Sıkı sıcakların hafiften bastırmaya başladığı Tel Aviv'de insanlar denizden kısmen uzakta kalan şehrin merkezinde bile yarı çıplak dolaşıyorlar artık. Özellikle son senelerde bikiniyle dolaşan genç kızlar çoğunlukta. Ya da çoğu zaman kiloda benzeyen şortlarıyla elektrikli scooter'larıyla yanınızdan geçen genç erkeklerin içinde, bu yaz günlerinde Tel Aviv'ín rahatlığına varan insanların arasında siz de nasıl gezerseniz gezin bir sorun olmadığını anımsıyorsunuz bir daha. Yaşınız ve cinsiyetiniz ne olursa, hangi halinizle gezmek istiyorsa gönlünüz bu sadece sizi ilgilendiyor.
İşimizi bitirdikten sonra öğlen yemediğimi hatırlatan midemin çıkardığı guruldamaları takmamaya gayret ederken Israel; Sen yememiştin diyor. Bana kalsa yine geçiştirirdim . Yok yemedim. Hadi o zaman sahile doğru bir yerden bir şeyler al ve yolumuza devam edelim.. Bu aralar çocuklar gibi oldum. sağlıklı ve düzenli ev yemeklerini birden bire canım istemez oldu. Kendimi doğru dürüst şeyler yemek için adeta zorluyorum. Aklım hep ıvır zıvır şeylerde. Kendimle büyük savaş halindeyim hep.
Neyse sonunda bol salam yine bol salata ve hardalla doldurulmuş bir sandwich satın aldım. Ve acıkmış bir şekilde tıkınırken bir yandan da denize diğer tarafta da ortadaki yola baktım. Ve her yanda rengarenk bir şeylerin dalgalandıklarını farkettim birden. Tel Aviv'ín o son derece güzel sahilindeki ağaçlıklı caddenin ortasına LGBTQ bayrakları asılmıştı kocaman kocaman. Her sene bu zamanda bu bayraklar başta Tel Aviv olmak üzere Israel'de ( Ultraortodox yerler dışında ! ) her yeri süslerler. Bütün yol, bütün şehir "Gurur Yürüyüşü" (!) için hazırlanmış yeniden.
Israel'e her yıl dünyanın çok çeşitli ülkelerinden gay turistler de akın ederken bu sene turistler corona yüzünden bizi bizimle baş başa bıraktılar. Eşime sordum,"Ne zaman ki yürüyüş?
" Yarınmış! "
Kısacası, bin bir tip insanın biraraya geldiği geçen Cuma günü Tel Aviv'de 100.000 kişi gururla yürüdüler.
Gurur duydukları şeyin ne olduğunu ben pek bilmiyorum. Mesela ben evli olduğum için gurur duymalımıyım. Bir erkek dün bir kadınla yatağa girdi diye bunda gurur duyulacak bir şey mi vardır? Yoksa bu sadece kendi özel yaşantımızın , öyle fazla bir maharet gerektirmeyen bir yönümüdür?
Cinsel kimliğimden gurur duyup duymamak ilginç bir yaklaşımdır. Aslında bu yürüyüşün ismi farklı olabilirmiydi acaba?
İnsanların kendilerini oldukları gibi topluma kabul ettirmek için gösterdikleri çabayı tabi ki anlayışla kabul etmek lazım. Öncelikle kimse seçim yapmadığı bir şey yüzünden kınanmamalıdır.. Ve cinsel seçimleri yüzünden ayrımcılıkla, kötü muameleye maruz kalmamalıdır. Kimsenin cinselliği bir başkasını kesinlikle ilgilendirmez. Fakat "Gurur Yürüyüşü"olarak adlandırılan bu toplu birliktelik ya da eylem ya da eğlence hep bana insanların gözüne gözüne sokulmak istenen itici bir olaya dönüştürülmüş gibi gelir.
Sanki, son senelerde birilerinin cinselliğiyle çok fazla uğraşır olmuş gibiyiz. Aklımızı bir şeylerle bozdukça sanki bu şeyler kimi değerleri kaybettirecek kadar sınırları zorlar hale gelmiş gibi. Masumiyeti yerle bir eden bir şey oldu böylesi kutlamalar. Ben iki insanın yatak odalarında ne yaptıklarıyla ilgilenmiyorum. Áncak sokaklara taşan bir dejenerasyon söz konusu olduğunda, kimlerin nelerle özdeşleşmek istediklerini sorguluyorum.
Şu anda bana Gay Pride mi yoksa radikal dincilerin toplu eylemleri mi daha rahatsız edici gibi sorular sorulabileceği aklıma geliyor Radikal olan her şey beni rahatsız ediyor. Ne dincilerin birilerini kendi bildikleri katı kurallarla sınayıp insan gibi yaşama karşı koymaları normal geliyor bana, ne de cinsel haklarını savunmak adına birararaya gelen binlerce insanın dejenerasyona giden hareketlerini kabul edebiliyorum.
Alkolün ve bir çokları tarafından uyuşturucunun istenmediği kadar kullanıldığı bugünde, sabahtan akşama kadar cadde ortasında neredeyse toplu seks moduna geçenlerin dışarıdaki dilleriyle, kıçlarını herkese gösterdikleri tuhaf haller ve yaptıkları hareketlerde gurur duydukları şeyin ne olduğunu düşünüyorum istemeden.
Çevremde eşcinsel yaşam süren çiftlerle birlikte ortak bir toplumu paylaşıyoruz ve bu insanların çok kez bir çoklarından da iyi ve dürüst insanlar oldularını biliyorum. Ama bu tip günlerde karşıma çıkan o koca topluluğun ortaya koyduğu atmosferde beni iten şeyler var.
