29 Kasım 2021 Pazartesi

Güçlünün zayıfı elediği dünyada farklı insan olmak

Hayatımda beni gerçekten etkilemiş bir söz  Anne Frank'a ait olan ; "Bütün herşeye rağmen, insanların gerçekten iyi kalpli olduklarına inanıyorum!" sözüdür.

12  yaşındaki Anne Frank bu cümleyi, kırmızı kaplı, ekose günlüğünün sayfalarına, 15 Temmuz 1944 tarihinde yazmış. Nazilerin, Anne Frank ve ailesini Amsterdam'daki saklandıkları gizli bölmeye yaptıkları baskın sonucu tutuklayıp, konsantrasyon kamplarına göndermelerinden 10 gün evvel.....

Yaşadığı ve gördüğü kötlüklere, insanlığın acımasızlığına inat Anne Frank dünyaya yine de iyimser bakmayı tercih etmiş. Belki de bu şekilde cesaretini ve umudunu koruyabilmişti. Sanırım karakterinin onu ayakta tutan bir yönüydü bu. Daha sadece hayatının çok başlarında olan bir çocuğun gerçekleri, en açık ve güzel şekilde reddedişiydi bu cümle. Kötülüğün karşısında  kayıtsız kalan insana karşı bir duruştu bu!

Savaşın bitmesine çok az bir zaman kala,  kendisinden üç yaş büyük olan ablası Margot'yla, birlikte getirildikleri Bergen Belsen toplama kampında, bakımsızlık, soğuk ve pislik yüzünden yakalandıkları  tifo'dan öldüklerinde Anne Frank 15 yaşındaydı. Sadece, bir sene evvel yazdığı, " iyiliğe " yenik düşen bir genç kızdı Anne Frank....Geçerli en ufak bir mazeret bile olmadan, milyonların hayatlarına son verenlerin kaderlerini değiştirdikleri insanlardan sadece biriydi o. Diğer bir çoğundan tek farkı yaşadıklarının "bir kısmını" kaleme almış olmasıydı.

............................................

İnsanın iyi olduğuna inanmak bana bazen aptalca geliyor. Her ne kadar kendimi insanları genelleme yapmadan değerlendirmeye adadıysam da, kimi gördüklerim, okuduğum tarih, yeryüzünde var olan güncel gerçekler ve insanlığın bu hayati yaşayış ve yönetiş şekli....menfaatlerin doğurduğu eşitsizlikler ve çok zaman insanların bir çok haklı gerçekleri görmeği reddedişleri, bile bile yapılan kötülüklere tepkisiz duran insanlığın yarattığı bu evrende Anne Frank gibi konuşmanın ne kadar zor olduğunu düşünüyorum.

Geçen gün bir video klibi çıktı  karşıma. Bir tanıdığımın Whatsapp'tan gönderdiği video'yu seyrederken kayıtsız kalmak mümkün değildi.

Bu videoyu, toplumun kötülüğüne isyan eden bir anne çekmiş. "Cüce" olan oğlunun okuldaki çocuklar tarafından bir çok kereler dalgaya alınması yüzünden yaşadığı travmayı, toplumun onda yarattığı kırgınlığı ve göz yaşlarını filme alırken annenin de nasıl bir isyan ve kızgınlık içinde olduğu  duyuluyordu. Farklı oldukları için, toplum tarafından itilen,  acı çektirilen çocukların hislerine sadece bir örnekti bu insan.  Bu video bir yıl evvel sanırım Avustralya'da çok ses getirmiş.  Günler içinde 23 milyon kişinin izlemiş olduğu bu çekimde,  yaşadığı ayrımcılık yüzünden acı çeken bir çocuğun çığlığı duyuluyordu. Dünyanın her köşesinde farklı oldukları için yeterince acı çeken milyonlardan sadece biri.

İnsan yüzyıllar boyu değişmeyi beceremedi. İnsan denen varlık hala daha insanlaşamadı.

Birilerini bugüne dek anlamayı başaramayan insanın sorununun aslında anlayış değil içindeki temel iç güdü olduğunu düşünüyorum.

Yoksa neden sistem  otomatik olarak kötülüleri elemiyor?  Neden sistem kendi içinde oluşan bu unsurlarla "yeterince" mücadele etmiyor? Neden yetkili insanlar çocukları daha çok küçük yaştan, zayıfı ezmek yerine korumak için yönlendirmiyor? Neden sistem güçlüyü kolluyor??

Dün eşim oğlumun okulunda yaşadığı çok küçük ama bence önemli olan ( buna benzer ) bir olayı bana (!)  gülümseyerek anlattı.

Gal'i okuldan biraz daha erken almak için arabayla kapıda beklerken, ileride küçük sınıflardan, 10 yaşlarında kızlar bekliyorlarmış.. Gal bahçe kapısından çıkıp arabaya doğru yürüdüğünde çocuklar onun yürüyüşündeki savrukluğun farkına varırken, aralarından bir tanesi arkasından onun gibi yürüyerek gülmeye başlamış. Tabii bu diğerlerini de epey eğlendirmiş. Eşim, Gal'in onları görmediğini, çocuklarınsa yeterince küçük olduklarını ve bunun sadece bir anlık bir olay olduğunu söyledi. Olay ne kadar küçükte olsa, ben eşimin yerinde olsaydım, arabadan çıkıp o küçük çocukların yanlarına gidip, onlara sadece farklı bir insana gülmenin ne derece kırıcı olabileceğini " iyilikle" anlatmaya çalışırdım. Bazen çocuklara doğruları göstermek zorundasınız. Eğer büyükler çocukları eğitmezlerse bu insanlar doğru ve yanlışı birbirinden nasıl ayırt edecekler?

