12 Ağustos 2021 Perşembe

Elimiz kolumuz bağlı ne olacağını bilmeden sadece kurallara riayet etmeye devam ediyoruz çoğumuz..

Dördüncü dalga ve bitmeyen salgın


Ortaçağ'da büyük pandemiler yaşandığını okumuştuk...Karanlık çağlar da yaşanan hastalıklar vardı; milyonlarca insana bulaşmış ve bir o kadarını öldürmüş salgınlar.. Azap içinde ölüme terkedilenlerin yaşadıkları, dünya klasiklerinin satırlarında canlanırken, okuyucaları o dönemlerin karamsarlıklarıyla buluşturan edebiyat tarihine konu olan Ortaçağ serüveni sadece yazılarda, kayıtlarda kalacak kadar bizden uzakta olan şeyler sanılıyordu daha düne kadar.  Alt yapının mevcut olmadığı XİV. yüzyıl Londrası'nda, Manchester ya da Brüksel'deki karanlık  sokakları aydınlatan fenerlerin altında sabahlayan evsizlerin kaçta kaçı koleradan ya da veba'dan ölmüşlerdi ?  1200'lerin 1300'lerin Avrupası'nda yaşamak istemezdim derdik hep.   O dönemde yaşamamış olduğumuza sevinen biz, koca binaların göklere uzandığı devasa yerleşim yerlerinin kalbinde, kozmopolit bir dünyanın gölgesindekiler, akıllı şehirlerin kalabalığında gezerken ellerinde tuttukları küçücük cihazlar sayesinde, istedikleri her kişiyle iletişim içinde olan, günlük yaşamlarını uzaktan yürütebilen milyarlar, bir çok rutin işleri  makinelere bırakmış olan modern hayat o karanlık devirden ne kadar uzak gibi oysa....

Şanslı bir nesil olduğumuzu iddia ediyorduk. Geçmişte yaşanmış bir sürü aptal savaşları biz  yaşamamış  olduğumuz için. (  Hoş, Ortadoğu'da tam olarak öyle değilse de! ).  Daha medeni bir dünyaya gözlerimizi açmış olduğumuz için şükredip durduk düne kadar..

Uzayan  hayat, yepyeni teknolojik gelişmelerle bambaşka  boyutlardaki yaşam kalitesiyle birlikte kolera ve veba'yı çoktan tarihin karanlık sayfalarına gömmüştük. Kocaman hastaneler inşaa etmişlerdi uzun zaman önce. Bugün bir çok hastalık tedavi edilebilirken,  bu yüzyılın daha ilk senelerine dek bambaşka şeyler vadediyordu insanlık.  

Dünya hala daha bambaşka dönemleri yaşıyor gibi olsa da,  geçen seneye kadar pandeminin ne olduğunu bilmeyen çok fazla çocuk bugün bambaşka bir yaşamın içinde geziyorlar. Yüzlerinde taşıdıkları maskeleri eskiden daha çok doktorların suratlarında görmeye alışıktılar bir çoğu. Geçen seneye kadar biz rüya görüyorduk. Ne Kara Veba, ne de Büyük Açlık....Biz teknolojinin zaferine şahit bir nesildik. Çığır açılan bir devrin ilk şahitleriyiz bizler.. 

Holywood filmlerinin bir örneğinin,  bilim kurgu masallarının ilk tanıkları olmaya devam etsek ne yazar artık?!

Elimiz kolumuz bağlı ne olacağını bilmeden sadece kurallara riayet etmeye devam ediyoruz çoğumuz.. 21. yüzyılda sonunda bir pandeminin kurbanı olan insanlık...Tam bitti bitecek galiba demeye kalmadan bizi teslim alan bir başka virüsle 202'i de arkada bırakacağa benziyoruz. Zaten demişlerdi değil mi?

Korona'yla başladık.. ve o viros durmadan mutasyonlara uğramaya devam etti. Artık bir buçuk sene sonra karşımızda mücadele ettiğimiz salgının başrol oyuncusu Covid değil Delta. Yapışma oranı kat kat yüksek..  Alınan tedbirler sonuç vermezse bir kez daha bizleri kapatacaklar. Arada etrafımızda hiç olmadığı kadar çok hasta insan var.  Bir kaç ay evvel Korona'dan başarıyla çıkan ilk ülke ilan edildiğimizde artık hasta sayısı sıfırlanmıştı!!

Yeni Hükümetimiz ülkeyi  kapatmak istemiyor. Salgını ekonomiyi sarsmadan durdurmak için ne yaptılar peki?

Deltanın ülkede ilk görüldüğü günlerde hemen tedbirler alacaklarına, 100.000 kişinin biraraya geldiği Gay Parade düzenlendi. Binlerce genç birbirleriyle kucak kucağa dans ettiler, sokaklarda dudak dudağa resimlerle boy boy poz verdiler.

Binlerce insan salgına rağmen, Delta'ya rağmen yurt dışına çıkmaya devam etti. Devlet Havaalanında kontrolleri gerektiği gibi uygulamadı.

Düne kadar maskelerini takmayanlara ( ve bu son dalgada insanlar eskisi kadar maske takmıyorlar!! ) ceza vermediler. Kapalı yerlerde toplanan kalabalıklara da hiç bir kısıntı getirilmedi, toplantılar aynı şekilde devam ettiler...

Yeni yeni, Yeşil Kart uygulamasına yeniden başlanıyor. Bir çok yere ancak aşısı olanlar bu kartı taşıyan ya da Korona testi yaptırmış olanlar girebilecekler...

