7 Nisan 2022 Perşembe

Camilerde çıkarılan söylenti

Israel'de, camilerde çıkardıkları söylentilerle, Araplara telkin edilen yeni bir şey var.  2022'nin Israel'in sonunu getiren yıl olacağına inandırılanlar birbirlerini daha cok saldırılara teşvik ediyorlar.
Israel Polisinin eline geçen belgelerle bu durumu destekleyen bilgiler var deniyor.
Video'daki genç adam Araplar'ın  bu Ramazan çok daha fazla eylem ve saldırı planları içinde oldukları  biliniyordu diyor.
Medya'da bu saldırılara günler kala, burada yapılan kimi açıklamalarda, Ramazan'da beklenen kanlı olayların gerçekleşmesini engellemek için kimi Arap yetkililerle görüşmelerde bulunulduğunu duymuştum. "Kan dökülmesini engellemek" dendiğinde ellerinde bazı şeylerin kötüye gideceğine dair kimi kesin delliler gerçekten mevcuttu demek. Sonuçta hem neler olacağını çok iyi bilip hem buna karşı bir şey yapamamak bu devlet için bir çeşit fiyaskodur sanırım. Hükümet halkı korumakta yeterlilik gösteremiyor. ( Terörü engellemek mutlaka zordur AMA!!....) 
Böyle bir terör dalgası karşısında radikal kararlar alınmalıdır. Ve bunlar olayların gerçek sorumlularına karşı olmalıdır. Küçükler sadece kullanılan piyonlardır. Onları yöneten beyinlere karşıdır savaş, Bu terörü yönetenlerin Israel'in onlara karşı savaşacak güce ve kapasiteye sahip olduğunu anlamaları gereklidir. Onlara bu mesaj açık ve net verilmelidir. Israel'in bunu yapabilecek kapasitesi mevcuttur. Ancak bugünkü Amerikan Hükümeti Israel'e olan desteğini büyük oranda azaltmıştır. Bu da Israel'in elini kolunu bağlamaktadır.
Sonuç olarak Arap mantalitesini ve bu bölgedeki olayları  yıllardır soluyan biri olarak onları anladığımı düşünüyorum. Senelerce, her barışa yaklaştığımızı düşündüğümüzde, her ödün vermemiz söz konusu olduğunda aynı durumları açıkça yaşadığımızı görmüş bir insan olarak düşüncem şudur; ödün verilmesini iyi niyet değil zayıflık işareti olarak algılayan bir mantaliteyle karşı karşıyayız. Ne zaman onlarla anlaşmak istersek, onlara zeytin dalı uzatırsak,  o an saldırmak için en uygun an diye algılamaya devam ediyorlar. Karşılarında bir kez daha anlaşmaya varabilecekleri bir hükümet olduğu halde barış yerine  terörü seçiyor bu insanlar. Hayatı bizlerden son derece farklı algıyan bir topluma kendi degerlerinizle yaklaşarak bir yere varmak zor!!! 
Birileri onlara silahlar, roketler ve fikirler veriyor...Birileri burada karmaşa olsun istiyor.
Bu son olaylar, İran'ın Israel'e karşı sürdürdüğü savaşın yeni bir safhasıdır

                                                 Filistinliler arasındaki yeni söylenti 

Yine cehennem dolu saatler, yine terör

Gecenin karanlığında keyifli bir yürüyüşten döndüğünüzde yeniden silahlı saldırı haberleriyle sarsılmak. Yeniden ağır yaralılar olduğunu yeniden ölümcül durumdaki iki gencin yaşam mücadelesi verdiklerini duymak. Tam bir kaç gündür duruma hakimiz diye düşünürken bir kez daha... hem de her zaman gezdiğiniz yerlerde bir kez daha insanları, cafe'de oturan gençleri hedef aldıklarını duymak.

Bu durum bu şekilde nasıl devam edebilir?? Bu insanlara bu  silahları kim vermiş? İç Güvenlik teşkilatımız ne yapıyor??? Geçtiğimiz günlerde 15 ayrı saldırıyı engellediklerini iddia etti Israel Savunma Bakanı.

İkinci intifada'yı bitiren şey, Israel'in Hamas'ın Başı Ahmet Yasin'i havadan bir roketle hedef almasının arkasından seçilen, Rantisi'yi de vakit kaybetmeden cehenneme postalaması olmuştu. 

Küçükleri ortaya atan büyük yılan kimse hedef o olmalı. Yoksa daha çok masumun canı gidecektir. Batı  Şeria'da gerekirse ev ev arayıp ellerinden silahları toplamazlarsa bu ülke kan gölüne dönecek.

Yarın Ramazan'ın ilk cuması. Namaz çıkışı neler beklendiğini Allah bilir??

Üstüne üstlük, Israel Gazze'den binlerce Filistinlinin Ramazan için Israel'e girişlerine izin vermek istiyor dendi. İyi niyet göstergesi olarak. Bakalım bu iyi niyetin bedeli ne olur??!!