Dünyanın her tarafında, okullarda bol bol matematik, kimya, fizik, felsefe vs okutuluyor. Halbuki  çocuklara önce insan olmayı öğretmek gerekiyor. Hayatla ilgili bilgiler hep lafta. Bazı şeyler çok yüzeysel. Belli ahlak kuralları evde ya da okulda bir şekilde öğretilselerde demek ki bu konuda olan eğitim yeterli değil.

Çocuklara  insan olmayı öğretmiyor kimse. Farklıları kabul etmeyi de ( yeterince ) öğretmiyorlar.

Yaşadığımız toplumda var olan farklı kategorideki insanlar hakkında çok daha fazla eğitim verilse, çocuklar çok daha bilinçli davranmayı öğrenirler. Herkesin aynı olmadığını bilmeleri şart. 

 Bazı insanların diğerlerinden farklı olduklarını bildikleri zaman onlarla daha az dalga geçeceklerine eminim.

Ayrıca toplumlar güçlü insanlar yaratmak peşindeler. Bu yüzden kimse zayıfı gerçekten güçlendirmek için savaşmıyor. Çünkü amaç bu değil. Amaç doğanın verdiği seleksyonun devamını desteklemek. Yani bir kısım insanın diğerine karşı üstün olması gerekiyor. Herkesin kuvvetli olduğu bir dünya hayali yok kimsede. Birinin diğerinden üstün olması temeli üzerinde kurulmuş bir çark dönüyor.

Survival mode: temel iç güdü. Hayat güçlünün zayıfı yenmesi üzerinde kurulduğu için acımasız. Bu nedenden de farklı doğan çocuklar daha az şanslılar. 

Belki  geçmişe göre herşey çok daha insancıl ancak hala daha durum mukemmel olmaktan çok uzak bence!! En azından bu tip çocuklar için toplumsal şartlar kolay değil.

Bir anlamda insanın temelindeki o kuvvetlinin yanında yer almayı tercih eden iç güdüsü yeterince merhametli olmasını engelliyor. Ve bunu değiştirmek için çok fazla bir şey yapılmıyor!!

 

Batya R. Galanti


 


28 Kasım 2021 Pazar

28/11/2021

Bir kez daha geldi mucizeler bayramı

Bugün pazar, bir çok ülkede bizim için geride kalmış olan  haftanın son günü bugün. Israel'de ise yeni bir hafta başladı bile.  Dünyanın bir yerlerinde insanlar, haftasonunun keyfini çıkarıyorlar. Kimileri aileleriyle birlikte dağ tepe geziyor, kimileri piknikte, bazıları kayak yapıyor. Güney yarım kürede denize girenler, sörf yapanlar var.. Aralık ayına sadece iki gün kala, kuzey yarım kürede karlı günlere doğru giden soğuk ülkelerde, kışı karşılıyor insanlar. Küçük çocuklar paltolarının içinde ısınmaya çalıştıkları yeni bir sabaha merhaba derlerken, en sevdikleri şeyleri yapmaya hazırlanıyorlar anne babalarıyla. Israel'de ise güneşli, sıcacık bir günle birlikte, ders zili çoktan çaldı bile.

Ama olsun bu akşam burada bayram. Bu geceden itibaren Hanukkah başlıyor. Sekiz gün sürecek yeniden. Her sokağa, her meydana, her cadde ve tüm şehirlere yerleştirilmiş Hanukkiya'ların birinci kolları bu gece yanacaklar. Her gece bir kol daha ışıklanacak. " Işıklar Bayramı "böylece sekiz günde tamamına erecek. Her yerde, evlerin pencerelerinden dışarıya bakan mumlar da bu şenliğe iştirak edecekler. Ve her gece bir aile, bir dost, bir arkadaşın evinde birlikte söylenecek şarkılar ve yenilecek çöreklerle sevinecek buradaki insanlar.

Fakat hiç bir şey mükemmel olmuyor. Tam koronayı arkada bıraktık hissiyle yaşarken tekrardan başını kaldırıp bir canavar gibi kükrüyor bu virüs!

Ama olsun,  işte şimdi tam zamanı, yeniden ve bir sene ve bir kez daha, usanmadan, yılmadan inancını kaybetmeden dualar etmenin zamanı.... sevdiklerimiz 💓 , ailemiz, dostlarımız, dünyamız için.. Beklenmedik mucizeler için. İnancımızı kaybetmediğimiz sürece daha olumlu olacağını unutmadan dua edelim. 

Kaybedilen dengelerin, sağlık ve huzurun bizlere geri dönmesi için. Savaşın ve kötülüklerin içimizde ve dışımızda sona ermeleri için. İyilerin kötüleri alt edebilmesi için. Hiç bir zaman yakalamayı beceremediğimiz adil dünyanın gelmesi için. Herkes için dua edelim bu gece!