Ama yine de homoseksüel oldukları için asılan insanların olduğu bir ülkede yaşamak yerine, farklı uçları aynı bayrak altında bir şekilde birleştirmeyi beceren Israel'de yaşamak çok daha iyidir!
Batya R. GALANTI
Yeni hükümetle birlikte bizleri neler bekliyor
Son bir kaç haftadır canlı ve heyecanlı bir çok olayın gelişini ve gidişini takip ediyoruz oturduğumuz yerden. Bizim için bazen çok fazla değişeen şeyler olmasa da yaşam sürekli bir döngü içindeyken, ülkeler, toplumlar durdukları yerde kalmıyorlar.
Israel'de son seçimlerin ardından geçen bir kaç ayın sonunda geçtiğimiz haftalarda kurulan hükümetten bahsettim. Kimilerinin çaresiz ellerini havaya kaldırarak kabul ettikleri yeni hükümetimiz. Kimilerinin bugüne dek karşı çıktıkları başbakan Bennett. Bir çokları için deneyip görmek lazım dedikleri Israel' in son hükümeti.
Son durumu kime sorarsanız söyleyecekleri şeyler farklı olacaktır. Birilerine göre bu hükümet bizim için dünya sonu, bir diğeri için 12 sene ülkeyi yönetmiş ve artık bir rodan olma yolundaki eski başbakan Netanyahu'nun Israel tarihinin en uzun iktidarına son verenler olmuştur bu yeni koalisyon.
Bence " Madem şu an durum bu!" kabul etmekten başka çare yoktur. Çünkü durum ne olursa olsun bu hükümet yine de yasal yollardan kurulmuştur. Kanuna aykırı olan bir durum söz konusu değil. Sadece son derece karma bir hükümet ortaya çıkmış durumdadır.
Ancak bir çokları için sağ çizgileriyle oy toplayan Gideon Sa'ar ve Naftalı Bennett gibi politikacıların seçmenlerini aldatmaları affedilir bir şey değil. Halkın iradesinden uzaklaşmış bir hükümet bu halkı nasıl temsil eder? deniyor!
Daha iki haftadır göreve gelen başbakanı ilk günden bekleyen sorunlarsa hiçte küçük değiller;
1-Hamasla yarım kalan düellonun ne gibi bir kararla, nasıl çözümleneceği sorunu bizi bekliyor.
Son günlerde basına yansıyan kimi haberlere göre Hamas neredeyse Israel'i dize getirmiş gibi bir mesaj veriyor. Bütün güvenlik kaygılarına rağmen, Hamas' in son bir haftadır yangın balonları atmaya son vermesiyle devam eden sessizliğe karşılık Israel Gazze'ye getirilen bir çok şeyin girişine izin vermeye başladı tekrar. ( Savaş zamanı dahil izin verilen önemli ihtiyaçlar dışında olan mallar ) Balıkçıların avlanma bölgesi ile ilgili kısıtlamalar da şimdilik kaldırılarak 6 milden yeniden 9 mile çıkarıldı.
-Ancak hala daha Katar'dan gönderilen yardımın kime teslim edileceği konusunda anlaşmaya varılmadı.
-2014 Gazze Savaşından beri ellerinde tuttukları Israelli askerlerin kalıntılarıyla rehineler krizi de hala çözülemedi.
Bu hafta Hamasla Kahire'de yeniden görüşmeler başlayacak.
2- Batı Şeria ve Gazze'den Israelli Araplarla evlenip Israel nüfusu almak için sırada bekleyenlere kapıyı açmak mı kapatmak mı? sorusuysa yeni hükümetin ilk yaşadığı krizin ana sebebi. Koalisyonun karar vermekte zorlandığı bu sorun sağ ve sol kanatlarla Arap partisi arasında büyük görüş farkıyla zora giriyor. Sonuçta, Israel' in güvenliğini tehlikeye atabilecek kimi kararlarda sağ'ın mı sol'un mu , ya da İslamcı Ra'am' in dediği mi olacak?
3- İran'da yeni seçilen Ultra-konservatif Cumhurbaşkanı Ebrahim Raissi'nin ilk günden Batıya verdiği ültimatom benzeri işaretlerin ardından alınması gerekecek radikal kararlar karşısında yeni hükümet nasıl hareket edecek?
4- Aşıların etkilerini göstermelerinin ardından bitme noktasına gelen salgınsa başlayan yeni yaz sezonuyla artan seyahatlerle yeni variantların ülkeye girmesiyle yeniden geri gelmiş gibi. Sadece bir iki hafta içinde hasta sayısında yeniden büyük bir artış gözleniyor..
Maskelerin şimdilik kapalı yerlerde yeniden takılmaları kararlarının ardından, açık yerlerde de yeniden maske zorunluluğu bir sonraki adım olarak düşünülüyor.
Eğer bugün görülen artış aynı hızda devam ederse, yeniden toplantılarda da kısıtlamalar da ileride alınacak adımlar gündemde konuşulanlar arasında..
......................................
Kurduğu High-Tech şirketle milyonlarca dolar servet yapan bir zeka olan Naftali Bennett'in son bir kaç haftada gösterdiği performans benim şahsi görüşüme göre gayet yüksek. İlk günden bir çok yeni kararlara çok cabuk imza atmayı becermesiyle birlikte Koronayla ilgili verilen kararlarda da açık ve net bir politikayla işe başlamış görünüyor.
Bir taraftan tecrübeli bir başbakanı arkamızda bırakırken diğer taraftan fikrimce yeni bir yönetimin kendini ispatlamak için göstereceği ekstra çabayı düşünüyorum. Fikrimce, yeniden seçimlere gitmemek için büyük bir çaba harcayacaktır bu koalisyon. Çünkü kısa zamanda seçime gitmek bu hüklümeti kuran tüm partiler için bir son demek olur. Bu yüzden şu aşamada koalisyon ortakları kendilerini kanıtlamak zorundalar. Ve bu nedenle de sağ ve sol mecburen kendilerinden ödün verecekler. Yeterki birlikte en iyi şekilde bugünkü durumu göğüsleyebilsinler.
