15 Aralık 2020 Salı

 



                                                Aşılar başlıyor!


Bir seneye yakın bir zamandan beri Korona'nın adını  duymadan geçen bir günümüz olmadı.

Kimilerine göre dünyanın nüfusunu azaltmak için ortaya çıkarılan bir labaratuar virüsü bu, gençler içinse hala çok abartılan bir şey Korona..

Arada yönetimlerin korona'yı, halkları daha fazla denetim altında tutmak için bir fırsat olarak gördükleri de ayrı bir gerçek. Kimi yerde bu durum belki  kısmen geçerliyse de bazı ülkelerde bu pandemi baskı rejimlerinin daha da güçlenmesi için yeni  bir olanak sunmuş gibi..

Sonuçta ne tarafa dönersek dönelim aylardır çok şey değişti hayatımızda..

Ve önümüzdeki günlerde, insan hayatını kurtarmak ve bir şeylerin belki kısmen de olsa rayına oturmaya başlayabilmesi için beklenen aşılar artık piyasalarda.

Çok yakında sağlık görevlilerinden, risk gruplarıyla  kimi meslek grubu çalışanlarından yola çıkılarak yavaş yavaş nüfusun tamamının aşılanması bekleniyor..

Ancak aşıların başlayacağı haberleriyle beraber insanların kafalarındaki soru işaretleri de kendilerini daha da çok göstermeye başladı.

                      
Pfızer, Moderna gibi aynı dönemlerde piyasaya çıkarılan aşıların, Amerikan FDA ( Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı'nın federal bir kuruluşu) arafından güvenilirlikleri üzerine verilmiş olan son onayından sonra önümüzdeki günlerde bir çok ülkede insanların aşılanmaya başlanması bekleniyor.

Bir çok insan için FDA'in onayı, doktorların telkin eden sözleri, televizyon'da kameralar önünde aşı olan ünlülerin, liderlerin görüntüleri yeterli derecede ikna edici değil.

Soru işaretleri ve güvensizlik yeterince insanda var.

Bu da kamuoyunun artık kimsenin sözüne yeterince inanmadığının belirtilerinden bir tanesi.

Eskiden insanları bir çok şeye ikna etmek daha kolaydı. Bugün insanlar bilgi kirliliği içinde yaşadıkları için birbirlerine, yaşadıkları ülkeye, yönetimlere,  politikacılara, doktorlara çok daha az güven duyuyorlar..

Böylece işler daha zor ve karmaşıklaşıyor bir anlamda

Bir taraftan nüfusun belli bir bölümüne aşı yapıldıktan sonra hayat yavaş yavaş eski temposuna geri dönmeye başlayacak diyenler insanlara umut veriyor.. Aç kalanlar, işsiz kalanlar hemen aşı olmaya hazırlar. Hem de bir an önce ..Ancak daha başka, ve yine ciddi ağızlardan çıkanlara göre normal hayata  dönüş aşılara rağmen şimdilik ufukta görünen bir şey değil. ..

Yani aşı bir anlamda soruna mucizevi bir çözüm getirecek gibi görünmüyor..en azından yakın bir dönem için.

Kimilerini ise aşı olmaya ikna etmek için baya çaba sarf etmeleri gerekecek gibi .

Diğer taraftan Israel'de Devletin,, aşıların yan etkileri üzerine sorumluluk almayı üstlenmemesi durumunda sağlık kurumları tek bir kişiye bile aşı yapmaya hazır olmadıklarını açıkladılar.

Sonuçta her biri birer ticari kuruluş olan Kupat Holimler ( yani sağlık kurumları ) Korona  aşısı yüzünden insanlara gelebilecek kimi zararlar, önemli yan etkiler yüzünden kendilerine  açılacak  davaların onları çökerteceğini söylediler..

Tüm bu tartışmalar dahi kişide kararsızlıklara sebebiyet verebiliyor.

"Yıllarca " piyasada olan ilaçların bile zaman zaman uzun dönem yan etkilerininin çok sonraları anlaşıldığını biliyoruz hepimiz.

Yıllarca kullanılan kimi ilaçlarınsa tamamen zararlı oldukları keşfedildikçe , daha yepyeni piyasaya  sürülen bir aşının, tüm bizi  ikna çabalarına rağmen vücudumuza bugün yarın neler yapabileceğinden tam olarak nasıl emin olacağız?

Ancak diğer taraftan Türkiye'de son günlerde çok fazla yayılan salgın yüzünden  her gün ölenlerin haberlerini duymakta hiç cesaret vermiyor.  Son bir iki haftada genç yaşlı çok kişinin ölüm haberi sosyal medya'da paylaşılırken bu virüs'ün hala daha bir çoklarının söylediği gibi basit bir hastalık olmadığını bir kez daha hatırlıyorsunuz..

Ne yaşınız, ne sağlıklı olmanız sizi mutlak garantiye almıyor. Korona hakkında bilinmeyen hala çok şey olduğu izlenimi var..

Öylese doğru olan karar nedir?  Biraz bekleyip göreceğiz!

Bu arada Tanrı hepimizi korusun diyorum, yeniden!!




Batya R. GALANTİ

14 Aralık 2020 Pazartesi

Bugün hayat insanlara farklı çözümler sunuyor. O da sır saklayan dostlar yerine arayacağınız profesyonel çözümlerdir çoğu kez..