Sonra, o yeni yeni çıkarılan hikayede olduğu gibi, Kotel'e koyduğumuz küçücük kağıtlardaki dilekler gibi yine bir kağıda dilek yazıp son gün Hanukkiya'nın kolları arasına iliştirmeyi unutmayalım. Ve sonra,  gelecek yıla kadar dokunmayacağımız o kağıtlardaki duaların birer mucizeye dönüşmelerini bekleyelim.

Hag Urim Sameah!

 

 

27 Kasım 2021 Cumartesi

Hayat bir gün yeniden eskisi gibi olacak mı acaba??

 İnsanlığın son zamanlardaki en büyük mücadelelerinden birine tanıklık eden bizler, pandeminin başladığı ilk günlerden bu yana iki seneyi arkamızda bıraktık.  2020'ye Koronanın gölgesinde başlarken bu krizin bu kadar uzun süreceğini tahmin ediyormuyduk? Hala tedavi edilemeyen bulaşıcı bir hastalık ve hükümetlere baş kaldıranlarla birlikte ekonomik belirsizliklerle karşılayacağımız yeni bir sene olacak, 2022 senesi....  

Dün bir turizmci konuşuyordu televizyonda.  Hollanda, Avusturya, Belçika ve başka kimi ülkelerdeki son durumlardan haberi yok gibiydi. Kadına göre; "İnsanlar kapanmanın bir çare olmadığını görmüşler sözde.

Kadın  günlerdir haber dinlememişti sanırım. Son durumları internetten de okumamış gibi. Kapanmanın bir çare olmadığını artık anladılar dediği Avrupa'nın bir çok yerinde yeniden lockdown ılan edilen ülkelerden haberi yok gibiydi. Bir çok ülkede de yeniden acil kararlar alma durumu söz konusu.

Ama belki kadın ekonomiyi düşünüyor. İnsanlar aç mı kalacaklar, ne yapacaklar?  Bu şekilde ne kadar zaman devam edilebilir??

Diğer taraftan bir doktor, koronanın grip virüsü gibi aramızda kalacağını söyledi. Bu yeni bir haber değil tabi. Ancak, her an yeni yeni variantlar ortaya çıkarken aşının bir yerden sonra işe yaramadığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.   Grip virüsü sadece aylar içinde farklı farklı variantlar geliştiriyor mu bilmiyorum ama sonuçta  grip aşısı bir sene insanları korumaya yetiyor. Şimdilik yapılan korona  aşısını bir kaç ayda bir yenilemeleri gerekiyor. Bize aşıladıkları maddenin yarattığı bağışıklık çok çabuk etkisini kaybediyor. Burada dördüncü aşının birazdan şart olmaya başladığı konuşuluyor şimdi. Her üç beş ayda bir aşı olmak ne demek? Bunun bizim sağlığımıza neler getireceğini kim biliyor?

Esas sorun bu son variant!! Bugünlerde yayılmaya başlayan yeni tip korona Israel'e girmiş bile. Ve aşılar bu varianta karşı daha az etkili deniyor. Gerçi herşey daha yeni. Emin olunan hiç bir şey yok. Şimdilik ülkeye giren bir kaç kişide bu virüs bulundu. Histeriye kapılmaya gerek olmadığını söyleyen yetkililer insanları yatıştırıyorlar. Problem aşı olmayan kitle ve bu kitle yüzünden aşılı olanların arasında da daha fazla yapışma olasılığının ortaya çıkması..

Bu yüzden çözüm aşının ötesinde bir yerlerde.. Koronaya karşı etkili bir tedavi bulunmadan insanlık rahat bir nefes alamayacak gibi görünüyor! Ve bu ne zaman mümkün olur, işte onu bilmiyoruz?!

Batya R. Galanti

26 Kasım 2021 Cuma

Eşitlik sorumluluk almakla başlar


Dün uluslararası platformda,  " Kadınlara Şiddete Hayır"  toplumsal bilinçlendirme, somut adım arayışı ve uyarı günüydü. Tüm dünya'da bu konunun işlendiği paneller oldu.

Aslında, normal ülkelerde, bu sorun her zaman gündemi koruyor. Ancak dün bu problem medya'da en üst başlıklara taşındı bir kez daha.

Konu belki sözde hep  gündemdeyse de zaman pek bir şeyleri  değiştirmemiş görünüyor. Cinsel taciz ya da kadına şiddet konusunda bugünlere dek hiç beklemediğiniz yerlerden, kişilerden hiç beklenmedik süpriz şeyler çıkmaya devam ediyor. Her defasında yeniden daha şaşırıyoruz. Eline koluna, orasına burasına hakim olamayan erkekler her yerdeler. Kimileri kadınları box çuvalı zannederken, bazıları canları çektiği kadına el atmakta problem görmüyor. Utanma duygusu olmayanlar sandığımızdan çok daha fazlalar toplumda. Ne her yere yerleştirilen kameralar, ne akıllı telefonlar, ne çevredeki insanlar.....bazılarını hiç bir şey durdurmuyor.

Üniversitelerde, iş yerlerinde, hastanelerde, ibadet yerlerinde, Cumhurbaşkanlığı konutunda bile(!) hatta bir çokları kendi özel hanelerinde karşımıza çıkabiliyorlar.

