17 Kasım 2019 Pazar

     
                                             Israel'in güvenliğini tehdit edenler



Son bir kaç senedir Israel Kuzey sınırında çıkması beklenen büyük savaşa hazırlanmakla meşgul.. Bu yüzden Suriye'de Iran rejiminin hareketliliğine karşılık Israel'in yakın takibi söz konusu. Bir kaç haftada bir basında yer alan haberlerde kimi sözde meçhul saldırılarla Israel'in gelecek savaşta verebileceği zaiyatı hafifletmeyi amaçlayan kimi tedbirler almaya çalıştığı biliniyor...... Israel'in hedef alarak yok ettiği Suriye'deki Hizbullah cephaneliklerine karşılık  şimdilik kesin bir tepkiyle karşılaşmamasına rağmen devam eden bu karşılıklı çekişmenin,   zamanı pek ön görülemeyen  gelecek Hizbullah (İran ) - Israel  savaşının işaretleri olduğunu biliyoruz...
Kuzeydeki karmaşık savaşın içinde, hiç bir devletin kesin bir hegemonyasının bulunmadığı, bir güçler savaşı içinde devam eden Suriye batağının içindeki mücadelenin tam orta yerinde  Ortadoğu'ya egemen olmak için tüm enerjisini ortaya koyan İslami rejimin Israel'e karşı yürüttüğü mücadelenin uzantıları sınırımızda konuşlanan terör yatağı. ve bunu engellemek için Israel tarafından yürütülen operasyonlar.  Hedefler açık ve net. İran'ın Hizbullah'a , Israel'in kuzey sınırlarına yakın bolgelere yığmakla meşgul olduğu akıllı füzeleri, ağır silahları yok etmek.  Gelecekte İran tarafından planlanan savaşta Israele olası en büyük zararı vermek için gönderilen cephanenin Hizbullah terör örgütünün eline geçmesine engel olmak. Uyduyla tespit edilen her yeni sevkiyatı yok etmek hedef.

İran son senelerde Suudi Arabistan ve Batıya karşı, yani Sünni Birliğe ve onun yanındaki müteffiklerine karşı bölgede bir Şii güç olmak için mücadele veriyor. Amacı, Hitlerin rüyasında gördüklerinden  uzak değil.. Bu süper güç olma savaşı içinde, en büyük hedeflerinden biri de Israel'in bölgedeki varlığına son vermek. Halkının yiyecek yemeğinin olmaması şu an başlarındaki Mollaların  umursadığı bir durum değil gibi görünüyor. En son,  Nükleer Güç olmak için çalışmalarına daha da hız verdiği ortaya çıkan İran , Israel'e karşı çevrede bir çok terör grubunu besleyen bir terör devleti . Batının, İran'la yaptığı ekonomik antlaşmaları askıya almamak için İran'la sürdürdüğü yalancı nükleer uzlaşma politikalarını  ciddiye almayan Şeriat Devleti bugün için sadece Israeli  endişelendiriyor gibi görünüyor. Gelecekte kimin , bundan ne kadar etkilenebileceğini belki de sadece yaşayıp göreceğiz.



Güney'de ise 2005'dan beri Israel'in boşalttığı son Gazze yerleşim yerlerine Hamas'ın konuşlandırdığı füze rampaları Israel'deki sivil hedefleri vurmaya başladığı günden beri, kimi radikal fraksyonlar gücü ellerinde tutmeye devam ederken bundan etkilenen siviller iki tarafta da bitmeyen bir kabusun içindeler.. Yine İran'ın arkalarında olduğu bir çok terörist gruplar var Gazze'de ve Batı Şeria'da da.. Hamas'ın yönettiği Gazze'de , Hamas dışında ondan da radikal terör grupları mevcut. . Esasen tam olarak kiminle ateşkes kiminle savaş yaptığınızın  fazla bir önemi olmayan karmaşık bir durum mevcut.

15 yıldır Gazze'ye gönderilen yardımların büyük bir bölümü siviller için değil teröre yardım ve yataklık için kullanıldı ve bu hala öyle olmaya devam ediyor. Gönderilen inşaat erzakları, verilen elektrik ve su..para yardımları, yıllardır Gazze'nin altında bir yeraltı dünyası inşaa edilmesine yardımcı oldu. Yüzlerce tünel ve burada konuşlandırılan, depolanan roketler. İnsanların sağlık, eğitim ve tüm temel ihtiyaçları için her gün giren tonlarca yardımın bir çoğu kimleri besliyor tam olarak kimse tarafından bilinmiyor. Gazze'de  fakirliğin yanında yer alan lüks binalarda yaşayan elit tabaka,  radikal  grup liderleri diğerlerini kallanıyor.

Geçtiğimiz haftalarda Gazze'den Israel'deki yerleşim yerlerine yeniden saldırılar oldu. Hamas'ın sorumluluk üstlenmediği bu saldırılarda bu kez yine başka bir grup ön plana çıktı . O da İslami Cihad'tı. İran'ın beslediği ve komutları verdiği bu örgüt son yıllarda Hamas'tan özgür hareket eden ve ardından gelen ikinci büyük grup. Selefilere yakınlıklarıyla bilinen  ve  tek amaçlarının mümkün olduğu kadar sivil hedefi vurmak olduğu bilinen bu grubun basındaki kişi ise  Baha Abu Al-Atta idi. Israel'in en azılı düşmanlarından ve bugüne dek Israelli sivillere yapılan saldırıların bir çoğunun  altında imzası bulunan azılı  bir terörist.

Geçtiğimiz hafta Israel bundan evvelki son saldırılarının ardından , uzun süredir takip ettiği Abu Al Atta'yı sabaha karşı dörtte, eşi ve iki oğluyyla Gazze'de saklandığı evlerden birinde hadef alarak yok etti. Ve aynı sabah  Israel'in mekezine atılan roketlerle güne başladık. Üç günde yaklaşık 450 roket atıldı. Sonuç olarak  bir çok ev direk isabet alırken , güneyde iki fabrika büyük oranda zarar gördü. Onlarca kişi belli derecelerde yaralandı ve yine bir çokları girdikleri şok yüzünden hastanelerde tedavi gördüler.  Senelerdir her siren sesinde saklanmaları için sadece 15 saniyeleri olan halkın bir yerden sonra kaderleriyle baş başa kaldıkları bir hayatın içinde büyüyen çocuklar var Israel'de. Böyle bir yaşamın içinde büyümelerine izin verenler var..

Son saldırılarda ilk kez Hamas yer almadı.. İlk kez Hamas Israel'e karşı sessizliğini koruyan taraf oldu. Çünkü halkına karşı yine de kimi sorumlulukları olan Hamas'ın kaybedebilecekleri şeylar var . Her defasında Israelle çatışmaya girmek örgütün işine gelmeyebiliyor.  Dışarıdan bekledikleri yeni para yardımının hesapları ve içte zaten var olan ve büyüyen muhalefet yüzünden kendini bu son çatışmanın dışında tutmak tercihi Hamasin son politikalarını çizen  yeni durumlar.

