3 Aralık 2021 Cuma

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak

Çocukluğumdaki İstanbul geldi dün yine aklıma. Neden geldiğini daha sonra anlatacağım....

Ben çocukken, Siracevizler caddesinden, Hasat yokuşunu çıkıp Şişli' deki Caminin karşısındaki pasajın içinden meydana vardığımda, kaldırımda sadaka bekleyen insanlar olurdu.. Kışın yağmurlu, çamurlu günlerinde, ben kaldırımda mokasenlerim ıslanmasın, kirlenmesinler diye taştan taşa atlarken, genelde erkeklerden kurulu bir banda kaldırımda dizili otururdu. Birinin kolu, diğerinin bacağı, kimisinin ne biri ne de öteki yerinde olurdu. Bize göre son derece zavallı hallerdeki bu insanların zaman zaman sadece dilenmek için rol yapan, her gün ondan bundan topladıkları paralarla ev mülk sahibi olacak kadar paraları bulunan insanlar oldukları da söylenirdi. Ama kendini yoldan geçenlerin ayaklarının dibine atacak kadar düşmüş  bir insan yine de zavallıdır herhalde.

İstanbul o zamanlar dilenciler şehri gibiydi. Onlara heryerde rastlamaya alışıktık biz.

Israel' de yerlerde dilenen insanlara rastlamak daha enderdir. Ancak, Tel Aviv' in güney mahallelerinde  vardır dilenciler. Özellikle trafik ışıklarında duran arabalara yaklaştıklarında, bazıları, Romanya'dan gelmiş işçiler, kimileri Rus, bazıları da buranın yerlileridirler bunlar. Erkek mi kadın mı ne ise belli olmayanlar vardır aralarında. Bir çoğu ya alkolik ya narkomandır. Devletin himayesindeki sığınma kurumlarında verilen yatak ve bir kap yemek yerine sokakları tercih edenlerler. Çünkü istedikleri, aradıkları esas şey,  toplayacakları paralarla her defasında yeniden uyuşturucu satın almaktır. Bu insanlara para vermekse sevaptan çok bir günah gibidir sanki....

Çok büyük fakirlikler gördüğünüz bir şehirde büyüdüğünüzde, aynı fakirliklere oranla Tanrı insanlara sevap yapmak şansı tanır gibi oluyor. Kendinizi bir tatmin olarak niteleyebileceğiniz fırsatları Tanrı sürekli ayağınıza getirir gibi böyle yerlerde. İstanbul gibi bir şehirde her gün bir fakire el uzatmak şansını yakalamak mümkündü.

Hep hatırladığım. en klasik örnekse, apartmanımızın bakımından sorumlu olan kişiydi.   ( o zaman kapıcı derdik biz o insanlara, bu zamanlarda bu kelimenin kullanılmadığını, artık kapıcı kelimesinin kırıcı kabul edilerek saygı görmediğini söyledi bir dostum geçenlerde.Simdi hangi kelime kullanılıyor pek hatırlayamadım şu an...  )  O kişinin yaşadığı koşullar bile tek başına, gözünüzün önünde bir insanlık dramı gibiydi adeta. Bu adamların durumunu iyice düşüren, gerçek dram ise, binada oturan sakinlerin genelde bu tip insanlara, görevlerini hiç bir karşılık yapmadan yerine getirmek zorunda olan kişiler olarak bakmalarıydı. Onlara,  verilen bir hiç değerindeki maaş, ve köpeklerin bile yaşamak istemeyeceği delik yeterliydi.

Ben annem ve babamdan  bir şey öğrenmiştim. Bu insanlardan bana hizmet etmelerini beklemek için hiç bir nedenimiz yoktu. Bizim kendi işimizi kendimiz yapacak ellerimiz ve ayaklarımız vardı. Gerekirse de onlardan hiç bir şeyi karşılıksız beklemezdik. Onların  size verebildikleri  tek şeyleri vardı; " Saygı!! "

Yahudiliğin temel kurallarından biri Tsedaka vermektir. Tsedaka. tukçedeki sadaka'yla aynı kökten geldiği açıkça belli olan  bir kelime.  Sanırım Türkçe'ye arapçadan giren kelimelerden biri bu... Dinlerde hayır yapmak alışkanlıkları olduğuna göre, bu kelimenin, Müslüman bir ülkenin lügatına, o dinin ana lisanından girmesi doğal tabi.

İnsan yaşamına en çok değer katan şeylerden biri, birilerine yardım edebilmektir. Kendinizden birilerine verdiğiniz sürece hayat her zaman daha anlamlıdır.  İnsanın elinde iki sandwich varsa, ve karşıdaki kişi de açsa ikisinden birini ona vermek en doğal harekettir,  Başka bir seçenek yoktur.

Dün akşam hava karardıktan sonra ille aklıma geldi. Çoktan beri satın almak istediğim kanvas tuval, ve resim yapmak için kimi boyalar.. Vaktim olduğunda, salondaki duvara kendi yapacağım bir resmi asmak istiyordum. Ama bir türlü atılım yapmadım.   Bizim eve üç beş kilometre uzakta, çok büyük bir dükkan açıldı. Orada herşey var.  Yanılmıyorsam, 2.000 metre karelik bir dükkan bu. Burada bir insanın günlük yaşamında ihtiyacı olan her tür ıvır zıvır satılıyor. Ve her yerde örneğin 20 şekel olan bir şey burada 10 ya da 15 şekel. Tamamen aynı mal, aynı marka çok daha ucuz fiyatlara satılıyor. Tabii çok kalabalık oluyor burası hep...

Akşam hava karardıktan sonra bana birden estiler..Tuval' i çoktan satın almıştım. Bu kez boyalara, kalemlere bakarım dedim. Aslında maksat biraz da yürüyüştü. Kulaklıklarımı taktım, lastik ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim ve yola çıktım.