Çocukluğumda, hatta gençliğimdeki  sabit fikirlerimden birine göre kadına şiddet  ve cinsel taciz hep cahillik ve kapalılıkla ilişkiliydi. Yakın çevremde kadına şiddete tanık olmamıştım. Yakınlarım ya da tanıdığım insanlar kadınlarına şiddet uygulamıyorlardı. Türk toplumunda, sanki hep daha bağnaz insanların içinden  bu tip şiddet ya da cinsel taciz haberleri gazetelere, televizyonlara çok daha sık yansıyordu. Ve bu beni yanıltmişti iyice.

Sonuçta kapalılık ve cehalet, ve bazı gelenekler ve töreler insanları gerçekten kimi davranışlara daha açık duruma getirebiliyor.  Arap toplumlarında, İran'da ya da  Afrika ülkelerinde kadınları toplumdan koparan kültürel yapının bu tip olayları çok daha fazla yaşaması doğaldır. Ve kapalı toplumlarda kadınların kendi haklarını savunamayacak kadar aciz bırakıldıkları da sır değildir.

Cinsel taciz ve şiddete karşı hala yeterince yapılmayan şeyler olduğunu biliyoruz.  Kadınlar her defasında  sokaklara çıkmaya devam ediyorlar. Pankartlarla. bağıranlar, seslerini ellerinden geldiğince yükseltenler yine meydanlardaydılar dün. Benimse gözüme bir kez daha çarpan bir şey söz konusu. Bir çok konuda olduğu gibi, göstericilerin çoğu yine madur durumda olanlar. Yani sorunu yaşayanlar sokaklardalar. Fakat, birilerini madur duruma sokan aktif taraf diğerinin çoğu yanlarında değiller. Meydanlarda toplananlar neden hep kadın???? Bu sorun sadece bir tarafın sorunuymuş gibi davranıldığı sürece insanlar buna bir cevap bulmaktan uzak olacaklar. Erkekler neredeydiler dün? Bunca kadın arasında kaç erkek vardı ? Sorun böylece hep aynı noktada başlıyor. Demek bir taraf diğerini sonuna kadar desteklemiyor! Gerçekten eşitlik bu şekilde mi olmalı??

Bugün, cinsler arasındaki eşitlik için sonuna kadar mücadele eden kadınların,  yaşadıkları medeni toplumlarda bile  kadınlar hala kimi temek hakları ve güvenlikleri için sokaklarda seslerini duyurmak ve savaşmak zorunda hissediyorlar kendilerini.

Fiziksel kuvveti, problemli bir ruh yapısıyla biraraya gelen erkeğin kadına karşı kaldırabileceği ele dur demekte zorlanıyor insanlık.

Bu tip şeyleri ne iletişim çağı, ne eğitim, ne tedavi ne de cezalar durduramıyor sanki. Dünya varoldukça, yaşam devam ettikçe  şiddete eğilimli erkekler kadınlara karşı güç kullanmaya ya da tacize devam edecekler gibi geliyor bana...


25 Kasım 2021 Perşembe

Yaffo'da ufak bir gezinti yapsak..


Beş bin yıllık bir liman şehri Yaffo...Her daim birilerinin yaşamış , mekan tutmuş olduğu,  Ortodoğunun,  Akdeniz kıyılarının tüm özelliklerini yansıtan havasıyla...ılıman iklimi ve kimi sessizliği, kimi patırdısı,  kimileri insan seline karışan çarşısıyla....deniz şeridindeki çogu Arap restoranları ( balık ya da pizza vs... )  ve .....eski kayıklar ve yine yıpranmış eski püskü, bakımsız balıkçı teknelerinin beklediği küçücük koyuyla, ilerideki modern şehire ( Tel Aviv ) merhaba dediğiniz bir yer burası. Kimi günler insanların hınca hınç doldurduğu aynı kıyıda kendi halinde kalmak için adeta yalvaran, denizin hemen yanında yanlızlığı ararken, kendini bu hiç susmayan yerde bulan Rum Ortodoks manastırının yelkencilik okulunu da hemen yanında buluşu Yaffo'nun karmaşık yapısının bir başka yansıması gibi,
Bu yerleri bugünlere dek terk etmemiş nüfusuyla Araplar Yaffo'ya özellikle damgalarını vururlarken, yine  Yahudiler ve Yaffo'ya ya da Israel'e  farklı bir renk katan topluluklarından biri olan Hıristiyan Araplarsa iki toplum arasında kalan özellikler taşırlar sanki.  Bir yerde kendilerini Arap toplumunun ayrılmaz bir parçası hissetseler de, inançlarının onları diğerlerinden büyük oranda ayırdığı gerçeğini de görmezden gelmek mümkün değildir. Birileri her zaman daha kapalı daha muhafazakar kalırken diğerleri giyimleri, tarzları ve hayat felsefeleriyle başka bir insan olarak ortaya çıkıyorlar. Arap-Israel kavgasındaki kesin tutumlarını bilmekse zor. Yine Arapça konuşan ve bu topraklarda diğer Araplarla ortak bir geçmişi paylaşan, dini ayrıcalıkları dışında bir çok açıdan aynı olan bu insanlar, Yahudilerin ülkesinde herhangi bir Arap ülkesinde hiç bir zaman elde etmelerinin mümkün olamayacağı bir serbestliğe sahip olduklarını da biliyorlar. Onlar aslında kendi huzurları için genelde çekimser kalmayı tercih edenlerden.
You Tube'ta Israel'in farklı köşelerinden çok hoş video çekimleri paylaşan bir YouTuber buldum bir süredir. Israel'i ziyaret etmek isteyip, belli sebeplerden buralara gelmeyen ya da gelemeyenler için bu küçücük savaş-barış arası ülkeyi tanıtan görüntülerini zaman zaman paylaşmayı seviyorum. Aslında bunu arzu eden kendisi de yapabilir. Ben yine de kendi seçtiğim çekimlerle sevdiğim görüntüleri blog'uma koymaktan hoşnutum.
Buradaki çekimlerde, Yaffo'nun denize bakan dar sokaklarındaki evler ve yine Yaffo'nun denize bakan büyük parkı görülüyor.
Yaffo'daki evlerse inanılmaz pahalılar. Yaffo son senelerde çok aranan bir yer olmaya başladı. Sahip olduğu özel konumu buraya bambaşka bir değer veriyor. Bu yüzden buralarda bulunan kimi bauhaus'lara, kimi renove edilmeyi bekleyen eski evlere verilen fiyatlar inanılır gibi değildir. .
Aslında, Israel'deki en güzel evlerinden en yıkık dökük dairelere, mülk fiyatlarını duyanlar hayretlere düşebilirler.
Sanırım bu ülkenin genel pahalılığı yüzünden ve topraklarının çok geniş olmaması nedeniyle Israel'de ev satın almak yeni evlenen çiftlerin en büyük zorluklarından biri oluyor. Hayat boyu satın aldıkları evin kredisini ödemek için çalışan insanlar var burada...
Yaffo'' daki evler dünyanın en şık evleri olmasalar da, bulundukları mekan açısından özellikle daha da bir pahalılar. En basit bir evin fiyatının bir kaç milyon dolar olduğu bu yerlerde yirmi sene evvel ev satın almak çok daha kolaydı...
Her km karesi bu kadar değerli olan bu yerlerde yaşayan insanların bugün en çok aradıkları şeyse sadece huzur ve kafa  dinlemek.