Belki de bu son durum Israelle karşılıklı bazı konularda bir uzlaşmayı da birlikte getirebilir. Belki de kaybetmekten korktuğu gücü ve elinden kaçırabileceği denetime karşılık Israelle ilk kez uzlaşmayı denemek için hazır olabilir  Hamas.   Bu kez belli bir noktada anlaşmayı becerebilirlerse , ilk kez savaşmak yerine Gazze'deki halkın ihtiyacı olan ekonomik kalkınmayı destekleyecek ortak bir çalışmayı getirebilir mi acaba bu son durum? Gazze halkına  yeni imkanlar sağlayabilecek bazı ekonomik atılımları gerçekleştirmenin yolunu açabilir mi?   Gazze'yi dış dünyadan koparan,
limanların  yeniden açılması gibi. Bu limanlara İran'dan girmesi mümkün olan askeri yadımları engelleyecek önlemlerle beraber tabii . Yeniden serbest ticaretin sağlanması bir çok şeyi değiştirebilir mutlaka!




Batya R. Galanti

11 Kasım 2019 Pazartesi

                                             Günümü değiştiren küçük kız



       Cuma günü öğlen çıkardığım köpeğimle dolaşırken, etrafta her hafta sonu hissettiğim o farklı atmosferi farkettim yeniden. Oraya buraya yetişmeye çalışan genç anne babalara rastladım her zamanki gibi, Okuldan erken çıkan liseliler yanımdan geçtiler .Hayat dolu ifadelerle çoğu zaman . Kimi küçük çocuklar çantaları sırtlarında keyifle evlerine yürürken  Pitzi'ye doğru dönüp her zamanki gibi ;  " Ay ne kadar küçük bir köpek" dediler yeniden. Ve yeniden yazdan kalma bir günde, sıcacık, insanın içini aydınlatan güneşini ne kadar sevdiğimi düşündürdü bana Israel'in klasik sonbahar havası. Sonra etrafımdaki yeşilliğe baktım  .Buraya ilk taşındığımızda yeni dikilen ağaçların daha bodur ve cılız oldukları için  güneşin ışınlarını tutup, gölge yapmaya yetişemedikleri zamanlar aklıma geldi . Şimdi aynı ağaçlar kimi yerde gökyüzünü kapatır oldular.

Pitzi bu arada her zamanki gibi etraftaki kokulardan sarhoş gibiydi . Karşısına çıkan  her nokta, her ağaç, her çiçek, böcek ve taşa  bıraktığı  işaretin ardından burnuna gelen her yeni  koku dalgasına doğru manyetik bir alana çekilir gibi koştururken ileride küçük bir kız çocuğu gördüm . Sarı saçları lüleler halinde beline kadar inen, güzel bir kız çocuğu.  Çimlerde gezinirken biraz gayesiz, biraz sıkılır gibi görünen küçük bir kız. Kılık kıyafetine baktığımda öyle çok itinayla giydirilmiş bir hali yoksa da elbiseleri tertemiz, saçı pırıl pırıldı.  Biraz çekingen bir havada  bana, daha doğrusu Pitzi'ye doğru yaklaştı. " Köpeğini okşayabilirmiyim ?" diye sordu..



Bana ne zaman küçük çocuklar Pitzi'yi okşamak istediklerini söyleseler , ne diyeceğimi bilemem. Çünkü çocuklarım, özellikle Gal küçükken eve gelen çocukları Pitzi kıskanır arkalarından gidip paçalarına yapışırdı. Bu yüzden hep çekinirim acaba yanlışlıkla şöyle bir ısırık atar mı diye. Gerçi bugüne kadar böyle bir şey hiç olmadı . Ve ben dayanamadım, " Tabii " dedim.. Biraz okşadıktan sonra , yanımda yürümek istediğini söyledi. Onu reddedemedim.. Nerede oturuyorsun derken Bana Aşkalon'da oturduğunu ve buraya babası ile birlikte geldiğini söyledi . Bu arada evimizin yanındaki üç katlı evlerden en baştaki binanın ikinci katını göstererek , babam bu evde tamirat için çalışıyor. Ben de sıkılıp aşağıya indim dedi. Peki okulun yok mu senin diye sorunca . Yok dedi ben birinci sınıftayım, cumaları bize okul yok dedi. Köpeğini alabilirmiyim diye sorunca ilk önce anlamadım, onu kucağına almak istediğini sandım ve " Ama o bundan hoşlanmayabilir"  diye cevap verdim... Kız çok akıllı bir şeydi..Tasmasını kimin tuttuğu ona o kadar farkeder mi? . Ah  peki o zaman al sen gezdir yanımda.. Küçük kız hayatından memnun. ben ona " Aşkalon'da çok sık sirenler oluyor , siren çalınca ne yapıyorsun ? . Bana verdiği cevap ilginçti. Sanki sirenlerden onu daha da çok etkileyen başka bir şey vardı. Sirenler çaldığında annemin evindeyim hep dedi. Anladım, baban ve annen ayrı evlerde mi oturuyorlar.. Evet !!. Ama ben babamla daha iyi anlaşıyorum. Ona belki de babanı biraz daha az gördüğün içindir diye yorumda bulunuverdim bu kez..  Bak ben evime dönmeliyim , Pitzi artık sanırım yoruldu.  Kızsa ,ne olur onu biraz daha gezdirmek istiyorum  deyince. Peki bir tur daha atalım .  Çocuk, o kadar tatlıydı ki onu kıramıyordum.. Pitziyi nasıl tutması gerektiğini, nelere dikkat etmesinin önemli olduğunu hemen anlamıştı ama turun sonunda benden bulunduğu ricayla onun o saf çocuk yüreğinin , sevgi dolu kalbinin, kendisi için ne kadar büyük tehlikeler getirebileceğini de anladım. Benimle evime gelmek istediğini söylerken o kadar tatlıydı ki . Ben ona çok yumuşak ve sevecen davranınca bana karşı hemen güven duymuştu. Belkide anne babasının zor hayatlarının içindeki mücadele ve zamansızlıktan yeterli ilgi görmüyor olabilirdi. Belki de sadece çabuk kaynaşan , çabuk ısınan bir kalbi vardı sadece.  Ona benim evime gelmesinden çok büyük mutluluk duyacağımı ama bunun mümkün olmadığını söylediğimde. Neden diye sordu. Çünkü ben senin için bir yabancıyım dedim. Ama ben seni tanıyorum deyiverdi, o yemyeşil gözlerini bana dikerek... Hayır  sen beni tanımıyorsun.. Onun için beş dakika önce karşılaştığı bir insan , hemencecik çok iyi tanıdığı bir dosttu artık.  Ben onun için artık bir tanıdığı idim.

Küçük çocukların kimi pedofillerin, kimi sapıkların, kimi kötü insanların ağına nasıl düşebildiklerine bu şekilde şahittim o an. Bak dedim, annenle , baban sana anlatmışlardır eminim, bazı insanlar çok iyi görünerek seninle dost olup sonra sana kötülük yapabilirler, o yüzden tanımadığın hiç kimsenin evine gitmemelisin.  Ama sen öyle değilsin değil mi? diye sorarken sanki hayal kırıklığına uğramıştı .  Hatta  beni savunmak ister gibi bir hali vardı. Ben öyle değilim  ve bu yüzden seni uyardım ya! Hadi şimdi babana git tamam mı?  Peki!!  dedi ve arkasına bakmadan benden uzaklaştı.