Şu anda, Tel Aviv'de ateş eden iki teröristten biri kaçmayı başardı ve nerede gizlendiği..nereye kaçtığı bilinmiyor. Polis ve asker teröristi aramaya devam ederken insanlardan evlerinde kalmaları istendi.

 


Ekmeğe doymak zor!

Geçen gün yine bazı işler için eşimle birlikte Tel Aviv'deydik. Oraya uğra, buraya git..derken geçen saatlerin farkında değildim ben. Eşim birden; "Ben acıktım !"dedi. Bekle biraz, eve döndüğümüzde yersin derken, hala gideceğimiz yerleri sayarak, o kadar bekleyemem burada bir kaç büfe falan var, seç birisinden bir şeyler getireyim yeriz dedi...

Arabada yemek yemeyi yasaklamıştım ben halbuki 😁... Oğlum bu yasağa tam riayet edenlerden. Babasını da hep uyarıyormuş. Eski arabanın koltuklarını ortaklaşa berbat etmişlerdi. Ama hayır eşim bu defa kararlı... Ve bir yasak bir kez delindi mi yandık!!!

Nasıl istersen dedim... On dakika sonra elinde kağıt bir torbada bir şeylerle geldi. Arabada beklemedeyiz o an. Sokak arası acil yemek. Uffff...insanın en sevdiği şeylerden biri böyle pis pis atıştırmaktır ama değil mi?!!.

Lüks restoranları, inceden hazırlanmış özel menüleri kimi kimi arkada bırakabilen pis boğaz  şeyler. Hiç farkında olmadan açıktığınızı anladığınızda imdadınıza koşan, içi tıka basa doldurulmuş sandwich'i her ısırdığınızda ağzınıza gelen bin bir değişik tadla birlikte ne kadar acıktığınızı keşfederken mest olmak...

Kolum boyunda bir baguette'in içini neyle doldurduklarını bile anlamadan sarıp sarmaladıkları kağıdı açıp ilk ısırıktan sonra: "Bu ne??? "dedim. Arada sadece eşimin değil, geçen saatlerde benim de midemin nasıl da zil çaldığını o an anlarken ben...

Pek anlamıyorum nedir derken bir ısırık daha alıyorum....Mmmm lezzetli mi bu?? Galiba. Onu da anlamadım ilk anda. Karar veremiyorum. Ama yine de ısırıkların ardı arkası kesilmiyor. İçindekiler ne yahu?!! Sanırım tavuk parçaları var... O kadar çok baharat karıştırılmış ki biraz da ondan anlamıyorum galiba.  Patates, turşu ve mayonezi farkettim..bir ısırık daha alırken... Beni en çok çeken şey, sandwich'in içi mi dışı mı ( ekmeğin sadece kendisi mi? )  hala çözmedim...

Israel erkek.... iki ısırıkta koca baguette'in sonunu bulmak üzere. Bense sözde hızlı yediğimi düşünüyorum. Boğulmayayım da!!  Tadına varmaya çalışırken, normal bir kadının durması gereken miktarı çoktan geçmişim ama hala duramıyorum. Ve durasim da pek gelmiyor. Benim boyutlarımda biri, 1.88 boyunda ve 100 kilodan fazla bir adamla aynı sandwich'i mideye indirmem normal değil diyorum. Ama bu defa açlığımın dinmemesi sorun gibi :)  Baguette bir harika..içindeki karışık şey de fena değil aslında. Tavuğa bol bol curry koymuşlar.

Neyse işin kısası, böyle pis şeyler yediğimde ille de ekmeğin beynimizde yarattığı o özel etkiyi düşünürüm. Bir flash gibi. Ve herhangi bir salata ve bir tabak sebze yediğinizde olmayan bir his vardır bu tip bir hamuru midenize indirdiğinizde. Kocaman bir porsyonu bir çırpıda götürürken bir türlü doyma noktasına geldiğinizi hissetmezsiniz. Hamur sonu gelmez bir çekimdir. Bir parçayla başlarsınız ve daha çok istersiniz. Sebzeyse midenizi şişirir ve sizi gerçekten doyurur. Hamurun verdiği hazzı ise çok kez sebzede kolay kolay bulamayabiliyoruz.

Seneler evvel, Beylerbeyi'nde yanımda Güney Amerikalı bir karı kocayla geziyordum. Yine rehberliğin ilk günleriydi. Sanırım tam bir ekmek fırınının önünden geçerken kadın: "Porque las mujeres turcas son gorditas?" diye sormuştu. Türk kadınları niye tombulmuşlar?  Ben, kısaca Türkler çok ekmek yerler diye cevap verebilecekken, Türkler çok hamurişi severler diyesim tuttu da o an "hamurişi "kelimesi aklıma gelmiyor. Fransızca'da hamur; la pâte.. yine kafamda başlıyor çeviri. Gayet basit olarak" pasta "değil de.. pata diye düşünüyorum bir an. Porque comen mucha pata!!"diye çıkarken ağzımdan, "Aman Tanrım!! Ne dedim ben!! Kadın; "Que pata?! "derken Benim aklıma bizim ladino'da pata kelimesinin argo anlamı geliyor. Ah ne dedim ben?? Pata erkeklik organı derken gülmeye başlıyorum. Neyse onlardaki anlamı daha az problemili, ördek ya da kuşların ayaklarına pata derler ya.  Fransızca'daki "pattes" gibi. Tabi kadın şaşırır..ayak kilo aldırmaz ki!!!  Neyse sonunda,  " Los turcos comen mucho pan! " diyerek düzeltmiştim. ( Çok ekmek yerler demiştim kısaca)