 

 Herkesin idealleri farklıdır diyordum geçen gün...

Geçen gün yazdığım yazıda, Kudüs'teki Arap çarşısı'nda daha 16 yaşındaki bir Arap gencin, iki güvenlik görevlisini yaraladığı olayı anlattım. Hani bu genç gerçekleştirdiği terör saldırısı öncesi arkadaşlarına son mesajında, kalp emojileriyle son verdiği sözlerinde;  "Beni iyi şeylerimle hatırlarsınız umarım!"  diyordu.

Bu çocuğun kafasında, ideallerinin peşinde önüne çıkacak ilk kişinin canını alacak kadar büyük bir hedefi vardı. Kendini bu yolda feda etmeye hazırdı. Kendince bir idealistti bu insan.

Birimizin ideal olarak kabul ettiği bir hedef bir başkası için, hatta çoğunluk için bir kıyamet kadar korkutucu olabilir bazen!!

Beynimizin ve ruhumuzun derinliklerinde çocukluktan şekillenen görüşler vardır. Gözlerimizi hayata açtığımız andan itibaren dünyaya bakışımızı şekillendiren insanlar vardır. Bizi eğitenler, bizim ilk hayat görüşümüze damgasını vuranlar.....ve başladığımız yolda bizim beynimize, yakınlarımızın, öğretmenlerimizin ya da kimi dini liderlerin yükledikleri bilgiler mevcuttur. Onlar tarafından bize resmedilen bir hayali dünya vardır. Bu hayali dünya bizim ilk fikir dünyamız, ilk inancımız, ilk hayat görüşümüz  olarak ortaya çıkar. Ve bu dünya hakkında ilk fikirler, düşünceler ve hisler bizde belli bir duygu oluşumunu da meydana getirirler. Böylece daha çocukluğumuzda bir ideal ya da idealler oluşturmaya başlarız.

Aslında ideal ve idealist iki farklı şeydir. Bir idealler vardır, bir de idealist insanlar. İkisi her zaman beraber olmayabiliyor. Her insanın idealleri vardır ama her insan idealist değildir. Çünkü, idealler sadece  hayalimizdeki kurduğumuz kimi hedeflerdir. Ve hayat boyu, kendimiz için ideal gördüğümüz bir şeyler hep vardır. Hepimizin hayalleri vardır. ve kimilerimiz için kafamızdaki hayallerimiz ille de çok uzaklarda olmayabiliyorlar. Kimileriyse çok daha büyük boyutlarda hayaller kurarlar.

İdealist olmak için bir parça da hayalperest olmak lazım sanırım. Biraz hayalperest, biraz romantik ve  en çokta realist olmak lazım. Eğer hayallerinizin gerçekle bağlantıları tamamen kopmuşsa bu hayalleri yaşamın içine geçirmek nasıl mümkün olabilir ki?!!

Bazı insanlar sormadan soruşturmadan, daha fazlası için çaba harcamadan bu ilk ideallerin peşinde giderler. Kimileriyse bazen farklı dünyalar, farklı yollar ararlar kendilerine.

İlk gençlik yılları bir yerde insanların en çok ideal peşinde koştukları zamanlardır. İnsanın en enerjik olduğu bu zamanlar herşeyi herkesten daha iyi bildiğine inandıkları zamanlardır. Kafasının dikine gitmeye meyilli de olunan bu dönemde en büyük idealleri kendine bir anda hedef olarak görebilir insan. Körü körüne de olabilse farketmez!!! Onları durdurun durdurabilirseniz!!

