16 Ekim 2019 Çarşamba

                                   
                                     EFENDİLER VE HİZMETKARLAR
                     


            Saat daha altı buçuğu gösterirken, gün daha başlamadan ilk iş köpeği indirmek lazım. Tasmayı aldım elime, Pitzi fır dönüyor, çok mutlu. Benimse gözlerimi açık tutmam bile zor sanki. Tam uyanamadığımdan sanki gördüğüm rüyanın içindeymişim gibi bir hisleyim daha. Asansörden indiğimda ise karşımda günün daha ilk ışıkları şehri aydınlatmadan işine başlamış olan temizlikçi  bayanı gördüm . Buraya ilk taşındığımız günlerden yani yaklaşık yirmi senedir aynı yerin temizliğinden sorumlu, bugün elli yaşlarında olan Rus temizlikçi bayan. Hemen biraz ileride yere koyduğu " Dikkat Kayma Tehlikesi" panosunun arkasında elinde tuttuğu sopasıyla bezi ileri geri çekerken kendisinin ancak duyabileceği bir şarkı mırıldanıyor . Yanından geçerken ona günaydın dedim. Aynı melodili tarzda , adeta şarkının devamı imiş gibi çıkardığı " Günaydın! " sözüyle sanki;
" Hayat bu zor işe rağmen yine de güzeel!" der gibiydi.
İttiğim kapıdan , bizi bekleyen yemyeşil bahçeye doğru çıkarken yine aklıma bir şey geldi benim.. Hani gördüm ya Rus kadının elindeki temizlik için kullandığı o sopayı, işte o görüntü bana bir şeyleri anımsattı yine ... Sainte- Pulcherie yıllarından kimi hatıraların arasından bir şey bu... Kimi gözüme takılan, zihnime yer etmiş teferruat gibi gelse de düşündürecek yönleri olan şeylerden.. Her gün okul çıkışı . sınıftan merdivenlere doğru hızla fırlarken,biz çocukların evimize  döndüğümüz o anlarda, okulun o eski binasının geniş koridorlarınını döşeyen  kahve tonlarındaki tuğla taşları ile mermer merdivenleri silmeye konulmuş, o başı örtülü köylü kadın aklıma geldi. Kocaman binanın tüm tabanıyla, merdivenlerini  ( yanlış hatırlamıyorsam tek bir kadındı ) silmeye konulmuş bir kadın...
Eh bunda ne var?  desem. Her toplumda bir üst sınıf insanlar, okumuş kişiler ve işçi sınıfı mevcuttur. Bunlar doğal şeyler.. Yüksek öğrenim görmüş kişiler masa başında çalışır, eğitim almamış insanlara da toplumdaki daha el emeği, fiziksel güç gerektiren kimi işler kalır yapacak. Tabii bu ayırım her defasında bu kadar net ve kesin değilse de ( ki eğitim almadan  zekaları, ya da becerileriyle çok yüksek yerlere gelmiş insanlar mevcut )  genel olarak bu şekilde yürür toplumdaki iş bölümü..
Bu da doğanın kendi adaleti gibi. Kafası çalışan ( şansı da varsa ) mühendis olurken, bir diğeri fabrikada kutuları doldurur. Ve bir toplum birbirini tamamlayacak şekilde böylece döner....

Okulda yerleri silen kadınla ilgili aklımda kalan sorun , "dizlerinin yerlerde oluşu"  idi.

Kocaman bir binayı baştan aşağı temizlerken kadın yerlerdeydi hep. Biz küçük kızlar onun yanından geçerken o bize yerden bakıyordu.. Elindeki arap sabunu ile bezini yıkarken hiç bir insanın hak etmediği bir aşağılanmanın doğal bir parçasıydı o kadın. Sanki o an o herkesten aşağıdaydı.  Bu şekilde işini yaparken bedeninin çok daha fazla yıprandığı gerçeği ( ki bu korkunç bir şey bence)  bir kenara insanın kişiliğini yerle bir eden bir düzenin içindeki bu insanın kabul etmek zorunda bırakıldığı kaderiydi bu, çocukluğumdaki Türkiye'de ...
Çok mu zordu acaba  bir temizlik işçisinin bu şekilde yerleri silmek yerine eline insan gibi bir sopa verilmesi. Gereksiz şekilde yıpratılmaması .  Çok büyük bir teknolojimiydi bu?? Ama sanırım gerçekten toplumu yöneten kesimin tercihiydi bu durum. Kimse birilerinin hakları için savaşmayacak kadar kendisiyle meşguldü. Toplumun üst tabakasındaki bireyler statülerinden memnundular. Çünkü bu öyle bir rejimdi ki kimilerini bey gibi yaşatıyordu.. Bir diğerleri ise haklarını savunamayacak kadar güçsüzdüler. Eziktiler...Birileri hep yukarıda bir diğerleri hep aşağıda idi..
Birileri  Beyefendi idi, Abi idi, Aman efendim , Canım efendim idi bir diğerleri ise.. Git getir bakayım idi.. Hadi ne duruyorsun du.. Zengin havyar yerken , fakir en temel haklarından çoğu zaman yoksundu..
Böyle olunca bize gelen temizlikçi kadınlardan da hayatımda duymadığım kadar drama duyardım. Parasızlık, eğitimsizlik, töreler onların hayatlarını kat kat zorlaştırırken , bu toplumda büyüyen kişiler de çoğu zaman bu farklılıkları, olan düzeni doğal olarak kabul ediyordu. Çoğu zaman kimsenin umurunda değildi  eşitsizlikler. . Çünkü bu bir tarafın hep işine gelirken diğer taraf kaderini kabullenmiş gidiyordu bu hayat. Belki de bugün hala bu böyledir. Yoksa hala Erdoğan bu kadar dolandırdığı bir toplumu pervasızca yönetmeye devam edebilirmiydi bugüne dek??

10 Ekim 2019 Perşembe

BİR YOM KİPPUR'UN ARDINDAN




Yirmi üç yıldır geldiğim bu ülkede geçirdiğim  Kipurlar'dan bir tanesini daha geride bıraktık. Ve önümüzde, bir kaç gün sonra başlayacak olan Suka'lar bayramı olan Sukkot var.. Bir bayramdan diğerine , hayatımıza katılan ufacık ya da belki kocaman anlamlarla geçen hayat işte bu..

Bu ülkeye ilk geldiğim günlerde buraya attığım göçmen adımımdan çok memnun olan annemin çocukluk arkadaşının bana övüp bitiremediği şeylerden bir tanesi de Yom Kippur günün Israel'deki güzelliği idi.

Her insanın hayatta kimi olaylara, kimi kavramlara, ve bayramlara verdiği değer ve bakış açısı bir birinden farklıdır.  Kimisi için bayramlar en değerli şeylerdir, bir diğeri için tüm bunlar  birer saçmalıktır

Türkiye'den Israel'e geldiği ilk günden beri burada kazandığını hissettiği özgürlüğün, bayramları yaşarken çocukluğunda hiç tatmadığı şeylerin onu hayatının ileriki yaşlarına kadar etkilemesiydi bu annemin arkadaşının sesindeki, anlatımlarındaki yoğun heyecanı; aradan geçen onlarca seneye rağmen .. Bir çok yahudinin bu ülkeye geldiğinde hissettiği seydir bu..