Türkler gerçekten dünyada en çok ekmek yiyen millettir. Evin kadını kocaman bir tabak kurufasulyeyi yer sofrasının ortasına koyduğunda 10 kişilik bir ailenin her biri ortadaki yemekten kaşıklamaya başlaladıklarında bu kadar çok kişinin bir yemekle doyabilmesinin tek sırrı tükettikleri ekmek miktarıdır.

Türkler için ekmek her daim ana besin maddesiydi.  Ve sanırım bugünkü enflasyonla belki de eskisinden de zorlaşan şartlarla gelen açlıkla diğer besinlerin yokluğunu kapatan şey olmaya devam ediyordur ekmek.

Gayet lezzetli olan Türk Mutfağının, Osmanlı Kültürüyle, bir sürü devlete hakim bir milletin zenginleşen  değerlerinden biri mutlaka günlük menüsü olsa da fakir bir köylünün sofrası yeterince cılız kalabiliyor. Bu yüzden Anadolu kadını tüm fakirliklerine rağmen çoğu kez şişmandır.

Ama  ekmeği genelde çoğu insan sever. Ben de çok severim. Kendimi tutmasam yiyeceğim miktarın sınırı yoktur sanırım.

Ekmek ve ekmek benzeri herşey böyle değil mi?  Pizza, makarna, ravioli ya da benzeri olan herşey.

Hamur insanı mutlu ediyor sanki. Kan şekerinizi anında tepeye çıkarttıkça bir an kokain almışçasına mutlu oluyorsunuz.  Sarhoşluk gibi bir şey bu.

Arabada yediğim sandwichte böyle bir şeydi. Farkında olmadan enerjimin düştüğünü yerken anlarken  yemeğe devam ettikçe kendime geldiğimi hissettim. Ve esrar gibi daha fazlası için dur demek zorlaştı bir an... Hamurla ilgili sorun da burada başlıyor ve bitiyor. Hamur'da doyma noktası yok! Ve alışkanlık yapıyor. Kendinize, nefsinize hakim biri değilseniz sonunu getirmek zor.

Çok yemek istemiyorsanız derler ki masaya oturmadan evvel bir iki bardak su için. Midenizde doluluk hissi yaratmak için.

Tek bildiğim şey ekmekle doymak zor!!! Ya da belki de ekmeğe doymak zor!!





6 Nisan 2022 Çarşamba

İklimin değiştirdikleri

İsraelli Bilimadamları, son 70 yılda, her sene Israel'e uğrayan göçmen kuşlarla,  burada yerleşik yaşayan ve insanların yaşam alanlarına yakın olan kuş türlerinin kendilerini değişen iklim şartlarına adapte ettiklerini gözlemlemişler.

106 farklı cins içinden yaklaşık 8000 kuş üzerinde yapılan takibe göre kuşlar iklime bağlı bir morfolojik değişim içindeymişler.

Bu araştırma çerçevesinde kendisiyle röportaj yapılan Profesör Shai Meiri, soğuk bölgelerde yaşayan hayvanların genelde daha yuvarlak daha şişman formları olduğunu, sıcak yerlere gidildikçe aynı hayvanların bedenlerinin daha zayıf ve daha uzunca olduğununun bilindiğini söylemiş.

Aynı iddiaya göre, mesela New York'lu Amerikalılar soğuk bir iklimle sürekli daha ve daha şişmanlarlarken, California'ya gidildikçe gayet zayıf ve formunda insanlarla karşılaşmanız mümkün oluyor hahahah..  Bu da benim konuya getirdiğim yeni bir aydınlatma 😜. Buna göre iklimsel teoriyi kendi kafama göre farklı alanlara adapte etmiş oluyorum.  İşin şakası bir tarafa, insan soğuk yerde barınabilmek için daha çok yemeğe, daha fazla bedensel yağ hacmine ihtiyaç duyuyor mutlaka.

Ben Israel'e ilk geldiğimde buradaki sokak kedilerinin ne kadar tipsız olduklarını düşündüğümü hatırlıyorum. İstanbul'un  o yuvarlak bedenli hayvanlarının yerine burada daha çelimsiz ve uzunca, daha sivri yüzleri olan kediciklere rastladığımda şaşırmıştım. O zaman hep bunu düşünürdüm, hayvanlar bile bir yerden diğerine farklı görünüyorlar. Nasıl ki soğuk iklimlerde yetişen insanlar, güneşten uzak oldukları için daha minik daha ince ve zarif yüz hatlarıyla  çok daha beyaz bir tene sahiplerken, biz Akdeniz insanları devamlı sıcak ve güneşe maruz olmaktan dolayı daha geniş bir burun ve daha iri dudaklarla birlikte esmer bir tene ve  kadınlarımız da daha fazla popo ve kalçaya sahip oluyoruz.