Bir kaç kilometre yürümüş, kulağımdaki müzikle yeterince etraftan kopuk bir halde giderken, tam karanlık bir dönemece vardığımda, bir inşaatın hemen bitişiğindeki kaldırımdan karşı tarafa geçmek için nereye gideceğime bakınırken, yarı karanlığın içinden bir adam bana doğru yaklaşırken bir şey sorar gibiydi. O an kulaklıklarımı çıkardığımda adamın, maskesinin altından;  "Pardon !" dediğini duydum. Giyimi düzgün, görünüşü gayet derli toplu olan, otuz yaşlarındaki adam bana" Karnım aç, evde çocuklarımın yiyecek bir şeyleri yok!" dediğini duyar gibi oldum. İlk anda kulağımdaki kulaklıklar daha sonra caddeden gelen araba sesleri ve adamın yüzündeki maske, herşey onu duymakta zorlanmama nedendi. Ağır bir arap aksanıyla konuştuğunu farkettiğimdeyse birden heyecanlandım. Saniyeler içinde  tek düşündüğüm şey. " Ya beni bıçaklarsa!" fikriydi. Ya bu kuytu köşede birden aklına esip üzerime atlayıp bana bir şey yapmaya kalkarsa!" gibi düşünceler beni saniyeler içinde etkilerine aldılar.  Diğer taraftan, karanlıkta her yanına yaklaşan arap terörist mi olmak zorunda derken,  bana saldırmak isteyecek kişinin  sözüne pardon diyerek başlamayacağını söylüyorum kendime. Ancak son günlerde kimi artan saldırı olayları insanı paranoyak yapmaya yetiyor.  Omzumda asılı olan küçücük çantama elimi sokarak ona;  Bak ! dedim çantama elimi sokuyorum, avucuma ne gelirse senin tamam mı?  O da bana; " Tamam! " diyor.  Çantamdan elime gelen tüm bozuk paraları avuçlayıp onun eline bırakıyorum... Dudaklarının arasından; " Tanrı seni korusun!" kelimesi çıkıyor. Tanrı seni ve çocuklarını korusun. Bir Müslümanın duasına benden otomatik bir Amen geliyor. Kalp atışlarım yeniden yavaş yavaş düzene girerlerken, içimde adama karşı sıcak bir his beliriyor. Kendime, bak akşam akşam küçücük bir dua aldın. Aynı anda, beni saniyeler içinde arkada bırakan adama, " Tanrı seni de korusun !" diye sesleniyorum...

Neden bir anda bu kadar korktum ki bu adamdan. Son haftalarda birden artış gösterdi ya, bıçaklı saldırılar. Artan gerilim, bir şekilde geriyor herkesi...

Ve geçen akşam yine büyük bir olayın köşesinden zor dönüldü.  II. İntifada' nin başlangıç günlerini hatırlatan bir olay yaşandı geçtiğimiz gün Ramallah' ta. İki Hassedik Yahudi, arabalarıyla kendilerini Ramallah' in orta yerinde bulunca, bizim kuzenler ( Araplar )  tarafından çiğ çiğ yenmek üzerelerken son anda kurtarıldılar.

Öncelikle bir hatırlatma yapayım. Ramallah, tamamen Abu Mazen' in kontrolündeki Arap topraklarıdır. Orada asayişi sağlayan Filistin Özerk Bölgesi polisidir.

Bu iki " salak " oralara nasıl girmişlerse, Ramallah' in ana caddesinde bulduklarında kendilerini, vahşi bir ormandaki aç ayılarla karşı karşıya kalmış gibi,  birer yem gibi, ne yapacaklarını bilememişler.

Arabalarının etrafına bir anda doluşan arap gençler onların Yahudi olduklarını farkettikleri gibi saldırıya geçerlerken, bunlar cep telefonundan Israel acil güvenlik numarasını çevirmeyi becermişler.  Israel güvenlik birimleri, Filistin polisiyle anında irtibata geçince sayılı dakikalar içinde, Ramallah Polisi bu iki Ortodoks Yahudiyi, etrafta toplanan yüzlerce fanatiğin ellerinden son anda kurtarmayı başarmışlar. Arabalarını ateşe veren kalabalığın içinden Arap güvenlik ekiplerinin sayesinde hafif yaralarla çıkarılırlarken, Israel tarafındaki askerlere teslim edildiler.

Bu olay 2002' deki vahşetin aynısının bir tekrarı gibiydi. Eğer güvenlik birimleri hemen harekete geçmeselerdi, olacak buydu. Görüntüler korkutucuydular. O iki kişiyi oradan çıkardıktan sonra hala daha yangına verdikleri arabadan yükselen alevleri filme alanlar bundan bile zevk duyuyorlardı.  Onlar için büyük bir heyecandı bu.

Bunlar, iki sivil insanı, iki dindar yahudiyi, sadece kimlikleri yüzünden linç etmek istediler. Polisin yardımlarına yetişmeden suratlarına isabet eden yumrukların onları ne hale getirdiklerini gördüğünüzde bir adım ötesini hayal bile etmek istemiyorsunuz.

Bizi her an, her fırsatta eleştiren dünyanın,  bu insanların ellerine düşen Yahudilere neler yapabildiklerini bir kez gösteren yok. Israel'de yaşanan bu ve benzeri olaylar  dış basında hiç bir şekilde yer almıyor.

Filistinlilerse Apartheid ülkede, heryerde serbest geziyorlar ( normal olarak!!)

Neden onlar bizi gördükleri yerde, silahsız insanlara, gençlere, çocuklara ve kadınlara saldırabiliyorlar. Neden biz onlardan korkuyoruz?

Dün akşam yanıma gelen adam hepimiz gibi bir insandı. Onun hiç bir olandan suçu yok.  Tek suçu dilenmekti. Benden istediği paraya gerçekten muhtaç olup olmadığını bilmiyorum.

Bu bayram günlerinde parası olmayan, fakir olan insanlara. Size elini uzatanlara sırtınızı dönemezsiniz. Bayramları anlamlı kılan şey birileriyle paylaşmaktır. Sahip olduğunuz azıcık bir şeyse o azı paylaşmakta vardır bunun içinde.

