7 Temmuz 2021 Çarşamba

Kadınlar Venus'ten erkekler Mars'tan.

 


Bir tarafta sizden çok konuşan bu insan diğer taraftan onu yeterince dinlemediğiniz için şikayet edebilir.


Kadın olmanın dayanılmaz hafifliği... Böyle bir kitap kapağı nasil olurdu acaba?? . 

Ama kadın olmak nerede hafiflik nerede ?  Tersine, " Kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı !" çok daha uygun  olur bizi anlatacak bir kitabın başlığına... Biz kadınlar ağırızdır ağır!!! Kadın olmak zor iştir!! Bunu bilmeyen mi var!! Biyolojimiz, kimyamız, matematik ve fiziğimizle erkeklerden farklıyızdır çok. 

Özellikle hormonal dengelerimizin esiriyizdir biz kadınlar. Bazen bu denge bir taraftan diğerine değişir. Bazen dengeyi tamamen kaybederiz. Herşey bedenimizde meydana gelen hormonal değişikiliklerle ilgilidir. O yüzden, bu kadının nesi var bugün diye üzerimizde çok kafa yormaya gerek bile yoktur

Hani bir aralar tüm dünyada satış rekorları kırmış olan bir kitap vardı!; " Men are from Mars,  Women are from  Venus " diye... Kadınlar Venus'ten erkekler Marstan...


Bu kitap neden bu kadar satış yapmıştı zamanında?  Erkeklerle kadınların aralarında yaşadıkları doğal anlaşmazlıkların sadece kendi kişisel problemleri olmadığını anlatan bir kitap olduğu içindi sanırım. Kadınların olayları algılayış ve sindiriş şekillerinin erkeklerinkinden genel olarak farklı olduğu için.  Her birimizin karşılaştığı güncel sorunların kişisel bir problemden çok genel bir sorun olduğu konusuna bir açıklık getirdiği için. Bir kadın ya da bir erkekle hayatlarını birleştirmiş çoğu çiftlerin yaşadıkları problemlerin evrenselliğiyle buluşturduğu için. Kendinizi ve yanınızdaki insanı bir yabancının kaleminden çıkmış satırlarda birebir gözlemleme şansını elde ettiğiniz için. Dört duvar arasında kaldığını zanettiğiniz çelişkileriniz, farklılıklarınız bir yabancının satırlarında açıklama bulduğu için..

Kadınların erkekleri en çok cezbeden göğüsleri ve kalçalarının dışında, beyinlerinde de kimi anatomik farklılıklara neden olan hormonların davranışlarımızda da etkilerini göstermesindendir sanırım.  Hormonal farklılıklar beynin kimi bölgelerinde de bazı farklılıklar yaratmış.

Eski Yunandan bugüne araştırılan ve konuşulan bu farklılıklar, modern zamanlara geldiğimizde çekilen MRI'larla bilim adamlarını epey oyalayan araştırmaların da önünü açmış.

Erkeklerin beyninin kadınlarınkinden kısmen daha büyük olmasıyla birlikte iki cins arasındaki kimi morfolojik değişiklikler birbirimizi bazen anlamakta zorlanmamıza neden olmuş olabilir mi?Ben ne bilim adamı ne de bilim kadınıyım ama sanırım öyle bir şeyler olmuş!!

Sonuçta Tanrı yapacağını bilmiştir diyorum. Aramızdaki kimi minimal ayrılıklar herhalde bizi daha iyi tamamalan o uyumu da getirmiş. Tüm uyumsuzlukların yanında.. Bize ters gelen tüm şeyler sonuç olarak birbirini tamamlamak ve dengelemek için vardırlar. Bu böyle olmasaydı sanırım bizi doğa bu şekilde yaratmazdı.

Estrojen, testosteron, progesteron vs... Biz kadınlar bu hormonlarla deliye dönüyoruz... İşin esası bu!!

Çocukluğumuzda kısmen kolay herşey.  Çok küçük yaştan farklılılar mevcut ancak çocukken birbirimizi anlamak için o derece uğraşmıyoruz. 

Kızlar her daim  daha narin ve ağlamış olurlar, erkeklerse coğu kez daha yaramaz ( gerçi zaman zaman erkeklerin eline su dökmeyecek kız çocukları da yok değildirler  😁) . Kızlar ve erkekler en başından kendilerine verilen bir rol üstlenirler. Bu rol gereği giyimler bile ilk günlerden belirlenir. Kız çocukları etekleriyle ve daha bir pembelerle öne çıkarlar erkekler maviş maviş gezerler. Bu şimdi kısmen değişmişse de!!  El kol kavgaları erkeklere ait bir şeydir çocukluktan beri,  her zaman. Ve onlar ağlamaz derlerdi eskiden. Şimdi bu da değişiyor, değişti ya da hala değişmekte bazı yerlerde de .  Erkeklerin de duyguları olduğunu biliyoruz artık!! 💓

İlkokulda anımsarım, masaların üzerlerinde gezerlerken bunların nesi var derdim. Normal bir kız çocuğundan her ne kadar bir iki misli daha hareketliysem de, erkeklerin  agresif taraflarını kaldırmakta hep zoranırdım. Burada da başka bir noktaya geliyorum. Şunu anlamakta zorlanırdım, suna anlam veremem derken... biz kadınların sorunlarımızından biri de  herşeye bir açıklama getirmek isteğimizdir. Niye öyle niye böyle? Erkekler bu kadar irdelemezler herşeyi. İşte biz bayanların bu çekilmez bir çekememezlikleri vardır. Biz bayanlar doğamız gereği biraz daha eleştirisel bakarız herşeye sanki. Dediğim gibi yine küçükken o kadar sorun değil de, büyüdükçe iyice bir tuhaflaşırız. Erkeklerin bizi anlama kılavuzları bir iki ciltlik bir fasikülle başlayıp zaman gittikçe çok kalın bir ansiklopediye dönüşür. Hatta her geçen sene bu ansiklopediye bir yeni cilt eklenebilir.