 



 

                        Hayat sorunlarla geliyor çözümleri ise siz arıyorsunuz..

        


Aylar evvel bir gün telefonda çocukluk arkadaşımla konuşurken laf lafı açmıştı.   Benim 16 yaşımda ilk kez panik atak problemimin başladığından haberi olmadığını söylerken utanmıştı adeta. . Benim en iyi arkadaşımdı ve böyle bir sorunum olduğunu bilmiyordu.

Bense onun bunu bilmediğini bile hatırlamıyordum.

Aradan geçen günlerde beni tekrar arayarak; "Batya kafama takıldı.  Suçluluk duyuyorum. Ben senin zor günlerinde yanında olmamışım demek!" ...

Hayatımda ilk kez bir arkadaşımdan bu kadar samimi bir itiraf duyuyordum ..

Ne diyeceğimi bilemedim. Saçmalama! alt tarafı 15-16 yaşlarında bir genç kızdın o zaman.. Panik Atak hakkında ne biliyordun ki?

Peki ben birilerinin desteğini beklemişmiydim? (Belki ailemin! )

Onca seneden sonra çocukluğumda yaşadığım zor günlerde yanımda olmadığı için duyduğu suçluluğu ifade ettiğinde arkadaşıma sıkı sıkı sarılak istedim ama ne yazık ki  benden kilometrelerce uzaktaydı!!

" Onun bu konudaki samimi, içten yaklaşımı bile uzun zamandır ihtiyacım olan bir kucaklama gibiydi aslında ! ".. Sadece manen de olsa.


Senelerdir otist bir çocuğu büyütürken de "kimsenin" bana bir kez olsun Gal hakkında, yaşadığımız  zorluklar hakkında  senelerdir hiç soru sormadığını  geçenlerde farkettim . ( Ne tuhaf değil mi?! )

Siz sorunun orta yerinde olduğunuzda mücadeleniz bir anlamda  o derece yoğun olabiliyor ki sadece bir zaman sonra, olayın kısmen dışına çıktığınızda,  bazı şeyleri geride bıraktığınızda daha çok farkediyorsunuz..

Kendi çekingenliğimle alakalı bir durum mu bu bilmiyorum.  

Hiç bir zaman kendimi  kimseye çok fazla anlatmadım, sormadıkları sürece  konuşmadım.

İnsanları kendi sorunlarımla sıkmaktan hep çekindim..

Çocukken yaşadıklarımsa zaten bir tabuydu..Psikolojik şeyler kendimize saklanırdı o zamanlar..

Ailenizse size," Sana neler oluyor?!" diye kızarlardı çoğu kez..

Kendine gel!!

Panik atak mide ağrısı ya da ateş çıkmasına benzemiyor ..

Gözleriyle görmedikleri, testle, analizlerle ispatlanamayan, somut olmayan bir şeyse sorununuz kendinizi anlatmanız imkansız olabiliyor..

Psikolojik sorunlar çoğu kez göz ardı edilir..

Bugüne dek bu tip şeyler bir de zayıflık işareti olarak algılanır.

Halbuki, kendimin  çok insandan daha güçlü bir yapıya sahip olduğuma inanıyorum.

Şımarık olmadım hiç..mücadeleyi ise hiç bırakmadım..

İnsanlardan anlayış beklemekse aptallık....

Çünkü kimsenin size empati göstermeye niyeti yoktur.

Herkesin tek problemi, sizin yerinizde olsalardı, sizden ne kadar daha iyi mücadele verebileceklerini ispatlamaktır genelde.

" Senin yerinde olsam ... !" diye başlayan cümleler çok kullanılır..

Bir kez olsun durup sizin yerinizde hiç olmayacaklarını farketmezler.

Çokta umurlarında da değildir zaten.

Bu yüzden en iyisi profesyonel bir yardımdır..

Mücadelenizde size parasal bir menfaat üzerinden en iyi şekilde yardım etmeğe hazır bir psikolog ya da terapist bulmak zorundasınızdır çoğu kez.

Çünkü modern hayat insanları çok daha fazla  benmerkezcilik ve rekabet içine soktu..

En yakın ilişkilerinizde bile kesinlikle bu böyle. ( Mesela bizzat aileniz!!!) 



Bugün hayat insanlara farklı çözümler sunuyor. O da sır saklayan dostlar yerine arayacağınız profesyonel çözümlerdir çoğu kez..

Kendi kendinize yardım ederken bulduğunuz başka yöntemler de size yeterince yardımcı olabiliyor bir çok kez..

Kimi hobiler dışında...

Ben günlüklerime, yazılarıma döktüm çoğu duygularımı, kimi açmazları, çıkışı olmayan yollarda bulduğumda kendimi beyaz sayfalar hep vardı..

İstemediğim kadar anlatmamı bekleyen sayfalar..

Söze karşımadan, hemen laf yetiştirmeye kalkmadan beni bekleyen temiz sayfalar...

Gereksiz nasihatleri yoktur ve sadıktırlar :) ..

Genç kızken  korkularımı anlatacağım bir psikolog ararken gittiklerim içinden kendimi yakın hissettiğim birini bulana kadar kaybettiğim zaman, enerji ve paralarsa az değildi.

Hayat problemlerle geliyor çözümleri ise siz arıyorsunuz..

Çözümü her zaman kolay olmayan şeylerse sizin savaşınız, hedefiniz oluyor.

Yeterki kendinize ve sevdiklerinize yardım etmek için mücadeleden yılmayın.

Yeter ki başkalarından beklemeden sadece kendinizle olduğunuzu bilin.




Batya R. GALANTİ








13 Aralık 2020 Pazar

Kötü tesadüfler, yanlış seçimler, zor bir çocukluğun bedelini ağır ödeyenler, istenmeyen olaylara sürüklenen kimi zayıf kişilikler ve çok fazla aklımıza gelmeyen bir çok başka sebepler yüzünden herkes gibi olmak şansını kaybedenlerle, normatif olabilecekken uçuruma sürüklenenler hep vardır.

 



                                                       Nefret sonrası hayat.


Hapishanelerde de iyi insanlar olabileceğine inanmak mümkünmüdür acaba ?

Ya da  kör bir hapishane hücresinde, yanınıza hiç beklemedğiniz bir yer ve zamanda merhamet ve sevgiyle yanaşarak hayatınızı bir uçtan diğerine değiştirecek kadar duyarlı insanlarla karşılaşabileceğimize inanmak çok mu delicedir?

Katillerin, hırsızların, tecavüzcüler ve ırz düşmanlarının, mahkum damgasıyla etiketlenmiş insanların yanında , kimi farklı rastlantılarla birlikte, tüm klişleri bertaraf ederek beklenmedik tecrübeler yaşayabileceğimiz olgusu bizi ne kadar ikna edebilir?

Her hapis cezası yemiş insan bir şeytan mıdır acaba?

Hapishane dışında yaşayan insanlar, hüküm yememiş biz sicili temiz kişiler için mahkumlar kocaman duvarların arkalarında cezalarını çeken suçlulardır sadece.

Bizim gibiler onlardan da alınabilecek dersler olabileceğini pek düşünmemişizdir..

Halbuki kötü tesadüfler, yanlış seçimler, zor bir çocukluğun bedelini ağır ödeyenler, istenmeyen olaylara sürüklenen kimi zayıf kişilikler ve çok fazla aklımıza gelmeyen bir çok başka sebepler yüzünden herkes gibi olmak şansını kaybedenlerle, normatif olabilecekken uçuruma sürüklenenler hep vardır...

Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir hayat hikayesi de tam bu konuyla ilgili

2017'de BBC ve New York Times gibi büyük yayın kuruluşlarının sayfalarına yansımış ilginç ve bir o kadar hayat dersiyle dolu karmaşık ama sonu olumlu biten bir hikaye bu..

1975 yılında Güney Florida'da  küçük bir yerleşim yerinde dünyaya gelen Angela King'in zamanla herkes tarafından duyulan öyküsü insanlık için çok fazla mesajlar taşıyor.

Tutucu bir ailenin üç çocuğundan  en büyüğü olan Angela'nın hayatı ilk başlarda belki de çoğu alelade Amerikalıdan pek farklı değil.

Bütün hafta gittiği Baptist okulu ve hafta sonları ailesiyle katıldığı Katolik ayinleri çevresinde gelişen hayat düzeninin içinde  sadece kendileri gibi insanları kabul eden bir çevrenin etkisiyle büyüyen bir çocuk Angela King..

"Seni evimize bir gün bir siyah ye da bir kadın sevgili getirmediğin sürece sonsuza dek sevmeye devam edeceğim!"  diyen annesinin gölgesinde atılan çarpık temeller bazı şeyleri diğerlerinden  farklı kılan ilk işaretlerdi belki de..

Bir yerden diğerine değiştirdikleri adreslerle sonunda ortaokul'da ilk kez okumaya başladığı yeni sınıfında sıradışı görüntüsü ve fazla kiloları yüzünden çocuklar tarafından kabul edilmeyişi ve dışlanmasıyla başlayan zor günleri...onu hedef haline getiren çocuklardan birinin bir gün herkesin gözü onunda bluzunu tamamen yırtmasıyla yaşadığı sonsuz utancın getirdiği kızgınlık ve hınçla gelen ilk önemli dönüm noktası.

Bazı insanlar böylesi bir travma  karşısında ya iyice pasifize edilerek içlerine sindirilirler bazen de Angela gibi topluma karşı geliştirdikleri tepkiyle saldırgan bir savunma sistemi geliştirirler.

Angela King çocukluğunda ailesinden görmediği sevgi ve toplum karşısında  küçük düşürülmüş olmanın sonuçlarıyla baş etmek için ekstrem bir çıkış yolu seçmiş kendine.

İlk kez 14 yasındayken okulunda tanıdığı neo-nazi gençlerden aldığı destekle yavaş yavaş onlardan biri olmaya başlamış.

Kendisine yapılmış kötülüklerin hesabını bir şekilde başkalarından çıkarmayı arayan genç kız  daha 14 yaşından itibaren seks, uyuşturucu ve alkol partileriyle devam eden bir başkaldırı süreci yaşamaya başlamış.

Bundan sonra, sekiz yıl boyunca Angela hiç bir yere ait olamama duygusunu  beyaz insanlar dışındaki herkesten nefret eden o grubun arasında bulduğunu zannetmiş.

Hayatında ilk kez birileriyle aynı yolda, aynı düşünce doğrultusunda bir şeyler yaptığına inanmış. İlk kez birileriyle bir şeyleri paylaşmış. Ya da öyle zannetmiş.

Taki bir gün televizyon'da onunla aynı fikirleri taşıyan gruplar tarafından gerçekleştirilen bir saldırının haberiyle sarsıldığı güne dek..

1995'te Oklahoma City'de 186 kişinin öldüğü ve yüzlercesinin yaralandığı  terörist saldırının gerçekleştiği güne dek ait olduğu ekstremist grupların ellerinden çıkan kötülüklerin onu nasıl bir sona doğru sürüklediğinin bilince değildi Angela King. O gün televizyon'da patlayan bombalardan tahrip olmuş binadan çıkarılan küçücük ölü çocukların bedenlerine baktığında, hayatında ilk kez durup düşünmüş; " Gelecekte, kendisi ve çocukları için vereceği ya da veremeyeceği şeyleri farketmiş !" ilk defa.  Eylemlerinin bir oyunun bir parçası olmanın çok ötesinde ciddi sonuçları olduğunu ilk kez görebilmiş..

Ancak bu tip gruplara katılmak kolaysa da çıkmak ne yazık ki çok zordur.

Angela da onlardan bir çırpıda kopamamış.

Bir gün bir Yahudinin dükkanını soyup adamı hırpalamaktan dört sene hapis hüküm giyene kadar onlarla olan birlikteliği devam etmiş.

Hiç kimsenin aklına gelmeyecek şey ise hapishane duvarları arkasına atıldıktan sonra olmuş..

Üzerinde bir sürü nazi sembolleriyle dolu dövmelerle kaplı bedenini saklamakta zorlanan King hapishane'de o güne dek hiç tanımadığı renkte insanların arasında bulmuş bir anda kendini.

Bir sürü Jamaica'lı ,  zenci mahkumlardan ürkerek onlardan ilk günler kaçmak istediyse de, hikayesi'nde ismini ifşa etmekten kaçınarak  anonim olarak, " Jamaica"  olarak adlandırdığı mahkum bir kadınla aralarında zamanla gelişen (lezbiyen ilişkiyle )  yakınlaşmayla o güne dek ilk kez tanıdığı sevgi ve merhametle başka bir Angela King tanımış.. Kendi içinde yaşayan bambaşka bir insan bulmuş.

                                                                                         Sol tarafta neo-nazi gruplara katılan Angela King, sağ tarafta ise 2018'de bir konfreanstaki son hali

Hayatındaki kötülükleri bir kenara bırakıp doğru yolu bulması için King'in nefret ettiği siyah insanların içinden mahkumlar tanıması gerekiyormuş.

Dört yılın sonunda hapishane'den çıktıktan sonra bir süre geçici işlerde çalışıp gereken parayı biriktirdikten sonra üniversite'de sosyoloji ve psikoloji okuyarak öncelikle kendi gibi insanları daha iyi anlamanın ve onlara yardımcı olmanın yolunu açan eğitimden geçtikten sonra kurduğu" Life After Hate" yani nefret sonrası hayat adlı kuruluşla esktrem gruplardan kendilerini kurtarmak isteyen gençlere yardım etmek için çalışmaya başlamış.

Bugün, zenciler, latinler , yahudiler ve insan olan herkesle dostluk köprüleri kurmak için çalışan King dünyanın değişik şehirlerinde devamlı konferanslar veriyor..

Çocukluğunda yaşadığı şeylerin getirdiği anlamsız nefretin sebep olduğu zararların onda yarattığı suçluluk duygularıyla baş etmesi uzun zaman alan King artık nefret yerine sevgiyle kendini tedavi ediyor.

Angela King,  geçmişini, seneler evvel yaptığı kötülükleri saklamadan insanlara ırkçılığın zararlarını anlatmaya bugüne dek devam ediyor.... bizzat kendi yaşadığı tecrübelerle başkalarının yolunu aydınlatmaya çalışıyor.



Batya R. GALANTI


10 Aralık 2020 Perşembe

Hızla devam eden hayatla gelen her bayram, özlemlerle birlikte bir kez daha beni düşünmeye itiyor....

                           



                                                          HANUKKAH!



Yeniden bir Hanukkah daha geldi.

Geçtiğimiz Hanukkah'da yazdığım umut dolu yazıyı hatırlıyorum.

Ağbimlerin bizleri ziyaretiyle keyiflendiğim bir bayramdı bu.

Çocukluğumdan beri beni bırakmayan bir kader gibi sevdiklerime olan özlemimi anımsatıyor bir bayram daha bana yeniden..

Uzaktan gelen ailemin varlığıyla  tekrardan o hoş duygularla dolmuştu kalbim geçtiğimiz Hanukkah.

Birlikte geçirdiğimiz bir kaç güzel günle şenlenen bayramlar her zamankinden daha da değerli geliyorlar bana ( Bu sadece benim duygularım..biliyorum ki benim hassasiyetim sadece bana ait bir şey ! )

Birlikte yediğimiz bir kaç keyifli yemek..

Deniz kıyısında yine birlikte geçirdiğimiz bir akam üstünde , ne kadar üşüdüysem de, gün batımının o eşsiz kızıllığyla insanı büyüleyen güzelliğinin yine de sonuna kadar tadına vardığım  dakikalar..


Tüm bunlar , çocukluğumdan teyzemin Israel'den geldiği ziyaretlerinde , kimi defalar, gecenin karanlığında onları iskelede büyük bir heyecanla beklerken, uzaktan küçücük bir mücevher gibi parlayan vapuru seçtiğimde içime doğan o sevinci hatırlatıyor bana .

Sanırım içimizde yaşayan çocuk aslında hiç ölmüyor..

Her bayram, aynı çocuğa olan özlem yeniden canlanıyor.

Aileyi, birlikteliği, sevinci ve kimi güzellikleri hep arıyoruz , her defasında bunları yeniden yaşıyor, yaşatmak istiyoruz.

Bazense bir virüs gelip çatıyor, sizi herşeyden uzaklaştırıyor.

Bir an için yanlızlaştırıyor.

Annenizi, kardeşiniz bile yanınızda görmek yasak olabiliyor .

O güzel tatları çörekleri , rengarenk sufganiot'ları ( donuts'ları ) sadece kendinize mi saklayacaksınız diye soruyorsunuz bir an?!

Bayramların aile olmadıktan sonra değerleri de sönüyor bir an!


Ancak tüm bunlara rağmen evdeki tüm Hannukiyah'ları yakacağız yeniden  bu gece..

Her birimizin bir Hannukiya'sı var..

Her birinin üzerine rengarek mumlar koyacağız bu gece, şimdilik sadece ilk mumu yakmak için!

Mucizeler kapımızda yeniden..Onlar için dua edeceğiz..

Daha çok sevgi, daha çok dostluk ve tüm dünyaya daha fazla sağlık dileyeceğiz..

Karanlığı kovmaya geldik diye başlayan Hanukkah Şarkılarının ağzımızdan çıkan nameleriyle ...

Gelecek yıl herşey daha güzel olacak diyeceğiz ki gerçekten öyle olsun...

İçimizdeki umudu , Hanukkah mucizesini anımsatan mumlara bakarak korumaya devam edeceğiz!


Hag Hanukkah Sameah!!!


AMEN!




Batya R. GALANTI

7 Aralık 2020 Pazartesi

  Bir profesör'ün anısına!



Aylardan sonra, yaptırmam gereken Görme Alanı ve OCT testleri için randevu aldım sonunda.. Korona bahanesiyle hep ertelediğim randevularım..

Babam beni ilk göz doktoruna götürdüğünde altı yaşımdaydım. O zaman kırk yaşlarında olan Dr. David Kohen'in muayehanesinden içeri girdiğimizi hala hatırlarım. Osmanbey'de büyük bir apartman dairesindeki bu yer gayet güzel döşenmişti. Doktorun kendisi de yine çok bakımlı ve şıktı. Ama pek öyle güler yüzlü, sempatik bir insan değildi. Mesleğinde de ne kadar usta olduğundan emin değilim
Ancak o zaman sıradan kontroller için gittiğimiz bir doktordu bu adam.

Muayeneye başlamadan söndürdüğü ışıkla kararan odada küçük bir taburenin önüne yerleştirilmiş makineye çenemi koyup, merceğe baktığımda gördüğüm renkli ev çok hoşuma gitmişti O zaman tabi bilgisayar oyunları falan olmadığı için, kapkaranlık bir odada minik bir ekranda rengarenk şekiller görmek enteresan geliyordu küçük bir çocuğa.

Daha ilk muayenesinde, yerinden bile kalkmadan aceleyle ağzından çıkıvermişti adamın ;" Senin bir gözün anana biz gözün de babana benzemiş!" diye... Bir gözümün anama diğerinin babama benzemesi neydi bilmiyordum tabi.

Geçenlerde yaptırdığım son muayenemde doktoruma sordum. Bunca seneden sonra ilk kez.." Bir gözümün miyop diğerinin hipermetrop olması çok mu ender görülen bir durumdur?" diye!
Çok sık rastlanan bir şey değildir ama korkma sen dedi..

Ona seneler evvel, Profesör Merin'in bana yaptığı uyarılarından bahsettim.Bugün hayatta olmayan profesör, seneler evvel annemin gözlerini kurtaran doktordu.

Profesör Saul Merin 2012'de vefaat etti.

Israel'in gelmiş geçmiş en iyi göz doktorlarından, dünya çapında saygın bir yere sahip bir profesördü o. .
Yıllarca annemi götürdüğüm bu adamın ilk kez beni muayene ettiğindeki sözleri epey korkutucuydu aslında . Göz sinirlerin her daim takipte olmanı gerektiriyor demişti.

Geçenlerde Profesör Merin'in kısa hayat hikayesini okudum bir yerlerde.
Yine adı geçince makalenin birinde. Wikipedia'da ve kimi yerlerde hakkında yazılanları araştırdım.
Öncelikle onun bir Holocaust kurtulanı olduğunu hatırladım. Bu adamın hayatının ilk yılları tam bir drama olarak başlamıştı. 
Bizse onu yıllarca annemin kahraman doktoru olarak tanımıştık.