Bir gündeki hasta sayısı 6500'e yaklaştığında, ilk defa dün acil kararlar alındı. Hastanelere ekstra takviye yapılıyor. Doktor, hemşire ve yatak sayısı artırılıyor... Yani bize denilen şu;  "Politik hesaplarımız yüzünden bugüne dek karar almadık, şimdikten sonra da her gün insanlar ölmeden ülkeyi kapatmaya gitmeyeceğiz, bunun için de hastaneleri hazırlıyoruz!".

Israel'de haftalar içinde ağır hasta sayısı tek tek sayılardan onlara ve yüzlere ( 421)  çıktı.  Ve önümüzdeki bir kaç haftada bu sayının binlere çıkması bekleniyor.

60 yaş üstü için hızlandırılan aşı kampanyası  dördüncü dalgayı bir an önce yavaşlatmak için başlatıldı. FDİ'in onayını bile beklemeden yapılan aşılar  altı ay evvel yaptırdığımız aşının düşen etkisini kuvvetlendirmek ve kandaki antikorları arttırmayı amaçlıyor. Eğer aşılar ve son tedbirler belli bir olumlu etki yaratmazsa, Eylül ayında yeniden kapanacağımızı söylüyorlar.

Her ne kadar bu durumda tekrar ve takrar aşı olmak fikri pek hoşumuza gitmese de! Geldiğimiz noktada bize söylenilenleri hayatın devam etmesi için yerine getiriyoruz... Kimileriyse teorilerle meşguller. Bir çok şey anlatıyorlar. Israel'de hala bir milyon kişi aşı olmamak için direniyor. Bu insanlar bu pandeminin bitmemesinin nedenidirler. Sonunda bunlar gibiler yüzünden daha çok kişi ölebilir!! 

Kimi insanlar insan hayatıyla değil demokratik haklarla daha meşguller!!

Sanırım insanlık zorlu bir sınavdan geçiyor. Bu salgında tüm ülkeler belli zorluklar yaşarken, zengin ülkeler sonuçta güçlü ekonomileriyle yaşanan krizi yine de atlatacaklardır.  Her zamanki gibi fakir ülkeler daha fakirleşecekler ve yine buralarda daha da fazla açlık olacak.

Zengin ülkelerin bir araya gelip yeterli aşı üreterek tüm dünyanın aşılanmasını sağlamaları gerekiyor.

Değişen iklim, ortaya çıkan virüsler ve kendini tanrı zanneden küçük adamın çaresizce verdiği savaş.


Batya R. GALANTI






 

11 Ağustos 2021 Çarşamba

 Ne yesek ya da yemesek!!


Et yemek kötü diyenler var. Sakına et yemeyin, Kolesterol yapar, damarları tıkar....et kanserojen maddeler içerir. çok et yerseniz ölürsünüz!!!!  Sağlıklı yaşam için en iyisi vejetaryen olmak diyenler var..

Bir başka bilene sorarsanız, insanın doğadaki diğer hayvanlardan hiç bir farkı yoktur.  ( Gerçi bütün hayvanlar karnivor değiller değil mi? ) İnsanın,  gereksinimi olduğu proteinleri alabilmesi için et yemesi şarttır derler.  Din kitaplarına bakarsanız, yine et yemenizin mübah olduğunu söylerler.

Hayatta neyi yeyip neyi yememiz konusunda hep bir ikilem vardır. Sorduğunuz kişiye göre, konunun uzmanı olduklarını iddia eden farklı görüşte doktorlara göre bir çok fikir bulunduğuna göre, doğru olan nedir? Et yemeden de vücudumuz için gerekli olan proteini farklı yollardan almamız mümkün müdür?  Eğer mümkünse etin yerini tam olarak ne alır?

Ya süt ürünleri için ne demeli? Eskiden kesin bildiğimiz bir şey vardı!!  Bir insanın yeterli kalsyum ihtiyacını karşılayan en önemli besinler süt ürünlerinden alınanlardır diye bilirdik hepimiz..

Bir zaman geçti, bir sürü fikir daha çıktı ortaya. Neden insan inek sütü içsin? diyenlerle başlayan. Süt ürünlerinin ihtiyacımız olan kalsyumu bize vermesi şöyle dursun, vücudumuzda olan kalsyumu da atmamıza neden olduklarını iddia eden profesörler var.

Gün geçtikçe daha fazla insan süt ürünlerine karşı olumsuz şeyler söylüyorlar.

Süt ürünlerinin geçirdikleri üretim işlemi içinde uğradıkları değişimle birlikte içlerine katılan koruyucu maddelerle bu besin kaynağının yarardan çok zarar verdiklerini anlatan doktorları da dinledim.

Kimi profesörler sütün ve peynirin insanın düşmanı olduklarını söylerken, özellikle büyüme çağındaki çocuklar, yaşlı insanlar ve menopoz devrini yaşayan kadınlar  kalsyumu nasıl tüketecekler peki? Bu konuda yeşil sebzeler ve tahin vs gibi besin kaynakları söylenildiği gibi yeterlimidirler?   Yoksa insanlar şişelerde satılan vitaminleri mi kullansınlar? Bazılarına sorarsanız, bunlar da sadece ticaret için üretilen şeyler.

Bugün bilgi paylaşımı çok büyük,  Eskiden okuduğumuz belli kaynaklardan bize ulaşan bilgiler bugün katkat arttı. Ve görüşlerde de aynı oranda bir çeşitlilik oluştu. Eskiden neredeyse tek bir ağızdan duyulan iddialar yerine bugün bilinenleri büyük ölçüde çürüten karşı iddialar hiç durmadan önümüze taşınırken neye inanacağımızı bilemeyeceğimiz bir bilgi karmaşası yaratıyorlar bizde.  Kafamızda ciddi bilgilerin yanında bir de her önüne gelenin konuştuğu, yazdığı şeyler var. .İnsanların beyinlerini bulandıran bir bilgi salatası da var..