Bulunduğumuz bölgeye ve iklim şartlarına göre hayvanlar da insan bedeni de bir evrim geçiriyor. İklim gerçekten de bizlere farklı bir şekil vermeye devam ediyor.

Biz insanlar sıcak bölgelerde kısalıp irileşirken, kediler ve kuşlarsa tersine sıcakta uzayıp sivrilmişler ama nedense!!! O zaman biz insanlarla hayvanların geçirdiğimiz morfolojik evrim belki de kısmen de olsa farklı... Neyse işin kısası, hepimiz bir şekilde kendimizi iklimsel değişikliklere adapte ediyoruz.

Bir arkadaşım bu konuda daha da ileri giderek, buranın kedilerinin karakterlerinin bile Türk kedilerinden farklı olduğunu söylerdi.

"Buranın kedileri bile daha bir yabani" şekilindeki iddiaları doğru gibidir sanki ( Israel'in o kendine özgü rahatlığının, abartılı bir "burası Israel...istediğim gibi oturur, istediğim gibi yaparım"in  getirdiği alışılmadık boş verci davranışların kedilere bile yansıdığını iddia ederdi!!)

Son dönemlerde gittikçe hızlanan iklim değişikliğiyle doğada biz insanları nelerin beklediğini bilimadamlarının tam bildiklerinden eminmiyiz acaba?? Bir taraftan bir aralar buzul çağına gireceğimiz beklentileri varken son yıllarda en çok konuşulan "ısınan" yerkürede denizlerde görülen yükselme!! Ve kutuplardaki iceberg'lerin erimesiyle yok olacakları iddia edilen kıyı şeritlerindeki bir çok şehirlerin akibetleriyle ilgili olası sorular, alınması gereken tedbirler..

Derken artık kışlar bazen hiç olmadıkları kadar soğuk geçebilirlerken, yazları ekstrem sıcaklar yaşamaya başlayan Avrupa şehirleri, bize, her geçen sene daha da ağırlaşan şartlar  ( daha çok fırtınalar, daha fazla seller, yangınlar ve depremlerle ) varlığımız için daha fazla savaşmaya iten bir hayatla başbaşa kaldığımızı hatırlatıyorlar.


5 Nisan 2022 Salı

İmamların savaşı

İki hafta evvel ilk kez gittiğim Bar'ta'da kasabın şehrin orta yerinde ineği yere nasıl yığdığı günlerce  aklımdan gitmedi. Yan yana dizili dükkanların ortasında, bir kasabın girişinde her gün meydana gelen olağan kesimlerden biriydi bu.  Kestikleri hayvanların parçalarını dükkanın girindeki demir çubuklara asanların olağan yaşamları. Hebron'da da böyleydi diye anlatır kızım. Etler kasap dükkanının girişinde asılı olurmuş.

Koca bir hayvanın boğazını şehrin ortasında, çocukların gözleri önünde  kestiklerinde insan algılayışında bir şeyler değişiyor sanki. Kocaman bir bıçak elinde olmak üzere, bir adamı böyle bir eylemi yerine getirirken seyretmenin insanda nasıl bir etki yapacağını düşünmek!!

Vahşeti basite indirgemek olmuyor mu bu??!!...Günlük hayatın bir parçasına çevirmek. Bu tip şeyleri olağan kılmak.

Kimi şeyleri hala aşamamış olan grupların yaşadıkları hayatların getiri ve götürülerine verilebilecek cevaplardan biridir bu kesim. Medeniyetle gelen kimi kuralları topluma sokamamak zaten sorunun bir parçası. Kimi insanı  kuralların eksikliklerinin toplumları nasıl etkilediğini görmek bu şekilde mümkün.

Bir hayvanı herkesin gözü önünde katlettiğinizde vahşeti sindirmeyi öğrenen çocukların daha ileride insan cinayetlerini de olağan görebilmelerinin yolunu açıyorsunuz.

....................................

Bir kez daha, Jerusalem'de, eski şehrin tarihi kapılarından birinin çıkışında dünya kopuyor.

Son günlerde yeniden polislerle çatışan gençler ortamı karıştırmaya çalışıyorlar. Ramazan'ın gelişiyle her zamankinden daha çok insanın üşüştüğü bu yerlerde yeniden bir şeyler oluyor.

Shaar Sh'chem ya da diğer adıyla Şam Kapısı, 16. yüzyılda, Roma İmparatoru Hadrianus tarafından, aynı yerde yaptırılan şehir duvarlarının kalıntılarını yenileten Sultan Süleyman tarafından inşaa ettirilen kocaman girişlerden bir tanesi Sha'ar Sh'chem. Bugünlere dek  farklı inançları bir şekilde biraraya getiren bu alanı çevreleyen duvarların bulunduğu yer hala tam olarak huzura kavuşmamış görünüyor.  Ramazan'ın gelişiyle bir kez daha saldırılar başladı.