Ve gerçekten bu ülkede geçirdiğim ilk Kippur gününü unutmam. Hayatımda böyle bir şeyi hiç görmemiştim. 24 saat için Israel susmuş ve tüm meydanlar , sokaklar sadece çocuklara kalmıştı..
Çoğu insan oruç tutsa da tutmayanların da kendilerini saklamak gibi bir kaygıları yoktu. Ancak
Israel'de tüm halkın bu güne gösterdiği saygı sonuçta sadece buraya ait bir gelenektir.
Kimseye oruç tutmadığı için ceza verilmesi söz konusu olmasa da, her insanın kendi evinde ne yaptığı sadece onu ilgilendirse de , sokakta çocuklar ve kimi büyükler bütün ülkeyi baştan aşağı bisikletleriyle doldurduğu bu gün  Israel'in bir Yahudi ülkesi olduğunu en keskin hatlarıyla kanıtlar.
Israeli  laik bir ülke olarak adlandırmanın mümkün olmaması da onu diğer tüm ülkelerden ayıran bu özelliğidir. Yahudilere bir yuva olması amacıyla kurulan bu ülkenin bu kimliğini koruması  geleneklere ve Yahudi dinine  olan saygısıyla mümkün kılınmıştır. Bu çerçevede  Yahudi dininin gereklerini bir şekilde yerine getirmekle yükümlü kalan  devlet, tüm bunların yanında kurulduğu ilk günden seçtiği sistem olan " Demokrasi " yi , insan hakları ve özgürlüklerini de birlikte uygulamak zorundadır .  Bu çerçevede sınırları içinde yaşayan azınlıkların da  dinlerini istedikleri gibi yerine getirmelerini sağlarken , Israel'de  kimse inanmadığı bir şeyi  tatbik etmek zorunda değildir .

Geçen akşam her yıl olduğu gibi saatler dördü bulduğunda yavaş yavaş etrafa bir sessizlik çökmeye başladı. Oruca doğru hazırlıklara dalan halkın terk ettiği  sokaklar yavaş yavaş arabalardan  boşalırken kendi kendime normal bir günde sessiz sandığım evimin  bile  hayatın normal akışı içinde düşündüğümden çok daha fazla vızıltı ve seslerle dolduğunu yeniden hatırladım.


Son hazırlıklar tamamlanıp, masaya serilen beyaz örtünün üzerindeki rengarenk yemek takımı ve her yıl yenen klasikleşmiş Kipur menümüz  ve inadına hiç olmayan iştahım..... Neyse ben zaten son yıllarda orucu tamamen  kestim. Sağlığımı son derece etkilemesinin ardından Tanrının benden beklediği şeyin bu olmadığından emin olduğum gün oruç tutmayı bıraktım. Sanırım benimle onun arasında geçen yoğun konuşmalarımız ve kendime özgü bir çok düşüncelerim ve Tanrının bana soracağı hesapların içinde neler olup olmayacağı hakkındaki bir çok soru işaretlerim..... beni affetmesini dilediğim sadece Kipur günü değil belki de haftada bir dilediğim özürler bu günü benim için eskisinden çok farklı kılıyor. Tanrıya inancımın şekli bir çoklarınkinden farklı olsa da geleneklere olan bağlılığım ( ki bu bağlılık aile kavramını yaşatmanın en temel yolu) ve sevgim yine de bayramları bir şekilde yaşatmaya devam etmemin en temel sebebi....



Yemek bitip kahvemizi de içtikten sonra caddeleri gözlemlemeye başladım tekrardan.. Saat beşi geçtiğinde tek tük kalan son arabalarla birlikte çocuklar bisikletleriyle yavaş yavaş sokakları doldurmaya başlamışlardı bile.. Televizyon ve diğer elektrikli aletlerin hepsini bir kenara bırakmamızın ardından tüm aile üyelerinin biraraya gelişimizle başlayan sohbetimiz Kipur'un  özelliklerinden biri. Diğer hiç bir günde olmayacak kadar fazla olan sohbet imkanımız .. Hayatı bin bir yönüyle tartışmak ve dışarıda çocukların çığlıkları dışında hükmeden sessizliği dinlemek için kaçırılmaz bir fırsat bu..

Ertesi sabah erkenden dışarı fırlayan oğlum son günlerde yeni yeni kendi başına olmanın özgürlüğünü yaşıyor. 15 yasına geldiği günlerde ancak kavuştuğu özgürlüğü yaşamanın. Korkmadan , kimseye ihtiyaç duymadan dışarı çıkmak. Ve Kippur günü onun için büyük bir fırsat bu açıdan.. Hepimiz büyük bir tembelliğin içine gömülüvermişken  o aşağıda diğer çocuklar gibi arkadaşıyla buluştu dün ilk kez.  Tek başına!

Bense köpeği alarak indiğimde hala bitmeyen sıcağın, kızgın güneşin altında gezerken yaşlı bir kadın birden yanımda durdu ; " Evime daha yürüyeceğim mesafe çok fazla ve müziksiz bunu yapmam pek eğlenceli olmayacak ve nedense You Tube ekranımdan  yok oldu anlamadım neden ! " dedi . Yardımcı olurmusun ? . Umarım olabilirim dedim ve elime tutuşturduğu telefona bakmaya başladım..You Tube yoktu.. " Sana tekrar Application'u indireyim mi? " diye sordum.  Tamam dedi. Sağol.

Israelliler çok rahat insanlardır. Hele çocukluğumda alışkın olduğum Türk usulü hayatın ardından geldiğim bu ülkede insanların hesapsız serbestliğine alışmam biraz zaman aldı ama tüm çekingenliğim ve yeterinden fazla nezaketime rağmen  onların rahatlığına bir zaman sonra alıştım.  Yırtık bir insan olmak  bu ülkenin ilk kurallarından biridir . Hiç bir şeyden çekinmemek lazımdır burada . Yaşlı bir kadın olsun ya da çocuk, herkes son derece kendilerinden emin görünürler. Bu bazen alışkın olmayana ters gelir. Kaba saba gelir kimi davranışlar. Savaş ülkesi oluşu, yüz yıllar boyu bir yaşam mücadelesidir bu belki , hayatta kalmak için verilen savaşın sanki bir sonucu gibidir bu. Dışarıdan sert görünen içlerinde ise çok farklı kişilikler keşfedeceğiniz  bir çok insan tanırsınız bu ülkede..

Yaşlı kadına application'u indirirken bana sordu; " Oruç tutuyormusun? " Yok dedim. O da " Aman boş ver bizim için Yeruşalayim'de tutan çok var " deyiverdi ..ve bana doğru şöyle bir bakıp sağol kelimesini ağzında geveleyerek yoluna devam etti...