Ve gerecekten mucizevi bir başarı gosterebilirlerse bu sadece bizler için daha iyi bir yaşam demek olur!
Bu yüzden koyu bir Netanyahu seçmeni gibi; " Netanyahu'yu mumla arayacağımız ! " günleri dilemek istemiyorum. Çünkü bu son derece aptalca olur. Benim umurumda olan bu ülkenin iyi bir yerde olması, Netanyahu ya da bir başkasıyla, bu farketmez. ( Ben sadece güvenliğimizi tehlikeye atacak kararlara imza atmayacaklarından emin olmak isterdim! )
Geçtiğimiz yazılarımdan birinde Yaffo ve Lod gibi şehirlerde yaşanan yağmalama olaylarından bahsetmiştim. Ülkenin dört bir yanındaki kimi şehirlerin yangın yerine çevrildiği günlerde yaşanmış bazı ekstrem olayları anlatmıştım.
Bu olaylardan biri de Arap bir gencin Yaffo'nun tenha sokaklarından birinde yoldan geçen yine arap bir çocuğa saldırarak hayatını tehlikeye sokacak şekilde yanmasına neden olmasıyla ilgiliydi. Hani ertesi günlerde bu olayın suçu Yahudilerin üzerine atılmak istenmişti. Daha sonra güvenlik kameralarından bu kişinin kim olduğu belirlenince olayın rengi tamamen değişmişti. Araplar bir anda farklı konuşmaya başlarlarken Israel'deki solcu basın bu defa susmuştu.
........................................
Bir aralar Yaffo'yla ilgili sık sık yazılarım olmuştu. Eşimin bu şehirde doğup büyüdüğünü anlatmıştım. Şehrin kozmopolit yapısını.. yetmiş beş sene evvel kamplardan kaçanların, soykırımdan kurtulanların dağları tepeleri aşarak geldikleri eski bir balıkçı limanı olan Yaffo'ya yerleştiklerini yazmıştım. Yine ayni zamanlarda Bulgar, Yunan, Türk ve Faslı göçmenlerin geldikleri bu küçük yerleşim yerinde Israel'in ilk bağımsızlık savaşı sonrası hala daha buralarda kalan Hıristiyan ve Müslüman Araplarla birlikte oluşturdukları Yaffo'yu satırlarıma sığdırmaya çalışmıştım kendimce.. Buralarda senelerce belli bir beraberliği götürmeye devam eden halkın günlük hayatından ufacık bir kesit getirmiştim..
Bu şehrin beş bin yıl insanlar tarafından hiç terkedilmemiş olduğunu anlattığımı hatırlıyorum..
Israel'in kuruluşundan bugüne de en çok kitaplara geçen, şarkılarla söze gelen Yaffoyu..
Genç kızlığımda, Israelli şarkıcı Yoram Gaon' un seslendirdiği " Bin öpücük" şarkısıyla benim aklımda kalmış bir gecenin ardından seneler sonra yeniden buralarda nefes aldığım şehir Yaffo.
Israel'in karma kültürünün Arapların gelenekleriyle de belli bir etkileşim içinde olduğu bu yerde bin bir çeşit tadları damağınıza taşıyan çok değişik restoranların ardarda sıralandığı limana uğrayanlar bu yerdlerde yine yabancı turistlerden çok buranın yerli halkı!! (Savaşların, uluslararası önyargının getirdiği dezavantajların ardından bugüne dek turizmin çokta canlandırılamamış olmasının getirdiği sonuçlar.... )
Ve yine daha evvel anlattığım " Deniz ve Yaşlı Adam " adındaki restoran bu tatlardan en orijinal, en otantik en esaslısını masanıza, tabağınıza taşıyanlardandir denebilir..
Bir belki de iki yazımda bu restorandan da bahsetmiştim.. İnsanların kapısında kuyrukta beklediği, Israel'in en çok isim yapan restoranlarından bir tanesi olan ," Deniz ve Yaşlı Adam"
Bin bir çeşit mezeleri, etleriyle, balık ve yine bir çok deniz ürünleriyle bilinen kocaman bir restorandır bu..
Aslında bir değil, aynı şehirde bir kaç kilometre arayla iki kocaman " Deniz ve Yaşlı Adam"' da yemek yemek için bekleyen çoğu Yahudiler vardı hep her gün bir kez ve bir kez daha..
..............................................
Filistin sorununun bitmesi için Arapların kaybedecek bir şeyleri olması lazım deriz hep. Fakirlik ve geleceğe umutsuz bakan insanların olduğu bir toplumdan fazla bir şey beklemek mümkün değildir deriz.
Sonuçta, eğitim, öğrenim, sağlanacak maddi imkanlar isyanı azaltmanın esas yollarıdır.
İnsanlar çaresiz bırakıldıkça daha fazla isyan ederler, daha fazla saldırganlaşıp, daha çok kaos yaratırlar.
Şimdi ilk olaya dönmek istiyorum !! Yaffo'da küçük bir çocuğa saldırarak çocuğu diri diri yakanın Arap asıllı olduğu ortaya çıkmıştı hani!!
Bu genç adam, Israel'in o en çok iş yapan, en fazla konuşulan, en çok kuyrukta beklenilen, her hafta sonu Yahudilerin öğle ya da akşam yemeği için sıraya girdikleri, " Deniz ve Yaşlı Adam" 'ın sahibinin oğlu idi!! Bu insafsız, bu cani.. bu, bir çocuğu diri diri ateşe verebilecek kadar gözü dönmüş şeytan bunca paranın adam edemediği bir genç!!