İlk regl gördüğümüz günlerden menopoza kadar geçen süre biz kadınların aylık tablomuzdaki çizelgede kimi aktivitelerden bizi uzak tutan günler olduğunu gözlemlemenin dışında, yine ayın hangi tarihlerinde davranışlarımızda anlam vermekte zorlanacağınız acayiplikler gözlemleyeceğinizi de anlamakta fayda vardır.  Ayın belli günlerinde başlayan  huzursuzluk birden bir patlamaya dönüşebilirken, hiç anlamadığınız bir şeyden alınan kadının gözyaşlarında çok fazla mantık aramamanızı önermekten başka bir şey yapamıyorum.

Birden bire hassaslaşan, birden bire alınan, birden bire mantıksızca tepkiler veren bu yaratığın tek sorunu vücudunun içinde kendininin de pek anlam veremediği kimi dengesizliklerdir. Hormonal , biyolojik.. Göz yaşlarına hakim olamayan bu hassas yaratık sizden anlayış bekleyecektir.

Bir tarafta sizden çok konuşan bu insan diğer taraftan onu yeterince dinlemediğinizden şikayet edebilir. Bir taraftan herşeyi bildiğini zanneden kadın diğer taraftan erkeğinden bir çok konuda yardım bekleyebilir. Bir taraftan fiziksel olarak erkeğinden zayıfta olsa, ağlasa zirlasa da manen erkeğinin en büyük tamamlayıcısı da sonuçta yine aynı kadındır.

Kanımca erkeklerle anlaşmak aslında çok daha kolaydır. Erkekler daha dengelidirler. Erkekler ılımlıdırlar ve daha az eleştirisel bakarlar. Tabi bi bu tamamen genel bir fikir. Tüm erkeklerin böyle olduğunu iddia etmiyorum. Ancak erkek doğasının kadınlardan daha uyumlu olduğuna inanıyorum.

Biz her ne kadar hassas yaratıklar  olduğumuzu iddia etsekte çoğu zaman erkeklerle sonuca varmak daha kolaydır. Onlar herşeye rağmen daha anlayışlıdırlar.

Ama yine de iyiki varız!!

 

Batya R. GALANTI


5 Temmuz 2021 Pazartesi

Benim yerim acaba neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!



Kalbinizin diğerlerinden ayrı nefes aldığı bir planette yaşarken an gelip gökyüzünde başka bir yıldızı arayıp benim yerim  neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!

 

Geçenlerde aramızdaki bir konuşma sırasında eşim birileri hakkında bana; " Hepsi seni çok severler " dedi...  Ben güldüm. 

Hayatımızda hiç bir etkileri olmayan, yüzeysel bir ilişki içinde bulunduğumuz insanların bize olan olumlu hislerini sevgi olarak ifade etmemiz doğrumudur? diye düşündüm .  Yoksa yüzeysel ilişkilerdeki hislerimizin tarifi farklı kelimelerle mi yapılmalı?

Toplumda sadece belli bir düzeyde seyreden ilişkilerde karşılıklı yaşanan hisleri sevgi sözcüyüyle tanımlamak ne kadar uygundur?  Bizi ayakta tutan sevgi, sabahleyin evden çıkarken rastladığımız komşumuzun güler yüzündeki ifadesimidir? O kişinin bize gösterdiği bir anlık yakınlığı sevgi sözcüğüne sığdırmak mümkünmüdür ?

Süpermarkette her defasında aynı saatte kasada oturan kadını gördüğünüzde, hesabınızı bitirip size en olumlu haliyle  güzel dileklerini sunduğu an içinizde bu bayana karşı hissettiğiniz olumlu hisler sevgimidir?

Doktorda sıranızı beklerken size her zamanki tatlılığıyla hatırınızı soran sekreterin  gösterdiği  ilginin sevgiyle bir alakası varmıdır?

Çoğu tanıdığımız insanlara duyduğumuz olumlu hisler galiba daha çok bu kişilerle aramızda oluşan belli bir sempatiyle ilgilidir. Bazılarının ilgileriyse tamamen işlerinin gereğidir.

Sizinle aynı frekansta olan kişiler vardır. Gün boyu karşınıza çıkan insanların bir kısmı böyledir. Ve o insanlar iyi ki varlardır. Sizde olumlu enerjilerin doğmasına neden olan, olumlu insanlar günümüzü güzelleştirmek için ihtiyacımız olan bir şarj gibidirler. Bize mutlaka bu ayrı bir güç verir.

Kısaca bu koca evrende her gözümüzü açtığımız yeni bir sabahla birlikte bize gülümseyecek insanlar aradığımız açıktır. Fakat her gün yanımızdan geçen ufacık fırsatlarda insanlarla olumlu bir iletişimi aramamızın dışında bizi gerçekten ayakta tutan başka türlü bir sevgi vardır. İşte ben o sevgiden bahsediyorum.

Eşime, aynı ailenin üyeleri olsakta, eğer senede sadece sayılı kereler biraraya geliyorsam bu insanların bana duydukları his sevgi değil belki sadece sempatidir dedim. Bu insanların her sabah karşılaştığım otobüs şoföründen pek farkları yoktur.  Her sabah karşıma çıkan otobüs şoförünün bile, yüzüme içten bir gülüş atarak; " Bu sabah nasılsın?" sorusunda yeterince olumlu şeyler vardır. Ancak bu olumluluğun yarattığı etki sadece belli bir düzeyde kalır. Bu olumluluk, bu sempati, bu duygu sevgiden çok uzaktır. Bu yaklaşımlar otobüs şoförü,  memur kadın,  ya da devlet dairesindeki sekreterle yaşadıklarımızdır.  Bizi neredeyse hiç tanımayan kimi insanların bir çok zaman formel yaklaşımlarıdır. Olumlu olmakla birlikte çok fazla bir şey ifade etmezler.  İşte işin can alıcı tarafı da buradadır. Bazen bunun çok ötesinde şeyler yaşamanız gereken yakınlarınızın  ilişkileri de bazen bu formel düzeyin ötesine geçmiyor. 