Bugünlerde Paskalya'ya doğru yeniden perhize giren Hıristiyanların da inananları aynı şehrin eski patikalarında dua etmeye gidiyorlar. Huşu içinde, sessizden bir geçiş onlarınkisi. Kimse onlardan ne korkuyor, ne tedirginlik hissediyor. Onlar bu dünya'nın kurtuluşu için çanlarını çaldırmaya devam ediyorlar.

Ve yine biz Yahudiler Pesah'ı konuşuyoruz bir kez daha. Önümüzde, yeniden  "özgürlük" kavramını hatırladığımız bir bayram var. Ve yine Pesah'a denk düşen hamsinlerle gelen kum firtinalarına rağmen yapılacak bahar temizliğinin arkasından bu bayramı karşılamak için hazırlanıyor bir çokları. Bizim için esaretten özgürlüğe geçtiğimiz zamanlara işaret ettiği için bu bayram hep düşündüğümüz hep tartıştığımız bir şey daha insanın bedensel özgürlüğünün yanında manen esaretten kurtulmasının anlamı!

Üç din bu yıl bir kez daha aynı döneme denk gelen bu kutsal günlerde ortak değerler için anlaşabilirlermiydi acaba??

Her namaz çıkışlarında gördüklerime bakılırsa bunu hayal etmek kolay değil.

Geçen baharda eşimle yine eski Yaffo'nun tepesinden kıyıya inen dar sokaklarından birinde yürüyorduk.

Tepedeki Alaaddin adlı, Yaffo'nun en eski restoranlarından birinin hemen bitişiğindeki merdivenlerden aşağı inerken, aynı hizada her daim gözüme çarpan, tek minareli minicik bir cami vardır. Aynı yolun aşağısındaki bir başka caminin dışında....Tam oradan geçerken, içeride, yerlerdeki halılarda oturan erkekleri gördüm. Sanırım aynı anlarda imam onlara vaaz veriyordu. İmamın vaazını pür dikkat dinleyen müminlerin kulaklarına çalınan sözler ya da cümlelerden bir tek kelime bile anlamazken sadece hışımla konuşan din adamının öfkesini duyuyordum. Adamın neye öfkelendiğini gerçekten bilmiyorum. Ancak o an o yerde huzur değil de bir hiddet vardı. İmam kime ve neye hiddetliydi acaba??  Her gün duaya gelmeyen bir inanana Tanrının ne ceza vereceğini mi söylüyordu onlara??  İslamın gereklerini yerine getirmeyenleri Tanrının cennettine almayacağımıydı, bu Allahın 1.5 milyarlık grubunun sürüsüne bereket imamlarından bir tanesinin verdiği mesaj??

Ben inananlarına hiddetle seslenen bir din adamını dinlemeyi tercih etmezdim. Din hiddet içermemeli. Din insanın yüreğini sevgiyle okşamalıdır. Bir imam onu dinlemeye gelen  Müslümanlara vereceği mesajla onları gerçekten iyi insanlar yapmak için çalışmalıdır.

Bugünse Kutsal Topraklarda bir kez daha imamlar etrafı kızıştırmakla uğraşıyorlar. Tanrı için oruç tutanlar, Tanrının adıyla huzur bozmak için çatışmaya teşvik ediliyorlar.

Başka dinlerden camilerine, inançlarına karşı hassas olmalarını bekleyenler, başkalarının kutsal saydıklarını yıkıp geçmekten çekinmiyorlar.

Birileri  inanç özgürlüğü adına istedikleri gibi vaaz verebilmeleri için onlara gereken imkanları sağlarken, onlar aynı imkanları başkalarının değerlerini yıkmak için kullanıyorlar.

Birisinin dua etme özgürlüğü başkasının yaşam özgürlüğünden yüksek olamaz.

İran'dan gelen mesajlarla etrafı ateşe atmak isteyen din adamlarını görevlerinden def etmek için çok düşünmenin kimseye faydası yoktur.

Birilerinin çanları üç beş çapulcunun cehennemlik ağızlarından çıkan kelimelere kaldıysa eğer, etrafı yangın yerine çevirmeden, bu insanları takip altına alıp, görevlerini kötüye kullanan din adamları için başka alternatif çözümler olduğunu kanıtlamanın zamanıdır.

Yarın öbür gün bu topraklarda kan dökülmesi için etrafı ayaklanmaya itenlere bu zevki vermek büyük bir hatadır.

Bu insanlar Ortadoğunun her karışında gördüğümüz kanı Yahudi ülkesine taşımak istiyorlar. Bu insanlar, kendi hükümleri altındaki hiç bir yerde görmeye alışkın olmadıkları insanca yaşam kurallarını yıkmak istiyorlar. Israel Devleti onları rahatsız ediyor. Amaçları bu devletle barışmak değil. Şimdi İran ve onunla bir olanlar içimizdeki radikalleri ayaklandırarak buraları cehenneme çevirmek istiyorlar.

İran bu şekilde Israel'i bertaraf etmek için çalışıyor.