Akşam olup orucu,  üzerini şöyle hafif tuzlayarak yediğimiz yağlı ekmekle açıp içtiğimiz hafif bir çorbadan bir buçuk saat sonra yeniden başlayan televizyonda haberleri dinlemek için koltuklara geçtiğimizde ,  Almanya'da Kippur günü yapılan terörist saldırıyı duyduk. Neo -Nazi bir genç Halle kentinde bir Sinagoga girmeğe çalışmış.  Başaramayınca etrafta gördüğü iki Yahudiyi gözünü kırpmadan vurmuş. Yahudilerin en kutsal gününü seçmiş kendinden başka hiç kimsenin yaşam hakkı olmadığına inanan faşist! Bu son aylarda bu bize karşı  gerçekleşen ikinci saldırı. Bir kaç ay evvel Pittsburg'ta da oldu. Eğer içeri girebilmeyi becerebilseydi elindeki makineli tüfeği ile Kippur gününde kaç dua aden Yahudiyi katledebilecekti kim bilir??



Amerika'da, Almanya'da, Yeni Zelanda'da ve dünyanın her köşesinde , özellikle Batılı ülkelerde yabancılara nefret yeniden gündemde . Özellikle Yahudiler yeniden liste başındalar.

Yaşam devam ettikçe insanoğlunun üstünlük kompleksi, insanoğlunun içindeki o ölmeyen canavar hep var olacak gibi görünüyor . Bu bir hastalık bence . Ve durum böyle olunca insanın aklına gelen birinci şey her milletin, her dinden insanın kendi yuvasından başka yerde yeri olmadığı gerçeği.. Hıristiyanlar, Müslümanlar ve Budistler..Sarışınlar, esmerler, zenciler sarı ırk ve diğerleri ..her insan kendine ait bir yuvada yaşamalıymış gibi görünüyor bu durumda. Herkes sadec  kendi evinde yaşamalı gibi sanki!  Sanırım kozmopolitlik kavramı aslında bir rüyadan ibaret. Çünkü insan yapısının özündeki ayırımcılık farklıların birlikteliğine pek müsait . Sonunda mutlaka bir problem çıkıyor.

Bir Yom Kipuru daha geride bırakırken Antisemitizmin yeniden yükselen sesi insanı korkutuyor. Antisemitizm ve Anti olan herşey korkutucu.  Zaten bir süredir büyük savaşlara  ara veren Batı yeniden yavaş yavaş bir çok problemle mücadele etmeğe başlamışken..dünyanın her köşesinde insanş endişelendiren olaylar vuku bulurken yarın için çok umutlu olmak zorlaşıyor. Kapımızda Suriye'ye giren Türkye ordusunun haberi.. Kürtleri bir anda kendi kaderleriyle baş başa bırakan Amerikanın ne yapmak istediği belli olmayan politikaları. Bir yanda Faşizmi, Antisemitizmi , ayırımcılığı her fırsatta kınarken bir diğer tarafta fikir özgürlüğü ve  demokrasi palavralariyla ülkelerinde yükselen  Neo Nazi akımlara sesini pekte çıkarmayan Avrupa ve Amerika...

Tanrının dünya insanlarına akıl, vicdan vermesini diliyorum.. İnsanlığın doğru yolu bulması için bir kez oturup ta düşünmesini diliyorum. Dua ederken sadece kendimizi, kendi ailemizi, kendi çocuklarımızı değil " herkesi " hatırlamamızı diliyorum. Sevginin " başka" sını dışlamadığımız bir versyonu daha olduğunu hatırladığımız , barışın utopia olmaktan çıktığı günleri diliyorum .

 Dilemek bedava :)

Her bir insan için yaşanır bir dünya olması için dua ediyorum !



Batya R. Galantı










6 Ekim 2019 Pazar




   
                     YEHUDA VE ŞOMRON'DAN NE PAHASINA ÇIKMAK?




Geçtiğimiz Cumhuriyet Bayramında Danielle'in askeri hizmetinde gösterdiği başarısı için ödüllendirilmesinden yaklaşık  dört buçuk ay kadar bir zaman geçti.

Komutanının bana açtığı telefondaki;  " Bayan Galantı lütfen telefonunu hoparlöre koyarmısın çünkü evdeki herkesin söyleyeceğim şeyi duymasını istiyorum " dediği sözlerle uğradığım şaşkınlık  unutulmaz. Bize;  " On gün sonra yapılacak Askeri Törende sizleri görmekten onur duyacağım. "   derken gözlerim dolmuştu.

İki yıl önce onu askeriyenin ellerine teslim ettiğim gün ; " Artık kızınız bize ait!"  demişlerdi.
Benim kızım onlara nasıl ait olabilirdi ki?  Eğer 18 yasına getirdiğiniz çocuğunuz bir gün devlet tarafından dünyanın en tehlikeli yerlerinden birinde mecburi hizmet için görevlendirilirse gerçekten sizin elinizden tüm sorumluluk sonuna kadar alınmış demektir.  Onun otobüse binip kollarımdan ayrıldığı gün hiç alışık olmadığımı hisleri yaşamıştım.  Bense  kızımın askeri hizmet   için lisede gittiği görüşmelerde kendi isteği üzerine bu görevi üstlendiğini daha sonra öğrendim. . Yehuda ve Şomron ya da Uluslararası lisanda West Bank, başka bir isimle Cisjordanie, ya da Türkçe'de dedikleri gibi Batı Şeria'da hizmet etmek ... Herhangi bir Israellinin bile öylesine gitmeyeceği  bir yerde, sadece kendi ilkeleri , kendi inançları ardından  koşan çok siyonist yahudilerin , Tora'da Tanrı tarafından bize bağışlandığına inandıkları bu yerleri  ne pahasına olursa olsun bırakmaya hazır olmayanların,  kimilerince idealist, bir diğerlerince aşırı milliyetçi olarak adlandırılabilecek insanların , Arapların hemen içinde, yanında, ortasında bir yerlerde kurdukları yerleşim yerlerinin göbeğinde bir tepedeki askeri üstte   görev yapmak. Her eve dönüşünde korumalı otobüsle önce Yeruşalayım'e varmak. oradan ayrı bir otobüsle on gün boyunca özlediği ailesine yeniden kavuşmak. Ve bunu
"   Gerçek  bir anlam taşıyan bir  görevim var  benim " diye nitelendiren Danielle.



Görevi boyunca omuzlarına yüklenen sorumluluğu sonuna kadar yapmak için gece ve gündüz çalışan çocuğum. Terör saldırılarını engellemek , bölgede görevli komando erlerinin,  ve yine oralarda  yaşayan yerleşimcilerin güvenliğinden mesul olduğu andan itibaren   dikkatini ve enerjisini sadece komutları doğru şekilde yerine getirmek,  gerekli birimleri doğru zamanda  harekete geçirmek için savaşan gençlerden biriydi Danielle.

Cumhuriyet Bayramından bir gün önce düzenlenen tören için yola çıktığımızda sadece son anda ,
korumasız  sivil bir otomobille kat edeceğimiz yolu düşündüm birden. Sık sık yaşanan terör saldırıları, hedef olan araçlar, ölen genç, yaşlı, kadın ya da çocuklar gittiğimiz bölgenin tartışmalı statüsünün sonuçları... Aklın, mantığın çok uzağında olan bir çok şeyin yaşandığı topraklar buraları.  Kimi zaman inancın kişiyi hangi boyutta kararlara itebileceğini gösteren şeylerden biri burada yaşayan insanlar. Sağlıklı beyinlerin kolayca kabullenemeyeceği olaylara sahne olan yerler.