Geçen senelere rağmen sizi hala yeterince tanımayan yakınlarınızın soruları da aynı formellikte kalır bazen... " Nasılsın ?" derken  gerçekten nasıl olduğunuzu merak etmekten çok sormak olsun diye sorulan bir soru olarak kalabilir bu. Yanı başımızda böyle çok fazla insan vardır. Bize gülümserler, olumludurlar, fakat bizi pek umursamazlar. Çoğu kez anlatmak isterler..ama dinlemezler!

Ancak bugün insanları olmadıkları bir şey için zorlamak mümkün değil. Herkesin yetişeceği bir yer var. 

Arkada neleri bıraktıklarını düşünmeden..görünürde size benzeyen varlıklarla, hatta bire bir aynı genetik kodları taşıdıklarınızla,  kalbinizle beyninizin ayrı nefes aldığı bir planette yaşarken aranızdaki farkları gördüğünüzde bir an gelip gökyüzüne diktiğiniz gözleriniz başka bir yıldızı ararken, benim yerim acaba neresi diye düşünüyorsunuz ara sıra!!


Batya R. GALANTİ 





2 Temmuz 2021 Cuma

Her yaştan, her kesimden insanla bir şeyleri paylaşabilmenin zevkine varabiliyorsanız ne mutlu size!!!



Ne zaman kızımın arkadaşları gelse beni de mevzulara dahil etmeye başlarlar çok kez. Erkek arkadaşlarıyla aralarında neler geçtiğini anlatmak, ve kendilerinden büyük birinden fikir almak isterler  Onlarla bir yandan muhabbet ederken diğer taraftan zaman zaman fikirler verirken her ne kadar Danielle'ın annesi statüsünde olduğum bilinciyle olsam da bazen sanki bu kızlar beni geçmişime götürürler. Kendimi onlardan çok uzak hissetmemem normal mi bilmiyorum. Okuldan, eğitimden, erkeklerden konuşan bu gençlerin kafalarının içlerine girmekte çok zorlanmıyorum. Belki de bu yüzden mi bilmem bazen kızlar geldiğinde keyfim yoksa eğer ve odamdan çıkmazsam Danielle'e beni sorarlar. Annen nerede?  Sadece, zaman zaman hiç olmayacak şeylerden başlayan gülüşmelerin sonu gelmediği anlarda aramızdaki yaş farkını hissediyorum.

Bir gencin yeterince olgunluğu, olgun yaşa gelmiş bir insanınsa yeterince gençliği varsa (özellikle de ruhsal ve mental!) , ayrı yaş  grupları da belli bir iletişimin keyfine varabilirler diye düşünüyorum. Hatta hep derim, benim için çocukla çocuk olmak bile çok zor değil. Galiba her yaştan geriye kalan bir tarafım var. Her yaş beynimde doldurulmayı bekleyen bir boşluk bırakmış bende!!

Geçen gün dört arkadaş buluştuk yine. Onlarla durum bambaşka.. Üçümüz evli birimiz bekar..kocalarımızdan ya da erkeklerden çok artık mevzularımız bambaşka bizim.. Günlük yaşantımız, seyahatler ve gelecek ve çocuklar derken  artık menopoz mevzuları ağırlıklı oldu bizde. Son hangi tarihte geldi? Gelmedi! Ateş basmaları..Soğuk basmaları..uykusuzluk ve bin bir başka şey..

İşte o zaman aradaki farklılıklar kendilerini gösteriyor. Hayatınızın her döneminde sizi en çok ilgilendiren , en baskın mevzu ne ise arkadaşlarınızla en çok o konuları konuşur oluyorsunuz. Böyle bir anda sizin yanınızda olacak yirmi yaş grubu bir genç sıcak basmalarına ne iyi gelir sorusunun cevabını merak etmeyecektir mutlaka!

Böylece hayat boyu  bizi en çok meşgul eden mevzuların aynı dönemlerde günlük hayatımızda en çok yer tutan şeylerle ilgili olduğundan kaçınmamız mümkün değil...

Yuvaya giden bir bebek yuva arkadaşlarıyla boyama kitapçığında boyadığı kelebek resmini göstermekle meşguldür.. Onlardan iki yaş büyük arkadaşları  a, b, c yi ne kadar güzel yazabildiklerini  kanıtlarlar. Bir kaç yıl sonra matematikte kesir problemlerini çözen çocuklar, tenefüste seksek oynamak için arkadaş ararlar.. Ortaokulda ilk kez sınıfın en güzel çocuğunun yemyeşil gözlerini ne kadar beğendiğini en samimi arkadaşına anlatan kızsa bir erkek arkadaşı olması için özlem duyduğundan bahseder artık..Daha sonra lise bitirme sınavları ve askerlik gelir.. İlk seyahatler, ve seçilecek meslek için saatlerce tartışılan akşamlarda erkek arkadaşı tarafından terk edilen dostun göz yaşlarını silmekle geçer saatler..

Ve bir dönem gelir, baş ağrıları, romatizmal şikayetler ve torunlar konuşulur.. Ve yaşam döngüsüyle farklı dönemlerde size  en çok etki eden olaylar üstünüzde ve sohbetlerinizde en fazla yer tutan şeyler olur!.

Son okuduğunuz kitap, en son izlediğiniz film, sevdiğiniz müzik bile bazen yaşa göre değişse de yine de her yaştan, her kesimden insanla bir şeyleri paylaşabilmenin zevkine varabiliyorsanız ne mutlu size!!!


 Batya R. GALANTI








30 Haziran 2021 Çarşamba

  Hamas'ın yaz kampları



Yaz sezonu başladı. Okulların kapanmasıyla çocukları uzun bir tatil bekliyor. Koronaya rağmen sadece kısmen uzayan eğitim günleri son bulurken, Eylül başında takrardan başlayacak yeni Öğrenim Dönemine kadar çocuklar verimli bir yaz için devletin ya da özel sektörün kendilerine sunduğu fırsatları değerlendirecekleri yaz okullarına devam edecekler.



Israel'de keytana diye çağrılan bu "yaz kampları"  çocukların sosyalleşmesi için önemli bir yer tutarlarken, bir diğer taraftan, bir kez daha eğiten, öğreten yönleriyle de geleceği teslim edeceğimiz çocukların ve gençlerin zamanlarını en doğru şekilde doldurmalarını da sağlayan ve yaş gruplarına göre ayrılan etkinlikleri; müzik, spor, sanat ve doğayla iç içe olan değişik aktiviteleri içeriyorlar.

