13 Aralık 2021 Pazartesi

 

 Kutsal kelimesinin sözlük anlamı dilden dile neden farklılık gösteriyor?

 
 Bugün yazıma " kutsal " kelimesinin sözlükteki anlamıyla başlasam!!

 Türkçe' de " kutsal"  kelimesinin karşılığına google'da çıkan cevap şöyle: 

kutsal
sıfat
  1. 1.
    güçlü bir dinsel saygı uyandıran ya da uyandırması gereken. 

  2. 2. 
    tapılacak ya da yolunda can verilecek denli sevilen.

  3. "Yurt herkes için kutsaldır"

İngilizce'de  Kutsal kelimesinin karşılığı;

ho·ly
adjective
  1. 1.
    dedicated or consecrated to God or a religious purpose; sacred.
    "the Holy Bible"
    Similar:
    sacred
    consecrated
    hallowed
    sanctified
    venerated
    revered
    reverenced
    divine
    religious
    blessed
    blest
    dedicated
    Opposite:
    unsanctified
    cursed
  2. 2.
    DATEDHUMOROUS
    used in exclamations of surprise or dismay.
    "holy smoke!"

(Holy)  Tercümesi;

1. Tanrı'ya veya dini bir amaca adanan; kutsal.

"Kutsal İncil"
Benzer:
kutsal
kutsanmış
kutsal
kutsallaştırılmış
saygı duyulan
vs.....


Kutsal kelimesinin Türkçe'deki açıklaması ve aynı kelimenin İngilizce'de ne ifade ettiğinden yola çıktığımızda, kelimelerin " yaşam tarzımız ve inançlarımızı nasıl yansıttıklarını anlayabiliyoruz.... Ben, dilimiz ve davranışlarımızın  kültürümüzle karşılıklı etkileşimiyle, birbirlerini nasıl şekillendirdiklerinden bahsetmek istiyorum.

Kutsal kelimesinin anlamında bir ülkenin, bir milletin ya da bir toplumun kültür yapısıyla yakından alakalı bir farklılık görülüyor.  

Kutsal kelimesinin, Hindistan'da ifade ettikleriyle, Hıristiyan kökenli bir ulus ya da Müslüman bir toplumun lügatından çıkan anlamı birbiriyle yüzde yüz örtüşmüyor.

Her lisanda kutsal, saygı duyulan, kutsanmış olan şey demekse de sonuçta her toplumun neyi, nasıl kutsadığında farklılıklar olduğu açık.

Mesela, Google' da Türkçe'deki, kutsal kelimesine verilen anlamlardan biri ilginçtir; 
" Tapılacak ya da  yolunda can verilecek denli sevilen..."  Müslümanlığı seçen toplumların lügatlarına yansıyan, " uğrunda ölmek " cümlesi, bu dinin bu toplulukların üzerindeki etkisini gösteriyor.  

Birisi için ya da bir şey için, uğrunda ölmenin kutsallığına inanmak....Ve bir şeyin uğrunda ölerek cennete gitmek kavramı... 

Cennet ve cehennem olgusu tüm monoteist dinlerde mevcuttur ancak cennete gitmenin şartları Müslümanlıkta diğerlerinden tamamen farklıdır.  Müslümanlıkta ölümü kutsallaştırmanın boyutlarıysa gerçekten bambaşkadır...Şehitlik mertebesinden bahseden bu dinin cennet anlayışını düşünürsek, kutsal kelimesinin kapsadığı kavramın da ne kadar farklı olduğunu anlayabiliriz. 

Bir şeyin uğrunda canını vermeye hazır olmak Yahudi dininde kesinlikle yasaktır. Yahudilikte insanın hayatı herşeyin üstünde bir değer taşır. Tanrının yarattığı bedeni sadece Tanrının alabileceği olgusu hakimdir. İnsanın değil başkasının, kendi canını alması bile yani intihar etmek bile çok büyük, hatta affedilmeyecek bir günah sayılır. Müslümanlıkta ise, kimi kutsal saydıkları şeylerin arkasından,  din adına, Tanrı adına savaşarak cennet gideceklerine inanırlar. Bu yüzden Türkçe sözlükte kutsal kelimesi, " uğrunda canını vereceğin şey " olarak nitelenebilmektedir,  Şehitliği kutsal sayan toplumlar cihad ve savaşları da kutsal sayarlar.