Bu kadar tehlikeli bir bölgede  insan neden çocuk yetiştirmek istesin gibi bir yığın soruları akla getirecek o kadar çok olaylar yaşanmış ki bugüne dek.. Ve hala yaşanmakta .. Ve bu insanları korumak adına 19 20 yaşlarında kendi hayatlarını feda eden gençler görev başında!

Bir diğer tarafta New York'ta , Paris'te veya dünyanın farklı yerlerinde yaşayan insanlar içinse benim yaşadığım şehir ya da tüm Israel korkutucu değil mi? Gerçekten  Israel'in merkezine hiç mi taşınmadı bir çok terör olayları.? Hiç mi bombalar patlamadı buralarda? Ya bugüne kadar akıllarına estikçe üzerimize attıkları roketler hayal mi?

Korkutucu olmanın ötesinde sadece Hebron'daki yerleşim yerleri değil ,Israel'in varlığını gayrimeşru sayanların çoğunlukta olduğu bir dünya değil mi bu?
Evimden sadece bir buçuk saat mesafede bir yerlerde dünyanın en çekişmeli , en çok tartışılan topraklardan  birinin orta yerinde bir tören için yola çıktık.  Güzergahımızın ilk saati bilindik manzaralardı... Merkezden güneye doğru yol almaya başladık.  Kiriyat Gat'a kadar küçük yerleşim yerlerinden, ekilmiş tarlalardan geçtik..pamuk tarlalarını tanıdım.. Israel'de tarım o kadar ileri ki..Moşav'lar çoğu zaman zengin.. Türkiye'de alıştığım gibi köy denince fakir fukara insanlar değil
burada  akla gelen.. sevimli ancak yine de lüksten uzak tek katlı evler var moşavlarda çoğu  zaman..Doğayla baş başa yerlerden geçtik yol boyu.. Kiriyat Gat ise küçücük bir şehir ama modern binalar inşaa edilmiş buralarda. Yeşil hatta varana kadar böyle devam ettik.



Tören saati yaklaştıkça arabamız yeşil hatta vardı . Bizim gibi törene geldikleri anlaşılan diğer ailelerle   birlikte Kontrol noktasından bize Hebron'un içlerine kadar eşlik edecek olan askeri aracı beklemeğe başladık.. Bize yaklaşık bir kilometre ileride  liderlik eden masif zırhlı araçtan korkup olası bir eylemden vaz geçecek bir terör grubu varmı  acaba? Yoksa aracın epey gerisinde kalmayı başardığımız anlarda dağlık yerlerden birileri çıkıp bizi hedef alırmıydı?
Aslında yol boyu işin güvenlik tarafıyla kendimi çok meşgul etmedim. Önce yukarılara doğru tırmandık bir süre. Dağlık yerler olan Batı Şeria, yarı kurak bir bölge.. Yol boyu evler ve yerleşim yerleri aradı gözlerim. Aslında benim için son derece ilginçti buraları görmek.

Uzun bir süre sadece bomboş araziler vardı. Hani bu kadar kavga edilen bir toprak parçasını paylaşmak için savaşan kalabalıklar hayal etmek mümkün .. Bir çıktık bir indik.. Arada klasik Arap köyleri ,  kimi zaman tepelerde  kimi zaman yol kenarında  dizili küçük yerleşim birimleri ve arada hep minareler vardı. Bazı yerlerde evleri maviye , yeşile boyamışlar.. Kimi yerlerde A bazen B bazen C diye işaretlenmiş bölgeler Asker kontrolünün varlığını hissetiriyor. A bölgesi sadece Arap yerleşimlerinin  bulunduğu yerler , B hem Arap hem Yahudilerin birlikte yaşadığı bölgeler ve C sadece Yahudi Yerleşimleri..



Güvenlik bir tarafa bana o an esas korkutucu gelen şey Arap şoförlerin araba kullanışları oldu. Daracık dolambaçlı, kimi keskin virajlı daracık karayolunda seyreden tıirları, kamyonları kullanan Filistinli şoförler trafik kurallarını hiç tanımaz  gibiydiler.  ( Filistinli araçlar beyaz plakalıydılar.)
Sanki kocaman araçları küçücük çocuklar kullanıyormuş gibi bir his yaratıyorlardı insanda. Virajı alırken, öndeki aracı pervasızca sollayan o kadar çok araç vardı ki eve sağsalim varacağımızdan emin olmakta gerçekten zorlandım bir ara.  Insanların yaşamla ölüm arasındaki kadercilik anlayışının bir başka uzantısımıdır bilmiyorum  bu şekilde Allaha teslim bir hayat tarzı. En ufacık şeyin bilincinde olmamak gibi bir şey.
O gün başıma gelebilecek bir  terör saldırısından çok bölgedeki  koca trafik canavarından korktum diyebilirim kolayca...

Peki bütün bunlara ne gerek var diyecek çok insan duyuyorum.  Neden orada Israelliler yaşamaya devam ediyor ? Neden Yahudiler bu bölgeyi bırakmıyor? Barış istemiyorlar o zaman!!

Askerler, gençler bazen çocuklar, hatta bebekler bu bölgede ölmeye devam ediyor?


Danielle bazı geceler beni arardı. Telefon'da " Anne duyuyormusun? "   diye sorduğu an kulağıma silah sesleri gelirdi. Danielle neredesin? Üssümdeyim korkma... Duyduğun silah sesleri üssümün yanındaki köyden. Her gece birbirleriyle çatışıyorlar derdi. Bazen sabaha kadar bitmeyen çatışmalar onların normal, günlük rutinleriydi. Kızımın anlatımlarına göre. Hebron sokakları buydu..
Neden peki? Niye çatışıyorlar? diye sordum ilk zamanlar.  Ben bilmiyorum ama aralarında çok fazla gruplar var diye anlatıyordu o zaman Danielle.  Üssündeki avluda bazen havadaki kurşunların çıkardığı ateş kıvılcımlarını görebiliyordu. Lütfen dikkat et dediğimde merak etme buraya uzaklar ama onları duyup görebileceğimiz kadar da yakınlar. Bir kez bana avludan karşıdaki bir  düğünü görüntüledi Danielle. Düğünlerde de havaya ateş etmeye devam ediyorlar.

1967'de Ürdün'den alınan Yehuda ve  Şomron Israel  güvenliğinin  teminatıdır. Kuzeyde Ramat Ha Golan yani Golan tepelerinin son derece önemli olması gibi. Ve Israel'in güvenliğinden tek sorumlu yine Israel'in kendisidir. Uluslararası Cemiyetse  sadece kendi hesaplarını yapar.