Bana kalırsa neyin zararlı neyin zararsız olduğunda karar vermek ne kadar zor görünse de tek bir şeyin yanlış olmadığını biliyorum. ( hepimiz biliyoruz aslında )

Süpermarketlere girdiğimizde raflara dizilmiş olarak, en güzel ambalajlarda bize sunulan çoğu endüstriel ürünlerin büyük bir bölümü insanların sofralarından, ağızlarından, midelerinden  uzak durması gereken şeyler.  İçlerinde neler ihtiva ettiklerine baktığınızda en ufak bir şey anlamadığınız bir sürü kimyasallarla dolu olan bu ürünleri yemek istemesekte, süpermarketten aldığımız en masum ürünlerin bile sandığımız kadar doğal olmadıklarını bilmiyoruz bile. Sadece un, maya, su ve biraz da tuzdan yapıldığını zannettiğimiz  ekmeğin içinde bile hiç bir şey anlamadığımız E' yle başlayan bir numaralar ( katkılar ) konulduğunu görüyoruz. Her satılan ürünün üzerinde Sağlık Bakanlığının mecbur ettiği bu kayıtların olması hiç bir şeyi değiştirmiyor. Bildiğimiz tek gerçek bu çağda kimsenin evde ekmek hazırlamak için zamanı olmadığıdır. İçindekiler kısmını da çoğu insanın okumadan alışveriş sepetini doldururken, satın alınan şeylerin büyük bir kısmı ultra-endüstriyel ürünlerdir.

Korona başladığından beri sık sık ailece girdiğimiz marketlerde çocuklarımın ellerinin nasıl da saçmasapan şeylere gittiklerini görüyorum. Sıkıntıdan, kapanmışlıktan, yanlızlığın getirdiklerinden kaçmaya çalışan gençlerin, eğlencelik arayanların,  raflardan  onlara göz kırpan, cazip ambalajlara giden ellere yapışanları üretenlerin bizim için yeniledikleri pek bir şey yok. Yüksek miktarlarda şeker ve tuz ve bir sürü tatlandırıcılar.

Bir çoğu suni tatlar ve renklerle önümüze getirilen bu sözde besinler insan sağlığını tehtid ediyorlar. Ve çoğu zaman bunları düşünecek vakti olmayanların hızlı yaşam temposu içindeki insanların boşvermişlikle birleşen yeni çağın, tüm bunlara rağmen gittikçe uzadığı yaşamla birleşik bir  yapaylıkla rahatszlıklarla yaşayanların doldurduğu dünyanın geldiği 21. yüzyılın değişik cilveleri bunlar.

Danielle vejetaryen olduğu için her defasında sözde etin yerini tutacak bin bir tane gereksiz seçeneklere gider eşimin elleri de. Sözde hamburgerler, sözde kebaplar.. Herşey gerçekten sözde!! Lafta kebap..Soya'dan üretilmiş, lezzetli olması için, insanı tatmin etmesi için içlerine bir sürü tanımadığımız, bilmediğimiz maddeler katılmış, doğallıktan son derece uzak besinler bunlar. Bir insanın böyle şeyler tüketmesinin sağlıklı olacağını düşünmek, et yerine bunları tüketmeye kalkmak anlaşılır değildir. Tadlarına baktığınızda anlıyorsunuz neden bahsettiğimi!!!

En kötüsü de rafları dolduran ve çocuklar için üretilen ıvır zıvırlar.. Patates cipsler, bir sürü mısır ve soyadan yapılmış çerezler, şekerler çikolatalar ve tüm bunlarla önümüze sürülen bir tüketim furyası

Herşeyden biraz yemek en iyisi derim hep. İnsan kendini mutlu etmek için olmayacak ıvır zıvırlardan da bazen yiyor. Ancak çoğu zaman günümüz gençleri için marketlerin büyük bir bölümünü kuşatmış olan endüstriyel ürünler doğal sebze ve meyvelerin yerini aldılar. Arada bir yenen bir şey olmaktan çok  endutriyel olan büyük ölçüde organik besinlerle yer değiştirdi. Öyle ki evde hazırlanan şeylerin tadları onları tatmin etmez oldu. Çünkü gençler sosisli sandwich'lerde, hamburgerlerden, dışarıdan aldıkları pizza'lardan damaklarına gelen ekstrem bir uyarıya alıştırıldılar. Bu tatlar dilimizdeki, damağımızdaki sinir uçlarını çok daha kuvvetli bir şekilde uyarıyorlar. Çocuklar doğal olan tadları sevmiyorlar çünkü bu tadlar aynı etkiyi yaratmıyorlar...

Hayat değişiyor.. Tüketim mantalitesi bir deliliğe dönüşürken, zaman zaman sağlıklı beslenmeden konuşan doktorları duysakta, bize verilen büyük mesaj farklı. Her tarafımızı saran reklam panoları, radyo, televizyon ve internet çoğu zaman sağlığımızı düşünerek hazırlanmıyorlar. Büyük tablodaki gerçekler üzücüdür.

Paranın arkasında ilk etapta çıkarlar arkasında dönen bir döngünün içinde sömürülen bireyleriz bizler. Kimse kimsenin sağlıklı yaşaması için hareket etmiyor. İlk düşündükleri şey nasıl daha çok satış yapabilecekleridir...

O yüzden et mi yeksek, süt mü içsek.. Bu tartışmalara verilen cevaplar da hep farklı olacak. Gerçekler tam açıklıklarıyla ortaya konulmayacaklar.

Şekeri bari az yiyin diyeceğim ben. En kötüsü galiba o!!!

Sonuçta tek bir çözüm görüyorum ben; o da çok fazla ultra-endüstriyel şeyleri evimize sokmamak gibi!! 