Bu arada ona köpeklere karşı çok bilinçli, çok iyi bir sahibe olacak kapasitesi olduğunu belirtince  bana babasının ona köpek alacak  parası olmadığını söyledi.  Böylece yoksulluğun sadece Türkiye'de olmadığını düşündüm yeniden. Belki oradaki yoksulluk biraz daha içler acısıydı. Daha bir sahipsizlik vardı. Karnı aç insanlar, evsizler yollarda idi.  Sokaklarda dilenen  insanlar vardı. Ama burada da ayın sonunu getirmekte , çocuklarının en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan azımsanmayacak kadar miktarda insan var. Parasızlığın  21. yüzyılda tüm dünyada bir çok çocuğun hala karşı karşıya olduğu sorunların en başında geldiği gerçeği ne kadar üzücü. Toplumsal dengesizlikler hala daha büyük bir sorun.

Diğer taraftan küçücük bir kızla yarım saat için arkadaş olmak benim için çok güzeldi. Aynen 19 yaşımda olduğum zamanlardaki gibi. Onunla kimi düşüncelerimizi paylaştık. Gençliğimde her kesimden , her yaştan insana ilgiyle yanaştığım  anları yeniden yaşadım.. Sizinle farklı bir yerde, farklı yaşta, farklı konumda olan bir insanla herhangi bir duyguyu, bir anı, bir fikri paylaşmanız mümkün.. Dahası da mümkün, her yaştan, her konumdan insanla arkadaşlık kurmak mümkün. Önemli olan iki insan arasında kurulan iletişimdir.

Ayrıca bu çocuk bana bugünkü aile yapısının karmaşıklığını hatırlattı yeniden. Her üç çiften ikisinin  boşandığı günümüzde ayrılan çiftlerin çocuklarının yaşadıkları sorunları düşündürdü bana . Kimileri için zor olan kırık hayatların yanında bir diğerleri için ayrılıkların bazen en iyi çözüm olabildiği gerçeğini de ....

Bir an tek başına bırakılan bir çocuğun saflığından yararlanabilecek insanların varlığı ise en korkutucusu.

Cuma sabahı, benim için çocuk olmanın saflığını yeniden hatırlamak güzeldi..çabucak sevebilen bir kalbin saflığını hatırlamak,  yabancı birine kolayca güven duyabilmek... dünyaya daha olumlu gözlerle bakabilmek ve insanlar hakkında sadece iyi şeyler düşünebilmek..



Batya R. Galanti




7 Kasım 2019 Perşembe

                                             Bizleri zehirleyenler!


 
Geçtiğimiz günlerde Israel medyasına yansıyan bir haber çok düşündürücü. Yuva çocuklarına yapılan testlerde çocukların idrarlarında yüksek miktarda fosfor görülmüş!!!  Neden?  Küçük çocukların idrarında gereksiz miktarlarda kimyasallar neden olsun?? Neler oluyor böyle?  Neden diye soruyorum ama aslında cevabı bildiğimi, cevabı hepimizin bildiğini biliyorum ..Bizi zehirliyorlar.  Hem de her taraftan zehirleniyoruz? Sonra neden bu kadar çok insan hasta diye soruyoruz!!  Doktorlar bir taraftan sürekli uyarıyorlar sebze ve meyve yiyin !!! Yesek ne olur yemesek ne olur??
Fast Food degil de sebzeler ve meyve yesek cpk farkeder mi gubun ? Kullanılan hormonlar ve ilaçlama maddeleriyle sebze ve meyveler bu kadar zararlı hale getirildikten sonra ne fark eder ne yediğimiz? Artık neyin daha zararlı olduğunu bile bilmiyorum..



Ben çocukluğumda meyveyi sebzeyi çok severdim. Aslında ben daha doğrusu yemeği severdim ama bugünkü fast food benim çocukluğumda minimum bir yer tutardı hayatımızda. Doğal yemenin önemi üzerine çok fazla telkin yapmaya bile gerek yoktu çünkü endüstriyel ürünler çok daha azdı. Sebzeler ve meyveler organikti. Türkiye'de o zamanlar var olan tek fast food dönerli sandwich'ti . Genç kızlığıma doğru ilk McDonald's şubesi Taksim'de kapılarını açtığı güne kadar yediğimiz yegane hamburger Şişli Abidei- Hürriyet Caddesi üzerindeki Kristal Büfe'nin kendine özgü hem çok lezzetli hem de  daha az endüstriyel hamburgerleri idi.


                                      Kristal büfe'nin kendine özgü hamburgeri


Döneri  ise   yaz aylarında İskele'de,  Cumartesi'den Cumartesi'ye yerdik. Ha bir de sandwich'in içini öyle çok fazla etle doldurmazdı dönerci. Bu konuda cimriydi hep satıcılar. Bir sürü paraya içi yarı boş şeyler verirlerdi elimize. İşin kısası öyle pek bolluk ülkesi olmayan bir yerde büyümenin başka iyi tarafları vardı belki de. Daha az fast food, daha az saçmalık yenirdi dışarıda. Sebzeler ve meyvelerde hormonlar, kimyasallar da pek yoktu bildiğim  Herşey organikti.  Bugün bolluk var ama yediklerimiz, içtiklerimiz çevremizdeki her şey suni ve zararlı maddelerle yüklü. Soluduğumuz havadan , giysilerimizdeki boyalara kadar, içtiğimiz sözde doğal içecekler ve elimizden düşmeyen iletişim aletleri vs... Komple bir tuzak gibi...

Annem sağlıklı beslenme konusunda  takıntıları olan bir anneydi. Masadan eti, sebzeyi ve meyveyi yemeden kalkmamız söz konusu değildi. Yemeği plastik kaplarda saklamaya ise daha o zamanlardan  sonuna kadar karşıydı. Teyzemin yazlıktaki evinde kullandığı melamin tabaklara özendiğim zaman annem bana cam tabak en sağlıklısıdır demişti.  Ve bu konularda bize devamlı konferans verirdi. Yani beslenme konusunda bilinçli büyütüldüm diyebilirim. Fakat bu tip şeylerin bugün ne önemi var? Şehirde yaşadığımız , süper marketlerden alışveriş yaptığımız müddetçe ne kadar sağlıklı olabilir bir insan?

Bugün çocuklarıma bakıyorum. Ben bu konuda ne kadar itina göstersem de onlara benim büyüdüğüm, benim beslendiğimi tarzda beslenmeyi çok fazla öğretemedim.  Mutfağa girip pratik  fakat elimden geldiğince lezzetli olmasına dikkat ederek hazırlamaya özen gösterdiğim  sebze yemeklerini  ( Otizmin etkisi ile ) oğluma ve inatçılığıyla yemekte çok problemli bir yapısı olan kızıma bugüne dek sevdiremedim çok fazla.  Bazen insanlar ters tepki verirler. 20 yaşını geçen kızım  daha yeni yeni bazı sebzeleri yemeğe başladı. Ona baktıkça bu çocuk nasıl böyle çıkmış olabilir  derim hep. Ben okuldan geldiğimde  annemin yemeklerini  ne büyük iştahla yerdim. Hatta okul arkadaşlarım bana sen nasıl bu kadar zayıf kalıyorsun diye sorarlardı hep. Ama bilmedikleri şey  ben sağlıklı beslenirdim ve tatlı çok yemez ve çok hareket ederdim.
                                                                                                                                                                   Bir diğer taraftan yuvalarda yapılan testlerde çıkan sonuçlara gore  sebze ve meyveyi daha çok tüketen çocuklarda fosfor maddesine daha yüksek miktarda  rastlandığına bakılırsa sağlıklı olmak için ne kadar yırtınırsak yırtınalım elimizden gelen çok fazla bir şey olmadığını  görüyorum. Bugün hiç bir şey eskisi gibi değil.