Geçtiğimiz hafta, Israel'in Güney Lübnan' daki Hamas kamplarında depolanmış silahları vurmasının ardından "şehit"(!) düşen bir Hamas militanının cenaze töreninde, Fatah militanlarıyla, Hamas'ın teröristleri arasında çatışma çıkmış. Böylece cennete uğurlanmak üzere yola çıkan cenazede bir dört kişi daha ölmüş.

Bir toplum varsayalım ki, cenazelerinde silahlar atılıyor, insanlar vuruluyor,  bir toplum varsayalım ki "şehit" lerini sardıkları bedenleri, kutsal savaşın uğrunda cihad çağrılarıyla mezara taşınıyor, bir millet varsayalım ki, her yerde " masum " olan çocuklar kimi yerde ellerinde silahlı insanlarla birlikte, Cihad uğrunda ölmek için and içtikleri cenazelerde haykırıyorlar...

Ve sonunda şöyle diyorlar....Israel cocukları öldürüyor.

Erdoğan, geçtiğimiz günlerde, Filistinin haklarının korunması ön koşuluyla, Türkiye'nin yeniden Israelle yakın  ilişki kurabileceğini söylemiş. Bundan bir kaç gün sonra, Israel'in sokaklarda Filistinli çocukları " terörist oldukları bahanesiyle" (!) öldürdüğünü iddia etmiş.

Üzerinde adam öldürmek için bıçak ya da silah taşıdıktan sonra o kız 14  ya da 24 olsa ne fark eder ?

Ne Erdoğan ne de diğerleri neden bir kez doğruyu söylemiyorlar?  Haftalardır devam eden saldırıları anlatan pek yok!! Gerçeklerden bahsedenler yine yok.

Çocuklar üzerlerinde silah taşıdıkları  gün çocukluklarının tüm saflığı biter!! Adam öldürmeye yeltenen bir insanın o dakikada yaşının önemi varmıdır? Hem saflliği hem de dokunulmazlığı!  14-15 ya da 16 yaşındaki çocuklar silah kullandıkları andan itibaren kimi neden ve niçinleri oyunun kurallarını değiştiren  topluma  sormanız gerekmez mi? Nerede ahlak ve insanlıkları!!!

Daeş çocuklarının, kimi kimi boğaz kesebildiklerini de görmemişlerdir eminim!!

Batı'da çocuk dediğinizde sabah yatağından kalkıp okula giden,  akşam odasında ders çalışan, arkadaşıyla oyun oynayan küçük insandır. Himayeye muhtaçtır. Anne babasının koyduğu kurallarla, aile içinde bir yaşam sürer.  Ona kimi ahlak kuralları kimi toplumsal yaşam değerleri öğretilir. Çocuk masumiyeti temsil eder. Büyüklerin sözlerinin ışığındaki bu küçük insan, daha iyi gelecek için eğitilir.

Batı, Ortadoğu'yu kendi değerleriyle analiz ediyor. Batıdaki insan bu küçük çocukları kendi ülkesindeki toplumsal değerlerin ışığında değerlendiriyor. Onları kendi normları içinde gözlemlemeye çalışıyor. Ekranlar yoluyla, yazılanlar yoluyla, anlatılanlar ve kafalarında hayal ettikleri dünyalar yoluyla. Herşeyin kendi beyinlerindeki bir yanılgı olduğunu bilmeden. Kendi İngiliz beyinlerindeki kültür yapılarıyla sabah içtikleri İngiliz kahvesinin tadında Filistin beynini anladıklarını, tattıklarını hayal ediyorlar. Aynı anlayışta, aynı tatta bir dünya hayal ediyorlar. Tamamen ayrı dünyaların insanlarını  kendileri gibi düşünmeye başladıklarında yanılıyorlar. Gördükleri ve benimsedikleri dünyalar birbirlerinden ne kadar farklıysa onlar hala bunun farkında değiller.  Batı' daki insanın gözlükleri, kendi standartlarında. Onlar bu gözlüklerle gördükleri olayların, Ortadoğu'daki çizgilerini ve sınırlarını tanımlıyorlar. Oysa geceleri düğünlerde silah atanların dünyalarında bambaşka fikirler dönüyor.  Minicik çocukların ölümle iç içe geçen yaşamlarına o kadar uzaklar ki onlar.