Batya R. GALANTI






8 Ağustos 2021 Pazar

Kuzeyimizde artan gerilim

 Kuzeyimizde artan gerilim


Dün roketlere rağmen insanların kuzeye gezilerini iptal etmemelerini söylediler. Hizbullah'ın verdiği gözdağına rağmen, demir kubbenin altısını havada yakaladığı, üç roketin Lübnan tarafında düştüğü gerisinin Israel'de açık alanlara isabet ettiğini bildiğimiz saldırının şimdilik sadece bir meydan okuyuş olduğu biliniyor.

Bu arada Israel televizyonlarına yansıyan görüntülerde Lübnan tarafında yaşayan Dürzüler, Israel sınırına yakın bir yerleşim biriminde ellerine geçirdikleri bir Hizbullah teröristini yakalayıp dövmeye başlamışlar. Dürzüler iki taraf arasındaki çekişmenin içine çekilmeyi reddediyorlar.

Hizbullah'ın bir taktik olarak Dürzü köylerini Israel'i vurmak için çıkış noktası olarak seçmeleri mutlaka tesadüf değildir.

Dürzüler, Araplara göre bulundukları toprağa daha bağlı bir millettir.  Bu şekilde Israel'deki Dürzüler İDF'te  askerlik yapan, bu topraklara ihanet etmeyen bir azınlık grupturlar. Israel'de devlet makamında  ve orduda yüksek makamlara gelen bu insanlar bulundukları bölgede uzlaşma içinde yaşayamayı tercih eden bir halktır.  Çekişmelerde tarafsız kalmayı seçseler de öncelikle yaşadıkları ülkenin bayrağına saygı duyarlar.

2006'daki II. Lübnan Savaşından bugünlere kadar Kuzey'deki sınırlarımız sessiz ve sakin bir hayata alışmıştı. Şu son dönem başlayan kimi roket saldırılarına kadar. Sanki Hizbullah Israeli gerilere götürmeye çalışıyor. Eski bir dönemi yeniden yaşamaya başlar gibi Kuzey sınırımızdaki kibutzlar ve Moşavlar. Kuş seslerinin yerini yeniden roketlerin ıslıkları alacağı endişesi var. 

Ve Israel Hükümeti Hizbullah'a buna izin vermeyeceğiz mesajı vermiş sözde..

Bir bakıma Güney'deki hayatın Gazze'den atılan roketlerle değişmesini anımsatan  bir durumla karşı karşıyayız.

Israel'in kuzeyi 1970'lerde Katyuşya roketleriyle  yaşamak zorunda kalmıştı.

1982'de Filistinli gerillaların konuşlandıkları kamplardan Israel'e saldırılarını durdurmak ve buralarda yaşamı normale döndürebilmek için Güney Lübnan'ı işgal eden Israel'e karşı kurulan Hizbullah Örgütünün tehtidiyle de yaşamak zorunda kaldı insanlar. 2000 yılında Güney Lübnan'dan çıktığı halde 2006'da yeni bir savaşa kadar Hizbullah kuzeyimizde sakin bir hayata izin vermedi.

2006'daki Lübnan Savaşı her ne kadar Israel açısından başarılı bir şekilde yönetilememiş ve fazlasıyla hatalar yapılmış bir savaş olduysa da herşeye rağmen 15 yıldan fazla süren bir sessizliği getirmiştir buralara.

Ancak 2005'tan bugünlere Hizbullah İran tarafından desteklenip kendini yenilemeye devam etti. Suriye'de Essad güçlerinin yanında on senedir savaşan on bin savaşçısı komando olarak iyice tecrübelenirlerken, Örgüt 100.000'den fazla roket, tanklar dronlar ve kimi uzak menzilli füzelerle dünyanın en donanımlı militan gücü haline gelmiştir.

İran'ın maşası olan, Lübnan'da devlet içinde bir devlete dönen bu radikal İslamist grubun tek amacı İran'ın desteğiyle Yahudi Devletini yıkmaktır.

Lübnan siyasetinde  geçen senelerle gücünü gittikçe artıran bu Şii Örgüt'ün en büyük amaçlarından biri de bu ülkede batının varlığına son vermektir.

Nasrallah dün yeniden Israel'i tehdit ederken,  atılan roketlere gereği gibi verilmeyen cevap Israel'deki yeni hükümetin zayıflığı olarak algılanmaktadır. Bu bölgede sizi zayıf olarak algıladıklarında ise karşısınızda çok daha fazla sorunla karşılaşabilirsiniz.

Koalisyon Hükümetinin içindeki radikal sol ve İslami Ra'am Partisiyle güvenlik sorunları karşısında kararlı adımlar atmakta zorlanırken düşmanımıza nasıl bir mesaj verdiğimiz belli değildir.

Hizbullah  için,  bu tip çekimser duruşlar, kararsızlıklar, ayrılıklar ve içindeki İslamcı partinin yapacağı tehtidlerle her an dağılabilecek gibi duran bir Hükümetle, Israel'e karşı yeni yeni saldiri denemelerine girişmeleri daha da olası görünüyor!!


Batya R. GALANTI

6 Ağustos 2021 Cuma

19 roketle başlayan bir günün arkasından neler bekliyoruz acaba?

19 roketle başlayan bir gün


Dün geceki yazımın üzerine yeni bir sabaha uyandık Israel'de. Yeni yeni ve yeniden gergin haberlerle. Yaşadığımız bölgenin adresini yanlışlıkla unutmayacağımızı hatırlatan komşularımızın sabah keyfi adına kuzeye attıkları yeni roketlerle.