Israel Meclisi Dışişleri ve Savunma Konseyi başkanı Ram Ben Barak, devam eden terörle baş edebilmek için olağanüstü hal ilan etmek zorunda kalınabileceğini söylerken dün İslami Cihad Örgütünün yayınladığı bir fotoğrafta, üzerinde patlayıcılarla yüklü bir intihar bombacısının başı çektiği silahlı adamlarıyla Israel'e ne gibi bir mesaj vermeye çalıştığı bellidir.

Tüm bunlara rağmen hayat burada devam ediyor. Yeni bir günde gözlerimizi güneşe çevirmeye devam ediyoruz. Israel Devleti hala daha onların düşündüğünden güçlüdür.


4 Nisan 2022 Pazartesi

Radikallere karşı savaşırken Birleşmiş Milletlerden İsrael'e yeni bir kınama daha

Yıllar evvel, ne Batı Şeria, ne de Gazze'yle aramızda herhangi güvenlik çiti ne de güvenlik duvarları mevcuttu. Bu yerlerden Israel tarafına geçen insanlar buralarda çalışırlardı.

Filistinliler Israel'de inşaat ve yapı sektöründe, özel iş alanları içinde istihdama katılırlarken geçen zaman bir çok şeyi olumsuz yönde değiştirdi.

Özellikle II. İntifada sonrası Al Fatah yerine Gazze'de Hamas'ın kontrolü ele geçirişiyle Israel güvenliğini gittikçe daha çok tehtid edişi, yine Batı Şeria'dan çıkan intihar saldırıları, iki halkı birbirinden neredeyse tamamen kopardı. Israel'de gittikçe kaybolan can güvenliğini geri kazanabilmek için, karşı taraftan gelen saldırılara son verilmek istendi.

Canı isteyen her Filistinlinin Israel'in her gün farklı bir noktasında kendisini patlatmaya başladığı gün bir dönem kapandı. Her Filistinlinin Israel tarafında özgür gezdiği günler bitti. O günlerden sonra özel kağıtlarla, izinle çalışmak durumları başladı.

Durdurulamayan terörü engellemek, bitmeyen sivil kayıplarına bir son vermek adına ilk kez II. İntifada döneminde güvenlik çitleri ve güvenlik duvarları örülmek üzere, iki tarafı birbirinden " kesin " (?!) bir sınırla ayırmak söz konusu oldu.

10 gün evvel bulunduğum yerleşim yerine ellerimizi kollarımızı sallaya sallaya girdiğimizi saymazsak tabii. Sonuçta herşey biraz lafta. Benim onların bir köyüne, yerleşim yerine rahatça girebilmiş olmam mümkünse eğer, aynı şekilde onlar da bizim tarafımıza aynı rahatlıta geçebilmeleri mûmkün demek ki.

Bir yerlerde güvenlik kontrolü yapılırken başka bir noktada ister arabanızla ister yaya olarak, kimsenin engeliyle karşılaşmadan geçip gidebiliyorsanız, daha başka noktalarda bulunan çitlerin anlamı nedir ben pek bilmiyorum??!!

Şimdi yeniden bu konular gözden geçiriliyor.

Adlında Gazze'de yaşayan insanlara özgür ve rahatça düşündüklerini söylemek şansını verebilseydiniz, bir çokları, Israel'de çalıştıkları günleri özlüyorlar mutlaka. Bir çokları Hamas'tan evvelki yılları mumla arıyorlar.  Burada çalışabildikleri zamanları,  Israel'le iş yaptıkları günleri. Hatta Israel askerinin Hamas Militanları yerine Gazze sokalarında dolaştıkları günleri özlüyorlar. Bunu biliyoruz.

Hamas'ın kurduğu korku cumhuriyeti, İslamcı zihniyetin ve katı kuralların, kendilerine karşı duranlara yapabildiklerinin hesabını tutan ve denetleyen hiç kimse olmadığı sürece Filistinlilerin kendi insanları tarafından yaşadıkları zulüm ve işkenceler aynı şekilde devam edecek.

Radikallere karşılık sindirilmiş bir halk var. Özellikle Gazze'de. 

Aslında, Batı Şeria'da da demokrasi yok tabi. Al Fatah ya da Hamas, biri İslamcı diğeri sözde laik olmakla birlikte hepsi aynı kafada. Kimse ne bir yerde ne de diğerinde özgür fikrini söyleyebilecek kadar serbest değil.  En çok kendi yönetimlerinden çekiyorlar. Kimse, bırakın silahı, Israelle konuşalım artık diyebilecek cesarete sahip değil o topraklarda! 

Bunu söyleyecek kişinin yaşatılmayacağını her biri bilir. Onlar gibi düşünmeyeni yaşatmayan bir toplumdur bu!!

Esas ilginç olansa, bir taraftan kendi adamlarının zulmünden şikayet etseler de diğer taraftan her birini kendi zihniyetlerinin getirdiği kapalılıktan kendilerini kurtamayacak kadar da muhafazakadirlar..."hepsi"!!