Uzak ya da gerçekleşmeleri zor olan hedefler belirleyip o hedeflere ulaşabilmek tamamen ayrı bir sanattır, zekadir, cesaret işidir ve azim gerektirir. Eğer bu hedefler bir de sadece o insan için değil toplum için de bir hayal iseler boyutları da bu şekilde büyürler tabi. Bazıları hedeflerinin peşinde yaşadıkları topluma bazen de bunu da ötesine savaş açacak kadar genişletirler ideallerini!!!

Gençliğimizde ideal gördüğümüz bir çok şeyin  daha ileriki yıllarda sadece kafamızı dolduran bir diğerlerinin saçmasapan hikayeleri olduğunu da kavrayabiliriz. Kimi gençlik idealleri daha sonraları en büyük hayalkırıklıkları da olabilirler. Fakat iyi ya da kötü anlamda bu dünyayı değiştiren itici güç o ilk hayallerdir çoğu zaman. Sonunda kimileri için  pişmanlığa dönüşselerde.

Filistinli genç çocuk, Kudüs'teki çarşıda etrafına bıçakla saldırdığında kafasında bir hayal, bir ideal vardı.  Halkının özgürlüğünü savunduğunu düşünüyordu, hayalinin daha yüksek boyutlarındaysa öldüğünde gelecek dünyada ulaşmayı hedeflediği huriler vardı. Realist olmaktan uzak ancak bir o kadar yıkıcı eylemlerin sonunda, onu yetiştiren mantalitenin kafasına koydukları yalanlarla büyüyen çocuğun romantizmi içindeki canavarı besleyecek kadar çarpıtılmış bir gençti bu. O ve onun gibi bir sürü idealist Filistinli gençler gibi. Belirledikleri hayali bir hedefe doğru körü körüne ölmeye hazır hale getirilen idealist gençler ellerine aldıkları bıçaklarla aldıkları masum canların arkasından karanlık bir sonsuzluğa göç ederlerken arkalarında sırada bekleyen bir sürü başka hayalperest gençleri daha bırakıyorlar.

Daha ideal bir dünya için daha farklı idealleri empoze etmeleri de mümkün aslında. Toplumları yöneten beyinlerin niyetlerinin ne olduğuyla yakından ilgilidir bunlar. Toplumu daha iyi bir yere taşımayı hedefleseler adım adım değiştirilebilecek şeyler var. Onlara daha çocukken  anlatılan masallarda başlayacak bir devrimdir bu.  Bıçak elinde yola çıkmak yerine, kalemle yazabilecekleri hikayeler sokabilselerdi  bu çocukların kafalarına, hedefleri farklı olabilirdi!!


Batya R. Galanti

24 Kasım 2021 Çarşamba

 

Bir Türk gecesi!!


Bir kaç hafta evvel bana bir mesaj geldi.  Geçen Cumartesi gecesi için.  Bir Türk Gecesi düzenliyorlardı Israel'de son bir kaç senedir iyice genişleyen büyüyen cemaatimiz. Erdoğan Cumhuriyeti'ni bırakanların geldikleri Israel'de zaman zaman bu tip geceler,  bazen konferanslar ya da tiyatro ve kermes gibi şeyler organize ediyorlar çoğu yeni gelen göçmenlerimiz.

Bu insanların bir çoğu ayrıca aynı şehire yerleştiler. Israel'in merkezinde, güzel denebilecek, pahalı sayılan  şehirlerinden birini seçtiler Türk Yahudileri kendilerine. Söylenene göre, Ra'anana merkezinde bir Cuma öğleden sonra yürürseniz orayı bir Türk kasabası zannedebileceğiniz şekilde Türkçe her bir taraftan kulağınıza çalınır olmuş.  Türkiye'de geçirdikleri son senelerden sonra burada artık mutlular deniyor. Eskilerde yaşamın çok daha kolay olduğu Türkiye'deki ekonomik çöküşün ve kendi kültürünü artık korumakta zorlanan cemaatimizin son seçeneğiydi oraları terk etmek. Hiç inanamayacağım insanları birden burada buldum. Orada artık yaşam son derece güçleşince o çok aşık oldukları boğazı ve adayı bırakarak geldiler. Ve bugün bir çoğu burada olmaktan gayet memnun görünüyorlar. Hem işleri var, hem yanlız değiller.  Ve birarada oldukları sürece zorlukları atlatmak onlar için çok daha kolay. Aralarında birbirlerini destekleyenler bu tip gecelerle de sosyal yaşamlarına bir şekilde renk katmaya çalışıyorlar.

Bu işler böyledir. Ne kadar burası bizim evimiz deseniz de, burası Yahudi ülkesi olsa da sonuçta dilini henüz bilmediğiniz, yaşam ve davranış koduna kısmen yabancı olduğunuz bir yerde kendi köyünüzden (!) birileriyle biraraya geldiğinizde yine de daha rahat olursunuz.