Çocuğun Avrupa' daki kelime anlamıyla, Ortadoğu' daki karşılığı da aynen " kutsal" kelimesi gibi  örtüşmüyor.

Bu insanların belirledikleri koşullara karşı, diğer tarafın verdiği tepkileri, bölge insanını ve şartlarını tanımayanlar anlamayabilirler.

Yine iki gün evvel sabah sabah, 14 yaşında bir Filistinli genç kız, 24 yaşındaki Israelli bir genç anneyi. sabah çocuklarını yuvaya götürürken, sırtına 30 santimlik bir bıçak saplayarak yaraladı burada.

Daha sonra, Batı'da Israel polisinin 14 yaşındaki bu çocuğu tutukladığını duyduklarında insanlar çılgına dönüyor. Israelliler canavarlar!!  Çocuklara nasıl davranıyorlar???!!! Doğru, görüntülere yansıdığında çok kötü bir propaganda oluyor Israel açısından.. insanı ürperten...........bir askerin elinde giden bir çocuk. Bunlar hiç olmaması gereken şeyler.. Hem de hiç!!

Askerlere molotov kokteyleri atan çocukları geçenlerde askerler fotoğraflarını çekerek teyid etmek istediler. Bu da olay oldu.

Bazen bir Israel askeri, sınırda kendisine koca koca taşlar atan bir çocuğu yakalarken görülür. Sınırda Israelli sivillere ve askerlere kocaman taşlar, molotov kokteyleri fırlatan çocukları yakalayan askerler zaman zaman onları  kontrol noktasındaki merkeze götürürler ve ailelerinin gelmeleri için haber verilir. Esas hesap anne babayladır..

...................................

Gelelim, Lübnan'daki son duruma.  Hamas burada yeni kollar salıyor. Suriye'deyse geçtiğimiz Haziran' da " Kimyasal Silahların" saklandığı depoları imha eden Israel,   Avusturya' da devam eden görüşmelerden bir şey çıkmayacağının bilincinde.

Geçtiğimiz günlerde Amerika'ya, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin'la görüşmeye giden Gantz, İran'a karşı ortak bir tatbikat üzerinde anlaşmaya çalışıyor. Önümüzdeki bahar aylarında planlanan tatbikata Amerikanın katılımının söz konusu olup olmayacağını göreceğiz. Şimdilik, her gün nükleer güç olma rüyasına bir adım daha yaklaşan İran'ın Israel'i hedef almasına izin vermemek için senelerdir yaptığı askeri hazırlıklara hız vermiş olan Israel, bu konuda gittikçe daha etkili bir ikna politikası yürütmeye çalışıyor. Avrupa'yı, İran'ın sadece Israel için değil tüm dünya barışı için tehlike arz ettiğine dair tam olarak ikna edebildiğini sanmıyorum.

Viyana'da,  devam eden pazarlığın yeniden zora girdiği bugünlerde Israel'in bahar ayında Amerika'yla birlikte ortak bir tatbikat yapacakları yönündeki açıklamalar, İslam Cumhuriyetine bir mesaj verme çabaları olsa da İran şimdilik bundan korkmuş gibi görünmüyor.

Amerika ise her ne kadar, görüşmelerden bir sonuç çıkmadığı takdirde tüm diğer seçeneklerin masada olduğunu söylese de, son dönem Amerikan politikasını takip eden bir insan Amerikanın, İran'a karşı bir saldırıda yer almak için çok gönüllü olmayabileceğini de görebilir.

Bu durumda Israel kendi işini kendi yapmak zorunda kalabilir.

Sonuç olarak, bu bölgede çocuk yaştaki insanlardan,  Ortadoğunun ortasındaki koca bir İmparatorluğun kalıntılarının devamı olan bu eski ve köklü İslam ülkesine kadar, kutsal savaş uğrunda şehit olmaya and içmişlerle barış yoluyla bir şeye varmak şimdilik bir rüya gibi görünüyor!!!






11 Aralık 2021 Cumartesi

Zamansız gidenlerin ardından...