Geçtiğimiz senelerde , sebze ve meyveleri yetiştirenlerin kullandığı ilaçlama maddeleri hakkında ilk kez basında daha kapsamlı haberler çıkmaya başladığı zaman , eve getirdiğimizde satın aldığımız ürünleri  iyi yıkamanin ne kadar önemli olduğu üzerinde durulmaya başlanmıştı. Bense bu konuda internette yaptığımı aramalarımda en iyi temizliyicinin karbonat olduğunu okumuştum. Süperden aldıklarımızı buz dolabına koymadan on dakika karbonatlı suda beklettikten sonra fırçayla suyun altında yıkamak en iyi yol deniyordu. Tamam  bunu hala yapıyorum ama sebzenin, meyvenin içine giren maddeleri yok etmek mümkün olmadığına göre ne farkeder?

Kısacası, son yıllarda neden Otizm bu kadar arttı? Neden çocuklarda dikkat eksikliği sorunu eskisinden çok daha fazla?.. Neden bu kadar çok kanser vakaları var?  diye sormamıza gerek var mı acaba? Daha fazla ürün almak için, daha fazla para kazanmak için insan hayatını açıkça tehllikeye atanların umurlarında bile olmadığımız açık . Aynı şekilde tüm kurumları ve üreticileri denetlemekle  yükümlü olan mercilerin,  kısaca devletlerin bire bir suçlu oldukları, bizi zehirleyenlerle suç ortaklığı yaptıları ortada
Kullandığımız şeylerin , tükettiklerimizin  sadece insanların değil dünyanın da sonunu getirdiğini artık açıkça görüyoruz.




Batya R. Galanti



4 Kasım 2019 Pazartesi

                                                  DOSTLUK SOFRASI




Cuma akşamlarının bambaşka bir  özelliği vardır. Yahudi Dininde Şabat günü aileyi bir araya getirmenin büyük bir önemi vardır. Her cuma gecesi bir bayramdır bizde. Hatta Yahudilikte Şabat en kutsal gün sayılır. Şabat sofrasında  Hala'nın ( Özel Şabat ekmeğinin  )  şarapla beraber kutsanmasıyla yenen yemekte çoğu zaman tüm aile bireyleri biraraya gelir.  Şabat günü masanızın çevresine sizinle birlikte yemeğinize iştirak edecek insanlar Şabat'ın anlamını pekiştirir. . Bu bir Yahudi geleneğidir.

Geçen Şabat akşam annemi alıp bize yemeğe getirmek için yola çıktım.. Yolda radyo'da bir program dinliyordum. Kimi, İspanyol ezgileri, bazı Yunan müzikleri, Latin,  Jazz ve bilimum farklı şarkıların çalındığı sakin , dinlendiren bir haftasonu programı. Dünyanın farklı yerlerinden, farklı kültürlerden çok farklı melodiler dinleten yapımcının hazırladığı bir saatlik yayın fonda yol boyu bana eşlik ediyordu.. Arada kimi ilginç hikayelerini yayında programa çıkarak dinliyicilerle paylaşanlar vardı..

Radyo televizyondan daha güzeldir aslında..Daha tatmin eden bir yönü vardır bence; çünkü dinlediğinizi beyninizde canlandırmak için size de bir pay bırakır. Kitap okurken aklınızda canlandırdığınız sahneler gibi yine sizin düşsel yönünüzü kısmen harekete geçirir radyo da.

Annemin evine bir kaç kilometre kala bir genç adamın anlattığı hikaye beni çok heyecanlandırdı. Biri Arap diğeri Israelli iki ailenin dostluğu ile ilgili bir hikaye bu.   Gerçek bir  hikaye.. Kimi yönleriyle burukluk yaratırken bir diğer taraftan bu dünyanın sanıldığından çok daha iyi insanların yaşadığı bir dünya olduğunu da anımsatan, duygu dolu bir hikaye ..  Ve böylece kendi hikayesini anlatan adamın sesindeki heyecan  bana yeniden bir şeyleri de birlikte düşündürdü.. Mesela geçtiğimiz günlerde anlattığım kimi şeyler aklıma getirdi .  Arap  Israel ilişkileri hakkında. Kimi insanların hesapsız nefretini düşündüm. Bazen iki tarafta var olan kimi sonsuz düşmanlıkları,  ön yargıları ve aslında insanların bilmediği bir çok  dostlukların var olduğunu ama buna rağmen dünyanın dört bir ucundaki insanların burada her Israellinin ya da her Arabın karşılıklı birbirlerini boğazlamakla meşgul oldukları fikirlerinin ne kadar etkili ve yanıltıcı bir propaganda gibi olduğu gerçeğini hatırladım. bunun bir anlamda kısmen doğru tarafları olduğunu da farkettim .. Ama tüm bu düşmanlıkların yanında yine de  hesapsız sevginin de var olduğunu yeniden gördüm ..bunların hepsi var. Ama hiç bir tanesi tek başına bir gerçek değil. Hiç bir şey beyaz ve siyah değil .  Hayat farklı tonlarda , insanlar da öyle.. Nefret var, dostluklar var.. Kötülerin yanında çok iyi insanlar var..

Radyo'da dinlediğim hikaye ise şöyle... Bundan otuz ya da kırk yıl evvelinde başlayan hikaye Gazze yakınlarındaki küçük bir  Israel yerleşim yerinde geçmiş... Bir Şabat gününe doğru  Yahudi bir baba ve oğlu, çıktıkları  alışverişte araba yolda kalıveriyor.  Sderot şehri civarında yaşayan mütevazı bir aile bu.  Eski araba bir anda yolda fire verince çekici çağırıp arabayı en yakın araba tamircisine götürüyorlar. Araba tamircisi , Gazze'de ikamet edip, Israel'de iş yeri olan bir Arap..onun da kendi ailesi, bir işi ve yine iyi kötü kendi şartlarında götürdüğü bir hayatı var. O gün iş yerinde yanında küçük oğluyla berabermiş .  Israelli adamın arabasını bir çırpıda tamir ederken aralarında sıcak bir iletişim oluşunca, otomobil tamircisi ; " Boş ver parayı diyor, şimdi öğle saati, benimle oturun da birlikte güzel bir yemek yiyelim daha iyi !" diyor ve Israelli genç adam küçük oğlu ile birlikte kurulan sofraya misafir oluyorlar..