Daha evvel aynı restoranda Israel karşıtı sloganlarla yenilen özel bir yemeğin görüntülerinin sosyal medya'ya yansımasının ardından bir süre bu yerden ellerini ayaklarını çekenlerin ardından, bir zaman sonra unutulup yeniden dolan masalarında yeniden yemek yiyecek birisinin lokması bu yaşanandan sonra boğazında kalmaz mı acaba??!!
Batya
25 Haziran 2021 Cuma
Yeniden başa dönmek mi?
2020'de ilk alınan tedbirler, ilk kapatmalar ve ardından Koronanın ilk kez aşağıya çekildiği zamanlarda bir tanıdığımın sosyal medya'da; " Bye bye Corona!" diye bir başlık attığını anımsadım. Korona bize karşı başlattığı savaşı kaybederek, ellerini havaya kaldırmış ve teslim olmuştu. 😂
Ve derken bu işin bir meydan savaşı olmadığı belli oldu. Korona savaşı kaybeden düşmanın imzaladığı ateşkese uymuyordu 😡. Bir kez daha yayılıyordu. 2021'in başlarında, ocak ayında ilk aşılar başladığı zaman, ümitler de çiçek açtılar yeniden.. Bu kez çok daha umutluyduk. Uzmanlar Pfızer'in virüs'e karşı kesinlikle etkili olduğundan emindiler.
Aradan aylar geçti. Israel dünyada nüfusuna oranla en fazla aşı yapılan ülke oldu. 60 yaşın üzerindeki nüfusun yüzde doksanı aşılandıktan sonra, geçtiğimiz haftalarda hastalanan hasta sayısı sıfırlanınca, artık kapalı yerler de dahil olmak üzere maskelerin tamamen bırakılması gündeme geldi. Artık hiç bir ortamda maske takmamaya başladık. Sadece iki hafta önce!
Artık halkın Covid'e karşı toplu bağışıklık geliştirdiği söyleniyordu. Ve ilk kez Amerika'da da durumun biraz daha iyiye gittiği gözlemlenirken, yapılan aşılarla yavaş yavaş durumun toparlanmaya doğru gidiyor olma ihtimali sevindiriyordu. Hatta Fransa'da da yeniden kafeler açılıyordu.
Fakat yurt dışı seyahatler yeniden başlayınca ilk acabalar kafamda çakmaya başlarken bende yine de artık pek Koronayı düşünmek istemiyordum.
Bir ülkenin baştan aşağı herkesi aşılaması Corona'dan daha çabuk kurtulma şansını arttırsa da epideminin bittiği garantisini vermiyor. Ve işte bir kaç günde yeniden yayılan bir virüs var. Corona'nın Hindistan orijinli varianti Delta! Hatta geçen gün başka bir Delta daha çıkmış bile, o da Delta +' muş!!
Tüm dünya'da bu virüs kontrol altına alınmadığı sürece, her devletin yapması gereken şey, çok gerekmedikçe insanlara yurt dışına gitmelerine şimdilik izin vermemek olmalıdır.
Seyahatler en büyük sorun. Bu şekilde yeni variantları ülkeye sokacak bin tane yeni hastanın hangisini doğru dürüst denetleyecekler? Bazı şeyler sadece tavsiyeyle, öneriyle kaldığında kimse önerileri dinlemiyor.
Ve dünyanın en fazla aşı yapıldığı bu ülkede şu an virüs bir anda yeniden yayılmaya başladı. Aşılı olan kişilerde genelde hafif geçse de kimi ağır hastalar da bekleniyor.
Sonuçta yeniden olası bir salgınla tekrardan karşı karşıyayız?
Çünkü 12-16 yaş grubu çocuklar şimdiye dek aşılanmadıkları için, nüfusun içinde hala belli bir kısım insan asıya karşı oldukları için, bir çok insanın asi oldukları halde Delta variant' ına karşı yeterli bağışıklıkları olmadığı için. Derken, virüs dünyada durdurulmadıkça yeni yepyeni variantların önlerine geçilmesi mümkün olmuyor. Ve aşı yeni variyantları durdurmayabiliyor!
Batya
22 Haziran 2021 Salı
Israel Batılı anlamda laik olmayan bir demokrasidir
Geçtiğimiz aylarda Israel'in Raanana kentindeki bir okulda yaşanan bir olay aynı günlerde Israel basınına yansıdı. Sabah saatlerinde her zamanki gibi okula gelen bir kaç genç kız giydikleri şortların gereğinden fazla kısa olması yüzünden okulun yönetim odasında bekletilip sınıfa alınmamışlar....
Bu olayı izleyen günlerde bu genç kızlar sosyal medyayı da kullanarak okul yönetmenliğine karşı savaş açtılar... Ve kısa bir sürede sadece kendi okullarının bu tutumuna karşı değil tüm Israel'deki laik okulları da kapsayan bir akım başlattılar. Bütün Israel'de kızlar okula kısacık şortlarla gelerek kendilerine karşı yapıldığını iddia ettikleri baskıyı protesto ettiler.. ( Ve sonunda da istediklerini almayı da başardılar)
Ben ilkokul'da nefret ettiğim siyah önlükten sonra ortaokul ve lise'de de yine öyle pek bayılmadığım bir üniformayı üzerimde taşımak zorunda idim. Bizim için belirlenen yönetmelikteki kurallara göre bu üniformayı ister istemez giymek zorundaydık. Okul içinde belirlenen disiplin bunu gerektiriyordu. (Gerçi son sene etek dışında hiç bir şey pek okula ait değildi üzerimde..)
Geçtiğimiz hafta Israel'deki bu olay üzerine France24 haber kanalında bir haber programına rastladım..