Facebook'ta iki okul sayfasını takip ederim.  Biri Şişli Ondokuz Mayıs İlkokulu, diğeri ise Saint-Benoit Lisesi'nin Mezunlar sayfasıdır.

İlkokul Sayfamız gayet düzgün bir şekilde yönetiliyor. Bu grup sayesinde, bir çok bildiğim bilmediğim, tanıdığım tanımadığım, çocukluğumdan yaşlılığa hiç tahmin etmediğim insanların bu okuldan mezun olduklarını keşfettim. Birbirlerini bulmuş insanların paylaşımlarını. zaman zaman sohbetlerini okumaksa her zaman ilginç olabiliyor. Bazılarının seneler sonra bir cafe'de buluşmalarından resimler ve geçmişe ait bir sürü fooğraf ve anılar bu tip sayfaların ana amaçlarından birini teşkil ediyor. Okulda öğretmenlik yapmış kişilere ait resimlerse  insanı sanki kısa bir tarihe doğru bir çeşit gezintiye çıkarmaya benziyor. Aradan geçen uzun yıllarda çoğu yaşamayan insanların, eski Türkiye'yi yansıtan görüntüleri bunlar.  O dönemler okulda eğitim veren kişileri bugünle mukayese edebilmek şansını da veriyor kimi anıları paylaşmak. Kimisi yerebiliyor geride bıraktıklarımızı, bazılarıysa daha mülayim bakıyor, geçmişteki eğitmenlere ve sisteme. Ve arada bazen, geçen gecelerden birinde olduğu gibi bu konuda ateşli tartışmalar bile yaşanabiliyor. Ve okulun çocukluğuma ait haliyle bugününü gösteren resimler, kafamdan neredeyse tamamen silinmeye yüz tutmuş hatıraları canlandırıyor. Çoğu değişen şeylerin bugünkü halleri, sizinle en ufak bir ilgisi kalmayanları size tekrardan tanıtır gibi oluyor bir an.

Bir de Saint-Benoit Derneğinin sayfası var. Bu dernek sayfasıysa bence tam olarak olması gerektiği gibi değil. Sayfa, bu okulu bitirenlerin anılarını pek tazelemiyor. Bu grupta bizleri, okul zamanlarımızı canlandıracak çok daha fazla resim paylaşılabilirdi. Bunun yerine, Saint Benoit Derneğinin facebook sayfasını tam bir "ölüm ilanları" panosuna döndürmüşler.

Sayfada gün yok ki bir ölüm ilanı çıkmasın. Bu okulda, öğretmenlik yapmış ya da  öğrenim görmüş insanların vefaatlerinin duyurulmasi tabi ki doğaldır. Zaten insanlar bunu bilmek isterler. Ancak ilanlar bununla bitmiyor ki. Okuldan mezun olanların anne babalarının vefaatlerini de bildiriyorlar. Bu da sayfayı kanımca amacının dışına çıkarıyor.  Bunun yerine özellikle okulun geçmişine ait çok daha fazla hikayeler ve resimler paylaşmaları daha enteresan olmazmıydı?

Geçtiğimiz günlerde, okulumuzda Tarih Öğretmenliği yapmış olan Üstün Gürtuna'nın annesinin vefaat haberini koymuşlardı bu kez. Birisi ilk anda vefaat edenin öğretmenin kendisi olduğunu zannederek. Aman çok üzüldüm, çok sevdiğim bir öğretmendi falan diye yazmaya kalkmıştı. Çünkü kimse öğretmenlerin ya da mezunların sülalesinin başına neler geldiği haberlerini beklemiyor pek. Ama bu da bir düşünce şekli.

Ama yine de arada girip sayfaya bir göz atarım.  Ne yazık ki Korona zamanlarından toplanamadıkları Pilav Günleri ve diğer etkinlikler de gerçekleşmedikleri için onlar da yok sayfada.  Yapacak bir şey yok ancak geçmişten de böyle günlere ait resimlere çok az rastladım..