Annemin çocukluğunda, mahallelerinde  çok dindar ve çok çocuklu ve de bir o kadar fakir bir Yahudi aile varmış. Annemin, çocuklarıyla sokakta oynadığı bu insanlar, fakirliklerine rağmen yine de çok neşeli kişilermiş. Baba ve anne evde dikiş dikerek geçimlerini sağlamaya çalışırlarken, gün gelir yemek yiyecek paraları bile olmazken zaman gelir eve giren bir kazançla sofralarını krallar gibi donatırlarmış. Ve ellerinde olan azıcık bir şeyi bile  paylaşmak bu insanlar için bir hayat felsefesiydi der annem. Her onların evlerine gittiğimde beni de sofraya oturturlardı. Tabaktaki fasulyeler çoğu su olan kabın içinde sayılı miktarda olsalar da ne farkederdi.. bir kase de anneme verirlermiş. Ve her  yemeğin ardından Tora' dan hikayeler anlatan babanın çevresinde toplanan çocukların yüzünde o loş odayı aydınlatan bir gülüş vardı der yine annem.

1948' de bu aile de Israel' e göç edenler arasındaydı. Yokluklarını birileriyle paylaşmaya hazır bir çok diğer fakirler gibi. Ellerinden varlıkları alınan bir başkaları gibi. En az yüz bin kişinin Israel' e göç ettiği zamanlardı o zamanlar.

Geride bıraktıkları ülkelerde varlık vergisini, pogromları, holocaustu yaşamış insanlar çok bu ülkede. Tek dilenen şey bizi yine başkalarına muhtaç bırakmayacak bir dünya. Az olsun ama bizim olsun.  Tek beklentimiz, terörden, savaştan, tehlikelerden uzak bir yuva!!

Ve bu ülkede, yanımızda bizimle bir toprak paylaşmak isteyenlerle bu yeri paylaşmaya hazır bir çok insan var. Yeter ki onlar bizim varlığımızı reddetmesinler. Yeterki bizi yok etmek sözünden dönsünler.

Tek bir hayal var ki, sizi ancak bu hayal daha cömert yapabilir. Gelecekte artık savaş olmaması için, silahları bırakabilmek için tek sihirli çözüm onların ellerine düştüğümüzde bizi parçalara ayıracakları korkusundan kurtulmak.

Sizleri yok etmekten bahsetmeyen insanlar geleceği aydınlatabilirler ancak!!








2 Aralık 2021 Perşembe

Sistemin yargıladığı masumlar

  

                                                 

Hayatınızda hiç size çok yakın olan bir insanın yaşadığı tecavüz olayını anlattığı oldu mu bilmem. Geçenlerde samimi bir arkadaşımın bir dostu, ona tecavüze uğradığını anlatmış. Otuz iki yaşında olan genç bayan geçen yıl hiç beklemediği bir şekilde, kendisinden yardım beklediği bir insan tarafından tecavüz edilmiş. Kadının bu olaydan beri büyük bir travma yaşadığını, bunalıma girdiğini söylerken, adama karaşı açtığı mahkemede yaşadığı olayı anlattığında,  savcının ona adeta suçlu olan kendisi imiş gibi sorular yönelttiğini, sistemin düşenden yana olmadığını hissettiğini söylüyordu.  

Bir an için o genç bayanın yerine koydum kendimi. Gerçekten inanılmaz bir durum bu. Meditasyon seansları için gittiği yerde, ona rehberlik yapan kişinin bir kaç seans ertesinde genç kadının ırzına geçmiş olması!! 

Kadının açtığı dava boyunca karşı tarafın gerçekten suçlu olduğunu ispat etmek için çok zorlu bir süreçten geçmek zorunda kalması son derece üzücüdür. Arkadaşım isyan ediyor çünkü o bukişinin doğruyu söylediğini biliyor. Bir de farklı durumları düşünelim. Bir çok gerçek tecavüzün yanında, mahkemeler, üzerlerine iftira atılanların, masum oldukları halde suçlu  duruma düşürülen erkeklerin davalarıyla da sık sık karşılaşıyorlar.

Benim en çekemediğim durumlarsa, örneğin, Amerika'da Eyalet Başkanlığına, ya da ABD Başkan adaylığına isimlerini koyan politikacılara, onlara adeta engel olmak isteyen birileri varmışçasına birden bire açılan cinsel taciz davalarıdır. O günlere dek susan kadınlar birden bire sanki akıllarına gelmiş gibi; "Yirmi beş sene evvel, bana büroda tecavüz etmişti!"diye konuşmaya başlarlar. Peki şimdi mi aklına geldi?? Bu kadar sene neredeydin? diye düşünmez mi insan. Neden şimdi??!

Ve bir çok defa hınçlarını alamayan, kendilerini reddeden erkelerden intikam almak isteyen, bazen zengin bir iş adamından para sızdırmak için iftira atan kadınlar da yok mu?!  Böyle yalanlar, gerçekten cinsel taciz ya da tecavüz yaşamış diğer kadınların davalarına gölge düşürüyor. Zarar veriyor. Bu genç kadının mahkemesinde de, savcının kadının sözlerine bir çırpıda inanmamasının tek sebebi budur. "İftira"atılan erkeklerin sayısı da yeterince fazladır.

Bazı davalarda ise durum kadının kendisine tecavüz eden kişinin kimliğinde hata yapmasına   varabilmektedir..Dün buna örnek bir dava dünya basınında yer aldı.

Dünya mediasına yansıyan dava; Amerikada 1981 yılında New York Eyaletinde yaşanmış bir tecavüz olayıyla ilgili... Herşey bundan kırk yıl önce yaşadığı tecavüz olayını kaleme alan Amerikalı Yazar Alice Sebold'un, Lucky isimli "Anı türü kitabının  Netflix tarafından filme alınması kararıyla gündeme gelmiş.