" Israelli genç kızların şort savaşı " başlağıyıla verilen programda genel olarak Israel'in modern toplum yaşayışının dinci akımların ne kadar etkisinde olduğunu soruşturmuşlar.
Genç kızların okula başkaldırılarıyla ilgili olay buradaki dindar akımlar ve modern gruplar arasındaki çatışmayla ilişkilendirilmeye çalışılmış gibiyse de sonuçta haberin kendisinde de okul müdürüyle yaptıkları röportajda , şort üzerindeki tartışmanın "dindarlıkla" hiç bir ilgisi olmadığı açıkça söylendi.. Olay sadece okul disipliniyle ilgiliydi..
Diğer taraftan; Evet Israel bir Batı ülkesi değildir. Bu doğru. Israel Avrupa'nın bildiği ve tanıdığı türde
Peki illede Batılılığı bir standart kabul etmek acaba ne kadar doğrudur?
Batı kendi kurduğu düzeni ideal görüyor olabilir. ( Bir çok yönüyle öyle bile olsa ) Ya da Batı belli anlamda kendi yaşam normlarını giyim, davranış, müzik ve bir çok değerlerini dünya kültürüne yaymış ve kabul ettirmiş olsa da dünya'da Batı kültürünün yanında çok farklı kültürler ve farklı farklı değerler daha vardır. Örneğin Japonların, Korelilerin, Hintlilerin Batı'dan etkilenmiş kimi tarafları olsa da yaşam tarzları tamamen kendilerine özgüdür.
Bunu neden söylüyorum, haberde Israel'de belli bir kesim tamamen "Batılılaşmışken " bir diğer kesim çok farklı bir yaşam sürüyor şeklinde bir anlatım vardı..
Israel'de "Batılılaşmışlık" diye bir şey yoktur. Öncelikle Israel'de tam bir kültür salatası vardır.
Örneğin bir yandan Israel halkinin önemli bir bölümü moderndir ama bununla birlikte toplumda farklı seviyelerde dindarlar vardır.. Israel'e Batı'dan gelen kocaman bir nüfus olduğu gibi ( ki bunlar Batı standartlarını Israel'e taşıyan kesimdir ) , Arap ülkelerden gelen azımsanmayacak büyüklükte bir kitle daha vardır. Rus Kültürü ve bilimum farklı alışkanlıklar da bu toplumun mozaiğini oluştururlar.
Arada çekimlerde gösterilen ultraortodokslar her ne kadar Israel toplumundan klasik bir örnek gibi verilmişse de sokakta liberal tarzda bir kadının rahatça yürüyemeyeceği belki de tek yer olan Mea Shearim'den yansıtılanlar Israel kadınlarının genel yaşamını gözler önüne sermemektedir; o da ayrı bir nokta.
Israel'de Batılı anlamda bir laiklik mevcutmudur peki? Hayır! çünkü Batı'da 18. yüzyıl Fransız İhtilaliyle birlikte çok köklü bir devrim söz konusu olmuştur. Fransız İhtilaliyle birlikte , o günlere kadar öncelikli bir konumda olup halkı yöneten merciilerden biri olan ve sahip olduğu imtiyazlara dayanarak toplum üstündeki gücünü kullanan kilisenin etkisini tamamen yok etmeyi hedefleyen yönetimlerle dini yüzde yüz politik arena'dan , sosyal hayattan silen Fransızlar için laikliğin anlamı gerçekten çok farklıdır..
Her ülke kendi tarihine göre, kendi geçmişine, geçirdiği sosyal aşamalara göre bugünkü konumuna gelmiştir. Fransızlara göre Laiklik cumhuriyetlerinin en birinci kurallarından biriyken Yahudiliği temel alarak kurulan Israel'in dine olan bakışı yüzde yüz farklıdır.
Çünkü Israel'in varolmasının, kuruluşunun en büyük nedeni " Yahudilere yuva olmak ve dindir!! Ve eğer bu özelliğini silerse, Israel Devleti geçerliliğini yitirir.
Ancak bununla birlikte Israel'i bilinen anlamdaki din ülkelerinden ayıran çok büyük bir fark vardır.. O da sahip olduğu " DEMOKRASİ " sidir.
Israel'de her insan dilediği gibi yaşamakta, dilediği gibi giyinmekte serbesttir..
Bu yüzden, her tip insan, her tip yaşam, her kesimden, her dusunceden insan bu ülke sınırları içinde varlığını sürdürmeğe devam edebilir. .Ultraortodoksların mahallesinde TV programı yapmak için direnecekseniz onlara uymak zorunda kalmakta bunun bir parçasıdır. Ya da, mesela benim gibi işinizin büyük ihtimalle hiç düşmeyeceğine inandığım bir mahalleden hayatınız boyunca geçmemek gibi bir seçiminiz de mevcuttur..
Raanana'daki okula bir plaj kıyafeti kısalığında şortlarla gitmek isteyen talebelere gelince, sanırım hala bilmedikleri, anlayamadıkları şeyler var diyorum ben.. Disiplini tamamen hiçe sayan bir öğrenim kurumunda okumanın o insana kimi değerleri öğretmekte zorlanacağı kesindir..
Bir başbakan nasıl sabah parlamento'ya dar bir şort ve brotelli bir bluzla gelemezse , bir avukatın duruşmaya yine şortla katılamayacak kadar resmi bir görevi varsa bir öğrencinin de okuduğu öğrenim kurumuna belli bir saygı çerçevesinde aklı başında bir kıyafetle gelmesini beklemek bence normal bir eğitimin doğal parçasıdır diye düşünüyorum.
Ve bu standartlar sadece kızlar için değil erkekler için de geçerlidir. Erkekler sadece hiç bir zaman bu kadar kısa şortlar giymeye kalkmamışlar sanırım..