Derken geçen gün girdiğimde sayfada yine bir ilan duruyordu. Okuduğum satırlarda yine erken bir ölüm karşısındaki üzüntüsünü dile getiriyordu okulda eğitmen olan, grupta da aktif bir dernek üyesi olan Doğan Kospançalı. Yazının devamında vefaat edenin kim olduğunu görünce inanamadım.  "Nasıl olur o daha genç!!"... dedim gayet yüksek bir sesle.. Hayretlerdeydim. Çocuk yüzü aklımdan gitmeyen bu insanın annesiyle Face'te  kimi yazışmalarımız olmuştur her zaman.

Hatta daha ne zaman paylaşmıştı Becky torunun resmini?  Babasını  (Henry'yi ) hatırladığım yaşlarda şimdi oğlunun resmi vardı karşımda. Sanki oydu yeniden... onun birebir bir kopyasıydı bu ufaklık...

Bazen insana zaman durmuş gibi gelir. Uzun yıllardır hiç görmediğiniz insanları anılarınızda bildiğiniz gibi sakladığınız olur mu sizin  bilmem. Ben büyümüşüm de onlar hep aynı kalmışlar gibi...O çocuk sanki adada bıraktığım gibiydi düne kadar. Ta ki birisi o öldü dediğinde zihnimde, çocukluğumdan bir hayal de uçup gitmiş gibiydi sanki.

Senelerce bir insanla bir daha rastlaşmamış olmakla ilgili bir durumdur bu da herhalde...

Karakuş'ta oturduğumuz evi anlatmıştım. İşte Henri Çiprut'u ( Z"L ) taa o zamanlardan anımsıyorum,

Benim 14 yaşlarımda olduğum seneydi. O dapdaracık, merdivenli yokuşun sonunda, teyzemin evinin hemen yanında otururlardı. Küçük bir evdi. Kapının önünde bir taşlık vardı, hemen yokuşun üstündeki merdivenlerde. Oradaki masada bazen kahvaltı ettiklerini görürdüm. Yokuştan aşağıya koşturduklarında bizden geçerlerdi.  Çok kibar, iyi insanlardı, anne babaları.  Henrinin annesi esmer, güler yüzlü, yardımsever bir kadındı.  Onlardan en çok anımsadığım, teyzemin o yaz kendini iyi hissetmediği bir iki gecede, Henry'nin annesi Becky'nin onun yardımına koşuşuydu. Gecenin bir yarısı onu rahatlatmak için elinden geleni yapmıştı.

Henrinin bir de kardeşi vardı. Ama küçük olanı ben daha az hatırlasam da, Henri'yi hiç unutmadım. Oğlu nasıl onun kopyasıysa Henri de annesinin küçük bir kopyasıydı. Simsiyah saçlarıyla birlikte esmer yüzünde zeytin gibi gözleri,  minicik hatları vardı.  Minyon bir çocuktu diye anımsıyorum. Belki bu yüzdenmidir, benden çok daha küçükmüş gibi düşünmüştüm hep onu...

Belki de yine, çocukluğumuzda bulunduğumuz, yaşadığımız yerleri hep kocaman hatırlamamız gibi bir yanılgıdır bu da. Bizden sadece bir kaç yaş küçük insanları bizden yirmi yaş genç gibi anımsamak. Çocuklukta en çok düşülen yanılgılar, yer, boyut ve yaşla ilgili olanlar sanırım.

Sonuçta benden 4 yaş küçükmüş. Ve ben onun Saint-Benoit'da okuduğunu bile bilmiyordum. Herhalde o koca binaların bir tanesinin koridorlarında diğerlerinin arasında kaybolmuş gibiydi.... gözlerimden..

Daha dünkü çocuk  bugün hayata nasıl veda eder gibi hissettim. Geçmişe ait bir sima, bir hatıra. İstanbul'dan, yaşamdan, çocukluğumdan zamansız ayrıldı, bir yerlerde bu dünyadan.

Dilerim kısa denecek ömrüne yüreğinin istediği kadarını sığdırabilmiştir. Dilerim bugün ışıklarda uyuyordur o genç adam.