Yazar Alice Sebold, 1981 yılında, yaşadığı New York Şehri'nde, evinden okula yürüdüğü bir gün,  Syracuse University, Kampüsüne doğru giden tünelin içinde eli bıçaklı bir adam tarafından tecavüze uğramış. Kendisine tecavüz edilmesinin hemen ardından okul polisine giderek başından geçenleri olduğu gibi anlatmış.   Sebold, polis soruşturmasının başlamasından beş ay sonra, bir gün kampüse giden yolda, aynı mekanda karşısına çıkan  Anthony Broadwater'in kendisine tecavüz eden kişi olduğuna inananarak onu polise bildirmiş.

Polis, olay günü  denizci olarak bulunduğu hizmetinden, hasta babasıyla birlikte olmak için izin alan, 22 yaşındaki Anthony Broadwater'in Sebold'a saldıran kişi olabileceği ihtimaliyle, başka zanlılarla birlikte Alice Sebold'un karşısına tespit için çıkarıyor. Alice Sebold'un karşısında dizili olan zanlılar arasından onu seçememesine rağmen, kimi "sözde delliler" ışığında onu yine de tutukluyor.

1981 yılında 16 sene hapis cezası alan genç adamın, hapisten çıkacağı güne dek masum olduğu konusundaki yalvarmalarına ve iki kez yalan makinesine girmeği kendisinin teklif etmesine rağmen 1998 yılına dek hapiste tutuklu kalmış.

Serbest bırakıldığı günden beri kendisine konulan tecavüzcü etiketini temizleyemeyen bu masum adamın hikayesini filme uyarlamaya karar veren Netflix'in anlaştığı yapımcı Timothy Mucciante senaryoyu okumak istediğinde,  yazar Sebold'un kitabındaki olayla, senaryo arasında birbirini tutmayan şeyler olduğunu farketmiş.

Daha sonra yazarın kitabında, olayı anlattığı birinci bölümle,  ikinci bölümdeki polisin suçluya yönelttikleri suçlamalar arasındaki anlatılanlarla birbiriyle örtüşmeyen şeyler olduğunu gördüğünde Timothy Mucciante filmi sahneye  koymaktan vazgeçerek bunun yerine olayı araştırmaya karar vermiş. Ve tuttuğu özel dedektif, polisin ve mahkemenin masum bir insanı geçerli hiç bir delil olmadan hapise attıklarını kanıtlamış.

22 Kasım 2021'de, olaydan  kırk sene sonra aklanan Broadwater'i "Lucky" adli  kitabında Alice Sebold   şöyle anlatıyordu; " Mahkeme duvarının arkasındaki camın ötesine baktığımda, bir an ismimle hitab ederek beni öldürmeyi arzu eden bir çift göz görüyorum! " .....

Karşısında duran bu zavallı insanı bilmeden  bir kez daha infaz ediyordu yazar!!! Sebold'un kitapları bestseller olarak satılırken, o ifadelerdeki satırlarda Anthony Broadwater'ın acısı kat kat büyüyordu!!!

1998'den beri serbest olmasına rağmen, topluma karışamayan, bulunduğu şartlarda bir aile kurmayı göze alamayan, tüm hayatı ellerinden alınan bu insana kaybettiği senelerini kimsenin geri veremeyeceği açıktır.

Daha düne kadar,  ortaya çıkan gerçeğe karşı hala susan yazar Alice Sebold, sonunda çok üzgün olduğunu açıklamış. Yazar, olayda "ırk" olayının mutlaka bir unsur olabileceğini de kabul etmiş.  Yayınevi ise, bir masumu suçlayan kitabın satışına kırk seneden sonra son verileceğini yayınlamış.

Bugün 61 yaşında olan Anthony Broadwater, eşiyle anne baba olmak şansını artık kaybettiklerini söylüyordu!!

Polis ve mahkeme, yanlış zamanda yanlış yerde bulunan bir insanı suçsuz yere tutuklayarak kendi üzerindeki sorumluluktan sıyrılmıştı. Siyah olan bu insan, toplumun daha zayıf olan tarafında kalmış olmanın bedelini ağır ödemiştir.

Masum oldukları halde, kendilerini savunamayacak kadar yetersiz kalan insanların başkalarının yerine kurban edilebildikleri gerçekleri insanları ne kadar rahatsız ediyor acaba?

Yetkililere olan güvenin sıfırlandığı bir çok olaydan sadece biri  bu. Olayın ünlü bir yazarın başına gelmiş oluşu ve bu tecavüzü kitaplarına yansıtmasının getirdiği sansasyon birilerinin kafasında bir şeylerin değişmesi için daha çok çaba harcamak zorunda olan insanlığa bir ders olmuşmudur bilmiyorum..

Ayrıca yazara tecavüz eden gerçek suçlunun kim olduğu da tespit edilmiş. Yazar Sebold'un ardından bir tecavüz olayı daha gerçekleştirdikten sonra tutuklanıp seneler sonra serbest  bırakıldığı da ortaya çıkarılmış.

Böylesi asılsız suçlamalar  erkek egemen dünya'da sık sık yaşanan saldırılar, cinsel tacizler ve tecavüzlerin ardından kadınların kendilerini savunmakta daha da zorlanmalarına sebebiyet veriyor.



30 Kasım 2021 Salı

Köpeği terbiye etmek

 

Geçen sene bir komşumuz, genç eşinin vefaatindan bir zaman sonra, küçük oğlunun yaşadığı zor dönemi atlatması ve onu bir parça da olsa mutlu edebilmek için eve yavru bir köpek getirmişti. Böylece Pitzi'yi sabah gezdirmeye çıkardığımda, onları da  minicik yavru köpekleriyle görmeye başlamıştım. Çocuk, babasının zamansız ölümünden sonra belki de ilk kez gülümsüyordu. Etrafta bir o tarafa bir bu tarafa koşuşturan yaramaz yavru çok sevimliydi.

Çoğu zaman Hayvanları Koruma Derneklerinden alınan bu köpekler karma oldukları için karakterlerini bilmek, etrafa, aileye ne kadar uyum gösterebileceklerini yüzde yüz kestirmek zor olur. Aradan geçen aylarda köpek bir haftadan diğerine inanılmaz büyüyordu. Artık anneyi ya da büyük kızı köpekle gördüğümde, onlar köpeği değil, köpek onları gezdirir olmuştu. Kadın köpeğe hakim olamaz bir vaziyette koşuştururken, kocaman halat gibi bir tasmayala zaptetmeye çalıştığı hayvan onu nereye isterse oraya çekiyordu. Kadının halleri bir yandan komik bir yandan acınacak şekildeydi. Hayvan çok sevimliydi ancak bir o kadar laf dinlemiyordu.