Bazı dostluklar bir anda oluşur.  Hesapla, kitapla ilgisi olmayan şeyler vardır insan ilişkilerinde. . O da iki kişi arasında doğan anlık dostluklardır.  Bu iki insan o gün doğan arkadaşlıklarını bir zaman sürdürmüşler. Ve iki çocuksa her buluştuklarında birlikte top oynamışlar.. Arap çocuğun adı Sadi idi diye anlattı. O çocukken , her seferinde kalesine gol sokmaya çalıştığı yaşıtı küçük arap dostunu yıllarca görmemiş bir zaman sonra. 2005'ten sonra ,  Hamas'ın başa geçmesiyle  Israel ile durumun iyice bozulmasından sonraysa iki ailenin iletişimleri tamamen kesilmiş.  Taa bundan bir buçuk yıl evvel Israelli adamın telefonu bir gün çalana dek.. Karşımda ağır bir arap aksanıyla konuşan kişi adımı söylediğinde sesini tanımadım dedi. Bana , ben X'in oğluyum deyince şaşırdım " . İsmi Sadi olan bu kişi, çocukluğumda birlikte oynadığım çocuktu. Sadi ona; " Babanı kaybettiğini duydum ! " deyince..... " Evet ama bir yıldan fazla oldu demiş. "Ya peki senin baban nasıl ? " diye soruncaysa  bu kez Sadi ona  babasının Israel'in 2014'te Gazze'ye yaptığı operasyonda öldüğünü söylemiş.  " O an ne diyeceğimi  bilemedim!",,,,.  Böyle bir durumda söylenebilecek ne var?  Terörün, kimi kötü insanların yaptıklarının cezasını çeken masumlar için ne kadar özür dilerseniz kelimeler yeter mi? Israelli genç adamın en son dileyeceği şey çocukluğunda onları hiç tanımadığı halde sofrasında ağırlayan insanın bu şekilde ölmesiydi mutlaka. Sadi'nin eski Israelli dostundan bir isteği vardı ve bu telefonu son çare olarak ona açıyordu. Oğlu çok hastaydı ve ameliyatı için gerekli dört bin doları ona çevresinde temin edebilecek kimsesi yoktu ve çocukken birlikte top oynadığı İsraelli dostu onun son ümidiydi.  Radyo'da hikayeyi anlatırken çok heyecanlanan adam, isminin bilinmesini istemedi.
O gece bu ricayı yatağımda düşündüm. Benim için de küçük bir miktar sayılmayacak bu parayı vermek kararı içinde bocalarken aynı gece rüyama giren babamın bakışlarında gördüğüm , " Beni hayal kırıklığına uğratma lütfen ! " mesajı ile birlikte sabah ilk iş banka hesabımdan gereken miktarı Sadi'nin hesabına geçirdim ve bir daha o parayı düşünmedim ve kimseye bugüne dek bu olayı anlatmadım dedi. Eşim dahi bunu bilmedi. Altı ay sonra bir sabah posta kutumda isimsiz bir sarı zarf buldum . İçinde dört bin dolar vardı! ....

Size bir kez açılan dostluk kucağını, kurulan bir sofrada size verilen dostluk yemeğini unutmak mümkün mü? Yahudi olsun, Arap olsun, dini ya da rengi ne olursa olsun kendi elinizle hazırladığınız yemeği bir başkasıyla paylaşmanın mutluluğunu kelimelerle tarif etmek mümkünmüdür? Dostluğun anlamını bilen hiç kimse böyle bir şeyi unutmaz. Bundan daha önemlisi ise yıllar sonra size ihtiyacı olan kişiye sessizce elinizi uzatmaktır. İyi ki iyi insanlar var, iyi ki birbirini hiç unutmayan dostlar var,, Iyi ki böyle hikayeler var.




Batya R. Galanti








30 Ekim 2019 Çarşamba

                       Tarihi olumlu yönde değiştirecek nesiller yetiştirmek  ! 




Geçtiğimiz günlerde Israel ile ilgili bir haberin altına yazılan bir yazıya çok uzun yıllardan sonra ilk kez yorum yapmak ihtiyacı duydum.. Öğretmen olduğunu iddia eden kişinin yazdıkları aynen şu şekildeydi; "  Mesela geçenlerde Yahudilerin Müslümanlara ihanetini ve Filistinli insanlara olan katliamlarını öğrencilerime anlattım  Hepsinin gözlerindeki kini görmeniz lazımdı. Biz boş durmayacağız. Bir Filistinli çocuk öldürürsünüz, bin Filistin ruhlu çocuk yetiştiririz...."
Savaşlar acıdır..hele masum insanların ölümleri çok acıdır.  Bir çocuğun, bir bebeğin ölümü büyük bir faciadır. Ortadoğu'da da olsa Amerika'da da olsa çocuklar sadece yaşamayı hakkediyorlar. Fakat bunun için öncelikle onları nasıl bir  dünyaya getirdiğimiz önemlidir. Onlar için sağlıklı, güvenli ortamları yaratmak büyüklere düşen birinci göirevdir.
Bir öğretmenin Türkiye'de bugün ders saatleri içinde çocukların beyinlerini nefret dolu politik sloganlarla doldurması sanki doğal bir seymiş gibi görünüyor. Ders saatlerinde normal bir eğitim programı içinde yer alması gereken bilgilerin yerine öğretmenlerin çocuklara verdikleri şeyler bunlar ise vay Türkiye'nin geleceğine diyorum.  .
Çocuklara ne verirseniz onu alırlar. Bilgi verirseniz, öğrenirler, gelişirler, yetişkin birer insan olduklarında ait oldukları toplumu daha ileri götürecek itici güç haline gelirler. Ya da siz onları kirli propagandalarla, savaş sloganlarıyla ,kinle, nefretle, intikamla büyütürseniz onların eline vereceğiniz tek şey savaşmak için daha fazla silahtir.  Gelişmiş Devletlerin, Ortadoğu Ülkelerini bugüne kadar sömürebilmelerindeki sebep te budur.

Dün oğlumun okulunda bir randevuya gittim.  Tam tenefüs saatiydi.  Oğlumun okulu Rishon'daki devlet okullarından biri. Israel'de çocukların büyük bir bölümü  devlet okullarında okur . Sisteme göre nerede yaşıyorsanız en yakınınızdaki okulda eğitim görürsünüz. Oğlumsa otistik çocukların normal çocuklarla birlikte eğitim gördüğü bir okulda okuyor.


Öğretmen bana Öğretmenler Odasında olacağını söylemişti. Kocaman binanın,  cıvıl cıvıl çocuklarla, gençlerle doldurduğu ön bahçesindeki kapıdan içeri girdim.. Burada bulunduğumuz dördüncü yılda artık okulu gayet iyi tanıdığım için, nereye gideceğimi iyi biliyordum. Öğretmenlerin odası rengarenk bir odadır . Renkli masalar, renkli duvarlar, bilgisayarlar, bir yanda büyük bir kitaplık.. Yani bildiğimiz, klasik, modern bir eğitim yeri.. Her öğretmenin elinde dosyalar, çantaları..bir çoğu bir sonraki derse hazırlanırken...kimileri bir şeyler atıştırıyor. Bir diğerleri sohbet ediyor ve herşeyden önce bunca öğrenciye eğitim veren büyük bir eğitim kadrosu göze çarpıyor..  Çok kalabalık bir ortam..kimi öğrenciler, öğretmenleri arıyor kapı ağzında.. Birisi hemen yanımda seslendi kapıdan Yael! diye.. Öğrenciler öğretmenlerini sadece ve sadece isimleriyle çağırırlar Israel'de.. Hocam, Madame, Monsieur  ya da İbranice karşılığı olan Giveret, Adoni..bunlara gerek yok.. Aralarındaki yaş farkı, seviye farkı ne olursa olsun sadece isim kullanılır burada. Bu da Israel'in formalitelerden çok uzak olan toplum yapısının yansımalarından biri. Bu tip konularda son derece liberaldir Israelliler.. Liberal ve resmiyetten uzak.. Belkide böyle olunca, insanlar daha rahat, daha az formel, gençler ne düşündüklerini söylemekten çekinmiyor. Ve bu da toplumun ilerlemesinde çok etkili bir özellik diye düşünüyorum.