Demir Kubbenin varlığının yeterince güvence verdiği insanların  herşeye rağmen bir kez daha endişeye sebep olan bu son durumu nasıl karşıladıklarını bilmiyorum.

Israel'in en güzel, en sakin yerlerinden biri olan Kuzey sınırındaki Moshavlar, Kibutzlar savaşı, barut kokusunu son senelerde unutmuş gibiydiler. En son 2006'daki II. Lübnan Savaşı'nda hedef olan bu bölgede yaşayan Israelliler, Araplar ve Dürzüler ve Çerkezler var. Herkesin kendi köyü, kasabası ve yeri var. Yazın sıcak olan bu yerler kışın nispeten daha yağışlı ve serindir.  Çiftlikler, ekili tarım alanları, üzüm bağları yla, hayatını sakin geçirmek isteyen, şehirden, merkezin gürültüsünden kaçan kişilerin en baş tercihlerinden biridir Kuzey Israel. Israel'in en güzel manzaralarını resmedebileceğiniz bir köşedir buraları...

Normal insanlar genelde ne ararlar hayatta? Geçim, sükunet ve huzur. 

Ta ki sabah kalktığınızda kuzey sınırında bir terör örgütü sizi sakın uykunuzdan uyandırana dek...Tüm güzellikleri çirkinlikle değiştirene dek. Çocukların, kadınların yüreğine korku tohumlarını eken alarmları yeniden çalıştıran roketleri üzerinize attıkları anlara dek herşey yolunda gibidir...

Hayatlarını başkalarının karabasanı olmakla kazanan karanlık güçlerin beslendiği seydir savaş!!

Birileri,  değierlerinin ürettiği silahları kullanmalı tabii...  Bu insanlar bunun için idealdirler,

Hayatları çevrelerindeki ve uzaklarındaki herşeyi kontrol etmek üzerine kurulan kötü insanlar var bir yerlerde. Bir dinin karanlık yüzüyle kendilerini eşleştiren, önce kendi kadınlarına ve  çocuklarına ve sonra  zayıf gördükleri tüm farklı gruplara hakim olarak  adım adım daha da ötelerine saldırarak, savaşarak, ele geçirilmiş yerlerden başka topraklara sıçrayan ve yayılan mikrop gibidirler bunlar. Hastalık gibiler bu radikal gruplar!!!!!!!!

Sabah parlayan güneşin altında, yeşeren çimlere, açan güzel çiçeklere nispet, huzurusuzluktan beslenen birileri kuzeyden üzerimize roketler atmışlar bu sabah,  Tam 19 roket!!

Evet ama şimdilik niyetleri savaş değil deniyor..

Savaşı simdilik istemiyorlarmış.  Bir süre daha bekleyecekler, büyük patronları doğru zamanda yeşil ışık yakınca savaşı başlatacaklar. Ama şimdilik rahatsızlık ve huzursuzluk yaratmaktalar... Ve arada güneyde olduğu gibi, kuzeydeki insanlara yeni bir hayat empoze edecekler gibi,  bu uğursuzlar..


Batya R. GALANTI


5 Ağustos 2021 Perşembe

İran'ın bizimle olacak ilk düellosu Hizbullah aracılığıyla başlatılacak bir saldırıdır.. Bize karşı yavaş yavaş bir kaç cephe birden açmak için hazırlık olduğu bellidir. Israel ne kadar güçlü bir ülke olursa olsun, elinde en az 100.000 roket bulunan bu azili terör örgütünün kapasitesi de bir devlet ordusundan az değildir...

İran'la her an artan gerilim


İran son günlerde Umman Körfezindeki ticari gemileri hedef almakta...

Israel ve İran her yeni hamlede sonunda tam bir sıcak çatışmaya dönebilecek olan gerilimi artırıyorlar..  Her geçen gün çekişmenin yeni boyutlara vardığı açık..Fakat hiç bir tarafın iyiliğine olmayacak bir savaşa şu an için iki tarafın da gerçekten hazır olup olmadıklarıysa bir soru işaretidir.

Gerçi Israel Savunma Bakanı Benny Gantz dün bir Israel gazetesine verdiği demeçte Israel Ordusunun gerekirse savaş için hazır olduğunu söyledi.

Son zamanlarda Suriye ve Lübnan'dan Israel'e yönelen roket saldırıları da daha ciddi bir boyuta varmaya başladı. İranín bölgedeki gücünü ve saldırı kapasitesini engelleme yönünde Israel'in  çok yönlü operasyonları İslam Cumhuriyetini Yahudi devletine karşı daha da teşvik ederken devam eden bu karşılıklı saldırıların bir anda bir savaşa dönebileceğini gösterir gibi..  

Son günlerde Israel Ordusundan kimi yetkililer ve kimi gazeteciler Israel'in Kuzeyinin geçmişe dönmesinden endişe ettiklerini, Gazze sınırı benzeri bir durumun burada da yaşanmasından çekindiklerini dile getirdiler.

Herşey İran'ın başının altından çıkarken, Israelle sınırı bile olmayan bir ülke, ekonomik sıkıntılar içinde boğuşurken, kendi huzuru ve halkının refahı için çalışmak yerine bölgede savaş çıkarmak için ne varsa yapmaya devam ediyor.  Molla rejimini ayakta tutan bu tip dış hedefler çevredeki terör gruplarını da besliyor.

Arada İran Seçimlerinin arkasından seçilen yeni lider herkesi daha bir rahatsız etmiş gibi.