Bu bir alışma sürecidir. Kimileri bunu çabuk aşar, kimileri için bir ömür sürer. Bazı özelliklerinizleyse  siz hep neyseniz aynı kalırsınız. Mesela ben seksen sene daha geçse Israellilerin kimi kaba saba hareketlerine alışabileceğimi sanmıyorum. Fazla duyarlı ve daha mesafeli olmaya alışmış olan bir insanın, genelde nezaket alışkanlıkları az olan, düşündüklerini tartmadan olduğu gibi söyleyen, oturup kalkmada pek kural tanımayan, savaşın ya da bir çok koşulların getirdiği etkiler yüzünden bazı şeyleri fazlasıyla serbest bırakan bir toplum içinde yeterinden fazla kibar kalması mümkün. Benim gibi insanlar da bulunsa da sanırım yine de benim gibiler Israel'e bir yerde tuz biber gibiyiz sanki. Tüm gelenlerin içinde buraya farklı bir renk getirenlerden biri olabilirim hala.

Neyse lafın kısası 25 senedir arkamda kalmış olan Türkiye'den her ne kadar çok şikayet etsem de orada kendi yetiştiğim çevrem ve ailemden, 28 sene bende iyi kötü bir kültürel etki oluştu mutlaka. Bir çok yönüyle eleştirdiğim bu kültürün belli izlerini taşıyan ben, 25 yıl yaşadığım Israel'de tamamen karma bir insan olduğumu hissediyorum. Hatta bir çok açıdan kendimi hiç bir yere tam olarak ait hissetmiyorum. Ne Türk gibiyim, ne de Israelli. Çok tuhaf bir şekilde tam olarak  ne gibi  bir kültür yapım olduğundan bile emin değilim. Sadece  kendimi her zaman farklı ortamlara  adapte etmeye çalışırken buluyorum. Böylece yeri geldiğinde kendinizi uzaylı gibi hissettiğiniz bile oluyor.   İçimde karma karışık bir kültür salatası var sanki.  Biraz öyleyim, biraz böyle, biraz da şöyle !!  Uzaydan gelmiş öylesine bir dünya vatandaşıyım artık ben.

Türkçe yazdığım için belki de en fazla türkçenin etkisi üzerimde hissedilebilir. Bu doğru. Ancak gün boyu neredeyse sadece İbranice konuşuyorum ben. İbranice iş yapıyorum, İbranice radyo dinliyorum... Diğer yabancı dillerimde de sürekli okuyorum, müzik dinliyorum ve televizyon seyrediyorum. Ve başka insanlardan, başka kültürlerden de yeterince etkilendiğimi de görüyorum. Hayranlık duyduğum sanat, sinema, müzik bilimum  degişik şeyler var, Beni ben yapan farklı taşlar, bir mozaik gibi işlemişler yapımı. Hiç biri değilim  ve bir anlamda sadece ben benim belki de!!!.................

Türkler çocukluğumun en yoğun parçalarıydılar tabii sonuçta. Onların içinden kimi elit tabakadan insanlarla iletişimim oldu, kimi orta direk Türkler ve sokaktaki insanla devam etmiş olan yüzeysel ilişkilerimle onlar beni dünyaya ilk taşıyanlardan oldular. Kimi anlamda belli bir mesafeyi koruduğum ama her gün birlikte olduğum insanlar.. Ve bir gün gelip tamamen arkamda bıraktığım bir toplum!!

Bu ülkedeyse kimi Türk kökenli ( tabii Yahudi!!)  arkadaşlarım oldu  bir zamanlar. Ancak bir süre sonra artık Türk kökenlilerle dostluk kurmamak kararı aldım. Beni bir anda hepsinden soğutan menfaatler hepsine sırt çevirmeme neden oldu. Uzun yıllar bir daha hiç biriyle görüşmedim. Ve Türklükten ve Türkçeden, ( annem ve yakın çevrem dışında) Türk Kültüründen yeterince uzaklaştım.

Son zamanlara dek. Birden buralara gelen kimi çocukluk arkadaşlarım oldu. Bir çoğuyla hiç görüşmesem de!!

Lafımı çok uzattım, Türk gecesinden bahsedecektim ben...

Daha önce de çağırdılar bir kaç defa, Yunan Gecesi, Latin Gecesi, Bouzouki akşamı, ve bazı aktiviteler. Ve ben gitmemiş, gidememiştim. Bu sefer  arkadaşım hadi Batya siz de gelin dedi ille.

Geçtiğimiz Cumartesine kadar o  geceyi düşünecek vaktim olmadı. O gün geldiğinde birden yüz iki yüz kişinin geleceği bu yerde çocukluğumdan beri hiç görmediğim kimi insanları görme ihtimalim olduğu aklıma geldi. Seneler sonra ilk kez belki de büyükada'da sokaklarda oynadığım, gençliğimde birlikte diskoteğe gittiğim birileri karşıma çıkacaktı, yirmibeş, otuz ya da kırk sene sonra.

Saçlarımda,  diplerinden merhaba demeye başlamış  kimi beyazları yok etmem gerek dedim. ( ( Bu işi çoktan kendim yapmaya alıştım  :)  ) Korona günleri gelip çattığından beri, kesmeye de başladım ben. Banyodan çıktığım gibi, ıslak taradığım saçıma  vurdum makası.  Hafif bir  perçe bile yaptım. Ve biraz da makyajdan sonra, süslendiğim,  özene bezene giyindiğim gibi kendimi geceye hazır hissettiğim an odamdan çıkıverdim. Koket değildim ama yine de hazırdım!!!

Yafo'nun ara sokaklarında bir yerlerde, eski bir binaya ait bir salondu bu kiraladıkları yer. Arabayı park ettiğimiz andan itibaren en az yarım saat bu yeri aramak zorunda kalacağımızı hiç düşünmemiştim.

