Kocaman evrendeki küçücük varlığımız
Bir seneyi daha geride bıraktık. Geçen yıl, saat 12'yi gösterirken evimizin yakınındaki parktan gelen havai fişek sesleri beni bir an uyandırdığında dışarıda silahlar patlıyor sanmıştım. Bu yıl dışarıda yediğimiz yılbaşı yemeğinin ardından yeniden 24:00 olmadan yatağımda buldum kendimi.. Yorgun bir savaşçı misali... 2000 yılından bugüne neredeyse yirmi seneyi geride bırakacağız. Nasıl olduğunu bile bilmeden. Hayatın arkasından koşarken senelerin geçtiğini farketmeden bugünlere gelmek..Halbuki 15 yaşıma varana dek zamanın ne kadar ağır bir tempoda geçtiğini anımsıyorum da o aralar daha uzun metrajlı bir film çekiyordum sanki.. Ortaokul yıllarımda bir ders yılı bitene kadar yaşadığım çilem unutulmazdı. . Her gün Soeur ( Rahibe ) Marguerite-Marie'nin özene bezene tahtanın sağ üst köşesine renkli tebeşirle yazdığı tarihe bakıp aynı günün bitmesini nasıl beklediğimi anımsarım; neredeyse saniyeleri bile sayarken....
Çocuklar için zamanın ne kadar ağır geçtiğini hepimiz biliriz. Yaşımız ilerlemeye başladığında bu da değişir. Hayat bir anda uçup gitmeye başlar.. Sanki hiç bir şeye vakit yokmuş gibi bir his yaşatır insana .
Bu neden böyledir.?. Neden çocuklar için zaman uzun bir olgu gibi gelirken büyüdükçe hayat gittikçe hızlanır? Sanırım çocukluk yıllarında her şey yaşanmamışlardan kurulu olduğu için bu böyledir. En basit şeyden en karmaşık olaylara kadar bir öğrenim sürecidir çocukluk. Kısa bir zaman önce dünyaya merhaba diyen bir varlıktır daha.. Böylece her şey onun için bir ilktir. Hayat hem daha eğlenceli, hem bilinmedik şeyleri keşfetmenin getirdiği bir macera gibidir. Kendinizi, ailenizi, yaşadığınız evinizi, dünyayı, insanları, sokakları herşeyi ilk kez tanıyorsunuz çocukken. Sanki bir hayatla tanışma safhasıdır bu. Gerçekten o dönemi , etrafımı tanımak için olan merakımı hatırlıyorum. Bilinmedik bir denize doğru açılan bir yelkenli gibi hayat çocuklukta .. Bu yüzden çocukken o dolu dolu yaşanan dakikalar, saatler ve günler size daha ağır geçen bir zaman hissiyle eşlik eder gibidir...Bir de gözünüzü açtığınız dünya size dostsa eğer ne ala.
Büyüdükçe yavaş yavaş bir şeyler oturmaya başlıyor. Yeniler, ilkler azaldıkça yavaş yavaş hayat bir monotoniye dönüşür.. Bir öncekinin aynısı bir sabaha uyanırken çoğu zaman yatağımızın ne olursa olsun hep aynı tarafından kalkıp, aynı adımlarla , hiç değişmeyen tempomuzla kendimizi lavabonun önünde buluruz. Elimizi yüzümüzü yıkarken düşündüklerimiz bile aynıdır çoğu kez. Dişlerimizi fırçalarken, sabah kahvemizi aynı miktarda kahve ya da şekerle aynı tempoda karıştırırken, gün boyu yapacaklarımızı aklımızda sıralanırken ve çabucak giyinip kendimizi dışarıya atıp kapıyı kilitlerken ve işe geç kalmamak için girdiğimiz stres bile hep aynı. Yeniden asansörde , bizimle aynı saatte evden çıkan bir üst kat komşumuzla yüz yüze gelirken " Off yine bu suratsız kadın! " deyip zoraki bir gülümsemeyle dediğimiz günaydının arkasından koşturmaya devam eden bir çoğumuz için hiç değişmeyen o kadar çok aynıyla dolu ki yaşantımız. Çoğumuz için hayat bir maceradan çok bilindik bir hikayenin tekrarı gibi. Hayat çok genç yaştan itibaren bir aynıya dönüşüyor. Ve bu monotoniyle birlikte farkında olmadan keşfetmeyi de bırakıyoruz. Kendimiz için rahat olan yolu seçerken zaman yanımızdan geçiyor. ..