Raisi'nin tutucu kimliği üzerinde çok durulurken, görevi bırakan Ruhanni'nin daha ılımlı politikası hatırlatılıyor. Ancak benim anlamadığım şey şudur. Herkes biliyor ki İran Cumhurbaşkanı'nı seçen halk değil, başlarındaki Ruhani Lider Hamaneyi'dir. Hamanei  muhafazakar bir Cumhurbaşkanı atayarak İslami rejime karşı çıkanlara yönetimin gücünü göstermektedir. Hamenei ayrıca Batı'ya göz dağı vermek istiyor. İran'daki rejim belli ki daha sert bir politika  izleyeceğinin işaretini veriyor.

Son olarak Umman körfezinde  Israelli özel sektöre ait bir şirket tarafından yönetilen, uluslararası bir ticaret gemisini dronlarla hedef alarak, biri İngiliz diğeri Romanya'lı iki gemi çalışanını katleden İran İslam Cumhuriyeti Uluslararası cemiyete, dünyanın en önemli petrol çıkış noktalarından birinin kendinden sorulduğu mesajını vermeye çalışıyor. Buraları bizden sorulur diyor

Senelerdir Israel'e ve Israellilere ve Yahudilere karşı dünyanın farklı noktalarında direk  terörist saldırılarda bulunan bu ülkeye karşı Israel'in yürüttüğü savaş sadece bir nefsi müdafadır.

Geçtiğimiz gün de BAE açıklarında beş gemiden oluşan bir filoya askerler çıkaran İran tüm dünyaya gövde gösteriri yapmaya devam ederken,  Emperyalist kaygılarının arkasından, bölgede anarşi yaratan, bir çok ülkenin huzurunu ve güvenliğini tehtid eden İran'ın seçilen Cumhurbaşkanının yemin törenine Avrupa'nın temsilci göndermesi şaşılacak bir durumdur.

Şu anki çıkarlarının peşindeki Avrupa'nın İran'a karşı sert bir politika izleme olasılığı ne derecedir bilmiyorum. Amerika'daki Demokrat Joe Biden ise şu an için  herkese meydan okuyan İslami rejime karşı hala daha uzlaşması bir tutum izleyebilir mi???   20 Haziran'daki son toplantıdan bugüne ilerlemeyen Nükleer Görüşmelerse  takılıp kalmışlardır. İran'a uygulanan ambargonun hafifletilmesi taraftarı olan Biden son zamanlarda sertleşen Israel-İran çatışmaları karşısında nasıl bir adım atacak göreceğiz..

Son gemi saldırısında ilk kez olay Israel boyutlarını aşmış olsa da Israel'in İran konusunda Avrupa'dan çok fazla destek beklemesi mümkün değil gibi görünüyor.

Tüm bunlar bir tarafa,  İran'ın bizimle olacak ilk düellosu Hizbullah aracılığıyla başlatılacak bir saldırıdır.. Bize karşı yavaş yavaş bir kaç cephe birden açmak için hazırlık olduğu bellidir. Israel ne kadar güçlü bir ülke olursa olsun, elinde en az 100.000 roket bulunan bu azili terör örgütünün kapasitesi de bir devlet ordusundan az değildir...

Yahudilerin sahip oldukları tek bir vatanları vardır ve sanırım bu yer için verilen mücadele kolay kolay son bulmayacaktır...


BATYA R. GALANTI


3 Ağustos 2021 Salı

Türkiye'deki yangınlardan ulaşan üzücü görüntülerden bir tanesi

BITMEYEN YANGINLAR


İnsanın kalbine dokunan bir fotoğraf bu. Türkiye'deki yangınlardan ulaşan üzücü görüntülerden sadece bir tanesi.  Yangından kurtulan tavuğuna su içirmeye çalışan bir iyilik meleğinin vicdan dolu resmi...


Türkiye'deki son durumu gösteren  çok fazla resimler var.  Güney kıyılarında, insanlar hayvanlar hayatlarını kaybediyorlar. Sürekli yanmış hayvan resimleri medya'da bolca yer alırken yaşanan facianın boyutlarını kestirmek mümkün değil.

Hala devam eden yangınları söndürmek için meğer yardım istemekte çok istekli olmamış olan Türkiye'ye son günlerde Avrupa'dan büyük bir destek başlamış.

Arada İtalya ve Yunanistan'da da yangınlarla boğuşulurken... Türkler bu son günlerde sadece doğanın kurbanı değiller.  Türkler doğanın kendilerine verdiği cezayı çekmeye devam ederken ki hepimiz bu cezanın kurbanlarıyız. Diğer taraftan olayın başka yönleriyle de meşguller. Bir taraftan bu son yangınların PKK tarafından çıkarıldığını söylüyorlar.  Ki bunun doğruluğunun önce teyit edilmesi lazım.. Diğer taraftan kendi hükümetlerine hiç güvenleri yok. İşin en kötü tarafı da budur. Türk halkı içinde söylentilerin ardı arkası kesilmiyor. Bu yangınların dış güçler tarafından çıkarılmasından tutun Erdoğanín buraları inşaate açmak için sabote ettirdiğine inanan bir kitle var..

Yozlaşmanın, yolsuzluğun ellerinde, tek adam tarafından sömürülen bir ülkede insanların devleti yönetene güvenmemeleri için yeterli sebepleri vardır.

Deprem fayı üzerinde oturan İstanbul'un içinden geçmesi planlanan İstanbul Kanalını inşa ettirmek için direnen bir dikta rejime neden güvensinler?

Sözde İstanbul'un trafik problemini kökten çözeceğini iddia eden,  Karadenizden Marmara'ya açacağı su kanalının getireceği doğal felaketlere karşı yapılan uyarılara, uzmanların neredeyse haykırışa varan karşı duruşlarına rağmen,  karşı duran bir despotun kararlarıyla başlatılan bir projeyle, ülkenin baş patronu olmuş, kendi ve ailesinin ceplerini doldurmaktan yorulmayan bir hırsıza güvenmeleri için sebepleri varmıdır?

