoksa onları çalıştıran bir grup yan kesiciye mi?

Israel'e gelmeden son turlarımdan birinde onlara vermek istediğim kimi şeyler satın almıştım. Okula başlayacaklarını biliyordum. Defterler, kitaplar, boyalar ve kalemler almıştım. (Büyük bir şey gibi) Ama o tura çıkmayınca arkadaşımdan rica etmiştim benim yerime versin diye.. Onları bir daha hiç görmedim.. Keşke onlara palto alsaymışım ve ayakkabı ve..... Neden aklıma gelmemişti diye düşünmüştüm çok kez..

Yirmi otuz yıl evvel dünyanın kimi yerlerinde çocuklar el bebek gül bebek büyütülürlerdi.. Endüstrileşmiş ülkelerde fakir çocuklar ülke nüfusuna oranla düşüktü. Fakirlik denince algılanan kriteryonlar yine bunlardan farklıydı.. Yirmi, otuz, ya da elli yıl , ne kadar zaman geçerse geçsin yine Hindistan, Bangladeş, Afrika ülkeleri için yaşam aynı şekilde devam ediyor..Değişen hiç bir şey yok. Hangi coğrafya'da dünyaya geldiğiniz bugüne kadar kaderinizi belirleyen en temel şeylerden bir tanesi...

Keşke tüm dramatik başlangıçlar Saru'nun hayatı gibi daha gülümsetici bir sonla bitse. Keşke çocuklar Güddu gibi bir parça ekmek için hayatlarını kaybetmeseler. Keşke yaşadığımız dünya daha eşit, daha adil olsa...





Batya R. Galanti







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder