Herşey kadına nasıl baktıklarıyla başlıyor!
Geçtiğimiz hafta Hassan'dan bahsettim. Hani evimizdeki tadilat için gelen işçilerden biri olan Hassan. O çalışıp seramikleri, salondaki panelleri dizer, duvarları boyarken bir kaç kelime konuştuğumuz genç adam. Arada istenmeyen kalabalıkları yüklenip yüklenip aşağıdaki çöp odasına indirdiğinde ben de kapıları falan tutup biraz olsun yardımcı olmak için asansörde onunla inip çıkarken sohbet ettiğim Hassan. Tatlı bir insan o. İyi niyetli bir insana benziyor. Ona İstanbul'da doğduğumu ilk söylediğimde nasılda hoşuna gitti. Tabi beni Müslüman zanetti. Ama olsun Yahudi olsam da yine de hoşlandı, Müslüman bir ülkede büyümüş olmamdan. Lafların arasında dayanamadı sonunda sordu. " Şimdi, Türkiye'de Müslüman kadınlar da senin gibi mi giyinir?" diye.
Benim gibi derken o an üzerimde hafif bir elbise, öyle mini falan da değil, spor, rahat, pamuklu, tam buranın iklimine uygun bir elbiseyle, beyaz sandaletlerim vardı. Baktım, gülümsedim. Tabi ki öyle giyinirler dedim. En azından benim çevremdekiler, arkadaşlarım, genelde muhatap olduğum kesimdeki Türkler gayet modern giyinen, laik insanlardı tabi.
Gerçi bugünkü Türkiye'de anladığım kadarıyla türbanlı sayısı artık hiç olmadığı kadar fazla. Yani Hassan gitse memnun olurdu tahmin ederim. Zaten en büyük rüyası da Türkiye'ye seyahate gitmek. Bugüne kadar gitmemiş olduğuna şaşırdım.
Ve bu adamın hayatına bakıyorum. Ve düşünüş tarzına. Her ne kadar onunla kısa bir iletişimde bana son derece olumlu bir insan olarak görünse de, uzun vadeli insan ilişkilerinde bu toplumda büyüyen kişilerin hayat felsefelerini anladığınız zaman kendinizi gayet problematik bir anlayışın içinde buluyorsunuz.
Arap erkeklerine bakığınızda dışarıdan herşey çok normatif görünebiliyor ilk bakışta. Evet ilk bakışta.
Eşin ne yapıyor diye sordum ona. Altı çocukları varmış dedi. Çocuklara bakmaktan başka bir işi olamaz mutlaka. Evde dedi. Tamam. Bana giyimim hakkında sorduğu soruya bakarsam, o çok tatlı Hassan' in karısı, kocası gibi rahat değil. Üzerine pantalon geçirip kendisini dışarı istediği gibi atamadığı açık! Çalışmak istese büyük ihtimalle kocasından izin alması gerekiyor. Altı değil iki çocuk isteseydi, öyle bir lüksü varmıydı peki??!
Arap erkeklerini kendi hallerinde çok modern görünüyorlar. Son moda pantalonlar ( şort dahil ) , son moda bluzlar ve saç kesimleri. Kadınlarıysa türbanlı, uzun paltoların arkasında gizliler. Modernleri de bir başka türlüler; streç pantalonların üstünde boyunları dahil başları komple paket halinde.
Son senelerde Lod, Ramle gibi şehirlerden Rishon Le Tzion'daki kıyı şeridine Arap aileler daha bir rağbet göstermeye başladılar. Hayatı yeni yeni keşfediyor bu vatandaşlarımız. Ailece, yeşillik alanda pikniğe geliyorlar. Erkekleri hep modern ( ?!!), kadınlarsa hep kapalı. Çoluk çocuk mangal ve çaydanlıklarla kendi aralarında hoş vakit geçiriyorlar diye tahmin ediyorum.
Ancak onlarda bir şeye dikkat ediyorum. Ya ailece geziyorlar. Ya da gençlerse hep erkek erkeğe takılıyorlar. Evlenmemiş gençler ki bunlar hep 20'li yaşlarda, tek başlarına inerler kıyıya. Ellerinde istedikleri gibi bir komple müzik seti, hoparlörler ve bir de nargilelerle. Bu şekilde eğlenirler. (?)
Hayatlarının en güzel dönemlerini erkek erkeğe geçirmek durumundalar. Toplumsal kurallar kadınlara erkekleri tanıdıkları özgürlüğü tanımıyor. Erkek ya da kadın tüm arzularını bastırmak zorundalar. Diğer toplumlar gibi, sevmek sevilmek gibi doğal dürtülerin yaşanması ayıp ve en önemlisi kesinlikle yasak. Kadın tam bir esaret zihniyetiyle yetişiyor. Erkek, evden çıkar, gezer kadınsa evlendiği güne dek babasının, ağbisinin denetimi altındadır. Evlendikten sonra da bu sahiplenme, bu denetim en katı şekliyle kocaya devroluyor. Bu düzeni sadece tabu olarak değerlendirmek bence basit kalır. Çünkü tabu aktif bir saldırganlık içermeyebilir. Burada ise bu son derece katı kurallara uymayan kadınlara çoğu kez öylesi bir baskının ötesinde, bir saldırganlık, şiddet uygulama kültürü de mevcut bu toplumda.
Başını örtmeyen, istediği gibi giyinen kadın onların gözlerinde " orospu" muamelesi görüyor. Ve bunun da muhakkak bir bedeli oluyor.
Siz bir toplumu en temelinden çarpık normlar üzerine oturtursanız. Bu toplumdan, demokrasi, eşitlik ve huzur nasıl beklersiniz? Eğer bir toplum daha aile hayatı içinde erkek egemen ve baskıcı bir rejim üzerine oturtulursa bu toplum doğru yolu nasıl bulur? En küçük topluluktan, aileden bu tip anlayışta bireyler yetiştirdikten sonra, bu bireylerden meydana gelecek bir milletin nasıl bir rejimle yönetileceğini beklersiniz? Nasıl bir yönetim şeklini yakıştırırsınız bu insanlara?
Şiddet ve hiddet kültürüyle yetişen erkeğin kadına bakışıyla demokrasiyi algılamasını, kabullenmesini, buna inanmasını bekleyebilir miyiz peki?
Kadını malı gibi gören, yine kadının ne istediğinin, ne düşündüğünün hiç bir önemi olmayan bir toplumun barış içinde yaşamasını beklemek peki mümkündür?
Erkek erkeğe gezmeye devam ederken genç kızları evlerine kapanmaya mecbur bıraktıkları sürece, bayanların kafalarını sarıp sarmalamadan dışarıya adım atmalarına izin vermedikleri sürece, bu milletin aydınlanmasını beklemek nasıl mümkün? Peki Ramazan'da oruç tutmadığını söyleyemekten korkanların yaşadığı bir toplumdan neler beklemek mümkün? İnanmayanları ölümle tehtid edebilen bir toplumun başını kaldırabilmesi nasıl mümkün?
Batya R. GALANTI