16 Nisan 2020 Perşembe

                                 
                                 

                                       Karakuş Yokuşundaki Ev!



Sene 1984.. Karakuş Yokuşunun tepesinde oturduğumuz ev...Büyükada'da geçirdiğim son iki yazdan bir evvelki seneydi o sene.. Bir devrin son bulmasına az bir zaman kala ada'da geçirdiğim  günler.   Çok sıcak geçen bir yaz olmasının dışında hatırladığım bir çok şey var o yazla ilgili..Ağbimin hala Israel'de bulunduğu son dönem oluşu..  Kocaman bir grupla çıktığım hafta sonu gezmelerim, deniz kenarındaki partilerle geçen yaz akşamlarının zihnimde bıraktığı unutulmaz anılar, sevinçler, dostluklar ve kimi göz yaşları...15 yaşın getirdiği tüm ilklerle birlikte yaşadıklarım ve annem babamla iyi kötü devam eden hayatım...

Karakuş Yokuşundaki evi tüm detaylarıyla hatırlarken senelerden sonra geriye dönüp baktığımda o yaza damgasını vuran, üzerimde ilginç bir etki bırakmış, hafızamda nedense gerçekten yer etmiş şeylerden birinin de o evin mal sahibi olduğunu düşünürüm hep... ...

Adanın en yüksek tepelerinden birine giden o dar küçük yokuşlardan birindeydi bu ev..Faytonların giremediği bir sokak. Aralarından yabani otların fırladığı taşlarla kaplı, merdiven bir yoldu bu..Köşe başında ünlü Rum futbolcu Lefter'in evi vardı diye anımsıyorum. İki tarafta iki katlı eski ada evleri ve en yukarılara vardığımızda sağ tarafta bizim tuttuğumuz dairenin bulunduğu alelade, taştan yapı... karşımızda ise kocaman, bomboş bir arazi vardı.. Kuru otlar, kimi yeşillikler ve incir ağaçları olan bu arsanın devamında olan koca deniz manzarasını ise kısmen kapatan terk edilmiş ahşap bir köşk vardı Bu bakımsız arazide zaman zaman atlar dolaşır, otlanırlardı.. Kimileri de köpekler gezerdi bası boş,  sahipsiz....

                                                   Adanın tepelerine doğru çıkan yollardan biri

Bizim oturduğumuz ev de iki katlıydı.  Ve yokuş üzerinde olduğu için kiraladığımız daire giriş katı gibiydi, aşağıda  Rum mal sahibi kadın oturuyordu.. O kadını; Neden hiç unutmadım?  diye sorsam kendime. O güne dek tüm tanıdığım insanlardan farklıydı derim herhalde..   Genelde simaları hiç hatırlamayan biri için gerçekten inanılmaz olansa bu kadının yüz hatlarını bile bugüne dek anımsıyor oluşumdur..

6-7 Eylül olaylarından sonra adanın gerçek ahalisi olan Rumların Yunanistan'a toplu halde göçleri sonrasında kalan tek tük yaşlılardandı bu kadın. Koca bir kültürden geriye kalan bir avuç insandılar bunlar. Tarihten o günlere, belkide bu millete emanet kalmış tek tük mücevheler gibiydiler bunlar.
Bir gecede talan edilen iş yerlerinden, evlerinden olan insanlardan, kimi tecavüze uğramış kadınlardan geriye sadece az mıktarda bir nüfustular. Büyükada'da tanımış olduğum bu kişiler o yaşanmışlara rağmen doğdukları yeri terk edipte gidememişlerdendiler. Koca İstanbul'da bir iki bin kişi ya vardılar ya yok.. Aralarında bir çokları yaşlıydılar.  Hep kır saçlı, siyah elbiseli olarak tahayyül ederdim Rum kadınlarını o zamanlar . Eşleri öldükten sonra bir daha siyahtan başka renk giymeyenlerdi çoğu. Gençlerini hiç tanımamış olduğumdan Rum denince benim aklıma hep bu yaşlı insanlar gelir olmuştu.. Bir de hep kedileri olurdu bol bol. Hayvan severdiler çoğu. Öyle bir iki kedi değil, kimileri adeta sürü beslerlerdi evlerinde.
Bizim mal sahibi ise adeta yaşanılanlardan ( tabii bu sadece benim kurduğum bir bağlantıdan ibaret ) sonra aklını kaybetmiş gibi bir his uyandırıyordu . Ağzını bıçak açmayan bir kadındı bu. Bütün gün evinin kapısında bir iskemlede oturur etrafı izlerdi..Aynı diğerleri gibi onun da hep siyah bir elbisesi vardı , bir de kır saçları... Bense kadının sert görüntüsünden, gizemli durusundan korkardım adeta. . Hatırlarım sezonun daha ilk günleriydi;  bir sabah yatağımdan kalkıp dışarı fırladığım gibi kadını görmüştüm hemen girişte yere vim döküyordu.. Merak edip dayanamayarak, yere neden vim ( temizlik tozu ) döktüğünü sorduğumda;  " Çok karınca var ! " demişti bana kısaca.. Karıncaları öldürmek için üzerlerine vim atıyordu..  Başka bir sefer yanıma gelmişti, hiç beklemediğim bir anda ; karşıdaki o ahşap terkedilmiş binayı işaret ederek bana;  " Bu evi görüyormusun " diye söze başlarken ben şaşırmıştım birden çünkü yazın sonlarına geldiğimiz o zaman kadın benimle ilk kez konuşuyordu.. Ben " Evet!"  derken,  devam etmişti.. " O evde büyük bir aile otururdu, bir gün birileri geldi üzerlerine DDT attılar ve hepsi öldü! "  diye devam etmişti.. Sanki geçmişteki olaylardan aklında kopuk,  belirsiz, ilgisiz senaryolar kurmuştu kafasında..