Bir akşam üstü onları, apartmandaki köpekleri gezdirmeye ( dog sitter'le ) gelen genç adamla gördüm. Meğer adamın esas mesleği, köpekleri alıp gezdirmenin ötesindeymiş. Onun mesleği köpek eğitmenliğiymiş.  Pantalonunun yanında sarkan bir sürü anahtarları, arkasındaki sırt çantasıyla, lobide yavaş yavaş yürürken kadına köpekle indiğinde, onu yanında yürüttüğünde nasıl hitab etmesi gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Benimse bu konuda tek bildiğim şey, köpeklere komut verirken gözlerinin içine bakıp kararlı bir sesle konuşmanız gerekliliğidir. Onların çocuklardan pek farkları yok galiba. Küçük bir çocuğun evdeki kuralları kavrayabilmesi için de aynı şeyi yapmak gerekmiyor mu?!  Gözlerinin içine bakarak kararlı bir ses tonuyla çocuğa komut vermek.

Bu genç adamı, komşumuzla bir kaç kez gördüm fakat sanırım, artık köpekten çok beygir büyüklüğünü yakalamış hayvanı nasıl yola getirmeleri konusunda fazla yardımcı olamamıştı.

Geçenlerde, uzun bir zamandan sonra kadınla asansörde rastlaştığımızda; "Sizinkinden ne haber ?"dedim. Onu eğitmeleri için bir aylığına özel bir yere gönderdim dedi. Başa çıkamıyoruz..

Apartmanda büyük köpek beslemek ne kadar iyi bir fikirdir bilmiyorum ancak bu insanlar bir kez karar vermişler. Belki bir çoklarının düşüncesine göre, büyük köpeğin evdeki kişiliği daha çok hissediliyor.

Mesela Pitzi ilk eve geldiğinde, eşimin kucağındaki yaratığın ne olduğunu bile ilk anda anlayamamıştım.  Pek akıllı olmayan ama istediğinde uyanıklık yapmayı da bilen bu minik yaratık tam bir apartman hayvanı. Bizim eve ilk geldiğinden beri son derece sıkı bir eğitim görmüş olduğuysa belliydi. Odalara girmiyordu bile.

Yaşlandıkça zor işitmeye başladı Pitzi. Sokaktaysa bizimle gerekli gereksiz inatlaşma belirtileri göstermesi de ayrı bir komediye dönüştü. Ben sağa giderim o sola çeker. Sola gitsem sağdaki arabanın tekerleğini koklamak için inat eder. Derken insana kriz getirir. Bazen de bizi utandırdığı da oluyor. Bir an yanınızdakinin sadece bir hayvan olduğunu unutur ondan ahlak kuralları, terbiyeli olmasını beklediğinizi görürsünüz. Ama bu komik durumları başka köpek sahiplerinde de görüyorum zaman zaman. Köpek birden bire hırlayıp terslendiğinde,  siz; "Bugün nesi var bilmiyorum demeye başladığınızda... sen bakma normalde daha terbiyelidir dermiş gibi.....yanınızdaki sanki  hayvan değil, evin küçük oğluymuş gibi davrandığınızın farkında bile olmuyorsunuz. Bir de Pitzi çok ayıp diye devam ettiğinizde o zaman tam oluyor!!

Bazen de köpeğiniz, kimi komşularınızın köpekleriyle gerçekten hiç uyuşamaz. O zaman tam bela. Hele yanlışlıkla (!)  aynı anda asansöre binmeye kalkarsanız, Walt Disney serisinden bir bölüm ortaya çıkabilir. Hrrrrrr hav hav hav!! Pitzi sakin ol. Sen seninkini kucağına al, ben benimkini tuttum derken. Yukarıya çıkana kadar dünya sonu!!

Seneler evvel, apartmanda zavallı bir köpek otururdu. Zaten köpek hastaydı, Pitzi onu gördüğünde çıldırırdı. Köpeğin sahiplerinin küçük oğlu adeta bize gıcık olur gibiydi. Çocuk sanki, biz Pitziyi saldırmaya telkin ediyormuşuz gibi bize nefretle bakıyordu. Aramızda çocuğu gestapo diye çağırmaya başlamıştık.  Ama Pitzi'nin bu köpeğe olan tersliği öylesine bir uyuşmazlıktı ki köpek lobi'den bizden evvel geçmişse orada bıraktığı kokuya bile havliyordu.

Pitzi'nin cinsel tarafınıysa bugüne dek çözemedik. Bugünlere dek genelde aseksüel bir tutum sergileyen köpeğimizin  homoseksüel olduğunu iddia eden kızıma inat, Pitzi yaşlılıkta, sonunda kendine birini buldu galiba. Akşam gezmemizde,  fıstık gibi genç bir hatun ona cilve yapmaya başladı. Pitzi'yi görür görmez yere yatıp hazır bekliyor. Fırsat kaçmaz diyen bizimki köpeği baştan sona kokluyor...  Bu kez ben yine.. Hadi Pizi yeter bu kadar diyorum. Ortalıkta olmaz bunlar..........

Lafın kısası köpeği de iyi kötü terbiye etmek gerekiyor. Tabi insanla karıştırmadan ve abartmadan!! :)))



29 Kasım 2021 Pazartesi

Güçlünün zayıfı elediği dünyada farklı insan olmak

Hayatımda beni gerçekten etkilemiş bir söz  Anne Frank'a ait olan ; "Bütün herşeye rağmen, insanların gerçekten iyi kalpli olduklarına inanıyorum!" sözüdür.