Ancak çoğunun en çok ihtiyaçları oldukları şeyse şu an yemek!! Bir geçim kaynağı!!

Israel onların elektriğini, suyunu karşılaşasa da bu yetmez. Ya da her gün tonlarca mal yüklü kamyonlar, gıda ve ilaç soksalar da yine de bu insanlar işsizliğin getirdiği şartlar içinde zorlu bir yaşam yaşamaktalar. Onlar, güvenlik kaygılarının, radikal fikirlerinin esiridirler.

Hala devam ettirdikleri küçük esnaflık, tarım ve yine küçük sanayiyle balıkçılık dışında, dar bir alanda kalmanın zorluklarını yaşıyorlar mutlaka.

İslamcı gruplar verilen paraların büyük bir kısmını silahayatırmaya devam ederlerken Müslüman Kardeşler'den, İran'dan gelen yardımlarla palazlananlar diğerlerini süründürülüyorlar.

Tel Aviv'de Eben Gevirol Caddesi üzerinde küçük bir yer işleten bir Gazzeli tanıyoruz biz. Gayet efendi bir insan.  Burada özel izinle çalışamaya devam eden kimi Gazze'lilerden biri bu.  O ve onun gibiler için tek bir gaye var;  ailelerinin geçimlerini sağlamak.

Ve bazen yine de kimi normatif diye adlandırılan ailelerin içlerinden bile çıkabilen radikaleze olmuş tipler bir gün silahla etrafı taradıklarında bir kez daha kime ve neye inanacağınızı bilemiyorsunuz.

Geçtiğimiz gece  Batı Şeria'da bir yerlerde gecenin karanlığında, Israel Güvenliğine ait özel tim yine bir hücre evine baskın yaptı. Üç teröristi,  Israel'in merkezinde yeni bir katliam gerçekleştirmeye az zaman kala makineli tüfekleriyle ele geçirdiler.

Üç azılı teröristin bulundukları evde çok sayıda cephane mevcuttu. Bu operasyonda bir Israelli asker çok ağır yaralandı.

İslami Cihad Örgütü bunun üzerine Israel'in kendilerine karşı savaş açmış olduğunu ve buna roketlerle karşılık vereceklerini  bir tehtid mesajıyla yayınladılar.

Hamas sözde şimdilik olaya karışmaz gibi görünse de, bunun çok büyük bir anlamı var mı bilmiyorum.  Çünkü Gazze'de  selefiler ya da başka Cihadistler kuvveti ele geçirmek isterken, onlar da  Israelle çatışmaya girebiliyorlar.

Aralarından biriyle el sıkışsanız, diğer bir grup buna karşı çıkabiliyor.

Filistinlilerin içlerinde savaş istemeyenler  olması durumu düzeltmeye yetmiyor. Kendi insanlarını maşa gibi kullanan  radikaller oyunun kurallarını belirleyenler.

Bir de içimizdeki Israelli araplar var.  Ve en  kötüsü Daesh ve Hamas'ın radikalize ettiği Israelli Arap gençlerin dışarıdan gelen kışkırtmalardan etkilenerek eyleme geçmeye çalışmalarıdır.

9 milyonluk nüfusun içide yaşayan 2 milyon Arabın yüzde 90'i  günlük yaşamlarına devam etmeyi tercih etseler  de aralarından çıkan küçük bir yüzdenin çıkardığı problemler  yetiyor!!

Israel'in en büyük sorunu Radikal İslamdır. ( radikal islam?!)

Ve tüm bunlara karşılık, Birleşmiş Milletler tarafından Israel'e karşı yeni bir kınama kararı daha çıkmış. Bu karara evet diyenler arasında Almanya ve Fransa da var.

Dünya bizi kınamaya devamederken  biz de kendimizi korumaya devam etmek zorundayız.

Başka bir Yahudi Devleti daha olmadığına göre seçeneklerimiz fazla değil!!

3 Nisan 2022 Pazar

Bir hiç uğrunda ölmeye hazır olanlarla barışmak

Hayat keskin virajlar demek bazen; bir günden diğerine çok farklı şeyler yaşatabiliyor bize.

2022'nin ilk ayından itibaren başlayan yağmurlar, ilk kez Israel'in klasik kış havasından çıkıp neredeyse Avrupa kara ikliminin sert günlerini getirir gibi oldu bu sene. Belki Israel'in merkezinde Avrupa'daki  karları görmesekte, değişen iklimin yansımalarımıydı bu kışın nemli, rüzgarlı ve yeterince soğuk havası bilmem. İlk kez yağmur duasına çıktığımız kurak günleri özletmeye varacak bir sonu gelmez yağışlara dönüştü bu yılki kışımız Israel'de. Yeterince üşüten ayazıyla birlikte, güneşi artık çok özlediğimiz haftalar geçerken baharı bir anda dört gözle beklemeye başlamıştık geçen güne kadar.

Alışkanlığımızı yeterince yitirdiğimiz zorlu kışlar, Israel'in soğuklara hazır olmayan şartlarıyla birleşince hayatımda bu kadar üşüdüğümü hatırlamadığım koca bir mevsimi belki de ilk kez artık geride bırakmak üzere olduğumuzu hissediyorum.