Dün okulda Gal'e bu sene psikolojik destek verecek iki eğitimciden biriyle görüşmeye gittim. Bu egitmenin amacı ona sanat yoluyla duygusal eğitim ve rehberlik vermek .. Bunun dışında ince motorik gelişimi için ayrıca verecekleri terapiler de görecek Gal yeniden , her sene olduğu gibi...

Israel, Otistik çocukların eğitimi üzerinde bir çok ülkeye gore donanımlı bir sisteme sahip. Rishon Le Zion şehri de ayrıca Israel genelinde iyi bir konumda ki bu da  bizim için  ayrıca bir şans oldu.
Oğlumun sınıfında sadece beş çocuk eğitim görüyor.  Israel'deki otistik sınıflar altı öğrenci ile sınırlandırılmış. Ve bu sebeple aldıkları eğitim  daha kapsamlı . Her otistik sınıfta iki öğretmen ve iki yardımcı görev alıyor . Farklı derslere ayrıca farklı öğretmenler giriyor.  Bu şekilde çocuklar neredeyse teke tek bir ilgiyle , maksimum bir itinayla eğitim görme şansına sahipler.   Ayrıca her birinin kendi öğrenim kapasitesine göre  öğretmen özel bir eğitim programı izlemek durumunda .  Birinin öğrendiği matematik diğeri ile aynı değil.  Tüm bu eğitim konuları dışında sistem  bu çocukları dış dünyayla kaynaştırmanın yollarını da arıyor .. Sadece okulun içinde değil.  Onların diğer sınıflarla ortak dersler görmeleriyle bitmiyor bu çaba .. Otistik çocuklara hayat içinde , farklı durumlarda nasıl davranmaları gerektiğini dahi öğretiyorlar. Yeri geldiğinde hep birlikte otobüse binmek,  bir cafe'de birlikte oturup bir şeyler yiyip içmek, süper markete gidip bir şey satın almak ve bu şekilde normal bir kişinin gün gün karşılaştığı durumları onlara uygulamalı olarak öğretip  onların özgür bireyler olabilmeleri için yardımcı olmak....

Eğitim önemli..en önemlisi de doğru eğitim önemli.. Çocuklara matematiği, hayat bilgisini öğretecek öğretmenlerin olması önemli.  Fakat daha da önemlisi . sistemin çocuğu sevgiyle sarması önemli..kendinden emin nesiller yetiştirmek için...ileriye bakan, düşündüğünü korkmadan söyleyen, kimi şeyleri değiştirmek için donanımlı nesiller yetiştirmek önemli. Toplumları daha iyiye götürecek nesiller önemli..kafaları gereksiz şeylerle doldurulmuş robotlar yerine gerçekleri gören, kavrayan gençler yetiştirmek önemli..Doğruyu yanlıştan ayırabilecek insanlar yetiştirmek önemli.. farklı olanların da dünyaya verebilecek çok şeyleri olabileceğinin bilinciyle büyütülen çocuklar yetiştirmek önemli ,.. akıllı insanlar yetiştirebilmek önemli ..Sevgilerini dini, dili, rengi farketmeden her insana vermeye hazır bireyler yetiştirmekse her şeyden bin kat daha önemli. Tarihi olumlu yönde  değiştirecek nesiller yetiştirmek sadece bu yollarla mümkün.

Oğlum ile birlikte çıktıgım yolda, Israel'de devletin gösterdiği çabaları daha da yakından izleme fırsatım oldu ve oluyor. Tüm savaşlara ve problemlere rağmen, çocukları eğitmek için harcanan çaba herşeyin üzerinde.  Gal gibi  binlerce otist çocuğu devlet kucaklıyor ve topluma kazandırmak için elinden geleni yapıyor. Hala daha gidilecek yol büyük te olsa.

Sadece doğru temeller üzerine oturtulmuş toplumlarda aydınlık bir geleceğin doğru eğitimle yetişmiş nesillerle mümkün olduğu bilinci vardır..

Israel hakkında anlattığı hikayelerle eğittiği talebelerin beyinlerine zehirli fikirler aşılayan
" Öğretmen " ise Ortadoğu'nun ortasındaki tek laik ülke yerine yeni bir İran'ın doğuşunu müjdelermişçesine  hisler uyandırıyor  bende....karanlık ve belirsizlikler içinde..



Batya R. Galanti

16 Ekim 2019 Çarşamba

                                   
                                     EFENDİLER VE HİZMETKARLAR
                     


            Saat daha altı buçuğu gösterirken, gün daha başlamadan ilk iş köpeği indirmek lazım. Tasmayı aldım elime, Pitzi fır dönüyor, çok mutlu. Benimse gözlerimi açık tutmam bile zor sanki. Tam uyanamadığımdan sanki gördüğüm rüyanın içindeymişim gibi bir hisleyim daha. Asansörden indiğimda ise karşımda günün daha ilk ışıkları şehri aydınlatmadan işine başlamış olan temizlikçi  bayanı gördüm . Buraya ilk taşındığımız günlerden yani yaklaşık yirmi senedir aynı yerin temizliğinden sorumlu, bugün elli yaşlarında olan Rus temizlikçi bayan. Hemen biraz ileride yere koyduğu " Dikkat Kayma Tehlikesi" panosunun arkasında elinde tuttuğu sopasıyla bezi ileri geri çekerken kendisinin ancak duyabileceği bir şarkı mırıldanıyor . Yanından geçerken ona günaydın dedim. Aynı melodili tarzda , adeta şarkının devamı imiş gibi çıkardığı " Günaydın! " sözüyle sanki;
" Hayat bu zor işe rağmen yine de güzeel!" der gibiydi.
İttiğim kapıdan , bizi bekleyen yemyeşil bahçeye doğru çıkarken yine aklıma bir şey geldi benim.. Hani gördüm ya Rus kadının elindeki temizlik için kullandığı o sopayı, işte o görüntü bana bir şeyleri anımsattı yine ... Sainte- Pulcherie yıllarından kimi hatıraların arasından bir şey bu... Kimi gözüme takılan, zihnime yer etmiş teferruat gibi gelse de düşündürecek yönleri olan şeylerden.. Her gün okul çıkışı . sınıftan merdivenlere doğru hızla fırlarken,biz çocukların evimize  döndüğümüz o anlarda, okulun o eski binasının geniş koridorlarınını döşeyen  kahve tonlarındaki tuğla taşları ile mermer merdivenleri silmeye konulmuş, o başı örtülü köylü kadın aklıma geldi. Kocaman binanın tüm tabanıyla, merdivenlerini  ( yanlış hatırlamıyorsam tek bir kadındı ) silmeye konulmuş bir kadın...
Eh bunda ne var?  desem. Her toplumda bir üst sınıf insanlar, okumuş kişiler ve işçi sınıfı mevcuttur. Bunlar doğal şeyler.. Yüksek öğrenim görmüş kişiler masa başında çalışır, eğitim almamış insanlara da toplumdaki daha el emeği, fiziksel güç gerektiren kimi işler kalır yapacak. Tabii bu ayırım her defasında bu kadar net ve kesin değilse de ( ki eğitim almadan  zekaları, ya da becerileriyle çok yüksek yerlere gelmiş insanlar mevcut )  genel olarak bu şekilde yürür toplumdaki iş bölümü..
Bu da doğanın kendi adaleti gibi. Kafası çalışan ( şansı da varsa ) mühendis olurken, bir diğeri fabrikada kutuları doldurur. Ve bir toplum birbirini tamamlayacak şekilde böylece döner....