Hadassah Ein Karem Hastanesi'ndeki küçücük muayehanesine gittiğimizde dünyanın değişik ülkelerinden insanlar beklerlerdi hep. Aralarında bir çok Filistinli de olurdu.. Onun muayehanesinde Osmanbey'de çocukken gittiğim muayehanenin şıklığından eser yoktu belki ama bu yer anneme tek şifa veren yer olmuştu. Profesör Merin son derece mütevaziydi fakat işini titizlikle yapan bir insanın ciddiyeti onda  fazlasıyla vardı.

1933 yılında Polonya'da, Almanya sınırına yakın olan Bedzin Şehrinde dünyaya gelmiş Merin..
3 Ağustos 1943'te Almanların şehirdeki Yahudileri Auschwitz Toplama Kampına götürmek üzere tren istasyonunda topladıklarında 10 yaşında olan Saul, meydanda bekleşirlerken sonu ölümle bitecek yolculuktan kaçması gerektiğini anlamış ki, bir an topladığı cesaretle, annesi, babası ve ailesinin geri kalan tüm büyüklerinin hep birlikte olduğu o kalabalığın içinden sıyrılarak kız kardeşiyle birlikte el ele koşarak kurtulmayı başarmışlar . İki küçük çocuk bir mucizeyle, eli silahlı adamlardan kaçarak, büyük ihtimalle oradan çok uzakta olmayan, en yakın tanıdıkları Polonyalı ailenin evlerine sığınmışlar.
Saul ve kız kardeşi o güne dek ailesinin yanında çalışan Polonyalı kadının evine koşmuşlar o gün.
Aniela (Zawadzka) Szwajce adındaki Polonyalı bu bayan, yıllarca yanlarında çalıştığı ailenin iki çocuğunu, II. Dünya Savaşının sonuna kadar gizlemeyi başarmış.. Profesör Merin 1948'de Israel'in kuruluşuyla birlikte buraya göç etmiş. 
IDF'te asker olan bu genç adam daha sonra Hebrew University ( İbrani Üniversitesi'nde doktorluk okumuş. Ölene kadar mesleğini büyük bir aşkla yapan bu doktor belki tanıdığım en cana yakın insan değildi. Ama bunun çok ta önemi yoktu.

Annemi her ona götürdüğümde dışarıda saatlerce bekledikten sonra, bizi içeriye aldığında, uzun süren muayenesinin sonunda, kağıtlara renkli kalemlerle çizdiği göz haritalarında sadece kendisinin anlayabildiği notlar alırdı. Bu her defasında böyleydi. Aldığı notlar ona annemin göz durumunu anlatıyordu.. Her tarih, her randevuda yeniden boyuyordu kağıtlarda. Annemi iki kez ameliyat etmişti bu insan.

2001'den itibaren, Ein Karem'deki hastanedeki saatlerinden ayrı başka hastanelerde de Filistinli çocukları tedavi etmişti.. Yeruşalayim'de çalıştığı Hadassah Hastanesi dışında, şehrin doğusunda olan ve Filistin Bölgesine ait bir hastane olarak bilinen St-John's Göz hastanesi'nde, haftada iki kez Filistinli Doktorları eğitmesinin dışında Gazze'den Nablus'tan gelen on binlerce hastanın gözleri için savaşanların başındaydı Prof. Merin.  Kanada ve Amerika'daki hastanelerde de kürsü sahibi olan Merin bir çok uluslararası ödüle layik görülmüş. 

Bu insan mesleğinde iz bırakmış bir eğitmen, bir yol gösterici olmuştu mutlaka. İki oğlu da kendisi gibi profesör olan Merin'i çocukluğunda Nazi'lerin ellerinden kurtaran ve savaşın son gününe kadar kendi hayatını tehlikeye atmak pahasına onu ve kız kardeşini saklayan Polonyalı kadınsa'gercek bir kahramandi mutlaka. 

Yad Vashem Holocaust Müzesi'nde yıllar evvel o aileye verilmiş  "The Righteous Among the Nations Ödülü" ( Milletler içinde en dürüstleri )   töreninden basına yansıyan kimi fotoğrafları hatırladım.

O fotoğrafara baktığımda  aklımdan tek bir şey geçmişti; " Altı Milyon kurban arasında katledilen bir buçuk milyon çocuk içerisinden acaba daha kaç Profesör Merin çıkabilirdi? .Acaba, daha kaç doktor, kaç müzisyen, düşünür ve bilim insanı yetişecekti bunca yok edilmiş çocuğun arasından?"

Bir ulusu kökünden yok etmek için ayaklananlar aslında tüm insanlığı silmeye yeltenen şeytanlardır!!



Batya R. GALANTI





3 Aralık 2020 Perşembe

 




                                        

                                  

                                   Kimi ilginç rastlantılar


Gündeme neredeyse her gün  Korona'yla ilgili farklı haberler düşüyor.

Geçen aylarla  bir çok hüzünlü hikayeler birikiyor bitmeyen salgınla birlikte... Kimi zaman beklenmedik bir şekilde çok genç ve sağlıklı insanlar Korona'nın kurbanı olurlarken, bazen çok yaşlı kişiler, hatta 100 yaşlarını bulmuş hastalar bir şekilde Korona'yı yenerek media'da sansasyon yaratıyorlar..

Bugün Israel haber sitelerine yansıyan bir Korona hastasının hikayesi de okuyuculara ilginç bir hayat dersi verecek mesajlar taşıyor.

Haber, geçtiğimiz günlerde Amerika'nın California'daki Sacremento Şehri'nde  bir hastanenin acil servisine yetiştirilen bir hasta ile ilgili.

Aylardan beri insanları kurtarmak için yoğun mücadele veren hastane ekibini biraz sarsan , kimi anlamda tuhaf hisler de yaşatan bir durum  buradaki haber sitelerine kadar yansımış..

Bundan bir süre önce, nefes darlığı ve hayatı tehlikeyle  hastanenin acil servisine gelen genç bir Amerikalıyı kabul eden doktor ve hemşirelerden ikisi hastaya yardım etmek için onu soyduklarında şaşırmışlar ..

Dr. Taylor Nichols uzun süredir gün gün, saat saat çalıştığı yoğun bakım ünitesinde yeterince hastanın hayatını kurtarmak şansını yakalamış tecrübeli bir doktor..

Diğerleri gibi bir güne daha başlarlarken acil servisteki doktorlar ve hemşireler hep beraber  yoğun bir koşturmanın içindeyken, her yeni gelen hastaya tek tek  müdahale etmeye çalışıyorlar. Dr Nichols acile gelen bir adamı diğerleri gibi yataklardan birine aldıktan sonra, yanında birlikte çalıştığı hemşiteyle beraber  hastanın  gömleğini çıkardıklarında, hayatı tehlike içinde olan adamın göğsünde gördüğü  Tatoo'lar ( dövmeler ) bir an onlarda şaşkınlık yaratsa da  görevlerine devam etmek zorundaydılar...

Önünde yatan hastanın, kimliği, politik düşünceleri, duyguları ya da ekstremist akımlara ait bir anarşist ya da terörist olup olmaması sağlık ekibinin ilgilenmesi gereken şey değildir mutlaka..

O  an zor nefes alıp veren dazlak adamın göğsünde taşıdığı ırkçı, nazi  sembollerin onda yarattığı duygular ve  hissettiği karmaşık şeyler ne olursa olsun  doktorluk yemini eden bir insanın serin kanlılığıyla görevini yerine getirmesi gerektiğinin bilinciyle hareket etmek zorundadır her doktor..

Onu kurtarması için yalvaran genç adam bir Neo-Nazi olsa da.. göğsünde , kollarında bir sürü SS isaretleri  ve Neo-Nazi sloganlar taşısa da.. çok defa bir yerlerde, bir cadde üzerinde tüm insanlara  Yahudilere olan nefretini haykırsa da  doktor onun için çalşimalıdır o an.

Yahudi bir doktor ve uzakdoğulu bir hemşirenin ellerinde hayat bulan Neo-Nazi genç adamın  geçirdiği bu tecrübe onun radikal fikirlerini ne kadar değiştirmiştir bilinmez.

Dr. Taylor'ın tek söylediği: ben görevimi yaptım ancak benim yerimde o olsaydı onun nasıl hareket etmeyi tercih edeceğini bilmiyorum.

" Acaba o da beni kurtarırmıydı? " diye kendine sormadan duramamış doktor.

Yeryüzünde koşulsuz, şartsız birilerinden sebesiz yere nefret edebilecek insanların sayısı ne kadardır bilmem.

Halbuki hayat  birilerinden sebepsiz yere nefret etmek için çok kısa ve geçici...Anlamlı şeyler yapıp insanlığa kendinizden iyi şeyler bağışlamanın güzelliği varken, kimi gruplardan, kimi halklardan sebepsiz yere nefret ederek  çocuklarınıza, gelecek nesillere kötü bir miras bırakmak size ne kazandırır?

Belki üzerine SS isaretleri kazıyan bu empotant erkek kendini böylesi agresif işaretler içinde daha güçlü ve yenilmez hissediyordur. Belki çocukluğundan beri sahip olduğu komplekslerini kimi insanlara nefretiyle bir noktaya kanalize ediyordur.

Kendi içindeki o zayıf insanı nefretle aşmaya çalışan o adam belki kendi nefretinin sembolü olmuş bir yahudi ve sarı ırktan çekik gözlü bir uzakdoğulu tarafından yasama geri dönüş ikilemi içinde devam edecek hayatına . 

Belki de bu yaşadıklarının sonunda her bir bireyin eşit derecede insan olduğunu anlayarak, nefret yerine sevgiyle yaşarsa çok daha mutlu bir insan olunabileceğini kavrayacaktır o zavallı Neo Nazi de!!!..


Batya R. Galanti


2 Aralık 2020 Çarşamba

Gal'in asansör maceraları!!


Sabah sabah evden çıkarken, Gal ; " Anne sen çık, kapıyı ben kilitlerim !" diyor bana..

Son zamanlarda Gal daha bir olgunlaştı. Bazen beni himaye etmeye çalıştığını bile hissediyorum. Dün sabah, birlikte servisi beklerken kolunu omzuma koydu, sırtımı sıvazladı birden, kocaman bir adam gibi.. Beni hafif düşüncelerime dalmış görünce sanki , " Anne çok düşünme, bak ben yanındayım!" der gibiydi o an.. Bazen sözlerden çok şefkatiyle ifade eder kendini.. Duyguyla bakan gözlerinde görürüm en çok, bana olan sevgisini.