Diğer taraftan ısınan iklimle son bir kaç yılda dünyanın dört bir köşesinde artış gösteren doğal felaketlerin de farkında olmalılar. Kanada gibi dünyanın en soğuk ülkesinde bile hava sıcaklığının kırk derecelere vardığı günlerde başlayan yangınları biliyorlardır Türkler...

Amerika'da son senelerde sık sık kilometrelerce hektar alanın yandığını da duymuşlardır....

Avustralya'da 2020'de 11 Milyon hektar alan yanarken milyarlarca memeli, sürüngen, kuş ve kurbağa telef olmuş..

Almanya'da Belçika'da tarihlerinde görülmemiş sellerle boğuştular daha bir iki hafta evvel.

Milyarlarca yıllık bir dünya, milyonlarca yıldır var olan insan türüleri, binlerce yıllık yazılı insanlık tarihi bugünlere kadar doğayı bir şekilde koruyarak gelebilmişken  son iki yüz yıldır başlayan sanayiyle, makineler, endutriyel devrim, uçaklar, fabrikalarla iklimin dengesini bir anda bozmayı becerdi modern insanlık. Bilen, üreten, tüketen ve bir o kadar robotlaşan, robotlaştığı kadar hissizleşen o koca insan, mükemmel işleyen doğaya hükmedecek akla sahip olduğuna inanan bilim adamlarımız, sanayi kuruluşlarının her gün yepyeni projlerle ekranlarda boy gösteren süper beyinlerimiz (?)  bugünün Tanrılaşan insanları tek taraflı düşünürken, koca projelerle hayatımızı değiştiren eller, geliştirdikleri mükemmelliklerle bozdukları dengeleri tamire güçleri yetecek mi acaba?.

Uzay çağında, bilgi çağında soluyamayacağımız kadar kirlenmiş şehirler yarattık, hayvan türlerini bitiriyoruz, su kaynaklarını kurutuyoruz.... Depremler, seller ve yangınlar her geçen sene hayatın normal bir parçasına dönüşüyor.

Önümüzdeki senelerde yeryüzündeki yangınların yüzde onla otuz arası bir artış göstereceğini söylemiş uzmanlar..

Korona bitmeden konuşulan başka virüsler daha var. Antartika'daki buzulların erimesiyle milyonlarca yıldır donmuş olarak korunan başka virüslerin yeniden yayılabileceklerinden korkuluyor diye yazılmış!

Teorilerle uğraşana dek bu dünyanın topunun içinde bulunduğumuz zor koşulları kavramamızın, kendi elimizle yok ettiğimiz doğanın attığı çığılığı duymamızın vakti geldi galiba.


Batya R. GALANTI




 



1 Ağustos 2021 Pazar

Sınırsızlıkların buluştuğu ülkedeki özgür insanlar..


Son bir senedir Israel'de gittikçe daha fazla erkeğin sakalları bir karış uzamış olarak dolaştıklarına şahit oluyorum. Daha doğrusu etrafı iyice bir bakımsızlık alıp gitmiş gibi görünüyor gözüme. Zaten, hem çok sıcak bir yer, hem de bir savaş ülkesi oluşumudur bilinmez, Israelliler genel olarak kıyafetlerine  çok özen gösteren bir millet olmadı hiç bir zaman. Özellikle Israelli erkekler, her gün mutlaka banyo olmayı ihmal etmemeleri dışında kalan kimi beynelmilel giyim standartlarını yerleştirememişlerdir bu toplumda.  Bunun yanında son bir iki senedir bir takım yeni yeni bir tuhaf moda daha yerleşti buralarda... Bir kaç günlük sakalla etrafta gezen erkeklerin sayısında bir hayli artış gözlüyorum ben .

Etraf, düzeltilmiş bir sakal büyütmüş genç erkeklerin ( modaya uygun!! ) dışında, can sıkıntısından, vakitsizlikten, tembellik ya da yorgunluk ve daha bilimum sebeplerden, son sakal modasını kendilerine iyi bir gerekçe olarak algılayıp bir kaç günlük pis sakallarla  gezen peşmurde kılıklı erkeklerle dolup taşmaya başladı.

Çocukken ilk kez Israel'e geldiğimizde buranın insanıyla tabii ilk tanışmam olmuştu. Bizim o bildiğimiz o mikroskop altında birbirini inceleyen,  tabusal darvranışlar ve kimi giyim kodlarının yer etmiş olduğu,  muhafazakar fikirlerle,  sıkı bir denetleme mekanizmasına sahip küçücük toplumumuzun  tam tersi bir toplumla tanıştığımda buradaki rahatlığı ve hiç bir şeyi aldırmamayı ilke edinmiş insanları çok fazla analiz edecek kadar büyümemiştim daha.

Buranın insanlarının giyimdeki umursamızlığını farketmek şöyle dursun o zamanki çocuk aklımda en çok yer eden şey ilginçti. Bir kez daha olumsuzlukların kafamda tamamen  sansüre uğradığı bir anlayışla ve kalbimde hemen başlayan o derin Israel aşkıyla birlikte benim gördüğüm Israellilerin ayaklarındaki bir şeydi...Hahahaha nereden çıktı bu ayaklardaki şey de şimdi diye sorulabilir!?! .. Dura dura ayaklara mı bakmıştım ben?!! Evet, halkın rahatlığının bakımsızlağa vardığı  halleri bir tarafa ben ayaklarındaki sandaletlere aşık olmuştum.