 Kısaca  Israel buraları keyfinden değil güvenlik stratejisinin bir parçası olarak tutuyor. Bedavaya kimseye verilmemiş bu yerler için canını feda etmiş insanların kanı ucuz değildir. Eğer güvencemiz olsaydı bence hiç bir sorun yoktu. Karşımızda bizimle yaşamakta sorunu olmayan insanlar olsaydı, kendini ve halkını düşünerek , geleceğe ümitle bakan insanlar yetiştirmek için çabalayan bir kitleyle karşı karşıya olsaydık  neden toprak verilmesindi ki?

Ancak bugün devam eden şartlarda görünen odur ki istemedikleri bir savaşa zorlanan Israel'in verdığı  şehitlerin kanı Israel'in bugün devam eden varlığının tek garantisidir.
Çünkü karşımızda ne İsviçreli, ne İtalyan ne de Yeni Zelandalılar var. Israel buraları bu derece sorumsuz ve kendi içlerinde bile  birbirlerini yiyen insanlara neye güvenerek verecektir?
Merkezden yarım saat ilerimizde kuracakları  Hamas Devletiyle nasıl yaşar Israel?


Dilerim bir gün  kendi liderlerinin doğru seçimleriyle  daha  eğitimli, daha hoş görülü, daha öngörülü bir nesil çıkıp bize  artık barış yapmanın zamanının geldiğini  gösterirler...







Batya R. Galantı









2 Ekim 2019 Çarşamba

       

SANAL DÜNYAYA YANSIYANLAR



Her sabah kalktığımda ilk iş olarak haber sitelerinde, o gün kayda değer olaylar olup olmadığını görmek için şöyle bir ana başlıklara göz gezdiririm.  Ve Whatsapp'ta yine gözümden kaçmaması gereken önemli  mesajlar varsa hemen onlara da bir bakarım.. Ve daha sonra tüm koşturmaların arasında yine gün boyu sosyal medyayı ara ara  kontrol ederim..

Son yıllarda insan hayatının  iki boyutu var gibi. Biri  gerçek hayatımız biri de sanal dünyamız. .
Bir tarafta gerçek dostluklarımız var.. Elle tutabildiğimiz, yüz yüze görüştüğümüz, iyi kötü günde yanımızda olan ya da olmayan arkadaşlarımız var. Ve yine  bir ailemiz, işimiz, günlük mücadelerimiz var. . Ağladığımız, kızdığımız ve  sarıldığımız insanlarla çevrili bir hikayemiz var her birimizin . Tüm bunlar bizim gerçek yüzümüz.



Ayrıca bir  yerlerde , bir kutunun, bir ekranın içinden bize bakan bir başka dünya daha var artık Sanal olan bir dünya  . . Ve bu sanal dünyanın içinden kimi bize gülümseyen  sanal insanlar var.   Kimi zaman bizi düşündürenler ve kimi zaman birazıcık ta olsa bizi kızdırmayı başaranlar da var bazen. Dokunamadığımız, yüzlerini fotoğraflardan bildiğimiz, hatta bazen fotoğraflarına bile şöyle bir kaçamak gözle bakmışlığımız olup sokakta rastlasak belki yanlarından farkında bile olmadan  geçip gidecbileeklerimiz var.
Bizleri bizim istediğimiz kadarıyla  tanıyanlar bunlar . Onlara ilettiğimiz kadarını bilenler.
Paylaşmakta  kusur görmediğimiz kimi şeyleri sergilediğimiz bir sahnemiz var bugün her birimizin. Kimi insanlarsa  kendi özel sınırlarını korumakta son derece titizler ki böyleleriyse ya sosyal medya hesabı hiç açmamışlardır. Ya da son derece sınırlı kullanıcılardır.
Bir diğerleri  içinse  sanal  dünya bugün gerçek dünyalarıyla iç içe geçmiş olanlardır.
Her birimizin kendimize göre belirlediğimiz sınırlarımız var. Kimisi çok dar kimisi çok daha geniş sınırlar bunlar.
Ve işte burada söze sosyal medyada paylaşılan fotoğraflar giriiyor..



Son yıllarda insanlar hayatlarının en önemsiz anlarını bile resmetmek alışkalığını da kazanmış görünüyorlar.  Adeta gerçek dünyaları sanal dünyalarına karışmış  insanlar  var artık. . Ve bunu yapanlar sadece küçük bir yüzde değil  bu çok yaygın bir şey. Hatta genç insanlar için , hayata gözlerini açtıkları günden beri sosyal medya kavramının içinde  büyüyenler için her gün, her anlarını fotoğraflayarak facebook'da  , ınstagram'da paylaşmak nefes almak gibi bir şey oldu.
Bunda tenkit edecek bir şey yok tabii. Her insan keyfine göre ve  her dönemin insanı  kendi koşullarına  uygun yaşar,

Bugünkü insanların kendi kendilerini her an  fotoğraflayıp medyada paylaşmalarının  çok eskiden beri içimizde olan bir hobinin tutku haline gelmiş şekle dönüşmesi olarak görüyorum ben.
Belli bir oranda hepimiz.özel anlarımızı, gezilerimizi, seyahatlerimizi ve samimi dostlarla bir araya geldiğimiz kimi özel anlarımızı sonsuza kadar sabitleştiren  bir resmi saklamak isteriz.. O güzel duyguları bize sonsuza kadar hatırlatacak bir resmi tabii ki paylaşmak ta ister insan.
Bunu kimlerle ve ne kadar sayıda insanla yapacağını ise yine kendi belirler.

Eskiden bilgisayar, smartphone ve bugünkü tüm özel imkanların daha mevcut olmadığı zamanlarda da hep düşündüğümüz ve yaptığımız bir şeydi bu. Fakat eskiden gerçekten de çok özel anlardı fotoğraflara yansıyanlar. Örneğin ailemizle bir araya gelinen bayram yemekleriydi bunlar..okulumuzda çekilmiş özel anlardı kimi zaman.. bir daha görüşmek şansına sahip olmayacağımızı bildiğimiz insanlarla yan yana çekilmiş görüntülerimizdi bu resimler... .daha çok küçükken gittiğimiz bir piknikten geriye kalan tek  hatıraydı çekilen fotoğraflar..
Her biri 36 pozluk karelere bölünmüş filmleri dükkanda tab ettirmeye verdiğimizde heyecanla beklediğimiz fotoğraflarımız aile albümünde ya da kendi kişisel defterimizde özenle saklanırdı o zaman. Ve tabii bugüne kadar.

Bugün sabah yataklarından  kalkan insanların ilk günaydınlarıyla başlayan ve gün boyu yedikleri yemekten, içtiklerine kadar gerekli gereksiz her ayrıntıyı İnstagramlarında  sergileyenler sizin özel hayatınızın paylaştıklarınızın  çok ötesinede olabileceğini bile tahmin etmekte zorlanabiliyorlar...





Batya R. Galantı












25 Eylül 2019 Çarşamba

Yeniden secimler?