Ama bu ara çok fazla emir verme eğilimi de gösteriyor .. Yönetmek istiyor herkesi. Sen çık, sen otur.. Arada onu uyarıyorum. Gal sen kendi işine bak lütfen diye.

Sabah sabah kapıyı kapatıp tam asansöre binecez, Anne asansörlerin ikisi de çalışmıyorlar galiba .." dedi.

O an dikkat ettim, ikisinin de çağırma düğmesinin ışıkları sönük duruyorlar..

Sorun değil, Hadi gel merdivenden inelim..

Lobby ve parkla birlikte 19 katlı olan apartmanımızın sadece iki asansörü olmasıyla problem başlıyor dedi bugün tesadüfen  konuştuğum teknisyen..Bu tip bir binada en az üç asansör olmalıymış.

Bu apartmana 20 sene evvel taşındığımızdan beri asansörler biraz problemliydiler..

İlk günden, çok fazla şey taşındığı için zarar görmüşler sanırım. Motorları  belkide değiştirmek gerekiyordu., Kısaca esaslı bir bakım yapılması gerekirken sanırım devamlı  hafif tamirlerle bu iş hep geçiştiriliyor. Bu yüzden de Gal, senelerden beri  asansör korkusunu yenmek şöyle dursun, yaklaşık dokuz kat her gün  merdivenlerden ine çıka epey bir kondisyon yapmaya devam ediyor..( Aslında ben  işin merdiven  inip çıkma tarafından şikayetçi değilim)

Okuldan bana mesaj çekti bugün bir ara; " Anne ne dersin problemi hallettiler mi?"

Aklıma bundan bir kaç sene evvel Gal'le birlikte eşim ve benim küçük asansörde geçirmek zorunda kaldığımız yarım saatlik maceramız geldi.  O gün bugündür asansöre sadece yanında biri varken binmeye razı Gal.

Bir yaz günüydü ve hava sıcaklığı yaklaşık 37-38 derece civarında nemse yüzde seksenlerde idi..Kısaca klasik bir temmuz günü ortasında tam eve çıkıyorduk ki asansör bir anda şöyle bir zıplar gibi olup olduğu yerde kalakalmıştı. Göstergede bulunduğumuz kat numarası yerine iki çizgi belirirken şimdi yandık dediğimi hatırlıyorum, içimden..

Galínse " Ne oldu? " demesiyle durumu kavrayarak saniyeler içinde.." Ben burada kalmak istemiyorum! " diye çığlıklar atmaya başlaması bir olmuştu.

Bense bir çok korkularımı, bir çok sıkıntılarımı Gal'e yardım etmek için, ya da yardım ederken  yenmeyi öğrendim . O asansörde yaklaşık bir buçuk metre karelik bir alanda kapalı kaldığımızı bilmek bir an için benim de içimi daraltırken, Gal'e ; Lütfen şu anda asansörde değil, odanda olduğunu hayal et ve emin ol sonunda bir süre sonra buradan çıkacağız  derken , sadece onu değil o an hızla atan kalbimi de yatıştırmaya çalışıyordum..  Gal, gürültüsünden rahatsız olduğu havalandırmayı sürekli kapatırken, çıldırmış gibi bluzunu elleriyle çekiştiriyordu. Girdiği panik hali gözümün önünde hala.  Benimse ; " Gal lütfen havalandırmayı kapatma!" derken girdiğim sıkıntı da  unutulmaz. Asansörün içinde sanki hiç oksijen yoktu.  Bir yandan alarm düğmesine basarken,  diğer taraftan asansörde kayıtlı duran telefon numarasını arayan eşime telefonun diğer ucunda cevap veren teknisyen; "  Tel Aviv'deyim ve çok yoğun bir trafik var..size varmam en az yarım saatimi alır dediği an, tüm soğuk kanlılığımı kaybederken ben   ; " Lütfen şu an İtfayiye falan arıyorsun!" Ben burada , bu sıcakta yarım saat teknisyen falan bekleyemem " derken bu defa benim girdiğim paniği Gal'den gizleyemediğimin farkındaydım..

O gün,  sonunda deri ceketinin üzerinde Pizza reklamı olan kuriye kılıklı bir teknisyen, iki kat arasında kalan asansörün kapısını açtığında dördüncü katın zeminine atlayan ben baya şaşırmıştım. Bize belki bir  kutu da Pizza getirmiştir diye sorarken sonunda gülüyordum..

Teknisyenin ikinci işi de Pizza Kuriyeliği idi.

Bu olaydan uzun bir zaman sonra Gal sonunda asansör korkusu olmayan bir arkadaşıyla tam cesaret edip  asansörle inmek isterken şansına bu defa arkadaşıyla en az beş dakika içeride takılı kalmışlardı..

Bu hafta bu kez okuldan bir öğretmeni okulun asansöründe yarım saat boyunca kapalı kalmış !!

Derken, Gal'in asansör korkusunu yenememesini anlamamak mümkün değil.. Galiba zaman zaman kimi şansızlıklar bazı insanların peşini bırakmayınca yaşadıkları korkuları aşmaları daha da zorlaşıyor..


Batya R. Galanti