Aman Allahım ne üzeldi o sandaletler. Herkesin ayağındaydı bunlar, Ülkenin sıcak havasıyla en çok uyum sağlayan şeylerden biriydi bu sandaletler. Sıcak iklimin getirdiği şartlarla,  gereksinim gördükleri  rahatlığı onlara getiren, Tanah Sandaletleriydi bunlar.. İbranicedeki adlarıyla;  Sandalim Tanahiot"" .. Tora'da geçen hikaylerde, iki bin yıl evvel yaşamış İbranilerin, çöllerde gezerlerken ayaklarına geçirdikleri, en basit ve en rahat şeydi bunlar.. Deriden iki parçayla yandan bağlı bu kösele ayakkabılar, çocukların, erkeklerin, askerlerin, genç kızların, kısaca herkesin ayaklarındaydılar. Benim için Israelli olmakla bir, bir sembole dönüşmüşlerdi bu sandaletler..

Kibutzlarda evlenen çiftlerin düğünlerinde, tırmığa yerleştirilmiş Israel bayrağının tallit yerini aldığı dini törenlerde bile, o sıcacık günlerde hupanın altında kutsanan iki gencin yanında yer alan şortlu gençlerin ayaklarında yine aynı tanah sandaletleriyle eşlik ettikleri anlarda bile farkedilen son derece serbest bir yaşam vardı o zamanlarda da.. Tüm kurallardan, tüm formalitelerden uzak bir özgürlük hissiydi bu. Ve bu sandaletler benim kafamda, bu ülkede var olan o rahatlığın sembollerinden biriydiler...


Bu da bana herşeyden önce, toplumsal baskıdan uzak bir ortamı anımsatıyordu. O zamanlar bütün bunlar tamamen bir özgürlük ifadesiydi!! Israel'i Israel yapan o artık ben rahatım. ben artık evimdeyim, artık 2000 yıllık sürgünden özgürlüğüme geri döndüm diyen Yahudiyi temsil edermiş gibiydiler.

Dünya ülkelerinin çoğunun uzun tarihleri kitaplarda yazarken,  Israelliler iki bin seneden sonra ilk kez bu topraklarda bir ülke kurmuşlarken, hala daha yaşanan savaşlar ülkenin yeni kimliğini oluşturmaya devam ederken daha kimse giyim üzerinde durmuyor gibiydi.  Sıcacık güneşin altında toprak işleyen eller, yoktan bir şeyler yaratmaya çalışan insanlar yeterince meşguldüler.

Bir gün toprakta çalışan ertesi gün  silah tutmak zorunda olan kadınlar ve erkekler bebeklerini  kibutzlardaki ortak bebek odalarına teslim edip kurak topraklara sebze ve meyve ekmekle ugraşıyorlardı ilk zamanlar. Yoksa aç kalabilirlerdi.  Çocuklarını günde sadece bir kaç saat görüyorlardı...

İlk zamanların rahatlığıysa bu ülkede sonunda bir adet olarak kaldı. Düğünlere bugune dek sadece bir gömlek ve sandaletlerle gidebilenlerin bulunduğu bir yer olan Israel'de dünyanın diğer yerlerinde oto kontrolleri en yüksek çalışan toplumlardan biri olan o klasik Yahudilerin tam tersi bir yeni millet yaratılmış gibidir buralarda. Israel'e gelenler kendi kendilerini kontrol mekanizmalarından arınırlar bir anda. Burası Israel denir. Burada fazla kural yoktur. Burası rahat davranılan ülkedir.

Ortadoğunn orta yerinde kurduklari Yahudi ülkesine gelenler, bir taraftan özgürlük anlayışı gibi aldıkları bir çok şeyi sınırsız yaşamaya başlarlarken kendilerini giyimde olduğu gibi diger davranışlarında da yeterinden fazla koyvermiş olabilirler.

Onlarca senenin ardından artık büyüyen bir çocuk gibi. Bazı şeylerde olgunlaşmak gerekiyor belki kısmen... Artık geçen zamanla bazı şeylerin değişmesini bekler olduk. Kimi rahatlığın aymazlığa vardığı toplumun artık daha  bir disipline oturtulmasını bekler olduk...Yeni doğan ülke yavaş yavaş gerilerde kalırken, yerine göre davranmayı öğrenmiş olmalarını düşündüğümüz bir toplum bekler olduk.

Geçen senelerle bazı şeylerin bir parça değişmesini bekler olduk. Kafamızda özgürlükle, rahatlıkla özdeşleşen kurallardan, kodlardan başka artık bugünkü dünyanın tümünü kapsayan kimi başka kuralları da arar olduk. Bunlarsa bir çok şeyi kapsıyor. Konuşma kurallarından tutun, kibarlık, yeri geldiğinde ses tonunu ayarlayabilmek,  bir çok zamana uygun toplumsal kurallar yavaş yavaş yerleşmeli artık der olduk. Böylesi daha düzgün yürüyebilir değil mi?  Dünyanın tüm doğru dürüst ülkelerindeki gibi kimi giyim kodları da artık o buralardan çok uzak kalan giyim tarzının burada da değişmesini bekler olduk.  Hala büyüyen bir çocuğun arayışında olan bu genç ülkede kimi güvenlik konularıyla, her an gelmeye devam eden kimi yeni göçmenleriyle, zengin High-Tech şirkeleriyle,  laikleri ve ultramodern gençleriyle, kimi töreleriyle ya da seküler insanlarıyla, yanlışları ve doğrularıyla, ve çokça değişmeyenleriyle.. güzellikleri ve çirkinlikleriyle ve kimi yeni tip karışan sakallarıyla etrafta gezen erkekleriyle..ve herşeyleriyle, daha fazla disiplini de bekler olduk!!! 

Elli sene sonra kim bilir nasıl görünecek bu ülke ya da dünyanın diğer yerlerindeki diger ülkeler ve hiç durmadan değişen bu koca dünya....


Batya R. GALANTI