Bu yaz, bu kampların artık sorunsuz bir şekilde devam edeceğini düşünüyorduk. Geçen yıl tamamen altüst olmuş bir yaz döneminden sonra bu sezon koronanın arkamızda kalmasıyla daha huzurlu daha keyifli bir yaz bekleniyordu. Ancak son günlerde çocuklar arasında artan üst solunum yolları enfeksyonları ve  hızla yayılan yeni variant Delta'nın genelde aşılanmamış olan 12-16 yaş arası çocukları etkilediği için anne babalar ilk kez aceleyle çocuklarını aşılatmaya götürmeye başladılar. Bir kısım velilerse aynı yaş grubu çocuklarını yaz kamplarına göndermekten çekindiklerini söylüyorlar.Sanırım Covid-19 da bir gün diğer mevsimlik virüsler gibi, bizden biri olana dek dikkatli olmak zorundayız.  Derken şimdilik yeniden virüs'ün gölgesinde başlayan yaz okulları şimdilik devam ediyor.

Biz burada çocukların eğitimlerinden, onların geleceğinden bahsederken son Gazze çatışmasından bu yana, İslami otoritenin güdümü altındaki çocukların hayatları da ayrı bir çizgide devam ediyor.

Dün son çıkan haberlerde Gazze'de de yaz kamplarının başladığından bahsediliyordu.

Ancak bu yaz kampları normal yaz kampları değil tabi ki.  Gazze'de organize edilen kamplar, çocuklar için ideal yerler değiller.  Bu kamplarda eğitmenler, öğretmenler, psikologlar yok. Bu kamplarda, kitaplar, defterler, boyalar, oyunlar yok. Bu kamplarda şarkılar, danslar yok.. Bu kamplarda sportif faaliyetler yok. Bu kamplarda çocuklara sevmeyi, sevinmeyi öğretmiyorlar. Bu kamplarda hayata  gülen çocuklar istemiyorlar. Bu kamplarda iyimserlik aramıyorlar. Bu kamplarda, kin, nefret var. Küçücük çocukların kafalarını savaş tamtamlarıyla dolduran terör insanları var. Geleceğin teröristlerini yetiştirmek için and içmiş katiller var.

Bu yaratıkların amaçları  çocuklara daha  güzel bir gelecek için sağlıklı ortamlar yaratmak değil. Çocuklarının gülümseyecekleri bir ortam onların en son düşündükleri şey.

Gazze'deki yaz kampları  8-10 yaşlarından itibaren komando eğitimine almak için açılıyor. Hamasín terörist uzantılarının, zehirlerini küçücük çocukların beyinlerine yavaş yavaş enjekte ettikleri katı bir eğitimi içeriyor bu kamplar.

Çocuklar için belki de bir savaş oyunu gibi başlıyor bu eğitim. Aralarında kendilerini şimdiden kahraman hissedenler var. Kuran'dan okutulan ayetlerde neden savaşmaları gerektiğini anlatan sureleri de öğreniyorlar. Bu şekilde kutsal kitapta yazılanlarla desteklenen eylemleri bir gün yerine getirmekle yemin eden çocuklar beyinleri yıkandıkça her gün daha da fanatikleşirken başka bir gerçek tanımıyorlar.

Onlar denize girmek yerine yüzmeyi öğrenmek yerine..basketbol, futbol, handball oynamak yerine, resim çizmek, ağaç dikmek, sosyalleşmek yerine her gün dövüş taktikleri öğrenecekler. Komando erleri gibi, ellerindeki tüfeklerle yerlerde sürünecekler. Ve bu şekilde kendilerinin birer süperman olduklarına ikna edilecekler.

Hamas'ın çocukları şimdiden şehid olacakları gün için and içiriliyorlar. Şimdiden  bir gün birisini öldürmek için doğdukları hissiyle gurur duymayı öğreniyorlar.

Masumiyetlerini çok çabuk kaybeden bu küçük kurbanların, şeytanın ellerine teslim edilen bu çocukların bu sistem içinde,  bu şekilde hayattan koparıldıklarını anlamamak imkansız. Bu şekilde daha iyi bir yaşam yerine sonu gelmeyen bir diktanın piyonları olarak yetişiyorlar . Bulundukları çıkmazdan kurtulmak için doğru olan yolu onlara gösterebilecek insanlarsa susturuluyorlar. Muhaliflerin barınamadığı bu yerde tek amaç sadece belli bir kısım insanın gücünü temsil eden bugünkü status quo'yu devam ettirmek için çalışmak. İşte her sene yeni cihadistleri yetiştiren kamplar bu nedenle varlar!!


Batya R. GALANTI


O kadar küçüktüler ki, ben de o kadar ufaktım ki, minicik bir varlığın canının boyunun çok üstünde bir değeri olduğunu ne kadar kavrıyordum bilmiyorum.

Hayatımızdaki küçük canlar!


Bugünlerde herkes bir başka durumlarda..

Gal geçtiğimiz günlerde kapıldığı bir panik atak krizi sonrası yaz kampındaki bazı faaliyetlerden çekindiği için okula gitmekten kaçındığı günleri yaşarken.. Pitzi de yine geçtiğimiz hafta birden rahatsızlanıverdi... Ve aynı günlerde küçücük akvaryumunda, geçen sene evlatlık aldığımız minik balığımızsa öldü.

Geçen gün annem telefon açtığında bana soruyordu; " El chiko como esta? " Ufak nasıl?

Que chiko?" dedim.. Hangisi.. Aklıma Gal geldi.. Malum, birden bire onunla yeni yepyeni bir döneme girdik bir kez daha. Ama annem bu kez köpeği soruyordu..

Pitzi gerçekten çok rahatsızlandı bir hafta evvel..

Hatırlıyorum köpeğin bize ilk geldiği günleri. O zamanlar annem hem pek köpekli ortamlara alışkın değildi, hem de sanırım Pitzi'nin o çok çekici olmayan tipinden dolayı ona hemen ısınamamıştı :(

" Pitzi'yi gerçekten seviyormusun?" diye sorduğunu bile anımsıyorum.