Hafif topuklu ayakkabılarım gecenin serinliğinde ayağımdan fırlamak ister gibiydiler. Her adımda ayakkabı kendini salarken rahat yürümekte zorlanıyordum ama yine de bir başka taraftan gittikçe güzelleşen  Yafo'nun kendine özgü havasına dalıp gidiyordum. Her biri yavaş yavaş yenilenen binalar, her sokakta açılan yeni yeni cafe'ler, taştan yollarla bütünleşen eski binaların bazılarından gelen kimi Jazz, kimi Pop müziklerin etrafa yayıldığı dar sokaklarda çoğu genç insanların çıkardıkları köpekleriyle yanlarından geçerken acaba ben  partiyi boş verip ayakkabılarımı elime alıp yalinayak buraları keşfe mi çıksam diye düşündüm bir an.

Arkadaşımdan aldığımız telefona göre doğru yöndeydik. Ve beş dakika sonra, kapının dışına taşan insanların olduğu bir giriş gözüme çarptı ileride. İçeriden türkçe müzik geliyordu. Kapıda bekleyen sarışın bayana yaklaştığımda onu bir yerden tanıdığımı düşünürken, o da bana bakıyordu. Anlaşıldı daha bir iki ay evvel görüştüğüm bu insanı tanımamak için inat ediyordum yine ben. Hep olur bu bana,  Sonunda o bana, Batya gel buraya deyip sarılıp öpünce jetonum düştü.. Geceyi organize eden dostumu tanımamıştım bir an. Hadi girin dedi bize.

Yüksek duvarları olan bu salon bana sanki eski bir şarap mahsanını anımsattı birden. Aslında gün boyu kullanılmadığını tahmin ettiğim,  bu iki bölümden oluşan salonu çevreleyen yüksek pencereler ağır perdelerle örtülüydüler. İçeride birbirlerine bitişik olarak yerleştirilmiş daracık masalar tek kullanımlı örtülerle örtülmüş ve hepsi birbiri ardına sıralanarak vagonlar gibi dizilmişlerdi. Sıkış sıkış bir ortamdi. Düşündüğümden çok kişi vardı.

Girer girmez hemen gözlerim insanları tek tek incelemeye başlamışlardı bile. Kimler vardı acaba?

Okulumdan aynı sıraları, aynı dönemlerde paylaştığım iki bayanı gördüm. Biri hala eskisi gibi çok güzel duruyordu. İnsan hiç mi değişmez dediklerinizden  bir bayan. İnanamadım gözlerime!  Sanki Sainte-Pulcherie'de ne ise bugüne dek aynıydı. Orta boylu Türk insanının içinde upuzun boyu, sapsarı gür saçlarıyla göze batıyordu. Diğeriyleyse dokuzuncu sınıfta beraberdik. Çok şahsiyetliydi daha o zamanlardan. Ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan cinsten dediklerindendi. Yine öyle görünüyor. Ben daha aklım havadayken, onun ehliyeti vardı. Bazen onun arabasiyle dönerdim eve. Karşımızda otururdu. İkisiyle de sonunda birbirmizi görmezden geldik.

Bazılarını adadan hatırladım.  Hayat bir film gibi geçip giderken en son gördüğümde küçük bir kızdı bir tanesi. Tarzıyla, giyimiyle hala öyleymiş gibi dursa da orta yaşa gelmiş o da benim gibi.

Bir tanesi yanıma geldi birden kulağıma, "Batya'cim poponu kaşı, bu akşam çok hoşsun, !!" deyince güldüm. Dedim ya ben hani,  birisine iltifat yapınca Türkler ya Türk kökenliler nazar değmesin diye mutlaka vurgu yapmak alışkanlıkları vardır. İltifat tek başına gelmez hiç bir zaman. Poponu kaşı, hamsa hamsa ve bir sürü şeylerle o kişinin kötü gözden etkilenmemesi için unutmaz insanlar eklemeyi. Siz bunlara inanmasanız bile karşınızdakinin inanıyor olabileceğini düşünerek mutlaka, en azından..bi maşallah eklenir lafın sonuna..

Derken, çok a la turka olacağından çekindiğim müzik daha bir disko tarzı olunca biraz daha keyiflendim. Ve sonunda biraz dans,  biraz şaka ve biraz gülmeyle geçen akşam beni bir anda çok uzun senelerdir arkamda bıraktığım çocukluğuma götürdü sanki. Bizleri yirmili yaşlara taşıyan bir nostalji var gibiydi o gece. Çok uzun senelerdir,  çevremde herkesin türkçe konuştuğu bir topluluğun içinde bulunmamıştım. Türk Yahudi toplumunu ilk kez bu kadar rahat bir tarzda yakaladığımı da hissettim ( belki yanılıyorum )  Israel'de olmanın verdiği başka bir serbestlik te vardı sanki. Bir aile havası da ayrıca hissediliyordu. Eşim de sizinkiler eğlenmeyi biliyorlarmış dedi. İçilen içkiyle beraber hiç durmadan dans eden ve yüzlerinden gülüşleri inmeyen insanlar gördük. Vakit dolduğunda yanımdakilere bye bye derken ben, ortama biraz daha yabancı kalan eşim:  "Gelecek sefere arkadaşlarınla birlikte katılmak istersen sen benim için sorun yok! "diye akşama son noktayı koyan oldu.


Batya R, Galanti