12  yaşındaki Anne Frank bu cümleyi, kırmızı kaplı, ekose günlüğünün sayfalarına, 15 Temmuz 1944 tarihinde yazmış. Nazilerin, Anne Frank ve ailesini Amsterdam'daki saklandıkları gizli bölmeye yaptıkları baskın sonucu tutuklayıp, konsantrasyon kamplarına göndermelerinden 10 gün evvel.....

Yaşadığı ve gördüğü kötlüklere, insanlığın acımasızlığına inat Anne Frank dünyaya yine de iyimser bakmayı tercih etmiş. Belki de bu şekilde cesaretini ve umudunu koruyabilmişti. Sanırım karakterinin onu ayakta tutan bir yönüydü bu. Daha sadece hayatının çok başlarında olan bir çocuğun gerçekleri, en açık ve güzel şekilde reddedişiydi bu cümle. Kötülüğün karşısında  kayıtsız kalan insana karşı bir duruştu bu!

Savaşın bitmesine çok az bir zaman kala,  kendisinden üç yaş büyük olan ablası Margot'yla, birlikte getirildikleri Bergen Belsen toplama kampında, bakımsızlık, soğuk ve pislik yüzünden yakalandıkları  tifo'dan öldüklerinde Anne Frank 15 yaşındaydı. Sadece, bir sene evvel yazdığı, " iyiliğe " yenik düşen bir genç kızdı Anne Frank....Geçerli en ufak bir mazeret bile olmadan, milyonların hayatlarına son verenlerin kaderlerini değiştirdikleri insanlardan sadece biriydi o. Diğer bir çoğundan tek farkı yaşadıklarının "bir kısmını" kaleme almış olmasıydı.

............................................

İnsanın iyi olduğuna inanmak bana bazen aptalca geliyor. Her ne kadar kendimi insanları genelleme yapmadan değerlendirmeye adadıysam da, kimi gördüklerim, okuduğum tarih, yeryüzünde var olan güncel gerçekler ve insanlığın bu hayati yaşayış ve yönetiş şekli....menfaatlerin doğurduğu eşitsizlikler ve çok zaman insanların bir çok haklı gerçekleri görmeği reddedişleri, bile bile yapılan kötülüklere tepkisiz duran insanlığın yarattığı bu evrende Anne Frank gibi konuşmanın ne kadar zor olduğunu düşünüyorum.

Geçen gün bir video klibi çıktı  karşıma. Bir tanıdığımın Whatsapp'tan gönderdiği video'yu seyrederken kayıtsız kalmak mümkün değildi.

Bu videoyu, toplumun kötülüğüne isyan eden bir anne çekmiş. "Cüce" olan oğlunun okuldaki çocuklar tarafından bir çok kereler dalgaya alınması yüzünden yaşadığı travmayı, toplumun onda yarattığı kırgınlığı ve göz yaşlarını filme alırken annenin de nasıl bir isyan ve kızgınlık içinde olduğu  duyuluyordu. Farklı oldukları için, toplum tarafından itilen,  acı çektirilen çocukların hislerine sadece bir örnekti bu insan.  Bu video bir yıl evvel sanırım Avustralya'da çok ses getirmiş.  Günler içinde 23 milyon kişinin izlemiş olduğu bu çekimde,  yaşadığı ayrımcılık yüzünden acı çeken bir çocuğun çığlığı duyuluyordu. Dünyanın her köşesinde farklı oldukları için yeterince acı çeken milyonlardan sadece biri.

İnsan yüzyıllar boyu değişmeyi beceremedi. İnsan denen varlık hala daha insanlaşamadı.

Birilerini bugüne dek anlamayı başaramayan insanın sorununun aslında anlayış değil içindeki temel iç güdü olduğunu düşünüyorum.

Yoksa neden sistem  otomatik olarak kötülüleri elemiyor?  Neden sistem kendi içinde oluşan bu unsurlarla "yeterince" mücadele etmiyor? Neden yetkili insanlar çocukları daha çok küçük yaştan, zayıfı ezmek yerine korumak için yönlendirmiyor? Neden sistem güçlüyü kolluyor??

Dün eşim oğlumun okulunda yaşadığı çok küçük ama bence önemli olan ( buna benzer ) bir olayı bana (!)  gülümseyerek anlattı.

Gal'i okuldan biraz daha erken almak için arabayla kapıda beklerken, ileride küçük sınıflardan, 10 yaşlarında kızlar bekliyorlarmış.. Gal bahçe kapısından çıkıp arabaya doğru yürüdüğünde çocuklar onun yürüyüşündeki savrukluğun farkına varırken, aralarından bir tanesi arkasından onun gibi yürüyerek gülmeye başlamış. Tabii bu diğerlerini de epey eğlendirmiş. Eşim, Gal'in onları görmediğini, çocuklarınsa yeterince küçük olduklarını ve bunun sadece bir anlık bir olay olduğunu söyledi. Olay ne kadar küçükte olsa, ben eşimin yerinde olsaydım, arabadan çıkıp o küçük çocukların yanlarına gidip, onlara sadece farklı bir insana gülmenin ne derece kırıcı olabileceğini " iyilikle" anlatmaya çalışırdım. Bazen çocuklara doğruları göstermek zorundasınız. Eğer büyükler çocukları eğitmezlerse bu insanlar doğru ve yanlışı birbirinden nasıl ayırt edecekler?

Dünyanın her tarafında, okullarda bol bol matematik, kimya, fizik, felsefe vs okutuluyor. Halbuki  çocuklara önce insan olmayı öğretmek gerekiyor. Hayatla ilgili bilgiler hep lafta. Bazı şeyler çok yüzeysel. Belli ahlak kuralları evde ya da okulda bir şekilde öğretilselerde demek ki bu konuda olan eğitim yeterli değil.

Çocuklara  insan olmayı öğretmiyor kimse. Farklıları kabul etmeyi de ( yeterince ) öğretmiyorlar.

Yaşadığımız toplumda var olan farklı kategorideki insanlar hakkında çok daha fazla eğitim verilse, çocuklar çok daha bilinçli davranmayı öğrenirler. Herkesin aynı olmadığını bilmeleri şart. 