Çelimsiz, koca kulaklı Pitziye biraz daha kayıtsız gibiydi.. Ancak geçen zamanla o küçük varlığın ona gösterdiği ilgiyle birlikte hayvanı sevmeyi öğrendi. Hem de nasıl sevmek ! Wuay de mi!! derken her seferinde onun en küçük rahatsızlığına artık dayanamıyor.. Pitzi artık onun en küçük torunu oldu.

Kısacası geçtiğimiz günlerde Pitzi kulaklarının arkasındaki bölgeyi okşadığımda rahatsız olduğunu hissettirmeye başladı. Bu köpeği bildim bileli kulak bölgesi hassastı ama bu kez daha  başka bir şey vardı. Sonunda geçen hafta baktım ağız çevresini ne zaman okşamak istesem köpek can havliyle bağırıyor. Ve aynı gecelerden birinde yatağımdan kalkıp salona gittiğimde köpeği tuhaf bir halde salonun tam orta yerinde ayakta buldum. Tepkisizdi. Ertesi sabah kızıma Pitzinin tuhaf bir şeyleri olduğunu söyleyince Danielle hemen paniğe kapıldı. Anne şimdi onu veterinere götürelim. Ama araba yok. Babanı bekleyelim. Yok şimdi.. Dr. Goldman artık evin yanında değil, kim var başka??.. Bir isim bulduk, eve çok uzak olmayan bir doktor. Kucakladığımız gibi yola koyulduk.

Evin iki kilometre ötesinde küçük bir muayehane.. Danielle Pitzi ölüm döşeğindeymiş gibi korku içinde. İçerideki kedinin miyavlamasıysa ağlayan bir bebeğin sesini hatırlatıyor. Hiç bir varlığın acısını görmek insanı kayıtsız bırakmıyor.

İçeri girdiğimizde karşımıza çıkan doktor gayet genç bir tip. Yardımcısıyla beraber.. Kadın çok ciddi. Bir kişi dışarıda kalabilir mi diyor.  Korona'ya karşı tedbiri elden bırakmayanlardan. Zaten maskesi de var.

Köpeğin nesi var diyor? Nasıl anlatsam," Sabah bana kendimi iyi hissetmiyorum !" dedi.. Yok yok şaka!!

Ne bileyim, normal değil dedim..Kadına köpekteki farkettiğim şeyleri söyledim..

Bir de gece kalktığımda o şaşkın hali var. Dementia olabilirmiş.  Daha geçenlerde düşünmüştüm köpeklerde de acaba alzheimer olabilirmi diye. Oturup araştırmadığım mevzu gerçek çıktı. Belki bu yüzden mi, çağırdığımız zaman cevap vermiyor.  Sağırlaşıyor da bence. Kapıda kimse olmadığı halde bazen havlıyor..

Kadın çok dikkatli gibi görünse de tecrübeli bir doktor olmadığı yine de belli. Pitziyi asistanıyla birlikte zor tutuyorlar, nasıl muayene edecek ben de bilmiyorum. Pitzi sinirli! Onunla uğraşan bu yabancı ellere çok sinir oluyor, her an bir ısırık atabilir!

Dişlerinde enfeksyon varmış, bazıları sallanıyor dedi. Ameliyat edip onları tedavi etmek, diş etlerini temizlemek lazım diyor. Diğer gerekli şeyleri ameliyat esnasında yapabilirmiş. 1000 shekel hesap çıkardı. Ancak biz güvenemedik.

Akşam eşimle onu bu kez kendi doktoruna arabayla götürdük. Tecrübeli doktorun hali başka. Eldivenini taktiği gibi önce iki iğne yaptı ona. Ve sallanan dişlerini anında çıkardı. Ve antibiyotik yazdı. Gelecek haftaysa uyutarak dış etlerini temizleyecekmiş!!

Aynı gece çıkarılan dişleri yüzünden geçirdiği kanamayı görünce bir an panik olsak ta sonunda kanaması durdu.. 

Ve yine geçen gün bir seneden beri evlatlık aldığımız balığımız öldü. Dün bir arkadaşım, dalga geçerken bana Pitziden etkilendi galiba diyordu. Tek bildiğim balığı hasta gördüğümde ne kadar üzüldüğümdü.

Çocukluğumuzda evimizdeki küçük akvaryumda zoraki baktığımız balıklardan hep ölenler olurdu. O kadar küçüktüler ki, ben de o kadar ufaktım ki  minicik bir varlığın canının boyunun çok üstünde bir değeri olduğunu ne kadar kavrıyordum bilmiyorum.

Bir arkadaşının bakmakta zorlandığını söyleyerek kızımın eline teslim ettiği iki santimlik bir zavallıya bir sene boyunca yem vermenin dışında pek bir şey yapmadık. Küçük bir cam kavanozun içindeki hapis hayatına ne kadar etkimiz oldu acaba?

Gerçi ona isim bile takmıştık. Tek bildiğim son bir iki gün hasta olduğunu gördüğümde can çekişen bu varlık için duyduğum üzüntüydü. Danielle bir YouTuber'un balığının suyuna antibiotik koyduğunu gördüğünü söylediğinde son çare ben de Pitzi'nin antibiotiğinden bir iki damla suya damlattım. Hatta bir an faydası olduğunu bile zannettim.

Eve balık getirmek ne kadar doğru bilmiyorum. Kocaman doğadan küçücük bir cam kavanozun içine hapsedilen bir can. Bir de bu dövüş balığı olduğu için ikinci bir balıkla yaşayamaz diye tek başınaydı. Melankolik olmuştu kesin.  Doğada da tek başına değil ya bu! Kendi nefsimizi tatmin adına bir sürü olmayacak şeyler yapıyoruz. Küçücük balığı son kez okşayarak çöpe attığımda hayat bir an bu dedim!!

Pitzi ise ayağımın dibinde bana atıştıracak bir şeyler versene bakışları  atıyor şu an. Ama doktordan kesin emir çıktı, sadece kendi yemeğini verin diye. Kusuruma bakma dört ayak!!!