10 Aralık 2021 Cuma

Balkonumdaki minik mucize

Balkonumdaki saksılara bakarak, ben bir hayat dersi çıkardım geçtiğimiz günlerde. Geranium çiçeklerimden bir tanesinin unutulmuşluktan tamamen kurumaya terk edildiğini farketmiştim.  Anneme anlattım, hayatı terk etmek üzere olan bir çiçeğin ömrünü nasıl uzattığımı.  Kenardaki saksılardan birinde, çiçekten geriye kalan bir iki sap sadece kurumamış tamamen hayattan kopmuş gibiydiler. Dokunduğum zaman sap artık bükülüyordu. Adeta içi boşalmış gibiydi. İlk anda, sapı kökünden çekip çıkarmayı düşündüm. Ümit kalmamış gibiydi. Yapacak bir şey yok artık bu çiçek için derken birden kendi kendime bırak olduğu yerde zavallıyı.. Bir dene, ona şans versen ne olur?  diye düşünüp, sapları olduğu şekilde yerlerinde bıraktım. Ve ardından ona her gün su atmaya başladım. Her akşam diğer çiçeklerle birlikte kupkuru kalan o saplara bol bol su verdim.
Böyle durumlarda, mucize hemen gerçekleşmiyor tabi. Sabır göstermek lazım. Sabır ve sebat. Bir gün , iki gün..geçen haftalarla baktım, o sapsarı sapların üzerinde küçücük, yemyeşil yapraklar belirdiler sonunda. Bir süre sonra da aynı saplar tomurcuklandı..ve kıpkırmızı çiçekler çıkmaya başladılar. Tabi vardığım sonuç belli. Hayatta hiç ümit etmediğimiz bir  durumda bile bizi şaşırtacak mucizelerin gerçekleşmesi mümkün. Fakat bunun olması için yine de önce kendimize bir şans tanımamız önemlidir. Bu şans bedava, havadan gelen bir şey değildir. Sonuçta gerekli olan yine de göstermemiz gereken çabadır. Ümidimizi hiç bir zaman kaybetmemiz gerektiğinde hatırlamamız gereken şeylerden biri, bu ve buna benzer durumlardır. 

Yoktan var edebilmek sadece göstereceğimiz gayrete bağlıdır. İşimizde, evimizde, çocuklarımızla ve  hayatımızla.... mucizelere inanmayı kesmemek önemlidir





 

 

9 Aralık 2021 Perşembe

Gal'in ve onun gölgesindeki dünyamıza ufacık bir bakış daha!!

Geçen gün Danielle bana çalıştığı yerde, bir kızın yanına gelerek onun Gal'in kardeşi olup olmadığını sorduğunu anlattı. Çalıştığı kursta matematik öğrenmeye gelen bu genç bayan, Gal'le yaşıt bir kız. Gal'in ilk yuva döneminde, onunla birlikte olmuş!!  Danielle ise Gal'e bu kadar benzetildiğine çok şaşırmış.

Bu genç bayanın isminin Agam ( ibranice'de göl demek ) olduğunu duyduğumda bir şeyler anımsar gibi oldum.

Gal'in yuvadaki ilk deneyimiydi o sene. Üç yaşında başlamıştı bu yuva'ya. Ve aynı dönemden aklımda kalan iki isim vardı tam. Biri Agam diğeriyse Şeli. Bu iki çocuk Gal'in hep yanında otururlardı. Adeta onun iki küçük meleğiydiler onlar. İkisi de sarı saçlı, güzel ve en önemlisi çok iyi çocuklardı.

Danielle'e. Gal'i hiç unutmadığını ve onu o zaman çok sevdiğini hatırladığını söylemiş. Ertesi gün Danielle tesadüfen kızın annesiyle karşılaştığında, Agam annesine,"Anne Danielle'e iyi bak, onda kimi görüyorsun ?" diye sormuş.  Tabi annesi bu kadarını hatırlayamamış. Ancak adını söylediğinde yanlız Gal'i değil beni ve eşimi de anımsamış. Benim yuvaya ne kadar sık gelip gittiğimi ve ne kadar nazik bir insan olduğumu anımsamış (!!). Ne tuhaf... Özel çocuğunuz olduğunda, sizi ve çocuğunuzu insanlar daha çok tanıyorlar. Ve unutmuyorlar.

Gal'in bugüne kadar sahip olduğu tüm öğretmenler arasından (  ki bunların büyük çoğunluğu özel eğitim için yetişmiş öğretmenlerdi)  o sene Gal'i tam bir anne şefkatiyle kucaklayan ilk yuva öğretmenini hiç unutmadım. O insana olan minettarlığım bugüne dek kalbimdedir.