Hayatta her insan istediği gibi yaşamalı fakat toplum içindeki kimi sınırları ve kuralları da unutmamak sosyal yaşantının doğal bir parçası olmalıdır diyorum..
Batya R. GALANTI
18 Haziran 2021 Cuma
Hamas her yerde!
Geçen ay bir anda Israelli Araplar ayaklandıklarında bu insanların bir şeyleri göze almalarında neyin etkisi olduğunu düşünmeye başladık. Birileri içeriden ve dışarıdan bu insanları alevlendiriyorlardı. Ve bu işin iç yüzünü anlamak gerekiyordu.
Bugün Israel'de yaşayan Arapların Israel topraklarında huzursuzluk çıkarmak , kıyameti koparmak ne derece işlerine gelir bilemem. Kuzey'de işsizliğin son bir iki senedir çok artışta olduğunu biliyorum. Ve bir o kadar asayiş sorunu var. Lod, Ramle , Yaffo ve Akko gibi şehirler, Israelín en fazla cinayet işlenen şehirleri. Bu şehirlerde mafyanın dilediği gibi hareket ettiğini, polisin etkisiz kaldığını biliyoruz.
Ancak bu bölgede yine de yaşam standardının en yüksek olduğu, hayatlarının yine de en garantide olduğu ülke Israeldir. Sağlık standartları bölgedeki diğer ülkelerle mukayese bile edilemez.
Bu Israel'deki Arapların ekonomik ve sosyal hiç bir sorunları olmadığını göstermiyor mutlaka. Ancak sokaklara çıkıp insanların boğazlarını kesmek için, kudurmaları için de iyice delirmiş olmaları gerekiyor.
Batı Şeria'da Abu Mazen ve Israelín iktidardan zorla uzak tutmaya çalıştıkları terörist Hamas burada iktidara gelmek için savaşırken, Abu Mazen'e karşı, İslamcı felsefesi ve halkın içinde odakladığı terör yuvalarına verdiği desteğiyle gittikçe daha da güçlenen bir Hamas var! Ve Hamasın etkisi bugün bir anlamda Israelli Arapların üzerinde de kendini gösterir gibi.
İşin ilginç tarafı, yalan, dolan ve çalmakla milyonlarca dolarlık servet üzerine oturan Abbasí'ı artık Ramallah'taki Saray'ından atmak isteyen Filistinliler'in Abbas yerine seçtikleri ikinci seçeneğin onlar için daha iyi bir gelecek getireceğini umut etmeleri ne kadar aptalca. Gazze'deki kardeşlerine hayatı zehir eden bir başka hırsız, bir başka despot, bir diğer dolar milyonerinden, bir teroristten ne umut ediyor olabilirler?
Lod Şehrindeki yağmalamalarda buradaki gençlerin beyinlerini zehirliyenlerden biri sosyal medya'da açıkça yaptığı konuşmaları yayınlanan bir cami imamı.
Bu sahsın en son Facebook paylaşımı görülmeğe değer bir video klibi olmalı.
Zamanında yakalanarak yaka paça götürülmeyen bir uğursuzun son paylaşımında, iki güvenlik görevlisinin nasıl boğazlarının kesilip yakıldığının görüntüleri vardı deniyor. Ve adam inananlara bunu yapmalarını telkin ediyor!
Sokaklara çıkıp Yahudilerin boğazların kesin diye kışkırtan bir din adamı bu dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu hatırlatıyor insana. Yeryüzünde inananlarına böylesi fikirler sokan din adamları olması korkunç. Zaten yüzüne bakmaktan bile korkacağınız bu insan kendince Tanrıya hizmet ettiğini zanneden bir şeytan mutlaka.
Son bir haftadır Gazze'den atılan yangın balonları ekili alanlarda yangınlar çıkarmaya devam ediyor.
Israelín uyarılarına rağmen bildiğinin dışına çıkmayan teröristlere karşı son bir iki gündür Israel de bu kez Gazze'de Hamas'ı yeniden hedef aldı.
Arada Kahire'de devam eden görüşmeler eğer bir sonuca bağlanmazlarsa iki tarafın çok istemediği çatışmalar yeniden başlayabilir deniyor.
Hamasín elindeki askerlerin cesetlerinin iadesi için Kahire'deki görüşmelere giden Israelli diplomatlar , askerlerin cesetlerine karşılık Gazze'den Israel'e olan geçiş noktalarının yeniden açılması dışında, balıkçıların avlanabilecekleri mesafe üzerine antlaşmaya varmaları gerekiyor. Ve şimdilik bu antlaşma görünürde elde edilememiş gibi.
Israel'in Filistinlilere getirdiği av yasağının sebebi Hamas'ın Gazze'deki limana İran'dan gelen silahları depolaması. Herşey güvenlik kaygıları yüzünden çıkmaza girerken, Katar'dan gelen paranın kimin eliyle halka ulaştırılacağı da ayrıca başka bir sorun. Israelin artık Hamas'ın silahlanmasını durdurmaya son vermek istediği açık.
Bati Seria'daki halkın hala kendi refahları yerine silahlara giden paraları görmezden gelerek hamas'a oy vermeyi dusunebilmelerini anlamak mumkun degildir. Bu da bu bölgenin karanlık bir başka gerçeği gibi. Ellerinde farklı kartlarla oynayan başka oyuncular olmuyor hiç bir zaman. Bildikleri yol hep aynı sanki!!
Batya
17 Haziran 2021 Perşembe
Klasik müzikle tanışmak.
Klasik müzik dedikleri zaman ilk aklıma gelen Türkiye'de 1980'lerde yayınlanan bir klasik müzik programıdır .