 Bazı insanların diğerlerinden farklı olduklarını bildikleri zaman onlarla daha az dalga geçeceklerine eminim.

Ayrıca toplumlar güçlü insanlar yaratmak peşindeler. Bu yüzden kimse zayıfı gerçekten güçlendirmek için savaşmıyor. Çünkü amaç bu değil. Amaç doğanın verdiği seleksyonun devamını desteklemek. Yani bir kısım insanın diğerine karşı üstün olması gerekiyor. Herkesin kuvvetli olduğu bir dünya hayali yok kimsede. Birinin diğerinden üstün olması temeli üzerinde kurulmuş bir çark dönüyor.

Survival mode: temel iç güdü. Hayat güçlünün zayıfı yenmesi üzerinde kurulduğu için acımasız. Bu nedenden de farklı doğan çocuklar daha az şanslılar. 

Belki  geçmişe göre herşey çok daha insancıl ancak hala daha durum mukemmel olmaktan çok uzak bence!! En azından bu tip çocuklar için toplumsal şartlar kolay değil.

Bir anlamda insanın temelindeki o kuvvetlinin yanında yer almayı tercih eden iç güdüsü yeterince merhametli olmasını engelliyor. Ve bunu değiştirmek için çok fazla bir şey yapılmıyor!!

 

Batya R. Galanti


 


28 Kasım 2021 Pazar

28/11/2021

Bir kez daha geldi mucizeler bayramı

Bugün pazar, bir çok ülkede bizim için geride kalmış olan  haftanın son günü bugün. Israel'de ise yeni bir hafta başladı bile.  Dünyanın bir yerlerinde insanlar, haftasonunun keyfini çıkarıyorlar. Kimileri aileleriyle birlikte dağ tepe geziyor, kimileri piknikte, bazıları kayak yapıyor. Güney yarım kürede denize girenler, sörf yapanlar var.. Aralık ayına sadece iki gün kala, kuzey yarım kürede karlı günlere doğru giden soğuk ülkelerde, kışı karşılıyor insanlar. Küçük çocuklar paltolarının içinde ısınmaya çalıştıkları yeni bir sabaha merhaba derlerken, en sevdikleri şeyleri yapmaya hazırlanıyorlar anne babalarıyla. Israel'de ise güneşli, sıcacık bir günle birlikte, ders zili çoktan çaldı bile.

Ama olsun bu akşam burada bayram. Bu geceden itibaren Hanukkah başlıyor. Sekiz gün sürecek yeniden. Her sokağa, her meydana, her cadde ve tüm şehirlere yerleştirilmiş Hanukkiya'ların birinci kolları bu gece yanacaklar. Her gece bir kol daha ışıklanacak. " Işıklar Bayramı "böylece sekiz günde tamamına erecek. Her yerde, evlerin pencerelerinden dışarıya bakan mumlar da bu şenliğe iştirak edecekler. Ve her gece bir aile, bir dost, bir arkadaşın evinde birlikte söylenecek şarkılar ve yenilecek çöreklerle sevinecek buradaki insanlar.

Fakat hiç bir şey mükemmel olmuyor. Tam koronayı arkada bıraktık hissiyle yaşarken tekrardan başını kaldırıp bir canavar gibi kükrüyor bu virüs!

Ama olsun,  işte şimdi tam zamanı, yeniden ve bir sene ve bir kez daha, usanmadan, yılmadan inancını kaybetmeden dualar etmenin zamanı.... sevdiklerimiz 💓 , ailemiz, dostlarımız, dünyamız için.. Beklenmedik mucizeler için. İnancımızı kaybetmediğimiz sürece daha olumlu olacağını unutmadan dua edelim. 

Kaybedilen dengelerin, sağlık ve huzurun bizlere geri dönmesi için. Savaşın ve kötülüklerin içimizde ve dışımızda sona ermeleri için. İyilerin kötüleri alt edebilmesi için. Hiç bir zaman yakalamayı beceremediğimiz adil dünyanın gelmesi için. Herkes için dua edelim bu gece!

Sonra, o yeni yeni çıkarılan hikayede olduğu gibi, Kotel'e koyduğumuz küçücük kağıtlardaki dilekler gibi yine bir kağıda dilek yazıp son gün Hanukkiya'nın kolları arasına iliştirmeyi unutmayalım. Ve sonra,  gelecek yıla kadar dokunmayacağımız o kağıtlardaki duaların birer mucizeye dönüşmelerini bekleyelim.

Hag Urim Sameah!

 

 

27 Kasım 2021 Cumartesi

Hayat bir gün yeniden eskisi gibi olacak mı acaba??

 İnsanlığın son zamanlardaki en büyük mücadelelerinden birine tanıklık eden bizler, pandeminin başladığı ilk günlerden bu yana iki seneyi arkamızda bıraktık.  2020'ye Koronanın gölgesinde başlarken bu krizin bu kadar uzun süreceğini tahmin ediyormuyduk? Hala tedavi edilemeyen bulaşıcı bir hastalık ve hükümetlere baş kaldıranlarla birlikte ekonomik belirsizliklerle karşılayacağımız yeni bir sene olacak, 2022 senesi....  

Dün bir turizmci konuşuyordu televizyonda.  Hollanda, Avusturya, Belçika ve başka kimi ülkelerdeki son durumlardan haberi yok gibiydi. Kadına göre; "İnsanlar kapanmanın bir çare olmadığını görmüşler sözde.

Kadın  günlerdir haber dinlememişti sanırım. Son durumları internetten de okumamış gibi. Kapanmanın bir çare olmadığını artık anladılar dediği Avrupa'nın bir çok yerinde yeniden lockdown ılan edilen ülkelerden haberi yok gibiydi. Bir çok ülkede de yeniden acil kararlar alma durumu söz konusu.

Ama belki kadın ekonomiyi düşünüyor. İnsanlar aç mı kalacaklar, ne yapacaklar?  Bu şekilde ne kadar zaman devam edilebilir??