Batya R. GALANTI






29 Haziran 2021 Salı

Özel bir çocuğun kardeşi olmak!


Akşam saatleri herkes işten gelmiş. Uzun bir günün sonuna doğru Israel ( eşim ) hala kimi hesap işleriyle meşgul.  Galse yine gidip geliyor; kulağında kulaklıklar. Bir iki saat evvel her zamanki gibi ne zaman yürüyüşe çıkacağımı sormuştu.  Bir an Danielle yanıma geldi; "Geçtiğimiz gün aldığım pantalon var ya, biraz dar geliyor, merkeze gidip değiştireceğim, benimle gelirmisin? .. Aaa tamam iyi fikir. Ama dur, Gal ne olacak? Onunla yürüyüşe çıkmamı istiyordu o da. O an kulaklıkları kulağından indiren oğlum, hemen de duymuş, merkez falan, konuşmalarımızı....Israel bana;  Sizinle gelsin o da. derken. Off oldum ben birden.. Evet ama.. Yapacak bir şey yok! Şimdi adam işini yaparken, onun kafasında bu çocuğu bırakırsak hiç olmaz. "Danielle biliyorum, yanlız gitmemizi istiyordun. Ama Gal de gelse farkeder mi?. "Peki anne gelsin!". Gal lütfen, ama bak sabırlı olacaksın, dükkanlara girip çıkmak durumundayız! Bunu bilerek geliyorsun unutma! Tamam anne!. Biri halinden çok memnun. Danielle'iyse bilmem...

İki sene evvel, Danielle bir sabah ağlamıştı. Kardeşinin doldurduğu yer zaman zaman ona dar gelir gibiydi. Yaşı ne kadar büyürse büyüsün insan yine de, her daim sevgi bekler.  Kimi dönemlerse beklenen sevgi bir kat daha fazladır. Danielle'in sanırım o aralar daha çok anlayışa ihtiyacı vardı.  Ona sadece haklısın derken, ona  sarılarak otist bir kardeşin onun hayatında yarattığı etkileri anladığımı söylemiştim bir kez daha. Bazen insanların sizden beklediği tek şey, seni anlıyorum sözüdür. Ne fazla ne de eksik. Seni anlıyorum. Çünkü bu koca dünyada çoğumuzun bir çok kez hissettiğimiz şey birilerinin bizi anlamadığı duygusudur. Bu da pek çok kez insanı yeterince yanlız bırakır. Danielle'e o an;  Ben senin için elimden geleni yaparken sense ağlıyorsun! da diyebilirmiydim. Peki elimden geleni yapmak neydi?  Benim verebildiklerim onun ihtiyaçlarını acaba tam olarak karşılıyormuydu. Ya etrafında aile çevresinin Gal'e gösterdiği özel ilginin onda yarattığı duyguyu değiştirebilirmiydim?  Hani insanların özel olana gösterdikleri farklı bir ilgidir bu... sadece onun özel olduğunu bir kez daha ispatlayan bir şeydir bu. Sevgiden çok bir merhamet içerir. Bazen çocuğa bazense ailenin, anne babanın kendisine  kısmen bir şeyleri ispatlamak gibidir, otist çocuğa yeterli ilgiyi eksik etmemek adına insanların gösterdiği o ekstra çaba. Işte bunu bu duyguyu paylaşmak zorunda kalan kardeşe anlattığınızda onun bunu sindirmesi kolay olmayabiliyor.

İşte bu yönden, otist bir çocuğu büyütürken mücadeleniz sadece onu anlamak, kabul etmek ve ihtiyaçlarını karşılamaktan öte olan bir şeydir. Otist bir çocuğun varlığı tüm aile ilişkilerini yeni baştan şekillendirir.  Yepyeni kurallar getirir, özel yaşamınıza,  aile hayatına, kendi kendinizle olan ilişkinize, eşinizle ve de en önemlisi de size aynı derecede ihtiyacı olan diğer çocuğun ihtiyaçlarını unutmamak adına sizden daha çok anlayış ve özveri gerektiren bir durum yaratır günlük hayatınızda.

Gal doğduğunda tek düşündüğüm şey Danielle'ın yeni gelen bebekle onu artık eskisi gibi sevmediğim hissine kapılmaması idi. Bu yüzden ona elimden geldiğince ilgi göstermeye devam ederken, bebeğin bakımında bana yardım adına ona görevler vermeye çalıştığım oluyordu.  Ancak o bu konuda bana yardımcı olmaktansa okulun bahçesinden topladığı saylangozları küçük kutuların içinde eve taşımakla meşguldü. Danielle bu küçük hayvanları çok severken, salata yaprakları yedirmeye çalışırken bu minik canlılar için evin uygun bir yuva olacağını zannediyordu. Biz her defasında saylangozları bahçeye geri salarken ertesi gün odasının bir köşesinde yeni bir iki saylangoz buluyorduk. Ama Gal'in banyosu ve yemeği ya da altbezinin değiştirilmesi onu pek ilgilendirmiyordu. O odasında sevdiği oyunlarla meşgul olmak istiyordu. Gerçekten kendi halinde olmaktan memnuniyet duyan, rahat bir çocuktu. Belki de bu da ayrı bir şanstı.

Geçen zamansa Gal'le yaşadığımız sıkıntıların gittikçe arttığı günleri getirirken, ikinci bir çocuğun getireceği normal sorunların çok üzerinde durumlarla mücadeye başladığımızda da Danielle olayları hep uyumla karşılamayı becerir gibiydi. Hiç bir zaman çok fazla bocaladığını hissettirmezken ben onunla her zaman yakın olmaya en zor zamanlarda ona olan sevgimi hissettirmek için elimden geleni yapmaya çalıştım. Biliyordum ki, mücadele ettiğimiz problem evin tüm düzenini bir anda değiştirmişti. Fakat Danielle her zaman benim için bir ışık bir umut, sakin bir liman gibiydi.