O yaz , herşeye rağmen bir çok açıdan benim için güzeldi aslında. Mal sahibimiin gizemine rağmen, en çokta babamın rahatsızlığının ilk belirtilerini göstermeğe başlamasının getirdiği soru işaretlerine rağmen benim için hala daha çocuk olmak vardı sanırım .  O yaz ilk kez bir erkek arkadaşım olmuştu, öyle çok uzun sürmemiş ve pek iz bırakmış olmasa da .. Ayrıca yeni gelişen bir  genç kızın hayalleriyle birlikte bir şeylerin filizlenmeye başladığı ilk genç kızlık zamanlarımdı.  Hayatımın herşeye rağmen en gayesiz günleriydi belki de..

İşte tüm bunları  düşünürken yine gecelerden bir gece geldi aklıma ..

Saat dokuzu geçmişti, ben hazırlanıp sırt çantamı arkama koyduğum gibi evden çıkıyordum ki tam gecenin orta yerinden çıkan mal sahibinin o esrarengiz sesini hatırlıyorum. Karanlığın içinden bir anda yakınımdan bir yerlerden bana ; " Kaçıyorsun? İstanbul'a kaçıyorsun sen? derken. Etrafta en ufak bir ışık yokken, ne bizim, ne teyzemlerin evinde kimselerin olmayışından tedirgin olan ben kadına; " Yok kaçmıyorum !" diye gevelerken ağzımda bir anda kendimi, yokuştan aşağı hızla koşarken bulmuştum.  Köşeye vardığımda kalbimin nasıl çarptığını anımsıyorum hala.. Sanki kadın bana bir şey yapmak istemiş gibi.. Benim de hayal gücüm ödümü koparmıştı bir anda...

O yaz bittiğinde, tüm yaşadıklarıma en son noktayı koyan şeyse bir gün duyduğum bir konuşmaydı.  Annemin teyzemle  aralarında geçen  konuşmadan geriye kalan sözler...Yan odadan kulağıma çalınanlar .. " Leon iyi değil, hareketleri birden çok yavaşladı, bir şeyi var mutlaka. Doktora gitmesi şart!"

Aradan geçen bir iki ayda babama doktor Parkinson teşhisi koymuştu.

Sanırım hayat hiç bir zaman sadece güzelliklerden ibaret olmuyor. En güzel anılar bile bir çok sorun bir çok karmaşık duygular ve hüzünle beraber yaşanabiliyor. En azından kimi insanlar için!



Batya R. Galanti

3 yorum:

  1. bu yazin heyecanlandirdi beni ....eski gunlerime, anilarima goturdu beni. 6-7 eylul olaylari gozlerimin onunde yer aldilar..sisli- osmanbey arasinda Halasgar Gazi caddesinde Ataturk muzesinin tam karsisinda otururduk..6 yasindaydim...evimizin tam altinda iki kardes koco ve panayoti nin kasap dukkani vardi.....o aksam ozel bir durum oldugunu baslagincindan anlaamistim....annem babamla fisildiyarak bir seyler konusuyorlardi....isigi kapattilar...karanliktayiz... Turk milli bayramlarinda pencereye astigimiz buyuk Turk bayragi sanki bayram gunu iyimis gibi pencereye asildigini hatirliyorum....ve annem babama bir kat altimizda yasayan rum monsieur zervudakis e ne sekilde yardim edebiliriz diye sordugunu hatirliyorum.....babam bir kac dakikaligindan evden cikiyor ve hemen sonra donuyor ve anneme komsunun kendi evinde kalmasini tercih ettigini soyluyor....ve birden yuzlerce ellerinde sopalar olan capulcular bizim evin altina gelip muze karsisinda saygi durusu yaptiktan sonra sopalarla zavalli kasabin camlarini kirip butun etleri sokaga attiklarini hatirlarim....6 yasinda bir cocuk icin buyuk bir travma oldu ve etkisini ileri yillarda gordum....unutamam o gunleri...ve unutamam s michel orte okulunda arkadaslarim olan genc rumlarinin tek tek ortadan kayip olduklarini hatirlarim....kimse bize nee oldugunu anlatmadilar soylemediler...yillarca sonra anladim ki cekip gitmisler yunanistan a...

    YanıtlaSil
  2. yazdigim detayli yorum nedense burada gorulmuyor...cep telefonunda goruluyor...acayip

    YanıtlaSil
  3. Onaylama vermem gerekiyordu. Gorunce yorumunu onayladim .

    YanıtlaSil