Diğer taraftan bir doktor, koronanın grip virüsü gibi aramızda kalacağını söyledi. Bu yeni bir haber değil tabi. Ancak, her an yeni yeni variantlar ortaya çıkarken aşının bir yerden sonra işe yaramadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.   Grip virüsü sadece aylar içinde farklı farklı variantlar geliştiriyor mu bilmiyorum ama sonuçta  grip aşısı bir sene insanları korumaya yetiyor. Şimdilik yapılan korona  aşısını bir kaç ayda bir yenilemeleri gerekiyor. Bize aşıladıkları maddenin yarattığı bağışıklık çok çabuk etkisini kaybediyor. Burada dördüncü aşının birazdan şart olmaya başladığı konuşuluyor şimdi. Her üç beş ayda bir aşı olmak ne demek? Bunun bizim sağlığımıza neler getireceğini kim biliyor?

Esas sorun bu son variant!! Bugünlerde yayılmaya başlayan yeni tip korona Israel'e girmiş bile. Ve aşılar bu varianta karşı daha az etkili deniyor. Gerçi herşey daha yeni. Emin olunan hiç bir şey yok. Şimdilik ülkeye giren bir kaç kişide bu virüs bulundu. Histeriye kapılmaya gerek olmadığını söyleyen yetkililer insanları yatıştırıyorlar. Problem aşı olmayan kitle ve bu kitle yüzünden aşılı olanların arasında da daha fazla yapışma olasılığının ortaya çıkması..

Bu yüzden çözüm aşının ötesinde bir yerlerde.. Koronaya karşı etkili bir tedavi bulunmadan insanlık rahat bir nefes alamayacak gibi görünüyor! Ve bu ne zaman mümkün olur, işte onu bilmiyoruz?!

Batya R. Galanti

26 Kasım 2021 Cuma

Eşitlik sorumluluk almakla başlar


Dün uluslararası platformda,  " Kadınlara Şiddete Hayır"  toplumsal bilinçlendirme, somut adım arayışı ve uyarı günüydü. Tüm dünya'da bu konunun işlendiği paneller oldu.

Aslında, normal ülkelerde, bu sorun her zaman gündemi koruyor. Ancak dün bu problem medya'da en üst başlıklara taşındı bir kez daha.

Konu belki sözde hep  gündemdeyse de zaman pek bir şeyleri  değiştirmemiş görünüyor. Cinsel taciz ya da kadına şiddet konusunda bugünlere dek hiç beklemediğiniz yerlerden, kişilerden hiç beklenmedik süpriz şeyler çıkmaya devam ediyor. Her defasında yeniden daha şaşırıyoruz. Eline koluna, orasına burasına hakim olamayan erkekler her yerdeler. Kimileri kadınları box çuvalı zannederken, bazıları canları çektiği kadına el atmakta problem görmüyor. Utanma duygusu olmayanlar sandığımızdan çok daha fazlalar toplumda. Ne her yere yerleştirilen kameralar, ne akıllı telefonlar, ne çevredeki insanlar.....bazılarını hiç bir şey durdurmuyor.

Üniversitelerde, iş yerlerinde, hastanelerde, ibadet yerlerinde, Cumhurbaşkanlığı konutunda bile(!) hatta bir çokları kendi özel hanelerinde karşımıza çıkabiliyorlar.

Çocukluğumda, hatta gençliğimdeki  sabit fikirlerimden birine göre kadına şiddet  ve cinsel taciz hep cahillik ve kapalılıkla ilişkiliydi. Yakın çevremde kadına şiddete tanık olmamıştım. Yakınlarım ya da tanıdığım insanlar kadınlarına şiddet uygulamıyorlardı. Türk toplumunda, sanki hep daha bağnaz insanların içinden  bu tip şiddet ya da cinsel taciz haberleri gazetelere, televizyonlara çok daha sık yansıyordu. Ve bu beni yanıltmişti iyice.

Sonuçta kapalılık ve cehalet, ve bazı gelenekler ve töreler insanları gerçekten kimi davranışlara daha açık duruma getirebiliyor.  Arap toplumlarında, İran'da ya da  Afrika ülkelerinde kadınları toplumdan koparan kültürel yapının bu tip olayları çok daha fazla yaşaması doğaldır. Ve kapalı toplumlarda kadınların kendi haklarını savunamayacak kadar aciz bırakıldıkları da sır değildir.

Cinsel taciz ve şiddete karşı hala yeterince yapılmayan şeyler olduğunu biliyoruz.  Kadınlar her defasında  sokaklara çıkmaya devam ediyorlar. Pankartlarla. bağıranlar, seslerini ellerinden geldiğince yükseltenler yine meydanlardaydılar dün. Benimse gözüme bir kez daha çarpan bir şey söz konusu. Bir çok konuda olduğu gibi, göstericilerin çoğu yine madur durumda olanlar. Yani sorunu yaşayanlar sokaklardalar. Fakat, birilerini madur duruma sokan aktif taraf diğerinin çoğu yanlarında değiller. Meydanlarda toplananlar neden hep kadın???? Bu sorun sadece bir tarafın sorunuymuş gibi davranıldığı sürece insanlar buna bir cevap bulmaktan uzak olacaklar. Erkekler neredeydiler dün? Bunca kadın arasında kaç erkek vardı ? Sorun böylece hep aynı noktada başlıyor. Demek bir taraf diğerini sonuna kadar desteklemiyor! Gerçekten eşitlik bu şekilde mi olmalı??

Bugün, cinsler arasındaki eşitlik için sonuna kadar mücadele eden kadınların,  yaşadıkları medeni toplumlarda bile  kadınlar hala kimi temek hakları ve güvenlikleri için sokaklarda seslerini duyurmak ve savaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

Fiziksel kuvveti, problemli bir ruh yapısıyla biraraya gelen erkeğin kadına karşı kaldırabileceği ele dur demekte zorlanıyor insanlık.

Bu tip şeyleri ne iletişim çağı, ne eğitim, ne tedavi ne de cezalar durduramıyor sanki. Dünya varoldukça, yaşam devam ettikçe  şiddete eğilimli erkekler kadınlara karşı güç kullanmaya ya da tacize devam edecekler gibi geliyor bana...