Seneler evvel televizyonda Otist çocukların kardeşlerinin hayatlarını, geçirdikleri bocalamaları anlatan bir dokümanter izlemiştim. Ancak bu dokümanterle ilgili anlamadığım bir şey vardı. Otistik kardeşleri için kendi hayatlarını feda eden normatif kardeşlerin mücadelelerini gösteriyordu. Ve bu bana haksız ve üzücü gelmişti. Kardeşlerinin bakımını üstlenen gençlerin, otizmin getirdiği yükün en ağır hamalları olduklarını görmek bana ; ama neden onlar? sorusunu getirmişti beynime. Neden bu gençler böylesi ağır bir bedel ödesinlerdi?

Öncelikle şanslıyız ki Gal, böylesi bir bakıma muhtaç olacak derecede bir otist değil. Hala daha çok yardıma ihtiyaç duysa da, zaman ve biraz daha çabayla kendi kendine yetebilecek seviyeye gelebilecek bir çocuk o. Kimi motorik problemleri ve korkuları yaşamını güçleştirse de.

Fakat benim için, Galín doğumuyla geçen senelerde en  önemli şeylerden biri de Danielle'in hayatının kardeşiyle yaşadığımız sorunlardan yeterinden fazla etkilenmemesiydi. Hiç bir zaman ondan özveri beklemedim. Onun diğer çocuklar gibi hissedebilmesi önemliydi. Sahip olduğumuz handikap onun günlük düzenini allak bulak etmemeliydi. Derslerini, özel hayatını, insan ilişkilerini, her çocuk gibi serbest olabilmesini etkilememeliydi. Evin içinde yaşanan gerginlikler ve Gal'in öfke nöbetleri yeterince zorken, onu korumak önemliydi.

Belki bunun anlamı, bu yolda kariyerimi ve herşeyimi feda etmem demek oldu. Bizim yardımlarımıza her an ihtiyaç duyan bir çocuk için yapmam gereken kimi ödevlerim için belki de "hayatı" bir kenara bırakmak zorunda kaldım, Ama bu şekilde bir yerde iki çocuğuma da daha yakın oldum. Onlara  uzak kalmadım. Dilerim bu yolda aldığım kararlarım yanlış olmadılar.

Kızımın benden beklediği ilgiyse zamanla geçmişe göre azaldı. Evde bulunduğumuz zamanlarda birlikte ettiğimiz sohbetlerimiz, kimi zaman birlikte yapmaktan hoşlandığımız ufak tefek şeyler dışında o bugün genelde kendi hayatıyla meşgul. Gal'inse en iyi arkadaşlarıysa hep biziz.

Dilerim bir gün  o da bir şekilde kanatlanıp yuvadan uçar!!


Batya R. Galanti

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!! Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Satın alınan iki lambanın bana anımsattıkları!


İlk kazandığı parayla insan neler yapar?  Ya da siz ilk kazancınızla ne yaptınız? diye sorsam
Sanırım bu sorunun cevabı, yaşadığınız ülke ve ailenizin ekonomik şartlarına göre değişir.
Sadece ilk kazandığınız parayla ne yaptığınızın ötesinde, ilk kaç yaşında çalışmaya başladığınız da bu soruya eklenecek önemli başka bir konudur sanırım.  Peki ilk kazancınızı kendinize mi harcadınız? Yoksa ailenize destek olarak, bu parayı büyüklerinizden birine mi verdiniz hemen?

Geçtiğimiz hafta salona satın aldığımız iki lambayı takmakla uğraşırken gençliğimde İstanbul'daki evimize lambadaki arızayı tamire gelen elektrikçi çocuğu hatırladım.  Lambada olan bir arızamıydı tam hatırlamıyorum.  Ve böylece dün bu şey bir yerlerde kafamda takılmış ki, Facebook'ta öylesine alelacele bir soru sordum..ancak sanırım soruyu soruş şeklim yanlış oldu.  Facebook'ta: " Eskiden İstanbul'da insanların  çok kez kendi işlerini kendilerinin beceremediklerini ve bir çok şeyleri çıraklara üç kuruşa yaptırdıklarını,  bugün hala daha böyle bir şeyin olup olmadığını? "sordum!

Sorumun neye dayandığı belli olmadığı için, çok orta yerden, çok direk sorulduğu için, kelimelerimi yanlış seçtiğim  için insanlar bu soruda bir çeşit küçümseyiş sezmiş gibi oldular sanırım!
Cevaplarında, öncelikle çırağın bana ne olduğunu açıklayanlar oldu. Çırak yerine, elektrikçi, tesisatçı gibi  meslek gruplarından bahsettiler ve öncelikle işin ustaları olduğunu ve mesleğine göre gerektiğinde bu kişilerin eve çağrıldığinı ve  çağırılan ustanın kendine göre bir fiyatı olduğunu, çocuklarınsa sadece iş yerinde yardımcı olarak çalıştıklarını ve onların bile üç kuruşa çalıştırılmadığını vs.. anlattılar.

Usta ve çırağın ne olduğunu mutlaka biliyorum. Tesisatçıları, televizyon tamircilerini ben de tanıyorum... Ancak ben gençliğimdeki o elektrikçi çocukları da hatırlıyorum. Ve bir çok iş yerinde çalıştırılan diğerlerini!!  Babam elektrik işlerinde pek becerikli birisi değildi, ve Şişli Hasat yokuşunda, bize en yakın elektrikçiyi aradığımızda evimize bir  çocuk gelirdi. Ben işte bunu hatırladım!!