Kitaplara, filmlere konu olmaya yakışacak gerçek insanlar vardır hayatta. Özel insanlar. O yıl o insanla bunu yaşamıştım ben. Belki de bu yüzden Agam ve eminim diğer küçük kız, Şeli de Gal'i bugüne dek anımsıyordur.

Yuvadaki tüm normatif çocukların, Gal'i problemsiz kabul etmelerini sağlamıştı bu kadın. Gal'e öğretebildiklerinin yanında, Gal sayesinde diğer çocuklara da, eğitimin ötesinde çok fazla şey vermişti. Benim oğlum, bulunduğu o ortamda, öğretmenine diğerlerinin, farklıyı kabul etmeyi öğretebilmesinin bir yolu olmuştu. Ona kötü davranmak şöyle dursun, her düşüşünde ona el vermek, her ihtiyacı olduğunda ona yardım etmek için koşuşuturan bir grup çocuğa, iyilik yapmanın ödülü olmuştu bu güzel insan. Tecrübesi, sevecenliği ve üstün zekasıyla örnek bir yuva öğretmeniydi Ela!! Ve toplumu iyi yolda etkilemenin, iyi bir liderden geçtiğinin de bir kanıtıydı bu kadın.

Ben çocukken Büyükada'da tanıdığım kimi diğerlerinden farklı olan insanlar vardı.  Diğerleriyle aynı olmayan, özel oldukları belli olanlar. Ancak, o zamanlar bu insanların diğerlerinden farklarının ne olduğunu bilmiyordum.  Sadece,  kocaman oldukları halde hala anne babalarının yanındaydılar.

Yetişkin yaşa geldiği halde üç tekerleği olan kocaman bir bisikletle gördüğüm bir tanesi ve denize giderken yolda sürekli annesiyle ispanyolca bağıra çağıra konuşan bir başkası vardı. Göze çarpan kişilerdi bunlar. Tanıdığım çevreyi çok çabuk unutan, simaları zor hatırlayan biri olan ben bile bugünlere dek onları hatırlıyorum.

Gal'i tanıyan herkes onu sever. Küçücük bir çocuk olduğu zamanlardan, komşularımız, tanıdıklarımız hatta gittiğimiz süpermarkette kasada oturan kadın bile ona hep ilgi gösterir. "Bugün nasılsın Gal?"

Bana onun çok kibar, çok efendi olduğunu söyler tüm komşularım. Bazen günde bin kez girip çıktığı kapıda,  bazen asansörde, kimi merdivenlerde rastladığı insanlar arada bana ondan bahsederler birden. Oğlunu gördüm bugün. Ne tatlı çocuk!!

Ne kadar utangaç olsa da bir o kadar da gevezeliği tutar birden. Özel gelişmeleri ondan duyabilir herkes. Araba bozulmuşsa, evde tamirat varsa!! Geçen aylarda, birden her rastladığım komşu bana evdeki tamirat nasıl gidiyor diye sorar olmuştu? 16 katlı binanın 15. katındaki komşu evde mutfağın değiştirildiğini biliyordu. Bir sabah, Gal'e, "Herkes bizim evde olanları nereden biliyor? " diye sorduğumda, Gal'in cevabı gerçekten komikti. "Ya evet, ilginç nereden biliyorlar acaba??" Senden olabilir mi Gal? ... Olabilir!!!

İnsanların ona yaklaşım tarzı da çoğu kez küçük bir çocuğa yaklaşmak gibidir. Gal'in her daim saflığı bazılarını da yanıltabilir.  Bazı şeyleri  pek anlamadığını zannedebilirler. O da en büyük yanlıştır. Gal diğerlerinin zanettiklerinden çok daha uyanıktır aslında ancak düşündüklerini ve hissettiklerini ifade etmeyi bilmiyor fazla. Ancak birden bire hiç düşünmediğiniz bir yerden öyle sözler, öyle şeyler çıkar ki ağzından, bir çok normatif insanın kavramakta zorlanabilecekleri gerçekler bir anda dökülüverir onun ağzından. Bugünlere dek, bizi bile şaşırtabiliyor zaman zaman.