Pazar sabahının daha ilk saatlerinden, ertesi gün başlayacak olan haftanın bunalımını yavaş yavaş hissettiğim, oturma odamızın yarı karanlık, o monoton ortamının içinde beni pek cezbetmeyen bir televizyon programı hatırlıyorum. Haftada sadece bir kez yayınlanan yaklaşık bir saatlik bir programdı bu.
Babamın en büyük zevki olan, pazar sabahı ailece yediğimiz kahvaltıyı kendi elleriyle bize hazırlamasının ardından, günün o ilk öğünün bitişiyle hep birlikte toparladığımız masayı düzeltip, herşeyi yerine koymamızla halının üzerine atlamamın ardından Hikmet Şimşek' in saatinin geldiğini görünce her defasında tekrardan hayal kırıklığına uğrardım.
Ne zaman yapacak bir şeyim yoksa ve televizyon seyredeceksem halının üzerine uzanırdım. Nasıl olsa haftada bir yerlerde sürünerek ( ! ) temizlik yapan zavallı hizmetçi o halıları daha bir kaç gün evvel elinde yumruk yaptığı beziyle iyice silmiş olurdu. Ve İstanbul'un çamurlu sokaklarından eve girdiğimizde ayakkabıları, ayakkabı dolabında sakladığımız için de ayrıca her daim etraf tertemizdi. Kısacası, oturma odasında herkes kendi yerine oturduktan sonra, bir ben masanın altında, kocaman halının üzerine sereserpe yatar, avucuma yasladığım çenem ya da başım yorulana dek o şekilde tv seyrederdim.
Ve işte o zaman Hikmet Şimşek' in programı başlardı. Bu program cok ciddiydi. O zamanlarTürkiye'deherşey öyleydi. Adam bir şeyler anlatırdı gayet ciddi bir tavırla (!). Her defasında bir kompozitörün hayatını ve bir opera ya da operetin hikayesini dile getirirdi. Benimse zavallı adama adeta gıcığım vardı. Kendini beğenmiş gelirdi bana. Bu programın bana klasik müziği sevdirmesi pek mümkün görünmüyordu.
Hikmet Şimşek'in programında en çok yer verdiklerinden biri Alman orkestra şefi Herbert Von Karajan'dı. 1933'lerde kariyeri için Nazi Partisi üyeliğini seçen, dünyanın en ünlü klasik müzik şeflerinden biriydi Karajan. Nazi geçmişiyle bilinen kondüktör! 1930' larda Alman kökleri olmayanların ya da rejime muhalif olanların istihdam edilmedikleri günlerde Karajan bir çok rejim karşıtı müzik adamları gibi Almanyayı terketmeyi tercih etmemiş, kariyerinde ilerlemek için Nazi Partisine üye olmuştu! ( Karajan, Makedon kökleri olan bir aileden geliyordu ). Savaş sonrası kendisini bu konuda suçlayanlara, bu gerçeği reddetmiş olsa da ! Berlin Orkestrasının seslendireceği eserleri yönetecek olan adamın ( Karajan'nín ) siyah beyaz görüntüleri beni klasik müzikten sonuna kadar nefret ettirmediyse o da bir başarı idi. Bu böyle uzun bir süre devam etmişti.
Zaten bir de çocuk kafanızda muziplik, oyun ve gülmek peşinde olduğunuz yıllarda fazla ciddi, ağır şeyler size pek hitab etmiyor.
Kısaca, Hikmet Şimşek'in gün gelip, Danny Kaye'in Amerika'da çocuklara klasik müziği sevdirmek için hazırladığı o ilk show'u yayınladığı güne kadar bu programa neredeyse lanet okurdum.
Danny Kaye' in nota okumasını bile bilmediği halde ( Kendi söylemine göre ) kendine özgü stiliyle yönettiği orkestralarla insanları hem güldürürken bir taraftan da o tılsımlı müziği bazen amatör kulaklara, bazen küçük çocuklara taşıyan konserlerine tesadüf ettiğim zamanlar belki de alışkın olmadığım melodilerle ilk yakınlığım kurulmuştu.
Sevdiğiniz müziği belirleyen şey aile ortamında dinlediklerinizdir genelde.
Çevremde kimi tanıdıklarım klasik müzik dinlerlerdi. Onlar klasik müzik konserlerini de kaçırmazlardı. Ancak bizim evde çocukluğumun ilk yıllarında klasik müzik dinleme alışkanlığımız vardı dersem yalan olur.
Babamın en sevdiği müziysenler, Nat King Cole, Frank Sinatra ve Dean Martin'di. Bir de Julio vardi! Hangi Julio mu? Julio Iglesias tabii. Bize 500 sene evvel geldiğimiz eski vatanda bıraktığımız köklerimizi hatırlatıyordu o da! Hahahaa...
Fred Astaire'ín müziklerini ve filmleriniyse ezbere bilirlerdi bizimkiler. Kimi soft pop şarkılar, hafif Jazz'lar ve Rock and Roll evde kulağıma sık çalınan melodilerdi.
Bugün Danielle'le aramdaki en büyük fark benim kızımın sadece şimdiki müziklere ilgi duyması. Onu sadece kendi zamanın şarkıları cezbediyor. Bense kendi dönemim dışında, örneğin babamın dönemine ait melodileri de dinlerken, onun sevdiği müzisyenleri ben de seviyordum. Belki bu benim daha nostaljik yapımla ilintili bir durumdur.
Genç kızlığımda, akşamları salonun en sevdiğim köşesi'ndeki koltukların dibinde, yine kocaman el halılarının üzerlerinde , abajurun los ışığının altında ya okur ya da sınavlara çalışırdım.. Çoğu eski şarkılar, bazen 1950'ler 60 ya da 70'lere ait müzikler dinlerdim. ... saatlerce..