Geçtiğimiz hafta iki yeni lamba aldık. Satın aldığımız yerde adam lambaları taktirmanın fiyatını bize yazarken eşim bunu kendisinin yapabileceğini söyledi.  Lambalar böylece eve geldiklerinden günler sonra kutularında bekledikten sonra sonunda bir öğlen;  Hadi artık şunları monte etsek mi ne dersin!" diyen eşimin ardından  onunla birlikte aletleri falan getirdik. Duvar delici, ingiliz anahtarı, vidalar ve tornavidalar...herşey hazırdı.. Birisi işin esasıyla uğraşırken, diğeri "çıraklık" yapmalıydı mutlaka. 
Eşim bir iskemlede, ben diğerinde elimizde lamba tepeye çıktık.  Genelde çoğu şeyi hemencecik beceren eşim bu kez lambayı tavana monte etmekte biraz zora girdi. Bir şeyler karışmıştı. Elimde lamba ellerim tepemde geçen dakikalarda kollarımı fazla havada tutmaya alışkın olmadığından sanırım lambanın ellerimden kayıp düşüceğinden korkmaya başladım.  Kollarımın artık koptuğunu hissettiğim an eşim bir taraftan vidaları sıkıştırmakla savaşırken diğer taraftan  lambayı biraz da başımın üstüne koymamı söyledi. Bense zaten en az on dakikadır hem kollarımla hem de kafamda taşımaya çalıştığım o koca şeyin artık ağırlaşmaya başladığını hissederken o anki durumum bana çocukluğumda İstanbul'da simit satan çocukları hatırlattı. Tepemde yuvarlak bir şeyle durduğum yerde küçücük çocukların o zor yaşam kavgaları aklıma geldi.


Caddelerde kafalarında kocaman yuvarlak tepsilere birbiri üzerine dizdikleri simitleri satan çocukları düşündüm. Caddelerde satılan simitlerin tadı, yoldan geçenlerin mikroplu elleriyle  hangisinin daha gevrek olduğunu anlamadan almayan insanların ardından belki de daha da bir lezzet (!) kazandığı o susamlı ekmekler İstanbul'un en karakteristik özelliklerindendi. Sokaklarda bir kaç kuruş para kazanmak için simit satan çocuklar, başlarının üzerinde götürürlerdi o tepsileri. Caddelerin yoğun kalabalığı içinde yol alırlarken birisi istemeden çarpıpta tepsiyi yere atana dek. Ve o zaman yapabilecekleri tek şey, toz, toprak içindeki yerlerden topladıkları simitleri yeniden yerli yerine dizmek olurdu. Nasıl olsa beş dakika sonra gelecekler o simitlerin yerlerden toplandıklarını görmeyeceklerdi. Bilseler ya da tahmin etseler de çok fazla takan da kalmıyordu zaten. İnsanlar pislik içinde yaşayıp mikroba  bağışıklık kazandıkça nasıl olsa hasta olmuyorlar.

Neyse birinci lambayı takmamız aşağı yukarı kırk dakika sürdü. İkincinde işin tekniğini öğrenen eşim on dakikada montaj işini hallederken bu kez kollarım kopmadı.. Ve tüm bu lamba savaşının içinde aklıma yine çocukluğumdan başka kesitler geldi..

Önce simitçi çocukları düşündüm , sonra da bize gelen elektrikçi güzel çocuğu..

Hani dediler ya dün bana, işin ustası gelirmiş çağrıldığında. Belki bazı işlerde hep öyleydi. Belki her işin ustası vardı mutlaka ama ustalarıun yanında çalışan çocuklar çoktu. Her işi yapan devlet güvencesi altında çalışmıyordu. Sigortasız çalışanlarla dolu ülkede bir kaç kuruş yevmiyeyle tutulan onca çırağı yanlız ben mi anımsıyorum? Merakım sadece bugün aynı sistemin devam edip etmediğini anlamaktı.

Universitenin birinci sınıfında bir şirkette ufak tefek tercume işleri için part time bir işe girdiğimde ilk kazancımdan büyük bir heyecanla oturma odamızı yeniden döşediğim günleri de hatırladım.
Hani ilk kazancınızla ne yaptınız diye sordum ya

Genç kızların en büyük hevesi giyimdir, güzel görünmek için kuaforlare, enstitülere yatırdıkları paraların hesabı yoktur. Ve bugün bu tutku eskisinden çok daha fazla.  Genç bir insanın ufak tefek kusurları olmadığı sürece, tazeliği yetmez mi diye düşündem de bugün her genç bayan kendini bir Holywood aktristi kadar bakıma almakla yükümlü hissediyor kendisini. Zaman herşeyi değiştirdi.
Bense genç kızlığımda ilk paramdan bir kısım toplayarak, o günlerde seyahatte olan anne babama süpriz yapmıştım . Beni sevindiren şey buydu,  Tüm odanın eşyasını ( kanapeyi ve koltukları)  yenilemiştim, yeni bir abajur satın almıştım. Çok güzel, yepyeni bir oda olmuştu. Yaşadığım ortamı güzelleştirirken aynı ortamdaki başkaları da bunu benimle paylaşacaklardı. 

Lambaları taktığımızda aklıma gelen bir diğer şey de buydu.

İlk kazandığınız parayla  kendiniz için bir şeyler yapabilirsiniz. Kendi ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz. Ya da bugün Israel'de olduğu gibi yüksek öğrenim için para biriktirip, bir sonraki seyahatiniz için bir kenara para koymak isteyebilirsiniz. Bazen kazancınızla birileriyle bir mutluluğu paylaşmayı tercih te  edebilirsiziniz.

İstanbul'da küçücük yaştan çalışan çocukların herhangi bir güvenceleri yoktu. Ve kendi özel harcamaları için değil, aile geçimine katkıda bulunmak için köle misali bir hayat içinde daha küçücük yaştan yıpratılıyorlardı. Kahvehane'de sabahtan akşama okey ya da poker oynayan babaları yerine çoğu temizlikte çalışan anneleriyle birlikte seyyar satıcılık ya da çıraklık yapan çok fazla çocuk vardı.

Dün sorduğum soru, Erdoğan'ın ellerinden çıkan (!) köprüler, alışveriş merkezleri, hava alanları ve koca koca binalarıyla övündüğü yeni Türkiyesinde , o eskisinden daha bir göz alıcı hale getirdiği İstanbul'da 2021'de çocukların nasıl bir yaşamı olduğunu merak ettiğim içindi. Ancak bunun yanında,  sorduğum sorunun yarattığı belli belirsiz tepkiye baktığımda  bir kez daha sosyal medya'da yüz yüze olmayan o kısmen kopuk iletişimin sizi yanlış anlamalarına daha açık olan ortamda , yazdıklarımızı çok daha net ve anlaşılır olarak ifade etmemizin önemi de bir kez daha ortaya çıkarıyor..



Batya R. Galanti