Okulda yerleri silen kadınla ilgili aklımda kalan sorun , "dizlerinin yerlerde oluşu"  idi.

Kocaman bir binayı baştan aşağı temizlerken kadın yerlerdeydi hep. Biz küçük kızlar onun yanından geçerken o bize yerden bakıyordu.. Elindeki arap sabunu ile bezini yıkarken hiç bir insanın hak etmediği bir aşağılanmanın doğal bir parçasıydı o kadın. Sanki o an o herkesten aşağıdaydı.  Bu şekilde işini yaparken bedeninin çok daha fazla yıprandığı gerçeği ( ki bu korkunç bir şey bence)  bir kenara insanın kişiliğini yerle bir eden bir düzenin içindeki bu insanın kabul etmek zorunda bırakıldığı kaderiydi bu, çocukluğumdaki Türkiye'de ...
Çok mu zordu acaba  bir temizlik işçisinin bu şekilde yerleri silmek yerine eline insan gibi bir sopa verilmesi. Gereksiz şekilde yıpratılmaması .  Çok büyük bir teknolojimiydi bu?? Ama sanırım gerçekten toplumu yöneten kesimin tercihiydi bu durum. Kimse birilerinin hakları için savaşmayacak kadar kendisiyle meşguldü. Toplumun üst tabakasındaki bireyler statülerinden memnundular. Çünkü bu öyle bir rejimdi ki kimilerini bey gibi yaşatıyordu.. Bir diğerleri ise haklarını savunamayacak kadar güçsüzdüler. Eziktiler...Birileri hep yukarıda bir diğerleri hep aşağıda idi..
Birileri  Beyefendi idi, Abi idi, Aman efendim , Canım efendim idi bir diğerleri ise.. Git getir bakayım idi.. Hadi ne duruyorsun du.. Zengin havyar yerken , fakir en temel haklarından çoğu zaman yoksundu..
Böyle olunca bize gelen temizlikçi kadınlardan da hayatımda duymadığım kadar drama duyardım. Parasızlık, eğitimsizlik, töreler onların hayatlarını kat kat zorlaştırırken , bu toplumda büyüyen kişiler de çoğu zaman bu farklılıkları, olan düzeni doğal olarak kabul ediyordu. Çoğu zaman kimsenin umurunda değildi  eşitsizlikler. . Çünkü bu bir tarafın hep işine gelirken diğer taraf kaderini kabullenmiş gidiyordu bu hayat. Belki de bugün hala bu böyledir. Yoksa hala Erdoğan bu kadar dolandırdığı bir toplumu pervasızca yönetmeye devam edebilirmiydi bugüne dek??

10 Ekim 2019 Perşembe

BİR YOM KİPPUR'UN ARDINDAN




Yirmi üç yıldır geldiğim bu ülkede geçirdiğim  Kipurlar'dan bir tanesini daha geride bıraktık. Ve önümüzde, bir kaç gün sonra başlayacak olan Suka'lar bayramı olan Sukkot var.. Bir bayramdan diğerine , hayatımıza katılan ufacık ya da belki kocaman anlamlarla geçen hayat işte bu..

Bu ülkeye ilk geldiğim günlerde buraya attığım göçmen adımımdan çok memnun olan annemin çocukluk arkadaşının bana övüp bitiremediği şeylerden bir tanesi de Yom Kippur günün Israel'deki güzelliği idi.

Her insanın hayatta kimi olaylara, kimi kavramlara, ve bayramlara verdiği değer ve bakış açısı bir birinden farklıdır.  Kimisi için bayramlar en değerli şeylerdir, bir diğeri için tüm bunlar  birer saçmalıktır

Türkiye'den Israel'e geldiği ilk günden beri burada kazandığını hissettiği özgürlüğün, bayramları yaşarken çocukluğunda hiç tatmadığı şeylerin onu hayatının ileriki yaşlarına kadar etkilemesiydi bu annemin arkadaşının sesindeki, anlatımlarındaki yoğun heyecanı; aradan geçen onlarca seneye rağmen .. Bir çok yahudinin bu ülkeye geldiğinde hissettiği seydir bu..



Ve gerçekten bu ülkede geçirdiğim ilk Kippur gününü unutmam. Hayatımda böyle bir şeyi hiç görmemiştim. 24 saat için Israel susmuş ve tüm meydanlar , sokaklar sadece çocuklara kalmıştı..
Çoğu insan oruç tutsa da tutmayanların da kendilerini saklamak gibi bir kaygıları yoktu. Ancak
Israel'de tüm halkın bu güne gösterdiği saygı sonuçta sadece buraya ait bir gelenektir.
Kimseye oruç tutmadığı için ceza verilmesi söz konusu olmasa da, her insanın kendi evinde ne yaptığı sadece onu ilgilendirse de , sokakta çocuklar ve kimi büyükler bütün ülkeyi baştan aşağı bisikletleriyle doldurduğu bu gün  Israel'in bir Yahudi ülkesi olduğunu en keskin hatlarıyla kanıtlar.
Israeli  laik bir ülke olarak adlandırmanın mümkün olmaması da onu diğer tüm ülkelerden ayıran bu özelliğidir. Yahudilere bir yuva olması amacıyla kurulan bu ülkenin bu kimliğini koruması  geleneklere ve Yahudi dinine  olan saygısıyla mümkün kılınmıştır. Bu çerçevede  Yahudi dininin gereklerini bir şekilde yerine getirmekle yükümlü kalan  devlet, tüm bunların yanında kurulduğu ilk günden seçtiği sistem olan " Demokrasi " yi , insan hakları ve özgürlüklerini de birlikte uygulamak zorundadır .  Bu çerçevede sınırları içinde yaşayan azınlıkların da  dinlerini istedikleri gibi yerine getirmelerini sağlarken , Israel'de  kimse inanmadığı bir şeyi  tatbik etmek zorunda değildir .

Geçen akşam her yıl olduğu gibi saatler dördü bulduğunda yavaş yavaş etrafa bir sessizlik çökmeye başladı. Oruca doğru hazırlıklara dalan halkın terk ettiği  sokaklar yavaş yavaş arabalardan  boşalırken kendi kendime normal bir günde sessiz sandığım evimin  bile  hayatın normal akışı içinde düşündüğümden çok daha fazla vızıltı ve seslerle dolduğunu yeniden hatırladım.


Son hazırlıklar tamamlanıp, masaya serilen beyaz örtünün üzerindeki rengarenk yemek takımı ve her yıl yenen klasikleşmiş Kipur menümüz  ve inadına hiç olmayan iştahım..... Neyse ben zaten son yıllarda orucu tamamen  kestim. Sağlığımı son derece etkilemesinin ardından Tanrının benden beklediği şeyin bu olmadığından emin olduğum gün oruç tutmayı bıraktım. Sanırım benimle onun arasında geçen yoğun konuşmalarımız ve kendime özgü bir çok düşüncelerim ve Tanrının bana soracağı hesapların içinde neler olup olmayacağı hakkındaki bir çok soru işaretlerim..... beni affetmesini dilediğim sadece Kipur günü değil belki de haftada bir dilediğim özürler bu günü benim için eskisinden çok farklı kılıyor. Tanrıya inancımın şekli bir çoklarınkinden farklı olsa da geleneklere olan bağlılığım ( ki bu bağlılık aile kavramını yaşatmanın en temel yolu) ve sevgim yine de bayramları bir şekilde yaşatmaya devam etmemin en temel sebebi....