Geçen aylarda doğum günü olduğu zaman kızımın iki çocuğu olan bir arkadaşından, Danielle bir doğum günü hediyesi getirdi ona. Küçücük bir paketti bu.  Arkadaşının 9 yaşındaki oğlunun satın aldığı bir hediyeydi bu. Bu çok nazik bir hareketti. Ancak paketi açtığımızda ne düşüneceğimi, ne hissedeceğimi pek bilemedim. Gal'in arabalara olan ilgisinden dolayı düşünüp ona iki minicik oyuncak araba almışlar.  Üç yaşlarında çocuklar için satılan oyuncağı Gal için getirmişlerdi. Gal, her ne kadar, sürekli arabalardan bahsediyorsa, her ne kadar odasındaki ekranda arabalı oyunlar oynamaya devam ediyorsa da, bu iki küçük araba ona göre değildi. Bu bir taraftan ona küçük bir çocuğun içten bir hediyesi olsa da,  annesinin  iki küçük otomobilin 17 yaşındaki bir delikanlı için çok çocuksu bir oyuncak olduğunu farketmesini beklemiştim.

Bu bir an için bana insanların Gal'i nasıl gözlerle gördüklerinin bir göstergesiydi. Galse bunu görmezden geldi. 

Çocukken, Gal kitap sever mi diye sorduklarında gülerek....Tabi ki sever derdim. Sabahın beşinden kitaplar elindedir. Kütüphaneden aldığı kitaplardan rampa yapmayı çok sever! 

Kitaplar onun kafasındaki işlev için çok  uygundular. Odasının bir köşesindeki sepetin içinde, polis arabaları,  itfayiye, ambulans ve minicik birer BMW, Mercedes ve bir diğerleri dururdu. Kitapların üzerinde gezdirir dururdu onları.

Aslında her gece ona kitap okuyordum ben. Bunu da seviyordu. Ancak o hep aynı hikayeleri, aynı kitapları duymak istiyordu yine. Diğer meşgul olduğu konular gibi, bunlar da hep aynıydı. Onu rahatlatan şey buydu. Bir monotoniydi aradığı. Onu keyiflendiren, sakinleştiren şey, bildiği hikayeleri baştan sona bir kez ve bir kez daha dinlemekti... Gözleri kapanana dek.

Bugün artık yeterince büyüdü.  Gal aslında gayet akıllı ve herşeyin farkında olan bir çocuk. Ancak beyninin içinde hep aynı noktada, aynı yerde tekleyen şeyleri değiştirebilmesi mümkün değil. Topal birinden topallamamasını beklemek gibi bir şey bu, onun kimi konulardan artık konuşmamasını beklemek, kimi hareketleri yapmamasını istemek.

Topal bir insanın topal olduğunu bilmesi onun topallamaktan vazgeçebilmesi demek değilse aynı şekilde, Gal'in de kendisi hakkında bildiği farklılıkları düzeltmesini beklemekte mümkün değil.

Her insanın onu algılayış şekli de farklı olabiliyor. Bazılarının onun saflığını zekasiyle ilgili bir problem olarak algılaması da mümkün. Kimilerinin ona gülebilmesi de bu hayatın bir parçası. Önemli olan, Gal'in  kimi otistik yönlerinin insanlardan daha az yaralanmasına yardımcı olduğu gerçeğini bilerek çok fazla içerlenmemeyi  öğrenmek sanırım. Ona hediye edilen o iki küçük araba da sonuçta iyi niyettendi Küçücük bir jestti. Seçim yanlış olmuşsa da Gal bundan incinmediğine göre, benim onunla olan hayatımın bu yönleriyle de daha barışık olmayı öğrenmem gerek.

Bu sabah uzun zamandan beri ilk kez servise yanlız bindi tekrardan. Geçtiğimiz aylarda bir an yaşadığı bir korku yüzünden yeniden ona eşlik etmeye başladım ben. Onun da korkularını yavaş yavaş aşmayı öğreneceğini söylüyorum hep ve durmadan.

Önemli olan da sanırım, birilerinin ona nasıl baktığı üzerinde çok fazla enerjimi tüketmeden, sadece ona yardım edebilmenin yollarını aramak...