Geçtiğimiz hafta beş aydan daha az bir süre içinde Israel ikinci kez seçimlere gitti.
Zaman gelir insan seçim hakkını kullanmak istemeyecek kadar politikacılara karşı olan inancını yitirebiliyor.  En azından ben neredeyse o durumdayım. Fakat  yine de oyumu kullanmaya devam etmemin tek sebebi, sonuçta birilerinin bizi yönetmesine muhtaç olduğumuz gerçeğidir.
Ve bu yüzden sadece ben değil her vatandaşın  istese de istemese de bir parçası olduğu toplumun geleceğini belirleyecek bu süreç içinde kendisine verilen seçim hakkını kullanarak  ülke yönetiminin ya olduğu şekilde devam etmesi ya da  değişmesi adına bir şeyler yapması bir yükümlülüktür.

Geçen seçimlerden rakibi Benny Gantz'in  bir adım önünde çıkarak Cumhurbaşkanından beşinci kez aldığı yetkiyle tekrardan Hükümet kurmak için kolları sıvayan  Binyamin Netanyahu   bu kez partiler arası çatışmalar, anlaşmazlıklar ve onunla koalisyon hükümetinde yer almama sözü veren Mavi Beyaz karşısında çaresiz yeniden seçimlere gidileceğini ilan etti.




İkinci seçimlere gelene dek, media'nın yoğun ateşi altında kalan Netanyahu'nun  kısa bir zaman içinde oy kaybına uğrayarak Hükümet kurmasını sağlayabilecek desteğe erişememesi ve aynı şekilde  Gantz'in da tek başına bir Hükümet kurabilmesinin söz\ konusu olmadığı göz önüne alındığında ortaya çıkan tablo halkın bir belirsizliğin bir bölünmüşlüğün içinde olduğudur.

Bir tarafta açık istatistiki verilere göre ülkeeyi son 13 yıldır bir çok açıdan iyi yönetmiş  olan Binyamin Netanyahu, Israel'in ekonomik puanını yukarılara taşırken, inovasyonda
dünya liderlerinden biri haline gelmiştir . Uluslararası alandaki gücüyle sayılı ülkeler arasına giren Israel'in bu  saygın  noktaya gelmesinde de  başarılı bir rol oynamıştır.

Israel medyasının sağ hükümetle olan husumeti dışında gün gün ortaya atılan yeni yeni iddialar, bugüne kadar soruşturma kapsamında olan dosyalar ve her gün eşi ve oğluyla da ayrıca girilen bire bir  güç savaşının zararlarının sonuçlarına katlanmak zorunda kalan bir liderdir  Netanyahu..

Ülkede OECD geneline göre bir hayli artan ekonomik dağılımdaki dengesizliğe ışaret eden sol, yolsuzluk suçlamaları yüzünden Netanyahu ile bugüne kadar koalisyon hükümeti kurmayı reddetmiştir..

Dış Basında  şeytanlaştırılmasının dışında Israel'de uzun yıllar, ülkenin yer aldığı coğrafi konumu nedeniyle halkın aradığı kuvvetli bir lider, güven veren bir başbakan  oluşu , konuşmasındaki, ikna etme yeteniği ile de üstünlüğünü kanıtlayarak  bugünlere dek yönetimi kimseye kaptırmamayı başaran Netanyahu artık biraz olsun yıprandı ve bir anlamda da yıpratıldı.



Seçim sabahı ortaya çıkan ilk sonuçları gösteren tablo...bu tablo bugün ufak tefek farklılıklarla genel  olarak aynıdır


Gün gelir çok uzun süren liderlikler kendi kendilerini  yıpratır kimi anlamda yeni bir yönetimin görevi devralmaması da demokrasi adına sağlıklı bir şey değildir , yıllarca aynı kişinin seçimle de ülke basına gelmesi aslında yanlış ve aykırıdır. Ancak her ülke kendi kanunlarıyla yönetilir. Mesela Amerika'da bir lider ancak iki kere seçilme hakkına sahiptir.

Netanyahu hakkındaki suç dosyaları ise daha şimdilik bir sonuca ulaşmadan basın tarafından suçluluğu ispatlanmış gibi yazılması,  konuşulması  ne kadar adildir onu bilmiyorum.
Israel sonuçta yeri geldiğinde Cumhurbaşkanını, eski başbakan, içişileri bakanını, sağlık ve ekonomi bakanlarını suçlayarak ceza evine sokmuş bir ülkedir. Bununla ne kadar övünmek mümkün onu tabii bilemem. Bir tarafta yolsuzluğun ne kadar çok olduğunu ortaya çıkarırken bu olaylar diğer taraftan konumu ne olursa olsun gerektiğinde suçlu olan her kimse cezasını alır diyen bir demokrasinin varlığının da ispatıdır .bütün bunlar.

Bu son seçimlerin sonuçlarına göre bir haftadır başlayan görüşmelere göre yeni bir hükümetin bu kez de kurulabilme olasılığı çok yüksek görünmüyor.  Birbirlerinin destekleri olmadan hükümet kuramayan partilerin her birinin aynı hükümette yer almak istemediği bir diğeri yüzünden çıkan antlaşmazlıklar ülkeyi çıkılması zor bir yola sokmuş görünüyor.

Liberman'ın oyunuyla dağılan ve yine Liberman 'in oyunlarıyla çıkmaza giren süreç ve siyasi
partiler içinden dindarlarla işleri olmadığını ilan eden sol , bu seçimden üçüncü büyük parti olarak çıkan Araplarla bir araya gelip te ülkenin geleceğini tehlikeye atamayacağını söyleyen sağ ve yine Netanyahu ile el sıkışmalarının mümkün olmayacağını ilan eden İthak Rabin'in  bugün iyice küçülen İşçi Partisi ... bu seçimlerden çıkan durum son yıllarda bu halkın içinde bulunduğu bölünmüşlüğün en büyük yansımasıdır.

Üçüncü kez seçimlere gidilmesinin konuşulmaya başlandığı şu günde kafama gelen soru;
Ucuncu kez secim acaba neyi degistirecek?





Batya R. Galanti

19 Eylül 2019 Perşembe

DENİZ



Yavaş yavaş boğucu sıcakları  geride bırakırken Israel'de denizin  en güzel zamanlarını yaşamaya başladığımız şu son günlerde, ne yazık ki yine geç saatlere kalan kumsal gezilerimde hep aynı şey aklımdan geçiyor.. En yakın zamanda tekrardan mayomu üzerime geçirip artık dalgaların  yerine daha sakin biraz daha dost sulara girmek.
 Her ada çocuğu gibi çok küçük yaşta yüzmeyi kendi başıma öğrenmiştim sanırım. Çocukluğumda ya da gençliğimde bana en sevdiğim şey nedir diye sorsalardı  sanırım deniz ve yüzmek derdim.   Denizi aslında hala çok severim ancak bugün geride bıraktığım senelerin ardından yaşadığım ülkede deniz benim için güzel olduğu kadar  ürkütücüdür.
Buraya ilk geldiğim zamanlardan itibaren gördüğüm, duyduğum şeylerden ve kimi kişisel tecrübelerden sonra denize artık daha temkinli yaklaşıyorum.  Artık en sevdiğim şey kimi akşamüstleri kumsalda çıktığım yürüyüşlerde ufukta güneşin batısını izlemek .