Yemek bitip kahvemizi de içtikten sonra caddeleri gözlemlemeye başladım tekrardan.. Saat beşi geçtiğinde tek tük kalan son arabalarla birlikte çocuklar bisikletleriyle yavaş yavaş sokakları doldurmaya başlamışlardı bile.. Televizyon ve diğer elektrikli aletlerin hepsini bir kenara bırakmamızın ardından tüm aile üyelerinin biraraya gelişimizle başlayan sohbetimiz Kipur'un  özelliklerinden biri. Diğer hiç bir günde olmayacak kadar fazla olan sohbet imkanımız .. Hayatı bin bir yönüyle tartışmak ve dışarıda çocukların çığlıkları dışında hükmeden sessizliği dinlemek için kaçırılmaz bir fırsat bu..

Ertesi sabah erkenden dışarı fırlayan oğlum son günlerde yeni yeni kendi başına olmanın özgürlüğünü yaşıyor. 15 yasına geldiği günlerde ancak kavuştuğu özgürlüğü yaşamanın. Korkmadan , kimseye ihtiyaç duymadan dışarı çıkmak. Ve Kippur günü onun için büyük bir fırsat bu açıdan.. Hepimiz büyük bir tembelliğin içine gömülüvermişken  o aşağıda diğer çocuklar gibi arkadaşıyla buluştu dün ilk kez.  Tek başına!

Bense köpeği alarak indiğimde hala bitmeyen sıcağın, kızgın güneşin altında gezerken yaşlı bir kadın birden yanımda durdu ; " Evime daha yürüyeceğim mesafe çok fazla ve müziksiz bunu yapmam pek eğlenceli olmayacak ve nedense You Tube ekranımdan  yok oldu anlamadım neden ! " dedi . Yardımcı olurmusun ? . Umarım olabilirim dedim ve elime tutuşturduğu telefona bakmaya başladım..You Tube yoktu.. " Sana tekrar Application'u indireyim mi? " diye sordum.  Tamam dedi. Sağol.

Israelliler çok rahat insanlardır. Hele çocukluğumda alışkın olduğum Türk usulü hayatın ardından geldiğim bu ülkede insanların hesapsız serbestliğine alışmam biraz zaman aldı ama tüm çekingenliğim ve yeterinden fazla nezaketime rağmen  onların rahatlığına bir zaman sonra alıştım.  Yırtık bir insan olmak  bu ülkenin ilk kurallarından biridir . Hiç bir şeyden çekinmemek lazımdır burada . Yaşlı bir kadın olsun ya da çocuk, herkes son derece kendilerinden emin görünürler. Bu bazen alışkın olmayana ters gelir. Kaba saba gelir kimi davranışlar. Savaş ülkesi oluşu, yüz yıllar boyu bir yaşam mücadelesidir bu belki , hayatta kalmak için verilen savaşın sanki bir sonucu gibidir bu. Dışarıdan sert görünen içlerinde ise çok farklı kişilikler keşfedeceğiniz  bir çok insan tanırsınız bu ülkede..

Yaşlı kadına application'u indirirken bana sordu; " Oruç tutuyormusun? " Yok dedim. O da " Aman boş ver bizim için Yeruşalayim'de tutan çok var " deyiverdi ..ve bana doğru şöyle bir bakıp sağol kelimesini ağzında geveleyerek yoluna devam etti...

Akşam olup orucu,  üzerini şöyle hafif tuzlayarak yediğimiz yağlı ekmekle açıp içtiğimiz hafif bir çorbadan bir buçuk saat sonra yeniden başlayan televizyonda haberleri dinlemek için koltuklara geçtiğimizde ,  Almanya'da Kippur günü yapılan terörist saldırıyı duyduk. Neo -Nazi bir genç Halle kentinde bir Sinagoga girmeğe çalışmış.  Başaramayınca etrafta gördüğü iki Yahudiyi gözünü kırpmadan vurmuş. Yahudilerin en kutsal gününü seçmiş kendinden başka hiç kimsenin yaşam hakkı olmadığına inanan faşist! Bu son aylarda bu bize karşı  gerçekleşen ikinci saldırı. Bir kaç ay evvel Pittsburg'ta da oldu. Eğer içeri girebilmeyi becerebilseydi elindeki makineli tüfeği ile Kippur gününde kaç dua aden Yahudiyi katledebilecekti kim bilir??



Amerika'da, Almanya'da, Yeni Zelanda'da ve dünyanın her köşesinde , özellikle Batılı ülkelerde yabancılara nefret yeniden gündemde . Özellikle Yahudiler yeniden liste başındalar.

Yaşam devam ettikçe insanoğlunun üstünlük kompleksi, insanoğlunun içindeki o ölmeyen canavar hep var olacak gibi görünüyor . Bu bir hastalık bence . Ve durum böyle olunca insanın aklına gelen birinci şey her milletin, her dinden insanın kendi yuvasından başka yerde yeri olmadığı gerçeği.. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler..Sarışınlar, esmerler, zenciler sarı ırk ve diğerleri ..her insan kendine ait bir yuvada yaşamalıymış gibi görünüyor bu durumda. Herkes sadec  kendi evinde yaşamalı gibi sanki!  Sanırım kozmopolitlik kavramı aslında bir rüyadan ibaret. Çünkü insan yapısının özündeki ayırımcılık farklıların birlikteliğine pek müsait . Sonunda mutlaka bir problem çıkıyor.

Bir Yom Kipuru daha geride bırakırken Antisemitizmin yeniden yükselen sesi insanı korkutuyor. Antisemitizm ve Anti olan herşey korkutucu.  Zaten bir süredir büyük savaşlara  ara veren Batı yeniden yavaş yavaş bir çok problemle mücadele etmeğe başlamışken..dünyanın her köşesinde insanş endişelendiren olaylar vuku bulurken yarın için çok umutlu olmak zorlaşıyor. Kapımızda Suriye'ye giren Türkye ordusunun haberi.. Kürtleri bir anda kendi kaderleriyle baş başa bırakan Amerikanın ne yapmak istediği belli olmayan politikaları. Bir yanda Faşizmi, Antisemitizmi , ayırımcılığı her fırsatta kınarken bir diğer tarafta fikir özgürlüğü ve  demokrasi palavralariyla ülkelerinde yükselen  Neo Nazi akımlara sesini pekte çıkarmayan Avrupa ve Amerika...

Tanrının dünya insanlarına akıl, vicdan vermesini diliyorum.. İnsanlığın doğru yolu bulması için bir kez oturup ta düşünmesini diliyorum. Dua ederken sadece kendimizi, kendi ailemizi, kendi çocuklarımızı değil " herkesi " hatırlamamızı diliyorum. Sevginin " başka" sını dışlamadığımız bir versyonu daha olduğunu hatırladığımız , barışın utopia olmaktan çıktığı günleri diliyorum .

 Dilemek bedava :)

Her bir insan için yaşanır bir dünya olması için dua ediyorum !



Batya R. Galantı