Bir anda bastıran hamsinlerle....Bir günden diğerine ters yüz olan havalarla...

Ayrıca zor geçen kışın ardından gelen bir de zorlu güvenlik şartları daha bir kaç gün evvel hepimizi bir umutsuzluğa itti sanki bir an.

Ama yine de bu ülkenin her durumuna alışkın olan insanları bir günden diğerine kendilerine gelmeye başlamış gibiler.

Hayat sizi, kimi zorlu şartlarla bile yaşamaya alıştırıyor sanki.

Bir taraftan hala tam olarak sona erdiği söylenemez bir virüs'ün getirdiklerini daha arkamızda bile bırakamadan, geçen baharda yaşadığımız zorlu çatışmaların yeni bir round'unun evvelinde olduğumuz olasılığı fikri bile yıpratıcı.. 

Karanlık ve soğuk bir bahar haftasında bir kez daha silahların patladığı Ortadoğunun merkezindeki karmaşık bir problemin tam ortasında bir kez daha insanların hedefte olduklarını bilmek ne kadar korkutsa da,  bu kördüğümün nasıl çözüleceğini bile bilmediğiniz bu sokaklarda size vahşi batıyı andıran görüntülerden sadece iki gün sonra yeniden farklı bir ruh haliyle uyanmayı başarmak.

Sonu gelmez bir sorunun çıkmazında bile günü gününe yaşamayı öğrenmiş insanlarıyla birlikte aynı sele kendinizi bırakmak....

Küçücük ve gayet karmaşık denebilecek bir toprak parçasında bir oraya bir buraya dağılan insan kitlelerine birlikte yaşamayı öğretememenin imkansılığı ile yola devam ederken... yeniden, karanlık bir gecenin yerinde bu kez yağmur yerine kurşunlar yağdırmak için etrafta dolaşan kimi insan kılıklı şeytanlarla yaşamak zorunda olduğunuz bilinciyle bile ertesi gün yeniden parlayan güneşle birlikte güzel bir haftasonunda yataktan kalkıp bisikletinizi alarak yola çıkabilmek. Köpeğinizle bir sabah turunuzu daha gülümseyerek tamamlamak...çocuklarınız ya da torunlarınızla bir defa daha sahilde içinize çektiğiniz nefesle yeniden hayata gülümsemek için sebepler bulmak.... Çaresiz kaldığınızda elinizdekiyle mutlu olmayı seçerek sağlıklı olmak zorunda olduğunuzu bilmek.

Üçüncü saldırının ardından Tel Aviv sokakları bir anda koronanın ilk günlerine dönmüşse de ertesinde gelen cuma'yla birden kış bitti.. kışla beraber karanlık fikirler de silindiler sanki. Güneş yeniden pırıl pırıl parlarken sokaklar bir günden diğerine yeniden doğuşa geçti.

Sadece bir günde insanların ruh hali 180 derece değişmiş gibiydi bu cuma öğleden sonra. Sahilde dolaşırken, bikinili kızlar, genç erkekler, yürüyüş yapan insanlar size terörü unuttururlarken...kumsallar yeniden her yaştan insanlarla doluydu. Kemikleri yeniden ısıtan sıcacık hava kimsenin kendisini eve kapayarak bir yere varamayacağını anımsatır gibiydi.

Yaşamak isteği kişilerin içindeki en güçlü duygulardan biri.

Her cafe'den, her noktadan kulağınıza gelen müzikler, dondurma yiyen insanlar, bisiklete binenler ve hatta kimi denize girenlerle bir tatil beldesi güzelliğindeki muhteşem kumsallar, daha iki gün evvel yağan kurşunları unutmayı tercih eden insanlar bu ülkenin dinamiği olmaya devam ediyorlar.

Bir daha böyle şeyler yaşanabileceğini bilmek dahi kimseye yaşarken ölmek isteği vermiyor.

Tüm yaşananlara rağmen hedef güçlü olmak.

Hep derim, neyi kutsadığınız çok önemli. Kimileri yaşamı kutsuyor bir diğerleriyse ölmeyi :(.

Bu dünya'da kendinize olumlu hedefler seçtiğiniz sürece, yaşamı sevdiğiniz müddetçe, kendinize devam etmek için mutlaka yeniden şans vereceksinizdir.

Bazense gelecek hayattaki hayaller ya da idealler adına ölümü aramaya itilenler de olabilir. Sağlıksız bir düşünceyi kocaman kitlelerin ortak hedefi haline getirdiğinizde insanları kendilerini gelecek hayattaki "güzelliklerin" peşinde koşmaya da ikna edebilirsiniz. Böyle düşünmeye itilen insanlara karşı savaşmaksa çok daha karmaşık bir soruna dönüşür. Bir hiç uğruna ölmeye hazır olanlarla yaşamı tercih edenler arasında ortak bir gelecek kurmak fikri erişilmesi en zor şeylerden birine dönüşebilir.