Klasik müzikse ilk kez ağbimin seçimi olmuştu bizde. 20 yaşlarında birden bir şekilde klasik müziğe merak salmıştı o. Bir zaman sonra klasik müzik evde sürekli duyulmaya başlamıştı. Hem de o bu müziği sonuna kadar açarak dinliyordu!
Beni bu müziğe ilk kez yaklaştıran, "Amadeus" filmi olmuştu.
Gelmiş geçmiş en büyük müzik dehalarından biri sayılan Mozart'ın hayatına "hayali bir pencereden" bakan , onun deli dolu, çocuksu kişiliğini perdeye mükemmel bir büyüyle taşıyan unutulmaz bir Hollywood yapımıydı; Amadeus!
Ünlü Çek yapımcı Milos Forman tarafından , 1984' te sinemaya uyarlanan bu drama, oynadığında çok ses getirmişti.
O dönemde 50 Uluslararası ödüle aday gösterilen ve bunlardan 40' tan fazlasını alan, 8 Oscar toplayan bu filmi seyrettiğimde sanki bir görüntü ve müzik şöleninden çıkmış gibi olmuştum. Filmin getirdiği başarıya rağmen gerçekçiliği açısındansa kimi tarihçileri çileden çıkarmışsa da Amadeus bugüne dek yapılan en iyi yüz film içinde imiş hala! .
Film tarihçileri neden çileden çıkarmıştı peki?
Antonio Salieri " Amadeus " 'ta Mozart'ı ölesiye kıskandığı için Mozart'ın ölümünü planlayan kişi olarak çizilmişti. Salieri'nin Mozart'ın dahiliği karşısında çileden çıkışıyla ölesiye kıskançlığının önü deliye döndürmesi üzerine kurulan ana temanın tarihi bir gerçekliği yokmuş!
Viyana'da, Kutsal İmparator II. Joseph'in sarayı'nda öğretmenlik yapan, 18. yüzyıl operasının gelişiminde büyük rolü olmuş, zamanın önemli bestecilerinden biri, orkestra şefi ve eğitmen olan Salieri'nin Mozart'ı öldürmeyi düşündüğü iddiasının tarihçilerce yalanlandığı çok kez yazıldı.
Aslında Peter Shaffer tarafından sinemaya uyarlanan Amadeus'u ilk kez sahneye koyan 19. yüzyıl oyun yazarı ve romancı Rus Alexander Pushkin olmuş. Pushkin Salieri'yle Mozart arasındaki rekabetten iyi bir drama yaratabileceğini düşünerek bir oyun yazmış. Ve ilk kez 1890'da bu oyunu sahneye koymuş.
Nikolai Korsakov ise daha sonra bu oyunu opera olarak bestelemiş. 1979 yılında ise Peter Shaffer, Londra Ulusal Tiyatrosu'nda bu oyunu sahnelediğinde yönetmen Milos Forman oyunun premier'inde bulunduğunda sahne'de gördüğü dramadan öyle etkilenmiş ki Shaffer'e oyunu sinemaya uyarlamayı teklif etmiş.
Filmin senaryo yazarı olan Peter Shaffer, senaryoyu yazmadan evvel Mozart hakkında çok geniş bir araştırma yapmış ve besteci hakkında bir çok şey okumuş. Bunlardan biri de Mozart'ın mektuplarıymış. Bu mektuplarda okuduğu Mozart, bir taraftan sekiz yaşlarındaki yaramaz bir çocuk gibi davranan diğer taraftan inanılmaz eserler üreten bir deha imiş gerçekten.
Kralın Sarayında eserlerini dinlemeye gelen aristokratlara özel konserler için çağrılan genç adam aynı sarayın yan odalarında masa altlarında yaramaz çocuklar gibi karısının peşinde koşup kahkahalar atan biriymiş Mozart. Sonuçta , Salieri'yle bu şekilde bir rekabet yaşadıkları belki doğru değilse de Mozart'ın kimi anlamda soytarı kılıklı bir dahi olduğu sanırım doğruymuş İşte Shaffer filminde bunu seyirciye yansıtmak istemiş.
Shaffer zaten Amadeus'un belgesel biyografi amacı taşımadığını da açıklamış.
Bu filmdeki, dönemin rengarenk giyimleri, kadınların saten elbiselerinin ihtişamı, göz dolduran mekanlar ve saraylarla bütünleşen Mozart'ın müziğinin kulakları her bir yandan kuşatışı hayatımda ilk defa bu tür müziğin insanda ne kadar farklı bir heyecan yarattığını farketmeme vesile oldu.
Amadeus'un ardından bu yapımı yeniden ve yeniden izledim ve biraz olsun Mozart'ın müziğini tanıdım.
Mozart'ın müzik tekniği, farklı stilleri özümsemedeki çabukluğu ve becerisiyle gelmiş geçmiş besteciler içinde en büyüklerinden biri olduğu söylenir bugüne dek. Böylesi bir müzik dehasının hayatını çok genç yaşta tam bir zavallı gibi bitirmesi ise çok acıdır.
Filmin sonu aklımdan hiç çıkmadı. Cenazesini bir akşam vakti alelade bir mezarlığa doğru götüren atlı arabayı takip eden ailesinden başka kimse yoktu orada. Siyah beze sarılı olduğu halde onu son kez kutsayan pederin duasının ardından toprağa atılan o insanın kimse için bir değeri yokmuş gibiydi öldüğünde.
İşte o son sahnede çalan Requiem ( Lacrimosa ) benim için unutulmaz bir kapanıştı.
Klasik müzik hala en çok dinlediğim müzik türü değilse de, zaman zaman beni dinlendirecek, yatıştıracak bir şey aradığımda kimi hafif klasik melodilerbeni farklı dünyalara taşırlar.