İstanbul'da geçen çocukluğum boyunca Marmara denizinin serin sularına kendimi bıraktığımda bir daha hiç çıkasım gelmezdi. Benim için yüzmek tarifi olmaz bir mutluluktu. Ne tuhaftı ki o zamanlar biz çocuklara denizin tehlikelerinden bahseden pek olmazdı..  . Bir çok konuda olduğu gibi, deniz ve yüzme konusunda da kadere teslim bir zihniyetle büyümüştük. Gittiğim hiç bir denizde , hiç bir havuz ya da  tatil köyünde ise   yüzenlerin güvenliğinden sorumlu bir cankurtaran olduğunu hatırlamıyorum. (Yanlışım yoksa eğer!! )  Ada'da yoktu en azından..  Yalan söylemeyeyim, 1990'larda ağbimlerin yazları müdavimi oldukları Kilyos'taki plajda bir tane can kurtaran olduğunu hatırlarım.  Yazın en sıcak zamanlarında en az 35 derecelerdeki kızgın güneşin altında kendisine ayrılan , merdivenle çıktığı  şemsiyesi bile olmayan iskemlede saatlerce işinin başında olması beklenen ( !)  görevlinin slip mayosu üzerinde, kavrulmuş bedeniyle denizde yüzenleri gözetlemek yerine plajda sereserpe yatan bayanlara takılmakla meşgul olduğunu anımsarım. Arada boğulan olursa artık biri görüp belki haber verirdi.Bense  başıma gelebilecek tehlikeleri düşünmeden  her koşulda, her noktada, her fırsatta denize atlayarak yüzdüm. Şansım olmuşki başıma bir şeyler gelmemiş ve sadece mutlu hatıralarım olmuş. Adanın en arkasında, dil burnunda soğuk sulara atladığım kayalardan dizimde kalan tek bir çizik dışında Marmara denizi açıklarında tekneden kendimi bıraktığım  derin sulara balık gibi daldığım günlerde benden daha mutlu bir insan yoktu sanırım. Bir boğazdan denize girmeyi sevememiştim. Zevksiz gelirdi bana o yosunlu boğaz koylarından,  düzensiz kıyılarından denize girmek. Belki alışIk ta değildim insanı bir anda metrelerce sürükleyen akıntısına , sIk sIk geçen tankerleri, kimi külotlu deniz severleriyle dolu ortamına :) ... Benim için varsa yoksa ada vardı.
Ve her kıyı , karşısına başka bir kıyıyı alırdı İstanbul'da.  Bizim İstanbul yahudileri de en çok bunu severlerdi. Karşıda görülen kıyıları... Ada'da iseniz Maltepe,  Kartal görünürdü.. Boğaz çocuğuysanız bir iki kilometre karşınızda boğazın diğer yakası olurdu. Bense karşıda beton yığınlarıyla dolu bir kara parçası yerine yeşil tepeler görseydik ya bari diyerek insanların hayranlıklarına hep limon suyu sIkardım. .

Israel'e geldiğimdeyse karşılaştığım deniz çok farklıydı . Öncelikle yazın sıcağında serinlemek için denize girmek terimi Tel Aviv'deki kumsallar için geçerli değildi çünkü burada  yazları deniz neredeyse kaynıyordu.  Ayrıca tuzluluk oranı o kadar yüksekti ki gözlerinizi suyun içinde yanlışlıkla bile açmanız mümkün değildi .Dalgalarsa  yüzmeyi kesinlikle imkansızlaştırıyordu.


1996'da Aliya yaptığımda İbranice okulunda yani Ulpan'da benimle birlikte olan bir arkadaşım vardı. Onunla  ilk günlerden okul çıkışı bir gün denize gitmeğe karar vermiştik. Aman ne mutluyum. Kendimi kuş gibi özgür hissediyordum nedense. Kaldığım odama döndüm, mayomu giyindim, yanıma gerekli her şeyi aldım ve güzelim altın sarısı kumlarda biraz güneşlenmek hem de yüzmek için sahile kostüm.  Fakat , tüm kıyı boyunca konulan bayrakların güvenli olan ve olmayan noktaları işaret etmeleri yetmezmiş gibi bir çok  noktada dikili olan koca can kurtaran kulelerinin hoparlörlerinden seslenen  iri yarı adamlar bizi  daha denize ayağımızı koyduğumuz an uyarıyorlardı  Girmenize izin verilen noktada bir yığın insanın ortasında en fazla belinize kadar gelen suda dalgalarla oynamaktan başka bir şey yapmak mümkün değildi.





. İşte o gün arkadaşımla aramızda türkçe konuştuğumuzu gören görevlilerden orta yasa yakın bir tanesi yanımıza yaklaşarak, kendisinin de İzmir doğumlu olduğunu , herhangi bir ihtiyacımız olursa ona gelebileceğimizi,  bize seve seve yardım edebileceğini söylemişti. Ertesi hafta sınıfta gazeteden haberler okurken adının Mando olduğunu söyleyen o yardımsever adamın resmi gazete gözüme iliştiğinde haberi okuma gayretimi anımsıyorum.  " Bat Yam'da boğulmakta olan bir kişiyi kurtarmak için denize atlayan cankurtaranın kendisi dalgalara yenik düştü " diye yazıyordu.  Ne kadar üzülmüştüm !
Böylece Israel'deki kumsallar son derece romantik  ortamları ve  şehir insanının hayatına kattıkları güzellikleriyle birlikte bana ilk zamanlardan " Dikkat Tehlike" sinyali verdiler en kuvvetli şekilde.
Her sene tüm önlemlere  rağmen denizde boğulan kişilerin sayısına bakınca ister istemez insan çok dikkatli hareket etmek zorunda olduğunu hissediyor .
Deniz tüm tehlikeleriyle beraber  hayatımın vaz geçilmez bir parçası olmaya devam ediyor. Yılın büyük bir bölümü sahilde yaptığım yürüyüşlerin dışında temkinli bir şekilde denize girmeye ve   yüzmeğe  devam ediyorum.  :)  En güzeli ise sezon sonunda artık biraz olsun serinleyen ve sakinleşen sulara dalarken bir an çocukluğumu hatırlamak.