Çocukken karıncaları izlerdim hep. Bazen onları elime alırdım. . Örümcek ağları ve karıncaların epey ilgimi çektiklerini hatırlıyorum. Şu an örümcek ağıyla oynamak fikri inanılmaz itici gelse de .. ..Türkiye'de bildiğim karıncalar genelde küçüktüler. Siyah renkli, ince belli minik sempatik haşerelerdi bunlar. Böcekleri kimse sevmez genelde ama karıncalar farklıdır sanki. Daha sevimli görünürler. Tabii yanlışlıkla evinizin bir köşesinde yuva yapmadıkları sürece. Ben bahçelerde falan gördüğüm karıncaları söylüyorum tabii. Hoşuma giderdi onların gruplar halinde yuvalara yem taşıyışlarını seyretmek. Kendi bedenlerinden kat kat büyük bir ay çekirdeği kabuğunu , bir yaprağı üç beş tanesinin beraber yuvaya taşıdıklarını izlemek her çocuğun yaptığı şeydir. Çünkü ilginçtir.. Israel'e geldiğimden beride hala karıncalar ilgimi çekerler . Buradaki karıncalar çok zaman baya daha iridirler. Oğlumla evimizin hemen yanında gittiğimiz kocaman yeşil bir alan vardır. Oralarda hep görürürüz karınca kolonileri.. bazen metrelerce yol yapmışlardır.. yuvaya doğru gidip gelen yüzlerce karınca uzaktan bile insanın gözüne çarpar.. Kimi zaman düşünürüm, nedir ki bir karınca ? . Yuklarıdan onlara baktığınızda , her biri aşağı yukarı bir bir buçuk santim boyunda küçücük varlıklar. Ama nasıl bir yaşam mücadelesi veriyorlar.. Geçtiğimiz günlerde oğlumla yine birlikte yürüyüş yaparken yanımızdan iki bisikletli geçti: o an Gal'in yine kendi kendine ağzında bir şeyler mırıldandığını duydum.. Yerde giden karınca kolonisinin üzerinden geçen bisikletin tekerleklerinin ardından bakarak , bir kaçı rahmetli oldu şu an dedi. Karıncaları kastediyordu. O da benim gibi karıncaları izliyordu ve bu küçücük varlıkların bir anda tekerleklerin altında ezildiklerini farketmişti.. Ne tuhaf değil mi ,karıncalar istemeden ayağımızın altında ezilseler üzerinde çok düşünmeyeceğimiz bir detay gibidir genelde.. Küçücük bir varlığın hayatının değeri üzerinde durmayız. Yürüyüş yaptığımda karıncaları gördüğüm zaman üzerlerine basmamaya gayret ederim. Çünkü aslında bu bize göre çok küçük varlıkların da kocaman bir dünyaları ve düşündüğümüzden daha karmaşık bir yaşamları var. Aramızdaki boy farkıysa sadece göreceli bir şey. Uçaktan baktığımda karıncaları anımsarım..biz insanlar da uzaktan aynı onlara benziyoruz.. Bizlerde uzaktan küçücük karıncalar gibiyiz. Uçağın pencerisinden baktığınızda , sokakta yürüyen kitleler minicik varlıklara dönüşüyor. Yaşam değerimiz de bazen . Karıncalar belki kimi zaman haftalar kimi türleri bir kaç yıl yaşayabiliyorken bizim hayatımız da bazen bir pamuk ipliğine bağlı olabiliyor..
Batya R. Galanti