Batya R. Galanti












16 Eylül 2019 Pazartesi


          BİZE SIRT ÇEVİRENLER



Uzun yıllar öncesinde , üniversitenin ikinci sınıfına gittiğim zamanlarda akşam turlarında otellerden toplama turistleri Kervansaray gece kulübüne götürürdüm.  Benim için hep aynı olan ancak her gün oraya ilk kez gelen insanlar içinse farklı bir gösteriyedi bu.  Türk kültürünü, müziğini, folklorunu ve arada biraz endüstriyel tadda da olsa yemeğini  tanıtan bu eğlence kulübünde sahne alan Alagöz Kardeşlerin sundukları neşeli ve renkli bir müzik şöleniydi bu. .
Alagöz kardeşler Kervansaray'da her akşam bir çok dilde şarkıyı da seslendirirlerdi. İnsanları memnun etmenin bir yolu da  onlara  kültürünüzü tanıtırken karşınızdakine kendilerinden de bir şeyler verebilmektir. Örneğin popüler Fransızca, Almanca şarkıları onlar için seslendirmek.
Her gece  Amerika'dan, İngiltere'den Almanya'dan turistler bulunurdu ..
Aynı senelerde Türkiye'ye , Israel'den de çok turist geliyordu.. Mutlaka her akşam Kervansaray'ın bordo renkli salonunun  yüksek tavanına erişen kolonlarının orta yerindeki sahnenin çevresini   dolduran insanların arasında .. " We are from Israel!" diye bağıran Israelliler de vardı . Ve aynı salonda , Israellilerin yanında  Ürdün, Arabistan, Kuweit gibi ülkelerden gelen Arap turistler de olurdu ... Ve orası sadece bir eğlence kulübüydü, turistik bir gece kulübü..insanların kültürlerini, müziklerini tanımak için toplanmış gruplarla dolan bu mekanda nefret değil müziğin sesi vardı sadece.
Alagöz Kardeşler sordukları zaman.. Kimler var ?  Français???  "  Ouiii!!! , evet..O an salonda alkış kopardı, her bir millete adeta tezahürat yapılırdı, Almanlara, Amerikalılara vs...
Araplar olduğu zaman Israelliler ıslık çalar alkış tutarlardı. Belki de herkesten fazla.. Hani, farklı bir ortamda iken aslında hepimizin insan olduğumuzu anımsamak için bir şanstı bu. Israelliler belliki bu duyguyu hissediyorlardı ..
Bazen bu herşeyden büyük bir ihtiyaçtır insan için. Kimseyle kişisel bir sorununuz olmadığını anlamak ve anlatmak . Politikanın işin içinde olmadığı an ve yerde,  kimsenin dövüşmek durumunda  olmadığı bir ortamda dost olabilmenin  mümkün olduğunu kendinize ve karşınızdakine göstermek ... İnsanın içtiği, yemek yediği, şarkı söylediği bir gece kulübünde hep beraber şarkılar söyleyebilmek.. Kimisinin bir kadeh içkiyle kendini unuttuğu bir yerde.. Israelliler sevinmeye ve hep beraber eğlenmeye hazır görünürlerdi ..
Bir kez bile görmedim, Arap gruplardan bu beklentiye olumlu karşılık verenini.
Böylesi bir tepkiye hiç bir gece tanık olmadım.. Lübnan'dan , Kuweit'ten  ya da Mısır'dan , Tunus'tan ya da Arap Emirliklerinden geleninin  Israellilere alkışla ya da basit bir şekilde olumlu cevap verdiklerini görmedim..  Çıt çıkarmazlar, bir anda çekilip susar,  adeta her defasında bir çeşit boykot tepkisine girerlerdi.. Bunu ben hep bekledim. Bu küçük şeyler büyük göstergelerdi benim gözümde !!

Sanırım geçen yıl düzenlenen   Dünya Güzellik Yarışmasında Iraklı güzelle Israelli genç kız birbirleriyle dost olmuşlar.. Yarışma gününe kadar bir araya gelen genç kızların arasında doğal olarak arkadaşlıklar kurulur. Bu iki genç kız da bu şekilde birlikte resim çektirip medya'da paylaşmışlar. İki saf, temiz kalpli genç kızın birlikte çektikleri selfie Israel'de televizyonlarda ve haber sitelerdinde yayınlandı ve bu resim çok büyük bir ilgi uyandırdı . Herkes buna çok olumlu tepki verdi.. Aynı günlerde Iraklı güzelin ailesi ise, Irak'ta bir anda ölüm tehditleri almaya başladılar .. Durum genç kız için o kadar vahim hale geldi ki ülkesine geri dönmeyi düşünemedi bile. Sonunda Amerika'ya iltica etmek durumunda kaldı. Belki bu onun için en iyisiydi sonuçta...
Geçtiğimiz hafta Israelli Judo'cu ile finalde aynı mindere çıkması men edilen sampyon İran'lı altın madalyayı  Israelli rakibiyle karşılaşmadan terk etmek zorunda bırakıldı.  İran'ın Israelle ilgili probleminin ne olduğunun bilinmemesi konusu bir tarafa hayatlarında sporun, müziğin , kültürün ve tüm insanı aktivitelerin savaşların dışında kaldığını anlayamayan bir rejimin kurbanı olmuştur  İran'lı sporcunun bizzat kendisi!!
Mısırlı güreşçiyle de benzer bir olay yaşanmıştı geçmiş yıllarda..İster istemez Israelli sporcuyla güreşen Mısırlı genç müsabakanın sonunda kendisine elini uzatan Israelli güreşçiye elini vermeyi reddetmişti..
Yakın zamanda yine Malezya Hükümeti sakatlar olimpiyatlarında Israelli sporcuları ülkesinde ağırlamayı kabul etmediği  için  olimpiyatların başka bir ülkede düzenlenmesine razı oldu !!
Bütün bu örnekler uzar gider..
Israellilerinse ne Araplarla ne Müslümanlarla kişisel bir nefreti hiç olmadı..  Her barış yapılan Müslüman ülkeyi mutlaka ziyaret eden Israelliler Arap yemeklerini, Arap kültürünü dışlamadılar. Yeri geldi bu kültürü benimsediler, müziklerini dinlediler ve dinlerler ..
Barıştan bahsettikleri zaman, sadece toprak alıp toprak vermek dışında bir şeyler daha var.. Anlaşılmayan
Hala birilerinin değişmeyen zihniyetinin ne derece büyük bir sorun olduğunu olduğunu anlamayan çok insan var.. Büyük çoğunluğuyla  toprak sorunumuz olmadığı halde  yine de var olan  nefretlerini görmeyenler var....  Sadece savaşılanlarla değil sorun hiç savaşılmamış toplumların da bunların içinde olmasında..
Bu şey birilerinin daha çocuk yaşta içlerine sokulmuş kindedir. . Hiç bir neden de olmasa yine var olacak bir duygu bu.. Bir kitabın satırlarında yatan nefret. Hala bugüne dek dokunulmaz sayılan bir kitap..hayatlarında her şeyden daha çok yere ve söze sahip bir rehber kitap bu.  Değiştirilmeyen. Tanrının ağzından çıktığına inandıkları  sözlerin, yazıların arkasındaki kör inançlarda yatan olumsuz duygular..
Bu kitabın ötesindeki diğer tüm şeyleri reddedenlerin  başvurdukları tek lügat ..
Bilimden. matematikten, felsefeden, müzikten, spor ve dahası düşünme ve konuşma özgürlüğünden yani kısaca her şeyden uzak tutulmuş kitlelerin daraltılmış dünyalarına sığdırılan sabit fikirlerin  yetiştirdiği  insanlara elimi uzatmak onlara kendimi açmak istiyorum.. Farklı şeyleri..farklı düşünceleri, inanışları, gerçekleri anlatmak istiyorum..Sadece bana içten gülümsemelerini istiyorum..
Onlarla barışmak istiyorum....bana sırt çevirmiş kitleler görüyorum...





Batya R. Galantı